İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 32
  • Öğe
    Osmanlı Devleti'nin Doğu Afrika bölgesindeki hâkimiyeti (1559-1875)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Hashi, Yusuf İbrahim; Yüksel, Ahmet Turan
    XVI. yüzyılın ortalarında Kızıldeniz ve Basra Körfezi üzerinden baharat ticaret yolları yeniden kurulmuştur. Aynı zamanda Portekiz, stratejik noktaları ele geçirmek ve Hint Okyanusu'nu kontrol etmek için deniz gücünü kullanarak hızla bir doğu imparatorluğu kurmuştur. 1505'te Doğu Afrika'da Mozambik'ten başlayarak, ilk filo Güney Afrika kıyıları boyunca Kızıldeniz'e, bugünkü Tanzanya'nın Kilwi Sultanlığı'na, Kenya kıyılarındaki Agam Sultanlığı'na ve Somali'nin başkenti Mogadişu'ya yelken açmıştır. Doğu Afrika bölgesindeki İslâm padişahları, Portekiz tehdidine karşı Osmanlı Devleti'nden destek almaya başlamış ve Osmanlı Devleti, 1585-1586 yıllarında Sudan'dan Mozambik'e kadar olan toprakları kontrol etmesine rağmen, 1589'dan sonra Portekiz kontrolünü kaybetmiştir. Portekiz, Kızıldeniz ve Basra Körfezi'ne erişimi engelleyebilmiş ve Asya'dan gelen mal akışını Akdeniz yerine Ümit Burnu üzerinden tekelleştirebilmiştir. Bu strateji, Osmanlı İmparatorluğu'nun çıkarları için ciddi bir tehdit oluşturmuş ve başta biber ve baharatlar olmak üzere önemli ikmaller konusunda deniz çatışmalarına yol açmıştır. XVI. Yüzyılın ikinci yarısında Portekiz, donanma operasyonlarına devam edecek insan gücünden yoksun olduğu için kuvvetlerini terk etmiştir. Yüzyıl rekabetinin bir sonucu olarak Afrika ile çatışmalardan kaçınmak için Berlin'de toplanmışlardır. 1884-1885 Berlin Konferansı'nda Afrika geneli için bir sömürge politikası planlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğu Afrika bölgesi ile ilişkisi, 1517'de Memlük devletinin yıkılmasıyla başlayan dört asır sürmüştür. Osmanlı Devleti XIV. XIX. yüzyılda Doğu Afrika'nın o dönemde egemen olduğu bölgelerde Avrupalıların sömürgecilik mantığına karşı bir güç olarak kendini sağlamlaştırmış ve bu mücadele sırasında askeri gücüne dayalı bir yapılanma oluşturmuştur. Doğu Afrika, özellikle Sudan, Somali, Eritre ve Harar, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde devletin bir parçasıydı. Osmanlılar, özellikle Avrupalılar bölgeye gelmeye başladıktan sonra, Kızıldeniz'de bir varlık istemişlerdir. 1863'te Hidiv olan İsmail Paşa, Afrika kıtasında yeni topraklar elde etmek için büyük çaba sarf etmiştir. 1 Haziran 1875'te Sultan Abdülaziz'in emriyle Doğu Afrika bölgesi Mısır Hidiv'ne teslim edilmiştir. Mısır eskisi gibi olmadığı için Osmanlı Devleti 9 Ekim 1887'de Sudan, Eritre, Somali ve Harar üzerinden Hümayun'dan Kızıldeniz'e iki üç gemi göndermiştir. 19. yüzyılın sonlarında Doğu Afrika, Avrupalı sömürgecilerin kontrolüne girmiş ve böylece Osmanlı Devleti ile Doğu Afrika bölgesi arasındaki ilişki sona ermiştir.
  • Öğe
    Reşid Fânî hayatı ve Fânî Çiçekler adlı eseri (İnceleme-metin)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Samancıoğlu, Şevket Enes; Atik, Hikmet
    Bu çalışmada Osmanlı Devleti'nin son zamanlarına ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarına şahitlik etmiş, 1877 doğumlu, Mülkiye Mektebi mezunlarından Kaymakam Reşid Fânî Bey'in hayatı, şahsiyeti ve Fânî Çiçekler adlı eseri incelenmiştir. Şahsi kütüphanemizde bulunan Fânî Çiçekler ve şairin diğer eserleri bu çalışma için temel kaynak olarak kullanılmıştır. Çalışmanın giriş bölümünde Reşid Fânî'nin yaşadığı dönemin sosyal, siyasi ve edebî durumu hakkında bilgi verilmiştir. Birinci bölümde, biyografik kaynaklarda hakkında bilgi bulunmayan Reşid Fânî'nin hayatı, şahsiyeti ve eserleri aktarılmış; ikinci bölümde Fânî Çiçekler'in şekil ve muhteva açısından incelemesi yapılmıştır. Üçüncü bölümde eserin transkripsiyonlu metni bulunmaktadır. Çalışmanın sonunda sonuç bölümü ve şair hakkında elde ettiğimiz belgelerden örnekler yer almaktadır. Hazırlanan bu doktora teziyle, unutulmuş bir şair olan Reşid Fânî'nin Türk edebiyatındaki yerini belirlemeye yönelik bir çalışma yapılmıştır. Fânî Çiçekler'in detaylı incelemesi ve günümüz Türkçesine aktarılmasıyla şairin edebî mirası gün yüzüne çıkarılmıştır.
