Fizyoloji Anabilim Dalı Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 19 / 19
  • Öğe
    Akne vulgarisin izotretinoin ile tedavisinde diyetin sistemik immün-inflamasyon indeksi üzerine etkinliğinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Güven, Hilal; Özdengül, Faik; Özer, İlkay
    Akne vulgaris oluşumunun sebum salgısı, hormon seviyeleri, bakteriyel enfeksiyon ve inflamatuar reaksiyonlar gibi faktörler ve bunlara ek olarak diyetle de ilişkili olduğu bilinmektedir. Akne vulgaris tedavisi için 1982'de onaylanan oral izotretinoin (13- cis -retinoik asit), dirençli patolojilerde kullanılan etkili bir tedavi olmaya devam etmektedir. İzotretinoin, inflamasyon dahil olmak üzere akne patogenezinin tüm aşamalarında etkili olan bir ilaçtır. Bu çalışmanın amacı akne vulgaris tedavisinde oral izotretinoin tedavisiyle süt ve süt ürünlerinden kısıtlı diyetin kan bulgularına ve sistemik immün-inflamasyon indeksi(SII) düzeyleri üzerine etkinliğinin değerlendirmesi ve karşılaştırılmasıdır. Mart- Temmuz 2023 tarihleri arasında Deri ve Zührevi hastalıklar anabilim dalına başvurmuş, çalışmaya gönüllü seçilmiş 18-65 yaş aralığında, 0,3 mg/kg oral izotretinoin tedavisi alan ve tedaviye en az 3 ay devam eden toplamda 60 akne vulgarisli hasta incelenmiştir. Bu hastaların 30'u sadece izotretinoin tedavisi alan ve 30'u da izotretinoin tedavisiyle birlikte süt ve süt ürünlerinden kısıtlı diyet uygulanan hasta grubu olarak ikiye ayrılmıştır. Bireylere genel bilgilerin, süt tüketim durumlarının, akneyi tetikleyecek besinlerin sorgulandığı anket yüz yüze görüşme tekniği ile uygulanmıştır. Hastalardan alınan tam kan ve biyokimyasal tetkik sonuçları başvuru anında, tedavinin 1.ayında ve tedavinin 3. ayında kayıt edilmiştir. Grupların alınan hemogram değerlerinden Sİİ(nötrofil x trombosit/lenfosit) değeri hesaplanmıştır. İki grupta da tedavinin 1.ayındaki ölçüm değerlerine bakıldığında ortalama TSH değerinde artış görülmüştür sadece izotretinoin grubunun diğer gruba göre artışındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p <0,05). İki grubun tedavisinde 1 ay içerisinde LDL, total kolesterol, trigliserid artışları karşılaştırıldığında sadece izotretinoin tedavisi alan grubun değerlerindeki artış daha fazla olmuştur ve bu farklılıklar anlamlı bulunmuştur (p <0,05). Çalışmaya katılan akne vulgarisli hastalarda iki grubun da tedavisinin ilk 3 ayı içerisinde nötrofil, lenfosit, trombosit ölçümleri değerlendirildiğinde istatistiksel açıdan anlamlılık bulunmamıştır (p>0,05). Sadece izotretinoin tedavisi uygulanan grupta tedavi öncesine göre 1. ayın sonunda Sİİ' de düşüş gözlenmiş ancak istatistiksel açıdan anlamlılık bulunmamıştır (p>0,05). Akne vulgaris tedavisinde oral izotretinoin önemli olmakla birlikte süt ve süt ürünlerinden kısıtlı diyetin de etkili olabileceği gözlenmiştir.
  • Öğe
    Sertralin endotel hasarlı aortta kontraksiyonu etkiler mi?
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2023) Eker, Cahit Burkay; Solak Görmüş, Z. Işık
    Selektif Serotonin Geri Alım İnhibitorü (SSRI) grubu antidepresan ilaçlar kardiyovasküler rahatsızlığı olan hastalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak özellikle damar üzerindeki etkileri deneysel bir çalışmada araştırılmamıştır. Bu çalışmada sertralinin (SE) aort kontraksiyonu üzerine etkilerini hem sağlıklı hem de hasarlı sıçan aortu üzerinde araştırmayı amaçladık. Bu çalışmada 2 grup (n=24) halinde 24 Wistar albino rat kullanıldı. Grup 1; aort- sağlam endotel (n=12), grup 2 aorta- hasarlı endotel (n=12). İnen torasik aort, yetişkin Wistar albino sıçanın servikal dislokasyonundan sonra hızla izole edildi. Aort dokuları temizlendi ve 3-4 mm uzunluğunda halkalar halinde kesildi. Daha sonra halkalar, 37°C'de termoregüle edilmiş ve havalandırılmış (%95 O2 ve %5 CO2) Krebs-Henseleit solüsyonu içeren organ banyolarına yerleştirildi. Aort halkalarının izometrik gerilimindeki değişiklikler, dört kanallı bir kuvvet yer değiştirme transdüseri kullanılarak kaydedildi. Çalışmanın ilk bölümünde sağlam endotel halkaları, ikinci bölümünde ise mekanik olarak hasar görmüş endotel halkaları kullanıldı. Fenilefrin (FE 10-6M) uygulandı ve her iki grupta da kasılmalar kaydedildi. Daha sonra grup 1'e kümülatif (10-9-10-4 M) Sertralin (50 mg) verildi. Grup 2'de endoteli iğne ile yırtarak aort endotel hasarı oluşturuldu. Asetilkolin (Ach 10-6M) uygulanarak endotel hasarı kontrol edildikten sonra hasarlı stripler bir saat süreyle organ banyolarında yıkandı ve ikinci doz FE 10-6M verildi, ardından kümülatif olarak Sertralin (50 mg) verildi (10 -9-10-4 M) 2. gruba ve kasılmaları kaydedildi. Grup 1'e kümülatif (10-9-10-4 M) sertralin (50 mg) verildikten sonra ilk üç sertralin dozunda (10-9, 10-8, 10-7) spontan kasılmalarda belirgin inhibisyon saptandı. (p<0.05), geri kalan sertralin dozlarında kasılma inhibisyonu devam etti. Sertralin 10-6-5-4 de 10-9-8-7 doza göre kasılmalarda belirgin inhibisyon yaptı. Grup 2'de ikinci FE kasılmalarının inhibisyonu sertralin dozlarından sonra da devam etti ancak grup 1'e göre daha az anlamlıydı. Sertralin, sıçan izole aortunda FE kaynaklı düz kas kontraksiyonunu inhibe ettiği tespit edilmiştir. Endotel hasarlı aort dokusunda FE kaynaklı düz kas kontraksiyonları daha yavaş inhibe olmuştur. Endotel hasarı sonucunda aortta NO salınımı azalmış ve NO'ya bağlı vazodilatasyon etkinin de azaldığı düşünülmektedir. Sertralinin kardiyovasküler sistem üzerine olan etkilerinin daha iyi anlaşılması için ileri düzeyde araştırmalara ihtiyaç bulunmaktadır.
  • Öğe
    Agomelatin ve selenyum, deneysel İskemi Reperfüzyon hasarlı rat testis modelini nasıl etkiler?
