Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 10 / 10
  • Öğe
    Dismorfik bulguları olan çocuklarda kardiyak değerlendirme
    (2024) Özdemir, Hüseyin Safa; Baysal, Tamer
    Dismorfik çocuk; doğuştan gelen normalden farklı fiziksel özelliklere sahip çocuk anlamına gelir. Genetik anormallikler, doğum öncesi enfeksiyonlar, doğum travması gibi bazı nedenlerle dismorfik özellikler ortaya çıkabilir. Dismorfik özellikler çoğu zaman bir sendromun işaretçisidir. Kardiyovasküler anomaliler izole şekilde ya da iyi tanımlanmış genetik sendromun parçası olarak görülebilmektedir. Bu çalışmada dismorfik bulguları olan çocuklar etyolojik olarak araştırılırken ileri kardiyak değerlendirmelerini yaptık. Dismorfik bulguları olan çocuklarda eşlik edebilecek kardiyak sorunları ortaya koymayı amaçladık. Çalışmaya dismorfik bulguları olan daha önce kardiyak açıdan ileri inceleme yapılmamış ve genetik açıdan araştırılmamış 18 yaşın altında 67 hasta dahil edildi. Bazı demografik bilgiler, fizik muayene bulguları, elektrokardiyografi (EKG) ve ekokardiyografi (EKO) verileri, varsa sonuçlanan genetik tahlilleri incelendi. Hastaların 22'si (%32,8) kız, 45'i (%67,2) erkek ve yaş ortalaması 4 yaş 10 ay (ortanca yaş 3 yaş 3 ay) idi. Hastaların 38'inin (%56,7) nörolojik gelişim basamakları normalken 29'unun (%43,3) gecikmiş olarak saptandı. Hastaların değerlendirildiği, verilerin toplandığı süreçte 13 (%19,4) hastaya genetik olarak tanı kondu. Hastaların EKG değerlendirmesinde anlamlı bulgu saptanmazken, yapılan EKO sonucunun 31 (%46,2) hastada normal, 36 (%53,8) hastada anormal olduğu saptandı. Hastalardaki dismorfik bulgu varlığı ile konjenital kalp hastalığının ilişkili olduğu tespit edildi. Tamamında dismorfik bulgu olan hastaların yarısından fazlasında kardiyak anomali olduğu bulundu. Literatürle uyumlu olarak orofasiyal bölgedeki dismorfik bulgu varlığı ile kardiyak anomali arasında anlamlı ilişki saptandı.
  • Öğe
    Obsesif kompulsif bozukluk tanılı çocuk ve ergenlerde klaudin-5, klaudin-12, okludin, angulin-1 ve trisellülin düzeyleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Kınay, Filiz Akın; Uzun, Necati
    Amaç: Obsesif kompulsif bozukluk (OKB), bireyde sıkıntıya ve işlevsel bozulmaya neden olan, obsesyon ve/veya kompulsiyonların varlığıyla karakterizedir. Sıkı bağlantılardaki işlev değişikliklerinin bazı psikiyatrik bozuklukların patofizyolojisine katkıda bulunduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada OKB tanısı alan çocuk ve ergenler ile sağlıklı kontrollerin serum klaudin-5, klaudin-12, okludin, angulin-1 ve trisellülin düzeyleri açısından karşılaştırılması ve OKB belirti şiddeti ile biyokimyasal parametreler arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışmaya OKB tanısı alan 41 çocuk ve ergen, kontrol grubunu oluşturmak için 41 sağlıklı kontrol dahil edildi. Katılımcıların OKB şiddeti Çocuklar İçin Yale-Brown Obsesif Kompulsif Ölçeği (ÇY-BOKÖ) ve Maudsley Obsesif-Kompulsif Soru Listesi (MOKSL) ile değerlendirildi. Tüm katılımcılardan serum klaudin-5, klaudin-12, okludin, angulin-1 ve trisellülin düzeylerinin ölçümü için venöz kan alındı. Bulgular: Çalışmamızda OKB grubunda sağlıklı kontrollere kıyasla serum klaudin-5, klaudin-12, okludin, trisellülin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptandı. Serum angulin-1 düzeyleri açısından ise gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmedi. Sonuç: OKB tanılı hastalarda saptanan yüksek serum klaudin-5, klaudin-12, trisellülin ve okludin düzeyleri kan beyin bariyerindeki bozulmanın ve bağırsak geçirgenliğinin bir işareti olabilir. Sıkı kavşak proteinleri ile OKB arasındaki ilişkiyi anlamamız için daha fazla çalışma gerekmektedir.
