Tarih Anabilim Dalı Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 15 / 15
  • Öğe
    Amasya şehrinin fiziki oluşumunda vakıfların rolü (XIII-XVIII. yüzyıl)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Türkmen, Ömer Sait; Kıvrım, İsmail
    İslam medeniyetinin en önemli unsurlarından birisi de hiç şüphe yok ki vakıf müessesesidir. Hayırseverler tarafından dinî/hayrî gayelerle tesis edilen vakıflar İslam medeniyetini birçok yönden etkilemiştir. Özellikle Osmanlılar döneminde zirvesini yaşamış olan bu kurum; toplumdaki ekonomik, dini, sosyal, sağlık ve temizlik ihtiyaçları gibi günümüzde karşılanması devlet vazifesi sayılan ihtiyaçların, hayırseverler tarafından yapılan hayrat binalar ya da bu binaların hizmet ve yapılarının devamlılığı için kurulan vakıflar sayesinde giderilmesini sağlamıştır. Vakıflar, yerine getirdikleri bu hizmetlerle beraber kuruldukları yerlerde yeni bir şehrin ortaya çıkmasını sağladıkları gibi şehirlerin genişleme yönünün belirlenmesini de doğrudan etkileyerek fiziki yapının oluşmasında önemli bir faktör olmuşlardır. Nitekim hayırseverlerin gelir getirici unsurlar olarak vakfettikleri iktisadî unsurlar şehirlerin ticarî alanlarını oluştururken, yaptırdıkları hizmet binaları da dinî ve sosyal alanları olarak yerleşme ve genişleme de aslî unsurlar olmuşlardır. Öte yandan vakfedilen yeşil alanlar, temiz su kaynakları ve tahsis edilen temizliki kadroları, vakfın ebediliği ilkesi gereği şehirde yeşil alanların uzun yıllar korunmasını sağlamıştır. Bununla birlikte yapıların bakım-onarımının da yine vakıflar tarafından yerine getirilerek bu müesseselerin birçoğunun günümüze ulaşmasını sağlaması, çağının üzerinde bir çevrecilik anlayışının ürünüdür. Nitekim Amasya şehri 200 yıla yakın bir süre şehzade sancağı olması ve doğuda İran savaşlarında bir sınır şehri olması nedeniyle birçok hanedan üyesi ve üst bürokrasiden kişiler tarafından sayısız hayrat eserin ve bunların ihtiyaçları için gelirlerin vakfedildiği örneklerin görüldüğü bir şehir olmuştur. Arşiv vesikaları ve araştırma kaynaklarından yararlanılarak hazırlanan bu çalışmada Amasya şehrinin fiziki oluşumunda vakıf kurumunun rolünün çok önemli bir paya sahip olduğu görülmüştür.
  • Öğe
    Üsküp medreseleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Emin, Ertan; Arabacı, Caner
    Balkanlar, konum itibarıyla tarihte pek çok devletin hakimiyet kurmak için mücadele ettiği bir coğrafyadır. Üsküp, Osmanlı döneminde Kosova Vilayetinin merkezi olması hasebiyle Türk kültürünün Bursa gibi önde gelen şehirlerinden biridir. 1392'de Paşa Yiğit Bey'in fethiyle Osmanlı birliğine katılan Üsküp, 1913 Bükreş Antlaşması'yla Osmanlının elinden çıkmıştır. Üsküp'ün fethinden sonra Türk yurdu haline getirilmesi için Anadolu'dan Türkler göç ettirilmiş ve şehri geliştirmek için vakıflar aracılığıyla cami, mescit, han, hamam, mektep, medrese, tekke, zaviye, hankâh gibi birçok yapı inşa ettirilmiştir. Medreselerin burada kurulmasıyla birlikte devlete ve topluma gerekli din hizmetlerinin yanı sıra aynı zamanda adlî ve idarî görevleri alacak kişileri yetiştirmek, toplumun refah ve kültür seviyesini yükseltmek amaçlanmıştır. Bu bağlamda kimi zaman padişah veyahut devlet adamları kimi zaman da hayırseverler eliyle Gazi İshak Bey, Gazi İsa Bey, Yahya Paşa, Mustafa Paşa, Lonca, Tütünsüz, Sultan Murad