Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 16 / 16
  • Öğe
    Solitary Fibrous Tumor of the Supraclavicular Region
    (2014) Ülkü, Çağatay Han; Varsak, Yasin Kürşad; Yılmaz, Osman
    Soliter fibröz tümör, baş - boyun bölgesinde çok nadir gelişen, yavaş büyüyen ve genellikle asemptomatik olan benign bir lezyondur. Bilgimiz dahilinde, 2010 yılına kadar İngilizce literatürde 153 baş - boyun soliter fibröz tümör olgusu yayınlanmıştır. Bununla birlikte hiçbiri supraklavikülar bölgede rapor edilmemiştir. Bu çalışma- da, supraklavikülar bölgeden kaynaklanan bir soliter fibröz tümör olgusu sunulmuş, hastalığın karakteristikleri, ayırıcı tanısı ve tedavi yöntemleri özetlenmiştir.
  • Öğe
    Submandibuler Sialolipom
    (2017) Fındık, Sıddıka; Eryılmaz, Mehmet Akif; Esen, Hasan; Örkan, Gülşah Şafak; Yücel, Abitter
    Sialolipom; intraoral yerleşimli lipom varyantı olarak tanımlanan, nadir görülen benign bir tümördür. Tümör, etrafı ince kapsüllü, matür adipozit ve normal tükrük bezi dokusundan oluşmaktadır. Bu çalışmada, 55 yaşında, bayan bir hastada submandibuler gland yerleşimli sialolipom olgusu sunuldu.
  • Öğe
    Lingual schwannom
    (2014) Esen, Hacı Hasan; Ülkü, Çağatay Han; Demir, Hilal; Yeşildemir, Huri Sultan
    Schwannomlar, nöral kılıfın Schwann hücrelerinden kaynaklanan, benign, yavaş büyüyen, soliter ve kapsüllü nöroektodermal tümörlerdir. Tüm ekstrakraniyal schwannomların %25'i baş-boyun bölgesinde görülür. Ağız içi schwannomlar nadir olup, sıklıkla dil kökünde görülür. Bu yazıda, nadir bir klinik olarak lingual schwannomlu 20 yaşında bir kadın bir olgu sunuldu ve literatür verileri eşliğinde hastalığın karakteristikleri özetlendi.
  • Öğe
    Preoperative evaluation and surgical outcomes of congenital aural atresia
    (2015) Eryılmaz, Mehmet Akif; Kibar, Ahmet; Varsak, Yasin Kürşad; Arbağ, Hamit
    Objectives: In this study we aimed to investigate the effect of preoperative evaluation on functional surgical outcomes in congenital aural atresia surgery which is one of the most challenging procedures of otolaryngology. Patients and Methods: Twelve patients (8 males, 4 females; mean age 12.96.8 years; range 6 to 32 years) who underwent surgery for unilateral congenital aural atresia in our clinic between October 2007 and April 2013 were included in this study. All patients were performed pre- and postoperative physical examination, and audiologic and radiologic evaluation. Patients were preoperatively evaluated according to Altmanns classification and Jahrsdorfers surgery indication classification. All patients were operated under general anesthesia using transatretic (anterior) approach. Results: According to preoperative evaluation, three patients had Altmann type 1 minor malformation and nine patients had type 2 moderate malformation. No patient had type 3 major malformation. Congenital cholesteatoma was detected in two patients. According to Jahrsdorfers surgery indication classification, three patients were excellent, four patients were very good, four patients were good and one patient was fair candidates for functional surgery. Mean air- bone gap was 434.1 (range 38-50) dB at postoperative sixth week, 36.33.4 (range 30-42) dB at postoperative third month, 30.42.6 (range 28-35) dB at postoperative sixth month, and 30.22.1 (range 25-35) at postoperative 12th month. One patient (9%) developed postoperative infection, and two patients (18%) developed restenosis. Conclusion: Preoperative evaluation of patients in congenital aural atresia surgery is of vital importance in terms of surgical success. Obtaining successful surgical and functional outcomes is strongly related to preoperative evaluation and postoperative follow-up along with surgical technique and surgeons experience.
