Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 26
  • Öğe
    Metastatik beyin tümörlerinin retrospektif analizi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Gül, Büşra; Kocaoğullar, Yalçın
    Amaç: Opere ettiğimiz metastatik beyin tümörü olan hastaların survey süreleri ve surveye etki eden faktörler açısından retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem ve Gereçler: Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi kliniğinde Ocak 2014-Haziran 2022 tarihleri arasında metastatik beyin tümörü nedeniyle opere edilen 82 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastalar yaş, cinsiyet, primer malignite tanısı , primer tanı ile metastaz arasında geçen süre, diğer organ metastazları, radyoterapi-kemoterapi öyküsü, Karnofsky performans skoru, intrakranial metastaz sayısı ve survey açısından istatistiksel olarak değerlendirildi. Araştırma sonucu elde edilen veriler bilgisayar ortamında SPSS (Statistical Package for Social Sciences) 18.0 paket programı ile analiz edildi. Bulgular: Beyin metastazı nedeniyle opere ettiğimiz hastaların 57’si (%69,5) erkek, 25’i (%30,5) kadın hastaydı. Yaş ortalaması 58,18±10,78 olarak bulundu. Hastaların %45,1’inde akciğer kanseri, %12,2’sinde meme kanseri, %9,8’inde hastada kolon adenokanser ve %6,1’inde malign melanom metastazi tespit edildi. Erkek hastaların kadın hastalara göre, Karnofsky skoru 70’in altında olan hastaların da Karnofsky skoru 70 ve üzerindeki hasta grubuna göre yaşam süreleri istatistiksel olarak anlamlı düşük saptandı. Hastalar tedavi şekillerine göre değerlendirildiğinde sadece cerrahi tedavi yapılan, RT ve/veya KT almayan hastaların yaşam süresi diğer tedavi gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı düşük bulundu. 65 yaş ve üstündeki hastaların, 65 yaş altındaki hastalara göre yaşam süresi istatistiksel olarak anlamlı düşük bulundu. Çalışmaya katılan hastaların ortalama surveyi 10,52 ay olarak hesaplandı. Sonuç: Gelişen tanı ve tedavi yöntemleri nedeniyle kanser hastalarının sağ kalım süreleri uzamış ve beyin metastazlarını görülme sıklığı artmıştır. Cerrahi tedaviye uygun olan hastalar dikkatle seçilmeli ve beyin metastazlarının tedavisinde multidispliner yaklaşım tercih edilmelidir. Cerrahi rezeksiyon beyin metastazlarının tedavisinde temel tedavi prensiplerinden biridir, KT ve/veya RT ile birlikte survey üzerine olumlu katkıları mevcuttur.
  • Öğe
    Deneysel akut spinal kord hasarında myrıcetın'in nöroprotektif etkilerinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Kaplan, Serdar; Keskin, Fatih
    Amaç : Bu projemizde antioksidan özelliklere sahip flavionid polifenolik bileşik sınıfının bir üyesi olan Myricetin’i travmatik spinal kord hasarı oluşturulan ratlara uygulayarak Myricetin’in travma sonrası spinal korddaki serbest radikallere bağlı gelişen sekonder hasara yönelik nöroprotektif etkilerini değerlendirdik. Yöntem : 45 adet wistar albino cinsi rat her grupta 9 adet olmak üzere 5 gruba ayrılarak randomize edildi. Travmatik spinal kord hasarı titanyum çubuklar vasıtası ile ağırlık düşürme tekniği ile gerçekleştirildi. Grup-1 (sham) ratlara 1.gün laminektomi yapıldı. 7.gün kan ve doku örnekleri alındı. Grup-2 ratlara 1.gün laminektomi yapıldı. 7 gün boyunca oral gavaj (OG) ile %0,9 luk serum fizyolojik (SF) verildi. 7.gün kan ve doku örnekleri alındı. Grup-3 ratlara 1.gün laminektomi yapıldı. Titanyum çubuklar ile spinal travma oluşturuldu. 7 gün boyunca oral gavaj (OG) ile %0,9 luk serum fizyolojik (SF) verildi. 7.gün kan ve doku örnekleri alındı. Grup-4 ratlara 1.gün laminektomi yapıldı. Titanyum çubuklar ile spinal travma oluşturuldu. 7 gün boyunca oral gavaj (OG) ile düşük doz myricetin (5mg/kg/gün) verildi. 7.gün kan ve doku örnekleri alındı. Grup-5 ratlara 1.gün laminektomi yapıldı. Titanyum çubuklar ile spinal travma oluşturuldu. 7 gün boyunca oral gavaj (OG) ile yüksek doz myricetin (25mg/kg/gün) verildi. 7.gün kan ve doku örnekleri alındı. ii Deneyin 1. ve 7. günlerinde ratların motor muayeneleri için Basso Beattie and Bresnahan (BBB) ve Modifiye Tarlov Skalası testleri uygulandı. Ratlardan elde edilen hasarlı spinal kord dokusu ve kandan interlökin-1beta (IL-1b), interlökin-10 (IL-10), total antioksidan status (TAS), total oksidatif status (TOS), malonildialdehit (MDA) seviyeleri enzyme linked immunosorbent assay (ELISA) yöntemi ile fakültemiz Tıbbi Biyokimya A.D. Araştırma Laboratuvarında çalışılmıştır. Fakültemiz Histoloji ve Embriyoloji A.D. laboratuarında ratlardan elde edilen spinal kord kesitleri hematoksilen eozin (H-E) boyası kullanılarak histoloji laboratuarında ışık mikroskobu altında incelenmiştir. Apoptotik hücreler TUNEL yöntemi ile ApopTag In Situ Apoptosis Detection Kit (Millipore) kullanılarak etiketlenmiştir. TUNEL pozitif hücreler gri maddede 4 mikronluk kesitlerde ışık mikroskobunda 20'lik objektifde sayılarak yüzdeleri alınmıştır. Histopatoloji skoru ve TUNEL pozitif hücre sayısı, TUKEY testi ile tek yönlü varyans analizi (ANOVA) kullanılarak istatistiksel analiz yapılmıştır. Bulgular : Myricetin, serum ve dokuda dozdan bağımsız olarak IL-10 seviyelerinde artışa sebep oldu. Serum IL-1beta seviyelerinde ilaç dozundan bağımsız düşüş görülürken, doku örneklerinde yüksek doz ilaç grubunda IL-1beta seviyesinde anlamlı düşüş görüldü. Myricetin’in uygulama dozu arttığında daha belirgin antioksidan yanıt oluşturarak TOS seviyesinde düşüşe, TAS seviyesinde yükselişe yol açtığı tespit edildi. Yine Myricetin’in uygulama dozu arttığında oksidatif stresin güçlü belirteçlerinden olan MDA seviyelerinde anlamlı gerilemeye neden olduğu görüldü. Histopatolojik incelemede Myricetin etkisi ile TUNEL pozitif hücre sayısı ve apoptotik indeksin anlamlı olarak azaldığı tespit edildi. Yüksek doz ilaç grubunda diğer deney gruplarına göre en düşük apoptotik indeks tespit edildi. Klinik olarak Basso-Beattie-Bresnahan (BBB) lokomotor derecelendirme ölçeği ve Modifiye Tarloc Skalası, travma sonrası Myricetin’in nörolojik muayenede iyileşme gösterdiği görüldü. Sonuç : Elde ettiğimiz biyokimyasal veriler, histopatolojik değerlendirme ve nörolojik muayene sonuçlarına göre Myricetin travma sonrası görülen sekonder spinal kord hasarında antiinflamatuar, antiapoptotik, antioksidan ve nöroprotektif etki göstermiştir.
