Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 44
  • Öğe
    Transkanal timpanoplastide mikroskopik ve endoskopik yaklaşımlarının karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Abakır, Nursultan; Eryılmaz, Mehmet Akif
    Amaç: Bu çalışmada timpanik membran perforasyonu olan hastaların cerrahi tedavisinde mikroskopik ve endoskopik yöntemlerinin postoperatif objektif ve subjektif parametreleriyle birbirine olan üstünlüklerini karşılaştırmayı amaçladık. Materyal ve Method: Aralık 2022 ile Haziran 2023 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Anabilim Dalı'nda 18-65 yaşları arasında kronik otitis media tanısı konmuş ve timpanoplasti operasyonu önerilen 61 hastayı araştırmamıza dahil edildi. 31 hastaya mikroskopik yöntemle transkanal timpanoplasti gerçekleştirildi. 30 hastaya ise endoskopik yöntemle transkanal timpanoplasti gerçekleştirildi. Operasyon öncesi tüm hastalara saf ses odyometri ve temporal kemik BT çekildi. Postoperatif birinci günü ağrı için Görsel Analog skala (VAS) ağrı ölçeği kullanılarak kaydedildi. Postoperatif ikinci ayda ise işitme düzeyleri saf ses odyometri ile greftin tutma başarısı ise endoskopik görüntüler ile kaydedildi. Bulglular: Çalışmamızda, her iki grupta hastaların demografik verileri eşit dağılım göstermekte olup, istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p > 0,05). Mikroskopik timpanoplasti grubunda postoperatif greft başarı oranı %86,7, endoskopik timpanoplasti grubunda ise %80,6 olarak kaydedildi (p = 0,525). Preoperatif ve postoperatif dönemlerde saf ses hava-kemik aralığı mikroskopik ve endoskopik gruplarda da anlamlı bir şekilde azalmıştır (p < 0,001). İstatistiksel olarak, iki cerrahi yöntem arasındaki hava-kemik aralığındaki değişim benzer olduğu saptanmıştır (p = 0,521). Hastaların ağrı skorları (VAS) karşılaştırıldığında ise gruplar arası anlamlı farklılık yoktu (p = 0,279). Sonuç: Bu çalışma, greft başarı oranı ve odyolojik veriler açısından her iki timpanoplasti yönteminin istatistiksel olarak benzer sonuçlar gösterdiğini ortaya koymuştur. Çalışmamızın objektif ve subjektif sonuçlarına göre, mikroskopik transkanal timpanoplasti sonuçları oldukça tatmin edicidir. Minimal invaziv cerrahi olarak kabul edilen endoskopik yöntemle elde edilen sonuçlara eşdeğer olduğu sonucuna vardık.
  • Öğe
    Klasik osteotom ve elektrikli mikrotestere osteotom ile yapılan rinoplasti operasyonu sonrasında ödem, ekimoz ve ağrının karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Bayrakcı, Erdem; Arıcıgil, Mitat
    Amaç: Bu çalıĢmada konvensiyonel (klasik) osteotomi ve güçlendirilmiĢ (elektrikli) mikro-testere osteotomi teknikleri ile yapılan rinoplasti ameliyatı sonrası oluĢan ödem, ekimoz ve ağrıyı karĢılaĢtırmayı amaçladık. Materyal ve Method: Aralık 2022 ve Mayıs 2023 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı'nda yaĢları 18 ile 45 arasında olmak üzere toplam 90 hasta dahil edildi. 45 hastaya elektrikli testere enstrümanlar yadımıyla medial, lateral ve transvers osteotomi uygulandı, 45 hastaya ise konvensiyonel yöntem yardımıyla osteotomi uygulandı. Hastaların postoperatif birinci gün, üçüncü gün ve yedinci gün ödem, ekimoz, ağrı değerleri, bir KBB Hastalıkları uzmanlık öğrencisi tarafından, yapılan osteotomi yönteminden habersiz (tek kör) olarak Kara ve Gokalan ödem ekimoz sınıflamasının Yücel modifikasyonu kullanılarak kaydedildi. Ayrıca ağrı için Görsel Analog skala (VAS) ağrı ölçeği kullanılarak kaydedildi. Bulgular: YaĢ ve cinsiyete göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklar saptanmadı. Postoperatif 1. gün ve 3. gün ödem skorlarının Elektrikli mikrotestere osteotomi uygulanan hasta grubunda (grup 1), klasik osteotomi (grup 2) grubuna göre düĢük düzeylerde olduğu, postoperatif 7. gün ödem skorlarının ise grup 1‟de grup 2‟e göre biraz daha düĢük seviyelerde olduğu, ancak aradaki farkların istatistiksel olarak anlamlı olmadığı belirlendi. Grup 2 „de postoperatif 1. gün ve 3. gün ekimoz skorlarının grup 1 „e göre istatistiksel olarak anlamlı Ģekilde yüksek düzeylerde olduğu, buna karĢın 7. gün ekimoz skorlarının tedavi grupları arasında anlamlı farklar ortaya koymadığı belirlendi. Ağrı açısından değerlendirdiğimizde grup 2 „de postoperatif 1. Gün ağrı skorlarının(VAS) grup 1 „e göre istatistiksel olarak anlamlı Ģekilde yüksek olduğu (p=0.011), buna karĢın 3. gün ve 7. Gün VAS‟ın tedavi grupları arasında anlamlı farklar ortaya koymadığı belirlendi. Sonuç: Rinoplasti sonrası sık karĢılaĢtığımız morbidetelerden ödem, ekimoz ve ağrı hastaların en önemli sorunlarındandır. Rinoplasti sonrası erken dönemde ekimoz ve ağrının azaltılmasında elektrikli testere yönteminin klasik yönteme göre daha etkili olduğu görüldü. Ancak postoperatif 7. Gün ödem, ekimoz ve ağrı değerlendirmesinin benzer olduğu sonucuna varıldı. Elektrikli testere, osteotomi aĢamasında konvansiyonel yönteme kıyasla etkin, güvenilir ve alternatif bir yöntem olarak kullanılabileceği düĢünüldü.
