Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 19 / 19
  • Öğe
    Covıd-19 Hastalarında Nötrolizan Antikor Düzeyinin 6 Aylık Prospektif İzlemi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Gürel, Zeynep; Erayman, İbrahim
    COVID-19 pandemisi tüm dünyayı halen etkilemektedir. Hastalıktan korunmada, reenfeksiyonların önlenmesinde ve aşı çalışmalarında humoral yanıtın aydınlatılması yol gösterici olmaktadır. Çalışmamızın amacı COVID-19 enfeksiyonu sonrası oluşan antikor yanıtları ve bunları etkileyen faktörleri belirlemektir. Yöntem: Çalışmamıza COVID-19 PCR testi pozitif olan 100 hasta dahil edildi. Hastaların 7. gün, 15. gün , 30. gün 3. ay ve 6. ayda COVID-19 IgM ve IgG antikor düzeyleri takibi yapıldı. Hastaların yaşları, cinsiyetleri, komorbiditeleri, semptomları, BT sonuçları, laboratuvar değerleri ile antikor düzeyleri karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların COVID-19 IgM ve IgG antikorları sırasıyla 7. günde % 69 ve % 49; 15. günde % 96 ve %98; 30. günde %76 ve % 98; 3. ayda % 65 ve %94; 6. ayda %35 ve %100 oranında pozitif saptandı.Halsizlik, öksürük, nefes darlığı, ishal semptomları olan hastalarda antikor düzeyleri yüksek bulundu. Göğüs BT’ de tutulumu olan hastalarda antikor düzeyleri daha yüksek saptandı. Yatan hastalarda ayaktan takip edilen hastalara göre antikor düzeyleri daha yüksek bulundu. Lenfosit sayısı, ALT, AST, D-dimer, fibrinojen, ferritin, CRP, prokalsitonin düzeyleri ile antikor düzeyleri arasında pozitif yönde korelasyon görüldü. Sonuç: COVID-19 geçiren hastalarda büyük oranda nötrolizan antikorların oluştuğu ve 6 ay boyunca devamlılık gösterdiği bulundu. Hastalığı semptomatik geçirenler ve daha şiddetli geçirenlerde antikor düzeyleri daha yüksek bulundu.
  • Öğe
    Menengitlerin tanı ve izleminde serum C reaktif proteinin rolü ve prognoza etkili faktörler
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2000) Yılmaz, Abdullah; Arıbaş, Emel Türk
    Bu çalışmada 28 (%45.9)i akut bakteriyel menenjit,13 (%21.3)ü TB menenjit ve 20 (%32.7)si viral menenjit olmak üzere toplam 61 menenjit olgusunda, prognoza etki eden faktörler ve serum CRP düzeylerinin seyri ile prognoz arasındaki ilişki araştırıldı. TB menenjitin %46'lık ölüm veya sekel oranıyla en kötü prognozlu menenjit olduğunu, bunu %32'lik oranla akut bakteriyel menenjitin izlediğini, viral menenjitlerin ise %0'lık ölüm veya sekel oram ile en iyi prognoza sahip olduğu tespit edildi. Prognostik faktörler incelendiğinde; TB menenjit ve akut bakteriyel menenjitte ileri yaşın, bilincin kapalı olmasının, tam ve tedavi de gecikmenin, konvülziyon görülmesinin, altta yatan kronik hastalık olmasının ve BOS'da protein yüksekliğinin kötü prognoz işaretleri olduğu belirlendi. Ayrıca akut bakteriyel menenjitte BOS glukoz düzeyi düşüklüğü ve etkenin S.pneumoniae olması, negatif prognozla ilişkili bulundu. Tedavi öncesi ölçülen serum CRP düzeyine bakılarak; özellikle akut bakteriyel-viral menenjit ayırımı olmak üzere, viral menenjit-TB menenjit ile akut bakteriyel-TB menenjit ayırımının da yapılabileceği sonucuna varıldı. Ayrıca serum CRP düzeylerinin yüksek değerlerde sebat etmesinin veya düşüp tekrar yükselmesinin kötü bir prognoza işaret ettiği belirlendi. Serum CRP düzeyinin menenjitlerin ayırıcı tanısında kullanılabileceği, gereksiz antibiyotik tedavisinin bu şekilde engellenmiş olabileceği ve tedavi başarısızlığı veya komplikasyon gelişiminin daha erken tespit edilebileceği sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi klinik bakteriyoloji ve infeksiyon hastalıkları kliniği'nde 1990-2004 yılları arasında yatırılarak izlenen akut viral hepatit olgularının değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2004) Tekin, Bahar; Bitirgen, Mehmet
    1990-2004 yılları arasında kliniğimizde akut viral hepatit tanısı ile yatan 561 olgu etyolojik, epidemiyolojik, klinik ve laboratuvar özelliklerinin belirlenmesi amacı ile geriye dönük olarak değerlendirildi. Olgular 7-77 yaş arasında olup yaş ortalaması 26.76Ü4.51 idi. Olguların 297'si erkek, 264'ü kadın olup 270'i (%48.2) HAV, 233'ü (%41.5) HBV, 18'i (%3.2) HCV, 3'ü (%0.5) HDV, l'i (%0.2) HEV, 4'ü (%0.7) HAV+HBV koinfeksiyonu, 3'ü (%0.5) diğer (2'si HSV tip 2 ve l'i EBV) ve 29 tanesi (%5.2) etiyolojisi saptanamayan grupta yert aldı. Hepatit A olgularının en sık sonbahar ve kış aylarında ve daha çok öğrencilerde görüldüğü saptandı. Olguların 377 tanesinde (%67.2) bulaşma yolu saptanamadı. En sık görülen yakınmalar halsizlik (%73.8), sanlık (%67), bulantı (%66.1) ve idrar renginde koyulaşma (%56.9) idi. En sık görülen bulgular ise ikter (%85), hepatomegali (%44) ve splenomegali (%8.2) idi. Ortalama AST değeri 1433.38 (106-7963), ortalama ALT değeri 1951.96 ( 218-15596 ), total bilirubin ortalama değeri ise 9.13 (1.3-35) idi.
