Felsefe Anabilim Dalı Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 49
  • Öğe
    Son dönem Stoa felsefesinde doğa ve insan tasavvuru
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Sezginer, Yasemin; Başok Diş, Sebile
    Son Dönem Stoa Felsefesinde İnsan ve Doğa Tasavvuru başlıklı bu tez içerisinde öncelikle yaklaşık beş asırlık bir döneme yayılan Stoa felsefesinin, tarihsel süreç içerisinde gelişimine dair bir perspektif sunulmaktadır. Felsefesini mantık, fizik ve ahlak olmak üzere üç ana alan üzerine kuran Stoacılık, felsefe tarihi içerisindeki gelişiminde eklektik bir yapıdadır. Nitekim fizik öğ-retilerinde kökleri Herakleitos'a dayanan logos temelli bir evren tasarımı sunan Stoa felsefesi, mutluluk temelli ahlak öğretisinde ise 'kendini bil/tanı' önermesinden yola çıkan Sokrates'i rehber edinmiştir. Sokrates ahlakıyla şekillenen Kinik öğreti, doğaya uygun yaşamaya dair pratik yaşam bilgeliği öğütleri ve dünya yurttaşlığı görüşleriyle Stoacılara ilham kaynağı olmuştur. Tez içerisinde Stoa felsefesinin doğuşuna kaynaklık eden tüm bu etkiler kronolojik bir sıralamaya tabi olarak incelenmiştir. Ardından Zenon'la birlikte atılan Stoa felsefesinin temelleri Erken ve Orta Dönem Stoa başlıkları altında incelendikten sonra Stoa felsefesinin bütünlüklü yapısını oluşturan mantık, fizik ve ahlak alanlarına dair bilgiler verilmiştir. Tez içerisinde ele alınan tüm bu konu başlıkları Son Dönem Stoa felsefesinin doğaya ve insana bakışını şekillendiren etkiler olması bakımından açıklanması lüzum görülmüştür. Nitekim Antik Yunan dünyasında doğan Stoacılık, son dönem Stoa felsefesinin en önemli düşünürleri Seneca, Epictetos ve Marcus Aurelius ile birlikte Roma'ya taşınmıştır. Antik Yunan mirasının Roma'nın eyleme dayalı ahlak anlayışının harmonisiyle, Stoa felsefesinin doğaya uygun pratik yaşam bilgeliği tam anlamıyla hayata geçirilmiştir. Öyle ki ünlü hatip Seneca, köle Epictetos ve imparator Marcus Aurelius gibi üç farklı karakteristik ismi bir araya getiren Stoa felsefesi son dönemde ahlaki ideallerine ulaşmış görünmektedir.
  • Öğe
    Epiktetos ve Marcus Aurelius'da ölüm
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Yalman, Muhammet; Molacı, Melike
    Ölüm, insan için mevcut yaşamın sonu anlamına gelmektedir ve ölümünün ardından geri dönen kimse olmadığı için bilinmezlik içermektedir. Ölümün ne olduğunu bilmeyen kişi için ölüme karşı nasıl bir tavır takınılması gerektiği büyük bir soru işaretidir. Bu bilinmezlik insanın ölüme karşı yanlış yargılarda bulunmasına neden olmakta ve kişinin erdemsiz davranıp mutsuz olmasına neden olmaktadır. Bundan dolayı ölüm hakkında cevaplanması gereken bazı sorular bulunmaktadır. Bu sorulardan bazıları şunlardır: Ölüm nedir? Ölüm iyi, kötü veya farksız mıdır? Ölüme insanın müdahalesi bulunur mu? Ölümden sonra ruhun ve bedenin durumu nedir? Bu sorulara cevap aramak için çalışma boyunca Stoa Okulunun son dönem filozoflarından olan Epiktetos ve Marcus Aurelius'un felsefelerinde ölüm düşüncesinin yeri açıklanacak, ölüm düşüncesi kapsamlı bir şekilde değerlendirilecek ve ölüm hakkındaki sorulara bir çözüm aranacaktır.
