Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 17 / 17
  • Öğe
    Behçet hastalığında klinik aktivasyon ile CRP/albümin ve fibrinojen/albümin arasındaki ilişki
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Işık, Begüm; Balevi, Şükrü
    Behçet hastalığı etyolojisi tam olarak bilinmeyen kronik, ataklarla seyreden küçük, orta ve büyük tüm damarları tutabilen bir sistemik vaskülit tablosudur. Behçet hastalığı remisyon ve ataklarla seyretmesi nedeniyle hastalık aktivitesini tek bir belirteçle değerlendirmek mümkün değildir. Hastalık aktivitesi ile korele, hızlı, kolay uygulanabilir belirteçlere ihtiyaç vardır. Literatürde Behçet hastalığı aktivitesi ile CRP/albümin(CAO) ve Fibrinojen/albümin(FAO) ilişkisini araştıran bir çalışmaya rastlanmamıştır. Çalışmamızda, aktif Behçet hastaları, inaktif Behçet hastaları ve kontrol grubunun CRP/albümin ve Fibrinojen/albümin değerleri karşılaştırılarak bu değerlerin Behçet hastalığı aktivitesiyle ilişkisini ve Behçet hastalarını sağlıklı erişkinlerden ayırt etmedeki üstünlüğünü değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmadaki esas amacımız Behçet hastalığı aktivitesi ile CRP/albümin ve Fibrinojen/albümin değerlerinin korelasyonunu ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem Çalışmaya Deri ve Zührevi Hastalıkları polikliniğine başvuran ve Uluslararası Çalışma Grubu kriterlerine göre Behçet hastalığı tanısı almışaktif veya inaktif dönemde takip edilen 18 yaş ve üzeri 62 hasta prospektif olarak dahil edildi. Kontrol grubuna aynı polikliniğe inflamatuar olmayan dermatolojik lezyonlar ile başvuran bilinen kronik bir hastalığı olmayan yaş, cinsiyet, VKİ uyumlu 18 yaş ve üzeri sağlıklı gönüllülerden oluşan 28 kişi dahil edildi. Çalışmada yer alan olguların demografik özellikleri, aile öyküsü,Behçet hastalığı klinik bulguları, başvuru esnasındaki hastalık aktiviteleri ile Behçet hastalarından ve kontrol grubundan alınan kan sonuçları kaydedildi. Başvuru anındaki numunelerden hemogram, CRP, fibrinojen, albümin ve rutin kontrol amaçlı alınan örnekler değerlendirildi. Behçet hastalarının başvuru esnasındaki hastalık aktivitesi BDCAF göre belirlendi. Total indeks skoru 0-12 arasında hesaplandı, 4 ve 4'ten yüksek skorlar aktif, 4'ten düşük skorlar inaktif kabul edilerek 2 gruba ayrıldı. Bulgular Çalışmaya alınan olguların 62'si Behçet hastaları ve 28'i kontrol grubuydu. Behçet hastalarının 30'u aktif ve 32'si inaktif dönemdeydi. Olguların yaş ortalaması 38,62±10,48 idi. Behçet hastalarındaki ortalama CAO seviyesi (0,218±0,400), kontrol grubundaki CAO seviyesine (0,049±0,045) kıyasla anlamlı yüksek saptandı (p=0,015). Aktif Behçet hastalarının CAO değeri, kontrol grubundan daha yüksekti (p=0,013). Ancak diğer grupların CAO değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Behçet hastalarındaki ortalama FAO seviyesi ( 7,471±2,413 ) kontrol grubundaki FAO seviyesine ( 5,623±1,261 ) kıyasla anlamlı yüksek saptandı (p=0,001). Aktif ve inaktif Behçet hastalarının FAO değeri, kontrol grubundan daha yüksekti (sırasıyla p=0,001; p=0,020). Ancak aktif ve inaktif Behçet hastalarının FAO değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Eritema nodozum benzeri lezyonu ve artriti olan Behçet hastalarında bu bulguları olmayanlara kıyasla CAO değerinde anlamlı farklılık saptandı(sırasıyla p=0,024 , p=0,006). Eritema nodozum benzeri lezyon ve artrit görülen Behçet hastalarında CAO değeri daha yüksek bulundu. Oral ülser ve artriti olan Behçet hastalarında bu bulguları olmayanlara kıyasla FAO değerinde anlamlı farklılık saptandı(sırasıyla p=0,015, p=0,038). Oral ülser ve artrit görülen Behçet hastalarında FAO değeri daha yüksek bulundu. Sonuç Behçet hastalığının tanısını koymak ve aktivitesini belirleyebilmek için kullanılan çok çeşitli laboratuvar parametreleri bulunmaktadır. Bazıları Behçet hastalığının belirli klinik bulgularıyla ilişkilendirilirken bazıları da aktif hastalık döneminde yükselmektedir. Klinisyene yardımcı spesifik bir parametre olmaması tanı ve tedavide gecikmelere yol açmaktadır. Çalışmamızda kolay, hızlı hesaplanabilir, ucuz ve tedavi altındaki hastalarda dahi yol gösterici olabilecek CRP/albümin ve Fibrinojen/albümin değerlerinin hastalık tanısında ve aktivitesindeki rolünü araştırmayı amaçladık.