  • Öğe
    Hastane personeli ile sağlıklı bireylerde burun kültürlerinden ve subklaviyen kateterlerden elde edilen stafilokokların beta-laktamaz, slime yapma özellikleri ve antibiyotik duyarlılıklarının araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1995) Sünbül, Mustafa; Bitirgen, Mehmet
    Yakın zamanlara kadar vücutta kommensal olduğu sanılan KNS'ların son zamanlarda yapılan çalışmalarda extrasellüler bir slime maddesi meydana getirerek, vücuda implante edilen yabancı yüzeylere (intravenöz kateterler, vcntrikUlopcriloncal santiar, pcys-meykır vb.) yapışarak infeksiyona yol açtıkları belirlendi. Çalışmamızda hastane personelinin burun kültürlerinden ve i.v. kaleterlerden izole etliğimiz slafilokoklarda slime maddesini araştırdık. Hastane personelinden izole ettiğimiz suşlarla, kontrol grubunun özelliklerini karşılaştırdık. Toplam 186 kişi ile yaptığımız bu çalışmada, elde ettiğimiz 160 stafilokok susunda slime maddesi ile birlikte, beta-laktamaz yapma oranlarını ve 14 adet antibiyotiğe duyarlılıklarını belirledik. Beta-laktamaz yapma oranını S. aurcus'larda % 47, KNS'larda % 43, slimc pozitifliğini de S. aurcus'larda % 23, KNS'larda % 62 olarak bulduk. 14 antibiyotik içinde vanko- misin, siprofloksasin ve sefoperazon/sul baklam en duyarlı ilk Uç antibiyotikti. Sonuçlar Chi-square testi ile değerlendirildi. Hastane personeli ve i.v. kaleterlerden elde edilen KNS'lar ile kontrol grubun dan izole edilenler arasında slime yapma oranları açısından islalistiki olarak fark anlam lı idi (p<0,001). S. aureus ve KNS'ların beta-laktamaz yapma oranlan arasında islalistiki olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). Çalışmada elde ettiğimiz sonuçlar literatür bilgileri ışığı altında tartışıldı. Sonuçların uyumluluk gösterdiği görüldü.
  • Öğe
    Klinik bakteriyoloji ve infeksiyon hastalıkları kliniğinde 1995-2005 yılları arasında yatırılarak izlenen nedeni bilinmeyen ateş olgularının değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2005) Satılmış, Özgür; Ural, Onur
    Nedeni bilinmeyen ateş, üç haftadan uzun süren, 38.3 °C üzerinde seyreden ve hastanede yapılan bir haftalık incelemeler ile sebebi açıklanamayan ateş olarak Petersdorf ve Beeson tarafından tanımlanmıştır. NBA'ya infeksiyon hastalıkları, kollajen doku hastalıkları ve maligniteler başta olmak üzere değişik hastalıklar yol açmaktadır. NBA'ya yol açan hastalıklar ülkenin gelişmişlik derecesine ve coğrafi bölgelere göre değişiklikler gösterebilmektedirler. Ayrıca, mikrobiyolojik ve radyolojik görüntüleme yöntemlerindeki ilerlemeler de NBA'ya yol açan hastalıklarda değişikliklere yol açmıştır. Bu çalışmaya 1995-2005 yıllan arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Klinik Bakteriyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği'nde yatırılarak izlenen 93 klasik NBA olgusu alındı. Bu olgular hasta dosyalan ve epikrizlerden geriye dönük olarak incelendi Olgular; yaş ve cinsiyete göre dağılımlan, meslekleri, kliniğe başvuru yakınmaları, muayene ve laboratuvar bulgulan, tanı yöntemleri yönünden değerlendirildi. Çalışmaya alman 93 NBA olgusunun 54'ü (%58.1) erkek, 39'u (%41.9) kadın olup ortalama yaş 43.32+18.56 (yaş aralığı, 16-78) idi. Olguların 29'unda (%31.2) infeksiyon hastalıkları, 22'sinde (%23.6) kollajen doku hastalıkları, 16'smde (%17.2) maligniteler 9'unda (%9.7) diğer hastalıklar etiyolojide saptanmış olup, 17 (%18.3) olguya tanı konulamadı. Çalışmamızdal 995-2000 ve 2001-20005 yılları arasındaki NBA olgulannda infeksiyon hastalıklanmn oranının rölatif olarak azaldığı ve özellikle kollajen doku hastalıklannın oranının arttığı saptandı. Sonuç olarak; ülkemizde en sık rastlanılan NBA nedeni infeksiyonlar olup intraabdominal apseler, tüberküloz ve infektif endokardit hatırlanmalıdır. Bir NBA olgusu karşısında en kısa sürede ve en az maliyet ile doğru tanıya ulaşmak için, olgunun multidisipliner olarak izlenmesi gereklidir.