  • Öğe
    Levinas Felsefesinde Öteki ve Yabancı Sorunu
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Yiğit, Aslı; Kaya, Hacı
    Bu çalışmada, Öteki etiğinin filozofu olarak bilinen Emmanuel Levinas'ın felsefesinin nasıl ortaya çıktığı, hangi amaç ve doğrultuda ilerlediği ana hatlarıyla ortaya konulmuştur. Etiği ilk felsefe olarak konumlandıran Levinas, geleneksel Batı felsefesinin temel düşünce sistemini oluşturan Ben ve Aynılık kavramlarına karşı Başka ve Farklılığı ön plana çıkararak Başkası'yla, sorumluluk üzerine kurulan, yüz yüze etik ilişkiyi öncelemektedir. Bu doğrultuda Levinas'ın Edmund Husserl'in fenomenolojisinden ve Martin Heidegger'in ontolojisinden ayrıldığı noktalar değerlendirilerek Başkalık kavramını nasıl ele aldığı irdelenmiştir. Etik alandan politik alana geçişi sağlayan Üçüncü kişi ve beraberinde ortaya çıkan adalet kavramı, Emmanuel Levinas, Immanuel Kant ve Jacques Derrida'nın konukseverlik anlayışları ile birlikte incelenmiş, çağımızda da önemli bir problem haline gelen yabancı sorunu ve ırkçılığa bakış ortaya konulmaya çalışılmıştır.
  • Öğe
    Descartes ve Sartre Felsefesinde Ben Kavramı
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Acımert, Özlem; Kaya, Hacı
    Bu çalışma insanın, ben olarak doğa karşısında ön plana çıkmasını ve kendisine dair bir bilgi edinmesini konu almaktadır. İlk olarak Descartes’ın, sistemleştirmek istediği bilgi sorununun temeline bilen ben kavramını yerleştirmesiyle ortaya çıkan özne anlayışına değinilmiştir. Descartes, sezgiden hareketle kavradığı ben kavramını açık ve seçik olarak sahip olduğu ilk bilgi olarak temellendirir. Ardından bilim ve teknolojinin gelişmesi ve dünyaya hâkim olan kaos bireyi etki alanına alıp kendisine yabancılaştırmış ve bir varoluş sorunu oluşturmuştur. Sartre’da varoluşçu gelenekten hareketle somut olarak ele alınan ben, dünyaya fırlatılmış bir halde kendinden sorumlu bir şekilde vardır. Bu çalışma, Descartes’ın ben kavramını, ruh tözü üzerinden, Sartre’ın ise “kendinde varlık”, “kendisi için varlık”, “hiçlik”, “özgürlük” ve “başkası için varlık” gibi kavramlar üzerinden açıklamaya çalıştığını ortaya koymaktadır.
  • Öğe
    Erich Fromm’da Din,Toplumsallık ve Sanata Yönelimin Kaynağı Olarak “Yalnızlık’’
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Keser, Azercan; Molacı, Melike
    İnsanlık tarihinin ve yaşamının üç saç ayağını oluşturan din, toplumsallaşma türleri ve sanatın kaynağı üzerine birçok kuram ve teori ortaya atılmıştır. Sosyal bilimlerde yapılan çalışmaların çoğunun bu üç tema üzerine olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliriz. İnsanlık tarihinin her döneminde bir inanç sistemi, sanatsal eğilim ve farklı ilkelerle temellendirilmiş toplumsal ilişki türlerinin var olması, bu üç faktörün insanlığın zorunlu ürünleri olarak kabul edilmesine neden olmuştur. Erich Fromm bu zorunlu ortaya çıkışının kaynağına ilişkin farklı ve üstünde durulması gereken bir yaklaşım sunmaktadır. Fromm için bu olguların kaynağı “yalnızlık” olarak adlandırdığı insana özgü bir duygulanımdır. Bu araştırmada Erich Fromm’un, bu üç temel olguya yönelik felsefi bir zeminde inşa ettiği yaklaşımını, başta felsefe, psikoloji ve sosyoloji olmak üzere birçok disiplininin verilerinden faydalanarak yakından inceleyeceğiz.
  • Öğe
    Hukuk Felsefesi Açısından Argümantasyon ve Argüman Haritalama Örnekleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Örgen, Ömer; Yeşil, Mustafa
    Bu çalışmamızda, genel olarak argüman ve argümantasyon kavramlarını inceleyip hukukta argüman konusuna değinerek söz konusu argümanların haritalandırılması üzerinde duracağız. Bunu yaparken argüman ve argümantasyon üzerinde hakimin takdir yetkisi, hukuki yorum, dil ve retorik gibi unsurların etkisini ele alarak hukukta argüman haritalamayı çeşitli hukuk metinleri üzerinde inceleyecek, bu anlamda; kanun maddesi, mahkeme kararları, savcı iddianamesi, avukatın dilekçesi ayrımı yapmaksızın değerlendirmelerde bulunacağız.
