Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 36
  • Öğe
    Poor prognosis in paediatric haemorrhagic stroke
    (Via Medica, 2023) Çaksen, Hüseyin; Yılmaz, Saniye Yasemin; Güven, Ahmet Sami; Güldibi, Furkan; Erdi, Mehmet Fatih; Açıkgözoğlu, Saim
    Stroke, increasingly recognised in children in recent years, is an important cause of long-term morbidity and disability. A wide range of conditions associated with paediatric stroke has been identified, which differ significantly from those in adults. Paediatric stroke can also present with a variety of symptoms and signs, both specific and non-specific [1, 2]. Paediatric haemorrhagic stroke (HS) is a rare but severe condition, with lifelong multifaceted adverse functional, psychosocial, and economic consequences [3]. In this study, we have evaluated the clinical, laboratory and neuroimaging findings in children with HS in order to draw attention to the high morbidity and mortality rates of paediatric HS. (...)
  • Öğe
    Wegener Granülomatozis Akciğer Tutulumunda Bilgisayarlı Tomografi Bulguları: Resimlerle Bir Konu
    (2015) Poyraz, Necdet; Korkmaz, Celalettin; Yavşan, Durdu Mehmet; Keskin, Suat; Teke, Turgut; Ödev, Kemal
    Wegener granülomatozis, akciğerde en iyi bilgisayarlı tomografide tanımlanan, değişik bulgularla ortaya çıkabilen nekrotizan granülomatöz bir vaskülittir. Görüntüleme bulguları kaviteleşebilen nodül veya kitleler; konsolidasyon ve buzlu cam yoğunluklarıdır. Wegener granülomatozis pnömoni, malignite ve infeksiyon dışı inflamatuvar hastalıkları taklit edebilir. Bu resimli derlemenin amacı Wegener granülomatozisin akciğer tutulumunda karakteristik bilgisayarlı tomografi bulgularını göstermektir.
  • Öğe
    Behçet Hastalığında İyatrojenik Sağ İnternal Mamaryan Arter Çalma Sendromu
    (2014) Erol, Cengiz; Paksoy, Yahya; Kanat, Fikret; Özbek, Seda; Kıvrak, Ali Sami; Koplay, Mustafa; Özbek, Orhan
    Subklaviyan arter anevrizması nedeniyle opere edilen bir Behcet olgusunda anevrizmaya açılan vertebral arter ve sağ internal mamaryan arterin, anevrizma kesesi içerisinde bırakılması sonucu, post operatif dönemde iatrojenik olarak ortaya çıkan sağ internal mamaryan arter çalma sendromunun görüntüleme bulgularını sunmak istedik. Bizim bilgilerimize göre bugüne kadar, sağ internal mamaryan arterin sorumlu olduğu çalma sendromu literatürde tariflenmemiştir. Kesitsel noninvaziv radyolojik görüntüleme yöntemleri, bu olguda anatomik detayın gösterilmesi, cerrahi sonrası değişen ve yeni ortaya çıkan anatominin ortaya konmasında oldukça başarılı olmuştur.
  • Öğe
    Böbrek yetmezlikli hastalarda FLAIR imajlarda subaraknoid aralık hiperintensitesi: Tanısal bir tuzak
    (2015) Kalkan, Havva; Kireşi, Demet; Keskin, Suat
    Subaraknoid aralık (SAA) hiperintensitesi, manyetik rezonans görüntülemenin (MRG) FLAIR sekansında ayırıcı tanısı dikkatlice yapılması gereken önemli bir bulgudur. FLAIR sekansında SAA hiperintensitesinin subaraknoid kanama (SAK), leptomeningeal karsinomatozis, menenjit gibi ciddi tedavi gerektiren birçok nedeni vardır. Kontrast madde, vasküler pulsasyonlar, beyin omurilik sıvısı (BOS) pulsasyonları ve hareket artefaktları sadece tuzak görüntülerdir, bu nedenle de tedavi gerektirmezler. Böbrek yetmezlikli hastalar için birçok komorbidite sebebi bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi serebrovasküler olaylardır. Nörolojik semptomlara sahip hastalarda MRG tanı için en iyi tercihtir. Fakat hastaya beyin MR tetkiki öncesinde kontrastlı başka bir MRG incelemesi uygulan- mışsa gadolinyumun SAA'da gecikmiş klirensi ve persistansı ortaya çıkar. Sonuçta bu durum ciddi patolojileri taklit edebilir. Bu olgu sunumunda daha önce kontrastlı boyun MRG uygulanan böbrek yetmezlikli olgunun SAA hiperintensitesine ait ilginç görüntülerini sunmayı amaçladık.