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2023) İnal, Ahmet Talha; Solak Görmüş, Z. Işık
    Agomelatin, literatürde antioksidatif, antiinflamatuar, antiapoptotik ve düz kaslarda miyorelaksan etkileri olduğu bildirilen bir melatonerjik reseptör analoğudur. Selenyum ise çok uzun zamandır antioksidan enzim aktivitesini arttırdığı kanıtlanmış olan, organizma için önemli bir eser elementtir. İskemi Reperfüzyon (İR) hasarı, doku ve organ düzeyinde geri dönüşü olmayan ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir. Bu çalışmanın amacı, agomelatinin tek başına ve selenyumla birlikte testiküler İR hasarına karşı olası etkilerini araştırmaktır. 40 adet erkek rat randomize 5 gruba ayrılmıştır (n=8): Sham Operasyon (ShamOp), Agomelatin Kontrol (AgoK), İskemi Reperfüzyon (İR), Agomelatin + İskemi Reperfüzyon (AgoİR), Agomelatin + Selenyum + İskemi Reperfüzyon (AgoSeİR). ShamOp, sağlıklı grup; İR, hasar grubu; AgoK, proflaktik tedavi grubu; AgoİR ve AgoSeİR ise proflaktik tedavi + hasar grubudur. Agomelatin (20 mg/kg) ve selenyum (1,5 mg/kg), 1 mililitre (ml) distile su içerisinde vortekste karıştırılarak çözdürülmüş ve tedavi içeren tüm gruplara arka arkaya 14 gün boyunca intraperitoneal (i.p.) enjeksiyonla verilmiştir. İR hasarı, intramüsküler ketamin-xylazin (75 mg/kg-8 mg/kg) anestezisi altında, 720o cerrahi torsiyon (4 saat) / detrorsiyon (24 saat) uygulamasıyla indüklenmiştir. Histopatolojik incelemeler sol taraf testisler kullanılarak, Modifiye Johnsen Skorlaması ile yapılmıştır. Fizyolojik incelemeler ise sağ taraf testisler kullanılarak izole organ banyosu sisteminde gerçekleştirilmiştir. Histopatolojik verilerimizin istatistiksel analizine göre gruplarımız arasında anlamlı farklılıklar bulunmaktadır. Modifiye Johnsen skorları, AgoİR ve AgoSeİR gruplarında İR grubuna göre anlamlı düzeyde yükselmişti (p<0.001). Bunun yanında, AgoSeİR grubu, AgoİR grubundan da anlamlı ölçüde daha yüksek Johnsen sokruna sahipti (p<0.05). AgoK grubu AgoİR grubundan istatistiksel olarak anlamlı ölçüde yüksek Johnsen skoruna sahipti (p<0.05). Benzer şekilde, AgoK grubu AgoSeİR grubundan da yüksek Johnsen skoruna sahipti ancak aradaki fark anlamlı değildi (p>0.05). Johnsen skoru ShamOp grubunda, AgoİR ve AgoSeİR gruplarından daha yüksekti. Ancak aradaki farklılık AgoİR grubunda anlamlıyken (p<0.05) AgoSeİR grubunda değildi (p>0.05). Bununla birlikte, ShamOp grubu, AgoK grubuyla anlamlı bir farklılık göstermedi (p>0.05). Son olarak AgoK ve ShamOp grubları İR grubuna göre anlamlı düzeyde Johnsen skorlarına sahipti (p<0.001). İzole organ banyosu verilerimizin istatistiksel analizine göre gruplarımız arasında anlamlı bir farklılık bulunamamıştır (p>0.05). Ancak genlik parametrelerini grup içi zaman değerleri üzerinden analiz ettiğimizde AgoK, İR ve AgoİR gruplarında anlamlı azalmalar olduğunu belirledik (p<0.05). ShamOp grubu, anlamlı düzeyde olmasa da AgoK, İR ve AgoİR gruplarından daha iyi bir kasılma gücüne sahipti (p>0.05). Agomelatin cerrahi torsiyon/detorsiyonla indüklenmiş testiküler İR hasarına karşı, olasılıkla oksidatif stresi azaltarak, anlamlı düzeyde iyileştirici etki göstermiştir (p<0.001). Selenyum agomelatin ile beraber uygulandığında bu iyileştirici etkiyi anlamlı düzeyde arttırmaktadır (p<0.05). Bununla birlikte; ulaştığımız verilerin güvenilirliği açısından, sonuçlarımızın biyokimyasal parametreler üzerinden elde edilecek ilave kanıtlarla güçlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Testis kapsülünün düz kas içeren tunica albuginea tabakasındaki kontraktilitenin spermi seminifer tübüllerden epididimise ileten güçlerden biri olduğu ve kapsülün kasılabilirliğindeki bir azalmanın inferiliteyi tetikleyebileceği bildirilmektedir. Deneysel verilerimizin analizine göre, agomelatinin testis kapsülü üzerindeki kısmi inhibitör etkisi ilacın doz bağımlı çalışmalarıyla desteklenmeye ihtiyaç duymaktadır.
  • Öğe
    Morfin bağımlı sıçanlarda testiküler kontraksiyon değişiklikleri: İn vitro çalışma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Yaylalı, Oğuzhan; Solak Görmüş, Zülfikare Işık
    Opioidler eski çağlardan beri hem tıbbi amaçlı hem de keyif verici madde olarak kullanılmaktadır. Opioidler içerisinde en önemlilerden biri morfindir. Morfin mu opioid reseptör agonistidir, ayrıca diğer opioid reseptörlere de afinite gösteren çok güçlü bir analjeziktir. Tıbbi olarak kullanımı da bu yöndedir, fakat kronik kullanımda diğer opioidlerde olduğu gibi bağımlılık gelişmektedir. Opioidlerin erkek üreme sistemine olan negatif etkileri iyi bilinmekle beraber testis kapsülü kontraksiyonuna olan etkisi bilinmemektedir. Bu yüzden araştırmanın amacı deneysel morfin bağımlılığı oluşturulmuş sıçanlarda testis kontraksiyonu ve frekans değişikliklerini belirlemektir. Çalışmada Necmettin Erbakan Üniversitesi KONÜDAM Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi’nden alınan 24 adet Wistar albino sıçan 3 grupa ayrılmıştır. Kontrol grubuna (K) 7 gün boyunca deri altından 10 mg/kg salin uygulanmıştır. Daha sonra 7. gün intraperitoneal olarak 3 ml/kg salin uygulanmıştır. Morfin grubuna (M) subkutan olarak 10 mg/kg morfin, 7. gün intraperitoneal olarak 3 ml/kg serum fizyolojik uygulanmıştır. Morfin-nalokson grubuna (MN) 10 mg/kg morfin 7 gün subkutan, 7. gün 3 ml/kg mu opioid antagonisti nalokson intraperitoneal olarak uygulanmıştır. Dekapitasyon öncesi sıçanlar davranış açısından incelenmiştir ve Geller-Holtzman skalasına göre puanlanmıştır. Dekapitasyon sonrası testis dokuları çıkartılmış, elde edilen testis kapsülleri izole organ banyosunda Krebs-Henseleit solüsyonu içeren 5 ml'lik haznelere kancalarla yerleştirilmiştir. Gerimleri 1 gram olacak şekilde ayarlanmıştır. 15’er dakikalık zaman dilimlerinde meydana gelen gerim/ frekans değişiklikleri kayıt altına alınmıştır. Testis kapsülü kontraksiyon gerimleri ve geri çekilme skorlama sonuçları değerlendirilmiştir. Geller-Holtzman skalasına göre elde edilen veriler incelendiğinde gruplar arasında anlamlı fark bulunmuştur (p<0,05). Bu hem bağımlılığın hem de morfin yoksunluk sendromunun geliştiğinin göstergesidir. K, M ve MN grupları arasında testis kontraksiyon gerim değerleri arasında da anlamlı fark bulunurken (p<0,05), grup-zaman ve zaman parametrelerinde anlamlı fark tesbit edilmemiştir (p>0,05). Adrenalin verilmeden önceki gerim değerlerine bakıldığında MN ve K grubunun, M grubuna göre daha yüksek olduğu görülmüştür. Adrenalinle indüklendikten sonra gerim değerinde en fazla azalma M grubunda olmuştur. Diğer iki grupta gerim değerlerinde daha az düşme meydana gelmiştir.
  • Öğe
    Akamprosat uygulanan alkolik sıçanların atriyum kasılmaları değişir mi?
