Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 23
  • Öğe
    Metilkobalamin ve takrolimus içeren Polikaprolakton (PCL) nanofiberlerin periferik sinir rejenerasyonuna etkilerinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Tekecik, Mahmut; Altuntaş, Zeynep
    Periferik sinir yaralanmaları sık görülen; etkilenen hasta grubunda, duyusal ve motor fonksiyonlarda kayba neden olabilen bir durumdur. Kusursuz yapılan cerrahiler sonrasında bile motor ve duyusal fonksiyonlarda tatmin edici sonuçlara ulaşılamayabilir. Periferik sinir yaralanmalarının tam olarak iyileşmemesi genellikle etkilenen uzuvlarda uyuşma, kronik ağrı , duyusal ve/veya motor fonksiyonlarda azalma gibi birçok olumsuz sonuca yol açmakta ve bu nedenlerle periferik sinir yaralanmaları dünya çapında bir klinik sorun teşkil etmektedir. Tam anlamıyla başarılı olarak uygulanabilecek farmakolojik ajanın bulunması için güncel araştırmalar bu yöne doğru evrilmiştir. Bu araştırmalardan bir tanesi de nanoteknoloji ve bu yöntemle üretilen nanomateryallerdir. Çalışmamızda periferik sinir rejenerasyonuna farklı mekanizmalar üzerinden katkı yapan metilkobalamin ve takrolimus içeren nanofiber sinir sargılarının etkilerinin karşılaştırılaştırılması amaçlanmıştır. Her grupta 8’er adet sıçan olacak şekilde 6 grup oluşturularak işlemler gerçekleştirildi. Tüm gruplarda anestezi altında sıçanların sol siyatik siniri dorsal yaklaşım ile eksplore edildi ve Grup 1 hariç diğer tüm gruplarda sol siyatik trifurkasyonunun 1 cm proximalinde mikroskop altında mikromakas ile tam kat düz kesi yapıldı. Kesi sonrası aynı seansta siyatik sinir 9/0 nylon dikişler ile epinöral onarım yapılarak koaptasyon sağlandı. Grup 2 için sadece epinöral onarım yapıldı. Grup 3 için epinöral onarım hattı etrafına elektro-eğirme yöntemi ile üretilen PCL sinir sargısı sarıldı. Grup 4 için epinöral onarım hattı etrafına içerisinde Metilkobalamin bulunan, Grup 5 için Takrolimus bulunduran, Grup 6 için hem Metilkobalamin hem de Takrolimus bulunduran PCL nanofiber sinir sargıları sarıldı. Sıçanlar 8 hafta süre ile takip edildi. Sıçanlar sakrifiye edilmeden önce fonksiyonel değerlendirme için yürüme testi ve elektrofizyolojik değerlendirmeler yapıldı. Sakrifikasyon anestezi altında gerçekleştirildikten sonra sol siyatik sinirden örnek alınarak histopatolojik inceleme yapıldı. Bilateral gastroknemius kasları origo-insersiyolarından ayrılarak hassas laboratuvar terazisi ağırlıkları ölçüldü ve gastroknemius kas ağırlık indeksi hesaplandı. v 8. hafta sonunda yapılan değerlendirmelerde siyatik sinirde tam kat kesi yapılarak cerrahi işlem uygulanan gruplar arasında en iyi SFI değeri Grup 4’te bulundu. Siyatik sinirde tam kat kesi yapılarak cerrahi işlem uygulanan gruplar arasında sham grubuna en yakın, en iyi gastroknemius kas ağırlık indeksi değerleri Grup 4 ve 5 ’te bulundu. Grup 4 ve 5 arasında istatiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p=0.600). Grup 1’den Grup 6’ya sırasıyla ortalama latans süreleri; 1,42±0,13 , 2,15±0,47 , 1,83±0,22 ,1,63±0,22 , 1,74±0,25 , 1,82±0,16 ms olarak bulundu. Grup 1’den Grup 6’ya sırasıyla ortalama amplitüd değerleri; 11,91±2,30 , 3,59±0,76 , 4,86±3,71 , 9,27±2,41 , 7,75±2,51 , 5,62±3,37 mV olarak bulundu. Histopatolojik değerlendirmede ortalama fibrozis değeri Grup 5’te en düşük olarak bulundu. İnflamasyona bakıldığında Grup 5 ve 6’da diğer gruplara göre daha az inflamasyon görüldü. Grup 4 ve 5’te aksonal dejenerasyon derecesi %50’den fazla olan sıçan görülmedi. Ortalama vaskülarizasyon değerinin en yüksek Grup 3’te olduğu ve Grup 4,5 ve 6’nın da benzer vaskülarizasyon değerlerine sahip olduğu görüldü. Gruplar mm2 ‘deki aksonal yoğunluk açısından karşılaştırıldığında en fazla ortalama akson sayısının Grup 5’te olduğu görüldü. Fasiküler organizasyon bozukluğunun siyatik sinire tam kat kesi yapılarak cerrahi işlem uygulanan gruplar arasında en az Grup 4’te olduğu görüldü. Grup 4’te %50 fazla fasiküler organizasyon bozukluğu bulunan sıçan görülmedi. Sonuç olarak hem metilkobalamin hem takrolimus içeren nanofiber sinir sargılarının ayrı ayrı kullanıldığında fonksiyonel ve histopatolojik olarak sinir rejenerasyonuna olumlu katkıda bulunduğu görüldü. İki ajan fonksiyonel ve histopatolojik olarak karşılaştırıldığında sinir rejenerasyonu açısından birbirlerine belirgin üstünlüğü olmadığı görüldü. Metilkobalamin ve takrolimusun birlikte kullanımının sinir rejenerasyonu üzerinde sinerjistik bir etki yaratmadığı ve sinir iyileşmesi için olumlu katkıları bulunmasına karşın istatistiksel olarak anlamlı fark oluşturmadığı gözlemlendi.
  • Öğe
    Sıçanlarda göğüs ön duvarına verilen radyoterapinin stromal vasküler fraksiyon enjekte edilen latissimus dorsi kası üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Soylu, Arda; Dadacı, Mehmet
    Amaç:Toraks bölgesinin rekonstrüksiyonunda latissimus dorsi kas flebi uzun zamandır kullanılmaktadır. Yara yatağının enfektif olması, onkolojik süreçlerden sonra bu bölgeye verilen radyoterapi bu kas flebini kullanırken karşılaşılabilecek zorluklardan birkaçını oluşturmaktadır. Özellikle radyoterapinin olumsuz lokal yan etkilerini gidermek ve yara iyileşmesine yardımcı olmak adına birçok tedavi stratejisi sunulmasına rağmen; kesin bir tedavi modalitesi bulunmamaktadır. Mezenkimal kök hücreler trofik faktörler salgılayarak yara iyileşmesini ve doku rejenerasyonunu indükleyen bağ dokunun temel yapıtaşlarından biridir. Çalışmamızda mezenkimal kök hücreden zengin stromal vasküler fraksiyon latissimus dorsi kasına enjekte edilerek; radyoterapinin latissimus dorsi kas flebi üzerinde oluşturabileceği yan etkilerdeki değişikliği histopatolojik ve elektrofizyolojik olarak araştırmayı hedefledik. Materyal ve Metod:Bu çalışma, her grupta 10 (n=10) sıçan olmak üzere 3 grup oluşturularak 30 adet sıçan üzerinde gerçekleştirildi. Sıçanların omentum yağ dokusu alınarak Histoloji Anabilim Dalı tarafından mezenkimal kök hücreden zengin stromal vasküler fraksiyon hücresel pelleti elde edildi. Bu hücresel pellet cerrahi ekip tarafından göğüs ön duvarına getirilen latissimus dorsi kasına homojen olarak intramusküler enjekte edildi. Grup I: Göğüs ön duvarındaki cilt altı poşa nörovasküler bağlantısı korunan latissimus dorsi kası transpoze edildi; Grup II: Göğüs ön duvarındaki cilt altı poşa nörovasküler bağlantısı korunarak iv transpoze getirilen latissimus dorsi kasına stromal vasküler fraksiyon enjekte edildi. Bu işlemden 10 gün sonra tek fraksiyonda 20 Gy’lik eksternal radyoterapi uygulandı. Cerrahi işlemleri takip eden 3. ayda her üç grubun transpoze edilen latissimus dorsi kaslarının EMG testi ile ampitüd ve latans parametreleri hesaplandı. Sıçanlar sakrifiye edildikten sonra göğüs ön duvarına getirilen latissimus dorsi kasından alınan örnekler histopatolojik incelemelerle değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya alınan ratlara uygulanan işlemler sonrası EMG’de latans ve amplitüd parametreleri değerlendirildi. Grup I ratlara ait latans ortanca değeri 1,09 (0,96-1,35), Grup II 1,05 (0,91-1,45), Grup III 1,08 (0,81-1,59) olarak belirlendi. Grup I ratlara ait amplitüd ortanca değeri 7,14 (2,49-11,55), Grup II 3,65 (2,12-16,20), Grup III 7,10 (2,60-22,96) olarak belirlendi EMG sonuçlarının Grup I ve Grup II arasında dağılımı istatistiksel olarak benzer tespit edildi (p>0,05). EMG parametrelerinin Grup II ve Grup III arasında dağılımında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark belirlenmedi (p>0,05). Histopatolojik parametrelerin grup içindeki ortalamaları ele alınarak gerçekleştirilen karşılaştırmalarda atrofi ve fibrozis derecesi Grup I’de Grup II’ye göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük belirlendi (p değerleri sırasıyla; p=0,019; p=0,015). Grup I ve Grup II arasında vaskülarizasyon, yağlı değişiklik, inflamasyon verilerinin dağılımında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark belirlenmedi (p>0,05). Grup III’te Grup II’ye göre atrofi ve fibrozis derecesi istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük belirlendi (p değerleri sırasıyla; p=0,007; p=0,029). Grup II ve Grup III arasında vaskülarizasyon, yağlı değişiklik, inflamasyon verilerinin dağılımında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark belirlenmedi (p>0,05). Sonuç: Bu çalışmada deneysel model üzerinde stromal vasküler fraksiyon enjekte edilen latissimus dorsi kasının radyoterapinin oluşturduğu atrofi ve fibrozis histopatolojik parametreleri açısından etkinliğinin arttığını gösterdik. Göğüs ön duvarı yumuşak doku rekonstrüksiyonunda stromal vasküler fraksiyon klinik uygulanmasının radyoterapinin oluşturabileceği yan etkilerin azaltılması üzerine olumlu katkıları ileri araştırmalarla desteklenebilir.