  • Öğe
    Ventriküloperitoneal şant cerrahisi uygulanan pediatrik hidrosefali olgularının retrospektif değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Ayhan, Lokman; Güney, Ahmet Önder
    VENTRİKÜLOPERİTONEAL ŞANT CERRAHİSİ UYGULANAN PEDİATRİK HİDROSEFALİ OLGULARININ RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ LOKMAN AYHAN UZMANLIK TEZİ KONYA, 2022 Amaç: Bu çalışmada ventriküloperitoneal şant cerrahisi uygulanan pediatrik hidrosefali olguları retrospektif olarak değerlendirildi. Yöntem ve Gereç: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalında Ocak 2009 - Aralık 2020 tarihleri arasında hidrosefali tanısı ile ventriküloperitoneal şant uygulanan, verileri eksiksiz 112 pediatrik olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olgular; demografik özellikleri, hidrosefali tanı yöntemi, Evans indeksi, hidrosefali etiyolojisi, ventriküloperitoneal şant tipi, ventriküloperitoneal şant cerrahisi komplikasyonları, revizyon cerrahisi sayısı ve nedeni ile ilk revizyon cerrahisi zamanı açısından literatür bilgileri eşliğinde incelendi. Kategorik verilerin karşılaştırılmasında, Ki-kare (ꭕ2) testi ve Fisher Exact testi kullanıldı. Anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızdaki olguların %60,7'si (n=68) erkek, %39,3'ü (n=44) kız idi. Araştırmaya alınan hastaların %57,1'i (n=64) 2-12 yaş arasında çocuk, %27,7'si (n=31) 0-2 yaş arası bebek, %15,2'si (n=17) 12-18 yaş arasında adölesan idi. Hastaların %66,1'i (n=74) miadında doğmuştu. Çalışmaya dahil edilen hastaların Evans İndeks ortalaması 0,54±0,11 olarak bulundu. En sık görülen etiyolojik neden konjenital hidrosefaliydi. Hastalara %80,4 (n=90) oranında sabit basınçlı şant, %19,6 (n=22) oranında programlanabilir şant tipi kullanıldı. Opere edilen hastaların %50'sinde (n=56) komplikasyon gelişirken, en sık komplikasyonlar ventriküler uç tıkanıklığı ve şant enfeksiyonuydu. Ventriküloperitoneal şant takılan 53 olguda revizyon cerrahisi gereksinimi ortaya çıktı. Hastalara uygulanan revizyon cerrahi sayısı ortancası 1,00 (min=1,00, max=4,00) olarak saptandı. Çalışmaya dahil edilen hastalarda cinsiyete ve yaşa göre; etiyolojide, hastalara uygulanan ventriküloperitoneal şant tipinde, şant komplikasyonunda ve oluşan komplikasyonların tipinde anlamlı fark tespit edilmedi. Revizyon cerrahisi yapılan hastaların yaş grupları karşılaştırıldığında, adölesan yaş grubundaki hastaların revizyon operasyonu geçirme oranları diğer yaş gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı düşüktü. Revizyon operasyonu geçiren hastaların Evans indeksleri istatistiksel olarak anlamlı düşüktü. Hastaların 1 yada 2 ve üzeri sayıda revizyon cerrahisi geçirmeleri ile revizyon cerrahisi nedenleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. İlk revizyon süresi 0-6 ay olan grupta en fazla oranda enfektif komplikasyonlar nedeni ile revizyon görülürken, 6 ay ve üzeri olan grupta en fazla mekanik komplikasyonlara bağlı revizyon görüldü. Sonuç: Günümüzde halen ventriküloperitoneal şant cerrahisi pediatrik hidrosefali olgularında en fazla tercih edilen ve en etkin tedavi yöntemidir. Ventriküloperitoneal şant cerrahisi uygulanması ve takibinde gerekli özenin gösterilmesinin tedavide başarı oranını olumlu yönde etkileyeceği kanaatindeyiz. Anahtar sözcükler: Hidrosefali, pediatrik, ventriküloperitoneal şant
  • Öğe
    Meningosel ve meningomiyelosel cerrahisi yapılan olguların retrospektif değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Sert, Osman; Araç, Densel
    Amaç: Nöral tüp defektleri (NTD) santral sinir sisteminin doğumsal orta hat gelişim anomalileri olarak adlandırılır. Klinikte bu hastalık grubunda en sık görülenler spinaldisrafizm grubunda yer alan meningomiyelosel ve meningoseldir. Meningomiyeloselspinal kordu hafif formundan çok şiddetli formuna kadar değişik derecelerde etkileyebilir. Bu çalışmada kliniğimizemeningomiyelosel ve meningosel tanısı ile cerrahi tedavi uygulanan hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Yaptığımız bu çalışmayla meningomiyelosel ve meningoselin tedavisi ve komplikasyonları ile mücadelede yeni stratejilerin geliştirilmesine yardımcı olmakamaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışma Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniğinde gerçekleştirildi. Çalışmaya;2018-kasım 2020 tarihleri arasında meningosel ve miyelomeningosel tanıları ile opere edilmiş hastalar dahil edildi. Bulgular: Retrospektif olarak yapılan bu çalışmaya, %51,2'si (n=42) erkek, %48,8'i (n=40) kız olmak üzere toplam 82 meningosel ve miyelomeningosel tanısı ile opere edilmiş hastalar dahil edilmiştir. Hastaların % 9,80'inde (n=8) meningosel, %90,20 'sinde (n=74) miyelomeningosel mevcuttu. Araştırmaya alınan bebeklerin gestasyonel yaş ortalaması 36,04±2,08 (30,00-39,00) , annelerin yaş ortalaması 27,55±5,56 (18,00-44,00) bulundu. Bebeklerin operasyon öncesindeki nörolojik muayene durumları incelendiğinde; %64,6 'sında (n=53) parapleji, %25,6'sında (n=21) parezi olduğu tespit edildi. Bebeklerin %9,8 'inde (n=8) kas gücü kaybı yoktu. Çalışmaya dahil edilen bebeklerin kese lezyon seviyelerine göre ayrıldığında; %62,2 'si (n=51) lomber, %23,2'si (n=19) lumbosakral, %8,5'i (n=7) torakolomber , % 6,1'i (n=5) torakal bölgede olduğu gözlendi. Hastalar ortalama 4,00±7,87 (1,00-36,00) günlük iken opere edildiği gözlendi. Opere edilen bebeklerin % 45,10'sinde (n=37) primer kapatma, % 54,90'ına (n=45) flep çevrilerek kapatma tekniği uygulandığı izlendi. . Operasyon sırasında bebeklerin % 22,00'ında (n=18) sentetik dura kullanıldığı tespit edildi. Opere edildikten sonra gerek görülen hastalara ortalama 20,00±16,99 (1,00-73,00) günlük iken şant takıldığı belirlendi. Operasyon sonrası hastaların % 24,40'ında (n=20) BOS fistülü geliştiği gözlendi. Sonuç:Meningosel ve meningomiyelosel hastalarının tedavilerinde multidisipliner yaklaşılması ve komplikasyonların ve eşlik eden anomalilerin de göz önünde bulundulması önemlidir. Kese cerrahisinde de mümkün oldukça hastanın kendi durası ve primer cilt kapatmanın tercih edilmesi önerilmektedir.
  • Öğe
    Hipofiz adenomlarına endoskopik endonazal transsfenoidal yaklaşım
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Sertdemir, Mahmut; Erdi, Mehmet Fatih
    Hipofiz adenomlarının cerrahi tedavisinde uyguladığımız endoskopik yöntem sonuçlarınınretrospektif değerlendirilmesi Yöntem ve Gereçler:Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Nöroşirürji Kliniğinde Şubat 2014 – Aralık 2020 tarihleri arasında endoskopik endonazal transsfenoidal yaklaşım ile opere edilen 100 hipofiz adenomlu olgunun yaşı, cinsiyeti, patolojisi, biyokimyasal tetkikleri ve görüntüleme sonuçları ile işlem başarı oranları, komplikasyon ve rezidü oranları belirlenerek literatür ile kıyaslaması yapılmıştır. Bulgular:Endoskopik endonazal transsfenoidal yolla opere ettiğimiz 100 hastanın %57'si kadın, %43'ü erkek olguydu. Hastaların %84'ünün makroadenom ve geri kalan %16'sının mikroadenom olduğu belirlendi. Hormonal aktivite yönünden olguların %29'unun akromegali, %4'ünün prolaktinoma, %6'sının da Cushing hastası olduğu; %61'inin ise non-fonksiyonel adenomu olduğu görüldü. Adenomların Knosp evrelemesi %25 evre 0, %23 evre1, %16 evre 2, %7 evre 3a, %9 evre 3b ve %20 evre 4 olarak saptandı. Non-fonksiyonel adenomların preop ortalama hacmi 9,84±9,79 cm³ olarak tespit edildi, postop hacmi ise 2,35±3,79 cm³ olarak belirlendi.Ameliyat sonuçlarına göre non-fonksiyonel adenomlarda %75,82 oranında hacimsel azalma tespit edildi. Non-fonksiyonel adenomların %10'unda postop rezidü tümör bırakıldığı tespit edildi. Hormon aktif hipofiz adenomlarının remisyon kriterleri baz alındığında; akromegalik hastaların %51,72'si, cushing hastalarının %50'si ve prolaktinomalı olguların %25'inde remisyon sağlandığı görüldü. Komplikasyonları değerlendirdiğimizde hastaların %9'unda BOS fistülü, %32'sinde geçici DI, %1'inde pnömosefali olduğu görüldü. Rekürren adenom nedeniyle opere edilen 2 hasta (%2) dan 1'i sepsis, 1'i de intrakranial hematom nedeniyle exitus oldu. Sonuç:Endoskopik transsfenoidal yöntemin uygun vakalarda kullanıldığında güvenli ve etkili bir yöntem olduğu tespit edilmiştir. Yöntemin etkinliği ve güvenirliliği cerrahi tecrübe ile belirgin şekilde artmaktadır. Çalışma sonuçlarımızın literatürdeki geniş mevcut serilerle uyumlu olduğu görülmektedir.