ve Meddah medreseleri gibi eğitim yapıları inşa ettirilmiştir. Burada Osmanlı devrinin ünlü âlimlerinden, aynı zamanda Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eserin de yazarı olan Kemalpaşazâde ve Taşköprülüzâde Ahmed Efendi gibi ilim adamları görev yapmış; hatta bazı eserlerini burada yazmışlardır. Ayrıca Mustafa Efendi, Şücâüddin İlyas Efendi ve Hasan Fehmi Efendi gibi Üsküp'te kendini yetiştirmiş âlimler burada görev yapmışlardır. Pek çok ilmiye mensubu Üsküp medreselerinden icazet alıp İstanbul, Edirne ve Bursa gibi köklü şehirlerin medreselerinde hocalık yapmışlardır. Bu nedenle Üsküp ve diğer şehirler arasında organik bir bağ vardır. Bu çalışmada Osmanlı döneminde Üsküp şehir merkezinde kurulmuş olan medreseler incelenmiştir. Araştırma neticesinde 21 adet medresenin bulunduğu sonucuna varılmıştır. Bu eğitim yapılarının hiçbiri günümüzde mevcut değildir. Fakat, Osmanlı dönemine ait vakıf eserlerinin bir kısmı ayakta ve kullanılabilir bir haldedir.
  • Öğe
    Türkiye'de eğitim ve kültür faaliyetleri (27 Mayıs 1960-12 Eylül 1980)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Yücer, Rezzan; Kaya, Yakup
    Bu çalışmada; 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 tarihleri arasında Türkiye'de gerçekleşen iki darbe arası dönemdeki eğitim ve kültür faaliyetleri incelenmiştir. Çalışmada her öğretim kademesindeki gelişmeler; dönemin beş yıllık kalkınma planları, Millî Eğitim Bakanlığı'nın şȗra kararları, eğitim ile ilgili çıkarılan kanunlar ve yönetmelikler ile değerlendirilmiştir. Kültürel gelişmeler ise dönemin edebiyat, tiyatro, sinema, resim, heykel, müzik ve müze faaliyetleri hakkında bilgiler anlatılmıştır.
  • Öğe
    Osmanlı'da suç ve ceza: XIX. yüzyılın ikinci yarısında Halep ve Konya
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Alıcı, Abdulvahap; Arabacı, Caner
    Bu tez, Osmanlı Devleti'nin XIX. yüzyılın ikinci yarısında geçirdiği hukuki değişimleri ceza kanunnameleri ve pratiği bağlamında incelemiştir. Bu dönemde keskin idarî, hukukî ve iktisadî değişimlere maruz kalan Osmanlı toplumu, bu durum karşısında Müslümanların siyasi ve idari olarak egemen olduğu yapısını kaybetmiştir. Bunun sonucunda ekonomik olarak zenginleşen gayrimüslimlerin toplumda siyasî ve idarî olarak farklı statü talepleri siyasî suçların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Müslüman-gayrimüslim ilişkilerinin şekillendirdiği siyasî suçların yanı sıra savaş, kıtlık, salgın ve ekonomik kriz dönemlerinde adi suçların arttığı görülmektedir. Bu durum, Osmanlı arşiv belgeleri, Fransız ve İngiliz konsolosluk kayıtları, dönemin basılı ve süreli eserleri ile seyahatnameler kullanılarak ortaya konmaya çalışılmıştır. Halep ve Konya vilayet örnekleri seçilerek coğrafi konum, demografi, ticari etkinlik ve sosyal yapı gibi faktörlerin suç ve suçlu pratikleri üzerinde ne derece etkili olduğu gösterilmiştir. Halep Vilayeti'nin ticari etkinliği, göç hareketleri, heterojen nüfus yapısı ve demografisi daha yoğun bir siyasi suç niceliğine neden olurken, Konya Vilayeti'nde ise daha homojen nüfus yapısının, sınırlı göç hareketlerinin ve ekonomik kapalılığın adi suçların yoğunlaşmasına neden olduğu görülmüştür. Bu çalışmada, belirtilen faktörlerin mahkeme kararlarındaki etkinliği ve kararların bölgesel farklılıkları bu bağlamda değerlendirilmiştir.