  • Öğe
    İlk dönem İslâm tarihinde denizcilik ve deniz seferleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Çavuşoğlu, Mustafa; Atçeken, İsmail Hakkı
    Hz. Osman döneminde ivme kazanan denizcilik faaliyetlerinin ilk denemeleri, Hz. Peygamber döneminde başlamıştır. Kıbrıs Adası'nın fethi, bazı adalara düzenlenen askerî seferler ve Zâtüssavârî Muharebesi (Direkler Savaşı) bu faaliyetleri zirveye çıkarmakla kalmamış; aynı zamanda İstanbul seferlerinin zeminini hazırlamış, ancak bazı doğal nedenlerden dolayı İstanbul fethi gerçekleşmemiştir. Bu yoğun askerî hareketlilik esnasında ticarî aktivite hızlanmış, bölgede Bizans İmparatorluğu'nun tekelinde olan askerî ve ticarî hâkimiyet, Müslümanların eline geçmiştir. Arap Körfezi'ne yakın yerlere kurulan Basra ve kûfe ordugâh şehirleri, kısa zamanda büyük ticaret merkezlerine dönüşmüş, dünya ticaretinde önemli merkezler kabul edilen Hindistan ve Çin ile ekonomik bağ kurulmuştur. Böylece Uzak Doğu'nun kıymetli madenleri, köleleri, ipek kumaşları ve baharatları batıya; batının fildişi, inci, köle ve hurma gibi batıya has gıda maddeleri Uzak Doğu'ya ihraç edilmiştir. Müslümanlar bunu gerçekleştirirken teknolojisini transfer ettikleri Bizans ve Hint gemilerini geliştirerek bu gemileri kendi kültürel yapılarına uyarlamakla kalmamış, sonraki dönem denizciliğine büyük katkı sunmuştur. Buna rağmen Akdeniz Havzası'nda fethedilen adaların Müslümanlar tarafından iskân edilmemesi, zamanla gelişen denizcilik teknolojisine ayak uyduramama, tersanelerin zamanında uygun şekilde ıslah edilememesi ve denizciliğe duyulan ilginin azalması gibi sebeplerle Müslümanlar, denizlerdeki hâkimiyetlerini kaybetmiştir. Araştırmanın amacı, İslâm tarihinde ilk donanmanın ortaya çıkışı ve çıkış sebebi olurken; araştırmanın kapsamı ise, Hz. Peygamber, Râşit Halifeler ve Emevî Devleti'nin yıkılışıyla sınırlandırılmıştır. Araştırmada toplanan veriler; sentezlenerek rivayetçi, öğretici ve neden-nasılcı yöntemler kullanılarak sunulmuştur.
  • Öğe
    Karaman Cami hazirelerinde ve Karaman Müzesi’nde bulunan mezar taşları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Ünlerşen, Hatice; Çaycı, Ahmet
    Bu çalışmada Karaman il merkezinde bulunan Aktekke Camii, Hoca Mahmud Camii, Kethane Camii, Pir Ahmed Camii, Yunus Emre Camii hazirelerindeki ve Karaman Müzesi’nin teşhirindeki mezar taşları incelenmiştir. İnceleme neticesinde toplamda 198 mezar taşı tespit edilmiştir. Bunlardan 156’sı baş taşı, 34’ü ayak taşı, 4’ü şahidesi bulunmayan sembolik lahit ve 4’ü de sandukadır. Bu mezar taşlarının tarih aralığı ise 14-20. yüzyıllardır. İncelenen mezar taşlarından 54’ü erkek mezar taşı, 33’ü de kadın mezar taşıdır. Mezar taşları yapı malzemesi olarak çoğunluğunda taş kullanılırken, az bir kısmında ise mermer kullanılmıştır. İncelenen alanda toprak mezar, sembolik lahit, pehleli mezar ve çerçeveli mezar tipleri bulunmaktadır. Erkek mezar taşlarının bazılarında sarık, fes ve tarikat başlıkları bulunmaktadır. Başlığı olmayan mezar taşları ise üçgen tepelikli, sivri kemer tepelikli, yarım daire kemer tepelikli, dilimli kemer tepelikli, bitkisel tepelikli ve düze tepeliklidir. Kitabeli mezar taşlarının çoğu celi sülüs olup, celi talik ve rika yazıları da bulunmaktadır. Mezar taşlarında kullanılan teknikler ise kazıma ve zemin oyma teknikleridir. İncelenen alanda görülen süsleme çeşitlerinde bitkisel motifli, geometrik motifli, nesneli ve mimari elemanlardan süsleme elemanları vardır. Kitabeli mezar taşlarının metin analizleri ayrıntılı bir şekilde yapılmıştır. İncelenen alandaki mezar taşları farklı gölgelerdeki mezar taşı örnekleri ile karşılaştırılmıştır. Yapılan bu çalışma, mezar taşlarının yapıldıkları dönemlerin ortak özelliklerini ve yerel farklılıklarını göstermesi açısından önem arz etmektedir.
  • Öğe
    Batı Türkistan Bölgesinde Şâdi Töre Cihangiroğlu tarafından yazılan Manzum Siyer-i Şerif (İnceleme-metin)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Keçeciler, Zeliha Dilek; Atik, Hikmet
    Türklerin Gök- Tanrı inancı ile ilgili olarak, bize ulaşan kitabelerde "Tengri'nin inayeti" ifadesi, ve yardımı, iyilikleri gibi sebeplerle Tengri'ye şükür temalı anlatımlar geçer. Türkler, VIII. yy.da topluluklar hâlinde Müslüman olmaya başlamaları ile beraber düşünce, edebiyat, kültür ve dil gibi pek çok alanda değişiklikler yaşamış ve bu değişime de kısmen uyum sağlamışlardır. Çalışmamızda Doğu Türkçesi ile yazılmış olan manzum bir siyeri, dönemin şartları, coğrafyanın etkileri ve dili açısından incelemeyi hedefledik. Çalışmamızın giriş bölümünde dinî- edebî ürünlerin tasnîfi, siyer konulu türler ve meşhur siyerler ile Türk dünyasında siyerin gelişimi konu edilmiştir. Kendisi hakkında pek az bilgiye ulaşabildiğimiz müellifimiz Şâdi Töre Cihangiroğlu (1855- 1933), hayatı ve eserleri ile birinci bölümün konusudur. İki adet taş baskı ve bir adet matbu baskısına ulaşabildiğimiz manzum siyerin tanıtımı ikinci bölümde yapılmıştır. Metnin transkripsiyonlu hali de üçüncü bölümde yer alır.
