Fizyoloji Anabilim Dalı Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 8 / 8
  • Öğe
    Kronik böbrek yetmezliği hastalarında serum asprosin düzeyleri ile kardiyovasküler risk faktörleri arasındaki ilişki
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2023) Türkmen, Kültigin; Kutlu, Selim
    Amaç. Evre 3 ve 4 kronik böbrek hastalığı (KBH) olgularında ve sağlıklı bireylerde serum asprosin düzeylerinin belirlenmesi ve bu parametre ile kardiyovasküler risk faktörleri arasında ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem. Çalışmamızda rutin laboratuvar istemi için alınan kan örneklerinden elde edilen serum/plazma örnekleri kullanılmıştır. Çalışmamıza toplam 91 birey dahil edilmiştir. Bu bireylerin 37'si sağlıklı kontrol, 34'ü evre 3 KBH'lı, 20'si ise evre 4 KBH'lı hastadan oluşmaktadır. Sağlıklı ve KBH'lı bireylerden alınan serumlardan biyokimyasal ölçümler gerçekleştirildi. Serum asprosin düzeyleri ELİSA yöntemi ile tespit edildi. Nabız dalga hızı, augmentasyon indeksi, merkezi aortik sistolik (cASBP) ve diyastolik kan basınçları (cADBP) Mobil-O-Graph (I.E.M. GmbH, Stolberg, Almanya) ile ölçüldü. İstatistiksel analiz SSPS 14.0 programı kullanılarak yapıldı. Bulgular. 54 KBH hastasının %37'si tip 2 diyabetik (n=20), %63'ü diyabetik olmayan KBH hastasından (n=34) oluşmaktaydı. En yüksek serum asprosin değeri evre 4 KBH hastalarında, en düşük değer ise sağlıklı kontrol hastalarında saptanmıştır. Lineer regresyon analizinde non diyabetik KBH grubunda proteinürinin bağımsız öngördürücüleri arasında eGFR ve asprosin saptandı. Diyabetik KBH grubunda ise augmentasyon indeksinin öngördürücüleri arasında asprosin ve atım kacmi tespit edildi. Sonuç. Serum asprosin düzeyleri non-diyabetik KBH hastalarında proteinüri gelişiminde diyabetik KBH hastalarında ise arter elastikiyetinin bozulmasında rol oynayabilir.
  • Öğe
    Sıçanlarda deneysel Alzheimer tipi demans modelinde yeni bir nörotrofik molekül olan nöritinin rolü
    (2022) Özkürkçüler, Alpaslan; Kutlu, Selim
    Alzheimer hastalığı (AH), günlük yaşamsal aktivitelerde azalma ve bilişsel yeteneklerde bozulma ile karakterize, nöropsikiyatrik semptomların ve davranış değişikliklerinin eşlik ettiği nörodejeneratif bir hastalıktır. AH demansın en sık görülen tipi olup prevalansı gün geçtikçe artmaktadır. Fizyopatolojisinde oluşan anormal amiloit prekursor proteinler (APP), hücre içinde nörofibril yumakları (NFY) ve senil plaklar (SP) birikmesi, sinir hücrelerinde sinaptik iletimin kaybına ve özellikle hipokampus ve serebral korteksteki nöronların ölümüne yol açmaktadır. Asetil kolin (ACh) hipokampusu serebral kortekse bağlayan nörotransmitterdir. Kolin ve asetil koA’dan ‘asetil transferaz’ enzimi ile ‘asetil kolin’ oluşur. AH’de primer defisit beyindeki kolinerjik sistemin, özellikle öğrenme ve bellek ile ilgili bölgelerde, bozulmasıdır. Plastisite geni 15 (CPG 15) olarak da bilinen nöritin, aktivite ile indüklenen glikozilfosfatidilinozitol bağımlı bir aksonal protein olup çoğunlukla merkezi sinir sisteminde eksprese edilir. İlk olarak ratların dentat girusunda, daha sonra insanda tespit edilmiştir. Nötirinin hafızayı etkileyen nörodejeneratif ve nöropsikolojik hastalıklarda da rol oynayabileceği ileri sürülmüştür. Sinirsel gelişim