  • Öğe
    The Usage of Social Media Tools in Dermatology and Dermatopathology: A New Generation Vocational Communication and Education Method
    (2018) Oltulu, Pembe; Fındık, Sıddıka; Özer, İlkay
    Social media (SoMe) is an interactive communication type that uses computers (smart phone, tablet, notebook) and internet based technologies. With SoMe, ideas, videos, pictures and files can be easily shared; instant communication and cooperation can be installed with people in distant places. Twitter, Facebook, Instagram and Youtube are highly efficient SoMe tools for information sharing. These sharings can be national or international level. In recent years, SoMe tools have provided quite good opportunities for communication between colleagues on behalf to increase patient-physician communication as well as vocational education and skills in medicine. Because, to reach big centers and experienced trainers for a good education is mostly difficult and labored due to time, cost and language problems. However, thanks to SoMe tools, this problem can be partially solved. Dermatology and dermatopathology are the most appropriate medical fields where these tools can be used for visual education. In this article, we wanted to share the clues by making the awareness that SoMe tools can provide positive contributions to vocational education and communication, and by emphasizing the importance of the use of SoMe tools in increasing the experience of practitioners in dermatology and dermatopathology education and practice in these fields.
  • Öğe
    Cutaneous Pseudolymphoma Due to Hirudotherapy
    (2019) Temiz, Selami Aykut; Özer, İlkay; Ataseven, Arzu; Dursun, Recep; Fındık, Sıddıka
    Pseudolymphoma, also known as Jessner’s lymphocytic infiltration, is a benign but usually chronic, T-cell infiltrating diseasewith erythematous papules and plaques usually seen on the skin of the face, neck, and back. The use of leech therapy also knownas hirudotherapy has increased in recent years. Here, we report a 52-year-old male patient who had undergone hirudotherapy inhis neck and developed infiltrating plaques after four months. A skin biopsy confirmed the diagnosis of Jessner’s lymphocyticinfiltration. In parallel with the increasing use of hirudotherapy in recent years, the side-effect reports will likely to increase.Indications and contraindications of hirudotherapy, which is being used officially in hospitals, should be taken into consideration.
  • Öğe
    Papular mucinosis: A report of two cases
    (2018) Temiz, Selami Aykut; Ataseven, Arzu; Özer, İlkay; Dursun, Recep; Fındık, Sıddıka
    Papular mucinosis (PM) (lichen myxoedematosus) is a unique, chronic idiopathic disease characterized by lichenoid papules or nodules due todermal mucin deposition and a variable degree of fibrosis. PM is a quite rare disease of unknown etiology, with fewer than one hundred andfifty cases reported. In this paper, we present two cases of PM with no associated monoclonal gammopathy in two male patients aged 75 and38 years, for its rare occurrence in the literature.
