Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 50
  • Öğe
    Fizik tedavi ve rehabilitasyon polikliniğine başvuran fibromiyalji tanılı hastalarda bedensel belirti bozukluğu sıklığı ve D tipi kişilik özelliği ile birlikteliği
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Yalvaç, Tuğba; Kaya, Nazmiye
    Amaç: Bedensel belirti bozukluğu psikiyatri dışındaki kliniklere başvuru oranı oldukça sıktır. Bu nedenle diğer branşlar tarafından da ayırıcı tanıda akılda tutulması önem teşkil etmektedir. Bedensel belirtileri olan hastalarda D tipi kişilik özellikleri sık görülmektedir. Çalışmamızın amacı fizik tedavi ve rehabilitasyon polikliniğine başvuran fibromiyalji tanılı hastalarda bedensel belirti bozukluğu sıklığı ve D tipi kişilik özelliği ile birlikteliğini tespit etmektedir. Gereç ve Yöntem: Çalışmada Necmettin Erbakan Üniversitesi ile Beyhekim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Fizik tedavi ve Rehabilitasyon polikliniğine başvuran 18-65 yaş aralığında 250 hastaya sosyodemografik veri formu, bedensel belirti bozukluğu şiddet ölçeği ,hasta sağlık anketi -15 (PHQ-15), Bedensel duyumları abartma ölçeği (SSAS), D tipi kişilik ölçeği ve hastane anksiyete ve depresyon (HADS) ölçekleri uygulanmıştır. Hastalara araştırmacı tarafından SCID/CV (Structured Clinical Interview for DSM-5/Clinical version) kapsamında psikiyatrik görüşme yapılarak ve DSM-V tanı kriterine göre Bedensel Belirti Bozukluğu tanısı konmuştur. Bulgular: Fizik tedavi ve Rehabilitasyon polikliniğine başvuran hastalarda Bedensel belirti bozukluğu yaygınlığı %26,8 olarak bulunmuştur. Tüm hastalarda D tipi kişilik özelliği sıklığı %33 olarak bulunmuştur. Bedensel belirti bozukluğu olanlarda D tipi kişilik özelliği birlikteliği %49,3 olarak tespit edilmiştir. Bedensel belirti bozukluğu olan grup ile olmayan grup arasında sosyodemografik veriler açısından istatiksel olarak anlamlı fark tespit edilmemiş olup, BBB olan grupta PHQ-15, SSAS, HADS, D tipi kişilik ölçek skorları anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızda Fizik tedavi ve rehabilitasyon polikliniğine başvuran hastalarda Bedensel belirti bozukluğu sıklığı genel popülasyona oranla yüksek olduğu, D tipi kişilik ile özellikleri ile birlikteliğinin de daha sık olduğu tespit edildi. Fibromiyalji hastalarında bedensel belirti bozukluğunun akılda tutulması hastalığın tedavi ve prognozu açısından önemlidir. Bulgularımızın desteklenmesi için geniş örneklem çalışmalarına ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Obsesif kompulsif bozukluk tanılı hastalarda reaktif olan ve reaktif olmayan obsesyon tiplerinin bilişsel işlevler üzerine etkisinin incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Kırkaş, Ayşeğül; Gıca, Şakir
    Amaç: Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) tanılı hastalarda bilişsel işlev bozuklukları ile ilgili yapılan çalışmalarda tutarsız sonuçlar elde edilmiştir. Bu araştırmanın amacı, erişkin OKB tanısı bulunan hastalarda obsesyon tiplerinin bilişsel işlevler üzerinde farklılığa sebebiyet verip vermediğini tespit etmektir. Çalışmamızın OKB hastalarında tutarsız sonuçlar gösteren bilişsel işlevlerin yorumlanmasında ve farklı obsesyon türlerine sahip hastaların klinik gidişatını öngörme ve bireyselleştirilmiş tedavi seçimine yönelik çalışmalara faydalı olabileceği düşünülmektedir. Gereç ve Yöntem: Araştırmaya DSM-5 tanı ölçütlerine göre OKB tanısı almış ve saf reaktif obsesyon türüne sahip 38 hasta, saf reaktif olmayan obsesyon türüne sahip 41 hasta ve 40 sağlıklı gönüllü dahil edilmiştir. Araştırmamız gözlemsel bir vaka-kontrol çalışması olup araştırmacı tarafından hazırlanmış olan sosyodemografik veri formu, Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği (YBOKÖ), Hamilton Anksiyete Ölçeği (HADÖ) ve Hamilton Depresyon Ölçeği (HDDÖ) uygulanmıştır. Wender-Utah Ölçeği (WUDO), Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Değerlendirme Ölçeği (ASRS) ve Barratt Dürtüsellik Ölçeği-11 (BDÖ-11) öz bildirim ölçeklerinin tüm katılımcılar tarafından cevaplanması istenmiştir. Daha sonra tüm katılımcılara araştırmacı tarafından Cambridge Nörofizyolojik Değerlendirme Test Bataryası (CANTAB) uygulanmıştır. CANTAB’ da yer alan Eşleştirilmiş Çağrışımsal Öğrenme Testi (Paired Associate Learning Test-PAL), Cambridge Kumar Oynama Testi (Cambridge Gambling Tasks-CGT), Boyutlar Arası Kurulumu Değiştirme Testi (İntra-Extra Dimensional Set Shift-IED), Durma Sinyali Testi (Stop Signal Test-SST) kullanılmıştır. Bulgular: Saf reaktif olmayan tip OKB grubunda tanı alma yaşının daha düşük, benzodiazepin kullanımının daha yüksek olduğu saptandı. HDDÖ puanı saf reaktif olmayan tip OKB grubunda daha yüksekti. Yaş, eğitim yılı ve HDDÖ toplam puanının etkisi kaldırıldığında karar verme kalitesinin saf reaktif tip OKB grubunda saf reaktif olmayan tip OKB grubuna göre anlamlı şekilde bozulduğu tespit edildi. Saf reaktif tip OKB hastaları risk alma ve yüksek bahis oynama açısından kontrol grubuna göre daha kötü performans gösterdi. HADÖ ve HDDÖ puanları azaldıkça karar verme kalitesinin arttığı, karar verme süresinin ve risk ayarlamanın iyileştiği tespit edildi. Yaş, eğitim yılı, anne eğitim yılı gibi faktörlerin karar verme kalitesi, karar verme süresi, riskli karar verme ile ilişkili olduğu bulundu. Görsel uzamsal işlevler üzerinde eğitim yılı, ebeveyn eğitim yılı, yaş, semptom başlama yaşı, tanı alma yaşı etkiliyken hastalık şiddetinin etkisi yoktu. HADÖ ve HDDÖ puanları arttıkça kurulumu değiştirmede performansın kötüleştiği görüldü. Saf reaktif olmayan tip OKB grubunda saf reaktif tip OKB grubuna ve kontrol grubuna göre yanıt inhibisyonunda bozulma olduğu tespit edildi. Düşük eğitim yılı, anne eğitim yılı, ileri yaş ve hastalık şiddetinin yanıt inhibisyonunu olumsuz etkilediği saptandı. IED- EDS hata sayısı, PAL- Toplam deneme sayısı, PAL- Ortalama deneme sayısı ve SST- Kaçırılan deneme sayısının OKB tanısını öngörebildiği tespit edildi. IED- Tamamlanan aşama sayısı ve SST- Kaçırılan deneme sayısının reaktif obsesyon tipi OKB tanısını öngörmede anlamlı olduğu saptandı. Sonuç: Çalışmamızda farklı obsesyon türüne sahip hastaların klinik özellik ve bilişsel işlevler açısından farklılıklar sergilediği tespit edildi. Saf reaktif olmayan tip OKB grubunda yanıt inhibisyonunun ve saf reaktif tip OKB grubunda karar vermenin bozulduğu saptandı. Bunun, hastaların değerlendirilmesinde ve tedavi seçiminde faydalı olabileceğini düşünmekteyiz. Bulgularımızın desteklenmesi için geniş örneklem büyüklüğüne sahip, bilişsel işlevleri benzer oranda etkileyecek tedavileri alan hastalardan oluşan araştırmaların gerçekleştirilmesi önerilebilir.