  • Öğe
    Hepatosellüler karsinomda radyolojik algoritma ve görüntüleme yöntemleri
    (2014) Küçükapan, Ahmet; Keskin, Suat; Keskin, Zeynep; Poyraz, Necdet
    Radyolojik görüntülemenin amacı hepatosellüler karsinomu erken evrede tespit etmektir. Bunun amacı lezyonu küratif tedavi evre- sinde yakalayabilmektir. Son yıllarda özellikle küçük karsinomların erken tespit edilebilmesi için fazlaca çaba sarf edilmektedir. Bu derlemenin amacı hepatosellüler karsinomların tespiti ve tanımlanmasında ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme, radyonüklid görüntüleme, pozitron emisyon tomografi ve dijital subtraksiyon anjiografi gibi invaziv olmayan görüntü- leme yöntemlerinin etkinliğini belirlemektir.
  • Öğe
    Plevral hastalıkların görüntülenmesi: Akciğer grafisi temelinde görüntüleme yöntemlerinin değerlendirilmesi
    (2017) Poyraz, Necdet; Kalkan, Havva; Ödev, Kemal; Ceran, Sami
    Plevra kaynaklı patolojilerin değerlendirilmesinde kullanılan birincil tanı yöntemi konvansiyonel akciğer radyografisidir. Sıklıkla görülen plevra patolojisi plevral kalınlaşma ve efüzyondur. Arka ön akciğer radyografisi (PA, posteroanterior) küçük miktardaki plevral efüzyonu göstermeyebilir. Lateral dekübitus radyografisi ve toraks ultrasonografisi (USG) az miktardaki plevral efüzyonu ortaya koymada daha etkin yöntemlerdir. PA radyografide tek taraflı homojen yoğunluk artışı gösteren olgularda toraks ultrasonografisi plevral ve parankimal patolojilerin ayırıcı tanısında yararlı bilgiler vermektedir. Akciğer radyografisinde saptanan plevral efüzyon veya kalınlaşma altta yatan hastalığı veya parankimal patolojiyi gizleyebilir. Bu nedenle bilgisayarlı tomografi (BT) plevral hastalığın yaygınlığını ve nedenini ortaya koymada yararlı bilgiler sağlamaktadır. BT(koronal ve sagital reformat görüntüler) plevral kalınlaşma veya efüzyonla birlikte bulunan parankimal lezyonların ayırt edilmesini sağlayabilir. Ayrıca BT göğüs duvarı, mediasten ve diyafragma invazyonunu, hiler ve/veya mediastinal lezyonları ayrıntılı olarak gösterebilir. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) standart noninvaziv yöntemlerin yetersiz kaldığı olgularda tamamlayıcı yöntem olarak kullanılabilir.