  • Öğe
    Cervico-Thoracic Giant Lipoma in a Child
    (2016) Eryılmaz, Mehmet Akif; Yücel, Abitter; Yücel, Hilal; Aricigil, Mitat
    Lipomlar vücudun her yerinde görülebilen benign mezenkimal tümörlerdir. Lipomların %25'i baş-boyun bölgesinde görülür ve bunların çoğu posterior servikal üçgende yerleşir. On cm'den daha uzun veya 1000 gramdan daha ağır olan lipomlara dev lipom denir. Servikotorasik lipomlar oldukça nadirdir ve şu ana kadar literatürde dört olgu bildirilmiştir. Bu raporda biz, orta juguler üçgenden başlayıp ön servikal üçgene ve mediastinuma uzanan dev bir lipomun torakotomi yapılmadan başarılı bir şekilde eksizyonunu sunduk.
  • Öğe
    Tarihte ve Günümüzde Kadın Mevlevî veya Semâzenler
    (2013) Yöndemli, Fuat
    Konya'da günümüzde her cumartesi gecesi ve ayrıca aralık ayında bir hafta boyunca semâ törenleri yapılmaktadır. Kadın Mevlevîler konusu, Konya'ya Mevlevî törenlerini seyretmeye gelenlerin sıklıkla sorduğu sorular arasındadır. Konya'daki törenlerde kadın semâzenlere yer verilmediği bilinmektedir. Ama gerek tarihte, gerekse günümüzde Galata Mevlevîhanesi'nde kadınların da semâ yaptığı bilinmektedir. Bu yazıda eskiden ve günümüzde kadınların semâ yapması hakkındaki bilgiler sunulmuştur.
  • Öğe
    Anxiety, Mood, and Personality Disorders in Patients with Benign Paroxysmal Positional Vertigo
    (2018) Kozak, Hasan Hüseyin; Dündar, Mehmet Akif; Uca, Ali Ulvi; Uğuz, Faruk; Turgut, Keziban; Altaş, Mustafa; Aziz, Suhayb Kuria; Tekin, Gonca
    Introduction: This study presents the current prevalence of anxiety,mood, and personality disorders as well as factors associated with theexistence of psychiatric disorders in patients with benign paroxysmalpositional vertigo (BPPV).Methods: The study sample comprised 46 patients with BPPV and 74control subjects. Anxiety and mood disorders were ascertained via theStructured Clinical Interview for the Diagnostic and Statistical Manual(DSM) of Mental Disorders, Fourth Edition/Clinical Version. Personalitydisorders were diagnosed via the Structured Clinical Interview for DSM,Revised Third Edition, Personality Disorders.Results: Of the 46 patients, 18 (39.1%) had at least one mood or anxietydisorder and 13 (28.3%) had at least one personality disorder. The mostcommon Axis I and Axis II disorders in the patient group were majordepression in 8 (17.4%) and obsessive–compulsive personality disorderin 10 (21.7%) patients, respectively. It was found that major depression(p0.021), generalized anxiety disorder (p0.026) and obsessive–compulsive personality disorder (p0.001) were more prevalent in theBPPV group compared with the control group.Conclusion: Results suggest that psychiatric disturbances should becarefully checked in patients with BPPV due to the relatively high rateof comorbidity.
  • Öğe
    The Clinical Results of Endoscopic Dacryocystorhinostomy
    (2012) Gür, Mehmet Hafit; Yuca, Köksal; Çinal, Adnan; Kıroğlu, Ahmet Faruk; Varsak, Yasin Kürşat; Çankaya, Hakan
    Epifora, gözyaşının lakrimal sistemdeki tıkanıklıktan dolayı nazal kaviteye geçememesi ile gelişen gözde yaşarma ile karakterize bir durumdur. Endoskopik dakriyosistorinostomi (EDSR) kronik dakriyosistit tedavisinde primer veya revizyon cerrahisi olarak uygulanabilen bir yöntemdir.Bu çalışmanın amacı EDSR operasyonunun sonuçlarını değerlendirmektir. Bu çalışmada EDSR operasyonu uygulanan 80 hastanın klinik sonuçları değerlendirilmiştir.12 kadına bilateral EDSR olmak üzere 82 bayan,10 erkek gözüne cer- rahi uygulandı. 72 hastaya bikanaliküler slikon tüp, 5 hastaya T tüp ve 15 hastaya sadece lakrimal kese nazal pasaj anastomozu yapıldı. Hastalar minimum 6 hafta, maksimum 36 hafta olmak üzere gözlemlendi.70 kadın,10 erkek olmak üzere 80 hastaya cerrahi uygulandı. Ortalama yaş 38 idi. En sık şikayet epifora olup bütün hastalarda epifora mevcuttu. Operasyon %48.9 sağ tarafa uygulandı. Cerrahi uygulanan 92 gözden 8 (%8.7)inde lateral nazak duvar ve orta konka laeral nazal duvarı arasında sineşi, 16 (%17.4) hastada ostium etrafında granülasyon dokusu gelişti, hastaların 8ine (%8.7) revizyon EDSR uygulandı. Bunlardan 5 tanesi operasyondan fayda gördü. Slikon tüplerin ortalama kalış süresi ve standart sapması 4.641.271 (36)hafta olarak hesaplandı. Komplet ve parsiyel başarı oranları sırası ile 78.3 % ve 15.2 % olarak belirlendi. Sonuç olarak EDSR düşük komplikasyon insidansı, yüksek genel başarı oranı ile iyi tolere edilebilen alternatif bir operasyon tekniğidir. Ayrıca endoskopik cerrahi lakrimal pompa sistemini koruyan ve cerrahi skar bırakmayan bir yöntemdir.