  • Öğe
    Husserl ve Merleau-Ponty’nin Algı Fenomenolojisinde Estetik
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Arslan, Tuğçe; Molacı, Melike
    Dünyanın içinde yaşayan özne bedeniyle, dünyadan olmaklıkla yaşamını sürdürmektedir. Bedenindeki duyu organlarıyla görür, işitir ve dokunur. Yaşamak dünyayı deneyimlemek anlamına gelmektedir ve dünya deneyimi algıyı gerektirmektedir. Fenomenoloji öncesindeki felsefe tarihi boyunca algı, epistemolojinin ve ontolojinin sınırlarında bir araç olarak kullanılmıştır. Onun araçsallığı bilginin ulaşılabilirliği ve varolanların deneyimi içindir. Bilimsel düşünce içerisinde de algı dünyanın nesnelliğinin deneyiminde bir araç olarak görülmüştür. Dolayısıyla algının kendi başına araştırma konusu yapılmadığını fark eden fenomenoloji filozofları yaşamın deneyimlenmesinin özünü kavramak adına algının özünü görmek amacına yönelmişlerdir. Fenomenolojiyi sistem üzerine kuran Husserl şeylere geri dönme çağrısı yaparak algının mahiyetine ulaşmak için fenomenolojik yöntemler üretir. Epokhe, fenomenolojik redüksiyon ve fenomenolojik refleksiyon ile yapılan algılama edimi şeylerin özünü görmenin imkanını sağlar. Merleau-Ponty ise öznenin dünyayı algılayışının temelini ten ontolojisiyle kurar. Özne bedeniyle, dünya maddeselliğiyle aynı tene sahiptir ve algıda kim algılayan, kim algılanan anlaşılmaz. Bu çerçevede dünyayı algılamak pasif bir deneyim değildir. Algı yalnızca niteliklerin bilinmesi değildir. Algı beraberinde dünyanın anlamlandırılması ve hissedilmesidir. Bu bağlamda dünyanın algılanması estetikle ilişkili bir şekilde ilerler. Aisthesis gösterir ki estetik ve fenomenoloji bir arada ilerler. Duyulurluğa atıf yapan aisthesis dünyanın estetik bir boyutta yaşanıldığını göstermektedir. Bu çalışmada Husserl ve Merleau-Ponty’nin algı fenomenolojisinde estetiğin yeri açıklanmaya çalışılmıştır.
  • Öğe
    Platon ve Aristoteles’te Etik-Yasa İlişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Akdoğan, Levent; Kaya, Hacı
    İnsanlık ve düşünce tarihi boyunca hukuk/yasa ile ahlâk birbiriyle ilişkili olarak değerlendirilmiştir. Bununla birlikte moderniteden itibaren hukuk bilimi ve uygulaması tedricî olarak kendini ‘etik’ sahasından ayırmış ve özerk bir disiplin hâline gelmiştir. Bu durumun belli sorunlara yol açtığı görülmektedir. Öte yandan yaşanan sorunlar gerek hukuk ve ahlâk felsefesi bağlamında düşünürlerce, gerekse de hukuk uygulayıcılarınca tartışılmaya devam etmektedir. Felsefe tarihine dair dikkatli bir okuma, etik-yasa (hukuk) ilişkisine dair tartışılan güncel meselelerin Antik Yunan filozoflarınca da irdelendiğini bize göstermektedir. İşte bu noktada Platon ve Aristoteles’in görüşlerinin etik-yasa ilişkisi bağlamında ortaya çıkan çağdaş sorunlara ışık tutabileceği düşünülmektedir. Yasaların ahlâkî ve felsefî kaynakları, ahlâkî amaçları, yasaların/hukukun evrenselliği veya göreliliği, yine yasaların (başta adalet olmak üzere) temel erdemlerle ve erdemli yönetim anlayışıyla olan irtibatı gibi meseleler -özellikle sofistlerin genellikle aksi yöndeki tezlerinden hareketle- Platon ve Aristoteles tarafından ciddî anlamda tartışılmıştır. Bu doğrultuda çalışmamızın birinci bölümünde Platon ve Aristoteles’in bu husustaki görüşlerinin anlaşılabilmesi için Atina demokrasisinin siyasî/hukukî altyapısına ve sofistlerin konuya dair tezlerine yer verilmiş, ikinci bölümde Platon ve Aristoteles’in etik-yasa ilişkisinin çerçeve meselelerini nasıl değerlendirdiğine dair fikirleri incelenmiş, üçüncü bölümde ise anılan iki filozofun yasaların adalet ve diğer temel erdemlerle ve erdemli yönetim anlayışıyla olan ilişkilerine dair düşünceleri aktarılmıştır.