  • Öğe
    Periferik sinir onarımında yeni teknik: onarım hattında yeni nörovasküler ilişkinin kurulması (NEO-nörovaskülarizasyon) sinir iyileşmesi ve kas atrofisi üzerindeki etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Zuhour, Mo'ath K. H.; İnce, Bilsev
    Periferik sinir yaralanmaları ve onarım teknikleri günümüzde en çok üzerinde durulan konulardan birisidir. Sinir kesisi için önerilen altın standart onarım şekli gerilimsiz koaptasyon olmasına rağmen, bu yöntem her zaman uygulanamayabilir. Defektli sinir yaralanmalarında önerilen altın standart yöntem ise sinir otogrefti ile onarımdır; fakat bu yöntem ile elde edilen sonuçlar optimal olmaktan uzaktır. Alternatif olarak; ven kondüiti, yapay kondüitler, mezenkimal kök hücre veya VEGF destekli kondüitler denenmiştir. Sinir grefti veya diğer kondüitlerin temel kısıtlayıcı özelliği kendi vasküler kaynağının olmamasıdır. Bunun için pediküllü, prefabrike ve serbest sinir flepleri denenmiştir. Sinir fleplerin, normal sinir greftine göre daha üstün sonuçlar göstermesine rağmen, mikrocerrahi anastomoz gerektirmesi, flep seçeneklerinin kısıtlı olması ve tromboz geliştirebilmesi gibi dezavantajları da mevcuttur. Bu çalışmada, onarılan sinirin onarım hattını yanındaki brakial artere tespit ederek nörovaskülar ilişkiyi yeniden kurmayı, siniri vaskülarize etmeyi ve bunun hem histolojik hem de fonksiyonel iyileşme üzerindeki etkisini araştırmayı amaçladık. 7 grup üzerinde yapılan bu çalışmada, her grupta 7 rat olacak şekilde toplam 42 tane rat üzerinde yeni tanımladığımız tekniği araştırdık. 1. grup (Sham): 2. Grubun sol median sinirlerinden oluştu ve hiçbir cerrahi hasar görmedi. 2. grup (kontrol): bu gruptaki median sinirler kesildi ve primer koaptasyon şeklinde onarıldı. 3. grup (sinir grefti): bu gruptaki median sinirlerden 7 mm’lik segment çıkarıldı ve ters çevirilerek sinirin proksimal ve distal güdüklerine koapte edildi. 4. grup (ven grefti): bu gruptaki median sinirlerden 7 mm’lik segment çıkarıldı, defekt eksternal jugular venden alınan ven greftiyle onarıldı. 5. grup (primer koaptasyon + arterializasyon): bu gruptaki median sinirler primer koapte edildikten sonra brakial artere üç noktadan tespit edildi. 6. grup (sinir grefti + arterializasyon): bu grup 3. gruptan farklı olarak sinir grefti ve onarım hattının proksimali ve distali brakial artere tespit edildi. 7. grup (ven grefti + arterializasyon): bu grup 4. gruptan farklı olarak ven grefti ve onarım hattının proksimali ve distali brakial artere tespit edildi. Çalışmaya başlamadan önce tüm hayvanların ağırlıkları kaydedildi. Cerrahi işlemlerden 2 hafta sonra ağrılı uyaran, Von Frey ve çekme gücü testlerine haftalık bakıldı. Çalışma 13. haftada sonlandırıldı. Çalışmayı sonlandırmadan önce hayvanlar tekrar tartıldı, yürüme testi ve EMG testleri uygulandı. Örnekleri alırken damarların geçişinden emin vi olmak ve nabız ve tansiyon değerlerine bakmak için ratların brakial arterleri kateterize edildi. Daha sonra ratların FCR kas ağırlıkları kaydedildi. Histopatolojik ve immünhistokimyasal değerlendirme için ilk 4 grubun sadece sinirleri, diğer grupların ise sinirleri arterleriyle birlikte enblok şekilde alındı. Yakalama gücü testinde grup 3-6 karşılaştırmasında 8. haftadan itibaren, grup 3-7 de ise 7. haftadan itibaren anlamlı fark saptandı (p<0.05). Grup 4-5 karşılaştırmasında 4. haftada, grup 4-6 karşılaştırmasında ise 5. haftada anlamlı fark saptandı (p<0.05). Grup 4-7 karşılaştırmasında 6. haftadan itibaren anlamlı fark saptandı (p<0.05). Diğer karşılaştırmalarda anlamlı fark saptanamadı (p>0.05). Von Frey testinde grup 2-4 ve grup 4- 6 karşılaştırmalarında 5. haftadan itibaren anlamlı fark saptandı (p<0.05). Grup 3-5, grup 4- 5, grup 5-7 ve grup 6-7 karşılaştırmalarda 9. haftadan itibaren anlamlı fark saptandı (p<0.05). grup 3-6, grup 3-7 ve grup 4-7 karşılaştırmalarda 8. haftadan itibaren anlamlı fark saptandı (p<0.05). Sinir grefti yapılan grupların (grup 3 ve grup 6) arasında inflamasyon, fibrozis ve askonal dejenerasyon açısından anlamlı fark saptandı (p<0.05). Grup 3 sırayla, 1.57, 2.14 ve 1 ortalama değerlerle daha çok inflamasyon, fibrozis ve aksonal dejenerasyon gösterdi. Ven grefti yapılan grupların (grup 4 ve grup 7) arasında fibrozis, aksonal dejenerasyon, lif sayısı, miyelinizasyon, dezorganizasyon ve S100 boyanma yoğunluğu açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı(p<0.05). Kas ağırlığı, hayvan ağırlığı, yürüme testi ve EMG testinde istatistiksel olarak anlamlı fark saptanamadı (p>0.05). Sonuç olarak; onarım hattının vakülarize edilmesi, sinir grefti ve ven greftinde daha iyi fonksiyonel ve histolojik iyileşme sağladı. Literatürle uyumlu bir şekilde vaskülarize greftler, vaskülarize olmayan greftlere göre daha erken ve tam fonksiyonel iyileşme gösterdi. Duyusal iyileşme, 12. haftada hiç cerrahi yapılmayan sinirle aynıydı. Tanımladığımız teknik, literatürde yapılan vaskülarizasyon tekniklerinden farklı olarak, mikrocerrahi anastomoz gerektirmemekte, tromboz riski taşımamakta ve bu teknikle ven grefti gibi diğer sinir kondüitleri de vaskülarize edilebilmektedir. Ayrıca, bu teknikte kullanılan damarın adventisya tabakasındaki sinir ağı, arter akım yönü ve nabız dalgasının bu iyi sonuçlarda katkısının olduğunu düşünmekteyiz. Bu etkinin net bir şekilde ortaya konabilmesi için ek çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Poli (laktik asit-KO-glikolik asit) (PLGA), gümüş ve tarçın emdirilmiş plga nanofiberlerin yara iyileşmesi üzerine etkisi: deneysel bir çalışma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Baycar, Zikrullah; Altuntaş, Zeynep