  • Öğe
    Piezo elektrik cihazı, manuel kemik testereleri ve klasik model osteotominin yumuşak dokuya verdiği zarar ve pre-post op. kandaki oksidatif stres markerları arasındaki farklılıkların değerlendirilmesi: tavşan osteotomi modeli
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Kaplan, Ömer; Arıcıgil, Mitat
    Amaç: Bu çalışmada, tavşan nazal kemiğine piezo elektrik cihazı, manuel testere, klasik osteotom kullanılarak yapılacak osteotominin dokuya verdiği zararın ve kandaki oksidatif stres markerlarına olan etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 32 tane albino Yeni Zellanda tavşanı 8’er denekten oluşan 4 gruba rastgele seçim metoduna göre ayrıldı. A Grubu; sham grubu (n=8), B Grubu; piezo elektrik cihazı grubu (n=8), C Grubu; manuel testere grubu (n=8) ve D Grubu; klasik osteotom grubu (n=8) olarak belirlendi. Tüm gruplardan işlem öncesi ve sonrasında interlökin-1beta (IL-1ß), tiobarbitürik asit-reaktif maddeler (TBARS), tümör nekrozis faktör–alfa (TNF-alfa), nitrik oksit (NO), interlökin-10 (IL-10) ve glutatyon (GSH) seviyelerini karşılaştırmak için kulak marjinal venlerinden 3 ml kan alındı. Her gruba 5 mg/kg ksilazin ve 50 mg/kg ketamin anestezisi uygulandı. Çalışma gruplarında ki deneklerin burun dorsumuna 4 cmlik insizyon yapılarak nazal kemik ortaya kondu. Tüm deneklerin sol nazal kemik ortasının lateralinde bulunan yumuşak dokudan 1 mm3 lük parça alındı. Ardından her grup için belirlenen cerrahi aletle iki taraflı lateral osteotomiler gerçekleştirildi. Sham grubuna sadece anestezi uygulandı. Deney sonunda bütün çalışma gruplarına 7 günlük gözlem sonrası genel anestezi altında ötanazi uygulandı. Çalışma gruplarının sol nazal kemik ortası lateralinde bulunan yumuşak dokudan 1 mm3 lük parça alınarak histopatolojik incelemeye gönderildi. Tüm grupların biyokimyasal markerları ve çalışma gruplarının histopatolojik inceleme sonuçları kendi içinde ve gruplar arasında karşılaştırıldı. Bulgular: C grubunda (manuel testere grubu) ve D grubunda (klasik osteotom grubu) ödem miktarı B grubuna (piezo elektrik cihazı grubu) göre anlamlı olarak yüksek bulundu. İnflamasyon bütün deneklerde artmış olarak bulundu. B grubunda (piezo elektrik cihazı grubu) nekroz miktarı C grubuna (manuel testere grubu) ve D grubuna (klasik osteotom grubu) göre anlamlı olarak yüksek bulundu. İki parametre dışında biyokimyasal belirteçler de bütün gruplar için anlamlı bir değişiklik saptanmadı. vi Sonuç: Rinoplasti operasyonu sonrası ödem en önemli sorunlardandır. Bizim çalışmamızda cerrahi aletlerin dokuda histopatolojik olarak ödem, inflamasyon ve nekroz değişimine ve kandaki biyokimyasal belirteçlerin değişimine bakıldı. Piezo ile yapılan osteotomi de ödem ve nekroz oranı mikroskobik olarak anlamlı bulundu. Biyokimyasal belirteçlerde iki parametre hariç anlamlı bir fark yoktu.
  • Öğe
    Fabry hastalarında vestibüler fonksiyonun değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Mutaf, Mert; Dündar, Mehmet Akif
    Amaç: Fabry hastalığı, ikinci en sık görülen lizozomal depo bozukluğudur. Literatürde bu hastalıkla ilgili çok sayıda işitme fonksiyonlarının değerlendirildiği çalışma bulunmasına rağmen denge fonksiyonları ile ilgili az sayıda yayın bulunmaktadır. Bu çalışmada, Fabry hastalarında vestibüler fonksiyonun değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya 13 Fabry hastası ve yaş-cinsiyet uyumlu 14 sağlıklı kontrol grubu dahil edildi. Her iki gruba otoskopik muayene ve vestibüler sistem muayenesi ile birlikte Videonistagmografi(VNG), Video Head Impulse Test(v-HIT), Postürografi testleri yapıldı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen Fabry hastalarının 7’i (%53.8) kadın ve 6’sı (%46.1) erkekti. Kontrol grubunun ise 5’i (%35.7) kadın, 9’u (%64.2) erkekti. Postürografi testinde bütün skorlarda kontrol grubunun skorları hastaların skorlarından daha yüksek olmasına rağmen istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı (p>0.05). Kalorik testte 13 kişilik hasta grubundan 7 kişide (%53) vestibüler hipofonksiyon tespit edilirken, kontrol grubunda kanal parezesi saptanmadı. Hasta ve kontrol grubu arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0.05). Hasta ve kontrol grupları arasında anterior, lateral ve posterior kanallar kazanç oranları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı (p=0.5666). Sonuç: Fabry hastalarında vestibüler tutulum olabileceği, bu nedenle hastaların tedavi ve izlem sürecinde denge sistemlerinin de göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünüyoruz.
