Anatomi Anabilim Dalı Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 9 / 9
  • Öğe
    Fissura orbitalis superior ile orbital yapıların anatomik ilişkilerinin bilgisayarlı tomografi görüntülerinde morfometrik olarak değerlendirilmesi ve klinik önemi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2023) Erbek, Esin; Çiçekcibaşı, Aynur Emine
    Amaç: Orbita endoskopik yaklaşımlarında cerrahi planlamaya yardımcı, önemli anatomik yapılardan olan fissura orbitalis superior (FOS) ve canalis opticus'un (CO) morfometrik ölçümlerinin çok kesitli bilgisayarlı tomografi (ÇKBT) ile incelenmesi, yaş ve cinsiyete göre değerlendirilmesi planlandı. Elde edilen bulgular, literatür bulguları ile karşılaştırılarak anatomik ve klinik değerlendirmelere katkıda bulunulması amaçlandı. Yöntem: Çalışma, 18-90 yaş arasında toplam 219 ÇKBT (114 kadın, 105 erkek) görüntüleri retrospektif olarak incelendi. FOS ve CO'ya ait morfometrik ölçümler BT görüntüleri üzerinde aksiyal düzlemde ve 3D-Slicer yazılımı ile gerçekleştirildi. Bulgular: FOS'un uzunluğu ve FOS'un üç boyutlu genişlik parametreleri kadınlarda erkeklerden anlamlı düzeyde daha yüksek bulundu(p<0,05). FOS'un uzunluğu, FOS tiplendirmelerine göre tip II'de en yüksek, tip VIII'de en düşük değerde anlamlı düzeyde bulundu(p<0,05). FOS'un genişliği, FOS tiplendirmelerine göre en yüksek tip I'de, en düşük tip VI'da anlamlı düzeyde bulundu(p<0,05). Sinus maxillaris'in anterior girişin foramen infraorbitalis ile FOS'un lateral uç noktasına olan mesafeleri ve FOS'un lateral ve medial uç noktaları arası açı değerleri kadınlarda erkeklerden anlamlı düzeyde daha yüksek bulundu(p<0,05). CO'nun lateral duvar uzunluğu ise erkeklerde kadınlardan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek bulundu. Ölçülen parametrelerin tümünde taraflar arasında ve yaş grupları arasında anlamlı düzeyde bir fark bulunmadı(p>0,05). Sonuç: FOS'un şekil ve boyut olarak bir çok varyasyon gösteren ve dar bir FOS'un bu bölgede travma veya ameliyat sonrası buradan geçen sinir ve damarların sıkışmasına neden olabileceğinden, bu bölgeye yapılacak olan girişimler için FOS'un mikroanatomi bilgisinin tam bilinmesi gereklidir. Bu açıdan çalışma sonuçlarının endoskopik prosedürlerde klinisyenlere daha güvenli operasyon gerçekleştirmelerine katkıda bulunabileceği kanaatindeyiz.