    Amaç: Yara iyileşmesi tıbbın çözüm bekleyen konularından biridir. Yara iyileşmesini hızlandırmak için geçmişten günümüze birçok ürün kullanılmıştır. Ancak ideal yara örtüsüne ulaşma çabaları devam etmektedir. Mühendislik ve teknolojinin gelişmesi ile üretilen nanomalzemeler, geniş temas yüzeyi sağlamaları ve birçok madde veya faktör ile kombine edilmeleri nedeniyle yara iyileşmesi için ideal yara örtüsü çalışmalarında popüler hale gelmektedirler. Bu çalışmada gümüş nanopartiküller ve tarçın özütü ile kombine edilen Poli (Laktik Asit-Ko-Glikolik Asit) (PLGA) nanofiberlerin yara iyileşmesine etkisi incelenmiştir. Yöntem: Bu çalışmada 24 adet sıçan her birinin sırt bölgesinde 2 cm² boyutunda ikişer adet eksizyonel yara oluşturularak 6’şarlı gruplar halinde 4 gruba ayrılmıştır. Grup 1’de yara pansuman yapılmadan takip edilirken, grup 2’de PLGA+AgNp+Tarçın (eAgNP/PLGA), grup 3’te saf PLGA, grup 4’te PLGA+AgNp (AgNP/PLGA) nanomalzemeler kullanılmıştır. Yaralar 0., 3., 7., 14. ve 21. Günlerde fotoğraflanarak makroskobik açıdan değerlendirilmiştir. 7., 14. ve 21. Günlerde 6’şar adet yaradan biyopsiler alınarak Hematoksilen&Eozin(H&E) boyama ile epitelizasyon, inflamasyon şiddeti ve tipi, CD-31 boyamada vaskülarizasyon, CD68 boyamada histiosit ve multinükleer dev hücre yoğunluğu ve MassonTrikrom (MTK) boyalı lamlarda fibroblast proliferasyonu açısından değerlendirme yapılmıştır. Bulgular: Makroskobik değerlendirmede 14. ve 21. günlerde grup 2 ve grup 4’te yara iyileşme oranı anlamlı olarak grup 1 ve grup 3ten yüksek bulundu (p<0,05). 21. gün sonunda grup 2’de üç adet, grup 4’te iki adet yara tam olarak kapandı. Histopatolojik incelemede Grup 2 ve Grup 4’ün grup 1 ve grup 3’e göre daha hızlı epitelize olduğu ve anjiogenezisin daha fazla olduğu görüldü (p<0,05). 14.günde grup 3 inflamasyon şiddetinin grup 1’e göre anlamlı olarak daha şiddetli olduğu saptandı (p<0,05). 21. Günde histiosit ve multinükleer dev hücre yoğunluğu saf PLGA grubunda eAgNP/PLGA ve kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p<0,05). Sonuç: Tarçın özütü ile indirgenmiş yeşil sentez metodu ile üretilen, gümüş nanopartiküllerin katkılandığı PLGA nanofiberlerin anjiogenezisi artırarak epitelizasyonu hızlandırıp yara iyileşmesini histopatolojik ve makroskobik açıdan olumlu etkileyeceğini düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Sıçanlarda ezilme tipi travmatik ampütasyonların yönetiminde, ektopik replantasyonun ampütat yaşayabilirliği üzerine etkisinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Kendir, Münür Selçuk; İnce, Bilsev
    Klinik deneyimler ve raporlarda ektopik replantasyon yapılan olgularda gösterilen yüksek ampütat yaşayabilirliği başarısı bu konuda kontrollü çalışma yapılması ihtiyacını doğurmuştur. Bu çalışmada, deneysel kontrollü bir çalışmayla ezilme tipi yaralanma sonrasında ektopik replantasyonun diğer tekniklerle kıyaslanması ve ampütat yaşayabilirliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışma için 40 adet Wistar Albino cinsi erkek sıçan, 4 farklı gruba ayrıldı. Grup 1'deki hayvanlara giyotin tarzı ampütasyon ve ortotopik replantasyon, Grup 2'deki hayvanlara ezilme tipi ampütasyon ve ortotopik replantasyon, Grup 3'teki hayvanlara ezilme tipi ampüyasyon ve ven grefti kullanılarak ortotopik replantasyon, Grup 4'teki hayvanlara ezilme tipi ampütasyon ve ektopik replantasyon uygulandı. Yapılan cerrahi işlemler sonrasında, flep yaşayabilirliği ve perfüzyon yüzdesi 3'üncü günde infrared kamera ile, 7'nci günde ise sağ kalan flep alanı oranı ve pedikül damarlarda trombüs oluşup oluşmaması ile değerlendirildi. Ayrıca, 3'üncü ve 7'nci günler elde edilen verilerin birbirleriyle korele olup olmadıkları değerlendirildi. Bulgular: Cerrahi sonrası 3'üncü günde SPY cihazı kullanılarak yapılan değerlendirmelere göre flep perfüzyon yüzdeleri Grup 1'de ortalama %73,5, Grup 2'de ortalama %11,1, Grup 3'te ortalama %65, Grup 4'te ortalama %64,1 olarak tespit edildi. İstatistiki değerlendirmede Grup 1 en iyi Grup 2 en kötü sonuçlara sahipken (p<0,05), Grup 3 ve 4 arasında istatistiki anlamlı fark bulunamadı (p>0,05). 7'nci günde çekilen standart fotoğraflar Digimizer görüntü analiz programı ile değerlendirildiğinde, yaşayan flep alanları Grup 1'de ortalama %74,6, Grup 2'de ortalama %2,5, Grup 3'te ortalama %64,5, Grup 4'te ortalama %64 olarak tespit edildi. İstatistiki değerlendirmede Grup 1 en iyi Grup 2 en kötü sonuçlara sahipken (p<0,05), Grup 3 ve 4 arasında istatistiki anlamlı fark bulunamadı (p>0,05). 7'nci günde yapılan değerlendirmeye göre Grup 1'de 2 hayvanda, Grup 2'de 9 hayvanda, Grup 3 ve 4'te ise 3'er hayvanda damarlarda trombüs saptandı. Elde edilen veriler istatistiksel olarak değerlendirildiğinde gruplar arasında istatistiki anlamlı fark olduğu görüldüğü (p<0,05). 3'üncü gün yapılan perfüzyon değerlendirimesinde eşik değer altındaki tüm sıçanlarda 7. günde tam veya tama yakın nekroz görülürken, eşik değer üzerindeki sıçanlarda tam flep sağkalımı ya da parsiyel nekroz gözlendi. Sonuç: Ezilme tipi yaralanma sonrası meydana gelmiş olan ampütasyonlarda, ampütatın durumu replantasyona elverişli ise; güdüğün fazla kısaltılmadan tamamen tüm debris ve ezilmiş dokudan arındırılacak şekilde debride edilip güvenilir kan akımının sağlanabilmesinin mümkün olduğu durumlarda debridman ve ven grefti ile onarımı; bu şartların sağlanmasının mümkün olmadığı, tekrarlayan debridman gerektirebilecek, kirli ve kan akımınının şüpheli olduğu durumlarda ise geçici ektopik replantasyon uygulanmasını önermekteyiz.
