Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 27
  • Öğe
    The Impact of Hospitalization Time on Major Cardiovascular Event Frequency in Patients with ST-Elevation Myocardial Infarction Over a 6-Month Follow-up
    (Galenos Publishing House, 2023) Şahin, Ahmet Taha; Aydın, Nergiz; Alsancak, Yakup; Gürbüz, Ahmet Seyfeddin
    Aim: The mortality rates related to acute myocardial infarction have significantly decreased recently due to early-period cardiovascular interventions. Some studies have shown that there is no difference in cardiovascular outcomes between the early discharge and the late one. In this study, we planned to investigate the effects of early and late discharge on the frequency of major events in patients treated for acute ST-segment elevation myocardial infarction (STEMI) in our clinic. Methods: Angiography records, demographic characteristics, and laboratory parameters of the patients who were diagnosed with acute STEMI in our clinic between February 2020 and December 2021 were examined. Patients were classified as being in Group 1 (discharge within 48 h) or Group 2 (discharge after 48 h), and rates of recurrent hospitalization, heart failure attacks, cardiovascular events, and death were compared between the two groups. Results: A total of 321 patients were included in our study. There were 129 patients in Group 1 and 192 patients in Group 2. There was no difference between the two Groups in terms of gender, age, or affected coronary vessels. The ejection fraction was lower in the late discharge group (p=0.004). The postoperative ventricular arrhythmia rate was found to be statistically significantly higher in the late discharge group (p=0.046). There was no difference in cardiovascular events between the first and sixth months in either group (p-values of 0.096 and 0.649, respectively). Conclusion: Considering the positive economic and psychosocial effects of early discharge for the patient and physician, when planning the discharge of patients with STEMI, patients with low comorbidity, unaffected ejection fractions, no malignant arrhythmia in their follow-up, and appropriate laboratory parameters can be evaluated for early discharge.
  • Öğe
    Transapical Aortic Valve Implantation in High-Risk Aortic Stenosis: A Case Report
    (2016) Özer, Abdullah; Dal, İlker; Okan, Uğurlu; Sarkılar, Gamze; Kayrak, Mehmet; Ege, Erdal; Özdemir, Kurtuluş; Sarıgül, Ali
    Yetmiş iki yaşında bayan hasta göğüs ağrısı ve solunum sıkıntısı şikayetiyle ekokardiyografiye yönlendirildi, sonrasında ciddi aort darlığı tanısı konuldu. Klinik bakış açısıyla AVR bu vakada çok riskliydi, bu yüzden tedavi seçeneği sol ön torakotomiyle transapikal yaklaşımla TAVI'ydi. Bu olgu sunumunda ülkemizde bu yeni prosedürle olan deneyimimizi paylaşıyoruz.
  • Öğe
    Pulmoner Hipertansiyon Tanı ve Tedavisi
    (2013) Akıllı, Hakan; Yıldırım, Oğuzhan; Gök, Hasan
    Pulmoner hipertansiyonun (PH) etyolojik olarak birçok sebebi mevcut olup, sebebi ne olursa olsun ilerleyici ve sinsi bir hastalıktır. PH’nın kendine özgü semptomlarının olmamasından dolayı tanı konulması gecikmekte ve ileri evrelerde tanı konmaktadır. PH ileri evrelerde tedaviye daha az yanıt vermesi ve prognozunun kötü olması sebebiyle erken tanı ve tedavisi önem arz etmektedir Pulmoner hipertansiyon tanısı konulduktan sonraki basamak, hastanın kliniğinin ağırlık derecesinin belirlenmesidir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) FS I veya II hastalarda tedavi edilmediğinde 4 yıllık sağkalım %50’nin altındadır. DSÖ fonksiyonel sınıflar (FS) III veya IV hastalarda ise 2 yıllık sağkalım %60’ın altındadır. Hafif semptomatik hastalarda bile, PH tedavi edilmediğinde hızla kötüleşmektedir. Pulmoner hipertansiyon tedavisinde amaç; PH şiddetini azaltmak, fonksiyonel kapasitesini, yaşam kalitesini düzeltmek, sağ ventrikül işlevlerini iyileştirmek, oluşabilecek tromboembolik yükü azaltmak ve iyi prognoz sağlamaktır. Bu yazıda güncel kılavuzlar ışığında pulmoner hipertansiyon tanı ve tedavisi anlatılmıştır.