  • Öğe
    Diz osteoartriti ile ayak bileği ve ayak yapıları arasındaki ilişkinin radyografi/MR görüntüleme ile incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2023) Yağmurkaya, Ümmühan; Uysal, İsmihan İlknur
    Kıkırdak dejenerasyonu ile karakterize osteoartritten diz eklemi sıklıkla etkilenmektedir. Diz osteoartrit hastalarındaki dejeneratif değişiklikler, kapalı kinetik zincir aktivitesi içinde birlikte görev yaptığı ayağın mekanik uyum ve fonksiyonunu etkileyebileceği gibi ayak deformiteleri de diz osteoartritinde etki sahibidir. Bu çalışmada diz osteoartritli bireylerin ayak-ayak bileği yapıları klinik, radyografik ve MRG ile değerlendirilerek diz osteoartriti ile ayak kompleksi arasındaki bağlantının tespit edilmesi amaçlandı. Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon kliniğine diz ağrısı şikayetiyle başvuran, 40-69 yaş aralığında, 101 birey dahil edildi. Bireylerden demografik bilgiler elde edildi. Klinik muayene sırasında demografik bilgiler elde edildi ve ayak postür indeksi ile ayak pozisyonu belirlendi. Radyolojik muayene ile diz osteoartriti Kellgren Lawrence skalasına göre derecelendirildi ve ayak radyografilerinden ayak açı ölçümleri alındı. Ayak MRG ile ayakta karşılaşılan patolojiler raporlandı ve MRG görüntülerinden ayak bileği eklemini kateden tendonların kesit alanları ölçüldü. Yaş grubu, eğitim ve meslek parametrelerinde cinsiyetler arasındaki fark anlamlı bulundu (p<0,05). Düşük eğitim seviyesi, diz fleksiyonunu gerektiren meslekler, yüksek vücut kitle indeksi ve kadın olmak diz osteoartriti için risk teşkil ettiği tespit edildi. Ayak postür indeksi ile değerlendirilen diz osteoartritli hastaların sıklıkla nötral ayak postürüne sahip olduğu saptandı. On iki farklı açı ile değerlendirilen radyografilerde sadece talokalkaneal açı verilerine göre hastaların çoğunun ayak pronasyonuna işaret eden valgus deformitesi görüldü. Diğer açılara göre ise klinik değerlendirmeye benzer şekilde ayakların çoğunun nötral pozisyonda olduğu belirlendi. Tibialis anterior ve tibialis posterior kesit alanlarının proksimalden distale doğru azaldığı, flexor hallucis longus, fibularis longus, fibularis brevis ve tendo calcaneus kesit alanlarının ise genel olarak arttığı gözlendi. Tendo calcaneus kesit alanı kadınlarda, tüm yaş gruplarında, hafif simetrik ve ağır asimetrik diz osteoartritli hastalarda, nötral ayaklarda sağ tarafta daha kalındı. Diğer tendon kesitleri ile ilgili farklılıklar saptansa da bu farklılıklar tutarlı ve anlamlı değildi. Diz osteoartritli hastalarda plantar topuk kalınlığı, 1,78 cm olarak tespit edildi. Tedavi edilmediğinde osteoartrit insidansını artıran bazı dejenerasyonların (subkondral ödem, meduller ödem, kemik iliği ödemi, osteokondral lezyon, kistik dejeneratif değişiklik) MRG'de raporlandığı gözlendi. Aynı zamanda osteoartritli bireylerde sinus tarsi sendromu (%13,09), epin kalkanei (%26,19), tarsal koalisyon (%26,78), tenosinovit (%33,33) ve ligament dejenerasyonları (%28,57) tespit edildi. Tenosinovitin çoğunlukla tibialis posterior, flexor hallucis longus, fibularis brevis ve fibularis longus'un tendonlarını tuttuğu gözlendi. Ligament dejenerasyonunda çoğunlukla ligamentum talofibulare anterior ve ligamentum deltoideum'da kalınlaşma ve/veya zedelenme tespit edildi. Diz osteoartritli hastaların ayakları nötral pozisyonda olmasına rağmen, diz-ayak ilişkisinden kaynaklı olarak, patolojiye daha yatkındır. Diz osteoartritli bireylerde oluşan ya da oluşabilecek ayak deformitelerine dikkat çekilmesinin, dizdeki osteoartrit seyrini yavaşlatacağı, ayakta ve dizde sekonder bir problemin oluşmasına engel olacağı kanaatindeyiz. Diz osteoartritli hastaların tedavi protokollerine karar vermeden önce ayak kompleksinin de değerlendirilmesi ile tedavi başarısı da artacaktır.