  • Öğe
    Sıçanlarda vaskülarize pediküllü jejunum konduitinin periferik sinir sistemi rejenerasyonlarında etkinliğinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) İsmailzade, Majid; İnce, Bilsev
    Periferik sinir sistemi yaralanmalarında çözülmesi gereken problemler arasında rejenerasyonun tam sağlanamamasının yanı sıra, defektli olguların yönetiminde ortaya çıkan zorluklar yer almaktadır. Her iki problem yüz yıllardır araştırılmakta olup birçok tedavi stratejisi sunulmasına rağmen, elde edilen veriler mevcut problemleri ortadan kaldırmaya yetmemektedir. Sinir defektlerinin onarımında sinir kondüitlerinin geniş kullanım alanı mevcut olup genellikle biyolojik ve sentetik kondüitlerin greft şeklinde uygulanımı sunulmaktadır. Bu çalışmada, sıçanlarda pediküllü jejunum flebinin siyatik sinir rejenerasyonu üzerine etkinliğini değerlendirmeyi amaçladık. Bu çalışma, her grupta 10 (n=10) sıçan olmak üzere 9 grup oluşturularak 90 sıçan üzerinde gerçekleştirildi. Grup 1: Sham grubu- defektsiz sinir onarımı; Grup 2: Sinir grefti grubu- eksize edilen 1 cm'lik sinir segmenti ters çevrilerek sinir grefti şeklinde defekt alana tekrar koapte edildi; Grup 3: Ven greftli onarım grubu- sağ eksternal juguler venden alınan 1 cm'lik ven grefti ters çevrilerek sinir defekt alana koapte edildi ; Grup 4: Jejunum kondüitli defektli sinir onarımı grubu- abdominal alandan transfer edilen 2 cm'lik pediküllü jejunum segmenti siyatik sinirde oluşturulan 1 cm'lik defekt alana adapte edildi; Grup 5: Jejunum kondüitli defektsiz sinir onarımı grubu- abdominal alandan transfer edilen 2 cm'lik pediküllü jejunum segmenti primer epinöral onarılmış siyatik sinir etrafına sarıldı; Grup 6: Jejunum kondüitli sinir grefti grubu- abdominal alandan transfer edilen 2 cm'lik pediküllü jejunum segmenti,siyatik sinirden eksize edilen 1 cm'lik sinir segmenti ters çevrilerek sinir grefti şeklinde yerleştirildikten sonra onarım sahası etrafına sarıldı; Grup 7: Mukozasız jejunum kondüitli defektli sinir onarımı grubu- abdominal alandan transfer edilen 2 cm'lik pediküllü jejunum segmenti mukoza rezeksiyonu sonrasında siyatik sinirde oluşturulan 1 cm'lik defekt alana adapte edildi; Grup 8: Mukozasız jejunum kondüitli defektsiz sinir onarımı grubu- abdominal alandan transfer edilen 2 cm'lik pediküllü jejunum segmenti mukoza rezeksiyonu sonrasında primer onarım sahası etrafına sarıldı ; Grup 9: Mukozasız jejunum kondüitli sinir grefti grubu-abdominal alandan transfer edilen 2 cm'lik pediküllü mukozasız jejunum segmenti, siyatik sinirden eksize edilen 1 cm'lik sinir segmenti ters çevrilerek sinir grefti şeklinde yerleştirildikten sonra onarım sahası etrafına sarıldı. Cerrahi işlemleri takip eden 2.ayda sıçanlara yürüme testi yapılarak Siyatik Fonksiyon İndeks (SFI)' leri hesaplandı. Sıçanlar sakrifiye edildikten sonra onarılan sinirlerden alınan örnekler histopatolojik incelemelerle değerlendirildi. Yürüme testi sonuçları sırasıyla: Grup 1: -101.399, Grup 2: -92.780, Grup 3: -74.780, Grup 4: -93.849, Grup 5: -90.878, Grup 6: -91.58, Grup 7: -71.445, Grup 8: -78.1981, Grup 9: -54.942 şeklinde hesaplandı. Bu değerlendirmeye göre 0-100 arasında değerler elde edilmekte olup 0'a yakın değerler fonksiyonel iyi sonuçları göstermektedir. Mukoza rezeksiyonlu jejunum kondüiti uygulanan gruplar (Grup 7,8 ve 9) SFI açısından istatistiksel anlamlı sonuçlar gösterdi. Histopatolojik parametrelerin grup içindeki ortalamaları ele alınarak gerçekleştirilen karşılaştırmalarda jejunum kondüiti ile onarım uygulanan gruplarda bütün parametreler açısından olumsuz değerlerle karşılaşıldı. Mukoza rezeksiyonu sonrasında jejunum kondüiti uygulanan gruplarda ise anlamlı fark aksonal dejenerasyon, akson yoğunluğu, myelinizasyon ve disorganizasyon parametrelerinde görüldü. Sonuç olarak, bu çalışmada pediküllü jejunum flebinin mukoza rezeksiyonu sonrasında sinir onarım sahasına yerleştirilmesinin rejenerasyon etkinliğini fonksiyonel ve histopatolojik açıdan arttırdığını deneysel model üzerinde gösterdik. Periferik sinir yaralanmalarında tübüler paterne sahip otojen dokunun vaskülarize kondüit flebi şeklinde klinik uygulanmasının rejenerasyon üzerine olumlu katkıları ileri araştırmalarla gösterilebilir.
  • Öğe
    Poli (laktik asit-KO-glikolik asit) (PLGA) biyoemilebilir nanofiberlerin tendon adezyonu ve iyileşmesine etkisi: deneysel çalışma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Uyanık, Orkun; Altuntaş, Zeynep
    Fleksör tendonların, içinden geçtiği dar tünellerde sıkışıp kalması sınırlı rejenerasyon kapasitesiyle birlikte tendon adezyonlarına neden olur. Tendon adezyonun önlenmesinde büyüme faktörleri,adezyon bariyerleri gibi çok sayıda materyal kullanılmıştır. Bu çalışmada son yıllarda gelişen ve popüler olan yaklaşık 1 ile 100 nanometre olan nano ölçekteki maddeleri üretebilen bilim, mühendislik ve teknolojinin birleşmesiyle oluşan nanoteknoloji kullanılarak oluşturulan biyoemilebilir Poli (laktik asit-ko-glikolik asit) materyalinin, fibrozis ve yüksek morbiditeye sebep olan tendon adezyon oluşumunun azaltılması amaçlanmıştır. Yöntem:Çalışmada 48 adet sıçan kullanılmış ve sıçanlar 12'şerli gruplar halinde 4 eş gruba ayrılmıştır. Tüm gruplarda sıçanların sol aşil tendonları kesilip modifiye Kessler yöntemiyle aynı seansta tekrar onarılmıştır. Deney grubundaki (grup 3-4) sıçanların onarım yapılan tendonların etrafına biyoemilebilir hidrofobik Poli (laktik asit-ko-glikolik asit) sarılmıştır. Deney hayvanlarının yarısı (grup 1-3) birinci ayda, diğer yarısı (grup 2-4) iseikinci ayda sakrifiye edilerek biyomekanik, histopatolojik ve makroskobik olarak değerlendirildi. Bulgular: Makroskopik değerlendirmede, deney grupları (grup 3-4) ve kontrol grupları (grup 1-2) arasında adezyon uzunluğu, özellikleri ve şiddeti açısından anlamlı farklılık bulundu (p <0.05). Biyomekanik testlerde tüm gruplar arasında anlamlı farklılık bulunmadı (p> 0.05). Hidrofobik Poli (laktik asit-ko-glikolik asit) maddesi kullanılan grup 3 ve 4'te histopatolojik olarak anlamlı farklılıklar bulundu(p <0.05).İnflamatuar yoğunluk, vaskülarizasyon ve fibrozis deney grubunda daha yüksek bulundu. Sonuç: Hidrofobik Poli (laktik asit-ko-glikolik asit) materyalinin biyomekanik testlere anlamlı şekilde etki etmediği fakat, peritendinöz yapışıklıkların belirgin ölçüde azalttığı ve bu etkinin histopatolojik incelemede araştırılan vaskülarizasyon miktarıyla oluşabileceği düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: PLGA; tendon; adezyon; nanoteknoloji.
  • Öğe
    Rat modelinde nebivololün transvers rektus abdominis kas deri flep perfüzyonuna etkileri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2008) Karameşe, Mehtap; Keskin, Mustafa
    Meme kanseri cerrahisi sonrası kullanılan meme rekonstrüksiyonu yöntemlerinden birisi transvers rektus abdominis kas deri flebidir. Bu flebin zon 3 ve 4 perfüzyon kısımlarında doku nekrozu sıklıkla meydana gelmektedir. Çalışmamızda nitrik oksit aracılı vazodilatasyon ve selektif beta-blokasyon etkisi ile kan basıncı kontrolü sağlayan Nebivolol'ün transvers rektus abdominis flebinin perfüzyonuna etkisini araştırmayı amaçladık. Nebivolol üçüncü jenerasyon beta reseptör antagonistidir ve NO salınımını artırarak periferik vazodilatasyon yapmaktadır.Çalışmada otuz adet Spraque- Dowley ratı beş deney grubuna ayrıldı. Tüm ratlarda, inferior pediküllü TRAM flep kaldırıldı. Birinci gruptaki altı adet rata hiçbir ilaç uygulanmadı. İkinci gruptaki ratlara cerrahi işlemden 24 saat önce 100 mg/kg nebivolol oral gavaj yöntemi ile başlandı ve postoperatif 7 gün uygulamaya devam edildi. Üçüncü gruptaki ratlara cerrahi işlemden 24 saat önce 100 mg/kg nebivolol oral gavaj yöntemi ile başlandı peroperatif ve postoperatif 7 gün uygulamaya devam edildi. Dördüncü gruptaki ratlara cerrahi işlemden 7 gün önce 100 mg/kg nebivolol başlandı ve postoperatif dönemde 7 gün devam edildi. Beşinci gruptaki altı adet rata cerrahi işlemden 7 gün önce 100 mg/kg nebivolol kullanıldı. Peroperatif ve postoperatif dönemde ilaç kullanılmadı. Yedinci gün tüm ratlardaki fleplerin fotoğrafı çekildi ve kan laktat düzeyi belirlendi.Kan laktat değerleri açısından istatistiksel olarak tüm gruplar, kontrol grubuna (grup I) göre belirgin farklıdır. En anlamlı fark kontrol grubu ile nebivololün preoperatif ve postoperatif dönemde kullanıldığı grup (grup 4) arasında tespit edildi. Fotoğraf değerlendirmelerinde nekroz alanının flep alanına oranı hesaplandığında; tüm gruplar, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak farklı bulundu (P<0,005). Grupların birbiri arasındaki karşılaştırmada grup 4, diğer gruplardan farklı tesbit edidi (p<0,005). Fakat grup 2, 3 ve 5 birbiri arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0,005).Bu çalışma nebivololün TRAM fleplerinde meydana gelebilecek iskemiye bağlı nekrozları azaltmada etkili bir farmakolojik ajan olabileceğini göstermektedir.