  • Öğe
    Mikozis fungoides tedavisinde dbUVB ve PUVA: Retrospektif değerlendirme
    (2015) Ünal, Mehmet; Tol, Hüseyin; Şükrü, Balevi; Ürün Ünal, Gülbahar
    Mikozis fungoides (MF)'de darband UVB (dbUVB) ve psoralenUVA (PUVA) tedavilerinin etkinlikleri karşılaştırmalı şekilde değerlendirildi. Gereç ve yöntem: MF tanısıyla takipli ve dbUVB ve PUVA tedavisi alan 61 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların cinsiyet, yaş, ek hastalık, tanı zamanı, başlangıç lezyonları, şikayet başlangıcı ile tanı zamanı arası süre, hastalık evresi, lenfadenopati varlığı, verilen fototerapi türü, varsa kombine olarak verilen sistemik tedaviler, remisyona ulaşan hastalarda remisyona kadar olan süre, seans ve doz, idame tedavi süreleri, remisyona ulaşıldıktan sonraki takip süreleri ve remisyon süreleri, nüks durumları ve nüks olan hastalarda remisyon ile nüks arası süre, toplam takip süreleri, toplam verilen PUVA ve dbUVB dozları, yan etkiler ile ilgili bilgiler kaydedildi. Bulgular: DbUVB ve PUVA'nın erken evre MF'de benzer etkinliğe sahip olduğunu tespit ettik.Tam remisyona ulaşma süresi ve tam remisyon relaps arası sürenin dbUVB grubunda daha kısa olduğunu gözlemledik.Tam remisyon oranı evre 2A'da daha düşüktü.Kombinasyon tedavilerinin fototerapi sonuçlarını anlamlı bir şekilde değiştirmediği gözlemlendi. Sonuç: Çalışmamızda dbUVB ve PUVA'nın erken evre MF'te kullanışlı ve kabul edilebilir başarılı sonuçlara ulaştığını. tam remisyona ulaşma süresi ve tam remisyon relaps arası sürenin dbUVB grubunda daha kısa olduğunu gözlemledik.
  • Öğe
    A Case of Staphylococcal Scalded Skin Syndrome in a 1-Year Old Boy with Otitis Media
    (2018) Temiz, Selami Aykut; Özer, İlkay; Ataseven, Arzu; Fındık, Sıddıka
    Introduction: Staphylococcal scalded skin syndrome (SSSS), also known as Ritter’s Disease, is a severe disease seen mostly in newborns and children aged 5 years, and the mortality rate might reach to 4% despite an appropriate treatment. Exfoliative toxins cause intraepidermal separation in the stratum granulosum and lead to a condition that is characterized with widespread epidermolysis all over the body and bullae with positive Nikolsky’s sign. SSSS might be fatal due to loss of skin barrier. Immediate initiation of an anti-staphylococcal drug therapy is required for the treatment of this toxin-dependent disease, which is one of the emergencies of dermatology practices. Case Report: A 1-year-old boy was referred to a dermatology clinic from pediatric emergency service with widespread epidermolysis all over the body, including erosion and bullous formation that had been appeared in the inguinal region. SSSS was suspected in this case, and skin biopsy was performed to confirm the diagnosis. He was hospitalized in the Pediatric Infectious Diseases Service, and treatment comprising intravenous administration of (i.v.) vancomycin (40 mg/kg/day) and 3 gIVIG ( intravenous immunoglobulin) was initiated. Conclusion: Staphylococcus aureus, a rather rare agent of otitis media, is remarkable in terms of causing the complication of SSSS, which is very rare. In our case report, we aimed to remark to this rare condition (association of otitis media and SSSS). Keywords: Staphylococcal scalded skin syndrome, Staphylococcus aureus, otitis media.