  • Öğe
    Kanser hastalarında antineoplastik kemoterapi öncesi ve sonrası boğaz, idrar, gaita kültürleri sonuçlarının değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1996) Korur, Rukiye; Bitirgen, Mehmet
    Kanserli hastaların bakteriyel ve fungal floralarında önemli değişiklikler olmaktadır. İnfeksiyonların yaklaşık %80'i endojen mikrobiyal floradan kaynaklanır. İnfeksiyona neden olan predispozan faktörlerden birisi de antineoplastik tedavidir. Çalışmada 103 kanserli hastanın boğaz kültürlerinde %17.48 GPB, %2.91 GNB, %44.66 kandida; idrar kültürlerinde %1.94 GPB, %7.76 GNB, %3.88 kandida; gaita kültürlerinde ise %11.64 GNB, %13.59 kandida üretildi. Bu sonuçlar kontrol grubuyla karşılaştırıldığında istatistiksel açıdan anlamlı olarak yüksek bulundu. Antineoplastik tedavi alan 54 hastanın boğaz kültürlerinde kemoterapi öncesi %20.37 flora dışı GPB, %3.70 flora dışı GNB, %31.48 kandida; kemoterapi sonrasında %29.22 flora dışı GPB, %3.90 flora dışı GNB, %41.56 kandida üretildi. İdrar kültürlerinde kemoterapi öncesi %1.85 GPB, %5.56 GNB, %1.85 kandida; kemoterapi sonrası %5.19 GNB, %5.19 kandida üretildi. Gaita kültürlerinde kemoterapi öncesi %11.11 GNB, %18.52 kandida; kemoterapi sonrasında %11.04 GNB, % 14.94 kandida üretildi. Kanser kemoterapisi öncesi ve sonrasında yapılan boğaz, idrar ve gaita kültürleri karşılaştırıldığında istatistiksel açıdan anlamlı bir değişiklik görülmemiştir. Sonuç olarak kanser hastalarında görülen bakteriyal flora değişikliği ve kandida izolasyonu infeksiyonlara eğilimi artıracağından periyodik olarak boğaz, idrar ve gaita kültürlerinin yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
  • Öğe
    Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi klinik bakteriyoloji ve infeksiyon hastalıkları kliniği'nde 1991-2004 yılları arasında yatırılarak izlenen bruselloz olgularının değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2005) Kaya, Sevgi; Bitirgen, Mehmet
    Bruselloz enfekte hayvanlardan insanlara sıklıkla çiğ sütten yapılmış taze peynir gibi ürünlerin yenilmesiyle bulaşabilen bir zoonozdur. Ülkemizde endemik olan bu hastalık farklı klinik tablolarla karşımıza çıkabilmekte ve birçok hastalıkla klinik benzerliği yönünden ayırıcı tanıya girmektedir. Tanısı genellikle, klinik belirti ve bulguların varlığında standart tüp aglütinasyon testinin pozitif (STA > 1/160) olmasıyla konulmaktadır. Ancak son yıllarda kullanıma giren tam otomatize BACTEC hemokültür sistemleriyle etken kısa sürede ve yüksek oranda üretilebilmektedir. Tedavisiz olgularda mortalite düşüktür, endokardit ve menenjit ana ölüm nedenidir. Çalışmaya Ağustos 1991 -Eylül 2004 yıllan arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Klinik Bakteriyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları KliniğTnde yatırılarak izlenen 133 bruselloz olgusu alınmıştır. Bu olgular hasta dosyaları ve epikrizlerden geriye dönük olarak incelenmiştir. Olgular; yaş ve cinsiyete göre dağılımları, meslekleri, bulaş yollan, kliniğe başvuru yakınmaları, muayene ve laboratuar bulgulan, tam yöntemleri ve tedavi seçenekleri yönünden değerlendirilmiştir. Çalışmaya alman 133 bruselloz olgusunun 82'si (%61.7) kadın, 51'i (%38.3) erkek olup ortalama yaş 42.53+17.16 (yaş aralığı, 13-75) idi. Olgularda en sık bulaş kaynağı çiğ süt ürünleri ve özellikle taze peynir tüketimiydi. Ateş en sık görülen klinik semptom olup, 46 (%34.6) olguda hepatomegali, 39 (%29.3) olguda splenomegali ve 15 (%11.3) olguda LAP tespit edilmiştir. Bruselloz tanısı, klinik semptom ve bulgularla birlikte pozitif seroloji ( standart tüp aglütinasyonu (STA, >1/160) ) ve / veya kan kültüründe üreme olması ile konulmuştur. Hastalara farklı tedavi kombinasyonlan uygulanmış olup, tedaviye yanıt en erken 2 gün, en geç 15 gün içinde alınmıştır. Sonuç olarak; bölgemizde yüksek ateş şikayeti ile başvuran, öyküsünde çiğ süt ürünleri tüketen ve hayvancılıkla uğraşan, muayenesinde hepatosplenomegali tespit edilen olgularda bruselloz akla gelmelidir. Tanısında semptomlar, muayene bulgulan ve STA testi 48birlikte değerlendirilmelidir. Hastalığın önlenmesinde; hayvanların aşılanması, insanların çiğ sütten yapılan ürünleri tüketiminin denetlenmesi sağlanmalıdır.
  • Öğe
    Yoğun bakım hastalarının gastrointestinal sistemlerinde kolonize olan enterokoklarda antibiyotiklere direnç ve dirence etkili faktörler
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1997) Karabacak, Hayriye; Ural, Onur
    120 hasta ve 40 kontrol grubunun dışkı kültüründe kolonize enterokoklar izole e- dildi. En sık E.faecalis bulundu. 15 değişik antibiyotiğe direnç oranlan araştırıldı Enterokoklann en duyarlı olduğu 5 antibiyotik teikoplanin, vankomisin, piperasilin, ampisilin-sulbaktam ve meropenemdi. En yüksek direnç görülen 5 antibiyotik sefuroksim, sefazolin, sefotaksim, sefepim ve amikasindi. Hasta grubunda klinikte sık kullanılan vankomisine %17.5, ampisiline %35.8 ve gentamisine %72.5 direnç bulundu. Bu üç anti biyotiğe direnç yönünden hasta grubu ile kontrol grubu arasında anlamlı fark vardı. Hasta grubunda direnç oranı daha yüksekti. Enterokoklarda vankomisin direncine trakeostomi, ampisilin direncine önceden hastanede yatış ve ameliyat öyküsü, geniş spektrumlu antibi yotik kullanımı ve sonda uygulanması, gentamisin direncine ise antiasit ve H2 reseptör blokörü kullanımı etkili faktörler olarak bulundu. Enterokok infeksiyonuna neden olabilecek dirençli suşlann erken tespiti, etkili infeksiyon kontrol çabalarının uygulanması bakımından son derece önemlidir. Özellikle yo ğun bakım ünitelerinde yatmakta olan hastaların gastrointestinal sistemlerinde kolonize o- lan enterokoklann tespiti ve direnç oranlarının belirlenmesi, bu tür hastalarda olası infeksiyonların mikrobiyolojik profilinin belirlenmesine ve ampirik tedaviye yön vermede yardımcı olacaktır.