  • Öğe
    Nazal valv cerrahisinde spreader greft ve otospreader flep cerrahi tekniklerinin karşılaştırılması: kadavra çalışması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Cemiloğlu, Muhammed; Arbağ, Hamdi
    Nazal valv cerrahisinde uygulanan spreader greft ile otospreader flep tekniklerinin fonksiyonel sonuçlarının akustik rinometri kullanılarak karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Mayıs 2017 – Haziran 2018 tarihleri arasında Anatomi laboratuarında 10 tane taze dondurulmuş kadavra başı üzerinde iki taraflı olmak üzere toplam 20 nazal bölgeye açık septoplasti tekniği ile yaklaşılarak bilateral nazal valv cerrahisi uygulandı. Bunlardan 10 nazal valv bölgesine spreader greft uygulanırken diğer 10 nazal valv bölgesine ise otospreader flep yöntemi kullanıldı. Kadavralara işlem öncesi ve sonrası olmak üzere akustik rinometre cihazı ile ölçümler yapıldı. Akustik rinometri tek bir araştırmacı tarafından yapıldı. Akustik rinometre ile MAC1, MAC2 ve Vol değerleri ölçüldü. Bulgular: Spreader greft grubunda postoperatifMAC1, MAC2, Vol değerleri preoperatif değerlere göre istatiksel olarak anlamlı yüksekti. Otospreader flep grubunda postoperatif MAC1, MAC2, Vol değerleri preoperatif değerlere göre istatiksel olarak anlamlı yüksekti. Her iki teknik birbiri ile karşılaştırdığımızda spreader greft grubu lehine istatiksel olarak anlamlı yüksekti. Sonuç: Nazal valv rekonstrüksiyonunda farklı cerrahi yöntemler kullanılmasına rağmen spreader greft tekniği altın standart olmaya devam etmektedir. Bizim çalışmamızda her iki tekniğin sonuçları olumlu olmakla birlikte spreader greft tekniği otospreader flep tekniğine göre daha anlamlı idi.
  • Öğe
    Lateral nazal duvarın endoskopik topografik anatomisi ve riskli bölgeler (Kadavra diseksiyonu)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1999) Yaşar, Adem Ersin
    By the cadaveric dissection is made to go towards endoscopic sinus surgery to examine the lateral nasal wall topographic anatomy. During the dissection by five cadaver, the lateral nasal wall anatomy, probable anatomic variations, suitable surgical landmarks, this structures distant of constant points and the high-risk areas are examined. By the dissections which we made by one of the case concha bullosa, an another case supreme nasal concha and by the another case agger nasi cells determined. Anterior attachment of the middle concha, superior border of choana, anterior nasal spine and upper surface of the inferior concha are found out as surgical landmarks. Lamina papyracea, etmoid roof near the anterior ethmoid artery, lateral lamella of the cribriform plate, ethmoid roof near the posterior ethmoid artery and upper two-third of the lateral wall of the sphenoid sinus are founded out as risk area. The result of the measurment of lateral nasal wall can help surgeon by endoscopic sinus surgery to found out the localization, but they are not safe enough to be used alone.
  • Öğe
    Kortikosteroidlerin efüzyonlu otitis mediadaki etkinliğinin timpanometri ve sitokinler kullanılarak araştırılması: Deneysel çalışma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2005) Yaman, Hüseyin; Uyar, Yavuz
    Efüzyonlu otitis media (F.OM). akut enfeksiyon semptom ve bulguları olmadan orta kulakta sıvı birikmesi olarak tanımlanır. Çocukluk çağında görülen işitme kayıplarının önemli bir nedenidir. Bu çalışmada. F.OM'nin tedavisinde, kortikosteroidlerin doza bağımlı etkinliği timpanometri ve sitokinler gibi objektif yöntemler kullanılarak araştırıldı. Ağırlıkları 300-350 gram (ort. 317.4±14.1) arasında değişen, 42 adet erkek rat kullanıldı. Östaki tüpü cerrahi olarak obstrükte edildi. Ffüzyonun oluşup oluşmadığı otomikroskopik muayene ve timpanometrik inceleme ile kontrol edildi. Efüzyon oluşan toplam 36 denek 12'şerli 3 eşit grup oluşturmak üzere randomize olarak dağıtıldı. Birinci gruptakilere tedavi verilmedi. İkinci gruptakilere 0.5 mg/kg/gün, üçüncü gruptakilere 1 mg/kg/gün steroid tedavisi postoperatif 20. günden sonra 10 gün süreyle verildi. Postoperatif 30. günde denekler sakrifıye edildi ve bulla içindeki mayi aspire edildi. Postoperatif 14. günde efiizyonun oluştuğu ve postoperatif 30. günde, kontrol grubunda efüzyonun devam ettiği, tedavi verilen gruplarda iyileşmenin olduğu otomikroskopik muayene ve timpanometrik ölçümlerle gösterildi. Orta kulak efüzyonlarındaki İL- 1 P ve TNF-a düzeylerinin steroid verilen gruplarda kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük olduğu (p<0.05), düşük doz ve yüksek doz steroid verilen gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı (p>0.05) görüldü. Sonuç olarak, EOM tedavisinde steroidler yararlıdır ve IL-lp ve TNF-a seviyelerini anlamlı derecede düşürmektedir. Steroidin 0.5 mg/kg dozu 1 mg/kg dozu kadar tedavide etkilidir. Kortikosteroidlerin yan etkileri de göz önüne alınarak tedavide düşük doz steroid kullanılabilir.