  • Öğe
    Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanılı çocuklarda serumda neuregulin-1, neuregulin-2, neuregulin-3 düzeyleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Taş, Mehmet Berat; Erden, Semih
    Amaç: Çocukluk çağının en sık görülen nörogelişimsel bozukluğu olan Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), genetik ve çevresel faktörleri içeren çeşitli faktörlerle ilişkilidir ancak, etiyolojisi halen net olarak olarak aydınlatılamamıştır. Büyüme faktörleri nörogenez, gliogenez, hücresel göç, hücre farklılaşması, sinaps oluşumu ve buna bağlı olarak nöral gelişimin düzenleyicileri olarak kabul edilir. Literatürde DEHB ile çeşitli büyüme faktörleri arasındaki ilişkiyi inceleyen çok sayıda araştırma mevcuttur. Bu çalışmada bir büyüme faktörü olan neuregulin ailesi üyelerinden olan neuregulin-1 (NRG-1), neuregulin- 2 (NRG-2) ve neuregulin-3 (NRG-3) serum düzeylerinin DEHB tanılı çocuk ve ergenler ve sağlıklı kontroller arasında karşılaştırılması ve DEHB belirti şiddeti ile biyokimyasal değişkenlerin arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma hasta grubu NEÜ Meram Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD Polikliniği’ne başvuran ve DSM-5 kriterlerine göre DEHB tanısı alan 8-18 yaş arası 101 katılımcı ile oluşturulmuştur. Çocukların muayeneleri sırasında klinisyen tarafından Sosyodemografik veri formu, Hollingshead-Redich Ölçeği, Okul Cağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli Türkçe Uyarlaması (CDŞG-ŞY-T) uygulanmıştır. Anne-babalar Çocuk ve Ergenlerde Davranım Bozuklukları için DSM-IV’e Dayalı Tarama ve Değerlendirme Ölçeği (T-DSMIV- Ö) ölçeğini doldurdular. Çalışmaya katılan çocuk ve ergenler ise Çocuklarda Anksiyete ve Depresyon Ölçeği-Yenilenmiş Formu (ÇADÖ-Y)’nu doldurdular. Kontrol grubuna Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD Polikliniği’ne başvuran 8-18 yaş arası, herhangi bir psikopatolojisi olmayan, kronik, fiziksel, metabolik, aktif enfektif hastalığı olmayan 51 katılımcı dahil edildi. Klinisyen tarafından Sosyodemografik veri formu, Hollingshead-Redich Ölçeği dolduruldu. Anne-babalar Çocuk ve Ergenlerde Davranım Bozuklukları için DSM-IV’e Dayalı Tarama ve Değerlendirme Ölçeği (T-DSM-IV-Ö) ölçeğini doldurdu. Çalışmaya katılan çocuk ve ergenler ise Çocuklarda Anksiyete ve Depresyon Ölçeği-Yenilenmiş Formu (ÇADÖ-Y)’nu doldurdu. vi Hasta ve kontrol grubundaki tüm katılımcılardan 5 ml venöz kan örnekleri alınıp santrifüj edildi. Alınan serum örneklerinde biyokimyasal değişkenlerin düzeyleri Enzyme Linked Immuno Sorbent Assay (ELISA) yöntemi ile belirlendi. Bulgular: Çalışmamızda kontrol grubuna kıyasla DEHB grubunda serum NRG-1 ve NRG- 3 düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptandı. Serum NRG-2 düzeyleri açısından ise gruplar arasında anlamlı düzeyde bir farklılık tespit edilmedi. NRG-1 Serum düzeyi ile T-DSM-IV-Ö ebeveyn formu hiperaktivite/dürtüsellik alt ölçek puanları arasında pozitif yönde anlamlı bir korelasyon saptanmıştır. Serum NRG-2 ve serum NRG-3 seviyeleri ile T-DSM-IV-Ö ebeveyn formu alt ölçekleri arasında herhangi bir korelasyon saptanmamıştır. Sonuç: Saptadığımız yüksek serum NRG-1 ve NRG-3 düzeylerinin beyindeki ekspresyonlarını tam olarak yansıtıp yansıtmadığını net bir biçimde ön görememekle birlikte DEHB’de beyin gelişimi, nörotransmisyon modülasyonu, prefrontal korteks plastisitesi ve çeşitli bilişsel süreçleri organize eden NRG-ErbB sinyal yolağındaki bozulmaların bir belirteci olabilir. NRG ailesi ve DEHB arasındaki ilişkiyi aydınlatmak için daha fazla çalışma yapılması gerekmektedir.