  • Öğe
    Hbeag negatif kronik hepatit B hastalarında hastalığın ciddiyeti ve antiviral tedaviye yanıtının belirlenmesinde tümör nekrosis faktör alfa promotor polimorfizmlerinin rolü
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2007) İnkaya, Ahmet Çağkan; Arıbaş, Emel Türk
    HBeAg negatif KHB enfeksiyonunun ciddiyetine ve interferon alfa + lamivudin kombinasyon tedavisine verilen yanıtın ön görülmesinde TNFalfa promotor polimorfizmlerinin rolünün belirlenmesi Hastalar: Klinik Bakteriyoloji ve Ebfeksiyon Hastalıkları kliniğinde 2002-2007 yılları arasında HBeAg negatif Kronik heptatit B tanısıyla takip edilen 43 hasta çalışmaya alındı. Karaciğer biyopsileri hastanemizde yapıldı. Hastalara 1 yıl süreyle haftada 3 kez interferon alfa2b 10MU ve lamivudin 100mg/gün tedavisi verildi. Hastalar aylık olarak polikliniğimzde takip edildi. Bulgular: Nekroinflamatuar ve fibrozis skorları yüksek olan hastalar ile nekroinflamasyon düzeyi düşük olan kişiler arasında TNF alfa promotor polimorfizmleri açısından farklılık saptanmadı. Tedaviyle birlikte, 3 ay içerisinde, hastaların AST/ALT düzeylerinde istatistiksel anlamlı azalma saptandı (p_0,000). Hastaların %16.2'sinde tedavi yanıtı elde edilemedi. Kalıcı virolojik ve biyokimyasal yanıt hastaların %67.4'ünde tespit edildi. Kalıcı yanıt veren hastalar ve kalıcı yanıt vermeyen hastalar TNFalfa promotor polimorfizmleri açısından kıyaslandığında iki grup arasında fark saptanmadı. Sonuç ve tartışma: TNF alfa promotor -238 ve -308 bölgesindeki tek baz polimorfizmleri Türk popülasyonunda KHB enfeksiyonunun ciddiyetine ve hastalığın antiviral tedaviye yanıtına etki etmemektedir.
  • Öğe
    Kandidürili hastalarda risk faktörlerinin olgu konrol çalışması ile araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2005) Güler, Selma; Ural, Onur
    Kandidüriye yol açan risk faktörlerini araştırmak üzere bu çalışmayı planladık MATERYAL - METOP; Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Klinik bakteriyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Laboratuvarına ve Merkez Mikrobiyoloji Laboratuvarına çeşitli kliniklerden gönderilen idrar kültürleri sonuçlan değerlendirildi. Yatıştan 72 saat sonra alınan idrar kültüründe 100.000 cfiı/ml kandida üremesi tespit edilen olgular değerlendirmeye alındı. Bunların arasından idrar kültüründe herhangi bir bakteriyel etkenin saptanmadığı, 38° C üzerinde ateşi olan ve piyürisi pozitif olan, 17 yaş üzeri 51 kandidüri olgusu çalışmaya dahil edildi. Kontrol grubunun seçiminde olgunun tespit edildiği klinikte en az 72 saattir yatan idrar kültüründe üremesi olmayan olguları alındı. Olgu ve kontrol grubu için sorgulama formları dolduruldu. Her bir olguya karşılık yaş, yatış süresi, yattığı servis ve cinsiyet benzeştirilerek 3 adet kontrol olacak şekilde 153 tane kontrol olgususeçildi. İstatikse! değerlendirme için Student -t test, kikare testleri kullanıldı, BULGULAR: Her iki gruptada hastaların yaş ortalaması, yatış süresi, yattığı servis benzerdi. Araştırılan risk faktörleri arasında abdominal cerrahi uygulanması kandidüri riskini 4 kat arttırdığı (p:0,001 OR:4,020), malignitenin ise kandidüri riskini 0,2 oranında arttırdığı tespit edildi (P:0,003, OR: 0,218 ). Steroid ve immünsupresif ilaç kullanımının kandidüri riskini 1,4 kat arttırdığı (P:0.335,OR: 1.478), üriner kateter varlığının kandidüri riskini 12 kat arttırdığı bulundu (P:0.000,OR.T2.408). Antibiyotik kullanımı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında kandidüri riskini 6 kat daha fazla arttırdığı bulundu (OR: 6,00, P:0,000). Diabetli olgularda ise kandidüri gelişme riski kontrol grubuna göre 2 kat daha fazla artmış bulundu (OR:2002, P:0,044). Kandidürili hastalarda izole edilen kandida türleri ise C. albicans % 68.62, C. glabrata %11.76, C. kefry % 9.8, C.famata % 3.92, C. sake % 3.92, C. intermedia % 1.96 olarak bulundu. SONUÇ: Kandida türleri içinde en fazla görülen etken C. albicans' dır. DM, geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı, üriner kateter varlığı, steroid ve immüno supressif ilaç kullanımı, malignite ve abdominal cerrahi uygulanmasının kandidüri olma riskini arttırdığı bulundu. Sonuç olarak hastanede yatan hastalarda üriner kateter kullanım süresinin kısaltılması, gereksiz kateter kulammımn azaltılması, endikasyonsuz geniş spekturumlu antibiyotik kullanımından kaçınılması gerekmektedir.