  • Öğe
    Hac emirliği (Başlangıcından Emevîlerin sonuna kadar)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Eroğlu, Murat; Atçeken, İsmail Hakkı
    İslam dininin beş temel esasından birisi olan hac ibadetiyle en temel konulardan birisi hac kafilelerinin ve ibadetinin yönetilmesidir ki bu müessese İslam Kurumlar Tarihi’nde “Hac Emirliği” olarak ifade edilmiştir. Halife tarafından atanan hac emîri her dönemde ehemmiyet arz eden bir statüde bulunmuştur. Hz. Peygamber (sav) önce ilk hac emirini atamış sonra da Vedâ haccını yaparak hem örnek olmuş hem de kurumsallaşmayı başlatmıştır. Ondan sonra gelen Hulefâ-i Raşidîn döneminde ise halifeler hac kafilesini genellikle bizzat idare etmişler, kendilerinin hac yaptırmaya imkân bulamadığı durumlarda ise bir hac emîri tayin etmişlerdir. Emevî halifeleri ise nadiren hacca gitmiş ve genellikle Ümeyyeoğullarından birini hac emîri atamışlardır. Çalışmamızın birinci bölümünde Hac Emirliği’nin ortaya çıkışı ve kurumsallaşma süreci ele alınmıştır. Hacıların yöneticisi olarak hac emîri, hac kafilesini hazırlama, devletin başkentinden alıp hacca götürme ve beldelerine geri getirme, seyahat esnasında düzenini sağlama, tehlikelere karşı koruma, suçluları cezalandırma, gibi birçok önemli vazifeyi yürütmekle mükelleftir. Ayrıca o, Mekke’ye ulaştıktan sonra Arafat vakfesinin zamanında yapılması, hac hutbelerinin okunması, Müzdelife, Minâ ve Cemerât’taki görevlerin yerine getirilmesi, Kâbe’nin tavaf edilmesi ve hac ibadetiyle alakalı bütün menâsikin doğru bir şekilde yapılmasını sağlamakla yükümlüdür. Çalışmamızın ikinci bölümünde ise Hac Emirliği’nin kurumsal yapısı ele alınmıştır.
  • Öğe
    Batı Anadolu Beylikleri Mimarisinde Çini Bezeme
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Küçükköroğlu, Kâzım; Atik, Hikmet
    Orta Çağ Anadolu Türk mimarisi ve sanatının özünü, sürekli araştırma ve yeni şeyler deneme yani sanatta canlılık oluşturmaktadır. Türkiye Selçuklu devletinin siyasi olarak sonlanmasıyla ortaya çıkan Türkmen Beylikleri döneminde de bu canlılık devam etmiş ve Osmanlı sanatının temellerini oluşturmuştur. Selçuklu döneminin bu özelliği çini sanatında da görülmektedir. Anadolu öncesi uygulanan çini tekniklerine yenileri eklenmiş ve birçok mimari eserin bezemesinde ana süsleme unsuru olarak kullanılmıştır. Selçukludan sonra asıl gelişimi Osmanlı devrinde gerçekleşen çini sanatının, Beylikler devri mimarisinde az da olsa kullanılmaya devam ettiği görülmektedir. Bu araştırmada, Batı Anadolu Beylikleri olarak ifade edilen Aydınoğulları, Germiyanoğulları, Karesioğulları, Menteşeoğulları ve Saruhanoğulları devri mimari eserlerinin çini bezemeleri ele alınmıştır. Bulundukları bölge ve dönem itibariyle siyasi çekişmelerin içerisinde olan bu beylikler, mimari yapılarında çok fazla çini bezemeye yer veremeseler de önemli eserler inşa etmişler, ilmi ve fikri alanda gelişmelere katkı sağlamaya çalışmışlardır. Araştırma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümünde ilk olarak çini kavramı üzerinde durulmuş, kelimenin kökeni ve kullanım amacı belirlenmeye çalışılmıştır. Daha sonra Türk çini sanatı tarihi, Anadolu öncesi ve Anadolu olmak üzere kronolojik olarak ele alınmış ve dönemlere göre özellikleri örnekler üzerinden açıklanmaya çalışılmıştır. Birinci bölümün sonunda çinide kullanılan malzemeler, uygulama teknikleri ve bezeme unsurlarına yer verilmiştir. Burada malzemelerin kimyasal özellikleri ve hazırlanma yöntemleri üzerinde durulmuş ayrıca uygulanan tekniklerin detaylı izahları yapılmaya çalışılmıştır. Yapılan izahlarda geleneksel çini üretiminin önemli noktalarına değinilmiştir. Araştırmanın ikinci bölümü Batı Anadolu Beylikleri mimarisinde görülen çini bezemelerin ele alındığı katalog kısmından oluşmaktadır. Tespit edilen on eserin kısa mimari tanıtımlarından sonra çini bezemeleri, teknik ve desen yönünden irdelenmiştir. Üçüncü ve son bölümde ise genel bir değerlendirme yapılmıştır. İncelenen eserlerin çini bezemeleri, kullanıldıkları yer, uygulanan teknikler, motif ve kompozisyon ve birlikte kullanıldıkları malzemeler açısından Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı erken dönem örnekleriyle karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır. Yapılan bu tez çalışması ile Beylikler devrinin coğrafi olarak bir bölgesini oluşturan Batı Anadolu Beylikleri mimarisinde uygulanan çini bezemelerin tespit ve tahlili ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bunun yanı sıra Türk çini sanatının tarihsel gelişimi ve teknik özelliklerinin kapsamlı bir araştırması yapılarak günümüz uygulayıcılarına rehber olması amaçlanmıştır.