  • Öğe
    Levinas'ın Öteki Etiği Perspektifinden Tolstoy'un Diriliş Romanı
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Tosun, Mehmet; Güngör, Feyza Şule
    Bu çalışmada Tolstoy’un Diriliş romanı Levinas’ın öteki etiği açısından analiz edilmiştir. Çalışmanın amacı Levinas’ın düşüncesindeki Tolstoy etkisini Diriliş romanı üzerinden araştırmaktır. Levinas’ın öteki etiğini roman üzerinden incelemenin gerekçeleri Levinas’ın çalışmalarında edebi eserlere atıflar yapması, özellikle Rus romanlarının felsefeye hazırlık niteliğinde okunabileceğini söylemesidir. Çalışmanın ilk bölümünde Levinas’ın öteki etiği öncesi düşünceleri ele alınmıştır. İkinci bölümde Diriliş romanı Levinas’ın bütünlük eleştirisi ve yüz kavramı üzerinden analiz edilmiştir. Üçüncü bölümde Levinas’ın etik öznesi, başkasını merkeze alan sorumluluk, Tanrı düşüncesi ve etik-adalet ayrımı üzerinden Diriliş romanı incelenmiştir. Çalışma sonucunda Levinas’ın bütünlük eleştirisine benzer biçimde romanda da kurumsal sistemler eleştirilerek bireyselliğe vurgu yapılmakta, Levinas’ta olduğu gibi sistemlerin bireylere özellikle de öteki olarak nitelendirilebilecek bireylere tahakküm ettiği görülmektedir. Romanda ötekinin yüzünün başkasının sorumluluğunu almada kritik rol oynadığı görülmektedir. Romanın ana karakterinin Levinas’ın etik öznesine örnek oluşturması başkasının sorumluluğunu almasında, bu sorumluluğu kendini ihmal edecek derecede ileri götürmesinde görülmektedir. Levinas, Tanrı ile ilişkilerini başkasının sorumluluğu üzerinden ele alır. Aynı şekilde romanda başkasının sorumluluğunu alan ana karakterin Tanrı ile ilişkileri ötekinin sorumluluğu üzerinden yeniden şekillenmektedir. Levinas, etiğin gözetiminde olmayan bir adaletin zulme dönüşeceğini söyler. Romanda da ötekinin sorumluluğunu alan kimselerin adaleti sağlamadaki rolü vurgulanmaktadır. Bütün bu benzerlikler göz önüne alındığında Levinas’ın öteki etiğinde Tolstoy’un Diriliş romanının etkisi olduğu söylenebilir.
  • Öğe
    Hümanizmden Posthümanizme Sıradan İnsanın Reddi
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Fakılı, Necla; Başok Diş, Sebile
    Bu tezde, "Hümanizmden Posthümanizme Sıradan İnsanın Reddi" üzerine çalışılmıştır. Hümanizmin ortaya çıktığı Orta Çağ'ın sonu Rönesans'ın başı itibariyle başlayan tarihsel süreç insanın sonunun tartışıldığı posthümanist sürecin yaşandığı günümüze kadar, sıradan insanın reddi aşamasına nasıl gelindiği felsefi bakış açısıyla incelenmeye çalışılmıştır. Tez, giriş, üç ana bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Girişte konunun önemi, kavramsal çerçevesi, kapsamı ve sınırları ile konunun sunuluşu hakkında bilgiler verilmiştir. Tezin birinci bölümünde hümanizmin tarihsel oluşum süreçleri ele alınmıştır. Bu süreçte insanın Tanrı, doğa ve kendisiyle olan ilişkisi ayrıntılı olarak incelenmiş, dönemin hümanist ve anti-hümanist filozofları olan Erasmus ve Luther'in tarihsel dönüşümdeki etkisi ortaya konmuştur. Tezin ikinci bölümünde teknolojinin ve bilimin gelişimi ile transhümanist sürecin ortaya çıkması ve bu sürecin insan üzerindeki etkileri değerlendirilmiştir. Tezin üçüncü bölümünde transhümanist sürecin insana verdiği zararlara dur deme imkânı sunan posthümanizm kuramı incelenmiştir. Sonuç bölümünde ise tezin sahip olduğu üç bölüm genel olarak değerlendirilmiş olup hümanizm, transhümanizm ve posthümanizm süreçlerinde insanın yaşadığı değişim ve dönüşüm özetlenmiştir. Çalışmada sürece dayalı bir dönüşüm öyküsü anlatılmaya çalışılmış olup her kuramın temel temsilcilerinin düşünceleri bütünsellikten ve konunun özü olan insanın dönüşümü odağından uzaklaşmadan incelenmiştir. Ele alınan süreçlerde düşünceleri ile etkin rol almış olan filozofların kendi kaynaklarından yola çıkılmış yardımcı ve ikincil kaynaklardan da yararlanılmıştır. Sonuç itibariyle insanın kendi eliyle kendi hayatını değiştirdiği, dönüştürdüğü hatta tasarımladığı dünyada, yaptığı tüm müdahalelerin kendine döndüğü görülmektedir. İnsanın kendisiyle, doğayla ve Tanrı ile olan ilişkisindeki dengenin bozulmasının insanı kendi doğasından da uzaklaştırdığı anlaşılmaktadır.