  • Öğe
    Pediatrik yaş grubu hastaların panoramik radiografik görüntülerinde foramen mandibulae morfometrisi ile maloklüzyon sınıflandırması arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Keskin, Arif; Çiçekcibaşı, Aynur Emine
    Foramen mandibulae (FM)'den geçen önemli damar ve sinir oluşumlar nedeni ile mandibula cerrahi işlemleri ve anestezi uygulamalarında FM'nin lokalizasyonunun bilinmesi önemlidir. Yetişkin hastalarda yapılan çalışmalarda FM'nin konumunun yaşa ve cinsiyete göre fark gösterdiği görülmüştür. Gelişme çağındaki çocuklarda ise mandibula'da meydana gelen büyüme ve gelişmenin yanında, diş çıkarma süreçlerinin farklı olması nedeniyle FM'nin lokalizasyonunda değişiklikler olmaktadır. Çalışmamızın amacı; Maloklüzyonlu pediatrik hastalarda FM'nin konumunu panoramik radyografik görüntü (PRG)'de tespit edilerek, elde edilen verilerin yaşa, cinsiyete ve maloklüzyon tiplerine göre karşılaştırılmasıdır. Bu çalışmada 2015-2018 yılları arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi AD arşivinde kayıtlı bulunan 9 - 18 yaş arası 330 hastaya ait PRG retrospektif olarak incelendi. Maloklüzyon sınıflandırması yapılan hastalar 9-13 yaş ve 14-18 yaş aralığına ayrıldı. Canalis mandibulae'nin girişi (FM-1) ve lingula mandibulae'nin posterior'undaki fossanın anteriosuperior'u (FM-2) olarak iki FM yeri belirlendi ve ölçümleri her iki taraf için ayrı ayrı yapıldı. Elde edilen ölçüm değerleri yaşa, cinsiyete, lateralizasyona ve maloklüzyon tiplerine göre karşılaştırıldı. FM'ye ait ölçümlerin maloklüzyon tiplerine, lateralizasyona ve cinsiyete göre fark gösterdiği görüldü. Her iki cinsiyette, yaş gruplarında ve tüm maloklüzyon tiplerinde FM-1'in oklüzal düzlemin altında, FM-2'nin oklüzal düzlemin üstünde olduğunu, yaş artışı ile FM-1'in ramus mandibulae'nin margo posterior'undan margo anterior'a, FM-2'nin margo posterior'dan orta noktaya yaklaştığı görüldü. FM-1'in ramus mandibulae'nin margo posterior'una mesafesi ve FM-1 ile gonion noktası arasındaki açı ölçümleri arasında güçlü negatif ilişki bulundu ve yaş artışı ile açının azaldığı görüldü. FM-2 ile gonion noktası arasındaki açı dışında tüm parametrelerin yaş ile korelasyon gösterdiği ve yaş artışı ile FM konumunun yukarı yönde yer değiştirdiği tespit edildi. FM'nin klinik önemi göz önünde bulundurulduğunda, elde edilen sonuçların literatüre katkı sağlayacağı, bununla birlikte Türk popülasyonuna ait olan bu çalışmadan elde edilen sonuçların ülkemiz hekimleri tarafından maloklüzyonlu pediatrik hastalara yaklaşımda referans olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Alzheimerlı hastaların MR görüntülerinde corpus callosum'un morfometrik olarak incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Akın Saygın, Duygu; Yılmaz, Mehmet Tuğrul