  • Öğe
    Safevi Dönemi Şiraz Üslûbu Edebî Eserlerin Tezhip Analizi (Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi)
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Sayın, Ayşe Zehra; Çaycı, Ahmet; Biçer, Şehnaz
    Şah İsmail tarafından 1501 yılında kurulan Safevi Devleti, kendinden önceki Timurluların ve Türkmenlerin köklü kültür ve sanat birikimi üzerine inşa edilmiştir. Kısa zamanda kültürel açıdan kendine özgü bir devlet yapısına sahip olan Safevi yönetiminde sanatsal faaliyetler de bu doğrultuda gelişmiş, çeşitli sanat anlayışlarını yansıtan üsluplar meydana gelmiştir. Özellikle Fars bölgesinde yer alan Şiraz, XVI. yüzyıl boyunca başkent dışında nitelikli yazmaların fazlaca üretildiği bir taşra merkezi olmuştur. Bu merkez, Kur'an-ı Kerîm ve edebi eserlerdeki kitap süslemeleri özellikleri ile en üst seviyeye ulaşmıştır. Tez çalışmamızda Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde bulunan Safevi Dönemi Şiraz üslubu 12 adet edebî yazma eserin tezhipleri kompozisyon, motif ve renk açılarından incelenmiştir. Tezin birinci bölümünde Safevi Dönemi siyasi tarihi ile kültür ve sanat faaliyetleri incelenmiştir. İkinci bölümde Şiraz kitap sanatları, Safeviler öncesi ve Safeviler Dönemi olarak ele alınmıştır. Üçüncü bölümü oluşturan katalog bölümünde araştırmaya konu olan 12 yazma eser, çizimler eşliğinde detaylı olarak analiz edilmiştir. Dördüncü bölüm, araştırma kapsamında incelenen eserlerdeki tezhipli sayfaların; tasarım, cedvel, iç pervaz, motif, tığ ve renk özelliklerinin ayrıntılı olarak ele alındığı değerlendirme kısmıdır. Sonuç olarak katalog bölümünde incelenen eserlerin ışığında tezhiplerde, yüzyılın başında Akkoyunlu Türkmen Dönemi tezhip sanatı anlayışının devam ettiği, 1530'lu yıllardan itibaren bölgenin önemli sanatkarlarıyla serlevha tezhiplerinde yeniliklerin başladığı ve Safevi Dönemi Şiraz tezhip üslubunun ortaya çıktığı görülmektedir.
  • Öğe
    Salâhî'nin Dîvân'ı ve Nuhbetü'l-Emsâl'i (İnceleme-Metin)
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Ertem, Davut; Atik, Hikmet
    Salâhî mahlaslı Ali Salâhaddin Yiğitoğlu, XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında yaşamış Dîvân şiiri geleneğine bağlı bir şairdir. Bezm-i Alem, İstanbul, Davutpaşa Sultanileri, Darü’lMuallimin ve Pertevniyal Lisesi gibi nitelikli okullarda Arapça, Farsça ve edebiyat dersleri vermiştir. 1936’da emekli olmuş, 31 Aralık 1939 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Çok sayıda tercüme ve telif esere imza atmış üretken bir şair olan Salâhî, Arapça ve Farsçaya bu dillerde şiir yazacak kadar hâkimdir. Dîvân şiiri geleneğinin etkisinin iyiden iyiye zayıfladığı XIX. ve XX. yüzyıllarda Salâhî’nin Dîvân şiiri geleneğini ne derecede temsil ettiği, döneminin edebî, dinî-tasavvufî ve sosyal özelliklerini yansıtmadaki başarısı ile yeni şiir anlayışından ne derece etkilendiği Dîvân’ı bağlamında tespit edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca önemli tercüme eserlerinden biri olan Nuhbetü’l-Emsâl’deki Arapça meseller ve şiirler incelenmiştir. Bu çalışma, Salâhî’nin Aşkın Sesi adlı muhtasar Dîvân’ı ile Nuhbetü’l-Emsâl adlı tercüme eserinin transkripsiyonlu metinleri ile incelemelerini içermektedir. Tez, giriş ve dört bölümden oluşmaktadır.
  • Öğe
    Abbâsî Halifesi Mu'temid Alellâh'ın Hayatı ve Halifeliği (229-279/843-892)
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Kuşcalı, Ali; Yüksel, Ahmet Turan
    Abbâsî Devleti tarihinde, Halife Mu’tasım’ın, hilâfet merkezini Bağdat’tan Sâmerrâ’ya taşımasıyla başlayan Sâmerrâ dönemi, elli altı yıl sürmüştür. Bu dönemde sekiz halife görev yapmıştır. Bu dönemin genel özelliği Abbâsîlerin birinci dönemindeki halifeler gibi, otoriter halifelerin bulunmayışıdır. Sâmerrâ dönemiyle birlikte nüfûz sahibi olan Türk komutanlar, kimin halife olacağına karar verebilecek güce ulaşmışlardır. Hal böyle olunca bu dönemde veliahtlık uygulaması genel olarak işlevini kaybetmiştir. Bu durumu tersine çevirmek isteyen halifeler, Türk komutanların arasındaki rekabeti kullanarak, onları bertaraf etmek ve hilâfetin gücünü yeniden ellerine almak için mücadele etmişlerdir. Merkezde yaşanan otorite boşluğu büyük isyanların çıkmasına ve devletin doğusunda ve batısında bağımsız hareket eden devletlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Mu’temid halife olmasına rağmen, kardeşi Muvaffak, devletin idâresini eline alarak devleti karşı karşıya kaldığı buhranlı süreçten çıkarmaya çalışmıştır. 256-279/870-892 yılları arasında halifelik yapan Mu’temid, Sâmerrâ döneminin son ve en uzun süre görev yapan halifesidir. Mu’temid’in görevde kaldığı yirmi üç yılda siyasî, dinî, ilmî ve kültürel alanlarda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu alanlarda yaşanan gelişmeleri ve sonraki dönemlere etkilerinin tespiti, çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Bu döneme ışık tutmak amacıyla, temel İslâm tarihi kaynakları, tabakât, terâcim kitapları başta olmak üzere bu dönem hakkında bilgiler içeren modern dönemde kaleme alınan eserler incelenmiştir. Sonuç olarak, Mu’temid döneminde devletin varlığını tehdit eden isyanların bastırıldığı görülmektedir. Ayrıca hilâfetinin sonlarına doğru başkent Bağdat’a taşınmıştır. Bu durum Türk nüfûzunun yönetim üzerindeki etkisini kaybettiğini göstermektedir. Bununla birlikte dinî ilimlerde ve müspet ilimlerde çok önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu çalışmanın özelde Mu’temid dönemine ışık tutması genelde ise Abbâsî tarihi ile alakalı akademik çalışmalara katkı sunması hedeflenmiştir.