  • Öğe
    Tocilizumab'ın deneysel subaraknoid kanama sonrası serebral vazospazm üzerine etkileri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2018) İzci, Emir Kaan; Keskin, Fatih
    IL-6 inhibitörü olan tocilizumab hem romatoid artrit hem de Behçet hastalığı gibi otoimmün rahatsızlıklarda anti-inflamatuvar etkili bir ilaç olarak kullanılmıştır. Bunun yanında patofizyolojisinde inflamasyonun da yer aldığı serebral iskemide de aynı şekilde kullanılmıştır.Ancak SAK sonrası gelişen vazospazm da etkisi bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı tocilizumabın SAK sonrası gelişen vazospazm üzerine etkilerini biyokimyasal, histopatolojik ve fonksiyonel etkilerini olarak incelemektir. Yöntem:Bu çalışmada 48 adet erişkin 300-350 gr ağırlığında erkek Wistar albino rat kullanılmıştır. Ratlar 4 gruba ayrılmıştır: grup 1 (kontrol), grup 2(SAK), grup 3(SAK+salin), grup 4(SAK+tocilizumab). Tocilizumab tedavisi (8mg/kg/gün ip) olarak verilmiş ve tedaviye SAK oluşturulduktan sonra başlanarak tedavi 72 saat sürdürülmüştür. Ratlar sakrifiye edildikten sonra ratların beyin dokularında bcl-2(bax), caspase-3, STAT-3, IL-6, IL-1, TNF-  ve VEGF düzeyleri ve beyin sapından elde edilen baziller arter kesitlerinde Hemotoksilen-Eozin ve Tunel yöntemleri ile nöronal hasar, baziller arter çapı ve apopitozis skoru hesaplanacaktır Çalışma sonrası elde edilen değerler SPSS 21.0 (Windows için SPSS, version 21.0; SPSS, Chicago, ABD) programı ile değerlendirilmiştir.Verilerin gruplar arası karşılaştırılmasında Kruskal Wallis varyans analizi kullanıldı. Gruplar arası veri farkları bulunduğunda gruplararası hangi verilerin farklı olduğunu belirlemek için Mann Whitney U kullanıldı. İstatistiksel olarak p<0.05 anlamlı olarak kabul edildi. Sonuçlar tablo ve grafiklerle gösterildi. Bulgular:Yaptığımız histolojik çalışmada apopitozis varlığını gösteren TUNEL pozitif endotel hücre yüzde ortalamalarının SAK ve SAK+Salin grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı arttığı belirlendi. Toc'un ise TUNEL pozitif endotel hücre yüzde ortalamasını istatistiksel olarak anlamlı düşürdüğü belirlendi.Çalışmamızda, SAK sonrasında baziller arter duvar kalınlığında artış ve lümen alanı ortalama ölçüm değerlerinde ise azalma meydana gelmiştir. İnflamatuar Sitokinler olan IL6, TNF- ve IL-1 seviyesinde SAK ve SAK+salin grubuna göre anlamlı oranda azalma, propopitotik bax ve caspaz seviyesinde SAK ve SAK+salin grubuna göre anlamlı azalma, anjiogenez molekulü olan VEGF'de SAK ve SAK+Salin grubuna göre anlamlı zalma tespit ettik. Sonuç: Tocilizumab tedavisininin etkilerini araştırdığımız deneysel çalışmamızda SAK sonrası artan endotel apopitozisini ve arter duvar kalınlığını azalttığı, lümen alanında meydana gelen daralmayı engellediği, nöroprotektif etkide artış sağladığı ve inflamasyonda azalma sağladığı gösterilmiştir. Anahtar Kelimeler: Subaraknoid Kanama, Vazospazm, Tocilizumab, Rat
  • Öğe
    Deneysel spinal kord travma modelinde hesperidin'in inflamasyon ve oksidatif hasar üzerindeki etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2019) Kenan, Mehmet; Güney, Ahmet Önder
    Bu çalışmada hesperidinin spinal kord travmasında (SKT) sekonder hasar üzerine olan etkileini inceledik. Yöntem: 45 adet Wistar albino cinsi rat 5 gruba randomize edildi. Spinal kord yaralanması ağırlık düşürme modeliyle gerçekleştirildi. 1. Grup sham grubu seçildi ve deneyin 7. günü kan ve doku örnekleri alındı. 2. grup ratlara 1. gün laminektomi uygulandı. Ağırlık düşürülerek kord hasarı oluşturuldu. Deneyin 7. günü kan ve doku örnekleri alındı. 3. grup ratlara 1. gün laminektomi uygulandı. Ağırlık düşürülerek kord hasarı oluşturuldu. İntraperitoneal 50 mg/kg %0,9 serum fizyolojik (SF) uygulandı. Deneyin 7. günü kan ve doku örnekleri alındı. 4. grup ratlara 1. gün laminektomi uygulandı. Ağırlık düşürülerek kord hasarı oluşturuldu. İntraperitoneal 50 mg/kg hesperidin uygulandı. Deneyin 7. günü kan ve doku örnekleri alındı. 5. grup ratlara 1. gün laminektomi uygulandı. Ağırlık düşürülerek kord hasarı oluşturuldu. İntraperitoneal 100 mg/kg hesperidin uygulandı. Deneyin 7. günü kan ve doku örnekleri alındı. Deneyin 1. ve 7. günlerinde anestezi öncesinde ratların alt ekstremite motor muayeneleri için Drummond Moore testi ve eğik düzlem testi uygulanmıştır. Ratlardan elde edilen spinal kord dokusu ve kandan, tümör nekrozis factor alfa (TNF-α), interlökin 10, TAS (total antioksidan status), TOS (total oksidatif stres), TBARS (thiobarbituric acid reactive substances) seviyeleri enzyme linked immunosorbent assay (ELISA) yöntemi ile Tıbbi Biyokimya AD Araştırma Laboratuvarında çalışıldı. Fakültemiz Patoloji AD laboratuvarında ise sıçanlardan elde edilen hemikord kesitleri Hematoksilen-Eozin (H-E) boyası ve histokimyasal MTK (Masson Trikrom) boyası kullanılarak patoloji laboratuvarında ışık mikroskobu altında incelendi ve gözlemlenen patolojiler Malinowsky ve arkadaşları tarafından tanımlanan skorlamaya göre tasnif edildi. Ayrıca Tunel yöntemi kullanılarak apoptoz değerlendirildi. Bulgular: Serum TNF α, TAS veTOS düzeylerinde gruplar arasında farklılık saptanmazken (p>0,05), serum IL-10, TBARS, OSI (oksidatif stres indeks) ve spinal kord dokusuna ait TNF α, IL-10, TAS, TOS, TBARS ve OSI düzeylerinde hesperidinin antiinlamatuar ve antioksidan özelliğini destekleyici nitelikte anlamlı bulgular elde edildi (p<0,05). Histopatolojik olarak doku hasarını gösteren Malinowsky skorlaması istatistiksel olarak anlamlı fark oluşturmadı (p>0,05). Tunel testi ise hesperidin lehine gruplar arası anlamlı farklılık gösterdi (p<0,05). Nörolojik muayeneyi değerlendirdiğimiz eğik düzlem testi ve Drummond Moore testi tüm gruplarda hesperidin lehine istatistiksel anlamlı fark oluşturmuştur (p<0,05) Sonuç: Çalışmamızdan elde ettiğimiz biyokimyasal, histopatolojik ve nörolojik muayene sonuçları ışığında, hesperidin sekonder spinal kord hasarı üzerinde antiinflamatuar, antioksidan ve antiapoptotik etkinlik göstermektedir.