  • Öğe
    Ratlarda klozapin kullanımı sonrası gelişen siyalore vemiyokardit üzerıne N-asetilsistein etkisinin histopatolojik vebiyokimyasal yöntemlerle incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Aksoy, Zakire Kübra; Gıca, Şakir
    Amaç: Klozapinin ratlarda miyokard, parotis ve serum üzerindeki olumsuz etkilerinin hangi mekanizmalar aracılığı ile olduğunun araştırılması, klozapin ile birlikte proflaktik N- asetil sistein (NAS) kullanımı ile adı geçen yerlerde klozapine bağlı patolojik etkilerin ne düzeyde olduğunun değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: N.E.Ü. KONÜDAM Deneysel Tıp Uygulama ve Araştırma Merkezi’nden temin edilen 350-400 gr ağırlığındaki 36 adet Wistar Albino ırkı ratlardan kontrol grubu, klozapin grubu ve klozapin+NAS grubu olmak üzere üç grup oluşturuldu. 23 gün sonunda ratlar dekapite edildi. Biyokimyasal olarak serumda Troponin I ve C Reaktif Protein (CRP); serum, kalp ve parotiste Total Antioksidan Seviye (TAS), Total Oksidan Seviye (TOS), Oksidatif Stres İndeksi (OSI), Tümör Nekroz Faktör Alfa (TNF-alfa) ve İnterlökin 10 (IL-10) düzeyleri ile ve histopatolojik olarak parotis ve miyokard incelendi, istatiksel analiz yapıldı. Bulgular: Ratlarda oluşturulan kontrol, klozapin ve klozapin+NAS grupları karşılaştırıldığında kalp, parotis ve serumda CRP, Troponin, TNF-alfa, TOS, OSI düzeylerinin en yüksek klozapin grubunda ve en düşük kontrol grubunda; IL-10 ve TAS düzeylerinin en yüksek kontrol grubunda ve en düşük klozapin grubunda olduğu saptanmış olup gruplar arasındaki farklılık istatiksel olarak da anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Klozapine NAS eklenen grupta ise tüm dokuların klozapin grubuna göre inflamasyon ve oksidasyon açısından olumlu yönde etkilendiği görüldü. Kalp histopatolojik açıdan değerlendirildiğinde yalnızca klozapin verilen grupta subendokardiyal ve miyokardiyal alanda lenfosit infiltrasyonu, nükleer dejenerasyon, dejeneratif iskemik değişiklikler başta olmak üzere inflamasyon bulguları daha yaygın gözlenirken klozapin+NAS grubunda daha az inflamasyon gözlendi. Parotis histopatolojik açıdan değerlendirildiğinde yalnızca klozapin verilen grupta periduktal, lobüler ve periglandüler alanda inflamasyon bulguları daha yaygın gözlenirken klozapin+NAS grubunda daha az inflamasyon gözlendi. Klozapin verilen gruplarda parotiste seröz komponentte müsinöz metaplazi tespit edildi. Sonuç: Klozapinin ratlarda serum, parotis ve kalpte hem inflamatuar dengeyi hem de antioksidan dengeyi olumsuz yönde etkilediği, NAS’ın bu olumsuz etkileri hem biyokimyasal hem de histopatolojik yönden istatiksel yönden anlamlı olarak azalttığı sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Obsesif kompulsif bozukluk tanılı hastalarda çocukluk çağıdikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu varlığının bilişsel işlevlerüzerine etkisinin incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Dursun, İbrahim; Gıca, Şakir
    Amaç: Yapılan güncel çalışmalar Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) hastalarında bilişsel işlev bozukluklarında tutarsız sonuçlar saptamıştır. Bilişsel işlevlerdeki bozulma OKB’nin çekirdek semptomlar arasında yer almasa da bu bozulmaların hastalık şiddetini ve işlevselliği büyük ölçüde etkilediği ile ilgili araştırmalar mevcuttur. OKB hastalarında bilişsel işlev bozukluklarındaki heterojen sonuçlar yeterince araştırılmamıştır. Araştırmamızın amacı, çocukluk çağı döneminde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu tanısı olan ve olmayan erişkin Obsesif Kompulsif Bozukluk hastalarında bilişsel işlevleri karşılaştırmak ve farklılıkları tespit etmektir. Gereç ve Yöntem: Araştırmaya DSM-5 tanı ölçütlerine göre Obsesif Kompulsif Bozukluk tanısıyla takip edilen ve çocukluk döneminde DEHB olan 35 hasta, çocukluk döneminde DEHB olmayan 44 hasta ve 40 sağlıklı dahil ediliştir. Araştırmamız gözlemsel bir vakakontrol çalışmasıdır. Tüm hastalara ve sağlıklılara araştırmacı tarafından hazırlanan sosyodemografik veri formu, Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği (YBOKÖ), Hamilton Depresyon Ölçeği, Hamilton Anksiyete Ölçeği uygulanmıştır. Öz bildirim ölçekleri olan Wender-Utah Ölçeği (WUDO), Barratt Dürtüsellik Ölçeği-11 (BDÖ-11) ve Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Değerlendirme Ölçeği (EDEHDÖ)'nin katılımcılar tarafından doldurulması istenmiştir. Daha sonra tüm hastalar ve sağlıklı gönüllülere klinisyen eşliğinde Cambridge Nörofizyolojik Değerlendirme Test Bataryası (CANTAB) uygulanmıştır. Bulgular: Çocukluk çağında DEHB olmayan hasta grubunda ailede OKB öyküsü oranı ve psikiyatri servis yatış öyküsü oranı çocukluk çağında DEHB olan hasta grubundan yüksek bulundu. Çocukluk çağında DEHB olan hasta grubunda kendine zarar verme davranışı öyküsü, antipsikotik kullanımı ve Barratt dürtüsellik alt ölçekleri ve toplam puanı çocukluk çağında DEHB olmayan hasta grubundan yüksek bulundu. Çocukluk çağı DEHB olmayan hasta grubunda karar verme kalitesi skoru sağlıklı gruba göre daha düşük saptandı. Çocukluk çağı DEHB olmayan hasta grubunda eğitim düzeyi düştükçe ve tanı alma yaşı arttıkça karar verme kalitesinin ve görsel uzamsal belleğin belirgin kötüleştiği; tanı alma yaşı arttıkça karar verme sürelerinin belirgin uzadığı saptandı. Çocukluk çağında DEHB olan ve olmayan OKB hasta gruplarının yanıt inhibisyonu bilişsel işlevinde farklı alt alanlarda (hata yapma oranı, süre, demene kaçırma gibi) farklı performans sergiledikleri saptandı. OKB hastalarında Stop Sign Testi'nde durdurma yön hataları ve yap yön hatalarının DEHB tanısını yordadığı saptandı. Çocuklukta DEHB öyküsünün OKB hastalarındaki bilişsel esnekliğin bozulmasına neden olduğu saptandı. Sonuç: Çalışmamızda çocukluk çağında DEHB olan ve olmayan OKB hastalarının klinik özellik ve bilişsel işlev bozuklukları açısından belirgin farklılıklar sergilediği saptandı. Bulgularımızın doğrulanması ve konu ile ilgili daha ayrıntılı bilgi edinilebilmesi için daha geniş örneklemli, komorbit psikiyatrik hastalıkların dışlandığı, benzer tedavi alan hastalardan oluşan çalışmaların yapılması gereklidir.