  • Öğe
    Bursalı Murâdî Hayatı, Eserleri ve Ledün-Nâme Adlı Mesnevîsi
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Dikkaya, Harun; Atik, Hikmet
    Ledün-nâme, Bursalı Murâdî tarafından 1504 yılında telif edilmiş bir mesnevîdir. Muhtevasından dinî ve tasavvufî birçok konu barındırmaktadır. Ledün-nâme, Hızır ağzından anlatılmış ve başından sonuna kadar Muzaffer isimli karakterle Hızır arasında soru-cevaba dayalı bir usul üzerine kuruludur. Bu çalışma, elimizde iki nüshası mevcut olan Ledün-nâme üzerinedir. Çalışmanın giriş kısmında, Hızır konusu ele alınmıştır. Hızır'ın dinî ve tasavvufî kaynaklardaki kimliği ve yeri araştırılmış, edebiyattaki yansıması belirtilmiştir. Birinci Bölüm'de, Bursalı Murâdî ile ilgili yapılan çalışmaya yer verilmiştir. Hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan Murâdî'nin hayatı, eserleri ve edebî şahsiyeti üzerine yapılan çalışma ortaya konmuştur. Bu bölümde ayrıca Ledünnâme'nin şekil ve muhteva özellikleri incelenmiştir. İkinci Bölüm'de Ledün-nâme yer alan dinî ve tasavvufî kavramların tahlili yapılmıştır. Dinî ve tasavvufî açıdan zengin bir muhtevaya sahip olan eserin bu özelliği, ilgili başlıklar altında değerlendirilmiştir. Üçüncü Bölüm'de, Ledün-nâme'nin nüshalarına ait bazı özelliklerden söz edilmiş daha sonra eserin transkripsiyonlu metni oluşturulmuştur.
  • Öğe
    Anadolu'da XVI. Yüzyıl Osmanlı Medrese Mimarisi (1500-1600)
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Yavuzyılmaz, Ahmet; Çaycı, Ahmet
    İslam Medeniyetinde günümüz orta ve yüksek öğretim kurumlarına denk bir düzeyde eğitim veren medreselerin Osmanlı mimarisindeki ilk örneklerine devletin daha ilk dönemlerinde tesadüf edilmektedir. Orhan Bey Döneminde inşa edilen 1330 tarihli İznik Orhan Gazi Medresesi bilinen ilk Osmanlı medresesidir. Kuruluş aşamasında karşılaşılan türlü zorluklara rağmen Osmanlı'nın medrese inşa ettirmiş olması, eğitime verdiği önemin somut bir kanıtıdır. Yaklaşık 600 yıl ömrü olacak olan bir devlet, eğitime verilen bu önem sayesinde sağlam temeller üzerine inşa edilmiştir. 16. yüzyıl, Osmanlı Devleti'nin dönem itibariyle Dünyanın en güçlü devleti olduğu bir asırdır. Osmanlı bu dönemde de yukarıda bahsedildiği üzere eğitime son derece önemle yaklaşmıştır. Devletin hemen her yerinde medreseler inşa ettirerek bu konudaki hassasiyetini somut olarak ortaya koymuştur. Siyasi ve iktisadi olarak son derece elverişli bu dönemde inşa edilen medreseler, hem öğretim ve yetişen kadroların kalitesiyle hem de bizâtihi mimari eser olarak sanat tarihimizdeki yeriyle ön plana çıkmaktadır. Bu sebeple de 16. yüzyıl Osmanlı Medreseleri, özellikle Sanat Tarihi araştırmacılarının hemen her dönem dikkatini çekmiştir. Ancak, yapılan çalışmalar derli toplu bir kaynak olmaktan çok monografik tanıtımlar ya da genel bir üslup belirlemeye yönelik araştırmalar olarak kaleme alınmışlardır. Bu tez ile 16. yüzyıl Osmanlı Medreseleri, hem tekil örnekler halinde tanıtılmış hem de önceki ve sonraki dönemlerle bağlantılar kurularak dönemi içerisinde değerlendirilmiştir. Böylelikle konu hakkında bahsedilen açık giderilmiş olacak hem de daha sonraki araştırmalar için başlı başına bir kaynak eser ortaya konacaktır.