  • Öğe
    Postüral ortostatik taşikardi sendromunda piridostigmin tedavisi
    (2014) Can, İlknur; Tholakanahalli, Venkatakrishna
    Otuz dört yaşında kadın hasta yaklaşık bir yıldır ayakta duramama, ayakta iken çarpıntı, baş dönmesi, halsizlik ve yorgunluk şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Hastanın rutin incelemeleri normaldi. Hastanın ayakta şikayeti olmadan 1 dakikadan daha az süre durabildiği tespit edildi. Yapılan eğik-masa testinde kan basıncında düşüş olmadan 5. dakikada kalp hızında başlangıç değerine göre 55 atım/dakika artış olurken hastada çarpıntı, halsizlik ve terleme şikayetleri ortaya çıktı. Hastada postüral ortostatik taşikardi sendromu tanısı düşünülerek piridostigmin tedavisi başlandı. Tedavinin dördüncü ayında hastanın semptomları hemşirelik mesleğini yürütebilecek kadar azalmıştı.
  • Öğe
    The Importance of Electrocardiographic Screening in Cardiac Contusion after Blunt Chest Trauma: Case Reports
    (2013) Uçar Karabulut, Keziban; Narcı, Hüseyin; Cander, Başar; Gül, Mehmet; Duman, Çetin
    Künt göğüs travması geçiren hastaların takip ve monitorizasyonu önemlidir.İzole künt göğüs travmasına bağlı kardiyak kontüzyon takiben akut koroner sendrom gelişebileceği unutulmamalıdır. Künt göğüs travması sonucu akut koroner sndrom gelişen iki hasta tanımlamaya çalıştık.Hastarın EKG lerinde inferior derivasyonlarda ST elevasyonu tespit ettik,hastalar medikal tedavi ve koroner anjiografi yapıldı. koroner anjiografi sonucu koroner arterlerde herhangi bir patoloji saptanmadı.Onların durumu, travma ve stres nedeniyle kardiyak kontüzyona bağlandı.Kardiyak kontüzyon izole künt göğüs travmalarında oluşabilir, bununla birlikte hertürlü travma ve stres sonucu akut koroner sendromu gelişebileceği unutulmamalıdır.
  • Öğe
    A Potentially Useful Marker to Determine Left Ventricular Dysfunction in Patients with Left Bundle Branch Block with Dilated Cardiomyopathy: Tpeak-Tend
    (2017) İçli, Abdullah
    Introduction: It has been shown in various epidemiological studies that left bundle branch block (LBBB) is an independent risk factor of cardiac mortality. In this study, we aimed to examine the relationship between left ventricular function in patients with LBBB and the Tpeak-Tend (Tp-e) interval, which can be easily measured using electrocardiography (ECG) when patients are admitted to the hospital. Patients and Methods: In this study, 56 patients with LBBB were retrospectively selected according to their echocardiographic findings by using the retrospective scanning method. In line with this selection, patients were divided into two groups: patients with ejection fraction (EF) < 50% (32.4 ± 3.7) and those with EF > 50% (58.2 ± 4.1). Tp-e/corrected Tp-e (cTp-e) intervals were measured using the surface electrocardiogram technique. Results: According to our results, a negative correlation between Tp-e and EF in patients with LBBB and dilated cardiomyopathy (DCMP) (r= -0.723, p= 0.0001). Tp-e had a positive correlation with left ventricular end-diastolic diameter (LVEDd) (r= 0.394, p= 0.035) and with left ventricular end-systolic diameter (LVESd) (r= 0.478, p= 0.009). In the correlation analysis, we observed a negative correlation between cTp-e and EF values (r= -0.649, p= 0.0001), and cTp-e had a positive correlation with LVEDd (r= 0.587, p= 0.001) as well as with LVESd (r= 0.558, p= 0.002). Conclusion: Consequently, Tp-e/cTp-e interval can be a useful parameter that can be used particularly in the determination and follow-up of the patients whose left ventricular functions have not yet been deteriorated. Furthermore, this value can be used to select patients who can benefit from the treatment and to select the optimal timing of resynchronization therapy.