  • Öğe
    Millî Mücadele Dönemi’nde Kırım Türkleri (1919-1922)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Özkan, Ümit; Arabacı, Caner
    Millî Mücadele’nin başarıya ulaşmasında ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında pay sahibi olan muhacir toplumlardan biri de Kırım Türkleri’dir. Onların bu başarılarında; Rusya’nın emperyalist politikaları sonucu meydana gelen göçlerle Anadolu’da ulaştıkları demografik potansiyelleri, nispeten ileri tarım yöntemleriyle elde ettikleri ekonomik güçleri ve at etrafında şekillenen kadim kültürleri etkili olmuştur. Söz konusu özellikleriyle Kırım Türkleri, Osmanlı Devleti’nin son on yılındaki gelişmelerde, özellikle Millî Mücadele’de belirleyici rol oynamıştır. Güney Cephesi’nde Fransız ve Ermenilere; Batı Cephesi’nde ise İngilizlerin desteklediği Yunanistan ve yerli Rumlara karşı Kuva-yı Milliye birliklerinde mücadele etmişlerdir. Bunlar arasında İnce Ali ve Ayşe Çavuş gibi kendi müfrezelerini kurarak Millî Mücadele’ye katkı sunanlar vardır. Kırım Türkleri, ayrıca cephe gerisindeki birçok faaliyete katılmıştır. Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne yönelik faaliyetlerle; millî ordunun iaşe, ulaşım ve haberleşme gibi hayati derecede önem taşıyan ihtiyaçlarının karşılanmasında pek çok Kırım Tatar köyü büyük fedakârlık göstermiştir. 1920 yılının sonlarından itibaren Kırım Türkleri, düzenli orduya katılarak Millî Mücadele’ye destek olmayı sürdürmüştür. Bu bağlamda çoğu II. Abdülhamit döneminde kurulan pek çok Kırım Tatar köyünden yüzlerce genç; süvari, topçu ve piyade gibi çeşitli sınıflarda Türk ordusunda görev almıştır. Bunların büyük bölümü şehit ya da gazi olarak yeni vatanlarına son görevlerini yerine getirmiştir. Bunun yanında çeşitli sınıf ve rütbeden pek çok Kırımlı subay da düzenli orduya destek vermiştir. Bu tez, XX. yüzyılda Osmanlı nüfusu içinde önemli bir yer işgal eden Kırım Türkleri’nin, Millî Mücadele’deki rolünü aydınlatmak amacıyla yapılmıştır. Arşiv belgeleri, hatırat eserler, süreli yayınlar ve telif eserlerden yararlanılarak hazırlanan çalışmada, Kırım Türkleri’nin Millî Mücadele’ye önemli katkılar sundukları görülmüştür.
  • Öğe
    Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’ne Göre Rusya’nın Kafkasya Politikası
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Arslan Bilgin, Funda; Arabacı, Caner
    Rusya Kafkasya’yı işgal ettikten sonra bölgeyi asimile etmek ve Ruslaştırmak üzerine bir politika izlemiştir. Kafkas halkları ise Rusya’nın baskısı yüzünden Çarlık rejimini hiçbir zaman kabullenememiştir. Uzun müddet siyasi bir hareket icra edemeyen Kafkas halkları, 1905 Rus Devrimi ile siyasi olarak da örgütlenmek gerektiğinin farkına varmış ve 1917 Bolşevik Devrimi ile aradıkları fırsata kavuşmuşlardır. Bolşevik İhtilali sonrası Kafkasya bölgesinde dört ayrı devlet kurulmuş fakat Sovyet Rusya Kafkasya bölgesinden asla vazgeçmemiştir. 1920 yılından itibaren tüm Kafkasya’yı tekrar hâkimiyeti altına almış ve bu devletleri Sovyetler’e bağlamıştır. Bu çalışmamızda Rusya’nın Kafkaslarda nasıl bir politika izlediği Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yer alan haberler ışığında incelenmiştir. Rusların Kafkasya’yı asimile etmeye çalıştığı, Kafkasya’da müstakil devletlerin kurulduğu ve tekrar Sovyetleştirildiği dönemde yayın hayatında olması yönüyle gazete önemli bir kaynak teşkil etmektedir.