  • Öğe
    Sıçanlarda vaskülerize tuba uterina tubuler flebinin periferik sinir sistemi rejenerasyonlarında etkinliğinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2019) Yıldırım, Mehmet Emin Cem; Dadacı, Mehmet
    Sinir defektlerinde, donör alan morbiditesi ve elde edilecek sinir greftinin sınırlı ölçüde olması sinir grefti ile onarım yöntemin en önemli handikaplarıdır. Bu nedenle, sinir kondüitleri periferik sinir sistemi yaralanmalarında primer onarımın mümkün olmadığı durumlarda kullanılabilir.Bu çalışmanın amacı pediküllü tuba uterina tübüler flebinin periferik sinir sistemi rejenerasyonlarında etkinliklerinin araştırılmasıdır. Bu çalışma her bir grupta (6 grup) 10 adet Wistar- Albino cinsi 14-16 haftalık toplam 60 adet dişi sıçan üzerinde gerçekleştirildi. 1. Grup: Sham grubu, 2. Grup: Sinir grefti; 1 cm'lik siyatik sinir segmenti kesilerek tekrar aynı yerine koapte edildi, 3. Grup: Tuba uterina flebi, doğru yön; Tuba uterinanın over - uterus yönü doğru yön olarak kabul edildi ve flep sinir kondüiti olarak proksimal – distal yönde yerleştirildi, 4. Grup: Tuba uterina flebi, ters yön; Flep, Grup 3'ün ters yönünde yerleştirildi, 5. Grup: Tuba uterina grefti, doğru yön: Tuba uterina segmenti kendisini besleyen pedikülden tamamen ayrılarak greft şeklinde kaldırıldı ve defekt alana yerleştirildi, 6. Grup: Tuba uterina grefti, ters yön: Grup 5'in tersi yönünde yerleştirildi. Cerrahi işlemler sonrası 3 ay süreyle sıçanlar takip edildi. Bu sürenin sonunda yürüme testi ile Siyatik Fonksiyon İndeksi (SFI) hesaplanarak ve EMG ile değerlendirme, ışık ve elektron mikroskobisi ile değerlendirme yapılarak grupların sinir rejenerasyonlarındaki etkileri karşılaştırıldı. Yürüme testinde değerlendirilen SFI sırasıyla: Grup 1'de 76.23, Grup 2'de 36.1 , Grup 3'te 52.75, Grup 4'te 51.79, Grup 5'te 45.54, Grup 6'da 46.79 olarak hesaplandı. Bu indekse göre 0-100 arasında değerlendirilme yapılmaktadır ve 0'a yakın değerler fonksiyonal olarak daha iyi sonuçlardır. EMG sonuçlarında ise Grup 5 ve Grup 6'da ki CMAP ve CMAP eğrileri altında kalan alanlar Grup 3 ve 4' e göre fazlaydı, ancak Grup 2'ye göre daha düşüktü. 8 Işık mikroskobisinde ise Grup 5'te düzenli sinir iyileşmesi ortalama skoru 2.2, Grup 6'da 2,4, Grup 3'te 1,3, Grup 4'te 1,2'ydi. Grup 2'de ise bu değer 2,7'du. Grup 1'de herhangi bir rejenerasyon gözlenmedi. Fibrozis, inflamasyon ve vaskülarite Grup 5 ve 6'da benzer olup, Grup 2'den yüksek, Grup 3 ve 4'ten düşüktü. Sinir alanından elde edilen TEM kesitleri ultrayapısal olarak değerlendirildiğinde Grup 2'de aksonlar organize ve koyu boyanmış, sağlıklı bir morfolojide izlenirken, myelinize sinir sayısı diğer gruplardan daha fazlaydı. Grup 5 ve 6'ya ait TEM mikrografları, miyelin ve akson yapılarının oldukça düzenli ve kan damarlarının bol bulunduğunu gösterdi ve Grup 3 ve 4'e göre myelinize sinir sayımı daha fazlaydı. Ayrıca, Grup 3 ve 4'te tuba uterinadaki lümen epitel hücreleri ise Grup 5 ve 6'dakilere kıyasla daha organize ve sağlıklı bir morfolojide izlendi. Grup 5 ve 6 ile Grup 3 ve 4'e ait ultrayapısal bulgular kendi aralarında benzer bir morfoloji sergiledi. Sonuç olarak, çalışmamızda tuba uterina tübüler kondüitinin greft olarak aktarılmasının flep olarak aktarılmasına göre sinir rejenerasyonu üzerine etkisinde daha başarılı olduğu ve silyalı yapıların yönünün bu sonuç üzerinde anlamlı etkilerinin olmadığı saptandı.
  • Öğe
    Yanık staz zonunun melatonin kullanımıyla kurtarılması: Ratlarda deneysel çalışma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2010) Kayapınar, Muhammet; Savacı, Nedim
    Yanık; geçmişte olduğu gibi günümüzde ve gelecektede insanlığın en büyük problemlerindenbiri olmaya devam edecektir. Oluşturduğu erken ve geç komplikasyonlarla tedavisininzorluğu, pahalı olması, hasta için çok acı verici olması, en iyi tedavilerin bile kalıcı kozmetiksonuçlara yol açması ve beklide en önemlisi aktif yaş grubunu fazlaca etkilemesiyle oldukçaönemlidir. Tedavisi insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen özellikle dünya şavaşlarındaçok gelişme kaydetmiştir. Son bir kaç dekarttada yanığın patofizyolojisindeki gelişmeye bağlıolarak yanık ciltte oluşan yanık zonları bulunmuş ve tedavi buna göre dahada gelişmiştir. Buzonlar; koagulasyon, staz ve hiperemi zonudur. Nekroz zonu tedavisi eksizyon ve kaybolancildin greft olarak onarımıdır. Staz zonu eğer 24-48 saat içinde yanık tedavisi iyi yönetilirsetam olarak iyileşir. Aksi takdirde koagulasyon zonuna dahil olur. Hiperemi zonu zatenkendiliğinden iyileşebilen bir alandır. Staz zonunun kurtarılması yanık tedavisinde oldukçaönem taşımaktadır. Yanık alanda oluşan hipermetabolizma sonucu ortaya çıkan aktif oksijenradikalleri staz zonunun koagulasyon zonuna dönüşümünü hızlandırdığı bilinmektedir. Güçlübir antioksidan olan ve hücre membranlarından rahat geçebilen melatonin bu çalışmadakurtarıcı olarak kullanılmıştır.Bu çalışmada; rastgele seçilen 20 dişi rat kullanıldı. Onarlı iki gruba ayrıldı. Ratlarınsırtları traşlandıktan sonra 1X2 cm ebadında kaynar suda yeterince bekletilerek ısıtılmış metalplaklar 10 sn süre bekletilerek yanık oluşturuldu. Grup 1' e her hangi bir medikasyonyapılmazken grup 2'ye 10mg/kg dozunda intraperitoneal melatonin yedi gün boyunca verildi.Her gün fotoanaliz için fotoğraflandı. Yedi gün sonra ise yanık alanlar eksize edilerekpatolojik incelemesi yapıldı. Foto analiz için autoCad proğramı ile nekrotik alan ölçüldü.Patolojik olarak ödem, konjesyon, iltihabi infiltrasyon, fibrozis ve staz zonu ölçümleri yapıldı.Elde edilen patolojik ve fotoanaliz sonuçları ki-kare ve student-T testleri ile değerlendirildi. Pdeğeri küçük 0.05 bulundu.Staz zonu kurtarılmasında; her iki grup arasındaki istatistiki olarak anlamlı fark bulundu.Sonuç olarak; melatonin staz zonu kurtarılmasında faydalı olduğu sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Hiperbarik oksijen tedavisinin silikon meme protez çevresinde kapsül oluşumu üzerine etkisinin histopatolojik olarak incelenmesi : Deneysel çalışma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2017) Yarar, Serhat; İnce, Bilsev