  • Öğe
    Fracture with Urethral Injury: Evaluation by Retrograde Urethrogram
    (2017) Balasar, Mehmet; Poyraz, Necdet; Pişkin, Mehmet Mesut; Kandemir, Abdulkadir
    Penile fracture is a rare condition. It primarily involves the rupture of the corpus cavernosum during erection, which may also affect the corpus spongiosum and urethra. We describe the case of a 35-year-old man who presented with acute penile pain, penile swelling, and a hematuria after a blunt trauma during sexual intercourse. The emergency retrograde urethrogram revealed a rare condition, extravasation of the opaque material from the penile urethra into the cavernous structure. The partial rupture of the corpus cavernosum with urethral disruption was repaired surgically. At the 3-month postoperative follow-up control, no complications were reported by the patient who has had both normal erectile and voiding functions. In cases of penile fracture with suspected urethral injury, retrograde urethrogram can be used for definitive diagnosis.
  • Öğe
    Primary hiperplastic persistant vitreus
    (2013) Güler, İbrahim; Sakarya, Mehmet Emin; Küçükapan, Ahmet; Özbiner, Hüseyin; Samur, Çiğdem
    Persistent hyperplastic primary vitreous (PHPV) is a disorder of ocular development which occurs due to incomplete regression of the embryonic vitreous and hyaloid vasculature. Most cases of PHPV are sporadic and unilateral. We report a case of PHPV in a 5-year-old male who presented with complaint of decreasing eye size. Grey-scale ultrasonography (US) evaluation revealed an hypoechogenic band in the posterior segment of the left globe extending from the posterior surface of the lens capsule to the optic disc. Also magnetic resonance imaging (MRI) findings suggested the diagnosis of persistent hyperplastic primary vitreous.
  • Öğe
    New surgical technique applied with urological instruments in bilobar multiple hepatolithiasis: Ultra-mini percutaneous hepatolithotomy
    (2017) Öztürk, Ahmet; Sönmez, Mehmet Giray; Bakdık, Süleyman; Göğer, Yunus Emre; Özkent, Mehmet Serkan; Aksoy, Faruk; Belviranlı, Metin
    Intrahepatic bile duct stones may emerge with manifestations as chronic stomach ache, cholestasis, cholangitis, abscess, post-obstructive atrophy and liver cirrhosis presentation may occur. Thus the treatment of symptomatic hepatolithiasis patients should be provided. Different methods such as biliary decompression, endoscopic, percutaneous or open surgery are recommended for the treatment of patients with intrahepatic gallstones. The aim of the treatment is to extract the stones and regain biliary drainage. But the treatment regimen to be applied should be determined after examining the age, performance condition, general conditionof the patient and location of the stone carefully. In this case, we presented a young female patient whohad many unsuccessful surgical interventions due to coledochal cyst and congenital malformation in bileducts, had large stones in right and left intrahepatic bile ducts and in whom we provided complete stone-free condition through Ultra-Mini Percutaneous Hepatolithotomy (UM-PHL) using urological instruments.
  • Öğe
    Ossification of Superior Transvers Scapular Ligament: A Case Report
    (2018) Özen, Kemal Emre; Şahin, Gökalp; Aydın Kabakçı, Anıl Didem; Çiçekcibaşı, Aynur Emine; Aydoğdu, Demet; Akın Saygın, Duygu
    Entrapment neuropathies, also known as nerve compressionsyndrome or compression neuropathy, may be defined as the lesionsof the peripheral nerves under exposure of any kind of physicalstress, including any kind of traumas and inflammatory or edematousprocesses, on the route of the nerve to the target tissue. Whileperforming a radiologic examination of multi-detector computerizedtomography images of vascular structures in the right shoulder regionof a 43 years old female Turkish patient who admitted to ourhospital, we observed a complete ossification of the superiortransverse scapular ligament. This case report, which is discussed inthe clinical perspectives of anatomic variations, puts forth that radioanatomicimages about variations, like the one used in this report, areof importance while illuminating the etiopathologic background ofentrapment neuropathies of the shoulder region.