  • Öğe
    Meşrutiyet'ten Mütareke'ye Konya'ya Sürgün (1876-1918)
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Gün, Ömer; Arabacı, Caner
    Siyasi olarak çalkantılı bir sürecin sonunda tahta çıkan II. Abdülhamid, saltanatının 1878'e kadar olan ilk döneminde Mebûsan Meclisi'ni kapatır ve ağır bir yenilgi ile neticelenen "93 Harbi"nin yaralarını sarmakla meşgul olur. 1884'e kadar geçen ikinci dönemde meşrutiyet yanlısı muhalifler sürgünlerle uzaklaştırılarak tasfiye edilir. Ardından Sultan, hafiyelik ve sansür marifeti ile muhalif oluşumları kontrol altında tutmaya çalışır. Osmanlı Devleti hudutlarında meydana gelen küçük bir hadisenin bile kısa sürede ulusal ya da uluslararası bir soruna dönüşme ihtimali nedeniyle her türlü hadise Sultan tarafından yakından takip edilir. Sorunlar bölgesel ve ulusal dengeler gözetilerek ödül ve ceza (sürgün vs.) yöntemi ile çözülmeye çalışılır. Bu arada II. Abdülhamid idaresine karşı ortaya çıkan İttihat ve Terakki Cemiyeti kuvveden fiile geçerek Makedonya Bölgesi'nde başlattığı isyan ile meşrutiyetin yeniden ilan edilmesini sağlar. Kendini meşrutiyetin mutlak banisi olarak gören İttihatçılar bu yeni dönemde beklentileri karşılamaktan uzak kalırlar. Cemiyete muhalif olmanın aynı zamanda meşrutiyete muhalif olmak olarak algılandığı bu dönemde İttihatçı Hükümetler, sürgün gerektiren adli suç işleyenlerin yanı sıra kendi muhaliflerini de sürgünlerle uzaklaştırır. Birinci Dünya Savaşı yıllarına gelindiğinde ise muhâsım devlet tebaasına yönelik sürgünlerle Ermeni, Rum ve Arap tehciri yapılmak zorunda kalınır. Gerek II. Abdülhamid döneminde gerekse II. Meşrutiyet yıllarında Konya bahse konu sürgünlerin gönderildiği önemli bir menfa olur. Bilhassa Birinci Dünya Savaşı yıllarında çok sayıda menfiye ev sahipliği yapar. Bu çalışma Meşrutiyetin ilanından Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi'ne kadar geçen sürede Konya'ya yapılan sürgünleri ihtiva etmektedir.
  • Öğe
    Hârezmşah Devleti’nin Dış Politikası
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 2021) Vurgun, Nagehan; Kuşçu, Ayşe Dudu
    Hârezmşah Devleti (1097-1231), ilk dönemlerinde Büyük Selçuklu Devleti’ne tâbi olmakla beraber Atsız’ın (1128-1156) bağımsız bir devlet kurmak için başlattığı mücadele zamanla olumlu sonuç vermiş, Sultan Sencer’in 1157 yılındaki vefatından sonra İlarslan döneminde (1156-1172) devlet, bağımsızlığını kazanmıştır. Bağımsız bir devleti devralan Alâeddin Tekiş (1172-1200) ve sonrasındaki hükümdarların Abbâsî Halifesi ile iyi ilişkiler kurmak yerine mücadeleyi tercih etmeleri devletin dış politikasını olumsuz etkilemiş ve Halife, Hârezmşah Devleti ile baş edemediği için bu coğrafyada yeni bir güç olarak beliren Moğol Devleti’ni onun üzerine sefere çıkmaya teşvik etmiştir. Alâeddin Muhammed (1200-1220) ve oğlu Celâleddin (1220-1231) zamanında da Moğol tehlikesi karşısında Hârezmşah Devleti’nin Türk-İslâm devletleri ile gerekli dostlukları kuramaması, kurulanları sürdürememesi ve bu devletler ile düşmana karşı ortak bir harekât şeklinde bir dış politika takip edememesi, Moğol hükümdarı Cengiz Han’ın, Türk-İslâm