  • Öğe
    Kütahya ve İlçelerindeki Su Yapıları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Tekin, Ali; Yıldırım, Mustafa
    Bu çalışmada, Kütahya’da bulunan Türk dönemine ait su yapıları Sanat tarihi disipliniyle ele alınmıştır. Bu sebeple, Anadolu Selçuklu döneminden başlayıp, XX. yüzyılın ortalarına kadar yapılmış olan çamaşırhane, çeşme, hamam, köprü, kuyu, sakahane ve şadırvan yapıları incelenip değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Yapılar bölümlere ait ana ve alt başlıklar altında incelenmiştir. Araştırmanın temel bölümleri aşağıdakilerden oluşmaktadır. Giriş bölümünde konunun tanımı, önemi, kapsamı açıklanmış ve konuyla ilgili kaynaklara yer verilmiştir. Ayrıca bölgenin tarihi, coğrafyası ve su yolları da bu bölümde ele alınmıştır. I. bölümde, Türklerden önce ve Türk döneminde su yapılarının gelişimi üzerinde durulmuştur. II. bölüm çalışmanın özünü oluşturan katalog bölümüdür. Bu bölümde yapı grupları kronolojik olarak ele alınmış ve ayrıntılı mimari tanımlamaları yapılmıştır. III. bölümde aslı değiştirilmiş, tamamen yenilenmiş ve günümüzde mevcut olmayan yapılar hakkında bilgiler verilerek, fotoğraf veya resimlerle desteklenmiştir. IV. bölüm değerlendirme bölümüdür. Yapılar tipoloji, malzeme, yapı elemanları, süsleme ve kitabe başlıkları altında ayrı ayrı değerlendirerek, Anadolu su mimarisi içerisindeki yerleri belirlenmiştir. V. bölüm sonuç olarak düzenlenmiştir. Bu bölümde Kütahya’daki su yapılarının devşirme malzeme yoğunluğuyla, kendine has özellikler gösteren ve mimari olarak sade kurgulu, daha çok ihtiyaca cevap vermek amacıyla fonksiyonlarının ön planda olduğu ortaya çıkmıştır.
  • Öğe
    Muhtâr b. Ebî Ubeyd es-Sekafî'nin hayatı, siyasî ve askerî faaliyetleri (1/622-67/687)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Kurnaz, Yasin; Atçeken, İsmail Hakkı
    Muhtâr b. Ebî Ubeyd es-Sekafî, 1/622 yılında doğmuştur. Babası Hz. Ömer'in komutanlarından Ebû Ubeyd b. Mes'ûd'tur. Babası 13/634 yılında Köprü Savaşında şehit olmuştur. Muhtâr, bu tarihten bir süre sonra Medâin'de amcası ile birlikte yaşamaya başlamıştır. Muhtâr, Hz. Ali taraftarı olarak bilinmektedir. Bununla birlikte 40-41/661 yılında Hz. Hasan'ın yönetimi Muâviye'ye devretme kararından dolayı Hz. Hasan'a düşmanca bir tutum sergilemiştir. Bu olaydan sonra Muhtâr'ın, Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehit edildiği döneme kadar çok fazla faaliyeti yoktur. Kerbelâ olayında, Kûfe'de Hz. Hüseyin adına çalışmış olmasından dolayı vali Ubeydullah b. Ziyad tarafından şehirden sürülmüştür. Daha sonra Mekke'ye gelmiş ve Abdullâh b. Zübeyr'le birlikte hareket etmiştir. 64/683 yılında tekrar Kûfe'ye dönmüş ve başlattığı isyanla Abdullâh b. Zübeyr'e bağlı olan Kûfe yönetimini ele geçirmiştir. Muhammed İbnü'l-Hanefiyye tarafından görevlendirildiğini ve Kerbelâ'da öldürülen Hz. Hüseyin ve ailesinin intikamını almak istediğini iddia ederek taraftar toplamıştır. Hz. Hüseyin'i şehit eden Ubeydullâh b. Ziyad komutasındaki orduyu yenmeyi başarmıştır. Şehirde kendisine karşı çıkarılan isyanı bastırmayı başaran Muhtâr, Hz. Hüseyin'in intikamını almayı gerekçe göstererek kendisine muhalif olan bu kimseleri öldürmüştür. 67/687 yılında Basra valisi Mus'ab b. Zübeyr'le girdiği savaşta yenilerek öldürülmüştür. Hz. Hüseyin'i ve ailesini şehit edenleri öldürmeyi başarmasından dolayı Şiî dünyada çok sevilmektedir. Bununla birlikte Sünnî dünyada ise kendisine çok fazla eleştiri yöneltilmektedir.
  • Öğe
    Ahıska bölgesinde Kıpçakların tarihi (XI-XVI. yüzyıllar arası)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Dedeoğlu, Azad; Atçeken, İsmail Hakkı
    Deşt-i Kıpçak gibi geniş bir sahaya yayılan Kıpçaklar, bu geniş sahanın yanı sıra komşu memleketlerin tarihinde de derin izler bırakmışlardır. Bu mânada başta Saka, Uygur, Kazak, Özbek, Kırgız, Azerbaycan, Kırım Türkleri, Ahıskalı Türkler vb. Türk boyları olmak üzere Türk olmayan Gürcü/Kartvel, Ermeni, Rus, Romen vb. milletlerin etno-medenî ve kültürel yapılanmasında da Kıpçakların önemli ölçüde rolünün olduğu bilinmektedir. Anadolu'nun bir parçası olarak bilinen Ahıska bölgesi veya Atabegler yurdu, eski zamanlardan beri Türklerin varlığını sürdürdüğü bir Türk beldesidir. Târihî seyir içerisinde başta Kıpçaklar olmak üzere diğer Türk boyları da bölgeye gelip yerleşmişler ve meskenler kurmuşlardır. Nitekim Ahıska bölgesinde hem milattan önce hem de milattan sonraki tarihlerde diğer Türk boylarıyla birlikte Buntürk/Kıpçakların varlığı da görülmektedir. XII. yüzyılda Gürcü Kralı IV. David ve Kraliçe Tamara döneminde davet edilen Kıpçaklar, Kuzeydoğu Anadolu'nun da bir kısmını içine alan geniş bir coğrafyada, Anadolu'nun en uzun Türk beyliği olan Ortodoks Kıpçak Atabegler Hükümetini kurmuşlardır. Atabegler yurdunun kültürel dokusunda bugün dahi bu Kıpçakların izlerine rastlanılmaktadır. Ermeni ve Gürcü vakayinamelerinde geçen Kıpçaklı Atabeglerin isimleri ile özellikle de Ahıska tahrir defterlerindeki kayıtlarda görülen çok sayıda Kuman-Kıpçak yer ve şahıs isimleri bu meseleyi daha da somutlaştırmaktadır. Ahıska bölgesi 1578'de Osmanlıya ilhâk olduktan sonra da değerini yitirmemiş bu sefer Osmanlılarca 1579'da kurulan Çıldır eyaletinin başşehri olmuştur. 1921'de SSCB sınırları içerisinde kalan bugünkü Ahıska bölgesi, 1944'de vuku bulan büyük sürgünle Türk nüfusundan tamamen hâlî kalmıştır. Bölgenin 1944'de Sovyetler tarafında sürgün edilen Türk nüfusu bugün 10 ülkede dağınık bir şekilde yaşamaktadır.