  • Öğe
    Konjential boyun kitleleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2006) Ünaldı, Deniz; Cenik , Ziya
    Bu çalışmamızda amacımız; tiroglossal duktus anomalisi, birinci ve ikinci brankial yarık anomalileri, kistik higroma, dermoid kist ve laringosel tanısı alarak kliniğimize yatırılıp cerrahi tedavi uygulanan hastalan; cins, yaş, semptomları, semptom süreleri, yerleşim yeri, tanı yöntemleri, tedavi prensipleri, preoperatif tanı, histopatolojik tanı, operasyon komplikasyonları, postoperatif takipleri ve nüksleri yönünden retrospektif olarak incelemektir. Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı'nda Temmuz 1997 ile Aralık 2005 tarihleri arasında, konjenital boyun kitleleri nedeniyle tedavi edilen hastalarla ilgili retrospektif olarak yapılan bu çalışmada; klinik ve radyolojik bulgulan ile konjenital boyun kitlesi tespit edilen, yaşlan 3-62 arasında değişen (ort. yaş: 23.9±15.5) 28' i kadın (%53.8), 24' ü erkek (%46.2) toplam 52 vaka ele alındı. Sadece cerrahi tedavi uygulanan 49 hasta (%94.2) çalışmaya dahil edilirken, kendi isteği ile taburcu olan 2 hasta (%3.8) ve medikal tedavi verilip, ameliyatı ileri bir tarihe ertelenen 1 hasta (%1.9) çalışmaya dahil edilmedi. Tüm olgular, ayrıntılı anamnez, rutin KBB muayenesi, ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme ve/veya fistülogram ve tiroglossal duktus anomalisi olan vakalarda aynı zamanda tiroid sintigrafisi ile değerlendirildi. Tiroglossal duktus anomalilerinde kist için daha çok horizontal, fistül için eliptik insizyon uygulandı. Tiroglossal duktus anomalisi olan 19 vakada (%86.3) düşük nüks oranı nedeniyle Sistrunk operasyonu, kalan 3 vakada (%13.6) ise total kitle ekstirpasyonu yapıldı. Birinci brankial yarık anomalilerinde kist için oblik, fistül için eliptik insizyon kullanıldı ve tip 2 birinci brankial yarık anomalisi olan olgularda da fasiyal sinir ortaya konarak total eksizyon yapıldı. İkinci brankial yarık anomalilerinde kist için transservikal yaklaşımla horizontal veya oblik insizyon, fistül için biri fistül etrafında eliptik, diğeri yukanda SKM adele üst 1/3' te horizontal insizyon uygulanarak total eksizyon yapıldı. Kistik higromada ise yerleşim yerine göre, submandibuler bölgede ise; 100transservikal yaklaşımla horizontal, supraklavikuler bölgede ise; yine transservikal yaklaşımla vertikal insizyon uygulanarak total eksizyon yapıldı. Dermoid kistte ise submental bölgede horizontal insizyon; internal larengoseli olan vakada ise eksternal lateral boyun yaklaşımı ile, tiroid kıkırdak seviyesinden horizontal insizyon uygulanarak total eksizyon yapıldı. Tüm olgularda ameliyat sonrası komplikasyon ve nüks araştırıldı. Postoperatif takip süresi en kısa 1 ay, en uzun ise 93 ay idi (ortalama 31.8±27.6). Konjenital boyun kitleleri; boyun orta hat ve lateral boyun kitleleri olarak gruplandınldı. Vakaların 20' sinde (%40.8) kitle orta haftaydı. Bunların 19' u tiroglossal kist ya da fistül, 1' i ise dermoid kist idi. Geri kalan 29 vakada (%59.1) ise kitle boyun lateralindeydi. Bunların 3' ünde tiroglossal kist, 11' inde ikinci brankial yank kisti, 3' ünde ikinci brankial yank fistülü, T sinde birinci brankial yank fistülü, 2' sinde de birinci brankial yarık kisti saptandı. Lateral boyun kitleleri arasında 1 hasta da laringosel, 2 hasta da kistik higroma olduğu saptandı. Ultrasonografi kistik lezyonlan belirlemede; bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme ise kistik lezyonlann cerrahi sınırlanm belirlemede önemli bir tanı aracı iken, fistül oluşumlarında daha sınırlı bilgi sağladı. Tüm olgularda lezyon tam olarak rezeke edildi. Postoperatif komplikasyon olarak; tiroglossal duktus anomalisi olan vakalann 11' inde (%50) disfaji, 4' ünde (%18.1) lokal yara yeri enfeksiyonu ve 2' sinde (%9) geçici solunum sıkıntısı gelişti. Birinci brankial yank anomalisi olan bir olguda ise tatuaj gelişti. İkinci brankial yank anomalisi, kistik higroma, dermoid kist ve laringoseli olan olguların hiçbirinde komplikasyon gelişmedi. 1-93 aylık (ortalama 31.8+27.6) takip süresince birinci brankial yank fistülü nedeniyle öpere olan 2 hastada sırasıyla 20 ve 82. aylarda, tiroglossal fistül nedeniyle öpere olan yine 1 hastada 93. ayda nüks saptandı. 0 Bizim sonuçlanınız; geçmiş yıllarda yapılan çalışmaların sonuçlan ile karşılaştırıldığında, onlara eşit ve daha başarılı görünmektedir. Ancak bizim hasta sayımızın sınırlı olması nedeniyle 101daha anlamlı sonuçlar elde etmek için, çok sayıda vakanın incelendiği geniş kapsamlı çalışmalar yapılması gerekmektedir.
  • Öğe
    Larenks kanserlerinin değerlendirilmesinde bilgisayarlı tomografinin yeri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1996) Ülkü, Çağatay Han; Cenik , Ziya
    Bu çalışmada kliniğimizde Kasım 1994-Haziran 1996 tarihleri arasında larenks karsinomu tanısı almış 30 vaka preoperatif dönemde çekilen bilgisayarlı tomografi, larengoskobik muayene ve makroskobik piyes bulguları ile karşılaştırıldı. Larengoskopi sadece mukozal yüzeyi ve kord vokal hareketlerini değerlendirebilmektedir. Kord haraketîerinde sınırlılık derin invazyon şeklinde yorumlanabilmekte, ancak tümörün gerçek boyutlarının ve sınırlarının belirlenmesinde yetersiz kalmaktadır. Konvansiyoneî radyolojik tetkikler de larengoskopiye ilave bilgi vermemektedir. BT klinisyenin cerrahi tedavi yöntemini belirleyecek olan tümörün gerçek anatomik lokalizasyonu ve derin yayımını tesbite karşılaştığı bu belirsizliğin çözümüne önemli katkılar sağlamaktadır. Larengoskopi ve diğer radyolojik tekniklerle değerlendirilemeyen preepiglotîik aralık, paragîottik aralık, subgîottik alan, kitle sebebiyle değerlendirilemeyen larenksin alt bölümlerini ve kartilaj tutulumunu belirlemede bilgisayarlı tomografinin etkin bir tanı yöntemi olduğunu tesbit ettik. Ancak kartilaj tutulumunda irregüler kalsifikasyon ve mikroinvazyonlar sebebiyle yanlış değerlendirmeler olabileceğini belirledik. Küçük mukoza! lezyonların değerlendirilmesinde de BT nin yanlış(-) sonuç verebileceğini ve bu Îezyonîann belirlenmesinde larengoskopinin daha duyarlı olduğunu tesbit ettik. Konservatif cerrahi tedavi yönteminin belirlenmesinde BT kilnisyene tümörün derin yayılımı hakkında çok önemli bilgiler vermekte ve larengoskopiyi tamamlayıcı rol oynamaktadır.