  • Öğe
    Doğuştan hidrosefalinin nadir bir nedeni olarak tip-1 plazminojen eksikliği
    (2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Özbek, Orhan; Turgut Öztürk, Banu; Örs, Rahmi
    Ciddi tip 1 plazminojen eksikliği otozomal çekinik geçen ve başta göz olmak üzere müköz membranlarda kronik enflamasyona neden olan nadir bir hastalıktır. En sık görülen klinik tablosu linyöz konjonktivittir. Bu hastalarda nadiren doğuştan tıkayıcı hidrosefali de görülebilir. Biz burada doğum öncesi hidrosefali tanısı konan ve doğumdan sonra ciddi plazminojen eksikliği olduğu gösterilen yenidoğan bir bebeği sunduk. Ailenin ilk çocuğunda ve iki teyzesinde de aynı hastalığın bulunduğunu saptayıp tartıştık. Tıkayıcı hidrosefali olgularında ve özellikle linyöz konjonktivit tanısı konan veya aile öyküsünde linyöz konjonktivit olduğu bilinen bebeklerde plazminojen eksikliğinin de olabileceği akılda bulundurulmalıdır.
  • Öğe
    The İncidence Of Renal Artery Stenosis İn Patients With Significant Stenosis Of Lower Extremity Arteries
    (2012) Keskin, Zeynep; Küçükay, Fahrettin; Keskin, Suat
    Bu çalışmanın amacı, renal arter stenozu ile periferik arter hastalığı birlikteliğini değerlendirmek ve periferik arter hastalığı olan hastalarda insidental renal arter stenozu sıklığını saptamaktır. Bu çalışmaya alt ekstremite arterlerine yönelik DSA yapılan ve en az bir segmentinde %50 ve üzeri stenoz saptanan toplam 1502 hasta dahil edildi. Alt ekstremite arterleri aortoiliak, femoropop- liteal ve infrapopliteal olarak 3 segmente ayrılarak değerlendirildi. Segmentler tek segment ve multisegment tutulumu olarak sınıflandırıldı. Multisegmentler aortoiliakfemoropopliteal, aortoiliakinfrapopliteal, femoropoplitealinfrapopliteal ve aorto ilaikfemoropoplitealinfrapopliteal olarak isimlendirildi. En az bir segmentde %50 ve üzeri stenozu olanlar çalışmaya alındı. Segmental periferal arter hastalığı ve renal arter stenozu birlikteliğini karşılaştırmada ki-kare testi kullanıldı. Periferik vasküler hastalığı olan 1502 hastanın 228 inderenal arter stenozu saptandı. Renal arter stenozu sıklığı tek segment tutulumu olanlarda multi segment tutulumuna göre daha az bulundu (p0.03). Renal arter stenozu sıklığı tek segment tutulumunda %11,9 ve multi- segment tutulumunda %16,4 bulundu. Renal arter stenozu sıklığı diğerleriyle karşılaştırıldığında infrapopliteal tutulumda (%6) daha az bulundu (p0.027). Sağ, sol ve bilateral renal arter stenozuyla segment tutulumları karşılaştırıldığında segment grupları arasında fark bulunmadı (p0.086, p0.219). Kadınlarda renal arter stenozu sıklığı daha yüksek oranda bulundu (%23.6, p0.01). Renal arter stenozu periferal vasküler hastalığı olanlarda %15,2 sıklıkla görülmektedir. Renal arter stenozu infrapopliteal segment tutulumunda daha görüşmektedir. Multisegment tutulumu ile karşılaştırıldığında tek segment tutulumunda renal arter stenozu sıklığı kadınlarda erkeklere nazaran daha sıktır.