  • Öğe
    Kutanöz Küçük Damar Vaskülitlerinde Direkt İmmunfloresan (Dif) Mikroskopi Bulguları: Tek Merkeze Ait Deneyimler
    (2018) Oltulu, Pembe; Uğur, Ayşenur; Özer, İlkay; Kılınç, Fahriye; Esen, Hacı Hasan; Fındık, Sıdıka; Ataseven, Arzu; İyisoy, Mehmet Sinan; Avunduk, Mustafa Cihat; Balevi, Şükrü
    Giriş: Küçük damar kutanöz vaskülitlerinde (KKV) direkt immunfloresan mikroskopide (DİF) immun depolanmalar (özellikle IgG, IgM, IgA ve Kompleman C3) gözlenebilir. Dünya literatüründe çeşitli pozitiflik oranları bildiren çalışmalar mevcuttur. Çalışmamızda kliniğimize ait KKV’lerinin DİF mikroskopi sonuçlarını sunmayı amaçladık. Gereç ve yöntem: Vaskülit ön tanısı ile biopsi ve DİF tetkiki yapılan, histopatolojik olarak KKV’i mevcut olan toplam 121olgu retrospektif olarak çalışmaya dahil edildi. Olgular klinik verileri ve Chapel Hill Consensus Conference vaskülit sınıflaması göz önünde bulundurularak toplam 6 gruba ayrıldı. Bazal membran ya da perivasküler (PV) alanda en az bir depolanma ‘DİF pozitif’ olarak kabuledildi. Tüm olgularda DİF IgG, IgM, IgA ve Compleman C3 depolanmalarının dağılımları, oranları ve gruplarda en az bir immun depozitin bulunma durumu belirlendi. Lökositoklazis bulunduran ya da eozinofil bulunduranlar ayrı grup yapılarak diğerleri ile immun depolanmalar açısından istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Tüm olgularda DİF pozitifliği %58.7 (n:71/121) idi. Lökositoklastik vaskülit olgularının %50.9’unda (n:28/55), nonspesifik KV olgularının%67.4’ünde (n:31/46), ürtikeryal vaskülit olgularının %44.4(n:4/9)’ünde, livedoid vaskülit olgularının %75 (n:3/4)’inde, henochschonlein purpurası (HSP) olgularının (n:5/5) %100’ünde DİF pozitifti.2 vaskülopati olgusunda depolanma yoktu. Lökositoklazis ve eozinofil mevcudiyeti ile immun depolanmalar arasında herhangi bir ilişki yoktu. En fazla biriken depozit C3 iken, HSP olgularında IgA depolanma oranı %100’dü. Sonuç: KKV’lerinde gözardı edilemeyecek yüksek DİF pozitiflik oranları (özellikle C3) tespit edildi. HSP olgularında DİF ile IgA depozit tespiti tanı için oldukça önemlidir. KKV’lerde DİF tetkikinin, klinik ve histopatolojik incelemeye ek olarak uygulanması faydalı olabilir.
  • Öğe
    Helikobakter pilori enfeksiyonu Mikozis fungoides için risk faktörü müdür?
    (2013) Daye, Munise; Mevlitoğlu, İnci; Şahin, Tahir Kemal; Akça, Hanife Merve
    Giriş: Kutane T hücreli lenfomalar'ın iki önemli varyantı; Mikozis fungoides ve Sezary sendromudur. KTHL'ın oluşumundaki, otolog dendiritik hücrelerin, tümöral yöndeki dönüşümlerini, hangi antijenlerin başlattığı bilinmemektedir. Helicobacter pylori'nin (H.pylori) bazı dermatozlarla ilişkili olduğu bilinmektedir. H.pylori; kronik gastrit, peptik ülser ve gastrik mukoza ilişkili lenfoid doku lenfomanın gastrik B hücreli lenfoması ile kuvvetle ilişkili gram (-) bakteridir. Bu çalışmada H.pylori enfeksiyonu ile MF gelişimi arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve yöntem: Bu çalışma yaş-cinsiyet eşlemeli vaka-kontrol çalışmasıdır. MF'i olan 50 olgunun 37 evre1, 13'ü evre 2A'ıydı. H.pylori enfeksiyonu ile ilişkisiz dermatolojik hastalığı bulunan 50 olgu kontrol olguları olarak alındı. H.pylori için H. pylori gayta antijen testiyle bakıldı. Bulgular: MF olgularının ortanca yaşı 48, kontrol olgularının ortanca yaşı 53 yıldı. MF olgularının ortalama hastalık süresi 7 yıldı. MF ve kontrol olgularının yaş ve cinsiyet açısından aralarında fark saptanmadı. MF olgularının 12'sinde H.pylori gayta antijen test idi. Cinsiyet, evre, hastalık süresi ile H.pylori 'liği arasında fark saptanmadı. MF ve kontrol olgularının H.pylori gayta antijen'liği arasında fark saptanmadı. Sonuç: Çalışmamızda H.pylori enfeksiyonu ile MF arasında ilişki saptanmadı. Farklı toplumlarda prospektif, multimerkez çalışmaların yapılmasının faydalı olacağını, H.pylori antijeninin MF olgularının MF lezyonu olan dokusunda bakılmasının olası ilişkiyi araştırmada yardımcı olabileceğini düşünmekteyiz.