  • Öğe
    Tonsillektomi öncesi ve sonrası boğaz kültürü, ASO, latex, CRP, sedimantasyon değerlerinin karşılaştırılması.
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1986) Ünal, Mustafa
    Çalışmamızda elde edilen sonuçları şu şekilde sıralayabiliriz t 1 - Kronik tonsillitis! olan 50 hastanın ASO titrasyonu değerleri anlamlı derecede yüksek bulundu. Tonsillekto- miden bir ay sonra kontrole gelen hastaların ASO değerleri normal sınırlar içine İnmemekle birlikte ameliyattan önceki değerlerine oranla anlamlı derecede düşük bulundu. İkinci ay sonunda bu değer daha düşerek tonsillektominin fokal enfeksiyonu ortadan kaldırması yönünden etkili olduğunu- gösterdin t i.^. 2C-reaktif protein kronik tonsillitis vakalarında ($28) oranında + bulundu. Bu oran tonsillektomiden sonraki birinci ay sonunda (%12), ikinci ay? sonunda (%2) ye düşmüş tür* 3 - Ameliyat öncesi boğaz kültürlerinde Beta hemoli tik streptekok (%AA) oranında, Alfa hemolifeik i.%10), Neisse ria (%66), PnÖmokok (%68) oranında tesbit edilmiştir. n Tonsillektomidenl ay sonra boğazda beta hemolitik streptokok görülme oranı (%l£)ye> 2. ayda (%4)'e düşerken, normal boğaz florası olarak kabul ettiğimiz alfa hemolitik streptokoklar, Neisseria, Pnömokok'ta artma bulunmuştur» ÖZET Kronik tonsillitisli 50 hastada fokal enfeksiyon ve serolojik testler yönünden, ameliyat öncesi ve sonrası değişikliklerin ne yönde etkilenebilecekleri araştırılmıştır» 50 hastada fokal odak olarak belirlediğimiz tonsillerin çıkarılması ile kronik tonsill itişte yüksekliğini belirlediğimiz, ASO' nun anlamlı oranda düşmesi! vakaların bir kısmında kanda mevcudiyetini gösterebildiğimiz C-reaktif proteinlerin kaybolması ve eritrosit sedimantasyon hızında büyük ölçüde azalma, tonsillektominin bizim vakalarımızda fokal enfek siyon odağının ortadan kaldırılmasında olumlu rol oynadığı kanısındayız.41 Kliniğimizde tonsillektomi amelİ7/atı olmak üzere müracaat eden hastalardan çok dikkatli bir anamnez alındıktan sonra titiz bir klinik muayene yapılmakta ve gereğinde özel laboratuar incelemeleri yapılmaktadır. Sonuç olarak, tonâillektomi endikasyonuj klinik muayene ve gerekli laboratuar incelemeleri titizlikle uygulandığı takdirde yapılan ameliyatın iyi netice vere ceğini söyleyebiliriz.
  • Öğe
    Septum nazi deviasyonunun ve cerrahisinin her iki nazal kavitedeki mukosiliyer klirens hızı üzerine etkilerinin değerlendirilmesi.
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2005) Ulusoy, Bülent; Yöndemli, Fuat
    Bu çalışmada, septum nazi deviasyonu (SND) ve cerrahisinin her iki nazal kavitedeki nazal mukosiliyer kiirens üzerine etkisi değerlendirildi. Klinik ve radyolojik inceleme sonucunda izole SND tanısı konulan 20 hasta ve burunla ilgili şikâyeti olmayan sağlıklı 20 birey kontrol grubu olarak seçildi. Hasta ve kontrol grubu sigara içmeyen bireylerden oluşturuldu. Nazal mukosiliyer kiirens hızı (NMK.H) ölçümü, Teknesyum- 99m-makroagregate albümin kullanılarak rinosintigrafı ile yapıldı. NMKH'ı ölçümü hasta grubunda ameliyattan önce ve ameliyattan sonraki 4. haftada hem konkav hem de konveks tarafta yapılırken kontrol grubunda ise sadece bir taraf nazal kaviteden ölçüm yapıldı. Hasta grubu 18-48 yaşları arasında (ortalama yaş 27. 15±8.58) ve kontrol grubu ise 17-67 yaşları arasında (ortalama yaş 48.55Ü3.71) idi. Hasta grubundakilerin İ6"sı (%80) erkek ve 4'ü (%20) kadın ve kontrol grubundakilerin ise 8'i (%40) erkek ve 12'si (%60) kadın idi. Ameliyat öncesinde konkav (10.24±3.96 mm/dak) ve konveks taraf (İ0.78±3.53 mm/dak) NMKIİ'nın kontrol grubuna (17.94±2.89 mm/dak) göre önemli oranda yavaş olduğu tespit edildi (sırasıyla, t=7.02, p<0.05, t=7.03, p<0.05). Ameliyat öncesi konkav ve konveks taraf NMKH'ı arasındaki fark anlamlı değildi. Ameliyat sonrası konkav (16.34*4.40 mm/dak)ve konveks taraf (17.21±3.43 mm/dak) NMKH'ı ile kontrol grubu (17.94±2.89 mm/dak) arasında anlamlı fark tespit edilmedi (sırasıyla, t=1.36, p~=0,l 8 1 : t=0.73, p=0.471). Ameliyat sonrası konkav ve konveks taraf NMKH'nın ameliyat öncesine göre önemli oranda düzeldiği görüldü (sırasıyla, t=5.78, p<0.05; t=6.05, p<0.05). Bu çalışmanın sonuçları, SND'nin sadece hava akımında mekanik değişiklikler oluşturan basit bir problem olmadığı aynı zamanda konkav ve konveks tarafta mukosiliyer klirensi bozan daha kompleks bir patoloji olduğunu teyit etmektedir. Nazal mukosiliyer klirensin, SND'nin tedavi edilmesiyle düzeldiği tespit edildi. Rinosintigrafı, SND'li 52hastalarda mukosiliyer klirens fonksiyonunu değerlendirmek için objektif, kolay, ucuz ve noninvaziv bir yöntemdir.