  • Öğe
    Bipolar bozukluk tanılı kadınlarda gebelikte ve postpartum dönemde rekürrens ve ilişkili etkenler
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Harmankaya, Fatih Mücahit; Uğuz, Faruk
    Gebelikte ve postpartum dönemde bipolar bozukluğun (BPB) rekürrensi ile ilgili risk faktörleri yeterince ortaya konulmuş değildir. Bu çalışmada; BPB tanılı kadınların gebelikte ve postpartum dönemdeki duygudurum epizodlarının gelişimi ile ilişkili olabilecek etkenlere ulaşmak amaçlanmıştır. Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Psikiyatri polikliniğine başvuran, DSM-5 tanı ölçütlerine göre BPB tanısı alan 58 hasta ve bu hastalara ait 102 gebelik olgusu çalışmaya dahil edilmiştir. Araştırmacı tarafından oluşturulan form ile olguların; sosyodemografik ve klinik özellikleri, genel gebelik bilgileri, gebelik öncesi son epizod bilgileri, son gebelikte ve postpartum dönemde hastalık bilgileri toplanmıştır. Veriler, gebelik ve postpartum dönem için, ayrı ayrı, duygudurum epizodu geçiren ve geçirmeyen grupları karşılaştırmak için kullanılmıştır. Bulgular: Tüm olguların (n=102) %26.5'i (n=27) gebelikte, %40.2'si (n=41) postpartum dönemde duygudurum epizodu geçirdi. Gebelikten önceki son epizodda hastane yatışı olması ve postpartum dönemde duygudurum epizodu geçirmiş olmak gebelikteki rekürrens ile anlamlı derecede ilişkili ve bağımsız etkenlerdi. Toplam epizod sayısının daha yüksek olması, en az bir epizodda psikotik özellik olması ve planlı gebelik postpartum rekürrens ile anlamlı derecede ilişkili ve bağımsız etkenlerdi. Ayrıca; baskın polarite, tedavi yanıt hızı, komorbid panik bozukluk, planlı gebelik, gebelik öncesi son epizodun düzensiz tedavi sonucu gelişmesi gebelikteki rekürrens ile; son gebelikteki duygudurum epizodunun düzelme süresinin artması ve gebelikte duygudurum epizodu geçirmiş olmak postpartum rekürrens ile anlamlı derecede ilişkili ancak bağımsız olmayan etkenlerdi. Sonuç: Bulgularımız, gebelik ve postpartum dönemdeki duygudurum epizodları ile bazı klinik özelliklerin ilişkili olduğunu göstermektedir. Konu ile ilgili daha büyük örneklemli ileriye dönük izlem çalışmalarının yapılması gerekmektedir.
  • Öğe
    Deneysel depresyon oluşturulmuş sıçanlarda antidepresan tedavinin hipokampus ve hipotalamus endoplazmik retikulum stresi üzerıne etkilerinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Karaağaçlı, Mustafa; Ak, Mehmet
    Amaç: Bugüne kadar Major Depresyonun patofizyolojisini anlamaya dönük olarak çok sayıda çalışma yapılmış olmasına ragmen altta yatan mekanizma tam olarak netlik kazanamamıştır. Bu çalışmadaki amacımız ER stresinin, depresyon fizyopatolojisindeki rolünü incelemek ve mevcut tedavilerdeki geç etki ve tedaviye cevapsızlık sorununu aşmak için ER stres üzerine direkt etkili yeni tedavi stratejilerinin önünü açmaktır. Yöntem: Çalışmanın ilk aşamasında sıçanlarda zorlu yüzme testi ile deneysel depresyon modeli oluşturulmuş ve daha sonra 14 gün boyunca 2 farklı dozda sertralin tedavisi uygulanmıştır. Sıçanlar kontrol grubu, depresyon grubu, depresyon+ 1 mg sertralin ve depresyon+10 mg sertraline olmak üzere 4 gruba ayrılmıştır. Ikinci aşamada sıçanların beyin dokuları disseke edilerek hipokampus ve hipotalamusta ER stres moleküllerinin gen ifadesi ölçülmüştür. Bulgular: ATF4 gen ifadesinin hipokampusta depresyonda arttığı ve tedavi ile azaldığı, hipokampal GRP78 gen ifadesinin tedaviden sonra azaldığı, hipotalamik ve hipokampal CALR gen ifadesinin tedavi ile azaldığı, hipotalamus HSP47 gen ifadesinin her iki tedavi grubunda azaldığı, hipotalamik ve hipokampal XPB1 gen ifadesinin tedavi ile azaldığı, hipokampal XPB1 gen ifadesinin depresyon +10 mg sertralin grubunda, depresyon+1 mg sertralin grubuna göre daha da azaldığı bulundu. Sonuç: Bulgular ER stres mekanizmasının depresyonun patofizyolojisinde rol alabileceğini ve tedavi ile birlikte bu mekanizmanın geri döndürülebileceğini göstermektedir. Çalışma bulguları insan çalışmaları için cesaretlendirici olmuş ve antidepresan etkiyi anlamak ve hızlandırmak için yeni projeler için ufuk açıcı olmuştur. Teyit edilebilmesi ve bu değişimin nasıl olduğunun gösterilebilmesi için yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Yaygın anksiyete bozukluğu tanılı hastalarda yetişkin ayrılıma anksiyetesi komorbiditesi ve klinik özelliklerinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Yılmaz, Sedef Şeyma; Kaya, Nazmiye