  • Öğe
    Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde izlenen bebeklerde konjenital malformasyon sıklığı
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Öz, Mustafa; Emiroğlu, Nuriye
    Konjenital malformasyon veya doğum kusuru, doğumda mevcut olan, genetik olarak kalıtsal olabilen, gebelik sırasında edinilmiş veya doğumdan kaynaklanan yapısal veya işlevsel herhangi bir anormallik olarak tanımlanır. Konjenital malformasyonlar yenidoğan ve çocukluk çağı ölümlerinin, kronik hastalıkların ve morbiditenin en önemli nedenlerinden birini oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatarak tedavi gören olgularda konjenital malformasyonları tanımlamak, sıklığını saptamak ve etiyolojide etkili olabilecek faktörleri araştırmaktır. 1 Ekim 2017 – 15 Ekim 2021 tarihleri arasında yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatan 4860 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Bu vakalar arasında malformasyon sıklığı %8.7 olarak saptandı. Organ sistemlerine göre malformasyonların dağılımına bakıldığında en sık etkilenen sistem kardiyovasküler sistemdi (%23,8). Bunu sırayla santral sinir sistemi (%21,6), genitoüriner sistem (%17,7), gastrointestinal sistem (%12,5), baş-boyun-yüz (%11,5), kas-iskelet (%7) ve solunum sistemi (%6) anomalileri izledi. En sık saptanan izole anomali ise hidronefrozdu (%11,5). Çalışma kapsamına giren olgularda ayrıca; cinsiyet, anne-baba akrabalık durumu, anne yaşı, antenatal tanı alıp almadığı, gebelik haftası, doğum ağırlığı, doğum şekli, fetüs sayısı, gebelik sayısı, eşlik eden sendromlar, maternal hastalıklar, maternal ilaç, sigara ve madde kullanımı, gebelik öncesi ve gebelikte folik asit replasmanı, önceki gebeliklerde düşük, malformasyon ve ölüm hikayesi, malformasyonlu bebeklerdeki ölüm oranı, malformasyonun tipi, tekli/çoklu oluşu araştırıldı, bu parametreler arasındaki ilişki arandı. Çalışma sonucunda, idrar yolu enfeksiyonu geçiren gebelerin bebeklerinde GÜS malformasyonları ve Covid-19 enfeksiyonu geçiren gebelerin bebeklerinde santral sinir sistemi malformasyonlarının görülmesi göze çarpmaktaydı. Ayrıca preterm bebeklerde kardiyovasküler ve gastrointestinal sistem anomalilerinin ortaya çıkması ve solunum sistemi iv malformasyonlarının ise yüksek oranda ölümle sonuçlanması diğer öne çıkan bulgular arasındaydı. Genel olarak konjenital malformasyon sıklığının belirlenmesi ve etiyolojide etkili olabilecek faktörlerin saptanıp buna göre önlemler alınması gerek morbidite ve mortalitenin azalmasında gerekse toplumların sosyoekonomik refahının artmasında önemli bir rol oynayacaktır.
  • Öğe
    Epilepsili çocuklarda müzik dinletisinin eeg üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Taşer, Mücahit; Güven, Ahmet Sami
    Epilepsi, çocuklarda oldukça sık görülen nörolojik bozukluklardan biridir. Günümüzde öncelikle çeşitli ilaç terapileri ile tedavi edilmeye çalışılsa da, hastaların bir kısmı mevcut antiepileptik ilaç (AEİ) tedavilerine dirençlidir. İlaç dirençli epilepsi tedavisinde cerrahi müdahale, nöromodülasyon, diyet tedavisi, müzik terapisi ve “Mozart Etkisi”, sanat terapisi, yaşam tarzı değişiklikleri, davranışsal müdahaleler ve tıbbi esrar kullanımı gibi pek çok ikincil tedavi seçenekleri uygulanmaktadır. Literatürde müzik terapisi adı altında yapılan çalışmalarda Mozart etkisinin tanımlandığı ve çocuklarda çeşitli çalışmalar yapıldığı görülmektedir; fakat bu çalışmaların sayısı oldukça azdır. Özellikle Mozart’ın “Sonato for two pianos in D major, K448” ile yapılan çalışmalar dikkat çekicidir. Mozart müziği ile birçok müzik çeşidi kıyaslanmış fakat; literatürde Klasik Türk Musikisi/Makam Müziği ile yapılan, hatta doğu