    Meme operasyonlarında sık olarak silikon meme protezleri kullanılmaktadır. Silikon meme protezlerinde ağrı, sertleşme, memede asimetriye yol açarak ikinci bir operasyona en sık yol açan komplikasyonlardan biri kapsül oluşumudur. Kapsül kontraktürü implant çevresindeki kollajenin yeniden organize edilmesi esnasında oluşur.Yara yüzeyinde kollajen birikimi oksijen basıncı ile ilişkilidir. Literatür tarandığında kapsül oluşumunu azaltmak amacıyla HBO tedavisine rastlanmamıştır. AMAÇ : HBO tedavisinin yara iyileşmesindeki olumlu etkilerinden yararlanılarak silikon etrafında oluşacak kapsül kalınlığının azaltılması ve böylelikle kapsülün olası olumsuz etkilerinin azaltılmasıdır. GEREÇ VE YÖNTEM : Toplam 60 rat 15'erli olmak üzere 4 gruba ayrılarak çalışmaya başlandı. Pürtüklü yüzeye sahip silikon meme implantı tüm ratların sırt bölgesine kas üstü ve kas altı plana yerleştirildi. Grup 3 ve 4'e postoperatif 1. günden başlanarak 15 gün boyunca günde 1 seans Hiperbarik Oksijen Tedavisi (HBOT) verildi. Postoperatif 60. günde tüm gruplarda silikon çevresinde gelişen kapsül kontraktürü incelenmek üzere çevresindeki kapsül alınarak histopatolojik incelemeye gönderildi. BULGULAR : Histopatolojik inceleme sonrası kapsül kalınlığı HBOT verilen grupların kontrol gruplarına göre oranı p < 0.0118 bulunarak anlamlı fark bulunmuştur. Ayrıca fibroblast ve nötrofil sayısı HBOT verilen grup 3 ve grup 4'de kontrol gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde düşük bulunmuştur. İncelenen kapsül yapısındaki neovaskülarizasyon oranlarına baktığımızda kontrol gruplarına göre HBOT verilen gruplarda anlamlı şekilde yüksek oran saptanmıştır. SONUÇ : Yaptığımız çalışmada HBOT verilen grup 3 ve 4 de kontrol gruplarına göre daha ince kapsül oluşumu gözlendi. İlerleyen çalışmalar gerekmekle birlikte meme augmentasyon yapılan hastalarda HBOT kapsül oluşumunu azaltabilir. Anahtar kelimeler: silikon, meme protezi, kapsül reaksiyonu, kapsül oluşumu, hiperbarik oksijen tedavisi
  • Öğe
    Tendon iyileşmesine mezenkimal kök hücre ve plateletten zengin plazma tedavisinin etkisi: Deneysel bir çalışma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2018) Uyar, İlker; Altuntaş, Zeynep
    Gelişmiş ülkelerde fleksör tendon yaralanmalarında çoğunlukla iş kazaları ilk sırayı alırken, gelişmekte olan ülkelerde ilk sırayı cam kesileri almaktadır. El yaralanmalarının tamamında fleksör tendon yaralanmaları 20 ve 44 yaşları arasında görülmektedir ve birçoğunda yumuşak doku yaralanmalarıyla beraberlik göstermektedir. Kullanılan onarım tekniği, yaralanmanın niteliği, uygulanan rehabilitasyon programı onarımın başarısını etkiler. Sütur materyalinin yaralanma zonundaki hacmi ve oluşturduğu yabancı cisim reaksiyonu, tendonda sıyrılma ve süturde ayrışma durumu, tendon kılıfının tamir edilmesi, iyileşmeyi etkileyen teknik etkenlerdir. Postoperatif süreçte erken rehabilitasyon, onarım başarısında oldukça önemlidir. Aktif interfalangial eklem fleksiyonuna sıklıkla 3. haftanın sonunda başlanır. Direnç gerektiren egzersizlere, 8. haftanın ardından geçilir. 12. haftaya kadar direnç gerektiren egzersizlerin devamı, elin normal olarak kullanılması için gereklidir. Yaptığımız literatür taramasında tendon iyileşmesi üzerine mezenkimal kök hücre ve prp kombinasyonunun etkisi ile ilgili bir çalışmaya rastlamadık. Çalışmamızda rat aşil tendonu iyileşmesinde cerrahi onarım sonrası plateletten zengin plazma, mezenkimal kök hücre, mezenkimal kök hücre ve plateletten zengin plazma kombinasyonunun tendon iyileşmesi üzerine etkileri araştırılacaktır. Çalışmanın sonucunda postoperatif dönemde tendon iyileşmesinde pozitif ve hızlı iyileşme olması durumunda rehabilitasyona erken dönemde başlanması hedeflenmektedir. Böylece postoperatif dönemde özellikle fleksör tendonlarda sık karşılaşılan tendon yapışıklığının azaltılması, hastaların aktif yaşamlarına daha erken dönmesi amaçlanmaktadır.
  • Öğe
    Mikrovasküler anatomoza eritropoietinin etkileri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2004) Şentürk, Sadık; Tosun, Zekeriya
    Eritropoietin eritroid ve endotelial prekürsörlerin proliferasyonu için önemli bir düzenleyicidir, fakat eritropoietinin mikrovasküler anastomozda potansiyel reendotelizan olarak rolü tam olarak tanımlanmamıştır. Bu çalışmada rat femoral arter mikrovasküler anastomozu sonrası eritropoetinin reendotelizasyon potansiyelini araştırdık. Doksan altı erkek Sprague- Dawley rat rastgele sekiz gruba ayrıldı. Tüm ratlarda sol femoral artere mikrovasküler anastomoz yapıldı. Eritropoietin gruplarına 150 U/kg subkutan rHuEPO verilirken, kontrol gruplarına hiçbir tedavi uygulanmadı. Morfometrik analiz için tüm râtlar sakrifiye edildi. Her arterial segmentin morfometrik analizi tek patolog tarafından Clemex Image Analysis bilgisayar programı kullanılarak yapıldı. Neointima ve media alanları ölçüldü ve intima/media oranları hesaplandı. Ayrıca, tüm ratlann hematokrit değerleri ölçüldü. Neointima alanı ve neointimanın mediaya oranı eritropoietin gruplarında kontrol gruplarından önemli ölçüde azdı ( p<0,05 ). Bununla birlikte kontrol ve eritropoietin grupları arasında anlamlı fark gözlenmedi ( p>0,05 ). Sonuç olarak, bu çalışma eritropoietinin mikrovasküler anastomoz sonrası rat femoral arterinde reendotelizasyonu hızlandırarak neointimal formasyonu inhibe ettiğini göstermiştir.
  • Öğe
    Periferik sinir kesisinde farklı onarım zamanlarında melatoninin sinir iyileşmesine olan etkisinin incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2010) Sütçü, Mustafa; Keskin, Mustafa
    Travma sonucu meydana gelen periferik sinir hasarı, fiziksel olduğu kadar psikososyal ve ekonomik problemlere de yol açan ciddi bir durumdur. İyileşme süreci oldukça uzundur ve ciddi fonksiyon kayıplarına neden olmaktadır. Günümüzde bile mükemmel duyusal ve fonksiyonel olarak geri dönüşü sağlayabilecek bir tedavi şekli ortaya konamamıştır.Periferik sinir cerrahisinde onarım zamanlamasının önemi herkesçe kabul görmektedir. Bununla birlikte pek çok farmakolojik ajan deneysel olarak, hücre ölümünü azaltmak ve sinir iyileşmesini hızlandırmak amacıyla kullanılmıştır. Ancak hali hazırda klinik kullanıma giren bir ajan mevcut değildir. Bu bilgiler ışığında deneysel olarak oluşturulan siyatik sinir kesisinde farklı onarım zamanlarında melatoninin sinir iyileşmesine olan etkisini araştırmak ve bu etkileri stereolojik olarak değerlendirerek kantitatif veriler elde etmek amacıyla bu çalışma planlandı.Çalışmada toplam 80 adet Wistar cinsi dişi rat kullanıldı. Onarım zamanları 0. saat, 12. saat, 24. saat ve 1. hafta olarak belirlendi. İlk dört gruba (Grup 1, 2, 3, ve 4) sinir kesisi sonrası 12 hafta boyunca intraperitoneal olarak Melatonin verildi ve belirlenen zamanlarda onarım yapıldı. İkinci dört gruba (Grup 5, 6, 7 ve 8) siyatik sinir kesisini takiben belirlenen zamanlarda onarım yapıldı. 12. hafta sonunda miyelinli akson sayıları değerlendirildi. Erken onarım yapılan gruplarda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark tespit edildi (p<0.05). Melatonin verilen gruplardan elde edilen akson sayılarının verilmeyenlere göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklı olduğu tespit edildi (p<0.05). Ayrıca Melatoninin onarım zamanlarına göre akson sayıları arasındaki farkı ortadan kaldırdığı gözlendi.Sonuç olarak periferik sinir kesilerinde erken onarım sinir iyileşmesinde iyi sonuçlar alınmasında etkilidir ancak yeterli değildir. Çalışmamızda erken onarıma ek olarak melatonin kullanımı deneysel olarak akson rejenerasyonunu artırmıştır. Ayrıca erken dönemde sinir onarımının mümkün olmadığı durumlarda melatonin uygulaması bekleme sürecinde akson yaşayabilirliğini artırarak ve güçlü antioksidan etkisiyle kesilen sinirdeki hasarı azaltarak akson rejenerasyonuna pozitif yönde katkıda bulunabilmektedir.