  • Öğe
    Kronik otitlerde cerrahi tedavi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1994) Sağlam, Kağan; Cenik , Ziya
    Özet verilmemiştir.
  • Öğe
    Kronik sinüzitli hastalarda radyoloji ile cerrahi bulguların karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1993) Şahiner, Tolga; Cenik , Ziya
    Özet verilmemiştir.
  • Öğe
    Akut maksiller sinüzitli çocuklarda predispozan faktörler ve water's grafisinin değeri.
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1999) Öztürk, Kayhan; Çelik, Ziya
    Çocukların yılda 6-8 kez üst solunum yolu enfeksiyonu geçirdiği, üst solunum yolu enfeksiyonlarından sonra %0.5-5 oranında bakteriyal sinüzit geliştiği düşünülürse, sinüzit oldukça sık karşılaşılan bir hastaiiKtır. Bu çalışmada Ocak 1998-Aralık 1998 tarihleri arasında, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Ana bilim Dalı polikliniğine başvuran, yaşları 4-14 arasında değişen, klinik ve radyolojik oiarak akut bakteriyal sinüzit bulguları gösteren 24'ü erkek, 16'sı kız toplam 40 hasta incelenmiştir. Fedıyatrik sinuzitii nastaıaraaKİ KiıniK ve radyoıojiK ozeiiikier; amoKsısıiin-klavulanat potasyum ile tedavi edilen vakaların tedavi öncesi ve sonrası semptom, bulgu ve radyolojik sonuçlar; predispozan faktörler ve normal popuiasyonda saptanan radyolojik bozukluklar tespit edilerek, direk grafiierin anlamı araştırılmıştır. Sonuç olarak; akut maksiller sinüzitli çocuklardaki en sık görülen semptomlar burun tıkanıklığı, öksürük, burun akıntısı ve baş ağrısıdır. En sık tespit edilen I bulgular ise burun mukozasında hiperemi veya ödem, postnazal akıntı, septonazal deviyasyon ve sinüs noktalarında hassasiyet olduğu bulunmuştur. Septonazal deviyasyon ve adenoid hipertrofisi, çocukluk çağı akut maksiller sinüzitlerinde onemii preoıspozan TaKiorierdendir ve tedavinin sonucu üzerinde etkilidir. Water's grafisi akut maksiller sinüzitli çocukların değerlendirilmesinde ve özellikle tedavinin takibinde değerli bir metottur. Ancak asemptomatik çocuklarda da radyolojik patolojilerin olabileceği göz önünde tutulmalıdır. Akut maksiller sinüzitli çocuklarda amoksisiiın- klavuianat ampirik tedavide seçilebilecek etkili bir antimikrobiyaidir.
  • Öğe
    Alt konka hipertrofisi olan hastalarda intranazal steroid enjeksiyonu tedavisi etkinliğinin bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2011) Özlük, İzzet Özgür; Yöndemli, Fuat
    The aim of the study is to evaluate the effectiveness of intranasal steroid injection method in the cases where chronic nasal obstruction depends on inferior turbinate hyperthropy using computerized tomography (CT ).Material and Method: Intranasal steroid injection performed due to inferior turbinate hyperthropy, 59 patients applying to The OtoRhinolaryngology Department of Meram Medical School of Selcuk University between July and December 2009 were enrolled into the study. All the patients were adults, and 28 ( 47.5% ) were women and 31 ( 52.5% ) were men. Totally 40 mg/ml metilprednisolon asetate was injected slowly on the anterior side of inferior turbinate with using dental syringe onto only one point. Objective evaluation of the inferior turbinate was carried out by comparing coronal plan paranasal sinus CT scores performed preoperatively and within the first and third month postoperatively. VAS evaluation of nasal obstruction was implemented by all patients.Results:Age rates of the patients were ranging from 18 to 75 (mean age rate 33±13.299). The hypertrophic inferior turbinates were determined to be smaller on coronal plan CT performed during the first and third month after the operation (p=0.00). But the measures of first month after injection were beter than the measures of the third month after injection In the postoperative first month, a significant decrease was witnessed in the complaints of the patients related to nasal obstructions (p=0.00). Two (3.3% ) patients announced to obtain no benefits from the intervention. All the inferior turbinate measurements were managed by using coronal plans of paranasal CT.Conclusion:Intranasal steroid injection method of inferior turbinate is an effective, minimally invasive one making the patient satisfied, to a large extent. The pre- and postoperative evaluation of the turbinate via CT is an objective and preferable method.
  • Öğe
    Nazal septal perforasyon onarımında kompozit kıkırdak greft ve trombositten zengin plazma uygulanması: Deneysel çalışma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Mukhtarova, Eleanora; Ülkü, Çağatay Han
    Bu çalışmada, nazal septal perforasyonun kompozit kıkırdak greft ile onarımında trombositten zengin plazma uygulamasının iyileşme üzerine etkileri tavşanlar üzerinde deneysel olarak incelenemesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem:27 tane New Zealand soyu beyaz tavşandan 24'ü, 8'er denekten oluşan 3 kontrol / çalışma grubu oluşturmak üzere rastgele seçim metoduna göre ayrıldı. Tüm deneklerin 5 mg/kg ksilazin ve 50 mg/kg ketamin anestezisi altında 10 mm çapında septal perforasyon oluşturuldu. Grup 0 - Referans grubu (n=3); Nazal septuma ait normal histopatolojik bulguları belirlenmek için kullanıldı. Grup I- kontrol grubudur(n=8), sadece perikondrium kartilaj ve serum fizyolojik kullanıldı. Grup II-çalışma grubu,(n=8) perikondrium kartilaj ve PRP kullanıldı, PRP sadece perforasiyon kenarlarına enjekte edildi. Grup III- çalışma grubu,(n=8) perikondrium kartilaj ve PRP kullanıldı, PRP hem perforasiyon kenarlarına hem tavşan kulağında perforasyon onarımı için belirlenen perikondrium-kıkırdak kompozit grefti donör sahasınaenjekte edildi. Deney sonunda her grubun 8 haftalık gözlem sonrası genel anestezi altında ötanazi uyguldı ve septumları çıkarılarak patolojik doku histopatolojik incelemedeye gönderildi. Her grubun histopatolojik inceleme sonuçları kendi içinde ve grupların arasında karşılaştırıldı. Bulgular: 3. grupta(çalışma grubu B)perforasyon onarımında kıkırdak tutma oranı 1.(kontrol) ve 2(çalışma grubu A) gruplarından anlamlı çıkmış.Grup 1'de perforasyon onarımında tutmama oranı anlamlı çıkmış. P değeri 0.041. Mikroskobik olarak nazal septal perforasyon onarım sahasında; epitelial rejenerasyon, fibroblast proliferasyonu, enflamasyon ve anjiogenezis miktarları belirlendi. Belirgin fark sadece enflamasyon miktarında 1. ve 2. Grup arasında saptanmış(P =0,032) (2. Grupta enflamasyon miktarı daha fazla) Sonuç: Nazal septal perforasyon onarımı için birçok cerrahi onarım ve iyileşmesinin hızlandırılması için madde kullanılması denemeye devam edilmektedir. Bizim çalışmamızda PRP kullanıp septal perforasyon onarımına bakıldı. Makroskobik fark bulunurken mikroskobik fark anlamlı çıkmadı.