müziği ile yapılan herhangi bir çalışma görülmemiştir. Bu çalışmada, epilepsili çocuklarda müzik dinletisinin elektroensefalografi (EEG) üzerindeki etkisini incelemek istedik. Çalışmamız, Klasik Türk Musikisi/Makam Müziği ile literatürde yapılan ilk çalışmadır. Özellikle Anadolu medeniyetlerinde ve Türk Tıp Tarihinde müzikle tedavilerin çeşitli şekillerde yapıldığı bilinmektedir, bu nedenle; çalışmamızın bu konuda öncü olmasını umuyoruz. Çocuk Nörolojisi polikliniğimize 01/02/2022 ve 01/08/2022 tarihleri arasında başvurmuş olan, epilepsi tanısı ile takipli, 5-18 yıl yaş arası hastalar prospektif olarak incelendi. Hastanemiz etik kurulundan 2022/3899 sayılı karar ile etik onay alındı. Çalışmaya dahil edilen hastaların yaşı, cinsiyeti, nöbet tipleri, kullandıkları AEİ tedavisi, ne kadar süredir epilepsi hastası oldukları ve en uzun nöbetsiz süreleri kaydedildi. Çalışmada, hastaların rutin takibinde planlanmış olan uyku EEG’leri çekildi. EEG çekimi hastalar uyuduktan sonra başlatıldı. Hastalara önce 5 dakika bazal müziksiz EEG çekildi. Ardından 8 dakika Mozart K448 dinletisi esnasında EEG kaydı alındı. Daha sonra 5 dakika müziksiz EEG çekimi yapıldı (1. ara). Ardından 8 dakika Tanburi Cemil Bey’e ait “Hüseyni Oyun Havası” dinletilerek EEG kaydı alındı, son olarak müziksiz 5 dakika EEG vi çekimi yapılarak (toplam beş bölüm), EEG çekimi sonlandırıldı (son ara). EEG çekimi esnasında dinletilen müziğin şiddeti bir metre mesafeden normal insan konuşma sesi desibeli (dB) olan 58 dB’e ayarlandı, tüm EEG kaydı esnasında standardize edildi. Hastaların çekilmiş olan uyku EEG’leri, aynı Çocuk Nörolojisi uzmanı tarafından değerlendirilerek EEG’lerde mevcut olan diken-dalga kompleksleri sayıldı. Toplam diken-dalga kompleksleri sayısı, saniye cinsinden bölüm süresine bölündü, 100 ile çarpılarak mevcut olan bölümün epileptik aktivite indeksi ( EAİ) % cinsinden hesaplandı. Elde edilen % cinsinden veriler, EAİ olarak adlandırılarak istatiksel analize sunuldu. İstatistiksel analizler için SPSS 27.0 programı kullanıldı ve p<0,05 olması anlamlı kabul edildi. Çalışmaya on beş hasta alındı. Çalışmaya dâhil edilen on beş hastanın yaş ortalaması 8,73±3,34 yıl, yaş ortancası 8,00 yıl (6,00-9,00 yıl), %66,70’si (n=10) erkek, %33,30’ü (n=5) kız idi. Hastaların %80,00’ı (n=12) jeneralize nöbet, %20,0’si (n=3) fokal nöbet nedeniyle takipli, 40,00’ı (n=6) valproik asit, %33,30’ü (n=5) levetirasetam, %26,70’si (n=4) karbamazepin tedavisi almakta idi. Hastaların ortalama 28,06±28,27 ay, ortanca 12,00 aydır (6,00-60,00 ay) epilepsi hastası olduğu, en uzun nöbetsiz geçirdikleri süre ortalamasının 21,40±17,12 ay, ortancasının 16,00 ay (6,00-32,00 ay) olduğu tespit edildi. Hastalarda nöbetsiz geçen en uzun süre ortancası valproik asit kullananlarda 29,00 ay (9,50-40,50 ay), levetirasetam kullananlarda 24,00 ay (10,50-40,00 ay), karbamazepin kullananlarda 6,00 aydı (4,50-9,00 ay). Hastaların kullandıkları AEİ türüne göre nöbetsiz geçen en uzun süreleri benzer tespit edildi (p=0,067). Hastaların müzik öncesi bazal EEG’de meydana gelen EAİ ortalaması 13,12±9,67, ortancası 10,60 (4,07-21,20), Mozart müziği sırasında meydana gelen EAİ ortalaması 17,96±13,75, ortancası 16,00 (8,40-24,00), 1. arada meydana gelen EAİ ortalaması 17,87±15,13, ortancası 10,30 (8,20-25,00), Hüseyni Oyun Havası sırasında meydana gelen EAİ ortalaması 13,30±7,30, ortancası 7,30 (3,90-22,70), Hüseyni Oyun Havası sonrasında son arada meydana gelen EAİ ortalaması 9,79±10,40, ortancası 5,50 (1,30-18,90) idi. Hastaların beş bölümde hesaplanan EAİ değerlerinde anlamlı farklılık olduğu saptandı. Farkın, son aradaki EAİ’nin, Mozart dinlenirken ve Mozart sonrasındaki 1. ara dönemde