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Karakuş, Behiye Nur; Özdengül, Faik
    Kronik alkol kullanımı kalp kasılmasında bozuklukların oluşmasına neden olmaktadır. Aynı zamanda da miyokard fonksiyonları üzerinde direk toksik etkiye neden olmaktadır. Bu yüzden alkol bağımlılığı tedavisinde kullanılacak farmakolojik ajanların kalple ilgili olası etkilerinin bilinmesi son derece önemlidir. Alkol bağımlılığı tedavisinde 2004 yılından beri yaygın olarak kullanılmaya başlayan akamprosatın hücre içerisine kalsiyum iyonunun akış hızını azalttığı bildirilmekle birlikte kalbin kasılma işlevi üzerinde farmakolojik bir etkisinin olup olmadığı bilinmemektedir. Bu nedenle bu çalışmada akamprosatın kalp kası üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışma için 32 Wistar cinsi rat alındı ve dört eşit gruba ayrıldı. İlk grup kontrol grubu ve ikinci grup etanol (10 mg/kg/g) verilen gruptu. 3. gruba 200 mg/kg/g den akamprosat (Sigma- Aldrich), 4. gruba ise 200 mg/kg/g’den akamprosat ve 10 mg/kg/g’den etanol intragastrik (oral gavaj) olarak 21 gün boyunca verildi. 21. günün sonunda ratlara alkol bağımlılığı ve yoksunluk skorlaması yapıldı. Sonrasında sakrifiye edildi ve kalp dokusu çıkarıldı. Kalp dokusundan alınan atriyum dokusu izole organ banyosunda genlik ve kasılma frekansları ölçüldü. Alkol ve Alkol+Akamprosat gruplarında alkol bağımlılığı ve yoksunluk belirtileri gözlemlenmiştir. Oluşturulan tüm gruplardaki atriyum kasılmaları incelendiğinde ise gerim değerleri arasında istatistik olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. (p<0,05). Sonuç olarak alkol bağımlılığı oluşturulmuş sıçanlara uygulanan akamprosat tedavisinin kalp kasılması üzerinde negatif etkisinin olduğu görülmüştür. Tedavi protokolü açısından bu etkinin göz önünde bulundurulması yararlı olacaktır.
  • Öğe
    Alkol bağımlısı ratlarda akamprosat kullanımının ince bağırsaklar üzerinde oluşturduğu fizyopatolojik etkilerin izole organ banyosu aracılığıyla değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Küsen, Hande; Özdengül, Faik
    Alkol bağımlılığında psikolojik ve farmakolojik tedavi seçenekleri bir arada uygulanmaktadır. Farmakolojik ajanlar arasında en güncel olan ilaç ise akamprosattır. İlaçların tedavi edici etkilerinin yanı sıra yan etkilerinin de bilinmesi uygulamada tedavinin başarısı açısından son derece kıymetlidir. Alkol bağımlılığında akamprosat kullanımının sıklıkla sindirim şikayetlerine yol açtığı görülmektedir. Bu nedenle mevcut çalışmada akamprosatın ince bağırsaklar üzerindeki fizyopatolojik etkileri incelenmiştir. Çalışmada Necmettin Erbakan Üniversitesi KONÜDAM Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi'nden temin edilen 32 adet Wistar Albino cinsi dişi sıçan kullanılmıştır. Sıçanlar; Grup 1 (Kontrol grubu), Grup 2 (Kronik alkol grubu), Grup 3 (Akamprosat grubu) ve Grup 4 (Akamprosat+ alkol+ SF grubu) olmak üzere 4 gruba ayrılmıştır. Grup 1'e, 21 gün intragastrik entübasyon ile 10 mg/kg/g serum fizyolojik uygulanmıştır. Grup 2'ye, 21 gün intragastrik entübasyon ile 10 mg/kg/g ethanol ve 10 mg/kg/g serum fizyolojik birleşimi uygulanmıştır. Grup 3'e, 21 gün intragastrik entübasyon ile 200 mg/kg/g akamprosat ve 10 mg/kg/g serum fizyolojik birleşimi uygulanmıştır. Grup 4'e, 21 gün intragastrik entübasyon ile 200 mg/kg/g akamprosat, 10 mg/kg/g ethanol ve 10 mg/kg/g serum fizyolojik birleşimi uygulanmıştır. 21. gün, sıçanların alkol yoksunluk sendromları gözlemlenerek skorlanmıştır. Grup 2 ve Grup 4'ün alkol yoksunluk verileri istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). 22.gün, sıçanların ince bağırsak dokuları alınmış ve 2'şer cm'lik kesitler hazırlanarak izole organ banyosuna asılmıştır. Her 15 dakikalık zaman dilimi içerisinde gerçekleşen gerimler kaydedilmiş ve istatistiksel olarak analiz edilmiştir. Gerçekleştirilen izole organ banyosu ölçümlerinin analizinde öncelikle tüm grupların gerim verileri, kendi spontan gerim değeriyle kıyaslanarak zaman içerisindeki değişimleri değerlendirilmiştir. Deney gruplarının kontraksiyon verilerinin birbirleriyle kıyaslanması sonucunda ise Grup 2, Grup 3 ve Grup 4'teki verilerin kontrol grubunun verilerine kıyasla anlamlı bir düşüş gerçekleştirdikleri tespit edilmiştir (p<0.05). Grup 4 ve Grup 2'nin kontraksiyon verilerinin birbiriyle kıyaslanması sonucunda ise Grup 4'ün Grup 2'ye kıyasla anlamlı bir düşüş gerçekleştirdiği tespit edilmiştir (p<0.05). Akamprosatın ince bağırsak düz kas kontraksiyon gerim değerlerini düşürdüğü, ince bağırsak motilitesini azalttığı tespit edilmiştir. Ayrıca bu etkinin alkolün motilite azaltıcı etkisinden daha güçlü olduğu da anlaşılmıştır. Mevcut verilere dayanarak; akamprosat kullanımı süresince, kişilerin ince bağırsak sağılığının belirli periyotlarla kontrol edilmesinin ve takibinin gerçekleştirilmesinin önemli olduğu düşünülmektedir. Akamprosat kullanımının ince bağırsaklarda oluşturabileceği riskler hakkında ise yeni çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
  • Öğe
    Sıçanlardaki Morfin Bağımlılığının Hipokampal Apelin Ve Apelin Reseptörü Gen Ekspresyon Düzeylerine Etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Yıldız, İbrahim; Kutlu, Selim
    Opioit bağımlılığıyla ilgili birçok bilimsel araştırma bulgusu olmasına rağmen, fizyopatolojik süreçler hakkında halen bilinmeyen ve araştırılması gereken alanlar bulunmaktadır. Sinir sisteminde yeni nöron oluşumu ve sinaptogenez gelişimi olarak ifade edilebilen nörogenez, birçok nöropsikiyatrik patolojide bozulmaktadır. Bağımlılık da bu patolojiler arasında yer almaktadır. Apelin sinir sistemindeki bazı bölgelerde sentezlenerek fizyolojik etkilere sahip olan yeni bir peptittir. G protein bağlantılı membran reseptörü aracılı etkiler oluşturmaktadır. Apelin ve reseptörü APJ’nin opioit bağımlılığında rolü hakkında bir araştırma bulgusu bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı, morfin bağımlılığı oluşturulmuş sıçanlarda hipotalamus ve hipokampuste apelinerjik sistem gen ekspresyon seviyesinin değişip değişmediğinin araştırılmasıdır. Araştırmanın deneysel aşamalarında 36 adet yetişkin dişi sıçanda morfin bağımlılığı modeli oluşturulmuştur. Kontrol, morfin ve morfin+nalokson şeklinde 3 gruba ayrılan hayvanlar 7 gün boyunca morfin ve morfin+nalokson gruplarına morfin, kontrol grubuna ise serum fizyolojik enjekte edilmiştir. 7. gün sabahında morfin+nalokson grubuna nalokson diğer gruplara ise serum fizyolojik enjekte edilerek hareketleri gözlemlenmiştir. Deneylerin sonunda hayvanların beyin dokuları çıkarılarak hipokampus dokuları elde edilmiştir. Hipokampusta apelin ve APJ gen ekspresyon düzeyleri analiz edilmiştir. Davranış bulguları morfin bağımlılığının belirgin olarak oluştuğunu göstermiştir. MRF grubundaki apelin gen ekspresyon düzeyi anlamlı olmasa da artış göstermiştir. Bu bulgular bağımlılık süreçlerinin, muhtemelen azalan nörogenezin kompanze edilmesine yönelik olarak hipokampustaki apelin ifade düzeyini artırabileceğini düşündürmektedir.