    Yetişkin ayrılma anksiyetesi bozukluğu (YAAB) ile ilgili çalışmalar sınırlıdır. Bu çalışmada yaygın anksiyete bozukluğu (YAB) tanılı hastalarda YAAB komorbiditesi ve klinik özelliklerin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Psikiyatri Polikliniğine başvuran ve SCID/CV ile yapılan psikiyatrik görüşme ile DSM-IV tanı ölçütlerine göre YAB tanısı alan 300 hasta ile yapılmıştır. Çalışma ölçütlerini karşılayan hastalara sosyodemografik ve hastalığa ait özellikler veri formu, Hamilton Anksiyete Derecelendirme Ölçeği (HADÖ), Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği(HDDÖ), Ayrılma Anksiyetesi Belirti Envanteri (AABE), Ayrılma Anksiyetesi Belirtileri için Yapılandırılmış Klinik Görüşme (AAB-YKG), Yetişkin Ayrılma Anksiyetesi Anketi(YAAA), TEMPS-A Mizaç Ölçeği uygulanmıştır. AAB-YKG 'de sorgulanan 8 maddeden en az 3'ünün karşılanması ve YAAA'dan 25 üzeri puan alınması ile YAAB tanısı konmuştur. Hastalar YAAB eş tanısı olan ve olmayan şeklinde gruplandırılarak karşılaştırılmıştır. Bulgular: YAB hastalarında YAAB eş tanısı %20, çocukluk ayrılma anksiyetesi bozukluğu eş tanısı % 16.3 bulundu. Kadın cinsiyet, kötü ekonomik durum, aile ile aynı ilde yaşama, aile ile telefon ile iletişim kurma, hastalık süresi, hastalığı başlatıcı stresör etkenler, ailede psikiyatrik öykü YAAB eş tanısı olan grupta anlamlı düzeyde yüksek bulundu. YAAB eş tanısı olan grupta HADÖ, HDDÖ, AABE, YAAA puanları olmayan gruba göre anlamlı düzeyde yüksek bulundu. YAAB olan grupta YAAA ve HDDÖ puanlarının klinik şiddeti pozitif, TEMPS-A siklotimi ölçek puanının negatif yönde yordadığı görüldü. Sonuç: Bulgular YAB hastalarında YAAB'ın azımsanmayacak oranda eşlik ettiğini, bazı sosyodemografik ve klinik özellikler taşıyan hastalarda eş tanı durumunda belirtilerin daha yüksek oranda görülebileceğini göstermektedir. Çalışma bulgularının teyit edilebilmesi için daha büyük örneklemli çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Essitaloprama bağlı kilo alımı ve metabolik değişikliklerde santral ve periferik nöropeptitlerin rolü
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2019) Yılmaz, Mehmet Yıldırım; Ak, Mehmet
    Psikiyatrik hastalığı olan bireylerde kardiyometabolik risk faktörlerinde artış nedeniyle morbidite ve mortalite oranı artmaktadır. Bunun nedeni hastalıgın kendisi ile ilişkili ve/veya psikotrop ilaç kullanımı ile ilişkili faktörler olabilir. Antidepresanların dislipidemi, diabet, obezite gibi metabolik risk faktörleriyle ilişkisi ve bunun altında yatan mekanizmalar yeterince netliğe kavuşmamıştır. Bu mekanizmaları anlayabilmek amacıyla essitalopram alan hastalarda vücut ağırlığı, vücut kitle indeksi, serum lipid profili, açlık kan şekeri, karaciğer fonksiyon testleri ve hipotalamik beslenme düzenleyici nöropeptitlerden POMC, NPY, periferik peptitlerden ise CCK ve pankreatik bir hormon olan insulin düzeyleri ve essitalopramın bu parametreler üzerine etkileri araştırılmıştır. Bu amaçla Mart 2018 - Ocak 2019 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Psikiyatri kliniğine başvuran, essitalopram tedavisine karar verilmiş, çalışmaya alma kriterlerine uyan hastalardan 30 hasta çalışmaya alınmıştır. Hastalardan tedavinin başlangıcı ile 12. hafta kontrolünde planlanan ölçümler yapılmış, araştırılan parametrelere bakılmak üzere kanlar alınarak biyokimyasal tetkikler yapılmıştır. Veriler IBM SPSS 23.00 programına girilerek istatistiksel analizleri yapılmıştır. Hastalarda üç ayın sonunda anlamlı değişim olarak kilo, bel çevresi artışı ve bel- kalça oranında azalma saptandı. Nöropeptit düzeyinde ise POMC'deki düşüş anlamlı bulundu. Bu düşüşün yeme davranışı modülasyonunda bozulmaya yol açarak kilo artışına neden olabileceği düşünülmüştür. Ancak daha geniş gruplarda ileri ölçümlerle bu mekanizmaların çalışılması gerektiği kanaatine varılmıştır.
  • Öğe
    Konya il merkezinde yaşayan evli nüfusta cinsel sorunların araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2007) Yılmaz, Ertan; Kucur, Rahim
    Konya l Merkezinde yaşayan evli nüfusta cinsel disfonksiyonların yaygınlığı vesosyodemografik ve cinsel yaşamla ilgili değişkenlerle ilişkisinin araştırılması planlandı.Yöntem: Araştırma Konya li Merkezindeki tüm yerleşim birimlerinde yaşayan 18-60 yaşgrubundaki erkek ve kadınlar üzerinde yapıldı. Tanı aracı olarak Golombok-Rust CinselDoyum Ölçeği kullanıldı.Bulgular: Çalışmaya alınan 475 erkeğin yaş ortalaması 38.5±9.5, 470 kadının yaş ortalaması34.2±9.8 di. Erkek deneklerde ED nokta yaygınlığı %14.5, PE nokta yaygınlığı %29.3, kadındeneklerde Vaginismus nokta yaygınlığı %15.3, anorgazmi nokta yaygınlığı %5.3 olaraksaptandı.Kadın Deneklerde deneklerin yaşları ve evlilik süresi ile cinsel ilişki sıklığı, cinseldoyum, cinsel kaçınmalar, bedensel temas, vaginismus, anorgazmi arasında ilişki bulundu.Çocuk sayısı ile cinsel doyum, cinsel kaçınma, bedensel temas ve vaginismus arasında ilişkibulundu. Erkek deneklerde ise cinsel ilişki sıklığı, cinsel doyum, PE ve ED arasında ilişkibulunurken, çocuk sayısı ile cinsel ilişki sıklığı, cinsel iletişim, PE ve ED arasında ilişkibulundu.Cinsel bilgi kaynakları açısından bakıldığında, kadın deneklerin cinsel bilgi kaynaklarıile GRCDÖ alt ölçekleri arası ilişki bulunamadı.Erkek deneklerde cinsel bilgi kaynakları,cinsel doyum ve cinsel kaçınma düzeylerini etkiliyordu.Kadın deneklerde eğitim seviyelerinin cinsel kaçınma, bedensel temas, vaginismusve anorgazmi üzerinde anlamlı etkisi vardı. Erkek deneklerde eğitim seviyelerinin cinselilişki sıklığı ve PE üzerinde anlamlı etkisi vardı.Tartışma: Ülkemizde hem erkek hem de kadın cinsel sorunlarını araştıran saha çalışmasıbulunmamaktadır. Cinsel sorunlar üzerine Araştırmamız Konya l Merkezinde yapıldığı içinülkemiz için genellenemez. Cinsel sorunların yaygınlığı ve ilişkili etmenlerin saptanmasıiçin yeni araştırmalar gereksinim vardır.