hesaplanan EAİ’nden daha düşük olmasından kaynaklandığı tespit edildi (p=0,002). Bazal EEG’de hesaplanan EAİ’nin erkek hastalarda ortalaması 11,81±8,93, kız hastalarda ortalaması 15,76±11,63 idi. Mozart dinletilmesi sırasında hesaplanan EAİ’nin ortalaması erkek hastalarda 17,05±15,20, kız hastalarda 19,78±11,60, 1. ara dönemde hesaplanan EAİ’nin ortalaması erkek hastalarda 13,75±9,81, kız hastalarda 26,12±21,39’du. Hüseyni Oyun Havası dinletisi sırasında EAİ ortalamasının erkek vii hastalarda 10,60±8,82, kız hastalarda 18,70±14,47, son aradaki EAİ ortalamasının ise erkek hastalarda 10,37±9,68, kız hastalarda 8,62±12,85 olduğu tespit edildi. Epilepsi hastalarının EEG çekimindeki her bölümde hesaplanan EAİ’nde cinsiyete göre anlamlı farklılık olmadığı saptandı (p=0,174). Jeneralize nöbeti olan hastaların bazal bölümdeki ortalama EAİ değeri 12,94±10,00, Mozart dinlenirken hesaplanan ortalama EAİ değeri 17,71±14,82, 1. ara dönemde hesaplanan ortalama EAİ değeri, 18,25±16,80, Hüseyni Oyun Havası dinlenirken hesaplanan ortalama EAİ değeri 12,69±11,76, son arada hesaplanan ortalama EAİ değeri 9,35±10,17 idi. Fokal nöbeti olan hastaların bazal bölümdeki ortalama EAİ değeri 13,86±10,20, Mozart dinlenirken hesaplanan ortalama EAİ değeri 18,93±10,63, 1. ara dönemde hesaplanan ortalama EAİ değeri 16,33±6,79, Hüseyni Oyun Havası dinlenirken hesaplanan ortalama EAİ değeri 15,73±10,30, son arada hesaplanan ortalama EAİ değeri 11,52±13,51 idi. Hastaların her bölümde hesaplanan EAİ’nin nöbet türüne göre anlamlı değişim göstermediği belirlendi (p=0,971). Hastaların bazalde, Mozart sırasında, 1. arada, Hüseyni Oyun Havası sırasında ve son arada hesaplanan EAİ değerlerinin, kullanılan AEİ’a göre de anlamlı farklılık göstermediği saptandı (p=0,772). Çalışmamızın sonucunda, literatürden farklı olarak hem Mozart müziği hem de Hüseyni Oyun Havası esnasında EEG’lerde bazal müziksiz EEG’lere göre epileptiform aktivitede azalma saptamadık. Bu literatürde bildirilen sonuçlarla çelişiyordu. Bu konuda, daha geniş örneklemlerin ele alındığı, farklı makam müzikleri ile Mozart’ın kıyaslandığı daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Jüvenil idiyopatik artritli hastalarda tek merkez deneyimi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Çeliktaş, Hüseyin; Çaksen, Hüseyin
    Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefrolojisi Polikliniğinde Ocak 2010 ve Aralık 2021 tarihleri arasında takip edilmiş olan jüvenil idiyopatik artritli (JİA) hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri, JİA alt grup dağılımları, klinik özellikleri, laboratuvar bulguları, aldığı tedaviler incelendi. İstatistiksel analizler için SPSS 22.0 programı kullanıldı ve p<0,05 olması anlamlı kabul edildi. Çalışmaya 88 hasta dahil edildi. Hastaların, 36’sı (%40,9) erkek, 52’si (%59,1) kız idi. Erkek/kız oranı 0,69 olarak saptandı. Hastaların yaş ortalaması 97,67±52,62 ay, yaş ortancası 96 (min: 9 – mak: 192) aydı. Hastaların, JİA alt grup dağılımına baktığımızda 31’i (%35,2) sistemik, 35’i (%39,8) oligoartiküler, 19’u (%21,6) poliartiküler, biri (%1,1) psöriatik artrit ve ikisi (%2,3) entezit ilişkili artrit olarak saptandı. Hastaların başvuru anındaki semptom ve bulguları incelendiğinde; hastaların tamamında (%100) artrit saptandı. Hastaların 36’sında (%40,9) ateş öyküsü vardı. Bu hastaların 31’i (%86) sistemik JİA idi. Hastaların 19’unda (%21,6) organomegali (hepatomegali ve/veya splenomegali) olduğu görüldü. Yirmi hastada (%22,7) lenfadenopati mevcuttu. Hastaların 11’inde (%12,5) ilk tanı anında ve/veya takibinde üveit olduğu saptandı. Hastaların 80’ine (%90,9) ekokardiyografi yapıldığı görüldü. Ekokardiyografi yapılan 