ve sinaptik plastisitedeki çok yönlü rolleriyle nöritin, MSS’nin nöronal bağlantılarının yeniden oluşmasında katkı sağlar. Deneysel AH modelleri birçok araştırmada AH etiyofizyopatolojisinin anlaşılması ve potansiyel tedavi seçeneklerinin etkinliğinin belirlenmesine yönelik olarak son yıllarda yoğun olarak kullanılmaktadır. Bu bağlamda MSS’de eksprese edilen yeni bir molekül olan nöritin (NRN), nörodejeneratif hastalıklarda araştırılan ümit verici bir peptittir. AH süreçlerinde NRN etkisini konu alan oldukça sınırlı sayıda araştırma bulgusu yer almaktadır. Nöritinin sıçanlardaki olası etkinliğinin davranış modelleri ve nöronal moleküler belirteçler düzeyinde etkisi ise araştırılmamıştır. Bu nedenle mevcut çalışmamızda yeni bir nörotrofik molekül olan NRN’nin AH’deki olası nöroprotektif etkinliğinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmada 40 adet erkek sıçan Kontrol, demans, nöritin, demans + nöritin grupları olarak 4 gruba ayrılmıştır. Tüm hayvanlara anestezi altında stereotaksik cihaz ile ozmotik minipompa yerleştirilmiştir. Demans gruplarına streptozotosin intraserebroventriküler (İSV) yolla enjekte edilmiştir. Nöritin ve çözücüsü İSV yolla 7 gün boyunca infüze edilmiştir. 8. günde sıçanlara davranış testleri uygulanmıştır. Morris’in su labirenti testinde (MST) her bir hayvanın performansı kaydedilerek davranış parametreleri değerlendirilmiştir. Tüm sıçanlardan elde edilen serum ve beyin dokuları toplanmış ve ELISA yöntemiyle hipokampal kolinerjik aktivite analizleri gerçekleştirilmiştir. MST bulgularında NRN uygulanan gruplarda demans gruplarına kıyasla platformu bulma süresi, platforma yüzme mesafesi ve hızı açısından istatistiksel olarak olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Moleküler analiz sonuçları istatistiksel olarak anlamlı olmasa da tedavi grubunda ChAT aktivitesinde artış tespit edilmiştir. Çalışma bulgularımız, NRN’nin AH tedavisi üzerine olan etkilerinin araştırıldığı derinlemesine çalışmaların, AH için yeni bir tedavi seçeneği olarak NRN’nin etkinliği konusunda yeni ufuklar açacağını düşündürmektedir.
  • Öğe
    Deneysel depresyon ve antidepresan tedavinin hipotalamik nörogenez ve oreksijenik peptitler üzerine etkisinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Solak, Hatice; Kutlu, Selim
    Depresyon, dünya populasyonunun yaklaşık %15’ini etkileyen kronik, tekrarlayan ve hayatı tehdit eden bir hastalıktır. İnsanlardaki yaygın etkisine rağmen depresyon fizyopatolojisi hakkında bilinenler sınırlıdır. Depresyon nörogenezde azalma, dendritik atrofinin artması gibi nöropatolojilerden sorumludur. Antidepresan tedaviler erişkin hipokampal nörogenezi ve nörotrofik faktör ekspresyonunu artırmakta, stresin hipokampal atrofi üzerine olan etkisini düzeltebilmektedir. Bu bilgilere dayanarak kronik hafif stres (KHS) modeli oluşturulmuş sıçanlarda sertralinin depresyon üzerine etkisinin araştırılması ve depresyonun hipotalamustaki hücre proliferasyonu ve hipotalamik peptit düzeylerinin nasıl etkilendiğinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Etik Kurul izni alındıktan sonra 56 adet yetişkin erkek Wistar albino sıçan; 1) Kontrol (K), 2) Depresyon (D), 3) Depresyon+ Sertralin (DS) 4) Sertralin (S) gruplarına ayrılmıştır. D ve DS