  • Öğe
    Hastane kökenli İmipenem dirençli Pseudomonas aeruginosa enfeksiyonlarında risk faktörleri, antibiyotik duyarlılığı ve mortalitenin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2011) Genç, Nejdet; Erayman, İbrahim
    P. aeruginosa önemli bir nazokomiyal patojendir. Uzun hastanede kalış süresine, yüksek tedavi maliyeti, morbidite ve mortaliteye neden olur. Bu çalışmanın amacı, imipenem dirençli P. aeruginosa nedenli sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonlar için risk faktörlerinin ve mortalite üzerine olan etkinin tanımlanmasıdır.Metot: Çalışma (retrospektif-kohort) Konya il merkezinde bulunan Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Eğitim Hastanesi'nde, 1 Ocak 2007 ile 31 Aralık 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonlar Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (CDC) tanı kriterlerine göre tanımlanmıştır. P. aeruginosa nedenli sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyon tanımlanan hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. İlk P. aeruginosa izolasyonu dikkate alınmıştır. İmipenem dirençli P. aeruginosa nedenli sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyon tanımlanan hastalar ile İmipenem duyarlı P. aeruginosa nedenli sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyon tanımlanan hastalar karşılaştırılmıştır.Bulgular: 285 suşun 181 tanesi ( % 63,5 ) imipenem duyarlı, 104 ( % 36,5 ) tanesi imipenem dirençli olarak tespit edilmiştir. Çok değişkenli analizde önceden karbapenem kulanma öyküsü (odds oranı[OR]:2,39, 95% konfidans intervali [CI]: 1,43?4,00, p; 0,001), ventilatör ilişkili pnömoni varlığı, (OR:2,77 CI:1,66?4,63 p;0,000), derin trakeal aspirat örneği ( OR:3,26, CI:1,93?5,49, p;0,000) bağımsız risk faktörü olmuştur. Mortalite oranı imipenem dirençli grupta % 19,2, imipenem duyarlı grupta % 19,8, olarak belirlenmiştir. Mortalite ile imipenem direnci arasında ilişki bulunamamıştır.Sonuç: Karbapenem kulanım öyküsü, ventilatör ilişkili pnömoni varlığı, derin trakeal aspirat örneği imipenem direnci için bağımsız risk faktörüdür. İmipenem dirençli P. aeruginosa nedenli sağlık bakımı ilişkili enfeksiyonlarda tüm riskler faktörleri düzeltilebilir özelliktedir. İmipenem direnci mortalite üzerine etkisizdir.
  • Öğe
    Kronik hepatit C hastalarında esansiyel mikst kriyoglobulinemi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2017) Eroğlu, Esma; Bitirgen, Mehmet
    Hepatit C virüsü (HCV), dünya genelinde yaklaşık 200 milyon insana bulaşan bir Hepavirüs türü Flaviviridae ailesinin bir üyesidir. HCV ile enfekte olan hastaların yaklaşık %80'inde kronik hepatit gelişir. Bunların % 10-20'si siroza, sirotik hastaların %5'i ise hepatokarsinomaya dönüşür. HCV esas olarak hepatopatik olmasına rağmen, birçok ekstrahepatik belirtileri vardır. HCV'nin en yaygın ekstrahepatik belirtilerinden birisi mikst kriyoglobulinemi (MK)'dir. Altta yatan mekanizmalar tam olarak aydınlatılamamış olmakla birlikte, HCV dolaşan imüunkompleks oluşumunu arttırarak, sistemik immünolojik bozukluklara sebep olduğu, esansiyel mikst kriyoglobulinemi(EMK) gibi ektrahepatik komplikasyonlarınetyopatogenezinde rol alabileceği düşünülmektedir. EMK ile HCV enfeksiyonu arasındaki ilişki iyi bilinmektedir. Bu çalışma, HCV enfeksiyonu ve kriyoglobulinemi arasındaki ilişkiyi araştırmak için tasarlandı. Necmettin Erbakan Üniversitesi'nde Enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji polikliniğinde takip edilen 62 HCV pozitif hasta çalışmaya alındı. Sağlıklı gönüllülerden oluşan 60 Anti HCV negatif kişi kontrol grubu alarak çalışmaya dahil edildi. 62 HCV pozitif ve 60 Anti HCV negatif hastada kriyoglobulin düzeyleri çalışıldı. 62 HCV pozitif hastanın 32'sinde (% 51.6) ve Anti HCV negatif hastaların 17'sinde (% 28,3) kriyoglobulin pozitif bulundu. Kriyoglobülinemi ile yaş, cinsiyet, karaciğer fonksiyon testleri (AST, ALT), AFP, HCV RNA, fibrozis seviyesi, aktivite indeksi arasında korelasyon saptanmadı. Verilerimiz HCV enfeksiyonu ve kriyoglobulinemi arasındaki ilişkiyi doğruladı.