  • Öğe
    Wittgenstein'ın Tractatus ve Felsefi Soruşturmalar'ında Dilin Neliği Sorunu
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Yavuz, Zülal; Kaya, Hacı
    Bu çalışmada 20. yüzyılın önemli filozoflarından Ludwig Wittgenstein’ın birinci dönem ve ikinci dönem dil görüşleri incelenmiştir. Wittgenstein’ın birinci dönem dil çözümlemeleri analitik felsefe bağlamında ele alınmıştır. Analitik felsefeciler, geleneksel felsefe düşüncesini bir kenara bırakarak düşüncenin merkezine dili koyarlar. Analitik felsefe yöntemi ne tam olarak felsefi argümanları içerir ne de bilimsel argümanlarla sınırlandırılabilir. Wittgenstein da dâhil olmak üzere analitik felsefeciler dil çözümlemelerini mantıksal ve matematiksel çerçeve bağlamında gerekçelendirmişlerdir. Bu bakımdan Wittgenstein birinci döneminde dili sentaks-semantik yönüyle, ikinci döneminde ise dili pragmatik yönüyle ele almıştır. Wittgenstein, öncelikle Tractatus adlı erken dönem çalışmasında dil analizlerini “anlamın resim kuramı” etrafında geliştirmiştir. Daha sonra o, Felsefi Soruşturmalar’da “anlamın resim kuramı” yerine “anlam kullanım”dır diyerek yeni bir felsefi anlayış inşa etmiştir. Wittgenstein bu kuramı “dil oyunları” perspektifinde incelemiştir. Dilin neliği problemi doğrultusunda birinci dönem felsefesinde dili mantıksal çözümlemelerle, ikinci dönem felsefesinde ise dili edimsel çözümlemelerle ele alan Wittgenstein’ın dil görüşü, anlam ve metafizik sorunu üzerine odaklanarak karşılaştırmalı bir şekilde serimlenmiştir.
  • Öğe
    Mesnevi'de cinsiyet algısı: Şarih Ahmet Avni Konuk'un yorumu
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Karakele, Esma; Kuşpınar, Bilal
    İnsanın doğası ve mahiyeti, şüphesiz insanoğlunun varoluşundan beri kendini tamamlamada önemli sorulardan birisidir. Bu noktada kadın ve erkeğin tabiatı bu soruların cevabının numunesidir. Biz bu araştırmamızda büyük düşünür ve mutasavvıf olan Mevlana Celaleddin Rumi'nin şiir şöleni Mesnevi'sini, Ahmet Avni Konuk'un yorumuyla incelemeyi hedefledik. Ve insanın, kadın ve erkekteki tabiatını cinsiyet üzerinden değerlendirdik. Bunu da konu bağlamında akıl, nefis ve insan-ı kâmilin hem insanda hem de âlemdeki tezahürlerini açıklamaya çalıştık. Sonrasında bu ilişkiyi açıklayan kavramlara yer verdik. Mevlana insanı, evreni ve hatta Tanrı'yı dişil nitelikler üzerinden izah ettiğinden kadın tabiatını ayrı bir başlık altında inceledik. Ve nihayetinde cinsiyet kavramının olmadığı kâmil insanı, Mesnevi'de verilen örnek isimlerle izah etmeye çalıştık.
  • Öğe
    Erdem etiği -Aristoteles ve Alasdair Macintyre örneği-
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Öğütlü Elibol, Mine; Bircan, Hasan Hüseyin
    Bu araştırmanın amacı, ahlak felsefesinin temel tartışma alanlarından olan erdem etiğini Aristoteles ve Alasdair MacIntyre örneği üzerinden incelemektir. Erdem ve ahlak tartışmaları, insana ve topluma dair şeyler olmaları yönüyle hemen her dönemin önemli konu başlıkları olarak öne çıkmaktadır. Bu bağlamda Aristoteles gibi bir Antik Yunan düşünürünün de erdem öğretisi bakımından ortaya koymuş olduğu fikirlerin değeri devam etmektedir. Nitekim ahlak, insan ilişkilerini konu edinmesini bakımından tarih üstü bir disiplindir. MacIntyre, Aristoteles sonrasında gelen bir düşünür olarak Aristoteles'ten etkilenmiştir. Ancak her iki düşünürün çıkış noktalarının birbirlerinden farklı olduğu görülmüştür. Aristoteles tutarlı bir ontoloji üzerinden erdemlerin ne'liğine yönelirken; MacIntyre erdemlerin tarihsel ve toplumsal olduğuna vurgu yapmıştır.