  • Öğe
    Pregabalin Etken Maddesinin Böbrek Fonksiyonları Üzerine Etkisinin İncelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Günay, Ahmet Can; Solak Görmüş, Zülfikare Işık
    Moleküler ağırlığı 159 ve formülü C8H17NO2, olan pregabalin beyazımsı renkte, presinaptik voltaj bağımlı kalsiyum kanallarının (VBKK) α2-δ alt ünitelerine potent bağlanan bir maddedir. Kalsiyum kanal yapısında üç boyutlu yapısal bir değişikliğe neden olarak hücre içine kalsiyum girişini azaltır. Böylece aşırı uyarılmış nöronlarda glutamat, noradrenalin, P-maddesi gibi nöroeksitatuvar nörotransmitterlerin salıverilmesini azaltarak hücrenin normal fizyolojik dengeye dönmesini sağlamaktadır. Literatürde pregabalinle ilgili olarak nörotoksisite şüpheleri nedeniyle tedaviyi durdurma olguları bildirilmiştir. Pregabalin kullanan bir hastada, yetersiz ADH sekresyonu sendromuna benzer şekilde hiponatremi görüldüğünü, pregabalinin kesilmesinden sonra durumun düzeldiğini savunmuşlardır. Ancak konu ile ilgili yeterince çalışmaya rastlanmamıştır. Pregabalinin yarı ömrünün yaşla ilişkili olarak uzadığı, bu durumun yaşla birlikte böbrek fonksiyonlarındaki zayıflık ile ilgili olabileceği üzerinde çalışmalar dikkate alındığında pregabalinin yol açabileceği renaltoksisite ve nörotoksisite açısından ilacın incelenme gerekliliği doğmuştur. Bu çalışmada pregabalin kullanan erişkin yaş grubundaki hastalara ait epikriz ve hasta kartları taranarak, hastaların böbrek fonksiyonları ile ilişkilendirilebilecek periferik kandan analiz edilen üre, ürik asit, kreatinin, serum elektrolit düzeyleri ve böbrek fonksiyonlarındaki olası değişimin tespiti için glomerüler filtrasyon (GFR) hızı altı ayda iki kez ölçüm yapılarak değerlendirilmiştir. Çalışmamızda hata oranı ve standart sapma dikkate alınarak her bir parametrenin ortalaması kantitatif olarak değerlendirildi. İstatistiksel analizler her bir parametre için IBM SPSS 21 paket programında bulunan verinin dağılımına uygun analizler seçilerek karşılaştırmalı kıyas analizleri yapıldı. Belirtilen parametrelerin istatistiksel değerlendirilmesi neticesinde pregabalin etken maddesinin kullanımının böbrek fonksiyonları üzerinde anlamlı bir etkisi görülmemiştir. Bu çalışma pregabalinin diğer organlar üzerindeki etkilerinin ve organların fonksiyonel belirteçlerinin retrospektif olarak değerlendirilerek araştırılmasına ön ayak olabilecek niteliktedir. Böylece ilaç araştırma ve geliştirme kurumlarına yararı olabilecek bilgiler sağlanabilecek olup, disiplinler arası yaklaşımlarla birlikte ilaç güvenilirliği arttırılabilir.
  • Öğe
    Deneysel Morfin Bağımlılığı Modeli Oluşturulmuş Sıçanlarda Hipokampus ve Hipotalamustaki Melatonin Reseptörleri Gen İfade Düzeylerinin Araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Çimen, Yasin Ali; Özdengül, Faik
    Melatonin, iki farklı G proteinine bağlı membran reseptörü olan MT1 ve MT2 aracılığıyla birçok fizyolojik etkisini gösterir. Ek olarak, son çalışmalar bu reseptörlerin MT1/MT2 heteromer oluşumunu ortaya koymaktadır. Bu çalışmanın amacı, sıçan hipokampusu ve hipotalamusta morfin bağımlılığı ve morfin yoksunluğu durumunda bu melatonin reseptörlerinin gen ekspresyon düzeylerini araştırmaktır. Bu çalışmada 300-350 gr ağırlığında 36 adet Wistar ırkı erkek sıçanlar kullanıldı. Hayvanlar 12’şerli olarak 3 gruba ayrıldı. Kontrol grubuna serum fizyolojik, morfin ve morfin + nalokson gruplarına 10 mg/kg/gün morfin sülfat 6 gün boyunca deri altı yolla uygulandı. 7. gün kontrol ve morfin gruplarına serum fizyolojik, morfin + nalokson grununa ise 1 mg/kg nalokson periton içi yolla enjekte edildi ve 30 dakika süreyle davranış parametreleri belirlendi. Tüm sıçanların hipokampus ve hipotalamus dokularındaki melatonin reseptörleri gen ekspresyon seviyeleri kantitatif RT-PCR ile analiz edildi. İstatistiksel değerlendirmelerde yönlü ANOVA kullanıldı. Deney hayvanlarına nalokson uygulanması sonucunda hayvanlarda belirgin şekilde morfin çekilme davranış bulguları saptandı. Hipokampus dokusunda melatonin reseptörlerinin gen ifadesi seviyelerinde gruplar arasında anlamlı bir fark yoktu. Hipotalamusta MT1 reseptör gen ifadesi, kontrol grubuna göre bağımlılık ve nalokson grubunda anlamlı olarak yüksek bulundu (p <0.05). Benzer şekilde, bağımlılık ve nalokson grubunda kontrol grubuna göre MT1/MT2 heteromer reseptör ifadesinde artmış artmış olarak dedekte edildi (p <0.05). Hipotalamustaki MT2 reseptör ifade seviyeleri arasında anlamlı bir fark yoktu. Morfin çekilme grubu bulguları göz önüne alındığında, bir haftalık morfin uygulanmasıyla sıçanlarda belirgin olarak bağımlılık oluştuğu gözlenmiştir. Hipotalamusta melatonin gen ifade seviyelerinin artması, morfin bağımlılığında hipotalamusun melatoninerjik etkiye daha duyarlı hale gelebileceğini düşündürmektedir.