grubuna 15 gün boyunca çeşitli stresörler uygulanmıştır. Hayvanların depresyona girip girmediğini kontrol etmek için 15. gün açık alan testi (AAT) ve zorunlu yüzme testi (ZYT) yapılmıştır. Deneyin 16. günü subkutan olarak ozmotik minipompa yerleştirilmiş ve 15 gün süreyle sertralin (10 mg/kg/gün) uygulanmıştır. Hayvanlarda sertralinin etkinliğini araştırmak amacıyla AAT, yükseltilmiş artı labirent testi (YAT) ve ZYT yapılmıştır. Deneyin sonunda hayvanlar dekapite edilerek hipotalamus dokuları alınmıştır. Tüm sıçanların hipotalamus dokusunda hipotalamik peptit gen ekspresyon seviyeleri kantitatif RT-PZR ile analiz edilmiştir. İstatistiksel değerlendirmelerde ANOVA kullanılarak yapılmıştır. Deneyin başlangıcında ve deney sonundaki hayvan ağırlıkları karşılaştırıldığında D grubunda istatistiksel olarak anlamlı bir azalma gözlemlendi (p<0,01). AAT’de hayvanların katettiği mesafe, hız ve hareket yüzdesi parametrelerinde gruplar arası karşılaştırıldığında S grubunda istatistiksel olarak anlamlı bir artış bulundu (p<0,01), (p<0,05). YAT’de hayvanların açık kolda geçirdiği zaman yüzdesi gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,01). ZYT’de K ve D oluşturulmuş hayvanların yüzme, tırmanma ve immobil kalma süreleri gruplar arasında karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,0001). D grubu diğer gruplara kıyasla en hareketsizken, DS ve S grubunda yüzme davranışında diğer gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı bir artış gözlemlendi. Sıçanların hipotalamus dokusundaki gen ekspresyon analizlerinde GLUT2 ve NPY’de D grubunda diğer gruplara kıyasla istatistiksel olarak anlamlı bir azalma gözlemlendi (p<0,05). FGFR2 ve POMC’de D grubunda diğer gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı bir artış bulundu (p<0,05). BDNF ve FGF2’de gruplar arasında anlamlı fark görülmedi (p>0,05). Sonuç olarak; Sertralin tedavisinin, KHS tarafından indüklenen depresif benzeri davranışları ve anksiyojenik etkileri iyileştirdiği görülmüştür. Serotoninin hipotalamusta hem nöral öncü hücrelerin oluşumunda hem de yeni üretilen nöronların hayatta kalması üzerinde genel olarak olumlu bir düzenleyici etkiye sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Hipotalamustaki yeni oluşmuş nöronların besin alımıyla ilişkili NPY, POMC ve GLUT2 nöronlarını eksprese ettiği gözlenmiştir. Bu durum hipotalamik tanisitlerin enerji metabolizmasının kontrolünde kilit bir rol oynayabileceğini göstermektedir.
  • Öğe
    Aktif spor yapan ve emektar elit bisiklet sporcularında kalp değişiklikleri ve aritmi potansiyelini belirleme için farklı bir marker: T peak-T end
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Işık, Bülent; Solak Görmüş, Zülfikare Işık
    Mevcut çalışmanın amacı; aktif ve veteran (emektar) elit bisiklet sporcularında dayanıklılık sporunu uzun süreli yoğun antrenmanla yapma ve spora ara vermenin; kalp üzerinde yaptığı değişiklikler ile bu değişikliklerin bir farklı trans miyokardiyal repolarizasyon parametresi olan T peak-T end (Tp-e) değeri ve ölümcül kardiyak aritmi potansiyeli üzerine etkilerini belirlemekti. Çalışmamız; kriterlere uygun elit düzeyde 27 aktif (yaş aralığı 18-35), 27 veteran (yaş aralığı 22-45) sporcu ve 28 sağlıklı kontrol grubu (yaş aralığı 18-45) gönüllüyü