    Alzheimer hastalığı yaşlılıkla beraber ortaya çıkan ve ilerleyen dönemlerde beyinde ciddi hasarlar meydana getiren nörolojik bir rahatsızlıktır. Günümüzde hastalığın erken safhada teşhisi, hangi evrede olduğu, tedavisine karar verilmesi gibi soruların cevapları beyin yapısını oluşturan bölümlerinde doku kayıplarının hesaplanması noktasında yoğunlaşmaktadır. Corpus callosum (CC) kalın miyellinli liflerden oluşan sağ ve sol beyin hemisferlerindeki ilgili merkezleri birbirine bağlayan aynı zamanda hemisferler arasında bilgi alışverişini sağlayan en büyük ve en önemli yoldur. Kortikal bölgedeki nöronların veya serebral beyaz cevherin hasarında CC morfolojisi de etkilenir. Corpus callosum'un gelişimini tamamlanmasından sonra ortaya çıkacak defektler hemisferler arasındaki nöronsal aktarımı zayıflatacak ve hastaların bilişsel kapasitelerini etkileyecektir. Bu sebeple çalışmamızda, AH'de CC ile ilgili morfometrik ölçümlerin sağlıklı bireylere göre değişiminin saptanması ve AH'nin evrelerine göre ortaya çıkan değişimin regresyon formulünün ortaya konması amaçlanmaktadır. Çalışma kapsamında, 2010-2016 yılları arasında nöroloji polikliniğine başvuran 100 hastanın beyin MRG görüntüleri değerlendirilmiştir. Klinik değerlendirme sonucunda AH tanısı konan ve tedavisi devam eden, yaşları 50 ile 80 arasında değişen 40 erkek ve 40 kadın hasta ve kontrol grubu olarak da 10 erkek, 10 kadın sağlıklı birey çalışmaya dahil edilmiştir. Elde edilen beyin MR görüntülerinde yaş, cinsiyet ve AH evresi ve ilk ve son MRG görüntüleri arasındaki fark CC ölçümleri, CC çevre ölçümleri, CC alan ölçümleri, CC açı ölçümleri ve beyin yapısına ait parametreler değerlendirilmiştir. Ayrıca çalışmamızda AH evresi ile CC ölçümleri arasında corpus callosum genişliği (CCG) arasında CCG=6.974-(0.599*AH evresi), corpus callosum genişliğinin corpus callosum'un uzunluğuna oranı (CCG/CCU) arasında CCG/CCU =0.098-(0.009*AH evresi), genu genişliği-1 (GG1) arasında GG1=11.211-(0.748*AH evresi), maximum splenium genişliği (SGMAX/CCU) arasında SGMAX/CCU=0.172-(0.008*AH evresi) iken CC çevre ölçümünden maximum splenium genişliğinin beyin uzunluğuna oranı (SGMAX/FOU) arasında SGMAX/FOU=0.082-(0.005*AH evresi) ve beyin volümü ile BOS=382.176+(74.44*AH) evresi, parankim doku miktarı ile total beyin hacim miktarına oranı (P/T ) arasında P/T=0.731-(0.054*AH evresi); alan ölçümleri ile splenium'un alanı (SA) ölçümünün cinsiyetler arasında SA=237.591-(27.208*Cinsiyet) gibi regresyon formülleri ortaya konulmuştur. Çalışmamız sonucunda ortaya konan verilerin 50 ile 80 yaş aralığında yaş, cinsiyet ve AH evreleri ile ilgili referans değerler olarak değerlendirilebileceği düşünmekteyiz. Hastanın klinik bulgularının değerlendirilmesi aşamasında ise elde ettiğimiz regresyon formüllerinin kullanılmasının, AH'nin evresini hakkında daha net bilgiler vereceği kanaatindeyiz.