  • Öğe
    Sıçanlarda damar içi glukoz uygulamasının lateral hipotalamik alandaki katekolaminlere etkisinin mikrodiyaliz yöntemiyle araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Solak, Hatice; Solak Görmüş, Zülfikare Işık
    Açlık merkezi olarak bilinen lateral hipotalamik alan (LHA)'da, birçok nöroaktif molekülün beslenme süreçlerinde rol oynadığı bilinmektedir. Noradrenalin ve dopamin farklı hipotalamik bölgelerde besin alımının düzenlenmesinde etkilidir. Bununla birlikte besin alımının LHA'daki noradrenalin ve dopamin düzeyi üzerinde değişiklik oluşturup oluşturmadığı bilinmemektedir. Mevcut çalışmada damar içi glukoz infüzyonunun, sıçanlarda LHA noradrenalin ve metaboliti dihidroksi fenil glikol (DHPG), dopamin ve metaboliti dopac düzeyleri üzerindeki olası etkilerinin beyin mikrodiyaliz yöntemiyle araştırılması amaçlanmıştır. Deneylerde normal beslenen 2 grup ve 24 saat besin kısıtlanan 2 grup yetişkin erkek Wistar ırkı sıçan kullanıldı. Sıçanlar anestezi altında sterotaksik alete yerleştirildi ve sterotaksik atlasındaki koordinatlar kullanılarak LHA'a mikrodiyaliz işlemleri gerçekleştirildi. Mikrodiyaliz örnekleri 20 dk'lık sürelerde toplandı. İlk mikrodiyaliz örnekleri kontrol olarak kaydedildikten sonra, gruplara 1,4 ml/kg dozunda serum fizyolojik ve % 50'lik glukoz çözeltileri kuyruk veninden uygulandı. Tok ve aç hayvanlarda SF ve glukoz uygulamasından sonraki 40 dk boyunca örnekler elde edildi. Bütün mikrodiyaliz örnekleri HPLC-ECD sisteminde analiz edilerek noradrenalin ve DHPG konsantrasyonları ppb olarak belirlendi. Değerler, uygulama öncesi kontrolleriyle normalize edilerek tek yönlü varyans analizi kullanılarak istatistiksel olarak değerlendirildi. Bazal noradrenalin konsantrasyonları karşılaştırıldığında aç bırakılan sıçanlardaki noradrenalin düzeyi tok olanlara kıyasla daha yüksekti (0.509±0.16 ve 0.384±0.12 ppb). Bu değerler arasında istatistiksel olarak anlamlılık ortaya çıkmadı (p˃0,05). Noradrenalinin normalize edilmiş 20. dk değerleri, aç ve tok hayvanlarla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak belirgin şekilde azaldı (p=0.01). 40. dk değerlerinde anlamlı bir azalma yoktu. Normalize edilmiş DHPG, DA ve dopac değerleri kıyaslandığında istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik görülmedi. Bu çalışmanın bulgularına göre sistemik glukoz uygulanması hem aç bırakılmış hem de tok hayvanlardaki LHA noradrenalin düzeyini belirgin olarak azaltmıştır. Bu bulgu, LHA'daki noradrenerjik nörotransmisyonun plazma glukozuyla ilişkili bir şekilde modüle olabileceğini göstermektedir.
  • Öğe
    Sıçanlarda rfamid ilişkili peptit-3'ün davranış üzerinde nörogenez aracılı olası etkisinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Böyükçam, Yasemin; Kutlu, Selim
    Sıçanlarda RFamid İlişkili Peptit-3'ün Davranış Üzerinde Nörogenez Aracılı Olası Etkisinin Araştırılması RFamid ilişkili peptit-3 (RFRP-3), gonadotropin baskılayıcı hormonun memelilerdeki homoloğudur ve üreme fonksiyonlarının hipotalamik düzenlenmesinde rol oynamaktadır. RF9, RFRP-3 reseptör (GPR147 ve GPR74) antagonistidir. RFRP-3'ün, hipokampal davranış süreçleri ve nörogeneze etkisiyle ilgili bir araştırma bulgusu bulunmamaktadır. Mevcut çalışmanın amacı, RFRP-3 ve GPR147 sinyalleşmesinin sıçan hipokampusunda nörogenez üzerindeki olası etkisini ve anksiyete benzeri davranışlardaki rolünü araştırmaktır. Çalışmada 28 adet yetişkin erkek sıçan kontrol, RFRP-3 (1 nmol/gün), RF9 (10 nmol/gün) ve RFRP-3 + RF9 olarak 4 gruba ayrılmıştır. Sıçanların tümüne sterotaksik cihaz yardımıyla ozmotik minipompalar yerleştirilmiş ve 15 gün süreyle lateral ventriküle madde infüzyonları gerçekleştirilmiştir. Sıçanlara anksiyete ile ilişkili davranış testleri uygulanmıştır. Her bir hayvanın performansı Ethovision XT 11 yazılım programı aracılığıyla kaydedilerek anksiyete parametreleri yönünden değerlendirilmiştir. Hipokampus dokularındaki nörogenez biyobelirteçlerinin gen ekspresyon düzeyleri gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu analiziyle belirlenmiştir. RFRP-3 uygulaması yükseltilmiş artı labirent testinde açık kollardaki zaman yüzdesini azaltmıştır (p˂0,01). RFRP-3, açık kollara giriş sayısını diğer grupların aksine azaltırken kapalı kollara giriş sayısını arttırmıştır (p˂0,05). Açık alan testinde diğer gruplara kıyasla merkezde geçirilen sürede anlamlı azalma yalnızca RFRP-3 grubunda bulunmuştur (p˂0,05). RFRP-3 kenarda geçirilen süreyi arttırırken (p˂0,05), rearing davranışını azaltmıştır (p˂0,01). RT-PZR analizlerine göre RFRP-3 grubunda kontrol grubu ile karşılaştırıldığında nestin ekspresyonunun önemli ölçüde azaldığı tespit edilmiştir (p˂0,05). RF9'a kıyasla RFRP-3 grubunda nestin, doublecortin, kalbindin, nöron spesifik nükleer antijen ekspresyonları azalma göstermiştir (p˂0,05). RFRP-3 + RF9 grubunda ise kontrole göre nestinin (p˂0,05), RF9 grubuna göre tüm genlerin ekspresyon düzeyleri anlamlı derecede azalmıştır (p˂0,01). Mevcut çalışmada, ilk kez RFRP-3 ve GPR147 sinyalleşmesinin erişkin sıçan hipokampusunda nörogenezi baskılayarak anksiyete benzeri davranışları uyardığı gösterilmiştir. Hipokampal kisspeptin ve hipokampal GnRH sinyalleşmesinin RFRP-3'ün bu inhibitör etkilerinde aracı bir mekanizma olarak rol oynayabileceği düşünülmektedir.
  • Öğe
    Silodosin ve palonosetronun izole sıçan mesane kasılmaları üzerindeki etkileri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Eğe, Hasan; Uysal, Hüseyin
    Amaç: Bu tez çalışmasının amacı, selektif α1-A adrenoseptör antagonisti olan silodosin ve serotonin 3 reseptör antagonisti olan palonosetronun, in vitro sıçan mesane düz kas kontraktilitesi üzerine etkileri ve etki mekanizmalarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi KONÜDAM Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi ile Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Laboratuvarı'nda gerçekleştirildi. Çalışmada 200 – 250 g ağırlığında, 8 – 20 haftalık 14 adet Wistar cinsi erkek sıçan kullanıldı. Servikal dislokasyon yöntemi ile sıçanlar ötenazi edildi. Median hattan abdomen dikkatlice açıldı ve mesaneler çıkarılarak içerisinde Krebs çözeltisi bulunan petri kaplarına alındı. Daha sonra mesane, boyun kısmından apex yönünde longitudinal bir kesi ile açılarak mesaneden vertikal yönde 2X10 mm ebadında üç kas şeridi hazırlandı. Hazırlanan şeritler izole organ banyosundaki cam hazneler içerisindeki düzeneğe 1 gr gerim uygulanarak yerleştirildi ve tüm kasılmalar kayıt edildi. 45 dakikalık bir uyum periyodunu takiben spontan kasılma gösteren mesane şeritleri 10-5 M ACh ile indüklendi. 15 dakika beklendikten sonra silodosin sırasıyla 0,0005 mg/ml, 0,005 mg/ml, 0,05 mg/ml ve 0,5 mg/ml olacak şekilde kümülatif olarak ilave edildi. Palonosetron da sırasıyla 0,0001 mg/ml, 0,001 mg/ml, 0,01 mg/ml ve 0,1 mg/ml olacak şekilde kümülatif olarak ilave edildi. Oluşan tüm etkiler kayıt altına alındı. Bulgular: Genlik parametreleri değerlendirildiğinde silodosinin 0.0005 mg/ml, 0.005 mg/ml ve 0.05 mg/ml dozları ACh ile indüklenen mesane düz kas kontraksiyonları üzerine etkilerinin istatistiksel öneme sahip olmadığı belirlendi (p>0.05, n=8). Silodosinin 0.5 mg/ml dozu istatistiksel olarak anlamlı görülmüştür (p<0.05, n=8). Palonosetronun ise 0.0001 mg/ml, 0.001 mg/ml ve 0.01 mg/ml dozları ACh ile indüklenen mesane düz kas kontraksiyonları üzerine etkilerinin istatistiksel öneme sahip olmadığı belirlendi (p>0.05, n=8). Palonosetronun 0.1 mg/ml dozu kontrol gruba göre istatistiksel olarak anlamlı görülmüştür. (p<0.05) Sonuç: Silodosin ve palonosetron in vitro sıçan mesane düz kas kontraksiyonları üzerinde belirgin inhibitör etki göstermektedir.