kapsamaktadır. Çalışma grupları şu şekilde oluşturuldu: 1. Kontrol; 2. Aktif sporcu; 3.Veteran sporcu. Gönüllüler 12 saatlik açlık sonrası kabul edildi ve kardiyolojik muayeneleri yapıldı. Rutin, bazal kardiyolojik değerlendirmeler için tüm gönüllülerden venöz kan örnekleri alındı. Gönüllülerin 12 derivasyon standart EKG cihazı ile elektrokardiyografik kayıtları alındı. Alınan EKG kayıtlarından; Tp-e intervali, Tp-e dispersiyonu, düzeltilmiş Tp-e intervali ve Tp-e/QT oranı, QT intervali, QT dispersiyonu ve düzeltilmiş QT intervali değerleri deneyimli kardiyoloji uzmanı yardımıyla, bilgisayar destekli olarak hesaplandı. Tp-e intervali hesabı Tangent Metodu ile düzeltilmiş Tp-e ve QT intervali hesabı ise Bazett Formulü ile yapıldı. Bir kardiyolog tarafından gönüllülerin EKO cihazı ile kalp fonksiyonları ve sol ventrikül kitleleri belirlendi. Ayrıca gönüllülerin vücut kitle indeksleri belirlenerek ve vücut yüzey alanları hesaplandı. Çalışmamız 12 ay sürdü. Çalışmamızda ölçümlerden elde edilen Tp-e intervali değerini ortalama olarak, kontrol grupta (1) 75,0+/-9,3, aktif sporcu grupta (2) 88,1+/-7,0, veteran sporcu grupta (3) 83,2+/-8,8 ms bulduk. Grup 1-2, grup 1-3 ve grup 2-3 arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark tespit ettik. P değerlerini sırasıyla, (grup 1-2 arası p<0,001, grup 1-3 arası p=0,001, grup 2-3 arası p=0,035) olarak gösterdik. QT intervali değerini ortalama olarak, kontrol grupta (1) 341,2+/-16,5, aktif sporcu grupta (2) 379,1+/-22,3, veteran sporcu grupta (3) 357,1+/-23,1 ms bulduk. Grup 1-2, grup 1-3 ve grup 2-3 arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark tespit ettik. P değerlerini sırasıyla, (grup 1-2 arası p<0,001, grup 1-3 arası p=0,006, grup 2-3 arası p<0,001) olarak gösterdik. Sol Ventrikül Hipertrofisini belirleme için kullanılan Sokolow-Lyon İndeksi (RV5+SV1) kriteri değerini ortalama olarak kontrol grupta (1) 1,49+/-0,44, aktif sporcu grupta (2) 3,22+/-1,04, veteran sporcu grupta (3) 2,37+/-0,72 mV bulduk. Grup 1-2 ve grup 1-3 ve grup 2-3 arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark tespit ettik. P değerlerini sırasıyla, (grup 1-2 arası p<0,001, grup 1-3 arası p<0,001, grup 2-3 arası p=0,004) olarak gösterdik. Sonuç; yüksek yoğunlukta sürekli olarak ağır antrenmanla, yarışmacı düzeyde yapılan bisiklet sporuna bağlı meydana gelen fonksiyonel, yapısal ve moleküler düzeydeki değişiklikler, aktif ve veteran sporcu kalplerinde Tp-e gibi ventriküler repolarizasyon parametresi değerlerinin uzamasına sebep olmaktadır. EKG ile kolaylıkla belirlenebilen bu durum, ölümcül aritmiler için zemin oluşturabilme potansiyeline sahiptir.
  • Öğe
    Nörokinin 3 reseptörünün sıçan deneysel Alzheimer modelinde kognitif davranışlar üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Özen Koca, Raviye; Solak Görmüş, Z. Işık