  • Öğe
    Multipl sklerozlu hastaların MR görüntülerinde corpus callosum'un anatomik olarak değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Aydın Kabakçı, Anıl Didem; Büyükmumcu, Mustafa
    Corpus callosum (CC), hemisferia cerebri'deki kortikal ve subkortikal alanları birbirine bağlayan en büyük interhemisferik kommissural yoldur. Bu bağlantılar homotopik (her bir hemisferdeki aynı veya benzer alanları birbirine bağlar) veya heterotopik (fonksiyon olarak benzer fakat anatomik olarak farklı alanları birbirine bağlar) olabilir. Beyin yapıları, özellikle CC büyüme ve gelişim sürecinde morfolojik değişimlerden en çok etkilenme eğilimine sahip yapılardır. CC'nin, ırk/etnik gruplar içerisinde bireyler arasında morfolojik farklılıklar göstermesi, myelinizasyonunu geç tamamlaması ve fonksiyonel önemi açısıdan bakıldığında araştırmacılar tarafından oldukça dikkat çekici bir yapı haline gelmiştir. Traktografi ve fonksiyonel manyetik rezonans görüntülemenin (MRG) kullanımı ile birlikte nörolojik gelişim süreçlerinin nasıl ilerlediği, CC'yi oluşturan liflerin topografik organizasyonu ve olası nörodejeneretif hastalıkların beyinde hangi bölgelere etki ettiği daha iyi anlaşılmıştır. Günümüzde kallozotomi gibi cerrahi opresyonların artması ve CC ile ilişkili nörolojik rahatsızlıkların tedavisi noktasında CC anatomisinin detaylı olarak bilinmesi oldukça önem kazanmıştır. Buna ek olarak mikrocerrahi açısından CC'ye ait detaylı morfometrik ölçümlerin yapılması ve birtakım anatomik landmark'ların oluşturulması gerekli hale gelmiştir. Tüm bu bilgiler ışığında multipl skleroz (MS) hastalığının corpus callosum üzerinde meydana getirebileceği morfolojik değişikliklerin araştırılacağı bu çalışma planlanmıştır. Çalışma Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi nöroloji polikliniğine 2009-2016 yılları arasında müracaat eden, Relapsing-Remitting Multipl Skleroz (RRMS) tanısı ile gelen veya tanısı konan ve rahatsızlığı nedeniyle tedavi gören 50 hastanın (20 erkek, 30 kadın) retrospektif görüntüleri üzerinde gerçekleştirildi. Çalışma sonucunda hem corpus callosum'un kendi yapısında hem de corpus callosum'un çevre yapılar ile olan ilişkisinde birtakım morfometrik değişiklikler olduğu ve bu değişikliklerin de istatistiki açıdan anlamlı olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Ayrıca çalışma sonucunda ölçümü yapılan bir çok parametre arasında pozitif veya negatif bir korelasyon ilişkisi tespit edilmiştir. CC, lokalizasyonu ve fonksiyonu göz önüne alındığında bir çok faktörün etkisi altında yapısal değişikliğe uğrayabilir. Özellikle hastalıkların tanısı noktasında CC'nin yapısında meydana gelen değişiklikler ipucu niteliğindedir. Çalışmadan elde edilen verilerin, MS hastaları için, morfometrik data seti oluşturacağı ve ileride yapılacak çalışmalar için ön hazırlık niteliği taşıyacağı kanısına varılmıştır.
  • Öğe
    Arteria subclavia'nın çok kesitli bilgisayarlı tomografi (ÇKBT) ile morfometrik analizi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Özen, Kemal Emre; Çiçekcibaşı, Aynur Emine
    Arteria subclavia (AS) merkezi sinir sistemini, üst ekstremiteyi ve toraksı kanlandıran, dalları ve kendisi klinik önem taşıyan bir arterdir. Koroner anjioplasti'de tercih edilebilen dallar vermesi gibi sebeplerle cerrahi branşların olduğu kadar, bazı vaskülitlerde etkilenmesi gibi sebeplerle de dâhili branşların ilgi alanındadır. AS'nin kanlandırdığı bölgelerin geniş ve önemli olması ve kritik bir noktada arteriyel bir kavşak görevinde bulunması, AS ve dalları ile ilgili morfometrik ve varyasyonel verilere klinik tıp sahasında ihtiyaç doğurmaktadır. Bu tez çalışmasında, 101 hastaya ait bilgisayarlı tomografi anjiografi görüntüleri (101 AS dextra, 101 AS sinistra) incelenmiştir. Varyasyonel vakalar tespit edilmiş, AS'nin ve dallarının orijin noktasındaki çapları ile beraber AS'nin iki tarafta başlangıç noktasında oluşan açılanmaları