  • Öğe
    Girişimsel İşlemler İçin Sakral Kanal ve Hiatusun Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi ile Morfometrik Analizi
    (2015) Kılıçaslan, Alper; Keskin, Fatih; Babaoğlu, Ozan; Gök, Funda; Erdi, Mehmet Fatih; Kaya, Bülent; Özbiner, Hüseyin; Özbek, Orhan; Koç, Osman; Kaçıra, Burkay Kutluhan
    AmAÇ: Yakın zamanda sakral kanal, omurga hastalıklarının minimal invaziv tanı ve tedavi işlemleri için "bir koridor olarak" sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Çalışmanın amacı sakral kanalın, hiatusun ve çevre yapıların farklı yaş gurupları ve cinsiyete göre morfometrik analizlerinin çok kesitli bilgisayarlı tomografi yöntemiyle incelenmesidir. yÖNTem ve GeReÇLeR: Üç farklı yaş grubuna (20-80 yaş arasında) ayrılan 300 yetişkin (150 kadın ve 150 erkek; 20-80 yaş) hastanın multiplanar rekonstrüksiyon görüntüleri kaydedildi ve geriye dönük olarak incelendi. Sakral hiatus ve çevre yapılar ile sakral kanala ait çeşitli anatomik ölçümler yapıldı. Sakral kurvatür açısı ve lumbosakral lordotik açı kaydedildi. BuLGuLAR: Bazı olgularda hiatus yokluğu (%0,3), komplet agenezis (%1) ve kemik septum (%2,6) gibi kemik anomalilerine rastlandı. Anteroposterior (AP) Hiatus çapı olguların %5'sinde 2 mm nin altındaydı. Tüm yaş gruplarında, hiatus AP çapı ve hiatus alan ve "sakral kanal AP çapının en kısa mesafesinin" ortalaması, 60-80 yaş grubunda, 20-40 yaş grubuna göre daha kısaydı (p0,01). Sakral kanal AP çapın en küçük olduğu lokalizasyon, en çok olguların %59,2'unda S2 ve %33,9'unda S3 seviyesinde idi. Maksimum kurvatür seviyesi olguların %63,3'ün de S3 ve %26,7'sin de S2 seviyesinde idi. Sakral kürvatur açı ve lumbosakral lordotik açı sırayla 164 and 134 olarak ölçüldü. soNuÇ: Sakral yapılarda anatomik varyasyonlar sık görünür. Anatominin ayrıntılı analizi, girişimsel işlemlerin başarısını ve güvenilirliğini artırabilir.
  • Öğe
    Rutin Abdominal BT Tetkiklerinde Sol Renal Ven Anomalilerinin Görülme Sıklığı
    (2015) Batur, Abdussamet; Karaköse, Serdar; Yavuz, Alpaslan; Bora, Aydın
    Amaç: Rutin abdomen BT incelemelerinde sol renal ven anomalilerinin görünümleri ve görülme sıklığının araştırılması. Yöntem: Toplam 1004 abdomen BT tetkiki retrospektif olarak sol renal ven anomalileri açısından incelendi. Sol renal venin seyri ardışık BT kesitleri ile takip edilerek anomalileri araştırıldı. Bulgular: Çalışma kapsamındaki 1004 olgunun 63ünde (%6.3) sol renal ven anomalisi saptandı. Bunlardan 43 (%4.3)' ü retroaortik, 20si (%2) sirkumaortik renal ven anomalisi idi. Sonuç: Sol renal ven anomalilerinin, retroperitoneal cerrahi ve girişimsel işlemlerden önce tanımlanması önemlidir. Bu anomaliler dikkatli incelemeler ile rutin abdomen BT tetkiklerinde saptanabilir.