  • Öğe
    Psikiyatri polikliniğine başvuran hastalar arasında; panik bozuklukta eksen 1 ek tanı oranları ve ek tanıyı etkileyen faktörlerin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2004) Ünal, İsmail; Kucur, Rahim
    Bu çalışmada psikiyatri polikliniğine başvuran hastalar arasında DSM-IV ölçütlerine göre panik bozukluğu tanısı almış olan hastaların ek eksen I tanılarının sıklığının araştırılması, eksen I ek tanı varlığı ile hastaların sosyodemografik ve klinik özellikleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu çalışmaya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi psikiyatri polikliniğine başvuran ve DSM-IV tanı ölçütlerine göre birincil tanı panik bozukluk olan hastalar alındı. Araştırmanın birinci aşamasında 5 aylık bir dönemde psikiyatri polikliniğine ard arda başvuran 1000 hasta ile CIDI 2. Fin panik bozukluk modülü kullanılarak yapılandırılmış görüşme yapıldı. Panik bozukluk tanısı alan 45 hasta daha ileri değerlendirme için klinisyene yönlendirildi. Bu aşamada hastalara CIDI anksiyete, duygudurum (major depresyon ve distimi), madde kullanım (alkol kötüye kullanımı/bağımlılığı) ve (nikotin yoksunluğu/bağımlılığı) bozukluktan modülü uygulanarak ek tanılar araştırıldı ve panik bozukluk tanısı doğrulandı. Araştırmamız 1000 hastanın 45'inin (% 4,5) DSM-IV ölçütlerine göre panik bozukluğu tanısı aldığım gösterdi. Panik bozukluk olgularının % 71 'inde herhangi bir eksen I ek tanı alma oranı bulundu. Herhangi bir duygudurum (depresyon, distimi) ile birliktelik oranı % 31,1; herhangi bir anksiyete bozukluğu ile birliktelik oranı % 51,1 iken nikotin kullanım bozukluğu ile birliktelik oranı % 24,4; alkol kullanım bozukluğu da % 4,4 bulundu. Sırasıyla en sık bulunan anksiyete bozuklukları; spesifik fobi % 26,7, YAB % 24,4, sosyal fobi % 13,3; OCD % 8,9; PTSB % 8,9 iken ek tanı olan duygu durum bozukluktan, major depresyon % 35,6; distimi % 8,9 ve madde kullanım bozuklukları; nikotin bağımlılığı % 24,4; nikotin yoksunluğu % 11,1; alkol bağımlılığı % 2.2 ve alkol kötüye kullanımı % 2.2 bulundu. 68Panik bozukluk hastalan DSM-IV kriterlerine göre eksen bir ek tanı alan ve almayan iki gruba ayrıldı. Olgular sosyodemografık ve klinik özelliklerine ait çeşitli değişkenler açısından karşılaştırıldı. Eksen I ek tanı alan ve almayan panik bozukluk hastalarında cinsiyet yaş medeni durum sosyoekonomik düzey, hastalık öncesi yaşam olaylarının varlığı hastalığın başlangıç yaşı P.A.F. şiddet ölçeği puanlan, ailevi hastalık öyküsü açısından anlamlı farklılık saptanmadı. Bununla birlikte ek eksen I bozukluğu ile agorafobi varlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon belirlendi. Elde edilen bulgular daha önceki çalışmaların sonuçları göz önüne alınarak tartışıldı.
  • Öğe
    Ergen anksiyete bozukluklarında serum oksitosin ve vazopresin düzeyleri ve ilişkili faktörler
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2017) Uzun, Necati; Akça, Ömer Faruk
    Bu çalışmada ergenlerde sosyal anksiyete bozukluğu (SAB), diğer anksiyete bozuklukları (yaygın anksiyete bozukluğu, ayrılık anksiyetesi bozukluğu, panik bozukluk) ve kontrol grupları arasında serum oksitosin ve vazopresin düzeylerinin farklılık gösterip göstermediğinin saptanması ve oksitosin ile vazopresin düzeylerinin diğer psikiyatrik parametrelerle (anksiyete duyarlılığı, davranışsal inhibisyon düzeyleri) olan ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya çocuk ve ergen psikiyatri polikliniğine ilk kez başvuran 12-18 yaş arasında DSM-5 tanı ölçütlerine göre SAB (n=29) ve diğer anksiyete bozuklukları (n=27) tanısı konan ergenler ve sağlıklı kontroller (n=28) alınmıştır. Çalışmaya katılan hem hasta grubu hem de kontrol grubundaki bireylere ve ebeveynlerine depresyon, anksiyete düzeyleri, anksiyete duyarlılığı ve davranışsal inhibisyon gibi ek ruhsal faktörlerin belirlenmesi için katılımcıların kendilerinin dolduracağı özbildirim ölçekleri verilmiştir. Serum oksitosin ve vazopresin düzeyleri katılımcılardan alınan serum örneklerinden belirlenmiştir. Bulgular: Çalışmamızda SAB ve diğer anksiyete bozuklukları grubunda serum oksitosin düzeyleri kontrol grubuna göre istatiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunurken SAB grubu ve diğer anksiyete bozuklukları grubu arasında oksitosin düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmemiştir. Çalışmada yer alan gruplar arasında vazopresin düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmemiştir. Sonuç: Yüksek oksitosin düzeyleri anksiyete bozukluğu olan ergenler için bir nörobiyolojik bir belirteç olabilir. Oksitosin ve vazopresin ile anksiyete bozuklukları arasındaki nedensellik ilişkisi için daha fazla araştırma gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: anksiyete bozuklukları, oksitosin, vazopresin, sosyal fobi, davranışsal inhibisyon Bu araştırma için gerekli olan maddi destek Necmettin Erbakan Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü tarafından 161518023 proje numarası ile sağlanmıştır.