  • Öğe
    LBBB Olan Dilate Kardiyomiyopati Hastalarında Sol Ventrikül Disfonksiyonunu Belirlemek İçin Potansiyel Olarak Faydalı Bir Marker: Tpeak-Tend
    (2017) İçli, Abdullah
    Giriş: Sol dal bloğu (LBBB)'nun birçok epidemiyolojik çalışmada kardiyak mortalitenin bağımsız bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir. Son yapılan çalışmalarda izole LBBB'ye spesifik progresif kardiyomiyopati (KMP) gelişebileceği gösterilmiştir. Bu çalışmamızda LBBB olan hastalarda başvuru elektrokardiyografi (EKG)'sinde kolayca ölçülebilen Tpeak-Tend (Tp-e) intervalinin sol ventrikül fonksiyonları ile ilişkisini araştırma amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: Bu çalışmaya retrospektif tarama ile 56 LBBB hastası alınarak ekokardiyografik değerlerine göre; EF %50 (60.2 5.6 ) ve EF %50 (58.1 7) olarak 2 gruba bölünerek incelendi. Tp-e/ cTp-e intervalleri yüzey elektrokardiyogramlarından bilgisayar ortamında hassas ölçümler elde etmek için bir dijital cetvel yardımıyla manuel olarak ölçüldü. Datalar hasta dosyalarından elde edilen ekokardiyografik parametrelerle kıyaslandı. Bulgular: LBBB ve dilate kardiyomiyopati (DKMP) hastalarında Tp-e ile EF arasında negatif korelasyon (r -0.723, p 0.0001), sol ventrikül diyastol sonu çapı (SVDSÇ) arasında ise pozitif korelasyon (r 0.394, p 0.035) ve sol ventrikül sistol sonu çapı (SVSSÇ) ile pozitif korelasyon (r 0.478, p 0.009) bulunmuştur. Korelasyon analizinde; cTp-e ile EF arasında negatif korelasyon (r -0.649, p 0.0001), SVDSÇ arasında ise pozitif korelasyon (r 0.587, p 0.001) ve SVSSÇ ile pozitif korelasyon (r 0.558, p 0.002) bulunmuştur. Sonuç: Sonuç olarak Tp-e/cTp-e intervali özellikle sol ventrikül fonksiyonları henüz bozulmamış hastaların belirlenmesinde, takibinde hatta tedaviden fayda görecek hasta seçiminde ve resenkronizasyon tedavisinin optimal zamanlamasında potansiyel olarak faydalı olabilecek bir parametre olabilir.
  • Öğe
    The knowledge and considerations of the physicians regarding the inhaler devices in asthma and COPD: the INTEDA-1 study
    (2013) Pekcan, Sevgi; Çalışkaner, A. Zafer; Öztürk, Can; Ceylan, Emel; Yılmaz, Özge; Öztürk, Sami; Şener, Osman; Yılmaz Turay, Ülkü; Koç, Nihal; Ersoy, Ramazan
    Introduction: The present paper was aimed at indicating and discussing the possible problems related to inhaler devices by considering the knowledge and practices of the physicians regarding the inhalation therapies. Materials and Methods: The present study is a prospective, cross-sectional survey carried out by Turkish Respiratory Society Inhalation Therapy Group between February 2010 and February 2011 with a participation of ten individual centres. Seven inhaler devices that were available on the market in the country were assessed. The data on the problems that 684 clinicians actively attending patients with respiratory disorders experienced in daily clinical practice or their evaluations of their patients were obtained through the questionnaire. Results: The respondents, most of whom were pulmonologist (37.5%), and pediatrist (38.1%), had been, on average, 11.6 years in profession. The source of information on inhalers and administration techniques were reported to be mainly the internet and patient leaflets. Of the participants only 18.5% reported to have had adequate knowledge of inhaler devices and proper administration techniques. Most of the participants stated that they themselves provided the instructions of administration and that the method was often verbal explanation. The physicians believed that although approximately 60% of the patients used the drug correctly, 40.7% made critical mistakes to have adverse effects on the therapeutic outcome. The most important criteria on which the physians lay greater emphasis in choosing the inhaler devices were the physical capability, skills and age of the patients. Conclusion: The awareness of proper use of inhaler devices is a fundamental prerequisite for effective inhalation therapy has been improved in physicians. The results of the present study have shown that more effort is required for professional training. Assisting the physicans with medical personnel for training of the patients and educational motivation are required.
  • Öğe
    Duschenne müsküler distrofili genç hastada sinüs nod disfonksiyonuna başarılı kalıcı pacemaker implantasyonu
    (2013) Erdoğan, Halil İbrahim; Elvin Gül, Enes; Yazıcı, Mehmet; Karaaslan, Sevim
    Duschenne müsküler distrofisi (DMD) müsküler distrofiler içerisinde en sık görülen ve en ciddi seyreden formudur. Distrofin proteinindeki mutasyon sonucu iskelet ve kalp kasında dejenerasyon ve bunun yerini alan yağ dokusu ve fibrosiz ile karakterize kalıtsal bir hastalıktır. Kardiyak tutulumun 90 olduğu bu hastalıkta kalp yetersizliğine ek olarak ritim problemleri de olabilmektedir. Bu olguda DMD ile takip edilen ve senkop şikayeti olan bir hastaya elektrokardiyogramda (EKG) sinüs duraklamaları olması nedeniyle kalıcı pacemaker implantasyonu yapıldı. DMD’nin aritmik komplikasyonlarını bu vaka takdiminde kısaca tartışmaya çalıştık.