  • Öğe
    Baş boyun bölgesinin non melanotik malign deri tümörlerinin rekürrens ve metastaz kriterlerinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2016) Sodalı, Tuğba; Gündeşlioğlu, Ayşe Özlem
    Üniversitemize başvuran baş ve boyun bölgesinde yerleşim gösteren non-melanotik deri kanserli olgularda prognostik faktörlerin değerlendirilmesi, kanserin yerleşim yerine, prognostik faktörlere ve operasyonun ameliyathanede veya poliklinikte yapılmasına göre cerrahi sınırların yeterliliği, nüks ve metastaz sıklığının belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM: 2009 ocak ve 2016 ocak tarihleri arasına hastanemiz plastik cerrahi kliniğine başvurmuş ve poliklinikte veya ameliyathanede opere olmuş primer non melanotik cilt kanseri (bazal hücreli karsinom ve skuamoz hücreli karsinom) tanılı hastalar çalışmaya dahil edildi. Bu hastaların üniversitemiz patoloji bölümü arşivindeki preparatları da tarandı. Hastalar patoloji preperatları, yaş, cinsiyet, tümör tipi, tümörün yeri, tümör büyüklüğü, cerrahi sınırlar, diferansiyasyon derecesi, inflamasyon derecesi, atipik mitoz, nörovaskuler tutulum, kas invazyonu, yapılan tedavi, lenf nodu tutulumu nüks ve metastaz açısından yeniden değerlendirildi. Daha sonra sonuçlarla istatiksel analiz yapıldı. BULGULAR: 178 (%59)' i erkek, 119 (%40,1)'i toplamda 297 hastadan hastaların %83,8' i 60 yaş üstü idi. Tümör cinsi açısından 230 adet (%77,4) BHK, 67 adet (%22,6) YEHK mevcuttu. BHK alt tip açısından en sık 119 adet (%51,7) nodüler varyant daha sona 75 adet (%32,6) infiltran varyant mevcuttu. Ortalama tümör çapı ise 1,52 cm idi. En yakın lateral sınır ortalaması BHK için 4,9 mm, YEHK için 2,8 mm olarak bulundu. Lateral sınır 27 hastada (%9,1) pozitifti. Taban sınır ortalaması ise 0,39 cm idi. Taban cerrahi sınır 14 hastada (%4,7) pozitifti. YEHK' da tümör en sık burun, ikinci ensık periorbital bölgede yerleştiği görüldü. BHK' da tümör en sık burun ikinci en sık olarak malar bölgede olduğu görüldü. Hastaların 33' ünde (%11,1) nörovasküler invazyon tespit edildi. Hastaların 227' sinde (76,4%) subkutan invazyon tespit edildi. Hastaların 84' ünde (%28,3) kas invazyonu tespit edildi. Tedavi şekli olarak en çok (%49,8) eksizyon ve fleple onarım yapılmıştı. 11 hastada metastaz mevcuttu, bunların hepsi de YEHK hastaları idi. 32 hastada (%10,8) nüks izlendi. BHK' da nüks oranı % 8,6, YEHK' da nüks oranı % 17,9 olarak bulundu BHK' da nüksün tümör alt tipi, diferansiyasyon, nörovasküler invazyon, takip süresi ile ilişkli olduğu bulundu. YEHK' da nüksün nörovasküler invazyon, ilk başvuru anında lenf 4 nodu tutulumu ile ilişkili olduğu bulundu. YEHK' da metastazın diferansiyasyon, nörovasküler invazyon, kas invazyonu, tedavi şekli ile ilişkili olduğu bulundu. SONUÇ: Sıklığı gün geçtikçe artarak bir halk sağlığı problemi haline gelen, özellikle baş ve boyun bölgesinin nonmelanotik malign deri tümörlerinin nüks ve metastaz oranlarını ve buna bağlı olarak mortalite ve morbiditesini azaltmak amacıyla ilk başvuru anında prognostik faktörlerin iyi değerlendirilmesi gerektiğine inanmaktayız. Çalışmamızda tümör tipinin, dolaylı olarak tümör çapının, diferansiyasyonun, perinöral invazyonun, kas invazyonunun ve ilk başvuru anında lenf nodu tutulumunun, uzun süreli ve düzenli takibin prognozu etkileyen önemli faktörler olduğu görülmektedir.
  • Öğe
    Ratlarda venöz anastomoz sonrası iyileşme üzerine eritropoietinin etkileri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2005) Özkan, Adem; Tosun, Zekeriya
    Eritropoietin. eritroid progenitor ve endotelyal hücrelerin proiiferasyonu ve farklılaşmasından sorumlu en önemli hemalopoietik düzenleyicidir. Eritropoietinin mikrovenöz anastomoz alanında endotelyal iyileşme sürecini artırıcı etkileri tanımlanmamıştır çalışmada rat dorsal penil veninde anastomoz sonrası venöz endotelyal iyileşme üzerine eritropoietinin etkileri incelendi. Yetmiş sekiz adet Sprague- Dawley cinsi erkek rat kontrol ve eritropoietin olarak iki gruba ayrıldı, bu iki grup da 3.. 5. ve 7. gün olmak üzere üç alt gruba ayrıldı. Bütün ratlara dorsal penil ven anastomozu uygulandı. Kontrol gruplarına tedavi verilmezken, eritropoietin gruplarına 150 IU/kg/48 saat subkütan rl-luEPO uygulandı. Bütün ratlar postopretif 3., 5. ve 7. günlerde sakrifıye edildi. Anastomoz. bölgeleri morfometrik inceleme için hazırlandı. Her bir venöz, segmentin histomorfometrik analizi aynı araştırmacı tarafından Clemex Vision Lite 3.5 görüntü analizi sistemi kullanılarak bilgisayar ortamında yapıldı. İntima/media oranları hesaplandı. Eritropoietin gruplarında kontrol gruplarına göre intima/media oranlan anlamlı derecede daha düşük bulundu (p<0,05). 7. gün için kontrol ve eritropoietin grupları arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). 3., 5. ve 7. günler için hematokrit değerleri ölçüldü. Fakat, hematokrit değerleri için 3., 5. ve 7. günlerde kontrol ve eritropoietin grupları arasında fark bulunmadı (p>0,05). Sonuç olarak, bu deneysel çalışma rat dorsal penil veninde mikrovasküler anastomoz sonrası eritropoietin uygulamasının endotelyal rejenerasyonu hızlandırarak önemli derece de intimal formasyonu azalttığını göstermiştir.
  • Öğe
    DMEM ve HAMS F-12 sıvıları ile deri grefti yaşayabilirliğinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2000) Tosun, Zekeriya; Savacı, Nedim
    Klasik bir bilgi olarak deri greftleri izotonik serum içinde saklanmakta ve gerek otogreft, gerekse allogreft olarak kullanılabilmektedir. Saklanan bu greftlerin hücre yaşayabilirliğinin maksimum düzeyde tutulması klinik başarıyı artıracaktır. Ayrıca greft total keratinosit sayısını gündeme getirerek önemli bir parametre çalışıldı. Yaşlan 25-35 arasında değişen 26 hastaya ait pannükülektomi materyalleri steril şartlarda elde edilmiştir. 6 materyal mantar kontaminasyonu sebebiyle çalışmaya dahil edilmedi. 36 ml'ye bir (1) cm2 parça gelecek şekilde ve DMEM, Ham's F-12 solüsyonları içinde +4 °C'ye sabitlenmiş buzdolabına konularak 3 hafta saklanmıştır. DMEM ve Ham's F-12 solüsyonları dokular için besleyici özelliğe sahip sıvılardır. Bu sürenin sonunda materyaller PBS ile yıkanarak Tripsin EDTA ile muamele edildi. Epidermis dermişten ayrılarak manyetik karıştırıcı ile karıştırıldı. Bu süspansiyona tripan blue boyası ile viabilite testi yapıldı. DMEM ve Ham's F-12 ile elde edilen sonuçlar birbirine yakın ancak izotonik seruma göre oldukça yüksek bulunmuştur. Bu çalışma ile allogreft ve oto greft saklanmasında viabilitenin yeri olduğu ve başarılı olarak kullanılabileceği gösterilmiş oldu.