  • Öğe
    Koroner arter baypas cerrahisinde radiyal arter grefti kullanılan hastalarda ameliyat sonrası dönemde brakiyal ve ulnar arterlerde meydana gelen akım ve çap değişikliklerinin incelenmesi
    (2015) Işık, Mehmet; Yüksek, Tahir; Dereli, Yüksel; Görmüş, Niyazi; Durgut, Kadir; Koç, Osman
    Amaç: Radiyal arter grefti koroner baypas cerrahisinde yaygın olarak kullanılan bir seçenektir. Bu hastalarda önkol ve el dolaşımı ulnar arter tarafından sağlanmaktadır. Bu çalışmada, koroner baypas cerrahisi için radiyal arter grefti kullanılan hastalarda brakiyal ve ulnar arterlerde meydana gelen akım ve çap değişikliklerini araştırdık. Yöntemler: Kliniğimizde Eylül 2007 ile Eylül 2008 tarihleri arasında elektif koroner baypas cerrahisi uygulanan 20 hastada radiyal arter grefti kullanıldı. Ameliyat sonrası dönemde, Allen Testi ve Doppler ultrasonografi ile önkol ve el dolaşımı için ulnar arterin yeterli olup olmadığı araştırıldı. Brakiyal ve ulnar arterlerin bazal akım ve çap değerleri ölçüldü. Kontrol Doppler ultrasonografi ölçümleri ameliyat sonrası üçüncü ayda yapıldı. Brakiyal ve ulnar arterlerde meydana gelen akım ve çap değişiklikleri kaydedildi. Bulgular: Ameliyat sonrası ölçümlerde ulnar arter akım ve çap değerlerinde anlamlı artış gözlendi. Brakiyal arterde ise kesit alanı olarak anlamlı artış görülürken, akım değerlerinde rölatif bir azalma gözlendi. Çalışmamızda mortalite ve iskemik komplikasyon görülmedi. Nörolojik komplikasyon olarak 4 hastada geçici parestezi saptandı. Sonuç: Koroner arter baypas cerrahisi için radiyal arter kullanımı ulnar ve brakiyal arterlerde önemli değişikliklere yol açar. Bu akım ve çap değişiklikleri erken dönemde renkli Doppler ultrasonografi ile tespit edilebilir. Bu adaptasyon mekanizmaları radiyal arterin greft olarak güvenle çıkarılabileceğini göstermektedir.
  • Öğe
    Nörofibromatozis tip 1: Kraniyal MRG Bulguları
    (2014) Keleşoğlu, Kazım Serhan; Keskin, Suat; Sivri, Mesut; Erdoğan, Hasan; Nayman, Alaaddin; Koplay, Mustafa
    Amaç: Nörofibromatozis tip 1 (NF1, von Recklinghausen hastalığı, periferal nörofibromatozis) öncelikle nöral dokular olmak üzere birçok sistemi tutan nörokutanöz bir hastalıktır. Çocuklarda kanser yatkınlığını artırması sebebiyle bilinmesi ve tanı konması önem kazanan bir sendromdur. Amacımız kliniğimizde incelenen nörofibromatozis tip 1 hastalarının kraniyal MRG bulgularını tartışmak ve mevcut bulgular eşliğinde nörofibromatozis tip 1'in kraniyal tutulum şekillerini değerlendirmektir. Gereç ve yöntemler: Haziran 2011 ve Mart 2013 tarihleri arasında kliniğimizde Nörofibromatozis tip 1 tanısı olan ve en az 1 MRG incelemesi bulunan 21 hastanın 19'u değerlendirilmiştir. 6-32 yaş aralığında (ortalama yaş 15,3), 7 kız ve 12 erkek hastadan elde edilen kraniyal MRG incelemeleri retrospektif olarak taranmıştır. Çalışmaya dahil edilen olgulardaki lezyonların tipi ve lokalizasyonları farklı bir radyolog tarafından yeniden değerlendirilmiştir. Bulgular: Nörofibromatozis tip 1 tanısıyla takip edilen ve kraniyal MR görüntülemeleri değerlendirilen 19 hastanın 16'sında santral sinir sisteminde hamartomatöz lezyonlar, 5 hastada optik gliom ya da optik sinir kalınlaşması, 5 hastada pleksiform nörofibromlar ve 2 hastada nörofibrom odakları izlenmiştir. Sonuç: Birçok farklı tümör ve bulgu içermesi ve en sık kalıtılan santral sinir sistemi hastalığı olması Nörofibromatozis tip 1'in tanı kriterlerinin ve lezyonlarının bilinmesini ve akılda tutulmasını gerektirmektedir. Klinik bulguları Nörofibromatozis tip 1 kriterlerini karşılamayan, tanı kriterlerindeki lezyonlar gelişmeyen veya tanı konurken şüphede kalınan hastaların tanısı ve hastalığın tümöral oluşumların gelişmesine olan yatkınlığı sebebiyle Nörofibromatozis tip 1 hastalarında MR görüntüleme bulguları erken ve doğru tanı açısından önemlidir.