  • Öğe
    Asemptomatik akut aort diseksiyonu: Sessiz tehlike
    (2012) Erdoğan, Halil İbrahim; Yıldırım, Oğuzhan; Gül, Enes Elvin; Akıllı, Hakan
    Aort diseksiyonu; tanısı konulmadığında veya tanı konulmasında geç kalındığında yüksek mortaliteyle seyreden acil klinik bir durumdur. Tedavi edilmediği takdirde her saat mortalitesi %1-2 oranında artmaktadı r. Hastalar yırtıcı vasıfta, sırta yayılan, çok şiddetli göğüs ağrısından senkop, hemiparezi, hemipleji gibi nörolojik bozukluklar, akut miyokard enfarktüsü ve akut böbrek yetmezliği gibi çok geniş klinik yelpazeyle karşımıza çıkabilmektedir. Sunacağımız vakada tipik şikayetleri olmadığı halde baş ağrısı ile başvuran hastada fizik muayene, elektrokardiyogram ve akciğer grafisinden şüphelenilerek ciddi bir akut aort diseksiyonu vakasının yakalanabileceğini sunmaya çalıştık.
  • Öğe
    Can neutrophil/lymphocyte ratio predict recurrence of non-valvular atrial fibrillation after cardioversion?
    (2013) Arıbaş, Alpay; Akıllı, Hakan; Gül, Enes Elvin; Kayrak, Mehmet; Demir, Kenan; Duman, Çetin; Gök, Hasan; Alibasiç, Hajrudin; Yazıcı, Mehmet; Özdemir, Kurtuluş
    Amaç: Yüksek nötrofil/lenfosit oranının (NLO) koroner arter baypas cerrahisi sonrası atriyal fibrilasyon (AF) gelişmesiyle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada NLO’nın kapak hastalığının eşlik etmediği AF’de elektriki kardiyoversiyon (KV) sonrası nüksü öngördürmede etkinliği araştırıldı. Yöntemler: Bu prospektif kohort çalışmasına, elektriki KV sonrası başarılı olunan toplam 149 hasta alındı. Tüm hastaların KV öncesi; kişisel bilgileri kaydedildi, tam kan sayımı, alışılagelen biyokimyasal tetkikleri ve yüksek duyarlılıklı C-reaktif protein (hs-CRP) çalışıldı. İşlem öncesi ekokardiyografik ölçümleri kaydedildi. KV sonrası hastalar rekürrens açısından altı ay takip edildi. Nüks gelişen grubun bazal karakteristikleri sinüs grubu ile Student t- testi kullanılarak karşılaştırıldı. Rekürrensin bağımsız öngördürücüleri lojistik regresyon analizi ile araştırıldı. Bulgular: Kırk altı hastada nüks izlendi. Nüks grubunda AF süresi [ortanca: 16 (çeyrekler arası aralık (ÇAA): 14.25]’e karşın, ortanca: 12 (ÇAA: 11) ay ve sol atriyum (SA) çapı (4.5±0.4 cm’e karşın, 4.3±0.5 cm belirgin uzun bulundu. Nüks gurubunda, sinus ritmine oranla başlangıç hs-CRP değerleri belirgin yüksek (ortanca: 9.80’e (ÇAA: 8.50) karşın ortanca: 4.28 (ÇAA: 5.65) mg/dL iken, NLO her iki grupta benzerdi. [rekürrens grubunda ortanca: 2.38 (ÇAA: 2.09), sinüs grubunda ortanca:2.23 (ÇAA: 1.23). NLO ile hs-CRP seviyeleri ve yaş arasında zayıf bir pozitif ilişki mevcuttu. Çoklu lojistik regresyon analizinde hs-CRP [OO: 1.34 (1.09-1.65 %95 GA) SA çapı [OO: 11.92 (1.84-77.07 %95 GA) spontan eko kontrast varlığı [OO: 5.40 (1.04-12.02 %95 GA) ve sistolik kan basıncı [OO: 1.05 (1.01-1.10 %95 GA) nüksün bağımsız öngördürücüleri olarak izlendi. Sonuç: NLO başarılı kardiyoversiyon sonrası AF nüksünü öngördürmede etkisiz bulunmuştur. Hs-CRP başarılı kardiyoversiyon sonrası nüksü öngördürmede etkin olarak kullanılabilir. (Anadolu Kardiyol Derg 2013; 13: 123-30).