  • Öğe
    Parotis Bezinden Kaynaklanan Yüksek Dereceli Bazal Hücreli Adenokarsinom: Olgu Sunumu ve Literatürün Gözden Geçirilmesi
    (2017) Oltulu, Pembe; Avunduk, Mustafa Cihat; Ülkü, Çağatay Han
    Bazal hücreli adenokarsinomlar son derece nadir görülür ve ilk kez 1991 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından tükrük bezi tümörleri histopatolojik sınıflamasına dahil edilmiştir. Bu tümörler genel olarak nadiren bölgesel ya da uzak metastaz ile birlikte olan düşük dereceli maligniteler olarak tanımlanırlar. Bununla birlikte, İngilizce literatürde major tükrük bezi kaynaklı 48 bazal hücreli adenokarsinoma, yüksek dereceli malignite olarak tanımlanmıştır. Cerrahi eksizyon ve olası postoperatif radyoterapi tedavi se
  • Öğe
    Dermoid Cyst Arising from the Epiglottis
    (2015) Ülkü, Çağatay Han; Yücel, Hilal
    Baş-boyun bölgesinden kaynaklanan dermoid kistler nadir, yavaş büyüyen ve iyi sınırlı benign tümörlerdir. Semptomları, özgün değildir, genellikle lezyonun boyutu ve bulunduğu yere bağlıdır. Epiglottan kaynaklı dermoid kist son derece nadirdir. Bilgimiz dahilinde, İngilizce literatürde sadece bir olgu rapor edilmiştir. Bu çalışmada, epiglottan kaynaklanan bir dermoid kist olgusu çok nadir bir klinik durum olarak sunulmuştur. Hastalığın karakteristikleri, ayırıcı tanısı ve tedavi yöntemleri özetlenmiştir.
  • Öğe
    İzole alt konka hipertrofisi tedavisinde radyofrekans termal ablasyon tekniği etkinliğinin bilgisayarlı tomografi ve görsel analog ölçeği ile değerlendirilmesi
    (2014) Duran, Mutlu; Ülkü, Çağatay Han; Kıreşi, Demet
    Amaç: İzole alt konka hipertrofili hastalarda, radyofrekans termal ablasyonu (RFTA) tekniği etkinliğinin, bilgisayarlı tomografi (BT) ve görsel analog ölçeği (GAÖ) ile değerlendirilmesi amaçlandı. Hastalar ve Yöntemler: Mayıs 2009 - Aralık 2009 tarihleri arasında kliniğimizde izole alt konka hipertrofisi tanısı konulan 30 hasta (10 kadın, 20 erkek; ort. yaş 31.012.0 yıl; dağılım 18-61 yıl) çalışmaya alındı. Tedavi olarak, alt konkaya üç farklı noktada RFTA uygulandı. Konka boyutu değerlendirilmesi, ameliyat öncesi ve sonrası dönemde BT ile yapıldı. Ayrıca, GAÖ ile ameliyat öncesi ve sonrası dönem- de, farklı bir kulak burun boğaz (KBB) uzmanının konka boyutlarını ve hastanın burun tıkanıklığını değerlendirmesi istendi. Bulgular: Ameliyat öncesi ve sonrası BT incelemesinde sol ve sağ alt konka ortalama kesit alanı değerleri sırasıyla 112.4228.41 / 81.5322.57 ve 117.7227.85 / 86.5323.66 mm2 idi. Farklı bir KBB uzmanı tarafından sol ve sağ alt konka boyutlarının ameliyat öncesi ve sonrası ortalama GAÖ değerleri, sırasıyla 6.602.48 / 4.301.47 ve 7.601.67 / 4.631.40 olarak belirlendi. Burun tıkanıklığının ame- liyat öncesi ve sonrası ortalama GAÖ değerleri ise sırasıyla 6.771.19 ve 3.571.46 idi. Sonuç: Alt konka hipertrofisi tedavisinde kullanılan RFTA tekniği, BT ve GAÖ değerlendirme sonuçları ışığında etkin bir yöntemdir.