ölçülmüştür. Arteria subclavia'nın dalları için 13 farklı varyasyon nonlineer tarzda (A0, A1, A2, B0, B1, B3, B4, B5, B6, B7, C0, C1, C7 tipleri) tiplendirilmiştir (A0:%54, B0:33, diğer tipler:%13). Varyasyon tiplerinin cinsiyete ve lateralizasyona göre karşılaştırılmasında, kısmen birleştirilmiş varyasyon grupları arasında istatistikî olarak anlamlı fark bulunmamıştır. AS'nin kendisinin varyasyonel incelemesinde 1 kadın hastada aberrant AS dextra (ARSA)'ya rastlanmıştır. Arteria subclavia ve dallarının morfometrik verileri (ayrılma açısı ve başlangıç çap ölçümleri) cinsiyete ve lateralizasyona göre karşılaştırılmış, bu analiz neticesinde sadece başlangıç noktasında AS sinistra'nın çap ölçüm ortalamalarının (kadın:11.87+/-2.20 mm, erkek: 12.41+/-1.94 mm) her iki cinsiyette, AS dextra'ya ait çap ölçüm ortalamalarından (kadın:9.10+/-2.30 mm, erkek: 9.78+/-1.84 mm) istatistiki olarak anlamlı derecede yüksek olduğu tespit edilmiştir. Diğer parametrelerin cinsiyete ve lateralizasyona göre karşılaştırılmalarında istatistikî olarak anlamlı farklılıklar bulunmamıştır. Bu varyasyonlar, morfometrik veriler ve analizler, klinik tıp ve temel anatomi alanındaki anlamı ve önemi açısından bu alandaki literatür eşliğinde tartışılmıştır.
  • Öğe
    Articulatio temporomandibularis disfonksiyonu olan bireylerde eklem ve çiğneme kaslarının morfometrik analizi ve kuru iğneleme yönteminin etkileri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Duman, Fatma; Çiçekcibaşı, Aynur Emine
    Amaç: Çalışmamızın amacı articulatio temporomandibularis (ATM) disfonksiyonu olan bireylerde eklem hareketlerindeki etkilenimin, discus articularis-caput mandibulae ilişkisinin ve çiğneme kaslarının boyutlarındaki değişimlerin MRG yöntemi kullanılarak normal bireylerle karşılaştırılması, ayrıca kuru iğneleme ve mobilizasyon ile statik splint yöntemlerinin etkinliğinin araştırılmasıdır. Gereç ve yöntem: Çalışma, ATM disfonksiyonu tanısı konmuş 34 birey (yaş ortalaması 29.44±12.97) ve 17 sağlıklı bireyin (yaş ortalaması 32.82±11.99) Manyetik Rezonans Görüntüleri (MRG) üzerinde gerçekleştirildi. Bireyler kuru iğneleme+mobilizasyon (KM) (n=18;13K-5E) ve stabilizasyon splinti (SS) (n=16;14K-2E) olmak iki gruba ayrılarak tedavi programı uygulandı. Birinci gruba haftada üç gün olmak üzere toplam 10 seans kuru iğneleme ve mobilizasyon uygulanırken, ikinci gruba bir ay süreyle kullanacakları stabilizasyon splinti verildi. Bu iki grubun tedavi öncesi ve sonrasında klinik değerlendirme bulguları ile MRG ölçümleri incelenirken, kontrol grubu olarak arşivden seçilen 17 sağlıklı bireyin (n=17,8K-9E) ATM'sine ait MR görüntüleri üzerinden morfometrik ölçümler yapıldı. Bulgular: ATM disfonksiyonu olan bireylerin %79.4'nün (n=27) kadın, 61.8'inin (n=21) bekar ve %47.1'inin de öğrenci (n=16) olduğu saptandı. Bireylerin %29.4'ünde sol taraf, %26.5'inde sağ taraf ve %44.1'inde ise çift tarafta etkilenim olduğu tespit edildi. KM'de servikal bölge ve mandibula normal eklem hareket açıklıklarında anlamlı artış olduğu (p<0.05), SS'de ise değişim olmadığı görüldü. Ayrıca KM'nin semptomlar, tetik noktalar ve ağrıyı azalttığı, SS'nin semptomlarda azalma sağladığı ancak tetik noktalar ve ağrıda etkisinin olmadığı görüldü. Ağrı, uyku kalitesi ve depresyon arasında anlamlı korelasyon olduğu saptandı. MRG görüntüleri incelendiğinde ATM disfonksiyonlu bireylerin çiğneme kaslarının uzunluk ve genişliklerinin normalden kısa olduğu, caput mandibulae şekillerinde farklılık, fossa mandibularis derinliğinde ise azalma olduğu gözlendi (p<0.05). Discus articularis deplasman miktarının ise KM grubunda azaldığı, SS'de değişmediği tespit edildi. Sonuç: ATM disfonksiyonu olan bireylerde eklem içi yapılar ve çiğneme kaslarının şekil ve boyutlarında etkilenim olduğu saptandı. Kuru iğneleme+mobilizasyon uygulamasının semptomlar, tetik noktalar, eklem hareketliliği ve ağrı üzerinde statik splintten üstün olduğu görüldü.