  • Öğe
    Plazma Aterojenik İndeks, Sistemik Lupus Eritematozusunda Subklinik Aterosklerozun Bağımsız Bir Göstergedir
    (2017) Uslu, Ali Uğur; Küçük, Adem; İçli, Abdullah; Cüre, Erkan; Sakız, Davut; Arslan, Şevket; Aydoğan Baykara, Rabia
    Amaç: Sistemik lupus eritematozus (SLE), kronik inflamasyon ile karakterize bir hastalıktır. Plazma aterojenik indeks (PAI), kardiyovasküler hastalık ve kardiyak risk için değerli bir belirteçtir. Bu çalışmanın amacı PAI'in SLE hastalarında aterosklerozu ve kardiyak riski değerlendirmekteki rolü ve klinik kullanılabilirliliğini araştırmaktır.Gereç ve Yöntem: Amerikan Romatoloji Koleji (1997) tanı kriterlerine göre değerlendirilen 56 kadın SLE hastası dahil edildi. Ayrıca yaş ve vucüt kitle indeksi uyumlu 56 kadın sağlıklı kişi seçildi. PAI, trigliserit'in yüksek yoğunluklu kolesterole oranı logartimik ölçümüdür. Karotis intima medya kalınlığı (KIMK) inflamatuvar belirteç olarak yaygın olarak kullanıldığından, bu işareti bu çalışmada kullandık. Hasta ve kontrol gruplarının lipid ve diğer biyokimyasal parametreleri incelendi.Bulgular: Hasta grubunda PAI 0,040,23, KIMK 0,780,18 mm, kontrol grubunda PAI -0,090,20, KIMK 0,500,15 mm olduğu tespit edildi. Hasta grubunda PAI ve KIMK'ın kontrol grubuna kıyasla yüksek olduğu görüldü (sırasıyla p0,002, p0,001). SLE hastaları içerisine KIMK ile PAI arasında pozitif korelasyon olduğu görüldü (r0,273, p0,003). Multipl logistik regresyon analize göre PAI, KIMK için bağımsız risk faktörü olarak değerlendirildi (Olasılık oranı: 2,6, Güven aralığı %95 1,506-4,374, p0,029).Sonuç: Bu çalışma bize PAI'nın SLE hastalarında subklinik aterosklerozun değerlendirilmesinde kullanılabilecek bağımsız bir belirteç olabileceğini düşündürdü
  • Öğe
    Effect of termination of the left anterior descending coronary artery (wrapped or non-wrapped property) on tissue Doppler echocardiography findings in patients with anterior myocardial infarction: An observational study
    (2012) Sönmez, Osman; Vatankulu, Mehmet Akif; Kayrak, Mehmet; Karaarslan, Şükrü; Altunbaş, Gökhan; Özdemir, Kurtuluş; Gök, Hasan
    Amaç: Primer perkütan koroner girişim ile başarılı tedavi edilen anteriyor miyokart enfarktüs (AME) hastalarında sol ön inen koroner arter (LAD) sonlanımının doku Doppler ekokardiyografi(DDE) bulgularına etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntemler: Çalışma enine kesitli gözlemsel prospektif olarak planlandı. Seksen dört hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalara ilk üç gün içinde ekokardiyografik değerlendirme yapıldı. Klasik DDE parametreleri sağ ventrikül (RV) lateral duvar ve sol ventriküle (LV) ait dört duvardan alındı. DDE parametreleri olarak; sistolik fonsiyonların değerlendirilmesinde - DDE mitral annüler sistolik hız değeri - Sm, diyastolik fonksiyonların - DDE mitral annüler erken ve E/A değerleri, kombine sistolik ve diyastolik fonksiyonların değerlendirilmesinde - miyokart performans indeksi (MPI) değeri kullanıldı. LAD sonlanım özelliğine göre iki gruba (sarılı olan ve olmayan LAD) ayrıldı. İstatistiksel analizde Student-t, Mann-Whitney U ve Ki-kare testleri, Pearson ve Spearman bivaryasyon korelasyon analizleri kullanıldı. Bulgular: Hastaların demografik verileri ve bazal ekokardiyografik ölçümleri benzerdi. RV ve LV için 4 duvardan alınan anüler DDE parametrelerinden sadece anteriyor Sm değerinde (Ant Sm) istatistikî anlamlılık ortaya çıkarken, Em, Am ve MPI değerlerinde anlamlı değişiklik tespit edilmemiştir. LAD koroner arterin LV apikalde sonlanan, diyafragmatik yüze (sarılı olmayan) geçiş göstermeyen olgularda anteriyor duvarın Sm değeri LAD koroner arterin LV apikalde sonlanmayan, diyafragmatik yüze geçiş gösterdiği (sarılı olan) olgulara göre daha fazla etkilendiği ortaya çıkmıştır. Anteriyor Sm değeri ile LAD uzunluğu arasında korelasyon tespit edildi. Sonuç: LAD sonlanımı primer perkütan koroner girişim ile başarılı tedavi edilen AME hastalarında, erken dönemde anteriyor duvarın sistolik fonksiyonları için önemli bir parametredir.