70 hastanın (%87,5) normal olarak değerlendirildiği görüldü. On hastada (%12,5) ise mitral kapak prolapsusu, mitral yetmezlik veya pulmoner stenoz gibi patolojik bulgular saptandığı görüldü. Hastaların 45’inde (%51,1) anti nükleer antikor (ANA) testi pozitif saptandı. Hastaların diğer laboratuvar bulguları incelendiğinde, eritrosit sedimatasyon hızı (ESH) ortalaması 52,7±33,68 mm/saat, ferritin ortalaması 901,69±2007,89 mg/dl, c reaktif protein (CRP) ortalaması 71,79±67,4 mg/L olarak saptanmıştır. v Hastalara verilen tedaviler incelendiğinde, toplam 42 (%52,3) olguda kortikosteroid, 75 (%85,2) olguda metotreksat, sekiz (%9,1) olguda biyolojik ajan kullanıldığı saptandı. JİA, çocukluk çağının en sık görülen kronik romatizmal hastalığıdır ve çocukluk döneminde fonksiyon kayıplarının önemli nedenlerindendir. JİA’da erken tanı koyup, gerekli tedaviyi başlamak, hastalığın kontrol altına alınmasında ve fonksiyon kayıplarının önlenmesinde önem arz etmektedir. Literatür incelendiğinde JİA alt grupları coğrafi bölgelere göre değişik oranlarda dağılım gösterdiği, gelişmekte olan tedavi yöntemleriyle de fonksiyon kayıplarının azaldığı görülmektedir. Çalışmamızda hastanemizde takip edilen JİA hastalarından yola çıkarak bölgemizdeki JİA hastalarının demografik, klinik özelliklerini, alt grup dağılımlarını, verilen tedavileri ve hastaların uzun dönem takiplerinde ortaya çıkan komplikasyonları inceledik. Benzer çalışmaların farklı bölgelerde yapılmasıyla farkındalığın artmasını, JİA dağılımını ve hasta profilinin daha iyi anlaşılmasını sağlayacağını düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Otizm spektrum bozukluğu tanısı olan 18-60 ay arası çocukların mirna düzeylerinin, kardeşleriyle ve kontrol grubu ile karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Karagöz, Hülya; Akça, Ömer Faruk
    Bu çalışmada okul öncesi dönem otizmli bireylerin ve kardeşlerinin dolaşımındaki 7 miRNA'nın (miRNA-125b, miR-23a-3p, miR-146a-5p, miR-106a, mi-RNA-151a-3p, miRNA-125a, miRNA 28-3p) düzeyinin sağlıklı kontrollerle karşılaştırılması ve bu miRNAların otizm şiddeti, davranış sorunları ve kardeşlerde bulunanotistik trait özellikler üzerine olan etkisinin araştırılması planlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya hasta grubu olarak Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı polikliniğine başvuran ve Ruhsal Bozuklukların Tanısal Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5) tanı ölçütlerine göre OSB tanısını almış 18-60 ay arası 35 çocuk ve OSB tanısı olmayan kardeşleri alınmıştır. OSB olan katılımcıların OSB semptom şiddeti Çocukluk Otizmi Derecelendirme Ölçeği (CARS) ve Otizm Davranış Kontrol Listesi (ABC)ile değerlendirilmiştir. Kontrol grubuna Meram Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Polikliği'ne başvuran 18-60 ay arası olup, muayenede kardiyolojik rahatsızlık tespit edilmeyen 30gönüllü alınmıştır.Katılımcılardan venöz kan alınmıştır. Hasta grubunun ebeveynleri OSB çocuklar için Sorun Davranış Kontrol Listesi,kardeşleri için Çocuklar İçin Otizm Spektrum Tarama Ölçeğini doldurmuşlardır. Alınan periferik kan örneklerinde RT-PCR miRNA(miR-125b, miR-23a-3p, miR-146a-5p, miR-106a, miR-151a-3p, miR-125a, miR- 28-3p) ekspresyon analizleri yapılmıştır. Bulgular: ÇalışmamızdamiR-106a-5p, miR-151a-3p, miR- 28-3p hasta grubunda, kontrol grubuna göre daha düşük eksprese edilmiştir. Ancak yapılan regresyon analizleri sonucunda istatistiksel anlamlılık düzeyine ulaşamamıştır. miR-23a ile Otizm Davranış Kontrol Listesinin Duyusal alt ölçeği arasında pozitif yönde korelasyon saptanmıştır. MiR-146a ile Otizm Spektrum Tarama Ölçeği arasında pozitif yönde korelasyon saptanmıştır.MiR-151a ses hassasiyeti ile, MiR-28 ekolali ile ilişkili bulunmuştur. Sonuç:Çalışmamızda, literatürdebiyobelirteç olmaya aday gösterilen mi-RNA lar çalışılmıştır. Çalışılan mi-RNA lar gruplar arasında farklı eksprese edilmesine rağmen hasta ve sağlıklı grupları ayırt etmekte anlamlı bulunmamıştır.Bu konuda yapılacak yeni araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