    Alzheimer hastalığı (AH) yaşlanan nüfusun artmasıyla ciddi sağlık sorunu haline gelen, progresif ve geri dönüşümsüz seyreden demansın bir formu olarak kabul edilir. Genellikle yakın bellekteki hasarla başlayan, günlük yaşam aktivitelerinin kaybına kadar ilerleyen kognitif bozuklukla karakterizedir. AH'de kolinerjik ve katekolaminerjik sistemlerin yaygın olarak etkilendiği bilinmektedir. Nörokinin B (NKB), taşikininler ailesine ait bir hormondur. NKB'nin reseptörü olan nörokinin 3 reseptörü (NK3R) öğrenme ve bellek ile ilgili süreçlerde rol alır. NK3R aktivasyonunun asetilkolin (ACh), dopamin (DA) ve noradrenalin (NA) gibi birçok nörotransmitterin serbestlenmesini kolaylaştırdığı bilinmektedir. Bu bilgilere dayanarak deneysel AH modelinde, NK3R agonizminin kolinerjik ve katekolaminerjik mekanizmalar aracılığıyla davranış ve öğrenme parametreleri, nörotransmitter aktiviteleri üzerine olumlu etkilerde bulunup bu sayede kognitif fonksiyonları geliştirebileceği hipotezi kurgulanmıştır. Bu çalışmada NK3R agonisti senktid uygulamasının deneysel Alzheimer sıçan modelinde kognitif fonksiyonlar ve nörodavranışsal mekanizmalar üzerine etkilerini incelemek amaçlanmıştır. Deney Hayvanları Etik Kurulu izni alındıktan sonra 50 adet yetişkin erkek Wistar albino sıçan; 1) Kontrol grubu, 2) AH grubu, 3) Kontrol + NK3R agonisti grubu, 4) AH + NK3R agonisti (AHS) grubu, 5) AH + NK3R agonisti + antagonisti gruplarına ayrılmıştır. İntraserebroventriküler olarak amiloid beta 1-42 uygulanarak deneysel Alzheimer modeli oluşturulmuştur. NK3R agonisti ve antagonisti enjeksiyonlarını takiben davranış ve öğrenme parametrelerini değerlendirmek için açık alan (OF), Morris su labirenti (MWM) ve yeni obje tanıma testi (NORT) uygulanmıştır. Deneyin sonunda hayvanlar dekapite edilerek hipokampus, korteks ve beyin sapı dokuları toplanmıştır. Hipokampus ve korteks dokularından ELISA yöntemiyle kolinerjik mekanizmaların analizi, beyin sapı dokusundan da HPLC yöntemiyle katekolamin analizi yapılmıştır. OF testinde katedilen mesafe, hız ve hareket yüzdesi parametrelerinde grup-zaman etkisi istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). MWM'nin test aşamasında katedilen mesafe, hedef kadranda bulunma süresi parametrelerinde gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0.05). Kısa ve uzun süreli NORT'de ayrım ve tanıma indeksleri değerlendirildi. NORT'de gruplar arasında anlamlı fark görülmedi. Asetilkolinesteraz (AChE) ve kolin asetiltranferaz (ChAT) miktarı hipokampus ve korteks dokularında ELISA yöntemiyle belirlendi. AChE ve ChAT miktarında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0.05). Sıçanların beyin sapı numunelerinde dihidroksifenil glikol (DHPG), dihidroksifenilasetik asit (DOPAC) ve DA konsantrasyonlarının gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklı olduğu gözlendi (p<0.05). NA konsantrasyonunda gruplar arasında anlamlı fark görülmedi (p>0.05). Fakat NA ve DA, AH grubunda diğer gruplara göre daha azken, AHS grubunda AH grubuna göre artmış olarak bulundu. Sonuç olarak; NK3R agonistlerinin AH patolojisi oluşturulmuş sıçanlarda kognitif fonksiyonları iyileştirmekte etkili olduğu görülmüştür. Öğrenme ve bellek performanslarındaki olumlu etkilerin kolinerjik ve katekolaminerjik mekanizmalar aracılığıyla olabileceği gözlenmiştir. Demansın normal yaşlanma ve AH için karakteristik olduğu göz önüne alındığında NK3R'nin bu tür bilişsel gerilemede olası farmakolojik uygulamalar için daha ileri düzeyde araştırılması gereklidir. Henüz kesin bir tedavisi olmayan AH'ye yönelik insanlarda ve hayvan modellerinde daha çok araştırmanın yapılmasıyla daha etkin tedavi stratejileri geliştirilebilir.