beldelerinde derin izler bırakan istilâ sürecini başlatmasına sebebiyet vermiştir. Hârezmşahlar’ın başta Halife ve Selçuklular olmak üzere muhtelif Atabeylikler, Gurlular, Karahıtaylar, Kanglı-Kıpçaklar, İsmailîler, Eyyûbîler ve Türkiye Selçukluları ile olan mücadeleleri, onların devletlerinin büyüklüğü ve ihtişamı kadar bunu sürdürmede gerekli olan stratejiyi de ne oranda gösterdiklerinin delilidir. Devlet gücünü ve ihtişamını, her zaman ve bölgede, ordu gücüyle değil izlediği strateji ve diplomasi gücüyle ortaya koymaktadır. Nitekim bu politika iyi ve verimli olduğu zaman devlet istikrarla yükselirken bu politikanın bozulduğu dönemlerde devlet, dayanabildiği askerî güç kadar ayakta kalabilmekte aksi takdirde, Hârezmşahlar’da olduğu gibi, devletin idamesine imkân kalmamaktadır. Nitekim Hârezmşah Devleti’nin Moğol tehlikesi karşısında ordusunu toplu bir direnişe sevk etmesi yerine Türkistan beldelerine dağıtması ve başarı şansı düşük askerî stratejileri takip etmesi, devletin kendi sonunu hazırlamış ve 134 yıl ayakta kalabilen devlet 1231 senesinde tarih sahnesinden silinmiştir.
  • Öğe
    18. yüzyıl Konya şer'iyye Sicilleri bağlamında Osmanlı kadınlarının miras hukuku meseleleri (1750-1800)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Şimşek, Ayşe; Gök, Nejdet
    Konya Şer'iyye Sicilleri'nde 18. yüzyılın ikinci yarısında yer alan kadınların miras meselelerinin incelendiği bu tezde kadın ve miras konusu; hibe, sulh ve tehârüc, mehir, ketm ve ihfâ, vasiyet, vesâyet, mûris muvâzaası, zürri vakıflar, örfi intikalde kadın gibi başlıklar altında incelenmiştir. Tezin amacı kadının miras konusunda yaşadığı haksızlıklara tarihten bir pencere açmak ve günümüzdeki problemlere de ışık tutmaktır. Öncelikle Osmanlı miras hukukunun şer'î ve örfi hukuku kapsaması nedeniyle, Osmanlı hukuk sistemi tanıtılmıştır. Osmanlı miras hukukunda kadının şer'î ve örfi miras hukukundaki durumu anlatılarak teorik bağlamda kadının mirası konuları ile ilgili bilgi verilmiştir. Araştırılan dönemde sicillerde yer alan belgeler ışığında kadının miras meseleleri incelenmiş ve erkek çocuklarına yapılan hibelerin kız çocuklarına yapılan hibelerden daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca kadınların tehârüc ve sulh yoluyla terikedeki haklarından başka mallar almak suretiyle sıklıkla ayrıldıkları fark edilmiştir. Bazı belgelerde kadınların terikedeki haklarından daha az malla ayrıldıkları net bir biçimde görülmektedir. Mehrin, miras belgelerinde dava konusu olduğu görülmektedir. Yakınlarının mehrini terikeden isteyen vârisler, kocasının ölümüyle terikeden mehir hakkını isteyen kadın veya mehrinin miktarını ispatlayan ve terikeden olmadığını göstermeye çalışan kadın örnekleri belgelerde yer alır. Tezin sonunda kısaca kadının miras meseleleri ile ilgili fetvalar dönemin sıklıkla kullanılan fetva mecmualarından derlenmiştir. Tarih boyunca gerek hukuk sistemlerinde gerekse dinlerde kadınların miras hakları konusunda bilgiler yer almaktadır. Bu hakların pratik anlamda uygulanıp uygulanmadığı halkın gelişmişlik seviyesi ve hukukun işlerlik kazanıp kazanamadığı ile ilişkilidir.