  • Öğe
    Akut tonsillofarenjitli hastalardan izole edilen beta hemolitik streptokokların tiplendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1997) Erayman, İbrahim; Bitirgen, Mehmet
    Streptokoksik tonsillofarenjit vakalarının büyük bir kısmından A grubu beta hemolitik streptokoklar(AGBHS) sorumludurlar.Ancak diğer serogruplarda,özellikle C ve G grubu BHS larda akut bakteriyel farenjitin nedeni olabilmektedirler. Selçuk üniversitesi tıp fakültesi klinik bakteriyoloji ve infeksiyon hastalıkları polikliniğine ateş,boğaz ağrısı gibi şikayetlerle başvuran ve akut tonsillofarenjit düşünülen 256 hastanın boğaz kültürleri değerlendirildi.BHS saptanan 113 örneğin streptokok serogruplan lateks aglütinasyon(LA) metodu ile yapıldı ve %84.1 Agrubu, %4.4 B grubu, %7.1 Cgrubu ve %4.4 G grubu olarak tiplendirildi. İzole edilen suşlarm çeşitli antibiyotiklere duyarlılıkları saptandı.AGBHS'lar penisilin ve sefuroksime en yüksek oranda (%97.89) duyarlı bulundular.Amoksisilin ve klaritromisin duyarlılığı %94,73,ampisilin ve sulbaktam-ampisilin duyarlılığı %91.57, sefaleksin duyarlılığı %89.47 veSMX duyarlılığı %82.1 idi. AGBHS' larda eritromisin direnci ise %6.32 olarak belirlendi.AGBHS ların tamamı basitrasine duyarlı bulundu. Nongrup A BHS ların,özellikle C ve G grubu,basitrasine duyarlı olabileceği düşünülmektedir.Bu da basitrasine duyarlı ve dirençli tüm suşlarm tiplendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Sonuç olarak;akut tonsillofarenjitli hastalarda erken tanı ve uygun tedavi dikkate alındığında izole edilen BHS ların tiplendirilmesinde LA testi, kültürle beraber kullanıldığında hızlı ve güvenilir bir test olarak göz önüne alınmalı;ayrıca AGBHS ların tedavisinde penisilin birinci seçenek olarak düşünülmelidir.Klaritromisin,eritromisin ve sefuroksim de alternatif tedavide düşünülmelidir
  • Öğe
    Hastanemizde görev yapan doktor, hemşire ve personelin el florası, üreyen mikroorganizmaların dağılımı , patojen mikroorganizmaların antibiyotik duyarlılığı ve el yıkama alışkanlıklarının araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2003) Efe, Başak; Ural, Onur
    Çalışma Mayıs 2002-Nisan 2003 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi'de yapıldı.Cerrahi ve Dahili birimlerde çalışan 100 doktor, 100 hemşire ve 100 yardımcı personelin el kültürü alındı ve el florası değerlendirildi. El kültüründen izole edilen S. aureus, Koagülaz negatif stafilokoklar ve gram negatif bakterilerin antibiyotik direnç durumları ve katılımcıların el yıkama alışkanlıkları araştırıldı. MRS A, MRKNS, gram negatif bakteriler, mantarlar ve enterokoklar potansiyel patojen etkenler olarak kabul edildi. Hemşirelerin %55'inde, doktorların %27'sinde ve yardımcı personelin % 11 'inde potansiyel patojen etkenler izole edildi. Hemşirelerde, doktorlar ve yardımcı personele göre anlamlı şekilde daha fazla potansiyel patojen izole edildi. Doktorlarda da, yardımcı personele göre anlamlı şekilde daha fazla patojen izole edildi (p<0.05). Sağlık çalışanlarının ellerinde en sık izole edilen bakteriler MRSA (%12.3), MRKNS (%12), gram negatif bakteriler (%5), mantarlar (%4) ve enterokoklar (%4) olmuştur. Patojen etken izolasyonu ile çalışılan klinik arasında anlamlı bir ilişki saptanamadı. Hemşirelerde, hasta teması sonrası el yıkama ile patojen etken izolasyonu arasında anlamlı bir ilişki saptandı (p<0.05). Hemşire, doktor ve yardımcı sağlık personelinden izole edilen S.aureus'da sırasıyla %76, %50 ve %41.6 oranlarında metisilin direnci saptandı. İzole edilen KNS'larda ise %75, %50 ve %25 oranlarında metisilin direnci saptandı. Vankomisine direnç saptanmadı. Hastanemizde, özellikle hemşire ellerinden izole edilen stafilokoklarda metisilin direncinin oldukça önemli boyutlarda olduğu belirtilerek el yıkamanın önemi vurgulandı.
  • Öğe
    Ateşli nötropenik olgularda aerobik bakteriyel infeksiyonların değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2001) Dikici, Nebahat; Ural, Onur
    Bu çalışmada ateşli nötropenik olgularda gelişen bakteriyel infeksiyonlann çeşitli yönlerden değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya 2-82 yaşları arasında (ortalama:28.47±23.61) 42 erkek, 25 kız toplam 67 hastada 82 ateşli nötropenik atak alındı. Olguların 41 'i lösemi, 9'u lenfoma, 8'i diğer hematolojik malignitelere sahipti ve 9'unda herhangi bir hematolojik malignite bulunmamaktaydı. Olgularda yapılan incelemeler sonucunda, 35 (%42,7) hastada mikrobiyolojik olarak dökümante edilen infeksiyon, 30 (%36.6) hastada klinik olarak tespit edilmiş infeksiyon, 17 (%20.7) hastada nedeni saptanamayan ateş tespit edildi. TNS ile ateş nedenleri arasında anlamlı bir fark görülmemiştir (p>0.05). İkiyüzkırkdokuz numune incelenmiş, 45 patojen izole edilmiştir. Bunlardan 21 'i idrar, 16'sı kan, 3'ü yara, 2'si boğaz, 2'si apse ve l'i damaktan izole edilmiştir. Bunlardan %33.3'ü gram-pozitif, %66.7'si gram-negatif organizmalardır. E. coli en sık izole edilen patojen olmuştur. Olguların %19.5'inde bakteriyemi tespit edildi. Kandan izole edilen 16 etkenden 9 (%56.3)'u gram-pozitif, 7 (%43.7)'si gram-negatiftir. Kandan en sık S. aureus /'zole edilmiştir. Kan kültüründe üreme ile ateş düşme süresi, kemoterapi alması, antibiyotik kullanmış olması, altta yatan hastalığı, akciğer lezyonlarının olup olmaması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p>0.05). Oral lezyonlar ile kan kültürü pozitifliği arasındaki istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir (p<0.05). Olguların %75.6'sında kombine tedavi, %14.6'sında monoterapi, %9.8'inde değişik tedaviler verilmiştir. Olguların 61 (%74.4)'inde tedavide basan elde edilmiş, 8 (%9.8) hasta kaybedilmiştir. İnfeksiyonun mikrobiyolojik olarak gösterilip gösterilmemesi ile tedavi başarısı arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p>0.05). İnfeksiyon etkenleri yönünden merkezler arasında farklılıklar izlendiğinden, her merkez kendi infeksiyon etkenlerim ve tedavi rejimlerini belirlemelidir.