  • Öğe
    Dişi ve erkek sıçanlarda farklı dozlarda kortikosteroid uygulamasının nörodavranışsal parametrelere etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Koç, Aynur; Kutlu, Selim; Solak Görmüş, Işık
    Psikopatolojik bozuklukların majör sebebi olan stres ve aktive ettiği glikokortikoidlerin hangi dozlarda emosyonel davranışlarda ve beyinde ne gibi değişikliklere yol açtığının belirlenmesi hayvan modellerinin geliştirilmesine ve insanlarda duygudurum patofizyolojisinin anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Bu çalışmada farklı dozlarda (10, 20 ve 40 mg/kg) kronik kortikosteron uygulamasının erkek ve dişi sıçanlarda;(i) anksiyete/depresyon benzeri davranışlara ve öğrenme-bellek üzerine olan etkilerini; (ii) farklı beyin bölgelerinde monoamin değişikliklerini; (iii) serum kortikostreron düzeylerine etkisini; ve (iv) tüm bu nörodavranışsal parametrelerin cinsiyete göre farkının olup olmadığını incelemek amaçlanmıştır. Dişi ve erkek sıçanlara 21 gün boyunca 10, 20 ve 40 mg/kg kortikosteron enjekte edilmiştir. Enjeksiyon bittikten sonra depresyon ve anksiyete benzeri davranışları değerlendirmek üzere açık alan testi, sükroz tercih testi, zorunlu yüzme testi ve yükseltilmiş artı testi yapılmıştır. Yeni obje tanıma testi ile öğrenme ve bellek fonksiyonları değerlendirilmiştir. Davranış testleri sonrası hayvanların beyin dokularının hipokampus, striatum ve amigdala kısımları HPLC ile norepinefrin, dopamin ve bunların aktivite oranlarını değerlendirmek üzere alınmıştır. Her iki cinsiyette de 10 mg/kg ve 20 mg/kg KS dozunun anksiyete ve depresyon benzeri davranışlara yol açmadığı ve 40 mg/kg KS'nin sadece dişilerde depresyon benzeri davranışlara neden olduğu bulunmuştur. Depresyon gelişiminin hipokampusta ve amigdalada NE konsantrasyonlarının azalması ile birlikte görüldüğü saptanmıştır. Erkek sıçanlarda 40 mg/kg dozunda KS ile dişilerdeki durumun aksine hipokampusta NE ve DA seviyelerinde artış meydana gelmiştir. Sonuç olarak, KS'ye yanıtlar cinsiyete göre hem davranışsal hem de monoaminler yönünden farklılık göstermektedir. Dişiler yüksek doz KS'ye erkeklere göre daha hassas görünmektedir. Kronik olarak 40 mg/kg KS uygulaması dişilerde güvenilir bir depresyon modeli olabilirken aynı doz erkeklerde belirgin bir etki göstermemektedir.
  • Öğe
    Hipoksik iskemi sonrası normobarik oksijen tedavisinin yenidoğan sıçanlarda beyin hasarı ve plastisitesi üzerine etkileri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Keleştemur, Taha; Kutlu, Selim
    Yenidoğan hipoksi iskemisi günümüzde klinik alanda halen en çok karşılaşılan durumlardan bir tanesidir. Bebeğin anne karnında oksijensiz kalması erken doğum olayı, doğum esnasında veya anne karnındayken kordon dolanması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu tür olaylar meydana geldiğinde bebeğin beynine yeteri kadar oksijen gidemez ve uzun dönemde epilepsi, mental bozukluklar gibi tedavisi zor sonuçların doğmasına sebep olabilir. Hipoksik iskeminin patofizyolojik süreçleri oksijensiz kalan dokuda hücre ölümlerine yol açmaktadır. Bu patofizyolojik süreçlerin engellenmesi kronik dönemde meydana gelebilecek telafisi mümkün olmayan sonuçların da önüne geçilmesine imkân tanıyacaktır. Normobarik oksijen tedavisi literatürde halen tartışılmakta olan bir konudur. İskemi sonrası dokuda oksijenlenmeyi arttırmakta, bununla beraber reaktif oksijen türlerinin de ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda yedi günlük sıçanlar anestezi altında sağ karotid arter bağlanmasını takiben, 2 saat süre ile %8 oksijene maruz bırakıldı. Hemen ardından sıçanlara farklı konsantrasyonlarda (%21- 70-100) oksijen tedavisi uygulandı. Yüksek oksijen konsantrasyonunun daha fazla serbest radikal üreteceği ve oksijen ile bir kümülatif etkisinin olup olmadığını anlayabilmek için ve iyi bir antioksidan olan melatonin %100 Oksijen grubu ile kombine edilerek ayrıca uygulandı. Daha sonra dekapite edilen hayvanların beyinleri hızla çıkartılıp 18 m kalınlığında kesitler alındı ve genel hasar dağılımı, yaşayan hücre sayısı, apopitotik hücre sayısı tayin edildi. Bunun yanında altta yatan patofizyolojinin daha iyi anlaşılabilmesi için hasarlı bölgeden alınan dokularda farklı protein konsantrasyonları ölçüldü. Ayrıca kronik dönemde hipoksi iskemi sonrası uygulanan tedavinin fonksiyonel geri kazanımlar üzerine etkisinin araştırılması için aydınlık-karanlık, rotarod, açık alan ve barnes labirenti testi uygulandı. Yapılan analizlere göre genel olarak artan oksijen konsantrasyonuna paralel olarak hücresel sağ kalımın arttığı, apopitotik hücre sayısının azaldığı, hücre ölüm mekanizmalarında görev alan proteinlerin inhibe olduğu görüldü. Ayrıca yapılan davranış testlerinin analizlerinde de yüksek oksijen konsantrasyonun özellikle melatonin ile kombine edilerek subakut dönemde anksiyeteyi azalttığı, motor koordinasyonu düzelttiği, hafıza ve öğrenme üzerine pozitif etkilerinin olduğu saptandı. Sonuç olarak hipoksi iskemi sonrası uygulanan normobarik %100 Oksijen-Melatonin kombinasyonunun insanlarda bir konsept çalışması olması planlanmaktadır.