  • Öğe
    Gazneli Mahmud'un dinî siyaseti
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Zeki, İzzetullah; Akkuş, Mustafa
    V/XI. yüzyılda Gazne merkezli büyük bir devlet kurarak fetih hareketleriyle sınırlarını Mâverâünnehir'den kuzey Hindistan'a kadar genişleten, 33 yıllık saltanatı boyunca Sünnî İslam'ı hâkim kılmaya çalışan Gazneli Mahmud, dinî, siyasî, askerî ve ilmî faaliyetleriyle İslam bayraktarlığını yapmıştır. Yaptırdığı cami ve medrese, yetiştirdiği ulemâ ve şuarânın yanı sıra put haneleri yıkıp Ehl-i Sünnet dışı fırkalara karşı verdiği mücadelesiyle Müslümanların gönlünde taht kurmuştur. Gazneli Mahmud'un iyi bir dinî, siyâsî ve askerî eğitim almasında başta babası Sebük Tegin olmak üzere Gazne ulemâ ve ümerâsı aktif rolü üstlenmiş, dinî siyasetine yön verecek Ehl-i Sünnet çizgisine göre yetişmesini sağlamışlardır. Onun saray teşkilatını oluşturan vezirler, sâhib-i divanlar, emirler, valiler, kâdılar ve şairler ile ilmî camiayı temsil eden müderrisler, fakihler ve mutasavvıflar iç ve dış siyasetinin şekillenmesinde birinci derece rol oynamışlardır. Bunlar, Hindistan fetih hareketlerinin gerçekleşmesi, Abbâsî Hilafeti ve bölge devletlerle ilişkilerinin Sünnî İslam anlayışı üzerine etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamışlardır. Gazneli Mahmud, dinî siyaseti gereği iç ve dış siyasetinde çatışma ve savaşın aksine barış ve müzakereyi ön planda tutmuştur. Bu çerçevede aşırı fırkalara karşı mücadele etmiş, Hindistan fetih hareketlerine durmadan devam etmiş, Sünnî İslam âlemini temsil eden Abbâsîlerle iyi münasebetler kurmuş ve Müslüman Karahanlı Devleti ile siyasî ve ailevî ilişkilerini geliştirmiştir.
  • Öğe
    İkinci meşrutiyet'ten fulbright komisyonu'na; Türk eğitim sisteminde batı etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Çelik, Halil İbrahim; Arabacı, Caner
    XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk eğitim sisteminde yenileşme-modernleşme sürecine girilmiştir. Bu kapsamda Avrupa'ya öğrenciler gönderilmiş, Avrupa'dan yabancı uzmanlar ve öğretmenler getirilerek kurumlarda görevlendirilmiştir. Ülkeye getirilen uzmanlar eli ile eğitim örgütleri ve eğitim-öğretim müfredatı yeniden düzenlenmiştir. Böylece okullarda modern düşünceye sahip insan yetiştirilmesi hedeflenmiştir. Cumhuriyet devrinde ise modernleşme, Osmanlı döneminden çok daha seküler bir bağlamda ele alınarak uygulamaya konulmuştur. Bu döneminde Avrupa'dan uzman getirilmesi ve öğrenci-öğretmen gönderilmesi uygulaması devam etmiştir. Türk eğitim sisteminin Batı ile etkileşiminde Fulbright programının özel bir yeri vardır. Türkiye ile ABD arasındaki anlaşma ile 1949 yılında kurulan Fulbright Eğitim Komisyonu; öğrenci, öğretmen ve öğretim üyesi değişimi ile iki ülke arasında kültür etkileşimi hedeflenmiştir. Fulbright bursu ile ABD'de eğitim alan Türk öğrenciler ve Türkiye'ye Fulbright bursu ile gelen ABD'li eğitimciler ve uzmanlar Türk eğitim sisteminin yeniden yapılanmasında etkili olmuşlardır. Modern standartlara göre iyi eğitim almış olan Fulbright bursiyerleri Türkiye kamu idaresinde ve eğitim kurumlarında önemli görevler yapmışlardır ve halen yapmaktadırlar. Fulbright bursiyerlerinin etkisi ile Türk eğitim sistemi; insan kaynağı, okul binaları, öğretim programları, eğitim materyalleri, öğrenci, öğretmen, öğretim üyesi kültürü ve öğretim yöntem-teknikleri bakımından Batılılaşmıştır.