  • Öğe
    Temporal kemik fraktürü sonrası geç dönem fasiyal sinir dekompresyon cerrahisi sonuçlarımız
    (2018) Eryılmaz, Mehmet Akif; Arbağ, Hamdi; Arıcıgil, Mitat; Aydemir, Fuat
    Amaç: Bu çalışmanın amacı temporal kemik travması sonrasında gelişen fasiyal sinir paralizi olgularının klinik özelliklerini ve geç dönem fasiyal sinir dekompresyon sonuçlarımızı sunmaktır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2010 - Mart 2016 tarihleri arasında, temporal kemik travması sonucu fasiyal sinir paralizisi oluşan ve geç dönem fasiyal sinir dekompresyonu uygulanan on hastanın dosyaları retrospektif olarak tarandı. Yaş, cinsiyet, travma etiyolojisi, otoskopik bulgular, işitme kaybı, radyolojik görüntüleme ve takip sonuçları açısından hasta dosyaları incelendi. Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların tamamı erkekti ve yaş ortalaması 28,3 idi. Tüm olgulara transmastoid yaklaşım ile fasiyal sinir dekompresyonu uygulandı. Cerrahi sırasında beş hastada fasiyal sinir etrafında ödem, dört hastada kemik spikülleri basısı ve bir hastada granülasyon dokusu izlendi. Fasiyal sinir paralizi başlangıcından itibaren dört haftadan kısa sürede opere olan üç olguda normal veya normale yakın (House Brackmann evre 1-2) düzelme görülürken, sekiz haftadan uzun sürede opere olan iki olguda kısmi düzelme görülmüştür. Sonuç: Sonuç olarak temporal kemik fraktürü sonrasında oluşan fasiyal sinir paralizisi olgularında cerrahi endikasyon durumlarında mümkün olduğu kadar erken dönemde dekompresyon uygulanmalıdır. Fakat bizim çalışmamızda geç dönem fasiyal sinir dekompresyon cerrahisi uygulanan olgularda da başarılı sonuçlar alınabileceği ve tam veya tama yakın iyileşme olabileceği görülmüştür.
  • Öğe
    Prevalence of otitis media with effusion among school age children in rural parts of Konya province, Turkey
    (2015) Varsak, Yasin Kürşad; Gül, Zuhal; Mehmet Akif , Eryılmaz; Arbağ, Hamdi
    Amaç: Bu çalışmada Türkiyenin güneyinde yer alan Konya ilinin kırsal kesimlerinde yaşayan okul çağındaki çocuklarda güncel seröz otitis media (SOM) prevalansı değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Ekim 2012 - Ocak 2013 tarihleri arasında yürütülen bu kesitsel çalışmaya Konya ilinin kırsal kesimlerinde 36 farklı ilkokula giden 2352 çocuk (1179 erkek, 1173 kız; ort. yaş 8.92.8 yıl; dağılım 4-15 yıl) dahil edildi. Otolojik yakınmalar, bulgular ve timpanometri bulguları kaydedildi. Seröz otitis media tanısı öykü, semptomlar, anormal otoskopi ve timpanogram sonuçlarına dayanarak konuldu. Bulgular: Toplam SOM prevalansı %4.6 idi. En yüksek prevalans dört yaşında idi (%11.2). Seröz otitis media prevalansı altı yaşında anlamlı olarak daha yüksekti (%11.1). Tüm yaş gruplarında toplam prevalans erkeklerde (%6.17) kızlara (%3.16) kıyasla daha yüksekti (p0.05). Sonuç: Literatür ile karşılaştırıldığında, çalışmamızda toplam SOM prevalansı daha düşük idi. Birinci basamak sağlık hizmetinde önleyici ve tedavi edici stratejilerin gelişimi bu düşük oranda önemli etkiye sahip olabilir.