  • Öğe
    Major kognitif bozukluk tanısı alan hastalarda evrelerine göre MR görüntüleri üzerinden hippocampus ve intrakranial oluşumların morfometrik analizi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Yücel, Nurullah; Şeker, Muzaffer
    Araştırmada Mental Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabı Beşinci Baskı (DSM-5)'da major kognitif bozukluklar içinde sınıflandırılan ve demans türleri içinde ne sık görülen Alzheimer hastalığında hippocampus ve intracranial yapıların hacimlerinin belirlenmesi amaçlandı. Bu amaç doğrultusunda Alzheimer hastalığının üç evresinde hippocampus ve intracranial yapıların hacimleri sağlıklı olgular ile kaşılaştırıldı. Bu doğrultuda Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji polikliniğine 1 Ocak 2017-31 Aralık 2018 tarihleri arasında unutkanlık yakınması ile başvuran 50 yaş üstü, en az ilkokul mezunu olan ve nöroloji uzmanı tarafından DSM-V (Diagnostic and Statistical Manual of Mental disorders, 5 th edition) tanı kriterlerine göre Alzheimer Hastalığı tanısı konmuş olan 237 hastanın demografik özellikleri ve kraniyal MRI çekimlerine ait verileri retrospektif yöntemler kullanılarak tarandı. Hasta dosyalarından; cinsiyet, doğum tarihi, Mini Mental Test puanı, hastalıklar, kullandığı ilaçlar ve MR görüntüleri elde edildi. Dosyası taranan hastalardan Mini Mental Test tarihi ile kranial MRI çekim tarihi uyumsuz olan 74 hasta, Mini Mental Test puanı ile klinik bulguları uyuşmayan 22 hasta, dışlanma kriterleri bulunan 39 hasta çalışma dışında kaldı. Mini Mental Test puanına göre erken evre (31 hasta), orta evre (41 hasta) ve ileri evre (30 hasta) sınıflandırması çerçevesinde 61 kadın ve 41 erkekten oluşan toplam 102 hasta araştırmaya dahil edildi. Bununla birlikte 17 erkek ve 18 kadın olmak üzere 35 Alzheimer tanısı almayan hasta da kontrol grubu olarak alındı. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre Substantia alba volümü, Hippocampus total volümü, Hippocampus dexter volümü, Cerebrum total volümü, Cerebrum total substantia alba volümü, Cerebrum dexter volümü, Cerebrum dexter substantia alba volümü, Cerebrum sinister volümü, Cerebrum sinister substantia alba volünü, Truncus encephali volümü, Nucleus caudatus total volümü, Corpus amygdaloideum total volümü kontrol grubunun ortalamaları, Alzheimer grubunun ortalamalarından anlamlı şekilde yüksekti. Substantia alba volümü, Hippocampus dexter volümü, Hippocampus sinister volümü, Cerebrum total substantia alba volümü, Cerebrum dexter substantia alba volümü, Cerebrum sinister substantia alba volünü, ve Cerebellum dexter volümü parametrelerinde, birinci evrenin ortalaması üçüncü evrenin ortalamasından anlamlı şekilde yüksekti. İntracranial kavite volümü, Substantia grisea volümü, Hippocampus total volümü, Beyin volümü, Cerebrum total volümü, Cerebrum total substantia grisea volümü, Cerebrum dexter volümü, Cerebrum dexter substantia grisea volümü, Cerebrum sinister volümü, Cerebrum sinister substantia grisea volümü ve Cerebellum dexter volümü parametrelerinde ise birinci evrenin ortalaması, ikinci ve üçüncü evrenin ortalamalarından anlamlı şekilde yüksekti. Kanımızca en sağlıklı çalışma bu tür bir hasta topluluğu üzerinden erken dönemde tanısı konmuş ve düzenli takip ile uzun süreli periyodik morfometrik verilerinin elde edilmesi ile gerçekleştirilebilecektir.