  • Öğe
    Gazeteci Us Ailesi ve modernleşme
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Sarı, Selim; Arabacı, Caner
    Araştırmanın muhtevası; Türk basın hayatında önemli bir yer teşkil eden gazeteci kardeşler; Mehmet Asım, Hakkı Tarık ve Hasan Rasim Us'tur. Onların Türk modernleşmesine katkıları sahibi oldukları Vakit gazetesi vasıtasıyla olmuştur. Vakit gazetesinde tanıklık ettikleri önemli olayları neşrettikleri fikir yazıları mercek altına almaya çalışmışlardır. Araştırma üç bölümden müteşekkildir. Araştırmanın ilk bölümünde; Gazeteci Us kardeşlerin hayatı, eserleri ve basın alanında katkıları incelenmiştir. Araştırmanın ikinci bölümünde Türk modernleşmesinin ilk safhası olan Osmanlı modernleşmesi genel bir çerçevede tetkik edilmiştir. Araştırmanın son bölümünde Türk modernleşmesinin ikinci safhası olan Cumhuriyet modernleşmesinde yaşanan değişimlere ve gelişmelere tanıklık etmiş olan Us ailesinin söylemleri ve fikir yazılarıyla analiz edilmeye çalışılmıştır.
  • Öğe
    İngiliz arşiv belgeleri ışığında İngiltere'nin Türkistan siyaseti (1907-1920)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Özalp, Görkem Ozan; Özcan, Kemal
    Türk kültür ve tarihi açısından önemli bir yere ve değere sahip olan Türkistan bölgesi her dönem birçok gücün mücadele alanı olmuştur. Sahip olduğu doğal kaynaklar ve merkezi konumu sayesinde önceleri bölgede yayılmacı bir politika izleyen Rusların hedefi, daha sonra ise Hindistan güvenliği ve transit konumu sayesinde İngiliz politikaları için önemli bir unsur haline gelmiştir. İngilizlerin Türkistan bölgesine duydukları ilgi özellikle Rus devrimleri sonrasında daha da artmıştır. Tüm Asya kıtasında başta petrol olmak üzere birçok ticari ve stratejik menfaati bulunan İngilizler, Çarlık Rusya'sının çöküşü ve yaşanan devrimler ile bölgeye askerî açıdan müdahale etme fırsatı yakalamışlardır. Bölgedeki çatışma ortamından faydalanmak isteyen İngilizler Türkistan'ın birçok merkezinde istihbarat faaliyetlerini artırmış, bölgeyi hem siyasi hem de askerî açıdan incelemişlerdir. Bolşevik ideolojinin İngilizler açısından bir tehdit unsuru haline gelmesi ile birlikte müdahale kararı veren İngiliz yetkililer bir yandan kuzeyde operasyonlara başlarken bir yandan da Türkistan bölgesini ele geçirmek üzere General Malleson komutasındaki askeri birlikleri bölgeye göndermişleridir. Çalışmamızda İngiliz askeri ve siyasi bürolarının çok gizli raporları çerçevesinde İngilizlerin Türkistan bölgesine yönelik siyasi ve askeri politikaları ele alınmıştır. Ayrıca bu politikaların geliştiği dönem, uluslararası siyasal durum, ideolojiler, güvenlik kaygıları, arka planda çalışan ancak gerçek mücadeleleri yürüten gizli servisler ve faaliyetleri incelenmiştir.