  • Öğe
    Abbâsîler Döneminde Kâdı'l-Kudâtlık
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Göl, Yavuz Selim; Önkal, Ahmet
    İslâm devletlerinin adalet teşkilatında meydana gelen önemli değişikliklerden birisi, kâdı'l-kudâtlık makamı/kurumunun ihdas edilmesidir. Devletin başı olan halifelerin, adalet teşkilatı üzerindeki yetkilerini devretmesiyle, 170/786 yılında ortaya çıkmış olan kurum, Abbâsî devlet idaresi içerisinde önemli bir yer edinmiştir. Bu tarihten başlayarak, halifeler, adalet teşkilatına ilişkin yetkilerini kademeli bir şekilde kâdı'l-kudâtlara devretmişlerdir. İlk dönemlerde sınırlı olan bu yetki devri, zamanla genişlemiştir. Halifelerin siyasî gücü ve devletin içerisinde bulunduğu durumun yanı sıra, toplumda meydana gelen mezhepsel değişiklikler de bu kurumun gücünü doğrudan etkilemiştir. İslâm devletinin adalet teşkilatında ortaya çıkan kâdı'l-kudâtlık kurumunun, devlet ve toplumdaki yansımalarının tespiti, çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Bu amaçla, İslâm Tarihi kaynakları başta olmak üzere, tabakât, terâcim kitapları ve hukuk kurumunu ele alan eserler incelenerek, kâdı'l-kudâtların devlet ve toplum nezdindeki yerleri tespit edilmiştir. Sonuç olarak, kâdı'l-kudâtlık kurumunun ilk kurulduğu dönemde daha dar yetkilere sahip olduğu, halifenin danışmanı gibi görev yaptığı fakat Abbâsî devletinin son dönemlerine doğru daha geniş yetkilere sahip olduğu görülmektedir. Bununla birlikte kâdı'l-kudât, toplum nazarında saygın bir yere ve bağımsız bir hareket alanına sahip olmuştur. Diğer taraftan, bazı aile ve mezhep mensuplarının, kâdı'l-kudâtlık görevinde daha fazla bulundukları da göze çarpan hususlardan birisidir. Araştırmanın, başta İslâm Tarihi olmak üzere, İslâm Hukuku, İslâm Kurumları Tarihi, İslâm Medeniyeti Tarihi gibi alanlarda çalışma yapan araştırmacılara katkı sağlaması beklenmektedir.
  • Öğe
    Tarihte Gürgenç şehri (Kuruluşundan hanlıklar dönemine kadar)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Orazsahedov, Abdylla; Kapar, Mehmet Ali
    Gürgenç tarih boyunca Harezm bölgesinin en önemli şehirlerinden biri olmuştur. Özellikle X. yüzyılda şehirde kurulan Me'mûnîler hanedanlığı döneminden başlayarak ticarî, ilmî yönden gelişme gösteren şehir, sadece bölgenin değil bütün İslâm âleminin önemli merkezi hâline gelmiştir. Gürgenç daha sonra hâkimiyeti altında bulunduğu Gazneli, ardından Selçuklu devletinin valileri tarafından idare edilmiştir. Şehir en parlak dönemini Harezmşahlar döneminde yaşamıştır. Bu dönemde devletin başkenti olan Gürgenç gerek güzelliği, gerekse ilim ve ticaret merkezi olmasıyla bütün imparatorlukta kendinden söz ettiren bir şehir hâline gelmiştir. Fakat Moğol istilasıyla Gürgenç tamamen yıkılarak harabeye dönmüştür. Buna rağmen ticaret yolları güzergâhında bulunan şehir kısa sürede yine bölgenin en büyük ve en güzel şehri olmuştur. Timur'un düzenlediği seferlerle bir kez daha tahrip edilen şehir, tekrar imar edilmeye çalışılsa da bölgedeki hanlıkların saldırısı ve diğer sebepler sonucu eski önemine kavuşamamıştır. Uzun bir tarihi süreci kapsamakta olan çalışmamız Gürgenç'in tarihteki önemini bütün yönleriyle aydınlatmayı amaçlamaktadır.