  • Öğe
    Platon ve Farabi'de müzik felsefesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Temizer Güneş, Merve; Kuşpınar, Bilal
    Bu çalışmada farklı kültür ve dönemlerde yaşamış olan iki filozofun müzik anlayışları incelenmektedir. Felsefe tarihinde bir sistem filozofu olan Platon ile müzik nazariyesi hakkında sistematik bir biçimde kitap yazan ve yine bir sistem filozofu olan ilk müzik bilimcisi Farabi'nin müzik anlayışları, müziğe bakışları ve müziğe dair düşünceleri araştırılmaktadır. Antik Yunan Medeniyeti ile Ortaçağ İslam Medeniyetinde yaşayan filozofların yaşadıkları dönemlerde müzik hakkındaki çalışmaları ve dönemlerine kazandırdıkları katkıların anlaşılmasını amaçlayan bu çalışma müziğin oluşum sürecine, gelişimine ve Antik Yunan döneminde hâkim olan müzik anlayışı ve dönemin büyük filozofu Platon'un müzik anlayışına odaklanmaktadır. Ayrıca Farabi'nin müzik anlayışını ve müzik sanatına bakışını yakından inceleyerek, Platon'dan ayrıldığı şekliyle onun bu konuya dair kendine özgün görüşlerini ortaya koymayı amaçlar. Bu tez, her iki filozofu karşılaştırarak, onların genelde sanata dair ve özelde ise müzik hakkındaki görüşlerinin başlıca yönlerini ortaya koymaktadır. Her iki filozofun sanat konusunda birkaç merkezi noktalarda paylaştıkları ortak noktalar olsa da, Farabi hem kapsam ve içerik açısından Platon'ununkileri fazlasıyla aşan müziğe dair yazılarıyla hem de müziğe bir disiplin olarak ele alan derin görüşleriyle, kendisine temayüz ettirmektedir. Ayrıca, her ne kadar Farabi Platon'dan siyaset anlayışı konusunda etkilense bile, daha derin bir müzik teorisi ve daha kapsamlı bir sistematik müzik tahlili sunmaktadır. Öyle ki bu nedenle o, felsefe tarihinde ilk önde gelen müzikologlardan biri olarak isimlendirmeyi hak etmektedir.
  • Öğe
    Ethica ve Tractatus'ta Sub-Specie Aeternitatis ve Dünya
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Körpe, İbrahim; Baykan, Erdal
    Bu çalışmada, Spinoza'nın Ethica ile Wittgenstein'ın Tractatus Logico Philosophicus adlı eserlerinde dile getirilen, bilincin, ezeli-ebedi bakıştan varlığı idrak ve temaşa etmiş olduğu formu incelenecektir. Bu doğrultuda bilincin ezeli-ebedi bakış formunun, bir tür 'mistik bilinç' hali olduğu iddia edilecektir. İlk olarak, mistisizm ve mistik bilinç türünden ifadelerin; bilinç ve rasyonalitenin askıya alınıp hiçlik anaforunda yok edildiği bağlamı değil, bilincin ve rasyonalitenin devrede olduğu boyutu üzerinde durulacaktır. Bu bağlamda filozoflarda ortak olduğunu düşündüğümüz, ezeli-ebedi bakıştan dünyanın idraki ve temaşasında, aklın içinde bulunduğu pozisyonun mantıksal/çıkarımsal değil sezgisel bir mahiyette olduğu da iddia edilecektir. Ayrıca modern dönemden itibaren aklın sezgisel formunun yok sayılması üzerinde durulacak ve bunun da büyük bir epistemik ihlal olduğu vurgulanacaktır. Spinoza ile ilgili bölümde Ethica üzerinde inceleme yapılacak ve Spinozacı projenin ana amacının, insan zihnini sonsuz mutluluğa ulaştırma yolunda, sonsuz mutluluğu sağlayan unsurun zihnin ezeli-ebedi bakış formundan dünyayı idrak ve temaşa etmesi düşüncesi olduğundan bahsedilecektir. Bu forma erişen insan zihninin dünyaya dair deneyimlediği idrak ve temaşanın Tanrısal bir perspektifte gerçekleştiğinden bahsedilerek Spinoza felsefesinde bu tecrübenin, sonsuz mutluluğa ulaşmış olmak anlamında 'kutluluk' olduğundan bahsedilecektir. Wittgenstein ile ilgili bölümde Tractatus Logico-Philosophicus üzerinde inceleme yapılacak ve