  • Öğe
    Trazodonun mesane detrusor düz kas kasılmasına etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Burunsuz, Özge; Özdengül, Faik
    Amaç: Bu tezde; trazodonun, in vitro sıçan mesane düz kas kontraktilitesi üzerine etkileri ve etki mekanizmalarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Deneysel çalışmalar, Necmettin Erbakan Üniversitesi KONÜDAM Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi ile Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Laboratuvarı'nda gerçekleştirildi. Çalışmada Wistar cinsi 8-20 haftalık, 200–250 g arası 16 adet erkek sıçan kullanıldı. Eter sedasyonunu takiben servikal dislokasyon yöntemi ile sıçanlar ötenazi edildi. Abdomen medyan hattan açılarak mesane çıkarıldı ve Krebs solüsyonu içine alındı. Mesane boyun kısmından apex yönünde longitudinal bir kesi ile açılarak mesaneden vertikal yönde 2X10 mm ebadında iki kas şeridi hazırlandı. Şeritler izole organ banyosundaki cam hazneler içerisindeki düzeneğe 1 g gerim uygulanarak yerleştirildi. Tüm kasılmalar kayıt altına alındı. 45 dakikalık bir uyum periyodunu takiben spontan kasılma gösteren bütün mesane şeritlerine 10-5 M asetilkolin (ACh) uygulanarak kasılmalar indüklendi. 20 dakika bekledikten sonra, trazodon dozları (10-9 M- 10-3 M) kümülatif olarak verildi. Oluşan etkiler kayıt altına alındı. Bulgular: Genlik parametreleri değerlendirildiğinde; spontan ve ACh ile indüklenmiş mesane düz kas kasılmasına trazodonun 10-9 M, 10-8 M, 10-7 M, 10-6 M, 10-5 M dozlarının uygulanmasıyla önemli bir etki oluşmazken (p>0.05); 10-4 M ve 10-3 M dozlarında istatistiksel olarak anlamlı bir inhibisyon gözlenmiştir (p<0.05). Sonuç: Trazodonun in vitro mesane düz kas kontraksiyonları üzerinde özellikle 10-4 M ve 10-3 M konsantrasyonlarında anlamlı bir inhibitör etkiye sahip olduğunu göstermiştir
  • Öğe
    İzole sıçan uterus kasılmaları üzerinde civanperçemi ekstresinin etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Eker, Ali; Özdengül, Faik
    Amaç: Son yıllarda tıp fakültelerinin tamamlayıcı tıp polikliniklerine başvuru sayısındaki artış dikkat çekicidir. Fitoterapi de bu kapsamda yoğun ilgi görmektedir. Civanperçemi fitoterapi ile ilgili bu manada dikkat çeken bitkiler arasında olup, uterus kasılmalarına etkisi yeterince açık değildir. Bu çalışmada; gebe olmayan sıçanlardan elde edilen, izole uterus kontraksiyonları üzerine civanperçemi (Achillea millefolium) ekstraktlarının (CPE) etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmada, 32 adet Wistar Albino cinsi, 200–250 g ağırlığındaki erişkin dişi sıçanlar 4 eşit gruba ayrıldı (n=8). Grup I: Kontrol, Grup II: CPE, Grup III: Oksitosin, Grup IV: Oksitosin + CPE grubu. Sıçanlar dekapite edildikten sonra uteruslarından, tüm uterus katmanlarını içeren 1.2x2x1 cm longitudunal şeritler hazırlandı. Şeritler uygun şekilde bağlanarak organ banyosuna asıldı. Tüm kasılmalar kayıt altına alındı. Grup 1'e herhangi bir uygulama yapılmadı. Kasılmalar stabil hale gelince Grup II'ye 10'ar dk aralarla sırasıyla 0.125, 0.25, 0.5, 1 ve 2 mg/ml olmak üzere kümülatif olarak CPE uygulandı. Grup III'e 0.0004 IU/mL oksitosin uygulanarak kontraksiyonlar indüklendi. Grup IV'e oksitosinle indüklenen kontraksiyonlar stabil hale geldikten 10 dk sonra, 10'ar dakika aralarla sırasıyla 0.125, 0.25, 0.5, 1 ve 2 mg/ml olmak üzere kümülatif CPE uygulaması yapıldı. Bulgular: Frekans parametreleri değerlendirildiğinde; Grup II'de 2 mg/ml CPE uygulandığında spontan uterus düz kas kasılmasında inhibisyon gözlenmişken (p<0.05), Grup IV'de hiçbir dozda inhibisyon gözlenmemiştir (p>0.05). Genlik parametreleri değerlendirildiğinde ise; Grup II 2'de CPE'nin bütün dozlarında spontan uterus düz kas kasılmasını inhibe ederken (p<0.05), Grup IV'de sadece 2 mg/ml CPE uygulandığında anlamlı bir inhibisyon gözlenmiştir (p<0.05). Sonuç: CPE'nin hem spontan hem de oksitosin ile indüklenmiş uterus düz kas kontraksiyonlarını doz bağımlı olarak azalttığı bulunmuştur. Bu durum CPE'nin düşük tehdidi gibi durumlarda kullanılabilmesi bakımından umut vericidir.