  • Öğe
    Obsesif kompulsif bozuklukta ilaç tedavisinde yanıtın öngörücüleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2005) Uğuz, Faruk; Aşkın, Rüstem
    Obsesif Kompulsif Bozuklukta İlaç Tedavisine Yanıtın Öngörüctilcri Bu çalışmada obsesif kompulsif bozuklukta (OKB) ilaç tedavisine yanıt ile sosyodemografik özellikler, klinik özellikler, eksen I ve II ek tanılan arasındaki ilişkilerin araştırılması amaçlandı. Çalışmaya DSM-IV tanı ölçütlerine göre OKB tanısı konulan 50 hasta alındı. SCID-I / CV (DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme / Klinik Versiyon), SC1D-1I (DSM-III-R Kişilik Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme)ve Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği (YBO.KÖ) ile yapılan ilk klinik değerlendirmeden sonra, bütün hastalar esnek dozda fluvoksamin, sertralin veya paroksetin ile 12 haftalık tedaviye alındı. Tedaviye yanıt 12 hafta sonunda YBOKÖ toplam puanlarında en az %35'iik azalma olarak tanımlandı. Çalışmayı 43 hasta tamamladı. Tedaviye yanıt veren hastalarda herhangi bir eksen I bozukluğu, şizotipal kişilik bozukluğu, herhangi bir B kümesi kişilik bozukluğu sıklığı ile YBOKÖ belirti şiddeti ve içgörü skorları tedaviye yanıt vermeyenlere göre anlamlı derecede yüksek bulundu. Lojistik regresyon analizi sonucunda, bu değişkenlerden sadece yüksek YBOKÖ toplam puanının ilaç tedavisine kötü yanıtın bağımsız öngörücüsü olduğu görüldü. Bulgularımız obsesif kompulsif belirtilerin şiddetli oluşunun OKB'li hastalarda ilaç tedavisine yanıtı olumsuz etkilediğini ve tedaviye kötü yanıtın öngörücüsü olduğunu göstermektedir.
  • Öğe
    Obsesif kompulsif bozukluk tanısı konulmuş ve seçici serotonin geri alım inhibitörü tedavisi almakta olan hastalarda parlak ışık tedavisinin sirkadiyen ritim üzerine etkilerinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2018) Turgut, Keziban; Aydın, Adem
    Uyku bozuklukları ve obsesif-kompulsif belirtiler arasındaki ilişki son dönemde yapılan birçok çalışmada ilgi odağı olmuştur. Yeterli araştırma olmamasına rağmen, şimdiye kadar elde edilen veriler, obsesif-kompulsif belirtiler ve uyku şikayetlerinin şiddeti arasındaki ilişkiyi desteklemektedir. Bu çalışmada, obsesif-kompulsif bozukluk (OKB) olan hastalarda seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRIlar) ne adjuvan tedavi olarak eklenen parlak ışık tedavisinin etkinliği (BRT) araştırıldı. Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Psikiyatri Kliniği'ne OKB ile başvuran 49 gönüllü hasta çalışmaya dahil edildi. Obsesif-kompulsif belirtiler, tedavi öncesi ve tedavinin 10. ve 30. gününde Padua Envanteri-Revize (PE-R) ile değerlendirildi. Padua Envanteri-Revize skoruna göre ile randomizasyon ile iki gruba ayrılan hastalardan bir gruba yalnız SSRI verilirken diğer gruba SSRI tedavisine ek olarak parlak ışık tedavisi uygulandı. Uzunlamasına latent sınıf analizi kullanarak, hastalar tedaviye yanıt veren ve tedaviye dirençli hastalar olmak üzere iki gruba ayrıldı. Bulgular: PE-R puanları temelinde, 34 hasta (% 69.4) tedaviye yanıt veren ve 15 hasta (% 30.1) tedaviye dirençli grupta sınıflandırıldı. Tedaviye yanıt veren grupta depresif belirtiler, uyku yakınmaları ve obsesif inançlar üzerinde önemli bir iyileşme olduğu gözlendi. Sonuç: SSRI tedavisine adjuvan olarak eklenen parlak ışık tedavisinin etkinliğinin değerlendirilmesi için daha büyük örneklemli çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Seydişehir alüminyum çalışanlarında alkol kullanımı ve bağımlılığının demografik, ruhsal, toplumsal özellikleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1999) Turan, Metin; Aşkın, Rüstem
    Bu çalışma 1997 yılında Konya-Seydişehir Alüminyum İşletme müdürlüğü bünyesinde çalışan ve rastgele örneklemle seçilen 1670 denek üzerinde gerçekleştirildi. Alkol bağımlılığı epidemiyolojik, demografik, sosyal ve ruhsal belirtiler açısından araştırıldı. Çalışmada veri toplamak için kişisel bilgi formu, alkol kullanım formu, Michigan Alkol Tarama Testi (MATT), CAGE testi, Belirti Tarama Listesi (SCL-90-R) kullanıldı. Veriler istatistiksel olarak SPSS programında ki kare, tek yönlü varyans analizi (ANOVA), lojistik regresyon analizi ile değerlendirildi. Çalışmada deneklerin % 26. Tinin (436 kişi) alkol kullandığı, MATT puanlarına göre % 5.47' ünün (91 kişi) alkolü bağımlılık düzeyinde kullandığı saptandı. Ayrıca çalışılan grubun % 8.4'ünün (140 kişi) alkol kötüye kullanıcısı, %12.3'ünün (206 kişi) sorunsuz içici olduğu belirlendi. Bağımlılık düzeyinde alkol kullanmanın işçiler arasında(p=0.0001), eğitim(p=0. 00001) ve gelir düzey leri(p=0. 03) düşük kişilerde daha sık olduğu bulundu; bu kişilerin ortalama 20'li yaşlarda alkole başladıkları, 15 yıllık bir alkol kullanım öyküsü olduğu ve ortalama 3.38 standart alkol miktarı tükettikleri bulundu. Cinsiyetin erkek oluşu, çocukluk ve ergenlik döneminde aile içi çatışmaların varlığı, eğitim ve ekonomik düzeyin düşük oluşu, ailede alkol kullanan kişilerin bulunması, tüketilen alkolün miktarının fazla oluşunun bağımlılık için yatkınlaştırıcı etkenler olduğu saptandı (p=0.0003). Alkol bağımlılarında kişisel, ailevi, mesleki ve toplumsal sorunların daha yoğun olduğu(p=0. 00001), alkol nedeni ile trafik suçu(p=0. 00002) ve diğer suçlara(p=0.0005) daha fazla karıştığı tespit edildi. Depresyon ve anksiyete başta olmak üzere fobik anksiyete, öfke, paranoid, 54düşünce psikotik, kişiler arası duyarlılık belirtilerinin alkol bağımlılarında diğer içicilerden ve alkol kullanmayanlardan daha fazla olduğu bulundu (p=0.0001).