  • Öğe
    A case of entecavir-associated bullous fixed drug eruption and a review of literature
    (2019) Temiz, Selami Aykut; Özer, İlkay; Ataseven, Arzu; Fındık, Sıddıka
    Fixed drug eruption (FDE) is a type of drug reaction characterized by localized erythema, hyperpigmentation, and bullous at the samesite(s), generally observed following every intake of a causative drug. Delayed-type cellular hypersensitivity (Type IVC) is considered toplay a role in FDE etiology. Several antibiotics, barbiturates, oral contraceptives, nonsteroidal anti-inflammatory drugs, laxative-containing phenolphthalein, metronidazole, and quinine are known to be the primary drugs responsible for FDE. Bullous FDE, on the otherhand, is a relatively rare form of FDE. Hepatitis B is a significant worldwide health problem, and entecavir is a common nucleoside(deoxyguanosine) analog used for treating hepatitis B; however, it has various side effects, such as lactic acidosis, myalgia, azotemia,hypophosphatemia, headache, diarrhea, pancreatitis, and neuropathy, and, in rare cases, cutaneous drug eruption. Our aim is to presenta case of entecavir-associated bullous drug reaction, which has not been reported in the literature. Furthermore, we performed a reviewof literature to compile previously reported entecavir-associated drug reactions.
  • Öğe
    Dermatoloji polikliniğine başvuran olguların deri bakımı ve nemlendiricilerle ilgili bilgi, tutum ve davranışlarının değerlendirilmesi
    (2015) Daye, Munise; Mevlitoğlu, İnci; Şahin, Tahir Kemal
    Amaç: Sağlıklı derinin devamı için deri tiplerine özel hazırlanmış temizleme ve kozmetik ürünlerinin (besleyici, nemlendirici, güneş koruyucu gibi) kullanılması ve/veya uygulanması deri bakımı olarak isimlendirilir. Çalışmamızda dermatoloji polikliniğine başvuran olguların deri bakımı hakkında bilgi seviyesini, deri bakımı ürünü kullanma alışkanlıklarını, nemlendiriciler hakkında bilgi seviyeleri ve bu ürünleri kullanma alışkanlıklarını değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Mart-Mayıs 2013 tarihleri arasında herhangi bir nedenle dermatoloji polikliniğine başvuran olgulara deri bakım ürünleri ve nemlendiricileri, kullanma alışkanlıkları, deri bakımı ile ilgili bilgileri nereden edindikleri, ürün seçiminde dikkat ettikleri noktalar, ürünleri kime danışarak ve nereden aldıkları, alırken neye dikkat ettiklerini sorgulayan anket doldurtuldu. Bulgular: Araştırmaya katılan 984 olgunun 608i (%61,8) kadın, 376sı (%38,2) erkekti. Çalışmamızda 474 olgu (%48,2) deri bakımı deyince temizlik anladığını, 337 olgu (%34,2) ise deri hastalığının olmaması olduğunu belirtti. Üç yüz üç (%30,8) olgu bir ürün, 213 (%21,6) iki ürün, 284 (%28,9) üç ve daha fazla ürün biliyorken, 184 (%18,7) olgu deri bakım ürünlerini bilmiyordu. Deri bakım ürünlerini 200ü düzenli ve 328i bazen olmak üzere 528 (%53,7) olgu kullanmakta, 456 (%46,3) olgu da kullanmamaktaydı. Olgularımız deri bakım ürünlerini seçerken; 648 (%65,9) olgu dermatoloğundan, 154ü (%15,7) internetten, 106sı (%10,8) reklamlardan, 37si (%3,8) komşusundan, 39u (%4) eczacısından yardım almaktaydı. Çalışmamızda; olguların 300ü (%30,5) nemlendiricileri kullanırken, 340ı (%34,6) bazen kullanmaktaydı, 344 (%35) olgu da nemlendirici kullanmadığını belirtti. Sonuç: Düzenli deri bakım ürünü kullanma alışkanlığı olgularımızın çoğunda bulunmamaktadır. Toplumun düzenli deri bakımı ve nemlendiricilerin doğru seçimi, uygun yerlerden alımı ve kullanılmasıyla ilgili bilgilendirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır.