  • Öğe
    Imaging Findings of Gallbladder Duplication: Case Report
    (2014) Batur, Abdussamet; Karaköse, Serdar
    Amaç: Nadir görülen konjenital anomali olan çift safra kesesi olgusunun görüntüleme bulgularını sunmak. Bulgular: Tekrarlayan karın ağrısı nedeniyle merkezimize başvuran dört yaşındaki hastada yapılan ultrasonografide pankreas başı düzeyinden portal hilusa uzanım gösteren kistik lezyon izlendi. Ayırıcı tanıya yönelik elde edilen manyetik rezonans kolanjiopankreatografide koledokla bağlantısı olan çift safra kesesi izlendi. Sonuç: Cerrahiye bağlı olası komplikasyonların önlenmesi açısından operasyon öncesi safra kesesi varyasyonunun tam olarak gösterilmesi gerekmektedir. Radyolojik görüntüleme bulgularıyla safra kesesi ve safra yolları varyasyonları gösterilebilir.
  • Öğe
    Surgical treatment of phyllodes tumors of the breast: A single center experience
    (2013) Aksoy, Faruk; Gündeş, Ebubekir; Vatansev, Celalettin; Emlik, Ganime Dilek; Doğan, Serhat
    Amaç: Memenin fillodes tümörü nadir görülen fibroepitelyal bir tümördür. Bu çalışmada memenin fillodes tümörü tanılı hastalarımızın klinikopatolojik bulgularını ve tedavi yaklaşımımızı sunmayı amaçladık. Yöntem ve Gereçler: Kliniğimizde 2003-2011 yılları arasında memenin fillodes tümörü nedeniyle tedavi gören 9 hastanın tıbbi kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Hastaların ortanca yaşı 38 (20-70) yaş olarak saptanmıştır. Hastaların tümünün başvuru şikayeti memede ele gelen kitle idi. Hastalardan altısına kalın-iğne biyopsi, ikisine eksizyonel biyopsi, birine de ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) ile tanı konuldu. Ortalama tümör büyüklüğü 9.3 (4-20) cm olarak hesaplandı. İki hasta dışında tüm olgulara cerrahi sınır negatif olacak şekilde lokal eksizyon uygulandı ve adjuvan ek bir tedavi verilmedi. İki hastadan birine mastektomi, diğerine ise modifiye radikal mastektomi işlemi uygulandı. Hastalar ortalama 43 (5-95) ay takip edildi. Takip süresince hastalarda memede nüks saptanmadı. Sonuç: Bu olgularda preoperatif tanı cerrahi yaklaşımı belirlemek açısından önemlidir. Ayırıcı tanıda yapılan ultrasonografi ve mamografi gibi radyolojik tetkiklerde bu tümörleri fibroadenomdan ayırt etmek zordur. Doku biyopsisi ile tanıya gitmek mümkündür. Sonuç olarak, fillodes tümörler genellikle klinik ve patolojik olarak selim olduğundan tüm hastalarda sınır negatif olacak şekilde cerrahi yaklaşım düşünülmelidir.