Wittgensteincı projenin ana amacının; dil-dünya bağlantısının kurularak dünyanın tam bir betimlemesini yapmanın olanaklı kılınması olduğu ifade edilecek, son aşamasında zihnin, dünyanın dışından dünyayı sonsuzluğun ufku altında idrak ve temaşa eden bir pozisyona ulaştığından bahsedilecektir. Zihnin bu formunun dünyanın sınırından dünyayı bütün olarak idrak ve temaşa eden metafizik-ben olduğundan ve bu bakıştan tecrübe edilen idrak ve temaşanın Tanrısal bir perspektifte gerçekleştiğinden bahsedilecektir. Ayrıca dünyanın sınırından dünyayı bütün olarak idrak ve temaşa eden metafizik-ben kavramından ve sonsuzluğun ufku altında gerçekleşen bu bakışın doğası gereği Tanrısal bir perspektifte gerçekleştiğinden bahsedilecektir. Son aşamada zihnin ezeli-ebedi bakış formundan dünyayı idrak ve temaşa etmesinin Gelenekselci Ekol filozoflarının bahsettiği, zihnin, intellectus düzeyindeki formu olan sezgisel akıl olduğundan bahsedilecek, bunun da İslam düşünce geleneğinde çeşitli kavramsallaştırmalarla betimlenen ezeli hikmet olduğu iddia edilecektir.
  • Öğe
    John Locke, George Berkeley ve David Hume'un bilgi anlayışları ve mukayesesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Sel, Murat; Bircan, Hasan Hüseyin
    Epistemoloji on yedinci yüzyıldan itibaren felsefenin baş disiplini haline gelmiştir. Bu hususta temeli atan en önemli düşünürün Descartes olduğu kabul edilir. Descartes ile açılan bu çığır on sekizinci yüzyıl felsefesinde de yerini korumuştur. Bu yüzyılda bu bayrağı John Locke devralmış ve ardından bu gelenek George Berkeley ve David Hume ile devam etmiştir. On yedinci yüzyılda rasyonalist anlayış egemen iken on sekizinci yüzyılda emprist anlayış egemen olmuştur. Bu çalışmamızda egemen olan emprist anlayışın üç önemli temsilcisi olan John Locke, George Berkeley ve David Hume incelenmiş ve mukayeseli olarak araştırılmıştır. Her üçü de emprist olan bu düşünürler arasındaki benzerlik ve farklılıkları gözler önüne serilmeye çalışılmıştır. Çalışmamızın asıl bölümünü John Locke oluşturmaktadır. Locke'un, Berkeley'i ve Hume'u nasıl ve ne şekilde etkilemiş olabileceği irdelenmiştir.
  • Öğe
    İbnü'l Arabi'nin Fusûsü'l-Hikem'inde Varlık'ın mantığı
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Balci, Mehmet; Kuşpınar, Bilal
    İbnü'l Arabi'nin Fusûsü'l Hikem'inde Varlık'ın Mantığı başlıklı tez çalışması "Giriş" ve "Sonuç" bölümleri dışında iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde araştırmanın konusu, amacı, yöntemi ve önemi açıklanmış sonra Fusûsü'l Hikem hakkında yapılan araştırmalara değinilmiştir. Birinci bölümde formel mantık başlığı altında mantık ilkeleri, akıl yürütme biçimleri açıklanmıştır. Sonra informel mantığın formel mantığa yönelik eleştirilerine değinilmiş ve İbnü'l Arabi'den önce yaşamış olan bazı filozofların varlık görüşleri genel olarak mantık bağlamında ele alınmıştır. İkinci bölümde İbnü'l Arabi'nin varlık öğretisi genel hatlarıyla izah edilmiş ve felsefi bir değerlendirilmesi yapılmıştır. Sonra filozofun varlık görüşünü tasvir eden ilişki analojileri Fusûsü'l Hikem'den alıntılar yapılarak açıklanmıştır. İbnü'l Arabi'nin Fusûsü'l Hikem'de kullandığı değişik sembollerden bazılarını dikkatlice inceleyerek birbirlerinin aralarındaki ilişkilerin tutarlı olup olmadıklarını analiz etmeye çalıştık. İbnü'l Arabi'nin Fusûsü'l Hikem'de yer alan ilişki analojileri aracılığıyla "varlık" kavramını ontolojik alanda tutarlı bir şekilde uyguladığı ve yorumladığı sonucuna ulaşılmıştır.