  • Öğe
    Deneysel spinal kord travma modelinde aloperine'nin anti-enflamatuvar ve anti-oksidatif özelliklerinin spinal hasar üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Sönmez, Evren; Kocaoğullar, Yalçın
    Bu çalışmada, Aloperine'nin anti-enflamatuvar ve anti-oksidatif özelliklerinin spinal kord travma modelinde etkilerini araştırdık. Gereç ve Metod: 36 Wistar Albino cinsi sıçan 4 ayrı grupta randomize edildi. Spinal kord yaralanması ağırlık düşme modeli ile uygulandı. Grup 1, sham grubu seçildi ve deneyin 7. Gününde kan ve doku örnekleri alındı. Grup 2, sıçanlara ilk gün laminektomi uygulandı. Ağırlık düşürme ile kord hasarı oluşturuldu. Deneyin 7. Gününde kan ve doku örnekleri alındı. Grup 3, sıçanlara ilk gün laminektomi uygulandı. Ağırlık düşürme ile kord hasarı oluşturuldu. İntraperitoneal 50 mg / kg % 0.9 serum fizyolojik uygulandı. Deneyin 7. gününde kan ve doku örnekleri alındı. Grup 4, sıçanlara ilk gün laminektomi uygulandı. Ağırlık düşürme ile kord hasarı oluşturuldu. 150 mg / kg aloperin intraperitoneal olarak uygulandı. Deneyin 7. gününde kan ve doku örnekleri alındı. Deneyin 7. gününde kan ve doku örnekleri alındı. Drummond Moore testi ve eğik düzlem testi anestezi öncesinde, deneyin 1. ve 7. Günlerinde sıçanların alt ekstremite motor değerlendirmesi için uygulandı. Sıçanların kan ve spinal kord doku interlökin 6, interlökin 10, 8-hidroksi-deoksiguanozin, Glutatyon peroxidaz, TAS (total antioksidan durumu), TOS (total oksidatif stres) düzeyleri N.E.Ü Tıbbi Biyokimya Araştırma Departmanında enzim bağlı immünosorbent deneyi (ELISA) kullanılarak elde edildi. N.E.Ü Tıbbi Embriyoloji ve Histoloji Araştırma Departmanında, sıçanlardan elde edilen hemikord kesitleri hematoksilen eozin boyama ve histokimyasal MTK boyama kullanılarak ışık mikroskobu altında incelendi, gözlemlenen patolojiler Malinowsky ve ark. tarafından belirlenen skorlamaya göre sınıflandırıldı ve ayrıca Tunnel metodu kullanılarak değerlendirildi. iii Bulgular:Bu çalışmada, spinal kord travması oluşturulan sıçanlarda aloperine uygulanmasının, tedavi uygulanmayan kord hasarı oluşturulmuş ve kord hasarı oluşturulup SF uygulanması yapılmış sıçanlara göre, inflamatuar sitokin olan IL-6 ve oksidatif stres göstergesi olan 8-OHG seviyesinde anlamlı olarak azalma, anti-enflamatuvar sitokin olan IL-10 seviyesinde anlamlı yükseklik sağladığı tespit edilmiştir. Travma sonrası oluşan oksidatif stres düzeyleri karşılaştırıldığında, Aloperine tedavisi uygulanan spinal kord hasarlı sıçanlarda glutatyon peroksidaz enziminde anlamlı yükselme total oksidan seviyesinde anlamlı düşüş ve total anti-oksidan seviyesinde anlamlı yükselme saptanmıştır. Serum değerlerinde saptanan bu değerler doku düzeyinde yapılan çalışma ile teyit edilmiştir. Eğik düzlem testinde grubların eğik düzlemde 5 sn süreyle durabildikleri açıları değerlendirilmiş ve karşılaştırma sonrasında aloperin verilen grupta grup 2 ve grup 3'den anlamlı olarak daha yüksek açı değerlerine sahip olduğu gösterildi. Deneklerin Drummond-Moore skorlaması ile nörolojik muayeneleri kıyaslandığında Aloperine verilen grup 4'ün grup 2 ve grup 3'den anlamlı olarak yüksek değerlere sahip olduğu, grup 1'den ise anlamlı olarak daha düşük değere sahip olduğu görüldü. Sonuç: Çalışmamızda elde edilen biyokimyasal, histopatolojik ve nörolojik değerlendirme sonuçlarına göre, spinal kord yaralanmalarında aloperin anti-enflamatuvar, anti-oksidan ve anti-apoptotik etkinlik göstermektedir.
  • Öğe
    Homolog kan embolisi kullanılarak serebral hipoksi oluşturulan tavşanlarda;thyrotropin-releasing hormonun'un serebral infarkt volümleri,serum interlökin-1 ve beyin omurilik sıvısında laktat,malondialdehit düzeyleri üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2006) Çiçek, Onur; Özkal, Ertuğ
    Bu çalışmamızda homolog kan ile yapılan serebral embolizasyon sonrasıintratekal bolus şeklinde verilen TRH nın etkinliği araştırılmıştır.Yapılan çalışmamızda 2 grup şeklinde toplam 20 adet, 2-3 kg ağırlıgında YeniZellanda tavşanı kullanıldı. Tavşanların herbirinin kulak veninden 1.5 ml kan ve sisternamagnasından 1,5ml BOS alındı. lk gruba sadece embolizasyon işlemi uygulandı. 2.grubaembolizasyon işleminden 45 dakika sonra intratekal 0.2mg/kg TRH verildi.Embolizasyondan sonra tavşanlar 24 saat yaşatıldı ve 24 saatin sonunda tekrar 1.5ml kanve 1.5ml BOS örnekleri alındı. ntrakardiak hava verilerek öldürüldü. Ölümden hemensonra tavşanların beyinleri çıkartılarak % 10'lik formaldehit solüsyonu içinde bir haftabekletildi. Enfarkt volümleri hesaplandı.Yaptığımız bu çalışmada deneysel olarak oluşturulan serebral iskemi sonrasıintratekal bolus şeklinde verilen TRH; iskemi sonrası oluşan ürünlerden laktat ve MDA,iskemi mediatörlerinden IL1β ve serebral enfarkt völümünde istatistiksel olarak herhangibir değişikliğe neden olmamıştır.