  • Öğe
    Kültüre edilmiş fleksör tendon fibroblastlarına 5-flourourasil uygulamasının transforming growth faktör beta-1 gen ekspresyonu üzerine olan etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2007) Karaçor, Zeynep; Keskin, Mustafa
    Fleksör tendon onarımları sonrasında postoperatif dönemde görülen yapışıklıklarönemli bir problemdir. Yapışıklık oluşumunu azaltmak için çok farklı farnakolojikajanlar denenmiştir fakat halen klinik olarak rutin kullanılan bir ilaç bulunmamaktadır.Son zamanlarda yapılan çalışmalarda tendon onarımı sonrasında, tek doz lokal 5-Flourourasil uygulamasının yapışıklığı azalttığı gösterilmiştir fakat etki mekanizması tamolarak bilinmemektedir. TGF-β1 ise tendon iyileşmesini düzenleyen ve yapışıklıkoluşumunda etkili bir büyüme faktörüdür. 5-FU'in TGF-β1 gen ekspresyonu üzerineetkisini araştırmak amacıyla planlanan bu çalışmada köpekten elde edilen tendonfibroblastları kültüre edildi. Hazırlanan hücre kültürlerine 0 mgr/ml (kontrol) ve 5,15,25mgr/ml dozlarında 5-FU bir dakika süre ile uygulandı. Tedaviden sonraki 3. ve 7.günlerde RNA izolasyonları yapılarak TGF-β1 gen ekspresyon düzeyleri reversetranskripsiyon ve polimeraz zincir reaksiyonu ile kuantifiye edildi. 3. ve 7. günlerdeölçülen TGF-β1 gen ekpsresyon düzeyleri değerlendirildiğinde, hem kontrol grubuhemde farklı dozlar arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05).Ekpresyondaki 3. günden 7. güne kadar olan değişim yüzdeleri incelendiğinde ise,kontrol grubu ile diğer tüm dozlar arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulundu(p<0.05). Bu fark en fazla % 89 + 12'lik bir azalma ile 25mgr/ml 5-FU uygulananhücrelerde görüldü. 5-FU'in tendon hücrelerinden TGF-β1 expresyonunu azaltarakpostoperatif tendon iyileşmesini olumlu yönde etkilediği düşünülmektedir.
  • Öğe
    Kanin in vivo modelde CD-HA uygulamasının otogreft ve allogreft fleksör tendon rekonstrüksiyonuna etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) Karabekmez, Furkan Erol; Tosun, Zekeriya
    Bu çalışmanın amacı karbodiimid'den derive edilmiş hyaluronik asit (cd-HA) jelatinin ekstrasinovyal otogreft ve intrasinovyal allogreft tendonlara olan histolojik etkisini in-vivo modelde araştırmaktır.Çalışmada14 köpeğin bir ön ekstremiteleri 2. ve 5. parmak 28 FDP tendonları kullanıldı. 6 köpeğin 12 tendonuna otogreft ile greftleme yapıldı. 8 köpeğin de 16 tendonuna allogreft ile greftleme yapıldı. Her köpeğin bir tendonuna cd-HA jelatinli diğerine kontrol tendonu ile greftleme yapıldı. Otogreft donörü için aynı hayvanların arka ayak perenous longus (PL) tendonları kullanılırken allogreft donörü için ayrı donör köpekler kullanıldı. Greftlemeden 6 hafta sonra köpekler sakrifiye edilerek greftler incelendi ve histolojik örnekler alındı. Örneklerden hazırlanan HE boyalı kesitlerde tenositler randomize olarak sayılarak ortalamalar gruplar arasında karşılaştırıldı.Allojen cd-HA uygulanan grup tenosit sayısı ortalamaları kontrol grubuna göre fazlaydı ancak fark anlamlı değildi (p=0,2). Otojen cd-HA uygulanan grup kontrol grubuna göre daha fazla tenosit ortalamasına sahipti ancak fark anlamlı değildi (p=0,1). Buna karşın gerek kontrol gruplarında (p=0,02), gerek cd-HA uygulanan gruplarda (p=0,03), gerekse tüm grup karşılaştırıldığında (p=0,003) otojen gruplar allojen gruplara göre daha fazla tenosit ortalamasına sahipti ve farklar istatistiksel olarak anlamlıydı.Ekstrasinovyal otogreftler greftlemenin 6. haftasında intrasinovyal allogreftlere göre birim alanda daha fazla tenosit içermektedir. Cd-HA uygulanan tendonlarda birim alana düşen tenosit sayısı daha fazla olsa da fark anlamlı değildir. Cd-HA jelatin yüzey modifikasyonunun tendon greftlerinin histolojik yapısına ve tenosit sayısına bir etkisi yoktur.
  • Öğe
    Başparmak oppozisyon rekonstrüksiyonu için tendon transferinde pulley lokalizasyonlarının başparmak fonksiyonu ve tendon kayma direnci üzerinde etkisi: Biyomekanik kadavra çalışması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) Duymaz, Ahmet; Keskin, Mustafa
    Başparmak oppozisyonu için yapılan tendon transferlerinin etkisi transfer edilen kasa, pulley yerleşimine ve bu yerleşim yerindeki tendon kayma drencine bağlıdır. Kas seçimi ve pulley yerleşimi üzerinde geniş çalışmalar mevcut iken, transferin başarısında veya yetmezliğinde potansiyel bir sebep olan pulley yerleşiminde kayma direnci ile ilglili çok az sayıda çalışmalar yapılmıştır. Çalışmamızın amacı; tendon transferinde en sık kullanılan 3 pulley lokalizasyonunda tendonun kayma drencini biyomekanik olarak karşılaştırmak ve en düşük kayma direnci oluşturan pulley yerleşimine karar vermektir.Çalışmada, kayma drencini hesaplamak için 8 taze donmuş kadavranın önkolu kullanıldı. Donör tendon olarak tüm kadavralarda 4. parmak fleksör dijitorum süperfisiyalis (FDS) seçildi. Oppozisyon tendon transferi için seçilen üç pulley; 1- Guyon kanal, 2- fleksör karpi ulnaris (FKU) loop pulley ve 3- Royle-Thompson pulley ( palmar aponörozun ulnar kenarı ile transvers karpal ligamanın distal kenarının birleşme yeridir). FDS tendonu tüm kadavra örneklerinde abduktör pollisis brevisin (APB) palmar-radial tarafına sütüre edildi. Transfer edilen tendonun kayma direnci ile fonksiyonel değerlendirilmesi 3 farklı pulley sahasında, modifiye edilmiş tendon kayma direnci düzeneğiyle direkt olarak ölçüldü. Fonksiyonel değerlendirme için; başparmak abduksiyonu ve oppozisyonu hassas cetvel kullanılarak sırayla başparmak ucu ile ikinci ve beşinci metakarp başı arasındaki mesafe ölçüldü.Royle-Thompson, Guyon kanal ve FKU loop pulleyleri içinde transfer edilen tendonun ortalama kayma direnci sırayla 129.83 (±103.57), 59.44 (±53.99), 45.37 (±42.03) (Newton) idi. Royle-Thompson pulleyinde kayma direnci FKU loop ve Guyon kanalı pulleylerinden istatistiksel olarak anlamlı daha yüksek bulundu (p < 0.05). Guyon kanal ile FKU loop pulleyleri arasında oluşan kayma direncinde istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Fonksiyonel olarak; Royle-Thompson ile Guyon kanal pulleyi en fazla başparmak pulpasını beşinci parmak metakarp başına yaklaştırırken (oppozisyon) (p < 0.05), FKU loop pulley ise en fazla palmar abdüksiyon sağladı (p < 0.05).Sonuç olarak, Guyon kanal ile FKU loop pulleyleri 4. parmak FDS tendonu kullanılarak yapılan oppozisyon transferinde daha az kayma direnci üretir. Guyon kanal pulleyi ayrıca FKU loop pulleyi ile karşılaştırıldığında daha fazla oppozisyon hareketi sağladığından dolayı oppozisyon rekonstrüksiyonunda en uygun pulley yerleşimi Guyon kanalı olduğu tespit edildi.