  • Öğe
    İzole alt konka hipertrofisi olan hastalarda radyofrekans termal ablasyon tedavisinin nazal mukosilier klirens üzerine etkisi
    (2014) Duran, Mutlu; Ülkü, Çağatay Han
    Amaç: Bu çalışmada izole alt konka hipertrofisi olan hastalarda radyofrekans termal ablasyonunun nazal mukosiliyer klirens üzerindeki etkisi değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Mayıs 2009 - Aralık 2009 tarihleri arasında kliniğimize kronik burun tıkanıklığı yakınması ile başvuran ve izole alt konka submüköz hipertrofisi tanısı konulan 30 erişkin hasta (10 kadın, 20 erkek; ort. yaş 31.0±12.0 yıl; dağılım 18-61 yıl) çalışma kapsamına alındı. Tedavi olarak alt konkaya üç farklı noktada 75 C ve 350 joul olmak üzere, radyofrekans termal ablasyonu uygulandı. Nazal mukosilier klirens, ameliyat öncesi ve sonrası dönemde (sekizinci hafta) yapılan sakkarin klirens testi ile değerlendirildi. Bulgular: Hastaların ameliyat öncesi ve sonrası (sekizinci hafta) sakkarin klirens testi ortalaması sırası ile 565.4±253.9 sn. ve 558.7±257.7 sn. olarak belirlendi. Ancak iki ölçüm arasında anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). Sonuç: Çalışma sonuçlarımız, alt konka hipertrofisi tedavisinde radyofrekans termal ablasyonu uygulamasının nazal mukosiliyer klirensi etkilemediğini göstermektedir.
  • Öğe
    Parotis bezinin mukoepidermoid karsinomlarında tümör tomurcuklanmasının prognostik öneminin değerlendirilmesi
    (2017) Arıcıgil, Mitat; Oltulu, Pembe; Gönül, Yasemin; Aydemir, Fuat
    Amaç: Biz çalışmamızda parotis mukoepidermoid kanserlerinde tümör tomurcuklanmasını ve onun diğer prognostik faktörlerle olan ilişkisini araştırmayı amaçladık. Gereç ve yöntem: Parotis bezi mukoepidermoid karsinomu teşhisiyle 2006 ile 2016 yılları arasında tedavi edilen toplam 20 hasta çalışmaya dâhil edildi. Çalışmaya dâhil edilen hastaların dosyaları incelendi. Hastaların patolojik doku kesitleri arşivden bulunarak tümör tomurcuklanması açısından değerlendirildi. Bulgular: Tümör tomurcuklanması istastistiksel olarak yaş, cinsiyet, perinöral invazyon, ekstrakapsüler yayılım, patolojik lenf bezi ve patolojik tümör evresi ile karşılaştırıldığında aralarında anlamlı bir ilişki yoktu (p>0.05). Tümör tomurcuklanması istatistiksel olarak tümör derecesi ve lenfovasküler invazyon ile karşılaştırıldığında aralarında anlamlı bir ilişki vardı (p<0.05). Fakat tümör tomurcuklanmasının bu prognostik faktörler üzerine bağımsız bir risk faktörü olmadığı görülmüştür (p>0.05). Sonuçlar: Tümör tomurcuklamasının sayısı beşten fazla olan parotis mukoepidermoid kanserli olgularda lenfovasküler invazyon ve yüksek tümör derecesi görülebilir. Bu durumda mukoepidermoid kanserli olgularda prognozu olumsuz etkileyebilir.
  • Öğe
    Post-traumatic refractory multiple canal benign paroxysmal positional vertigo: a case report
    (2016) Dündar, Mehmet Akif; Arıcıgil, Mitat; Eryılmaz, Mehmet Akif; Arbağ, Hamdi; Derin, Serhan
    Benign paroxysmal positional vertigo (BPPV) is the most prevalent form of peripheral vertigo and is seen in a significant number of patients who present at neurology and ear, nose, and throat clinics. Various maneuvers may be used to determine the affected canal based on observation of specific nystagmus signs, and may also be used for treatment. Multiple canal pathology can make diagnosis and treatment more difficult. Presently described is case of BPPV with multiple canal pathology and traumatic etiology that was resistant to treatment.