  • Öğe
    Çocuk acil servisimize başvuran zehirlenme olgularımızın retrospektif değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Kesebir, Funda; Akın, Fatih
    Amaç: Çocuk Acil Servise başvuran ve zehirlenme tanısı ile izlenen vakaların sosyodemografik, klinik ve laboratuvar bulgularını retrospektif olarak incelemeyi ve literatür ile karşılaştırmayı amaçladık. Böylelikle bölgesel zehirlenme profilimizi oluşturup erken tanı ve tedavi yaklaşımları konusunda farkındalığı arttırarak pediyatrik zehirlenmelerin önlenebilmesine katkıda bulunmayı hedefledik. Yöntem: Ocak 2016 ve Mayıs 2020 tarihleri arasında, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Acil Servis'e başvuran ve zehirlenme tanısıyla izlenen 0-18 yaş arası 472 vakanın klinik ve epidemiyolojik verileri retrospektif olarak tarandı ve incelendi. Hastalar 0-12 ay, 13-48 ay, 49 ay-13 yaş ve 13 yaş üzeri olacak şekilde dört ayrı yaş grubuna ayrıldı. Bulgular: Zehirlenme etkeninin alım yolunun çoğunlukla enteral olduğu (%87,1) ve kaza sonucu zehirlendiği (%95,1), %12,9'nun inhalasyon yoluyla zehirlendiği (n = 61) belirlendi. 19'unun özkıyım maksadıyla (%4,0), 4 olgunun ise (%0,9) madde kötüye kullanımı sonucunda zehirlendiği belirlendi. Çocuklarda majör zehirlenme etkeni kostik veya koroziv maddelerin olduğu (%42,80), bunu ilaçların ve diğer maddelerin takip ettiği görüldü (%30,5 ve %26,7). Zehirlenme etkenleri ile cinsiyet, başvuru yılları, izlem yeri ve mortalite karşılaştırıldığında anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). İlaçlar en sık kış ve ilkbahar aylarında zehirlenme etkeni iken, kostik/koroziv maddeler en sık ilkbahar ve sonbahar aylarında idi (p = 0,0055). Hastalar çoğunlukla çocuk acil gözlemde izlendi (%96,8) ve izlem süresi ortalama 20,1 saatti. Özkıyım amacıyla ilaç alan 13 yaşında bir kız çocuğu ve kaza sonucu karbonmonoksite maruz kalan iki erkek çocuğu exitus oldu. Zehirlenme etkeni ve alım nedeni dağılımları arasında yaş grubu açısından anlamlı farklar izlendi (p<0,0001). 0-12 ay ve 13-48 ay çocuklarda kaza sonucu majör zehirlenme etkenin kostik/koroziv maddeler (sırasıyla %48 ve %33,7) olduğu, 49 ay-13 yaş çocuklarda ise kaza sonucu majör etkenin ilaç dışı maddeler (%32,5) olduğu belirlendi. 13 yaş üzeri çocuklarda majör etkenin ilaçlar olduğu (%18,1), 19'unun özkıyım amacıyla ve 4'nün madde kötüye kullanımıyla kendini zehirlediği tespit edildi. 0-12 ay (%42,4) ve 13 yaş üzeri (%21,3) çocukların zehirlenme sıklığının pandemi esnasında, öncesine kıyasla anlamlı derecede arttığı belirlendi (p = 0,0424). 13-48 ay (%22,7) ve 49 ay-13 yaş (%13,6) çocukların zehirlenme sıklığının ise pandemi öncesine kıyasla anlamlı derecede düştüğü saptandı (p = 0,0424) Sonuç: Çocukluk çağı zehirlenmeleri nadir bir sağlık sorunu değildir ve genellikle kaza sonucu meydana gelmektedir. Kostik/koroziv maddeler ve farmasötikler zehirlenmenin en yaygın nedenleridir. Bu maddelerin ve reçeteli ilaçların evde bulundurulmasının ve uygun şekilde saklanmasının sorumluluğu ebeveynlere ait olmalıdır. Zehirlenmenin önlenmesi için erken başvuru ve ön müdahale konusunda toplumun eğitilmesi gereklidir. Ayrıca hekimler tarafından Zehir Danışma Merkezinin telefon ile aranması ve merkezin önerilerinin uygulanması da mortalite ve morbidite oranını azaltacaktır.