  • Öğe
    Bir İslâm şehri olarak Gazne (338/949-492/1099)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) İbadi, Mohammad Qasim; Yüksel, Ahmet Turan
    Gazne, Horasan ve Hindistan sınırında yer aldığından stratejik açıdan önemli bir şehirdir. Bu yüzden tarih boyunca farklı devletler tarafından ele geçirilmeye çalışılmıştır. Üç asır İslâm ordusuna, ciddi bir şekilde direnen Rutbil'in hâkimiyeti alanında yer alan Gazne'nin kesin fethi ise Alp Tegin tarafından 351/962 tarafından gerçekleştirilmiştir. İslâm hâkimiyetine girmesi şerhin tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Zira bu dönemden sonra şehir siyâsî, sosyal, kültürel ve ilmî alanlarda, etkileri günümüze kadar süren gelişmelere sahne olmuştur. Bu çalışma, Gazne'nin yaklaşık bir asırlık zaman dilimini, İslâm Tarihi ve Coğrafya kaynaklarıyla biyografi alanında yazılan eserlerin verilerine dayanarak Gazne şehrini Alp Tegin döneminden Sultan İbrahim döneminin sonun kadar çok yönlü bir şekilde ele almaktadır. Gazne çalışmamızın kapsadığı dönemlerde Gazneli Devletinin başkenti olduğundan siyâsî ve Hint kıtasına devamlı yapılan seferlerin merkezi olduğu için de askeri karakterisiyle ön planda olan bir şehirdir. Şehir söz konusu birikimleriyle kısa sürede bölgenin gözde merkezlerinden birisi haline gelmiştir. İstikrar ve güvenliğe sahip olan şehir hem ticari ve hem de kültürel bakımından gelişme göstermiştir. Çok sayıda ulemanın uğradığı şehir İslâm Dinî ve kültürünün Hint kıtasına yayılmasında önemli rol oynamıştır. Gazne, çeşitli mezhep ve görüşlerin ortaya çıkıp aklî ilimlerin etkisinin hayli fazla olmaya başladığı bir dönemde Ehl-i Sünnet ekolünün yaygınlaştırılmasında ve savunulmasında önemli bir yere sahiptir. Bu yönüyle şehir bölgede bir takım sapık düşüncelerin engellenmesinde adeta bir baraj görevi ifa etmiştir. Şehrin, tarih boyunca bir dizi yıkıcı saldırılara maruz kalmış olması ve klasik kitaplarda hakkında yeterince bilgi bulunmaması özellikle fizikî anlamda sahip olduğu birikimlerinin, tam anlamıyla anlaşılmasına imkân vermemektedir.
  • Öğe
    Abbâsîler'in ilk asrında veliahtların yetiştirilmeleri ve Abbâsîler'de veliahtlık uygulaması (132-232/749-847)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Uluışık, Hatice; Atçeken, İsmail Hakkı
    Abbâsîler'in ilk yüzyılı (132-232/749-847) İslâm Tarihi ve Dünya Tarihi açısından büyük önem arz etmektedir. Yöneticileri ve halkı Müslümanlardan oluşan Abbâsî Devleti, İslâm siyasetinin tekamülü ve işleyişi bakımından, kendisinden sonra kurulan Müslüman devletler için model bir görev üstlenmiştir. Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliği ve devlet adamlığı ile başlayan bu süreç, Hulefâ-i Râşidîn ve Emevîler'in ardından Abbâsî hanedanının iktidara gelmesiyle gelişerek devam etmiştir. Bu dönemde devletin gelişmesi ve genişlemesinde halîfelerin siyâsî becerisi, zekası, liyakatlı devlet adamları ve komutanların varlığı etkili olmuştur. Kendilerinden önce varlığını sürdüren Emevîler'in hatalarından ders çıkartan Abbâsîler, veliaht olarak düşündükleri çocuklarının eğitimine büyük önem vermişler, onlar için dönemin en seçkin ve iyi âlimlerini görevlendirmişlerdir. Abbâsî siyasetinde veliahtların devlet içinde bu kadar büyük önem arz etmesi, veliahtlık uygulamasının işleyişi ve meşruiyetini de gündeme getirmiş, gerek dönemin âlimleri gerekse muâsır araştırmacılar bu konuda farklı görüş beyan etmişlerdir. Giriş ve iki bölümden oluşan bu çalışmanın ilk bölümünde; Abbâsî halîfelerinin hilâfete geçmeden önceki yaşamları, eğitim hayatları, siyâsî tecrübeleri ve hilâfete geçtiklerinde bile halîfe üzerinde tesiri devam eden önemli şahsiyetler incelenirken; ikinci bölümde; veliahtlık uygulamasının İslâm dini ve siyaseti açısından durumu, veliahtlık için verilen mücadeleler ve veliahtların belirlenmesinde etkili olan faktörler incelenmiştir.
  • Öğe
    Türk İslâm edebiyatında manzum nasihat-nâmeler ve Urlalı Ya'kûb oğlu Hüseyin'in Miftâh-ı Cennet'i
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020) Parlakkılıç Mucan, Ayşe; Yılmaz, Ahmet
    Yüzlerce yıllık birikime sahip Türk İslâm edebiyatı sahasında pek çok edebî tür neşv ü nemâ bulmuştur. Bu türlerden biri de manzum nasihat-nâmelerdir. İlk Türkçe eserlerden itibaren müellifler, bireyi ve toplumu iyiye teşvik etmek için eserlerini nasihat-âmîz motiflerle süslemiş, bilhassa İslâmiyet´in kabulünden sonra nasihat muhtevalı eserlerin sayısında artış gözlenmiştir. 20. asra gelinceye kadar ise zengin bir nasihat-nâme geleneği oluşmuştur. Bu çalışma, 11-20. yüzyıllar arasında Türk İslâm edebiyatı sahasında kaleme alınan manzum nasihat-nâmelerin incelenmesini, biyografik kaynaklarda hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmayan Urlalı Ya'kûb Oğlu Hüseyin´in hayatı ile ilgili bilgileri ve onun manzum nasihat-nâme türünde te'lif ettiği Miftâh-ı Cennet isimli eserin çeviriyazılı metnini ve tahlilini ortaya koymayı amaçlar. Bu amaçla manzum nasihat-nâme türüne ait eserler tespit edilmiş ve 69´u te'lif, 23´ü tercüme olmak üzere toplam 92 adet manzum nasihat-nâmeye ulaşılmıştır. Ulaşılabilen örnekler üzerinde biçim, içerik, üslûp gibi çeşitli yönlerden incelemeler yapılmış ve türe ait genel özellikler belirlenmeye çalışılmıştır. Daha sonra Urlalı Hüseyin´in hayatı ile ilgili bilgiler, Miftâh-ı Cennet´in transkripsiyonlu metni ve metin incelemesi sunulmuştur.