  • Öğe
    Tavşanlarda fibrin yapıştırıcı ile yapılan femoral arter anastomozunun klasik yöntemle anjiografik ve histopatolojik karşılaştırması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1998) Sağmanlıgil, Ayhan; Erongun, Uğur
    Damar anastomozunda ınikrocerrahi tekniğin kullanılması yıllarca denenmiş güvenilir bir metoddur. Ancak nöroşirurjide bypass amacıyla kullanıldığında anastomoz yapılacak arterin klipaj suresi, özellikle sylvian fîssür derin lokalizasyonlarda çalışıldığında uzamaktadır. FVnın mikrocerrahi tekniğe göre daha çabuk uygulanabilir olması anastomoz süresini kısaltacak ayrıca serebral dokuda derin lokali'/asyonlarda çalışırken büyük bir rahatlık sağlayacaktır. Bu çalışmada 16 adet Yenizelanda tavşanı kollanıldı. Tavşanlarda sol FA'o mikroskop altında klasik mikrosütür tekniğiyle ortalama on- oniki sütür atılarak uç-uca anastomoz yapıldı. Sağ FA'c ise aynı şekilde ortalama beş-altı adet sütürden sonra dıştan anastomoz kenarlarına FVnın hızlı katılaşan formu uygulanarak anastomoz tamamlandı. Tavşanlar bir hafta yaşatıldıktan sonra anjiografi çekildi. Daha sonra her iki anastnnıoz bölgesi eksize edilerek histopatolojik inceleme için alındı. Anjiografik sonuçlar değerlendirildiğinde sol FA' de olguların %94'iindc damar açık, Wsmda %5Q ve üstü stenoz vardı. Sağ PA'de ise olgulann %73'iinde damar açık,/>27'sindc 7f»0 ve üstü stenoz vardı. Bu açıdan bakıldığında FY uygulanan taraf ile klasik mikrosütör tekniği uygulanan taraf arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır. Histopatolojik olarak yapılan ışık mikroskobik değerlendirmede hur iki taraftacia cndotcl liflere dejcnarasyonu, întlnıal proliferasyon, damar çevresinde yabancı cisim dev hücreleri ve eozinofîllcrden zengin enflamasyon vardı. Bu sonuçlar literatürdeki erken faz bulguları ile, uyumlu bulundu, 35Çalışmadaki anjiografik ve histopatnlojik bulgular FY kullanılmasının anast0ın
  • Öğe
    Posterior fossa intraaksiel tümörleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1995) Kocaoğullar, Yalçın; Erongun, Uğur
    Bu tezin özeti bulunmamaktadır.
  • Öğe
    Deneysel subaraknoid kanama modelinde Moksonidin'in serebral vazospazm üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) İlik, M. Kemal; Kocaoğullar, Yalçın
    Subaraknoid kanama sonrasında gelişen serebral vazospazm, intrakranial anevrizmalı hastalarda mortalite ve morbiditeyi belirleyen en önemli komplikasyondur. Vazospazmın etyolojisi tanımlamak ve tedavisini belirlemek amacıyla yapılan tüm araştırmalara rağmen serebral vazospazmın etyopatogenezi tam olarak anlaşılamamıştır ve halen etkin bir tedavi yöntemi bulunamamıştır. Bu çalısmanın amacı tavşanlarda subaraknoid kanama modeli ile olusturulan Moksonidin'in vazospazm üzerine etkisinin anjiografik ve patolojik olarak degerlendirilmesidir.Bu amaçla her birinde sekiz adet tavşan bulunan Grup 1; SAK olusturulmamış kontrol grubu; Grup 2, SAK grubu; Grup 3, SAK +Moksonidin grubu olmak üzere üç grup oluşturuldu. Tüm deneklere bazal anjiografi çekilerek anjiografik verileri kaydedildi. Anjiografinin hemen sonrasında Grup 1' deki deneklere sisterna magnadan %0.9 NaCl verilirken Grup 2 ve 3 deki deneklere sisterna magnadan otolog kan enjeksiyonu ile deneysel subaraknoid kanama olusturuldu. Grup 3 deki deneklere 72 saat boyunca 24 saate bir 0.5mg/kg İ.P. moksonidin verildi. 72 saatin sonunda tüm deneklere tekrar anjiografi çekildi . Anjiografinin hemen ardından baziller arterlerin histopatolojik olarak incelenmesi için tüm denekler sakrifiye edildi. Anjiografik incelemelerde Grup 3 lümen alanının Grup 2 ile karşılaştırıldığında daha büyük olduğu ve her iki grup arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi. Baziller arterden hazırlanan ince kesitler histopatolojik olarak incelendiginde Grup 2 `de lümende ileri derecede daralma ve damar duvarında kalınlaşma görüldü. Grup 3'de ise baziller arter lümen alanında belirgin artış ve baziller arter duvarında Grup 2'ye göre incelme saptandı. Anjiografik ve histopatolojik incelemeler ile elde edilen sonuçlar degerlendirildiginde Moksonidin'in subaraknoid kanama sonrası serebral vazospazmı azaltıcı etkisi olduğu gösterilmiştir.
  • Öğe
    Deneysel spinal kord yaralanmasında intratekal TRH etkilerinin nörolojik skorlama ile değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2003) Sicim, Suat Hayri; Acar, Osman
    Bu tezin özeti bulunmamaktadır.
  • Öğe
    Travmatik beyin ödemi tedavisinde ICP monitörizasyonu takibi ile mannitol, dexamethazon ve hipertonik saline solüsyonunun etkilerinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2001) Terman, Hüsnü; Acar, Osman
    Bu tezin özeti bulunmamaktadır.