  • Öğe
    Brusellozda hücresel immun yanıtın araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) Demir, Nazlım Aktuğ; Ural, Onur
    Bu çalışmanın amacı akut brusellozda hücresel immün yanıtın araştırılmasıdır. Çalışma 42 akut brusellozlu hasta ile 43 sağlıklı kontrol grubu üzerinde yapıldı. Hastaların 0. gün serum örnekleri alındıktan sonra 45 gün standart bruselloz tedavisi verildi. Tedavi sonunda 45.gün serum örnekleri alındı. Hastalar 1 yıl süre ile relaps açısından izlendi. Yedi hastada relaps saptandı. Relaps saptanan olgulardan serum örnekleri alınıp bruselloz tedavisi tekrarlandı. Tedavi sonunda kontrol serum örnekleri alındı. Alınan örnekler -80 oC'de saklandı. Serum örneklerinden IL-2, IL-4, IL-6, IL-8, IL-10, sIL2R, IFN?, TNF? düzeyleri çalışıldı.Hastalarda IL-2, IL-8, sIL2R, IFN?, TNF? düzeyleri kontrol grubundan yüksek, IL 4 düzeyi düşük tespit edildi. Bu değerler istatistiki olarak anlamlı idi. IL-6, IL-10 hasta grubunda yüksekti fakat bu yükseklik istatistiki olarak anlamlı değildi.Relaps yapan 7 olguda 0. günde IL-2, IL-6 değerleri yapmayan 35 olgudan yüksek, sIL2R düzeyi düşük saptandı. Relaps yapan grupta 45 günlük tedavi sonunda IL-6 yüksekliği devam etti. Bu değerler istatistiki açıdan anlamlı idi.Bu sonuçlar, hastanın 0 ve 45.gün IL-6 değerlerinin relapsı göstermede güvenilir prognostik bir belirleyici olduğunu, 0.gün IL-2 ve IL-6 düzeyi yüksek, sIL2R düzeyi düşük hastalarda relaps açısından dikkatli olunması gerektiğini düşündürmektedir
  • Öğe
    Hastanede yatmakta olan üriner kateterli hastaların idrar kültür sonuçlarının değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1997) Çopur, Ekrem; Bitirgen, Mehmet
    Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi, Dahiliye, Nöroşirurji, Nöroloji, Üroloji ve înfeksiyon Hastalıkları Kliniklerinde yatmakta olan üriner kateter takılı 110 hastanın üriner kateterlerinden idrar kültürü yapılarak sonuçlar değerlendirildi. Toplam 1 10 örneğin 27'sinden (%24.5) mikroorganizma izole edildi. En fazla izole edilen mikroorganizma pseudomonas (%33.3) idi. Bunu sırasıyla klebsiella (%22.2), Escherichia coli (%18.6), enterobacter (%11.1), proteus (%3.7), Staphylococcus epidermidh (%3.7), enterococcus (%3.7) ve Candida (%3.7) takip etmekteydi. Diabetes Mellitus varlığı, ileri yaş ve kateter kalma süresinin uzun olması bakterimi gelişimi için önemli risk faktörleri olarak belirlendi. Direk mikroskopi ve Gram boyama ile mikroorganizma görülen, piyüri saptanan ve lökosit esteraz testi pozitif olan idrar örneklerinde üreme anlamlı derecede yüksek bulundu (sırasıyla pO.001, p<0.001,p<0.001, pO.001). Kliniklere göre idrar kültürlerinde mikroorganizma üreme oranlarına bakıldığında cerrahi kliniklerde yatmakta olan hastalarda kültür pozitifliği %30.55 kadar yüksek oranda iken, dahili kliniklerde bu oran %16.6'ya kadar düşmekteydi. Aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). İzole edilen mikroorganizmaların antibiyotik duyarlılık testi sonucunda genelde antimikrobiyal ilaçlara yüksek oranda direnç saptandı: İmipenem (%0.0), amikasin (%11.5), sefoperazon-sulbaktam (%15.2), siprofloksasin (%46.0), tetrasiklin (%50.1), piperasilin (%58.0), seftazidim (%65.1), aztreonam (%65.1), amoksisilin-klavulunat (%73.1), sefotaksim (%73.1), trimetoprim-sulfometaksazol (%84.6), sulbaktam-ampisilin (%84.6), kloramfenikol (%88.4), sefazolin (%88.4), sefuroksim (%92.3), ampisilin (%92.3), amoksisilin (%96.1). Sonuç olarak, klinisyenler üriner kateter takmadan önce, üriner kateterizasyonun risklerini hatırlamalı, hastalarına ampirik antimikrobiyal tedavi başlarken, yerel mikroorganizma ve direnç profiline dikkat etmelidir.
  • Öğe
    Soluble triggering receptor expressed on myeloid cells-1 ve pentraxin 3 biyomarkerların serum ve bronkoalveolar lavaj örneğindeki düzeyleri ventilatör ilişkili pnömoninin erken tanısında diagnostik marker olabilir mi?