  • Öğe
    Soren Kierkegaard’da dinsel varoluşun anlamı
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020) Hakan, Alper; Baykan, Erdal
    Bu çalışmanın amacı, Kierkegaard’ın varoluşçuluğa dair düşüncelerini ortaya koyarak, onun varoluşçu düşüncesinde önemli bir yeri olan dinsel varoluşun anlamına açıklık kazandırmaktır. Çalışmamızın amacına ulaşması bakımından Kierkegaard’ın yaşamı, yapmış olduğu birtakım eleştiriler ve en önemlisi ortaya koyduğu felsefeye etraflıca değinilmiştir. Çalışmamızın ilk bölümü, Kierkegaard’a bir giriş niteliği taşımaktadır. Bu bölümde Kierkegaard’ın hayatı ve eserlerine, yapmış olduğu eleştirilere yer verilerek varoluşçuluk düşüncesine giriş yapılmıştır. İkinci bölümde amacımız açısından çok önemli gördüğümüz estetik, etik ve dinsel varoluş alanlarına geniş bir şekilde yer verilmiştir. Amacımıza tartışma imkânı sunduğumuz son bölümde ise dinsel varoluşun anlamına ilişkili olduğu kavram ve sorunlarla birlikte açıklık kazandırılacaktır.
  • Öğe
    Robin George Collingwood felsefesinde sanat ve tarih ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Erdoğan, Enver; Kaya, Hacı
    Yirminci yüzyıl düşünürü Robin George Collingwood çağa özellikle tarih felsefesi çalışmalarıyla damga vurmuş bir isimdir. Ancak onun başta sanat olmak üzere diğer düşüncelerinde ortaya koyduğu kuramlar ve bu düşünceleri bağlamında meydana getirdiği felsefi sistem bir hayli ilgi çekmektedir. Biz de çalışmamızda bu sistemin bir şeklini ortaya koymak niyetiyle düşünürün felsefesinde sanat ve tarih düşünce ve tahayyül imgelem ve bilgi arasındaki ilişkiyi irdeledik. Ayrıca düşünür sanattan tarihe doğru geçiş sürecinde bir de epistemolojik bir yapı ortaya koymuştur. Bu yapıya da çalışmamız boyunca değinilmiştir. Sanat ve tarih arasındaki ilişki gerek insan doğası hakkında bilgi sahibi olmak için gerekse de düşünürün yukarıda oluşturduğu sistemin bir şeklini kavramak için önemli görülmüş ve bu tezde işlenmiştir. İnsan doğası bilimi olan tarih insan doğası hakkında sadece tek bir yönden bilgi vermektedir. Sanat da aslında bir insan doğası bilgisidir. Ancak o da insan doğası hakkında yalnızca tek bir yönden bilgi sahibi olunacak bir etkinliktir. Dolayısıyla Collingwood'un insan doğası bilgisi ve bunun üzerine inşa ettiği insan doğası bilimi dediği şeyi daha doğru kavrayabilmek için sanat ve tarih arasındaki ilişkiye ihtiyaç duyulmaktadır. Yine Collingwood'un imgelemden algıya algıdan düşünceye ve düşünceden de düşünce üzerine düşünceye doğru giden yapıyı kavrayabilmek de sanat ve tarih ilişkisini ele almakla mümkündür.
  • Öğe
    Gazzali'de insan ve benlik algısı
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Ekşici, Zeynep; Bircan, Hasan Hüseyin
    Bu çalışmada insan felsefesinin problem alanlarına dair Gazzali'nin verdiği cevaplar incelenmiştir. Gazzali'de insan, her alanda değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda Gazzali'nin siyaset, toplum, eğitim, ahlak, din, bilim ve tasavvuf alanları hakkında yaklaşımından bahsedilmiştir. 'Ben kimim?' sorusuna cevap vermek için benlik algısı incelenmiştir. Benlik algısının oluşum süreci, insanın biyolojik gelişimi temelinde açıklanmıştır. 'Ben kimim?' sorusuna verdiği cevap incelenmiştir. Disiplinler arası (felsefe- psikoloji) çalışma yapılmıştır. Felsefenin 'kendini tanı' ilkesinden hareketle Gazzali'nin benlik algısı verilmiştir. Bunu yaparken benlik türleri konusunda William James'in ayrımından faydalanılmıştır.