  • Öğe
    Geçici klip uygulamalarında beyin kan akımı değişkenliklerinin kantitatif elektroensefalografi ve kan akımı monitörü ile değerlendirilerek sonuçların karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2010) Yavuz, Servet; Üstün, Mehmet Erkan
    İntrakranial anevrizma operasyonlarında anevrizma boynunu kalıcı olarak kliplemeden önce anevrizmanın köken aldığı ana besleyici artere geçici klip yerleştirilmesi öncesi, süresi ve sonrasında beyin kan akımındaki değişiklikleri QEEG ve Bowman perfüzyon monitörü kullanarak izlemek ve bu iki yöntemi birbiri ile karşılaştırmak varsa QEEG'de hangi değerin beyin kan akımı takibinde kullanılabileceğini belirlemektir.Gereç ve Yöntem : Bu çalışma 2008 ve 2009 yıllarında S.Ü. Meram Tıp Fakültesi Beyin Cerrahi ameliyathanesinde AKoA veya OSA arterde tek anevrizması bulunan, vazospazm düşündürecek klinik ve radyolojik bulguları bulunmayan ve ilk 3 gün içerisinde kalıcı anevrizma kliplenmesi öncesi ana besleyici artere geçici klip kullanılan hastalarda besleyici arterin sulama alanında bowman perfüzyon monitörü ile QEEG'de SEF 95, Median frekans ve Amplitüd değerleri karşılaştırılmış ayrıca QEEG kendi içerisinde diğer 3 sulama alanı ile karşılaştırılmıştır.Bulgular : Bowman perfüzyon monitöründe; QEEG'de SEF 95 değerindeki azalma ile korele olarak ana besleyici artere geçici klip yerleştirilmesinden 10 dakika sonra başlayan ve 15 dakika sonra belirginleşen perfüzyon azalması geçici klibin çekilmesinden 5 dakika sonra yine SEF 95 değerindeki artış ile korele olarak; geçici hiperperfüzyon ile uyumlu perfüzyon artışını izledik. Median frekans ve amplitüd değerleri ile perfüzyon değişkenliği arasında ise korelasyon yoktu.Sonuç : İntrakranial anevrizma cerrahisinde geçici klip yerleştirildikten sonra bowman perfüzyon monitöründeki perfüzyon değişikliklerinin SEF 95 değerleri ile yüksek korelasyon göstermesi, SEF 95'in serebral iskemi takibinde gerek tek, gerekse bowman perfüzyon monitörizasyonu ile birlikte kullanılabileceğini göstermiştir.Anahtar Kelimeler : Geçici klip, İskemi, QEEG, SEF, Bowman perfüzyon monitörü
  • Öğe
    Servikal travmalar
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1997) Topatan, H. İbrahim; Özkal, Ertuğ
    Günümüzde hala yüksek mortalite ve morbidite oranlan ile seyreden ve sosyo ekonomik sonuçlan ile toplumu en çok etkileyen travmatik lezyonların başında gelen servikal travmaya maruz kalan ve S.Ü.Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda 1983- 1996 yılları arasında yatarak tedavi gören 165 adet servikal travma olgusu incelenmiştir. Bunlara uygulanan konservatif ve cerrahi tedavi yöntemleri ve bunların sonuçları literatür bilgileri ışığı altında gözden geçirilip değerlendirilmiştir. Tüm hastaların 106'ı erkek (%64), 59'u kadın idi. Hastaların en küçüğü 3, en büyüğü 70 yaşında idi. Travmaya en sık 38 hasta (%23.3) ile 15-30 yaş arası erkekler maruz kalmıştır. Travmanın şekline göre ilk sırayı 99 hasta (%60.3) ile trafik kazası almaktadır. En fazla etkilenen vertebranın C5 olduğu görüldü. Olguların 26'ı (%15.75) üst servikal bölge, 120'i (%72.72) alt servikal bölge travması idi. 77 olgu cerrahi olarak tedavi edilirken 83 olgu konservatif olarak tedavi edildi. Travmanın şekline göre en sık 94 hastada (%56.9) fleksiyon injürisi izlenmektedir. Hastaların nörolojik yönden değerlendirilmesi ve takibi Frankel skalasına göre yapıldı. Hastaların çoğu (%77.6) ilk 24 saatte kliniğimize yatırılmıştır. Bu süre 24 saat ile 8 ay arasında değişmektedir. Servikal travmaya ilaveten 47 hastada ilave yaralanma mevcuttu. 56 hastaya anterior dekompresyon, 21 hastaya posterior dekompresyon uygulandı. Olguların tamamında direkt radyografi kullanıldı. Hastalann ameliyata alınma süresi 1-50 gün arasında değişmektedir. Hastaların takip süresi 1 ay ile 3 yıl arasında hastaların postop taburcu süresi ise 7 gün ile 1 12 gün arasında değişmektedir. Değerlendirilmeye alman hastalarda cerrahi komplikasyon olarak 3 hastada enfeksiyon'a, 2 hastada nörolojik defisitte artmasına, 1 hastada trakeaözafageal fıstül'e, 5 hastada greft kaymasına, 2 hastada negatif explorasyona, 1 hastada likör fıstülüne, 1 hastada serebral emboliye rastlanıldı Hastalarımızın bir kısmı kontrole gelmemiştir ki, kontrolde olan hastalarımızda füzyon oluşma oranımız %100 'dür.