  • Öğe
    Davranışsal inhibisyon anketi'nin ebeveyn formunun 3-7 yaş çocukları için Türkçe'ye uyarlanması: geçerlik ve güvenirlik çalışması / Evaluation of validity and reliability of behavioral inhibition questionnaire (BİQ) parent form turkish version for 3-7 aged children
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Kılınç, Saliha; Bilgiç, Ayhan
    Bu çalışmada Davranışsal İnhibisyon Anketi-DİA (Behavioral Inhibition Questionnaire-BIQ) ebeveyn formunun 3-7 yaş çocukları için Türkçe'ye uyarlanması ile geçerlik ve güvenirliğinin tespit edilmesi ve ülkemizde kullanıma sunulması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma grubuna yerel populasyondan 3-7 yaş çocukları için ölçekleri dolduran 250 tane anne veya baba dahil edilmiştir. Anaokulu ve ilkokul düzeyindeki üç okula gidilmiş, öğrencinin kendisi ya da kardeşleri için doldurulmak üzere ölçekler anne ve babalara ulaştırılmış ve sonrasında toplanmıştır. Ebeveynlerden; sosyodemografik veri formu, Davranışsal İnhibisyon Anketi (Behavioral Inhibition Questionnaire) dışında örtüştürücü ve ayrıştırıcı geçerlilik analizlerinin yapılabilmesi için ebeveyn bildirimine dayalı bir mizaç ölçeği olan Çocuk Davranış Listesi kısa formunu (ÇDL) ve Güçler ve Güçlükler Anketi (GGA) anne-baba formunu doldurmaları istenmiştir. Bulgular: Güvenirlik değerlendirme sonuçlarında; DİA total Cronbach α değeri 0,92 olarak yüksek derecede güvenilir bulunmuştur. DİA'nin alt ölçeklerinin iç tutarlıkları ise faktör analizleriyle desteklenemediği için bazı maddeleri ölçek dışı bırakılan performans (α= 0,69) ve fiziksel zorluk içeren aktiviteler (α= 0,19) ölçekleri hariç, 0,81'dan 0,87'e değişen α değerleriyle yüksek derecede güvenilir bulunmuştur. Geçerlik değerlendirme sonuçlarında ise DİA'nin doğrulayıcı faktör analizinde ikinci düzey 2 ana faktör, üçüncü düzey tek majör faktörde toplanan beş faktörlü bir yapı geçerliğine sahip olduğu gösterilmiştir (RMSEA=0,032, RMR=0,153, CFI=0,978, GFI=0,915, TLI=0,970). Ölçek toplamı ile en yüksek korelasyonlar ana ölçekler olan sosyal yenilikler (r=0,926, p<0,001) ve durumsal yenilikler (r=0,928, p<0,001) arasında bulunurken alt ölçeklerden akranlar (r=0,848, p<0,001) ve yeni durumlar (r=0,898, p<0,001) da benzer şekilde çok yüksek bir korelasyon göstermiştir. Toplamla en düşük korelasyon ise fiziksel zorluk içeren aktiviteler ölçeği için saptanmakla beraber bu alt ölçek dahi orta düzeyde ilişki göstermiştir (r=0,454, p<0,001). ÇDL utangaçlık ve GGA içe atım ölçekleriyle ile istatistiksel olarak anlamlı orta düzeyde pozitif korelasyonlarla belirlenen iyi bir örtüştürücü geçerlik saptanmıştır. ÇDL dürtüsellik, gülümseme-kahkaha, GGA olumlu sosyal davranışlar ölçekleriyle istatistiksel anlamlı zayıf-orta derecede saptanan negatif korelasyonlar ve GGA dışavurum alt ölçeğiyle istatistiksel anlamlı herhangi bir korelasyon bulunamayışı ise yeterli bir ayrıştırıcı geçerliğe sahip olduğunu ortaya koymuştur. Sonuç: DİA Ebeveyn Formu Türkçe versiyonunun 3-7 yaş çocuklarda iyi düzeyde geçerli ve güvenilir bir gereç olduğunu destekleyen bulgular elde edilmiştir.
  • Öğe
    Borderline kişilik özellikleri çocuk ölçeği Türkçe formunun geçerlik ve güvenirlik çalışması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Coşkun, Fatma; Akça, Ömer Faruk
    The aim of this study was to investigate the validity, reliability, and factor structure of the Borderline Personality Features Scale for Children Turkish Form. Methods: The study included 168 patients aged 12-18 years who were admitted to the child and adolescent psychiatry outpatient clinic and 181 adolescents aged 12-18 years from two schools at secondary and high school levels. All participants were asked to fill the sociodemographic data form prepared by the researchers, and the Boderline Personality Features Scale for Children (BPFSFC), Personality Belief Questionaire- Short Form (PBQ-SF), Brief Semptom Inventory (BSI) and Personality Inventory for DSM-V (PID-5) scales. In addition, The Kiddie Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia for School-Age Children -Present and Lifetime Version-Turkish Version (K-SADS-PL-T) was administered to the participants in the clinical group. Parents of the participants in the clinical group were asked to complete a Pediatric Quality of Life Inventory (PEDsQL) to determine the quality of life of their children. BPFSFC were re-administered to 41 randomly selected participants from the clinical group five months after the initial assessments. Results: According to the results of criterion-related validation; BPFSFC was positively correlated with PBQ-BF borderline subscale, PID-5 borderline related facets and BSI ın both groups and was negatively correlated with the PedsQL in the clinical group. Also scale was positively correlated with the number of diagnoses and psychiatric symptoms according to KSADS-PL in the clinical group. In the factor analysis conducted to evaluate the construct validity of the BPFSFC; according to both exploratory and confirmatory factor analysis results in both groups, a single factor structure was obtained. The Cronbach's α value of the scale was 0.84 in the clinical group and 0.79 in the control group. The test-retest reliability correlation coefficient of the scale was 0.724. Conclusion: As a result of the statistical analysis, we have found that the BPFSFC is valid and reliable scale to evaluate borderline personality features in Turkish adolescents and could be use in our country. It is thought that the BPFSFC will contribute to the new studies on borderline personality disorder in adolescents.