  • Öğe
    Nazal polipozis ile nitrik oksit sentetaz II gen polimorfizmi arasındaki ilişkinin vaka-kontrol çalışması ile incelenmesi.
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2010) Kurnaz, Gökhan; Arbağ, Hamdi
    Hastaların yaşam kalitesi üzerinde önemli bir etkiye sahip olan nazal polip (NP), nazal mukozanın kronik inflamatuar bir hastalığıdır. Genel toplumdaki görülme sıklığı %0,2?4,3'tür. Sinonazal polipozisin etyopatogenezi tam olarak aydınlatılamamakla birlikte, L-Arginin'den Nitrik Oksit Sentetaz(NOS) ile sentezlenen NO'in, nazal polip gelişiminde rol oynadığı düşünülmektedir. Yapılan çalışmalarda NOS enzimlerinden uyarılabilen (İnducible) nitrik oksit sentetaz (İNOS) enziminin, nazal polip dokusunda arttığı immunohistokimyasal olarak gösterilmiştir.İNOS enzimini kodlayan gen (NOS2A) 17. kromozomun q11.2 bölgesine lokalizedir. Bu çalışmamızda yaygın ve nüks nazal polipozisli hastalarda İNOS gen polimorfizminin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. NP'li hastaların %29 `unda astım ve aspirin intoleransı ,%28 `inde yalnızca astım mevcutken ,%43'ünde herhangi bir ek hastalık bulunmamıştır.100 nazal polipozisli hastanın şikayetleri sorgulanmış, endoskopik skorlama ile fizik muayeneleri yapılmıştır. Paranazal sinus BT'leri Lund mackay yöntemiyle evrelendirilmiştir. Hastaların ve 50 sağlıklı kontrolün serum Total IgE ve Eozinofil değerlerine bakılmış, prick testleri yapılmış ve venöz kan örnekleri alınarak DNA izolasyonu, PZR ve jel elektroforez yöntemiyle İNOS gen polimorfizmleri değerlendirilmiş ve karşılaştırılmıştır. NP'li hastaların %45'inde (n=45) serum total IgE değerleri normal değerden yüksek bulunurken %27 sinde (n=27) serum eozinofil değerleri yüksek bulundu. Kontrol grubunun %30'unda (n=15) serum total IgE değerleri normal değerden yüksek bulunurken %12'sinde (n=6) serum eozinofil değerleri normal değerden yüksek idi. Hastaların %42'sinde (n=42) kontrol grubunun %22'sinde (n=11) prick testi pozitif bulundu. İNOS gen polimorfizmi için iki farklı polimorfik bölgede tek nükleotid polimorfizmine bakıldı. Rs2279249 bölgesinde hasta grubunda 22 kişide homozigot mutasyon görülürken, Rs2297518 polimorfik bölgesinde 10 kişide homozigot mutasyon görüldü.Serum eozinofil değerlerinin ve prick testi pozitifliğinin nazal polipozisli hastalarda, kontrol grubuna oranla daha yüksek bulunması, nazal polipozisin etiyopatogenezinde alerjinin major bir faktör olduğunu göstermiştir. İNOS gen polimorfizmi açısından hasta ve kontrol grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Her iki polimorfik bölgede hasta grubunda heterozigot ve homozigot mutasyon kontrol grubuna oranla yüksek bulunurken aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi.İNOS gen polimorfizminin nazal polipozis etyopatogenezindeki olası rolünü ortaya koymak için daha geniş çalışma grubuna ihtiyaç duyulmaktadır.
  • Öğe
    Adenoid vegetasyonlu veya kronik tonsil hipertrofili çocuklarda operasyon öncesi ve sonrası ghrelin hormonu düzeyindeki değişiklikler ile büyüme etkisi.