  • Öğe
    Deneysel epidural fibroziste adezyon bariyerleri ile chıtın'in etkisinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2008) Keskin, Fatih; Baysefer, Alper
    Tavşanlarda oluşturulan deneysel epidural fibrozis sonrası adezyon bariyerleri ile chitin'in etkisini karşılaştırmak için yapılan deneysel çalışmada 4 farklı grupta toplam 28 adet tavşan kullanıldı. Deneklere ketamin ve ksilazin anestezisi altında L5 total laminektomi uygulandı. I. grup kontrol grubu olup laminektomi sahasına herhangi bir madde konulmadı. II. grup laminektomi sahasına duragen plus, III. grup laminektomi sahasına Adcon-L, IV. grup laminektomi sahasına chitin koyulan grup olarak belirlendi. Bütün denekler 6 hafta sonra sakrifiye edildi. Alınan kesitler ışık mikroskobu altında histopatolojik olarak incelendi ve gruplar arası karşılaştırma yapıldı. Çalışmamızda kontrol grubunda ortalama grade 3 fibrozis bulundu ve diğer gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı fark tespit ettik (p<0,05). Grup 2,3,4 kendi arasında epidural fibrozisi önlemek açısından istatisksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi.Sonuç olarak kullanılan tüm maddeler postoperatif epidural fibrozisi azaltmaktadır. Yeni bir ürün olan chitin'in adezyon bariyerleri arasında bir seçenek olabileceği kanaatine varıldı. Ancak bu sonuçların kliniğe uygulanabilirliği açısından daha ayrıntılı ve ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Omurilik elektriksel uyarımının deneysel serebral vazospazm modeli üzerine etkilerinin SPECT ile değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2000) Eser, Olcay; Özkal, Ertuğ
    Bu çalışmada tavşanlarda deneysel olarak oluşturulan vasospazm ve vasospazm üzerine servikal spinal kord stimulasyonun etkisini SPECT (HMPAO) yöntemi ile göstermeye çalıştık. 1. gruptaki tavşanlara sadece vasospazm uyguladık. Vasospazm öncesi ve sonrası (SPECT) değerleri karşılaştırıldığında vasospazmdan dolayı perfuzyonun azaldığını SPECT (HMPAO) yöntemi ile gösterdik. 2. gruptaki tavşanlara sadece servikal spinal kord stimulasyonu uyguladık. Servikal spinal kord stimulasyonu öncesi ve sonrası alınan SPECT (HMPAO) değerleri sonucunda stimulasyonun etkisiyle serebral perfuzyonun arttığını gösterdik. 3. grupta vasospazm oluşturulan tavşanlara servikal spinal kord stimulasyonu uyguladık. Servikal spinal kord stimulasyonun vasospazm üzerine etkisini SPECT (HMPAO) ile gösteremedik. Gruplar arasında değerlendirmeler sonucunda; grup içindeki anlamlı farklılıkları desteklemediği görüldü. Bunun ise gruplarda uygulanan işlemlerin farklı olması ve alınan dataların farklılığından kaynaklanabileceği düşünüldü. Sonuçlar göstermiştir ki, tavşanlarda oluşturulan vasospazmın tedavisinde servikal spinal kord stimulasyonu tek başına yeterli değildir (P>0,05). Buna karşın vasospazm tedavisinde diğer yöntemlerle birlikte kullanılabileceği inancındayız. Anahtar kelimeler: SAK, Cerebral vasospazm, servikal spinal kord stimulasyonu, SPECT (HMPAO).
  • Öğe
    Alfa lipoik asidin deneysel subaraknoid kanama ve vazospazmda lipid peroksidasyonu, antioksidan durum ve endotelial apopitoz üzerine etkileri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) Erdi, Mehmet Fatih; Güney, Ahmet Önder
    Bu çalışma ile ALA'nın tavşanlarda oluşturulan subaraknoid kanama modelinde vazospazm üzerine etkileri incelenmiştir.Gereç ve Yöntem: Yirmibir adet erkek, Yeni-Zelanda tipi tavşan randomize olarak her biri 7 tavşandan oluşan 3 gruba ayrılmıştır: grup 1 (kontrol), grup 2 (SAK), grup 3 (SAK+ALA). ALA tedavisi (100mg/kg/gün ip) olarak verilmiş ve tedaviye SAK oluşturulmadan hemen önce başlanarak tedavi 72 saat sürdürülmüştür. Yetmiş iki saatin sonunda denekler sakrifiye edilerek elde edilen beyin sapı dokularında doku MDA, SOD, GSH-Px düzeyleri ölçülmüş ayrıca elde edilen baziller arter kesitlerinde arter duvar kalınlığı, arter lümen alanı ve immünohistokimyasal olarak da endotelial apopitoz yüzdeleri tespit edilmiştir.Bulgular: Tavşanlarda oluşturulan vazospazm modelinde ALA tedavisi istatistiksel olarak anlamlı şekilde vazospazm gelişimini engellemiştir. SAK sonrasında artış gösteren MDA düzeyleri tedavi ile azalmış, SOD ve GSH-Px'de görülen azalma ise engellenmiştir. Histopatolojik olarak ALA, SAK sonrası ortaya çıkan arter duvar kalınlaşmasını ve arter lümen alanındaki daralmayı engellemiştir. İmmunohistokimyasal olarak ALA, SAK sonrasında görülen endotelial apopitozu azaltmaktadır.Sonuç: ALA tavşanlarda oluşturulan SAK modelinde vazospazm gelişimini engellemektedir. ALA'nın SAK sonrasında nöroprotektif ve apopitozu düzenleyici etkileri olduğu bu çalışma ile gösterilmiştir. ALA, SAK sonrası görülen serebral vazospazmda potansiyel bir tedavi edici ve engelleyici ajan olarak karşımıza çıkmaktadır. Klinik uygulamaya geçilebilmesine yönelik daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Deneysel subaraknoid kanama modelinde Piribedil'in serebral vazospazm üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) Taşpınar, Ercan; Baysefer, Alper
    Bu çalışmada aynı zamanda vasodilatatör bir ilaç olan Piribedil deneyselsubaraknoid kanama modelinde meydana gelen vazospazmı engelleyici etkisini görmekistedik.Bu çalışmada 24 adet erkek Yeni Zelanda tavşanı SAK, SAK+Tedavi ve kontrolgruplarına ayrılarak tüm gruplardaki deneklere sisterna magna ponksiyonu yapıldı. Kontrolgrubu dışındaki deneklere ponksiyon sonrası otolog non heparinize kan verilerek SAKoluşturuldu. Tedavi grubuna 72 saat boyunca 24 saatte bir 100 mg/kg intra peritonealPiribedil verildi ve tüm denekler 72 saatin sonunda sakrifiye edildi.Histopatolojik incelemeler ve baziller arter lümen alanlarının ölçümleri sonucundaen küçük arter lümen alanına SAK grubunda rastalanırken, en büyük arter lümen alanına Kgrubunda rastlandı. SAK+Piribedil grubunun değerleri ise bu ikisinin arasında bulundu veelde edilen bu farkın istatiksel olarak anlamlı olduğu görüldü.Tüm bu bulgular ışığında biz çalışmamızda Piribedilin deneysel SAK modelindeoluşan vazospazm üzerinde koruyucu olduğunu gördük