  • Öğe
    Konya il merkezinde obsesif kompulsif bozukluğun yaygınlığı
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2000) Telcioğlu, Metin; Kucur, Rahim
    Araştırma Şubat 2000-Temmuz 2000 tarihleri arasında Konya il merkezinde OKB'nin bir yıllık yaygınlığım ve OKB'nin sosyodemografik değişkenlerle ilişkisini belirlemek amacıyla yapıldı. Araştırma kesitsel tipte bir gözlem araştırması olarak planlandı. Çalışmada görev alan anketörlere OKB konusunda ve CIDI hakkında eğitim verildikten sonra sahaya gönderildi. Araştırmada veri toplamak için CIDPnın OKB bölümü ve sosyodemografik özellikleri içeren anket formları kullanıldı. Konya il merkezini temsil edebilmesi için tabakalı aşamalı küme örneklemeli saha tarama yöntemi ile tespit edilmiş 18 yaş üzerindeki 3012 kişiyle görüşme yapıldı. Veriler istatistiksel olarak SPSS programında Chi-square, Fisher's exact Chi-square testi ve Kolmogorov-Smyrnov testi ile değerlendirildi. Araştırmada OKB'nin bir yıllık yaygınlığı % 3 olarak bulundu. OKB saptanan ve OKB saptanmayan gruplar arasında medeni durum, öğrenim düzeyi, ailede ruhsal hastalık öyküsü, bedensel hastalık, sigara alışkanlığı, intihar düşüncesi, intihar planı ve intihar girişimi açısından anlamlı farklılıklar tespit edildi. OKB saptanan grupta boşanmış, dul yada ayrılmış olma, öğrenim görmemiş olma, bedensel hastalığı olma, ailede ruhsal hastalık hikayesi olması, sigara alışkanlığı olması, intihar düşüncesi, intihar planı ve intihar girişimi öyküsü olması oranlan OKB saptanmayan gruba göre yüksek bulundu. OKB saptanan ve OKB saptanmayan gruplar arasında cinsiyet, yaş, meslek, gelir düzeyi, kardeş ve çocuk sayısı, alkol alışkanlığı ve ailenin ilk çocuğu olma açısından anlamlı farklılık tespit edilmedi.
  • Öğe
    Obsesif kompulsif bozukluk hastalarında seçici serotonin gerialım önleyicileri ile tedavinin oksidatif stres üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Tekin, Gonca; Kaya, Nazmiye
    Bu çalışmada, obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastalarında serum 8hidroksideoksiguanosin (8-OHdG), total antioksidan seviye (TAS), total oksidan seviye (TOS) ve oksidatif stres indeksi (OSI) üzerine seçici serotonin geri alım önleyicilerinin (SSGÖ) etkilerini değerlendirmek amaçlandı. Yöntem: Çalışmaya OKB tanısı almış 41 hasta ve 40 sağlıklı kontrol alındı. Sekiz haftalık paralel grup, açık etiketli randomize kontrollü bu çalışmada; serum 8-OHdG, TAS, TOS ve OSİ seviyelerinin ölçümü; sağlıklı kontrollerde ve de OKB hastalarında tedavi başlangıcında ve 8 haftalık SSGÖ tedavisi sonrasında yapıldı. Hastalarda tedavi yanıtı YaleBrown Obsesyon Kompulsiyon Derecelendirme Ölçeği (YBOK-Ö) ile izlendi. Bulgular: OKB hastaları ve kontrol grubu arasında bazal TAS, TOS, OSİ ve 8OHdG düzeyleri açısından anlamlı fark saptanmadı. OKB hastalarında 8 haftalık SSGÖ tedavisi ile TAS, TOS ve OSI değerlerinde anlamlı bir değişim görülmezken; 8-OHdG seviyelerinde anlamlı bir düşme olduğu gözlendi (p: 0,004). Bununla birlikte, hastaların tedaviden önceki 8-OHdG seviyeleri ile YBOK-Ö kompulsiyon alt ölçeği değişim oranları arasında anlamlı bir pozitif korelasyon saptandı (r:0,46 p:0,014). Ayrıca hastaların tedavi sonrası 8-OHdG düzeyleri ile YBOK-Ö total ve obsesyon alt ölçeği değişim oranları arasında negatif bir korelasyon bulundu (r:-0,38 p:0,049). Sonuç: Bu çalışma, OKB hastalarında SSGÖ tedavisinin oksidatif DNA hasarı ve oksidatif metabolizma üzerine etkilerinin araştırıldığı ilk çalışmadır. Çalışmada ulaşılan sonuçlara göre, OKB hastalarında SSGÖ tedavisi oksidatif DNA hasarının azalmasını sağlamaktadır. Ayrıca OKB hastalarında 8-OHdG seviyeleri, antidepresan tedaviye yanıtı yordayıcı bir belirteç olabilir.
  • Öğe
    Plastik cerrahi polikliniğine başvuran hastalarda beden dismorfik bozuklukluğunun yaygınlığı, klinik özellikleri ve diğer psikiyatrik hastalıklarla birlikteliği
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Şimşek, Fadime; Kaya, Nazmiye
    Beden dismorfik bozukluğun psikiyatri dışı klniklere başvuru oranı sık olup bu kliniklerde tanınması önem arz etmektedir. çalışmamızın amacı plastik ve rekonstruktif cerrahiye başvuran hastalardaki yaygınlığını, klinik özelliklerini ve komorbitesini belirlemektir. Yöntem: Bu çalışmada Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Plastik ve Rekonstruktif Cerrahi polikliniğine başvuran 18-65 yaş aralığındaki hastalara sosyademografik veri formu, Vücut Algısı Ölçeği, Sosyal Görünüş Kaygısı Ölçeği, TEMPS-A Mizaç Ölçeği, Beck Depresyon Ölçeği verilerek bu ölçekleri doldurmayı kabul eden kişilerden,(, sil) vücut algısı ölçeğinde 135 puan üstü alan tüm katılımcılar psikiyatrik görüşmeye alınmıştır. Bu çalışma SCID/CV(Structured Clinical Interview for DSM-IV/Clinical Version) ile yapılan psikiyatrik görüşme sırasında DSM-IV tanı ölçütlerine göre BDB tanısı konan hastalar, VAÖ ölçeği yüksek çıkıp tanı almayan kişiler ve kontrol grubun karşılaştırılması şeklinde yapılmıştır. Bulgular: Plastik ve rekonstruktif cerrahi polikliniğine başvuran kişiler içinde BDB yaygınlığı %4,7 olarak bulunmuştır. Başvuru sebebine göre hastaları ayırdığımızda kozmetik cerrahi için başvuranlarda bu oran %8,6 olarak saptanmış olup, BDB tanısı alan tüm hastalar kozmetik cerrahi için başvurmuşlardır. BDB tanısı alan ile diğer gruplar arasında sosyademografik verilerde istatiksel anlamlı farklılık saptanmazken, BDB tanısı alan hastaların SGKÖ puanları, Beck depresyon puanları, depresif ve anksiyöz mizaç puanları istatiksel olarak anlamlı olacak şekide yüksek bulunmuştur. Sonuç: Plastik ve rekonstruktif cerrahiye başvuran hastalarda BDB ek tanısının azımsanmayacak oranda yüksek olduğu görülmüştür ve bu hastaların tanınması, gereksiz cerrahi girişimlerin önüne geçeceği için önem arz etmektedir.