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2006) Koç, Sema; Özer, Bedri
    Bu çalışmada, adenotonsil hipertrofisi bulunan çocuklarda ameliyat öncesi ve sonrasıghrelin düzeyleri ve ghrelin ile büyüme-gelişme arasındaki ilişki araştırıldı. Klinik, radyolojikve endoskopik inceleme sonucu adenotonsil hipertrofisi tanısı alan 27 çocuk hasta ameliyatöncesi ve ameliyattan 3 ay sonra incelendi. Çocukların boy ve kilo ölçümleri, ameliyat öncesive ameliyattan 3 ay sonra aynı şekilde yapıldı. Ghrelin ölçümü için Na EDTA ve aprotininbulunan tüplere kan alınıp soğuk zincire dikkat edilerek çalışıldı.Çalışmaya; 17 erkek(% 63) , 10 kız (%37) toplam 27 hasta alındı. Yaş ortalamaları 6.8olup, 3-16 yaş arasında değişmekte idi. Hastalardan 18 (% 67)' i adenoid vegetasyon, 9 (%33)'u kronik tonsil hipertrofisi nedeni ile ameliyat edildi. Ameliyat öncesi ortalama ağırlıkları(21,96± 12,92) kg, ortalama vücut kitle indeksi(VKİ) (15.34 ± 3.27) kg/m², ortalama ghrelindüzeyleri (178,49 ± 92,58) fmol/ml olarak ölçüldü.Ameliyat sonrası ghrelin düzeyleri istatistik olarak anlamlı şekilde azalırken, ağırlıkve VKİ istatistiksel olarak anlamlı şekilde artış gösterdi ve sırası ile; (101,81± 51,50)fmol/ml,(22.76 ± 13)kg, (18 15.71 ± 3.26)kg/ m² olarak ölçüldü.Ghrelin ile ağırlık arasında operasyon öncesi zayıf bir negatif korelasyon (r = - 0.29)gözlenirken operasyon sonrasında ise bu negatif korelasyon daha da belirginleşti (r = 0.45,(p<0.05). Ghrelin ile ağırlık arasındaki bu korelasyon, ghrelin farkları ve ağırlık farklarıarasındaki korelasyonla da (r = 0.85)S, (p<0.01) desteklendi.Çalışmamız, adenotonsil hipertrofili çocuklarda, cerrahi tedavinin hastaların ameliyatsonrası büyüme ve gelişmesine olumlu yönde katkı yaptığını göstermiştir. Ghrelin düzeyleri,hasta çocuklarda ameliyat sonrası anlamlı oranda azalmış ve kilo ile negatif ilişkisibelirginleşmiştir. Bu sonuç bize kan ghrelin düzeylerinin büyüme-gelişmenin47değerlendirilmesinde ve ameliyat sonrası takibinde faydalı bir parametre olarakkullanılabileceğini düşündürmüştür.
  • Öğe
    Sekretuar otitis medialı ve adonoid hiperplazili çocuklarda gastroözefageal reflü prevalansı.
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2003) Keleş, Bahar; Özer, Bedri
    Bu çalışmanın amacı; adenoid hiperplazili ve SOM'lu çocuklarda ve herhangi bir üst solunum yolu problemi olmayan çocuklarda gastroözefageal reflü oranlarını tesbit etmek ve elde edilen sonuçları karşılaştırarak adenoid hiperplazisi ve SOM ile GÖR arasındaki ilişkiyi göstermektir. Kliniğimizde anamnez, fizik muayene ve laboratuar incelemeleri ile SOM ve adenoid hiperplazisi tanısı konan 25 çocuğa ve aynı zamanda hiçbir üst solunum yolu şikayet ve bulgusu olmayan 12 çocuğa 2 problu 24 saatlik özefagus pH moniterizasyonu uygulandı. Elde edilen kayıtlar Medikal Measurement System'in Measurement and Analysis Software (Version:7.2a) programıyla değerlendirildi. Proksimal prob için pH 4'ün altındaki reflü yüzdesi %0.8'in üzerinde olanlarda farengeal reflü, distal prob için reflü yüzdesi %4'ün üzerinde olanlarda GÖR pozitif kabul edildi. Adenoid hiperplazili ve SOM'lu olgularda farengeal reflü oranı %48, GÖR oranı %64, kontrol grubunda ise farengeal reflü oranı %8.3, GÖR oranı %25 saptandı. Hastaların %28'inde pirozis, regürjitasyon, disfaji ve kusma gibi GÖR'ün tipik semptomlarından biri pozitif idi. %72' sinde ise tipik semptomlardan hiçbiri yoktu. Bu olguların %55'inde gizli GÖR pozitif tesbit edildi. Tipik semptomları olan olgularda ise %86 oranında reflü gözlendi Çalışma grubunda, kontrol grubuna göre GÖR ve farengeal reflü pozitifliğinin istatiksel olarak anlamlı derecede yüksek olması, GÖR'ün adenoid hiperplazisi ve SOM etyolojisinde rol oynayabileceğini düşündürmektedir. GÖR'ün tipik semptomlarından en az birinin mevcut olduğu adenoid vejetasyonlu ve SOM'lu olgularda reflü pozitiflik oranı yüksek olduğu için, hastalara mutlaka GÖR'ün tipik semptomları sorgulamalıdır. Klasik tedaviye cevap vermeyen adenoid vejetasyonlu ve SOM'lu olgularda gizli GÖR olabileceği akılda tutulmalıdır.
  • Öğe
    Helicobakter pylori'nin kronik otitis media etiyopatogenezindeki olası rolü.
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2008) Kelekçi, İbrahim Hakan; Cenik , Ziya
    Kronik otitis media (KOM) tüm dünyada sıkça görülen ve sosyal bir sorun olarak da değerlendirilen bir hastalıktır. Kişinin lisan gelişimini, iletişimini, kavrama yeteneğini ve okul başarısını etkileyebilmektedir (1). Helicobacter pylori (H. pylori) ise dünya nüfusunun yarıdan fazlasında görülen, kronik bir enfeksiyon hastalığının etyolojik ajanıdır. Gelişmekte olan ülkelerde bu oran %50-90 iken, gelişmiş ülkelerde %20-50'dir.Bu çalışmayla, KOM'lı hastaların orta kulaklarında H. pylori kolonizasyonu varlığını araştırarak, KOM etiyopatogenezinde olası rolünün tartışılması amaçlandı. Operasyon öncesi üre nefes testi ve gaita antijen testi ile hastalarda H. pylori varlığı araştırıldı. Kronik süpüratif otitis media tanılı hastaların, promontoryum mukozalarından, varsa kolesteatom dokularından forceps yardımıyla biyopsi alındı. Operasyon sırasında alınan materyallerde H. pylori tespiti PCR (Polimerase Chain Reaction) ve hızlı üreaz testi ile yapıldı.19 hastadan alınan doku örnekleri çalışmaya alındı. 19 KOM'lı örneğin 3 (%15.7)'ünde pozitif sonuç elde edildi. Orta kulaklarında pozitif sonuç elde ettiğimiz 3 hastanın üre nefes testi sonuçlarının sadece bir tanesinde pozitif sonuç bulundu. Gaita antijeni testi sonucu ise hepsinde negatifti.H. pylori'nin otitis media etyopatogenezindeki olası rolünü ortaya koymak için daha geniş çalışma grubuna ihtiyaç duyulmaktadır.