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2016) Can, Selver; Erayman, İbrahim
    Bu prospektif çalışmada yoğun bakım ünitesinde 48 saatten uzun süreli mekanik ventilasyon desteği alan hastalarda ventilatör ilişkili pnömoni (VİP) şüphesi olması durumunda bronkoskopi ile alınan bronkoalveolar lavaj sıvısı örneğinden ve eş zamanlı alınan serumdan Pentraxin-3 ve sTREM-1 seviyelerinin VİP tanısındaki değerini araştırmayı amaçladık. Yöntem: Çalışmamıza Göğüs Hastalıkları ve Reanimasyon Yoğun Bakım ünitesinde kasım 2014-aralık 2015 tarihleri arasında 48 saatten uzun süreli mekanik ventilasyon desteği alan ventilatör ilişkili pnömoni (VİP) şüphesi olan 18 yaş üstü hastalar dahil edildi. Mikrobiyolojik analiz için hastalardan bronkoskopi ile alınan bronkoalveolar lavaj sıvısı örneğinden ve eş zamanlı serumdan sTREM-1 ve Pentraxin3 seviyeleri ELİSA yöntemi ile çalışıldı. Aynı zamanda serumdan CRP ve prokalsitonin de çalışıldı. Hastalar VİP gelişen ve gelişmeyen şeklinde iki gruba ayrıldı Bronkoalveolar lavaj sıvısındaki sTREM-1 ve Pentraxin 3, serumdaki sTREM-1 ve Pentraxin 3, CRP, prokalsitonin seviyeleri karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların 42'si VİP, 29'u VİP olmayan grupta idi. VİP hızı 1000 ventilatör gününde 28,29 olarak saptandı. Ortalama VİP gelişme günü, VİP grubunda 14,41±18,60, VİP olmayan grupta 29,19±25,52 gün olduğu tespit edildi. Çalışmaya katılan gruplar arasında yaş ve steroid kullanımı, APACHE II, CPIS skorları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi (p>0.05). Gruplar arası cinsiyet ve eş zamanlı enfeksiyon istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,05). En sık saptanan patojenler Acinetobacter baumannii 21 (%38,18) ve Pseudomonas spp 13 (%23,64) türleri iken %28,6 oranında polimikrobiyaldi. VİP ve VİP olmayan grupta biyobelirteç seviyeleri sırasıyla, serum s-TREM (503,87±418,71), (439,78±281,45), BAL s-TREM-1 (1665,15±1459,63), (1327,43±1405,65) serum PTX3(14,83±8,47),(13,38±8,51) ve BAL PTX3(17,29±13,05), (13,59±13,03), serumCRP (119,33±80,48), (72,78±52,84) serum prokalsitonin (13,62±68,83), (0,69±1,64) olarak saptandı. CRP ve Prokalsitonin her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı idi. (p<0,005).Serum ve BAL sTREM-1 ve Pentraxin3 seviyeleri VİP grubunda daha yüksek tespit edilmesine rağmen iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı değildi. (p>0,05).Biyobelirteçler için ROC analizi uygulandı. Analiz sonucunda serum s-TREM-1'e ait alanın 0,50'nin biraz üzerinde olduğu tespit edildi. Sonuç:Bu prospektif kontrollü çalışmamızda VİP'in tanısını erken koymaya yardımcı olması açısından enfeksiyon biyobelirteci olarak çalışılan Pentraxin 3 ve sTREM-1 değerlerinin yardımcı olmadığı kanaatindeyiz. Hasta popülasyonunun yüksek olduğu ve daha uzun süreli yapılacak çalışmalarla ayrıntılı sonuçlara ulaşılacağını düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler :ventilatör ilişkili pnömoni, soluble triggering receptor expressed on myeloid cells-1, pentraxin 3, crp, prokalsitonin
  • Öğe
    Kronik hepatit B hastalarında serum sklerostin düzeylerinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2018) Atılgan, Büşra; Kandemir, Bahar
    Kronik Hepatit B (KHB), kronik karaciğer hastalıklarının dünyadaki en yaygın nedenlerinden birisidir. Kronik viral hepatitli hastalarda, kemik mineral yoğunluğunda azalma ve osteoporoz riskinde artış gözlenebilmektedir. Sklerostin, osteositlerde SOST geni tarafından kodlanıp salgılanan osteoblast proliferasyonu, fonksiyonu ve kemik oluşumunu inhibe eden bir Wnt antagonistidir. KHB hastalarında sklerostinin rolü ile ilgili henüz bir çalışma yoktur. Bu çalışmada, tedavi naiv non-sirotik KHB hastalarında, serum sklerostin düzeyinin değerlendirilmesi ve sklerostin düzeyi ile kemik mineral dansitometri skorları ve karaciğer histopatolojisi arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya KHB tanısı yeni konmuş ve henüz tedavi başlanmamış 44 hasta ve yaşcinsiyet uyumlu 42 sağlıklı kontrol dahil edildi. Çalışma grubunun kemik biyobelirteçleri ve kemik mineral dansitometri skorlarına ilaveten serum sklerostin düzeyi ölçüldü. KHB hastalarının karaciğer biyopsi sonuçları değerlendirildi. Bulgular: KHB hastalarının (K=19, E=25) yaş ortalaması 43.1±12.8 (21-65), kontrol grubunun (K=19, E=23) ise 39.9±10.3 (20-65) olarak saptandı. İki grubun serum kreatinin, kalsiyum, fosfor, ALP ve PTH düzeyleri benzerdi. Hasta grubunun sklerostin medyan değeri 57.7 (25-302.7), kontrol grubunun ise 44.3 (31.3-162.3) olarak saptandı (p=0.032). Gruplar arasında kemik mineral dansitometri skorları açısından fark saptanmadı. KHB hastalarında serum sklerostin düzeyi yaş, vitamin D ve kreatinin değerleri arasında pozitif korelasyon bulundu (sırasıyla r=0.551, p<0.001, r=0.336, p=0.026 ve r=0.297, p=0.05). Sklerostin düzeyi ile kemik mineral dansitometri skorları ve karaciğer histopatolojisi arasında bir ilişki saptanmadı. Sonuç: Tedavi naiv non-sirotik KHB hastalarında, serum sklerostin düzeyi sağlıklı gönüllülere göre daha yüksek bulundu. Sklerostin düzeyinin yaş, D vitamini ve kreatinin ile aynı doğrultuda artış ve azalma gösterdiği saptandı. Sklerostin ile karaciğer metabolizması arasındaki ilişkinin patofizyolojik olarak daha ayrıntılı bir şekilde ortaya konması için karaciğerin fonksiyonel olarak da değerlendirildiği prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Kronik hepatit B, sklerostin, kemik metabolizması, karaciğer histopatolojisi