  • Öğe
    Comparison of mammography sensitivity after reduction mammoplasty targeting the glandular and fat tissue
    (2015) Çakır, Murat; Küçükkartallar, Tevfik; Tekin, Ahmet; Selimoğlu, Nebil; Poyraz, Necdet; Belviranlı, Mehmet Metin; Kartal, Adil
    Amaç: Meme küçültme cerrahisi geçiren kadınların meme kanseri teşhis ve taramasında mamografinin bazı sınırlılıkları vardır. Bu çalışmada postoperatif değişikliğe bağlı meme dokusunda gelişen yapısal bozuklukların mamografiye nasıl yansıdığını araştırmayı amaçladık.Gereç ve Yöntemler: Meme küçültme operasyonu geçiren ve genel cerrahi kliniği tarafından meme kanseri taraması amacıyla mamografi çekilmesi istenen hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş, cerrahi işlem, postoperatif takip süresi, çıkarılan doku miktarı, histopatolojik ve mamografik bulguları değerlendirildi. Hastalar 3 grupta incelendi: 40 yaş üzerinde glandüler doku ağırlıklı redüksiyon mammoplasti uygulanan (1. grup), 40 yaş altında yağ dokusu ağırlıklı redüksiyon mammoplasti uygulanan (2. grup) ve 40 yaş üstünde meme hipertrofisi tanısı almış ve opere edilmeyen (3. grup) hastalardan oluşmaktadır.Bulgular: Hastaların ortalama takip süresi 6 yıldı. Çıkarılan ortalama doku miktarı 1. grupta 1120 gr (6802070), 2. grupta 1220 gr idi. Ameliyat yaş ortalaması 1. grupta 45 , 2. grupta 35 idi. Histopatolojik incelemede tüm gruplar benigndi. Birinci grup hastaların tamamı BIRADS 1-2, 2. grup hastaların 28'i BIRADS 1-2, 4'ü BIRADS 3 ve 8'i BIRADS 0 idi. Üçüncü grup hastaların 35'i BIRADS 1-2, 4'ü BIRADS 3 ve 1'i BIRADS 0'dı.Sonuç: Kırk yaş üzeri hastalarda glandüler doku ağırlıklı meme küçültme cerrahisi uygulanmasının mamografi duyarlılığını artırdığı kanısındayız
  • Öğe
    Bilgisayarlı Toraks Tomografisinde Saptanan İnsidental Meme Lezyonları Incidental
    (2015) Poyraz, Necdet; Emlik, Ganime Dilek; Suat , Keskin; Kalkan, Havva
    Amaç: Mamografi memenin primer görüntüleme yöntemi olmasına kar- şılık, değişik patolojileri saptamak amacıyla çekilen bilgisayarlı tomografilerde insidental (rastlantısal) benin ya da malin meme lezyonlarıyla giderek daha sık karşılaşılmaktadır. Dolayısıyla bu lezyonların saptanması ve doğru tanımlanması önem kazanmıştır. Bu çalışmada meme dışı patolojiler için çekilen bilgisayarlı tomografilerde saptanan insidental meme lezyonlarının sıklığını, morfolojik özelliklerini ve sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem ve Gereçler: Bölümümüzde 2011-2013 tarihleri arasında çekilen bilgisayarlı tomografilerde insidental saptanan meme lezyonları de- ğerlendirildi. Daha önce tanı konmuş meme lezyonu olan hastalar çalışma dışında bırakıldı. Histopatolojik tanısı olan ya da en az 2 yıl boyunca takip edilmiş hastalar çalışmaya alındı. Bulgular: Çalışma grubunu oluşturan ortalama 551,38 yaşındaki (aralık 37-78 yıl) toplam 33 kadının 12sinde (%36) malin, 21inde (%64) benin ya da normal bulgular saptandı. En sık saptanan patoloji malin lezyonlar arasında invaziv duktal karsinom, benin lezyonlarda ise fibroadenomdu. En önemli bilgisayarlı tomografi bulgusu, malin lezyonlarda düzensiz kontur yapısı ve lenfadenopati varlığı, benin lezyonlarda ise düzgün kontur yapısıydı. Sonuç: Bilgisayarlı tomografi incelemelerde kesite girdiğinde meme mutlaka dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir. Meme lezyonlarının uygun şekilde raporlanması erken tanı ve tedaviye olanak sağlayacaktır.