  • Öğe
    Evre I-II Hipertansif Bireylerde Kan Basıncı Düzenlemesinin Arteryel Sertlik Üzerine Etkisi
    (2013) Arıbaş, Füsun Zeynep; Altunkeser, Bülent Behlül; Avcı, Ahmet; Demir, Kenan; Aygül, Nazif; Arıbaş, Alpay
    Amaç: Hipertansif hastalarda sub-klinik organ hasarı göstergelerinden biri de arteryel sertliktir. Çalışmamızda Evre I-II hipertansiflerde kan basıncı düzenlemesinin arteryel sertlik üzerine etkilerini değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: 18-65 yaş Evre I-II hipertansif 60 (34 Evre I, 26 Evre II) hastaya tedavi öncesi ve en az bir ay sonrası olmak üzere 24 saatlik ayaktan kan basıncı izlemi yapıldı. Hastaların tedavileri, arteryel sertlik parametrelerine kör olan hastanın kendi doktorunca verildi. Kan basıncı kontrol altına alınan (Grup 1, n30) ve alınamayan (Grup 2, n30) olarak iki grup oluşturuldu. 24 saatlik holter izleminden hesaplanan aortik sertlik parametrelerinin her iki grupta tedavi öncesi ve sonrası değerleri karşılaştırıldı. Bulgular: Tedavi sonrası; grup 1 hastaların kan basınçları ve arteryel sertlik parametrelerinde [Augmentasyon basıncı (13,46, 10.75.6, p0.001), Augmentasyon indeksi (29,68,2, 26,08,0, p0.001), nabız basıncı (479, 416, p0,001), nabız dalga hızı (7.70.9, 7.10.9, p0.001)] anlamlı düşme izlendi (p0,05). Grup 2 hastaların ortalama diyastolik kan basıncı (948, 918, p0,01) ile kalp hızında (788, 748, p0,03) anlamlı düşme, Augmentasyon basıncında (12,05,1, 14,05,9, p.03) anlamlı yükselme (p0,05) izlenirken, diğer parametrelerde anlamlı değişim görülmedi. Sonuç: Evre I ve Evre II hipertansif hastalarda kan basıncı kontrolü, arteryel sertlik parametrelerinde anlamlı düzelme sağlamaktadır. Yeterli kan basıncı kontrolünün sağlanamadığı durumda ise antihipertansiflere rağmen arteryel sertlik parametreleri düzelmemektedir.
  • Öğe
    Diyabetik Anne Bebeklerinde Kalp İşlevlerinin Doku Doppler Ekokardiyografi İle Değerlendirilmesi
    (2014) Çimen, Derya; Karaaslan, Sevim
    Amaç: Diyabetik anne bebeklerinde geçici kalp hipertrofi olmaktadır. Olgu kontrol çalışması ile bu durumun kalp işlevlerine olan etkisi doku Doppler tekniği kullanılarak araştırılmıştır. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada, 45 zamanında doğmuş diyabetik anne bebeği ve 50 sağlıklı zamanında doğmuş yenidoğanın, sağ ve sol ventrikül sistolik ve diyastolik işlevleri doku Doppler ekokardiyografi ile incelenmiştir. Bulgular: Diyabetik anne bebeklerinden 16sında (%36) septum kalın saptandı. Diyabetik anne bebeklerinde hem sol hem de sağ ventrikül mi- yokard velositeleri kontrol grubuna göre düşük saptandı. Bizim çalışma- mızda, sol ventrikülde kontrol grubundan farklı olarak yalnızca diyabetik anne bebeği grubunda Em/Am oranı birin altında bulunmuştur. Ayrıca diyabetik anne bebeği (grup 1, 2) ve kontrol grubunda septum ve sağ ventrikülde bakılan Em/Am oranı birin altında bulundu. Hesaplanan Tei indeksi interventriküler septumu kalın olan diyabetik anne bebeklerinde kontrol grubundan daha yüksek bulundu. Çıkarımlar: Diyabetik anne bebeklerinde interventriküler septal kalınlaş- ma her iki ventrikül diyastolik işlevlerini bozmaktadır. Bu durum doku Doppler ekokardiyografi ile gösterilebilir. Bu sonuçlar diyastolik işlevle- rin diyabetik anne bebeği grubunda her iki ventrikülde ve sağlıklı bebek- lerde sadece sağ ventrikülde bozulduğunu göstermektedir. Bu durumun yenidoğan döneminde var olan fizyolojik akciğer hipertansiyon sonucu gelişen sağ ventrikül işlev bozukluğu ile açıklanabileceği düşünülmüştür. Doku Doppleri ile saptadığımız subklinik sağ ve sol ventrikül diyastolik işlev bozuklukları, özellikle septumu kalın diyabetik anne bebeklerinin yakın olarak izlenmesi gerektiğini göstermektedir. (Türk Ped Arş 2014; 49: 25-9)