  • Öğe
    İn vitro sıçan mesane kasılmaları üzerine melatonin reseptörlerinin rolü
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Takı, Fatma Nur; Kutlu, Selim
    Amaç: Bu tez çalışmasının amacı, in vitro mesane kasılmaları üzerine melatonin reseptörlerinin olası etkilerinin ve bu etkilerin meydana gelmesinde reseptör agonist ve antagonistinin rollerinin araştırılmasıdır. Yöntem: Deneysel çalışmalar, Necmettin Erbakan Üniversitesi KONÜDAM Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi ile Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Laboratuvarı'nda gerçekleştirildi. Çalışmada Wistar cinsi 5-6 aylık, 200–250 g arası 24 adet dişi sıçan kullanıldı. Eter sedasyonunu takiben servikal dislokasyon yöntemi ile sıçanlar ötenazi edildi. Abdomen medyan hattan açılarak mesane çıkarıldı ve Krebs solüsyonu içine alındı. Mesane boyun kısmından apex yönünde longitudinal bir kesi ile açılarak mesaneden vertikal yönde 2X10 mm ebadında iki kas şeridi hazırlandı. Şeritler izole organ banyosundaki cam hazneler içerisindeki düzeneğe 1 g gerim uygulanarak yerleştirildi. Kas şeritlerine melatonin, melatonin reseptör agonist ve antagonisti ve bunların çözücüleri kümülatif olarak uygulandı. 45 dakikalık bir uyum periyodunu takiben spontan kasılma gösteren bütün mesane şeritlerine 10-5 M asetilkolin (ACh) uygulanarak kasılmalar indüklendi. Kümülatif olarak agomelatin (10-8 M-10-3 M), melatonin (0.01 mM, 0.1 mM, 1 mM, 2.5 mM) ve melatonin 2 reseptör antagonisti 4PPDOT (0.01 mM, 0.1 mM) uygulamaları yapıldı ve genlik üzerinde oluşan etkiler kayıt altına alındı. Bulgular: Agomelatin 10-8 M-10-5 M doz aralığında uygulanmasıyla önemli bir etki oluşmazken, 10-4 M ve 10-3 M dozlarında istatistiksel olarak anlamlı bir inhibisyon gözlendi (p<0.01 ve p<0.001, sırasıyla, n=7). Melatonin benzer şekilde, 0.01 mM ve 0.1 mM dozlarının ACh ile indüklenen mesane düz kas kontraksiyonları üzerine etkili olmadığı fakat 1 mM ve 2.5 mM dozlarda kontraksiyonları kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde azalttığı belirlendi (p<0.001). 0,01 mM ve 0.1 mM 4P-PDOT ise 2 mM melatonin uygulanmasıyla oluşan inhibisyonu geri döndürmedi. Sonuç: Agomelatin ve melatonin in vitro sıçan mesane düz kas kontraksiyonları üzerinde belirgin inhibitör etki göstermektedir. Bu etkiler doz bağımlı olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak 4P- PDOT in vitro sıçan mesane düz kas kontraksiyonlarını etkilememektedir. Bu da mesane kasılmaları üzerindeki melatoninin oluşturduğu inhibisyonun muhtemelen melatonin 2 reseptörü aracılı olarak ortaya çıkmadığını göstermektedir.