  • Öğe
    Vertebra lumbalis seviyesinde Vena Cava Inferior'un çok kesitli bilgisayarlı tomografi ile morfometrik analizi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Nedret Keskinöz, Elif; Salbacak, Ahmet
    Vena cava inferior (VCI) abdomen, pelvis, perine ve alt ekstremitelerdeki venöz kanı kalbin atrium dextrum'una drene eder. Günümüzde giderek popülerlik kazanan lumbal spinal cerrahi türlerinden, anterior cerrahi yaklaşımın en büyük dezavantajı VCI ve aorta abdominalis (AA)'in yaralanma riskidir. Bu çalışmada, anterior yaklaşım sırasında zarar görme riski bulunan VCI'nın komşuluk, lokalizayon, çap, açı gibi morfometrik verilerinin ve bu değerlerin cinsiyet, boy, kilo ve yaş demografik özellikler açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı'nda çeşitli tıbbi gerekçeler ile çekilen, yaşları 50 ile 84 arasında değişen 200 (100 erkek ve 100 kadın) olgunun abdomen çok kesitli bilgisayarlı tomografi (ÇKBT) görüntüleri üzerinde gerçekleştirildi. Görüntüler iş istasyonuna (Leonardo Workstation, Siemens Medical Solutions Erlangen Germany) aktarıldı ve koronal-aksiyal-sagittal kesitlerde morfometrik veriler ve morfolojik varyasyon tipleri elde edildi. Değerlendirmeler sonucunda, VCI'nın regio iliocavalis'i erkeklerde ortalama %60, kadınlarda %68, tüm bireylerde %64 L4 seviyesinde tespit edildi. VCI'nın %73 sağda, regio iliocavalis'in %97 bifurcatio aorta (BA)'nın altında seyrettiği gözlendi. VCI'nın iliocaval açısı tüm bireylerde 60o (erkeklerde 56.53o ve kadınlarda 64.01o), iliocaval açı yüksekliği 2.99 cm olarak gözlendi. VCI'nın L1 ve L2 vertebralara uzaklığı, lordoz açısı (ILA) erkeklerde (2.65cm, 1.81cm ve 45,64o), kadınlarda (2.11cm, 1.42cm ve 52,14o) cinsiyetler arasında yüksek düzeyde anlamlılık; regio iliocavalis, L3 ve L4 vertebralara uzaklığı erkeklerde (0.65cm, 1.05cm ve 0.69cm), kadınlarda (0.49cm, 0.91cm ve 0.55cm) cinsiyetler arasında anlamlılık tespit edildi. V. iliaca communis dextra'nın regio iliocavalis'in 1 cm altındaki genişliği (IDG) (erkeklerde 1,41cm ve kadınlarda 1,31cm), v. iliaca communis sinistra'nın regio iliocavalis'in 1 cm altındaki genişliği (ISG) (erkeklerde 1,73cm kadınlarda 1,58cm) olarak gözlendi. Elde edilen bu sonuçların yeni planlanacak cerrahi girişimler sırasında cerrahlara katkı sağlayacağı ve bir farkındalık yaratacağı düşüncesindeyiz.