  • Öğe
    Dobutamin Stres Ekokardiyografiye Genel Bir Bakış: Tek Merkez Deneyimi
    (2014) Akıllı, Hakan; Kayrak, Mehmet; Alibasiç, Hajrudin; Arıbaş, Alpay; Doğan, Umuttan; Yazıcı, Mehmet
    Amaç: Bu çalışmada, kliniğimizde yapılan dobutamin stres ekokardiyografi (DSE) tetkikleri endikasyon, güvenlik, yan etki, komplikasyonlar ve sonuçları açısından değerlendirildi. Ayrıca, DSE sayısı ve maliyeti miyokard perfüzyon sintigrafisi (MPS)’ninki ile karşılaştırıldı. Gereç ve Yöntem: Ocak 2007 ile Mayıs 2013 tarihleri arasında yapılan DSE tetkikleri geriye dönük olarak tarandı. Verilerine ulaşılan 1880 hastanın demografik özellikleri, DSE endikasyonu, işlem sırasında gelişen yan etkiler, komplikasyonlar ve DSE sonuçları değer- lendirildi. Aynı yıllarda yapılan MPS sayıları hastane bilgi sisteminden elde edildi. Bulgular: Çalışmaya DSE yapılan 1880 hasta ile MPS yapılan 1862 hasta dahil edildi. Yıllara göre DSE sayısı gittikçe artarken MPS sayısının azaldığı görüldü. MPS'nin toplam maliyeti DSE'nin toplam maliyetinden 5,4 kat fazla bulundu. DSE'nin 1307 hastada (%69,5) miyokard iskemisi, 527 hastada (%28,1) canlı doku, 46 hastada (%2,4) kapak patolojisi değerlendirmek için yapıldığı görüldü. DSE'ye bağlı ölüm, ventrikül fibrilasyonu, devamlı ventriküler taşikardi gibi komplikasyonlar hiç bir hastada görülmez iken 1 hastada (%0,05) akut miyokard enfarktüsü, 28 hastada ventriküler taşikardi (%1,5), 52 hastada (%2,8) atriyal fibrilasyon görülmüştü. Kalp dışı semptomlar %19,7 oranı ile en fazla görülen yan etki idi. Sonuç: DSE, düşük yan etki ve komplikasyon oranı ile güvenle uygulanabilecek maliyet etkin bir tetkiktir.
  • Öğe
    Sol Ventrikül Diyastol Sonu Basıncı Tahmininde Mitral A Dalga Yükselme Zamanının Değeri
    (2015) Akıllı, Hakan; Arıbaş, Alpay; Erer, Murat; Kayrak, Mehmet; Karanfil, Mustafa; Erdoğan, Halil İbrahim; Özdemir, Kurtuluş; Gök, Hasan
    Amaç: Bu çalışmada sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun korunduğu hastalarda (ejeksiyon fraksiyonu >%50), mitral A dalga yükselme zamanının, sol ventrikül diyastol sonu basıncını öngörmedeki yerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Mayıs 2012 ile Ekim 2013 tarihleri arasında koroner anjiyografi yapılmasına karar verilen 121 hasta çalışmaya dahil edildi. Ekokardiyografi kayıtları alındıktan sonra, ölçümlerden habersiz başka bir araştırmacı tarafından sol kalp kateterizasyonu ile sol ventrikül diyastol sonu basıncı ölçüldü. Basınç değerlerine göre hastalar üç gruba ayrıldı. Sol ventrikül diyastol sonu basıncı 0 ile 10 mmHg arası olanlar grup 1, 11 ile 15 mmHg arasında olanlar grup 2, 16 mmHg ve üzeri olanlar ise grup 3'e dahil edildi. Demografi k özellikler, vital bulgular ve ekokardiyografi k parametreler gruplar arasında karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen 121 hastadan 60 (%49,5) tanesi grup 1'e, 30 (%24,7) tanesi grup 2 ye, 31 (%25,6) tanesi grup 3 içerisine alındı. Gruplar arası yapılan analizde yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, komorbit durumlar ve vital bulgular arasında anlamlı bir fark izlenmedi. Gruplar arasında mitral A dalga yükselme zamanında anlamlı bir fark izlenmedi. (Sırasıyla, 79,3±19,6 cm/sn, 83,9±12,5 cm/sn, 80,2±20,1 cm/sn p=0,51). Sonuç: Tüm bu bulgulara rağmen net veriler için daha fazla hasta katılımının olduğu çalışmalara ihtiyaç olduğu açıktır.