  • Öğe
    Apelin'in sosyal izolasyon uygulanan genç sıçanlarda davranış üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Çalışkan Sak, Kaniye Zeynep; Kutlu, Selim
    Son yıllarda, hızla değişen teknoloji ve çalışma ortamı, insanları bireyselleştirmeye ve izole etmeye başlamıştır. Bu durumun beraberinde getirdiği çeşitli duygu durum bozuklukları araştırıcıların dikkatini çekmektedir. Sosyal izolasyon ve anksiyete arasındaki ilişki bilinmesine rağmen bu ilişkinin nedenleri ve mekanizmaları bilinmemektedir. Bu tez çalışmasında sosyal izolasyon modeli ile oluşturulan anksiyete üzerine apelin uygulamasının olası etkisini incelemek amaçlanmıştır. 4 haftalıkken anne yanından ayrılan 22 adet yavru rat sosyal izolasyona maruz bırakılarak anksiyeteye girmesi sağlanmış ve sonrasında apelin uygulaması yapılmıştır. Ratlar, kontrol+serum fizyolojik grubu, kontrol+apelin grubu, sosyal izolasyon grubu (8 hafta boyunca tekli barındırılan grup) ve sosyal izolasyon+apelin grubu olmak üzere 4 gruba ayrıldı. Deneyin sonunda ratlara dekapitasyon uygulanarak beyin dokuları incelenmek üzere -80 °C' de saklanmıştır. Sosyal izolasyon grubunun kontrol grubuna kıyasla sosyal izolasyon sonrasında anksiyeteye girip girmediğini araştırmak amacıyla ve apelin uygulaması sonrasında apelinin her iki grup üzerinde anksiyolitik/anksiyojenik etkisinin bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla davranış testleri uygulanmıştır. Bu değerlendirmeleri yapmak için sosyal izolasyon sonrasında ve apelin uygulaması sonrasında olmak üzere hayvanlara açık alan testi, yükseltilmiş artı labirent testi ve aydınlık karanlık kutu testi uygulanmıştır. Anksiyete oluşumunda hipokampus ve amigdalada meydana gelen değişimleri incelemek amacıyla apelin, APJ, nöritin, MASH1, nestin, BDNF ve DCX'in gen ekspresyon düzeyleri araştırılmıştır. Sıçanlara uygulanan sosyal izolasyon stresinin davranış testi parametreleri neticesinde anksiyete benzeri davranışlara yol açtığı saptanmıştır. Apelin uygulamasının açık alan testinde mobilite süresini ve katedilen mesafeyi arttırdığı tespit edilmiştir. Yükseltilmiş artı labirent testinde açık kola giriş sayısı ve karanlıktan aydınlığa geçiş sayısı apelin uygulama sonrasında artış gösterdiği bulunmuştur. Aydınlık karanlık kutu testinde ise apelin grubu açık kolda daha çok zaman geçirmiş, karanlık kutuya daha az geçiş yaptıkları belirlenmiştir. Nörogenez biyobelirteçlerinin bir kısmında sosyal izolasyon uygulama sonrası azalma, apelin uygulama sonrasında ise artış olduğu gözlemlenmiştir. Sonuç olarak, apelin maddesinin subkutan yolla uygulanmasının, anksiyete oluşturulmuş sıçanlarda anksiyeteyi belirgin ölçüde azalttığı belirlenmiştir. Ancak, apelinin kaygı bozukluğu üzerine olan etkisinin tam olarak anlaşılabilmesi için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Sertralin uygulanmasının kalbin kasılma gücü üzerine etkisinin araştırılması: In vitro model
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Fidan, Esra; Solak Görmüş, Z. Işık
    Bu çalışmanın amacı, postoperatif erken dönem kalp hastalarında sık karşılaşılan depresyonun önlenmesi / tedavisinde ve kalbin kontraksiyon gücünün düzenlenmesinde, sertralinle kombine edilen ve antioksidan bir iyon olan Mg+²'nin sinerjik etkilerinin tespit edilmesidir. Çalışma Necmettin Erbakan Üniversitesi KONÜDAM Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi'nden temin edilen deney hayvanları kullanılarak, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Laboratuarı'nda yapılmıştır. Araştırmamızda erişkin (10 aylık, 200-350 gram ağırlığında) erkek Wistar Albino cinsi ratlar kullanılmıştır. Toplam 40 adet rat olmak üzere rastgele 6 gruba ayrılmıştır ve dağılımları rastgele belirlenmiştir. İlk 4 grupta hafif eter anestezisi altında hayvanların kalplerinden alınan kanın plazması ayrılarak -20 0 C saklanmıştır. Aynı zamanda lanset yardımıyla pıhtılaşma zamanlarına bakılmıştır. Atriyumdan kesilen 3-4 milimetre uzunluğundaki şeritler transvers düzlemde içinde krebs solüsyonu olan izole organ banyosundaki kancalara yerleştirilmiş ve gerim 2 g olarak ayarlanmıştır. İzometrik kontraksiyonlar 0,001 M adrenalin ile indüklenip, 1. grup sadece gözlemlenmiş. 2. gruba kümülatif sertralin (10-9 ve 10⁻4 M), 3. gruba kümülatif Magnezyum Sülfat (MgSO4 ) (0.1, 1, 2, 4, 8,10 mmol/L), 4. gruba kümülatif sertralin ve kümülatif MgSO4 10'ar dakika arayla ilave edilerek kasılmalarında meydana gelen değişiklikler kaydedilmiştir. 5. gruba dekapitasyon öncesi 29 gün 10 mg/kg/gün sertralin enjeksiyonu, 6. gruba da 14 gün boyunca 20 mg/kg/gün MgSO4 enjeksiyonu yapılmış, bu sürede ağırlıklarda meydana gelen değişimler kaydedilmiştir. 5. ve 6. grup dekapitasyon sonrası kontrol grubu ile aynı işlemlere tabi tutulmuştur. Ağırlık, pıhtılaşma süresi, biyokimyasal bulgularda ve gerimlerde meydana gelen değişimler istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Kontrol grubu ile kümülatif MgSO4 arasındaki gerimler arası ilişki 4 mmol/L MgSO4 verildiği anda anlamlı olmaya başlamıştır (p<0.05). Kontrol grubu ile kümülatif sertralin grubu arasında gerimler arası ilişkide anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir. Kümülatif sertralin ve kümülatif MgSO4 grupları arasındaki gerim ilişkisi sertralinin 10-5 M ve MgSO4'ün 8 mmol/L verildiği anda anlamlı olmaya başlamıştır. Kümülatif sertralin ve kümülatif MgSO4 'ın art arda verildiği izole organ banyosunda gerimde hızlı bir inhibasyon gözlenmiştir. Sertralinin yirmidokuz gün ve magnezyumun ondört gün enjeksiyonu sonrası spontan kasılmalar üzerine etkileri birbirine yakın değerlerde istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Enjeksiyon yapılan ratların ağırlıkları arasında başlangıç durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir. Kan pıhtılaşma süreleri gruplar birbiriyle kıyaslandığında MgSO4 verilen grupta pıhtılaşma sürelerinin saniyelerle sınırlı olduğu ve istatistiksel olarak anlamlı bir azalış gösterdiği bulunmuştur. Kontrol grubuna kıyasla kan yağlarında olumlu bir düşüş olduğu sadece trigliseritlerin sertralin uygulanan grupta biraz yükseldiği belirlenmiştir. Plazma enzimlerinin bazılarında yükselme gözlenirken, Nt-BNP ve inflamatuar yanıtta büyük bir değişim gözlenmemiştir. Postoperatif depresyon tedavisinde antidepresanlar eşliğinde MgSO4 kullanımı pıhtılaşma süresini kısalttığı için ölümcül riskler doğurabilir. Bu nedenle antidepresanlarla MgSO4' ün birlikte kullanımına dikkat edilmelidir. Magnezyum koroner bypass ameliyatı sonrası arteriol greftlerde vazospazmı inhibe etmek için sertraline yardımcı olabilir. Ancak pıhtılaşma süresini kısaltması emboli riskini artırabilir. Ameliyat öncesinde postopetarif depresyon riskini azaltmak için preoperatif dönemde antidepresanlar yerine doğal bir destek olarak düşünülebilmesi için daha fazla çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır.