  • Öğe
    Psoriasisli Hastalarda Serum Nöroinflamatuvar Belirteç Seviyeleri ve Geniş Çaplı Periferik Sinir Lifi Fonksiyonlarının Değerlendirilmesi
    (2016) Balevi, Ali; Özdemir, Mustafa; Güney, Figen; Tol, Hüseyin; Okudan, Nilsel; Belviranlı, Muaz; Şahin, Kemal Tahir
    Amaç: Günümüzde tümör nekroz faktör-alfa (TNF-?) inhibitörleri, özellikle şiddetli psoriasisin tedavisinde tüm dünyada yaygın olarak kullanılmaktadırlar. Ancak psoriasisli hastalarda TNF-? inhibitör tedavisiyle ilişkilendirilmiş multipl sklerozis (MS) ve periferal nöropatiler bildirilmektedir. Psoriasis tedavisinde kullanılan TNF-? inhibitörleri, altta yatan nörolojik bozukluğu ortaya çıkarıp çıkarmadığı bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı; psoriasis ile multipl sklerozis ve periferal nöropatiler arasında bağlantı olup olmadığını araştırmaktır. Yöntemler: Bu çalışmada; 50 psoriasisli hasta ve 25 sağlıklı kontrol çalışmaya alındı. Nörolojik muayene ve iğne elektromiyografi testleri uygulandı. Nöroinflamatuvar süreçte rol alan matriks metalloproteinaz-2 (MMP-2), matriks metalloproteinaz-9 (MMP-9), S100 kalsiyum bağlayıcı protein (S100B) ve nöron spesifik enolaz (NSE) seviyeleri serumda ölçüldü. Bulgular: Sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında serum MMP-9 seviyeleri psoriasisli hastalarda yüksek tespit edilirken MMP-2 ve NSE seviyeleri psoriasisli hastalarda, sağlıklı kontrollere göre düşük tespit edildi. Serum S100B seviyeleri açısından her 2 grup arasında fark yoktu. Tüm hastalarda ve sağlıklı kontrollerde tüm nörofizyolojik parametreler normal bulundu ve 2 grup arasında fark tespit edilmedi. Sonuç: NSE ve MMP-9, psoriasisli hastalarda MS'in oluşmasında rol oynuyor olabilir. Özellikle ailesel MS öyküsü olan psoriasisli hastalarda, TNF-? inhibitörü ajan başlamadan önce bu belirteçlerin ölçülmesinin faydalı olabileceğini düşünüyoruz.
  • Öğe
    İdyopatik fotodermatozlar
    (2012) Daye, Munise; Mevlitoğlu, İnci
    Amaç: Fotodermatozlar güneşle oluşan veya artan geniş bir grup hastalıkları içermektedir. İdyopatik fotodermatozlar: polimorfik ışık erupsiyonu, kronik aktinik dermatit, aktinik prurigo, hidro vaksiniforme, solar ürtikerdir. Polimorfik ışık erüpsiyonu en sık görülen idyopatik fotodermatozdur. Ana bulgular: Fotodermatozları birbirinden ayırmak, tanıyı koymak her zaman kolay olmamaktadır. Tanıda güneşle ilişkili bölgelerin hastalıktan etkilenmesi, fototest önemlidir. Sonuç: Ayırıcı tanı için anamnez detaylı alınmalı ve gerekli ilgili testler yapılmalıdır. Tedavide güneşten korunmak başta olmak üzere çeşitli tedavi yöntemleri bulunmaktadır.