  • Öğe
    Epidemiology of atrial fibrillation in Turkey: preliminary results of the multicenter AFTER study
    (2013) Ertaş, Faruk; Kaya, Hasan; Kaya, Zekeriya; Bulur, Serkan; Köse, Nuri; Gül, Mehmet; Arıbaş, Alpay; Kahya Eren, Nihan; Çağlıyan, Çağlar Emre; Köroğlu, Bayram; Vatan, Bülent; Bilik, Mehmet Zihni; Gedik, Selçuk; Yıldız, Abdülkadir; Aydın, Mesut; Yeter, Ekrem; Kanadaşı, Mehmet; Ergene, Oktay; Özhan, Hakan; Ülgen, Mehmet Sıddık; Oylumlu, Mustafa
    Amaç: Atriyum fibrilasyonu (AF) klinik pratiğimizde en sık rastlanan ritm bozukluğu olup ülkemizde bu konuda yapılmış çok merkezli bir epidemiyolojik çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı ülkemizde ilk kez yapılmış olan çok merkezli, ileriye dönük Atrial Fibrillation in Turkey: Epidemiologic Registry (AFTER) çalışmasının kayıtlarından yararlanarak AFye klinik yönden yaklaşımımızı değerlendirmektir. Çalışma planı: Ülkemizde nüfus dağılımı göz önünde bulundurularak 17 ayrı üçüncü basamak merkezden, elektrokardiyografisinde en az bir defa AF atağı tespit edilmiş olan ardışık 2242 hasta çalışmaya alındı. Acil polikliniğine başvuran ya da yatmakta olan hastalar çalışmadan dışlandı. Hastaların epidemiyolojik verileri ve uygulanan tedaviler değerlendirildi. Bulgular: Çalışma popülasyonunu oluşturan hastaların %60ı kadındı, hastaların ortalama yaşı 66.812.3 yıl olarak saptandı. Türk nüfusunda en sık görülen AF tipi non-valvular AF (%78) olup, AFli hastaların %81i ısrarcı-kalıcı AFli idi. AFye en sık eşlik eden komorbid durum hipertansiyon (%67) olarak bulundu. Hastaların %15.3ünde inme, geçici iskemik atak ve sistemik tromboemboli hikayesi mevcut iken kanama öyküsü hastaların %11.2sinde kaydedildi. Çalışma süresinde hastaların %50si warfarin, %53ü de aspirin kullanıyordu. Oral antikoagülan ilaç kullanan hastaların %41.3ünde etkin INR düzeyi saptandı. Oral antikoagülan ilaç kullanmamanın en sık nedeni (%69) hekim ihmali olarak saptandı. Sonuç: Bu veriler klinik pratiğimizde özellikle AFli hastaların antitrombotik tedavileri konusunda daha dikkatli olunması gerektiğini göstermektedir.
  • Öğe
    Koroner Kalp Hastalarında Asimetrik Dimetil Arjinin Düzeyleri Ve Dimetilarjinin Dimetilamino Hidrolaz Enziminin Genetic Polimorfizmi
    (2014) Abuşoğlu, Sedat; Ünlü, Ali; Çelik, Hüseyin Tuğrul; Taner, Alpaslan; Kayrak, Mehmet; Öç, Mehmet Alkılıç Horasanı
    Koroner kalp hastalığı olan bireylerde genetik olarak polimorfizm olması kardiyovasküler olaylara yatkınlığı arttırabilir. Dimetilarjinin Dimetilamino Hidrolaz (DDAH) enziminde bu genetik değişimin saptanması ile bu hastalık grubunda daha ileri tedavi protokolleri geliştirilmesine katkı sağlamak için koroner kalp hastalarında Asimetrik Dimetil Arjinin (ADMA) seviyeleri ve DDAH 1 (E.C. 3.5.3.18) enziminin T87M mutasyonu incelendi.
  • Öğe
    Deterioration of heart rate recovery index in patients with erectile dysfunction
    (2016) Ulucan, Şeref; Kaya, Zeynettin; Keser, Ahmet; Katlandur, Hüseyin; Karanfil, Mustafa; Ateş, İsmail
    Objective: Heart rate recovery (HHR) after exercise is a function of vagal reactivation. This study aimed to evaluate HHR index in patients with erectile dysfunction.Methods: Men over the age of 18 years who were diagnosed with erectile dysfunction were included in the study. Ninety patients with erectile dysfunction (mean age56.1±8.3 years) and 50 healthy subjects as controls (mean age53.1±10.4 years) were compared. The erectile status of patients was evaluated using the sexual health inventory for men questionnaire. Basal electrocardiography, echocardiography, and treadmill exercise testing were performed in all patients and controls. The HHR index was defined as the reduction in heart rate from the rate at peak exercise to the rate at the first minute (HRR), second minute (HRR), third minute (HRR), and fifth minute (HRR) after terminating exercise stress testing. An independent sample t-test, Pearson correlation coefficient test, linear multivariate regression analysis, and receiver operating characteristic curve analysis were used for statistical assessment.Results: All HHR indices were found to be significantly decreased in patients with erectile dysfunction (p>0.001). Effort capacity was markedly lower (9.1±2.3 vs. 10.4±2.3 METs, p0.002) among patients with erectile dysfunction. HRR and HRR were found to be an independent risk factor for erectile dysfunction (Beta0.462, p>0.001; Beta0.403, p>0.001; respectively) in linear regression analysis.Conclusion: Decreased HHR index may be considered as one of the independent predictors of impaired autonomic function in patients with erectile dysfunction.