  • Öğe
    Agomelatin, fluoksetin ve sertralinin sıçan mesane kasılmasına etkilerinin gözlemlenmesi: In vitro model
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Vidin, Tuba; Solak Görmüş, Z. Işık
    Bu çalışmanın amacı, in vitro mesane kasılma yanıtları üzerinde agomelatin, fluoksetin ve sertralinin olası etkilerinin belirlenerek, bu etkilerin birbirleri ile karşılaştırılması ve bu antidepresanların aşırı aktif mesane sendromuna katkılarının araştırılmasıdır. Deneysel çalışmalar Necmettin Erbakan Üniversitesi KONÜDAM Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi ile Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Laboratuvarında gerçekleştirildi. Araştırmamızda erişkin (300 - 350 g ağırlığında) erkek Wistar Albino cinsi sıçanlar kullanıldı. Hayvanlara hafif eter anestezisi altında servikal dislokasyon uygulandı. Mesane hızlı bir şekilde ayrıldı ve Krebs solüsyonu içerisine alındı. Doku ve kan artıklarının temizlenmesinden sonra, mesaneden kesilen 3 - 4 milimetre uzunluğundaki şeritler sıcaklığı 37˚C olan ve sürekli gazlandırılan (%95 O2 ve %5 CO2), içinde krebs solüsyonu olan izole organ banyosuna yerleştirildi ve gerim 1 g olarak ayarlandı. Dokular asıldıktan sonra 15 dakikalık periyodlarla 1 saat yıkandı. İzometrik kontraksiyonlar 10-5 M ACh ile indüklenip, agomelatin (10-9 M ve 10-4 M), fluoksetin(10-8 M ve 10-3 M), sertralin (10-8 M ve 10-3 M) 10'ar dk arayla, organ banyosuna ilave edildi. Kontraksiyonlar frekans ve genlik parametreleri olarak izole organ banyosu sisteminde kayıt altına alındı. Agomelatin, fluoksetin ve sertralinin farklı dozlarının ACh 10-5 M ile indüklenen in vitro rat mesane düz kas kontraktilitesini inhibe ettiği belirlendi. Agomelatinde 10-8 M ve 10-7 M'dan itibaren belirgin bir inhibisyon gözlendi. Bu inhibisyon 10-4 M ve 10-3 M konsantrasyonun da istatiksel olarak anlamlı değer kazandı (p<0.001). Fluoksetinde de 10-7 M'dan itibaren anlamlı inhibisyonlar görülmekle birlikte istatiksel olarak anlamlı yanıtlar 10-5 M, 10-4 M ve 10-3 M kaydedildi (p<0.001). Sertralindeki yanıtlarda benzer şekilde olup 10-4 M ve 10-3 M dozlarında istatiksel olarak anlamlı sonuçlar elde edildi (p<0.001). Agomelatin, fluoksetin ve sertralinin farklı dozları vitro mesane düz kas üzerinde belirgin bir şekilde inhibitör etkiye sahip olduğu görüldü. Kullanmış olduğumuz ilaçlar SSRI ailesi antidepresanlarından olması nedeni ile nörotransmitter moleküllerin (spesifik olarak serotoninin) presinaptik nöronlar tarafından geri alımını yavaşlatarak etkilerini göstermektedir. Serotonin geri alımı engellendiği için serotonin moleküllerinin sinaptik aralıkta daha uzun süre kaldığı ve postsinaptik nöronu daha fazla aktive etme şansına sahip olduğu düşünülmektedir.
  • Öğe
    Sirkadiyen ritmin beyin felci sonrası gelişen hasar üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Beker, Mustafa Çağlar; Şahin, Zafer
    Sirkadiyen ritim, günlük fizyolojik fonksiyonları ayarlamakla kalmayıp aynı zamanda patofizyolojik süreçleri de etkileyen biyolojik bir saattir. Daha önceki çalışmalara bağlı olarak serebral iskemi ve sirkadiyen ritim arasında kuvvetli bir ilişki olduğu düşünülmektedir. Günümüze kadar sirkadiyen ritim ile ilgili yapılan çalışmaların büyük bir çoğunluğu klinik gözlemlere dayandığından çalışmalar kısıtlı bir alanda kalmıştır. Bununla birlikte, iskemi sonrası patofizyolojik olaylara karşı sirkadiyen ritmin göstereceği hücresel ve moleküler mekanizmalar büyük ölçüde bilinmemektedir. Bu amaçla 8-12 haftalık erkek Balb/ C farelerine 6 saatlik aralıklarla (ZT0, ZT6, ZT12 ve ZT18) dört farklı zaman noktasında 30 dk orta serebral arter tıkanması takiben 72 saatlik reperfüzyon gerçekleştirildi. Nöronal sağkalım ve apopitotik hücre ölümü immuno-histokimyasal metotlarla incelendi. Biyolojik saat proteinleri; Period-1, Period-2, CLOCK ve Bmal1 protein ifadeleri Western Blot ile değerlendirildi. Ek olarak, PI3K sinyal yolağı Pathscan metoduyla değerlendirildi. Sirkadiyen ritim ile ilişkili proteinler sıvı kromatografi-kütle spektrometresi yöntemleri ile analiz edildi. Yapılan bu çalışmada zamana bağlı olarak değişen sirkadiyen ritim proteinleri beyin felci sonrası gelişen beyin hasarını doğrudan etkilediğinin kanıtlarını sunulmaktadır. Gece yarısı (ZT18; 24:00) beyin felci geçiren farelerde sabah (ZT0, 06:00) beyin felci geçirenlere göre sirkadiyen ritim proteinleri Bmal1, Per1 ve CLOCK proteinlerinin seviyeleri arttığı ve bunlarla beraber nöronal sağkalımın arttığı, apopitotik hücre sayısının ise azaldığı gösterildi. Ayrıca yapılan protein çalışmaları ile bu etkileri sağkalım kinazlarından p-AKT ve p-Erk-1/2 üzerinden yaptığı gösterildi. Bu bilgilere ek olarak yapılan geniş ölçekli proteomik analizi sonucu sabah ZT0'a kıyasla; ZT18 grubunda GNAZ, NEGR1, IMPCT ve PDE1B seviyesi artarken, CSKP, HBB1, HBB2 ve HBA düzeyleri anlamlı ölçüde düştüğü gözlemlendi. Elde edilen sonuçlar, gece beyin felci geçirenlerde nöronal hasarın daha az olduğu ve bunu sağkalım kinazları ve sirkadiyen ritim ile alakalı proteinlerin ifadesinin artmasıyla sağladığı gösterildi.
  • Öğe
    Sıçanlarda deneysel böbrek iskemi-reperfüzyon hasarında 3',4'-dihydroxyflavonol'un lipid peroksidasyonuna etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2014) Koç, Aynur; Engene, Neyhan
    Mevcut çalışmanın amacı sentetik bir flavanoid olan ve daha önceki çalışmalarda kalp ve beyin iskemisinde koruyucu etkilere sahip olduğu belirlenen 3',4'-dihydroxyflavonol'un (DiOHF) deneysel böbrek iskemi-reperfüzyonunda lipid peroksidasyonuna etkisini belirlemekti. Mevcut çalışma Necmettin Erbakan Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi'nden temin edilen 200-250 g ağırlığında 56 adet Wistar-albino türü erkek sıçan üzerinde gerçekleştirildi. Deney grupları şu şekilde oluşturuldu: 1. Kontrol; 2. Sham; 3. İskemi; 4. İskemi+reperfüzyon; 5. İskemi+DiOHF; 6. İskemi+DiOHF+reperfüzyon. Deney gruplarında uygulamaların bitiminde anestezi edilen hayvanlardan kardiyak punksiyon ile kan örnekleri ve böbrek dokuları gerekli analizler yapılmak üzere alındı. Doku ve kan örnekleri analiz yapılıncaya kadar -80 °C'de tutuldu. Çalışma gruplarının doku glutatyon (GSH) düzeylerinin Grup 5 ve 6' da en yüksek seviyede olduğu belirlendi (p<0.005). Kontrol ve sham grupları olan 1. ve 2. gruplar ise en düşük doku GSH değerlerine sahipti. (p<0.005). En yüksek doku malondialdehit (MDA) düzeyinin iskemi grubunda (Grup 3) olduğu belirlendi (p<0.005). İskemi-reperfüzyon grubunun (Grup 4) doku MDA değerleri Grup 3'den düşük (p<0.005), diğer grupların tamamından yüksekti (p<0.005). Eritrosit GSH düzeyleri Grup 5 ve 6'da diğer grupların tamamından yüksekti (P<0.005). Grup 1, 2, 3 ve 4' ün eritrosit GSH değerleri arasındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p<0.005). Plazma MDA değerleri incelendiğinde gruplararası en yüksek değerlere I/R uygulanan Grup 4' ün sahip olduğu bulundu. Grup 3' deki (renal iskemi) plazma MDA seviyesi ise Grup 4' den düşük (p<0.005), diğer tüm gruplardan ise daha yüksekti (p<0.005). Çalışmanın sonuçları sıçanlarda böbrek iskemi-reperfüzyon hasarı sırasında artan lipid peroksidasyonun periton içi DiOHF uygulamasıyla önlendiğini göstermektedir.