  • Öğe
    Konya ilinde büllöz hastalıklar: 93 olgu üzerine bir çalışma
    (2013) Daye, Munise; Mevlitoğlu, İnci; Esener, Sarenur
    Amaç: Büllöz hastalıklar; deri ve mukozaları tutan, doku adezyon moleküllerine karşı spesifik antikorlarla gelişen ya da genetik kalıtımın neden olduğu bir grup hastalıktır. Ülkemizde bu hastalıkları inceleyen detaylı epidemiyolojik çalışma sınırlıdır. Bu amaçla Orta Anadoluda Konya yöresi ve civarında yaşayan büllöz hastalığı olan olguların demografik, klinik, immünopatolojik, tedavi ve takiplerindeki özellikleri sunmaktayız. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 2006-2012 yılları arasında büllöz hastalık tanısıyla takip edilmiş olan 93 olgunun verileri retrospektif değerlendirildi. Olgularımızın çoğunluğu pemfigus ve büllöz pemfigoid grubunda olduğu için onlara ait veriler daha detaylı irdelendi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 93 olgunun 50'si (%53,8) kadın, 43'ü (%46,2) erkekti. Yaş ortalaması 52,9 yıldı. Olgulardan %37,6'sı pemfigus vulgaris, %34,4'ü büllöz pemfigoid, %15'i herediter epidermolizis bülloza, %4,3'ü dermatitis herpetiformis, %4,3'ü pemfigus foliaseus, %2,2'i pemfigus vegetans, %1,1'i Hailey-Hailey hastalığı %1,1'i skatrisyel pemfigoid tanısı almıştı. Pemfigus vulgarisin ortaya çıkış yaş ortalaması 45,9 yıldı ve kadınlarda daha fazla görüldü. Pemfigus vulgarisli olgularda hastalık oral mukozadan başladı ve diğer coğrafik bölgelere göre; oral mukoza tutulumu ile başlayan pemfigus vulgarisli olgularda tanı alma süresi daha uzundu. Büllöz pemfigoidin ortaya çıkış yaş ortalaması 70 yıldı ve kadınlarda daha fazla görüldü. Olguların %12,5'inde hastalık oral mukozadan başladı. Hiçbir olguda eşlik eden otoimmün hastalık saptanmadı. Doksan üç olgunun 25'ine sadece sistemik steroid, 41'ine sistemik steroid ve adjuvan, 11'ine sadece adjuvan, 16'sına sadece lokal tedaviler verildi. Sonuç: Konya ili ve civarında yaşayan büllöz hastalığı olan olguların demografik, klinik, immünopatolojik, tedavi ve takiplerindeki özellikler sunulmaktadır. (Türkderm 2013; 47: 200-4)
  • Öğe
    On Sekiz Yaş Üzeri Kadınların Genital Verru, Servikal Kanser ve Human Papilloma Virüs Aşısı Hakkında Bilgi, Tutum ve Davranışları
    (2016) Gökşin Cihan, Fatma; Ataseven, Arzu; Özer, İlkay; Saylam Kurtipek, Gülcan; Can Turhan, Zeynep
    Amaç: Bu çalışma kadınların genital verru, servikal kanser ve human papilloma virüs (HPV) aşısı hakkında bilgi ve tutumlarını değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Yöntemler: Tanımlayıcı, kesitsel olarak planlanan bu araştırmada, dermatoloji polikliniğine herhangi bir nedenle başvuran 18 yaş üzeri kadınlar çalışmaya alındı. Genital verru, servikal kanser, servikal sürüntü testi, korunma yöntemi, HPV aşısı ve eğitime yönelik bilgi ve tutumlarını değerlendirmek amacıyla 543 kadına 19 sorudan oluşan bir anket formu doldurtuldu. Elde edilen veriler SPSS 21.0 paket programı ile değerlendirildi. Bulgular: Genital HPV hakkında yalnızca %16,6'sının (n=90) bilgisi varken bilgisi olan katılımcıların sadece %38,9'unun (n=35) genital siğilin tedavisi hakkında bilgisi vardı. Genital HPV hakkında bilgisi olan kadınların %61,1'inin (n=55) servikal kanser hakkında bilgisi varken, %56,7'si (n=51) genital siğilin servikal kansere neden olabileceğini biliyordu. Katılımcıların %25,8'i (n=140) vajinal sürüntü testini biliyordu ve %16,9'u (n=92) daha önce sürüntü testi yaptırmıştı. Genital HPV hakkında bilgisi olan kadınların sadece %26,7'si (n=24) genital siğilden korunma yöntemleri hakkında bilgi sahibi idi. Genital HPV hakkında bilgisi olan katılımcıların %40'ı (n=36) prezervatifin bulaştan koruyucu olduğunu düşünüyordu. Katılımcıların %68'i (n=369) HPV aşısını duymamıştı. Sonuç: Çalışma sonuçları katılımcıların genital verru, servikal kanser, korunma yöntemleri, tarama metotları ve HPV aşısı hakkında bilgi düzeylerinin çok düşük olduğunu göstermektedir.