  • Öğe
    Pediatrik obsesif kompulsif bozukluk hastalarında sitokin ve kemokin düzeyleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2016) Sivri, Rukiye Çolak; Bilgiç, Ayhan
    Bu çalışmada obsesif kompulsif bozukluk (OKB) tanısı alan çocuklar ile sağlıklıkontroller arasında serum sitokin, kemokin ve Beyin Kökenli Nörotrofik Faktör (BDNF)düzeylerinin farklılık gösterip göstermediğinin belirlenmesi amaçlamış ayrıca sitokin,kemokin ve BDNF düzeyleri ile hastalık şiddeti arasındaki ilişkinin incelenmesi hedeflenmiştir. Yöntem: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Polikliniği'ne başvuran, DSM-5 tanı ölçütlerine göre OKB tanısı konan 8-18 yaş aralığındaki ilaç tedavisi kullanımı olmayan hastalar ve sağlıklı kontroller alınmıştır. OKB grubunda 44, kontrol grubunda 40 çocuk ve ergen yer almıştır. Araştırmacılar tarafından katılımcılara Okul Cağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli Türkçe Uyarlaması (CDŞG-ŞY-T) uygulanmıştır. OKB grubunda OKB belirti şiddetini ölçmek için klinisyen tarafından yarı yapılandırılmış bir ölçek olan Çocuklar İçin Yale-Brown Obsesif Kompulsif Ölçeği (ÇYBOKÖ) uygulanmış ve çocukların depresyon, anksiyete ve obsesif kompulsif belirtilerinin düzeylerini belirlemek amacıyla çocuklara kendilerinin dolduracağı öz bildirim ölçekleri verilmiştir. Serum sitokin, kemokin ve BDNF düzeyleri psikiyatrik görüşmenin yapıldığı gün toplanan serum örneklerinden ELISA yöntemi ile belirlenmiştir. Bulgular: Çalışmamızda OKB grubunda serum TNF-alfa düzeyi sağlıklı kontrollere göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek, IL-12 düzeyi ise istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulundu. BDNF ile diğer sitokin ve kemokin düzeyleri açısından OKB ve kontrol grubu arasında anlamlı farklılık tespit edilmedi. Sonuç: Yüksek serum TNF- alfa ve düşük serum IL-12 düzeyleri OKB'si olan çocuk ve ergenler için bir immülolojik belirteç olabilir. Serum sitokin, kemokin, BDNF ile çocukluk çağı OKB'si arasındaki nedensellik ilişkisi için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Anksiyete bozukluğu tanısı olan çocuk ve ergenlerde nörotrofik faktör düzeyleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2019) Sertdemir, Merve; Bilgiç, Ayhan
    Bu çalışmada anksiyete bozukluğu (yaygın anksiyete bozukluğu, ayrılma anksiyetesi bozukluğu ve sosyal anksiyete bozukluğu) tanısı konulan 8-18 yaş arası çocuk ve ergenlerde beyin kaynaklı büyüme faktörü (BDNF) , glial hücre kaynaklı büyüme faktörü (GDNF), sinir büyüme faktörü (NGF), nörotrofin-3 (NT-3), vazoendotelyal büyüme faktörü (VEGF) ve fibroblast büyüme faktörü-2 (FGF-2) serum düzeylerinin aynı yaş grubundaki sağlıklı kontroller ile karşılaştırılması ve bu nörotrofik faktör düzeyleri ile anksiyete bozukluğunun klinik özellikleri arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya anksiyete bozukluğu tanısı olan 44 çocuk ve ergen hasta grubu olarak, 44 sağlıklı çocuk ve ergen ise kontrol grubu olarak dâhil edilmiştir. Katılımcılara Okul Çağı Çocuklar İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi - Şimdi ve Yaşam Boyu Versiyonu – Türkçe Uyarlaması (ÇDŞG-ŞY-T) uygulanmıştır. Çocukların anksiyete ve depresyon belirtileri Yenilenmiş Çocuk Ansiyete ve Depresyon Ölçeği'nin (ÇADÖ-Y) çocuk ve ebeveyn versiyonları ile değerlendirilmiştir. Hem hasta hem de kontrol grubundan 8 saatlik açlık sonrası sabah 08.30-10.00 saatleri arasında yaklaşık 5 ml venöz kan alınmıştır. Serum örnekleri ELISA yöntemi ile değerlendirilmiş ve nörotrofin düzeyleri belirlenmiştir. Bulgular: Anksiyete bozukluğu grubunda sağlıklı kontrollere göre serum GDNF ve FGF-2 düzeylerinin anlamlı ölçüde düşük ve serum VEGF düzeylerinin anlamlı ölçüde yüksek olduğu bulunmuştur. Sonuç: Çocukluk çağı anksiyete bozukluklarının patogenezinde GDNF, FGF-2 ve VEGF'nin potansiyel bir rolü olabilir. Nörotrofik faktör düzeyleri ile çocuk ve ergenlerdeki anksiyete bozuklukları arasındaki ilişkinin daha fazla araştırmayla doğrulanmasına ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: anksiyete bozukluğu, çocuklar, nörotrofik faktörler
  • Öğe
    Bipolar bozukluklu hastaların kardeşlerinde nöropsikolojik işlevlerin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2010) Sarı, Serap; Çilli, Ali Savaş
    Bipolar Bozukluklu Hastaların Kardeşlerinde Nöropsikolojik İşlevlerin DeğerlendirilmesiBu çalışmada, bipolar bozukluklu (BPB) hastaların etkilenmemiş kardeşlerinin bilişsel işlevlerini sağlıklı kontrollerle karşılaştırarak endofenotip adayı olabilecek bilişsel işlevlerin belirlenmesi amaçlanmıştır.Çalışmaya bipolar bozukluklu hastaların etkilenmemiş kardeşleri (n=75) ve sağlıklı gönüllüler (n=50) alındı. Katılımcıların sosyodemografik ve klinik özellikleri tarandı. Her bireye DSM-IV'e göre Eksen-I psikiyatrik bozuklukların tanısını araştırmak için SCID-I uygulandı. Çizgi yönünü belirleme testi (ÇYBT) ile görsel uzamsal işlev, Sayı Dizisi Öğrenme Testi (SDÖT) ve İşitsel Sözel Öğrenme Testi (AVLT) ile sözel bellek ve öğrenme, Stroop Testi ile seçici dikkat ve cevap inhibisyonu, İz Sürme Testi ile psikomotor hız ve kurulumu değiştirme değerlendirildi.SDÖT, iz sürme A ve B testinde BPB'li hastaların kardeşleri ve kontrol grubu arasında anlamlı fark tesbit edilmedi. ÇYBT, AVLT ve Stroop Testinde BPB'li hastaların sağlıklı kardeşleri kontrol grubundan anlamlı olarak daha kötü performans gösterdi.Bu çalışmanın sonuçları görsel uzamsal işlev, cevap inhibisyonu, seçici dikkat, uzun süreli bellek ve tanıma belleğinin BPB için endofenotip adayı olabileceğini göstermektedir. Bu alanda daha kapsamlı nöropsikolojik testlerin kullanıldığı, daha geniş örneklem ile yapılan uzunlamasına çalışmalara ihtiyaç vardır.