  • Öğe
    Alman arşiv belgelerine göre Almanya'nın Türkistan siyaseti (1910-1920)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Çolak, Fatih; Özcan, Kemal
    Prenslikler halinde yaşayan Almanlar, 1871 senesinde birliklerini tamamlamışlar ve Alman İmparatorluğu olarak tarih sahnesinde yerlerini almışlardır. Almanya'nın Avrupa'da üstünlüğü sağlayabilmesi için her şeyden önce ekonomisinin iyi olması gerekiyordu. Bundan dolayı birliğini diğer büyük Avrupalı devletlere göre geç tamamlayan Almanya, kurmuş olduğu sanayisi için hammadde ve pazar arayışına girmiştir. Bunun için "Drang nach Osten" ismini verdikleri "Doğuya Yöneliş-Doğuya Nüfuz Etme" anlamına gelen bir siyaset geliştirmişlerdir. Bu siyasetin uygulanabileceği bölgelerin başında Yakın Doğu, Orta Doğu ve Asya gelmekteydi. Asya özelinde ise, demografik yapının çeşitliliğinden, Müslüman nüfusun çokluğundan ve yer altı-yer üstü kaynakları açısından zengin olmasından dolayı Türkistan coğrafyası önemli bir yer almaktaydı. Bu Tez'de Alman İmparatorluğu'nun doğu siyaseti ele alınacak ve Türkistan'ın bu politika içerisindeki yeri saptanmaya çalışılacaktır. Çalışma, Alman Dışişleri Bakanlığı arşiv belgeleri ışığında gerçekleştirilecektir. Alman arşiv belgelerinde, Almanların 1871 yılından itibaren Türkistan için politika geliştirdikleri görülmektedir. Ancak, söz konusu politika I. Dünya Savaşı'ndan birkaç yıl önce ve savaş yıllarında hızlanmıştır. Bundan dolayı araştırmanın zaman aralığı 1910 ile 1920 yılları arası olarak belirlenmiştir.
  • Öğe
    Çanakkale muharebelerinde Osmanlı ve Alman komutanlarının askerî planları ve alınan sonuçlar
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2016) Babüroğlu, Naim; Arabacı, Caner
    Stratejik önemdeki Boğazlar'ı ele geçirerek, İstanbul'un kapısını açmak, böylece Osmanlıyı çökertmek, Rusya'ya silah ve mühimmat yardımı yapmak maksadıyla, İtilaf Devletleri Gelibolu Harekâtı'nı başlattılar. İngiltere ve Fransa, Batı Cephesi başta olmak üzere tüm cephelerde ihtiyaç duydukları asker ve gemi ihtiyaçlarına rağmen, büyük bir donanmayı ve yaklaşık 500.000 askeri Gelibolu Yarımadası'nda tutmak zorunda kaldı. İtilaf kuvvetlerinin Boğaz'ı sadece donanmayla geçme planı, 18 Mart 1915'te sonuçsuz kaldı ve donanma büyük bozguna uğradı. Yalnız donanmayla Boğaz'ın geçilemeyeceğini anlayan İtilaf kuvvetleri, 25 Nisan 1915'te Kara Harekâtı başlattılar. Fakat hedeflerine ulaşamadan büyük bir yenilgi ile 9 Ocak 1915'te geri çekildiler. Türk savunması, başlangıçta kıyı hattını kuvvetli tutmak esasından hareketle, Türk komutanları tarafından hazırlanmıştı. Çanakkale Cephesi'nden sorumlu Ordu Komutanı Alman General Liman von Sanders, Türk komutanların hazırlamış olduğu savunma planını değiştirmiş ve savunmayı kıyıları zayıf kuvvetlerle tutma esasına dayandırarak, İtilaf kuvvetlerinin karaya çıkmasına fırsat sağlamıştır. Alman komutanların esas amacı, Almanya'yı Batı cephesinde rahatlatmak için, İtilaf kuvvetlerini mümkün olduğu kadar Çanakkale Cephesi'nde tutmaktı. Bu gerçeği anlayan Türk komutanların karşı çıkmalarına rağmen, Alman komutanların muharebelerdeki Harp Prensipleri ile çelişen uygulamaları, hem savaş süresinin uzamasına hem de aşırı zayiat verilmesine neden olmuştur. Çanakkale Muharebeleri, denizde ve karada 287 gün, karada 260 gün devam etmiş, Türk askerinin kanıyla kazandığı, harp tarihinde eşine az rastlanır bir kahramanlık destanı örneği teşkil emiştir. İtilâf Devletleri, büyük umutlarla başladıkları Gelibolu Harekâtı sonunda, Seddülbahir bölgesinde sadece beş kilometre, Arıburnu bölgesinde ise 1.5 kilometre ilerleyebilmişlerdir. Türk komutanların hazırladıkları savunma planı uygulansaydı ve muharebeler Türk komutanları tarafından sevk ve idare edilseydi, Çanakkale Zaferi, çok daha kısa sürede sonuçlanabilir ve her iki tarafın kaybı da çok az olurdu.