  • Öğe
    Beş yıllık yama testi sonuçlarımız
    (2012) Şahin, Tahir Kemal; Daye, Munise; Uçar-Tavlı, Yeliz; Mevlitoğlu, İnci
    Amaç: Allerjik kontakt dermatit (AKD), allerjen madde ile önceden duyarlanmış kişilerde tekrarlayan temaslarda gelişen tip 4 aşırı duyarlılık yanıtıdır. Etiyolojide rol oynayabilecek allerjenleri saptamak için deri yama testinin yapılması ve bu sayede neden olabilecek faktörlerin ortadan kaldırılması ve hastaları yaşam kalitesini arttırılması amaçlanmaktadır. Yöntem: Çalışmada Ocak 2006-Ocak 2011 tarihleri arasında Deri ve Zührevi Hastalıkları Polikliniği’nde allerjik kontakt dermatit tanısı alan 1038 hasta değerlendirildi. Serilere göre en sık karşılaşılan allerjenler; yaş, cinsiyet ve meslek özellikleri kaydedildi. Bulgular: Çalışmamızda en sık karşılaşılan allerjenler sırasıyla standart seride nikel, gıda serisinde sodyum alginat (E401), kozmetik seride ise setilstearilalkol şeklinde bulunmuştur. Sonuç: Allerjik kontakt dermatit tanısı konan hastaların şikayetleri, anamnezleri, hobileri, meslekleri sorgulanmalı; uygun seçilmiş maddeler ile yama testi yapılmasına özen gösterilmelidir.
  • Öğe
    Çocukluk çağı alopesi areatalı olgularımızın geriye dönük değerlendirilmesi
    (2013) Daye, Munise; Doğan, Seda; Balevi, Şükrü; Mevlitoğlu, İnci
    Amaç: Alopesi areata (AA)lı olguların yaklaşık %20si çocuklardır. Çocukluk çağında görülen alopesi areata ile ilgili sınırlı bilgi bulunmaktadır. Kliniğimizde takip edilen AAlı çocuk olguların demografik özelliklerini, hastalık tedavilerini ve takiplerini incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Yaşları 16 ve altında olan 110 AA hastasına ait veriler geriye dönük olarak incelendi. Yaş, cinsiyet, hastalık başlangıç yaşı, hastalık süresi, AA tipi ve başlangıç yeri, tırnak tutulumu, eşlik eden dermatoz veya sistemik hastalık varlığı, laboratuvar testleri, AA tedavileri ve takip edildikleri döneme ait bilgiler değerlendirildi. Bulgular: Olguların % 46,4ü kadın, %53,6sı erkekti. Yaş ortalamaları 10,35 yıldı. Hastalık başlangıç yaşı 8,65 yıldı. AA başlangıç yeri % 83,6 olguda scalp, % 5,4 olguda kaş, %5,4 olguda vücut kılları, %2,7 olguda kirpik, %2,7 olguda kaş ve kirpikti. Hastalık tutulum tipi %73,4 olguda AA, %19 olguda alopesi totalis, %5,4 olguda alopesi üniversalis, %1,8 olguda ofiyazisti. Tırnak tutulumu %36,3 olguda mevcuttu. Nevüs flammeus %2,7 olguda mevcuttu. Hastalık süresi ortalama 17,02 aydı. Eşlik eden dermatoz %2,7 olguda vitiligo, %6,3 olguda atopik dermatitti. Eşlik eden sistemik hastalık %1,8 olguda otoimmün tiroidit, %2,7 olguda Down sendromuydu. Tiroid otoantikorları olguların %0,9unda yüksekti. Olguların %4,5inde hipotiroidi, %0,9unda hipertiroidi saptandı. Olguların %24,5ine topikal kortikosteroid losyon, %30,9una antralin, %0,9una minoksidil %2lik losyon, %0,9una kalsipotriol losyon, %1,8ine topikal kalsinörin inhibitörü, %10una intralezyonel kortikosteroid tedavisi verildi. Topikal tedaviye dirençli %15,4 olguda sistemik kortikosteroid ve PUVA tedavisine geçildi. Olguların %14,5inde topikal tedaviler değişik kombinasyonlarda kullanıldı. Olguların %34,5inde remisyon gözlendi. Ortalama remisyon süresi 12,2 aydı. Olguların %26,3ünde ortalama 2 kez nüks gözlendi. Sonuç: Sonuçlarımızın, ülkemizdeki AAlı çocuk olguların epidemiyolojik verilerine katkıda bulunacağını düşünüyoruz. (Türkderm 2013; 47: 158- 60)
  • Öğe
    İto Hipomelanozu: Olgu Sunumu
    (2016) Ataseven, Arzu; Uzun, Meltem; Tunçez Akyürek, Fatma; Saylam Kurtipek, Gülcan; Toy, Hatice