Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 76
  • Öğe
    Acil Serviste hepatik ensefalopati tanısı alan hastalarda santral görüntülemenin gerekliliği
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2023) Yılmaz, Saliha; Koçak, Sedat
    Giriş Hepatik ensefalopati (HES), kronik karaciğer fonksiyon bozukluğu olan hastaların %50-70'inde ortaya çıkan geçici ve potansiyel olarak geri dönüşümlü nöropsikiyatrik anormallikler spektrumunu tanımlar. Hastaların semptomları oldukça değişkenlik göstermesine rağmen, en sık izlenen semptomlar bilinç bozukluğu veya değişikliğidir. Kronik karaciğer yetmezliği olan hastalardın acil servise bilinç bozukluğu nedeniyle kabulü sonrasında belirgin bir fokal nörolojik defisit olmadığında dahi kraniyal bilgisayarlı tomografi (BT) veya diffüzyon manyetik rezonans görüntüleme (MR) planlanmaktadır. Ancak HES şüphesi olan hastalarda kraniyal görüntüleme yapılması gerektiği hakkında uzlaşı sağlanmış rehberler bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı acil servise başvuran ve HES tanısı alan siroz hastalarında santral görüntüleme bulgularının değerlendirilmesi ve santral görüntülemede izlenen patolojilerle ilişkili demografik, klinik ve laboratuvar verilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem Nisan 2018 ila Haziran 2022 tarihleri arasında acil servise başvuran, kraniyal BT ve diffüzyon MR görüntüleme tetkiki olan 216 HES hastası çalışmaya dahil edildi. Bu retrospektif çalışmaya santral görüntülemesi olmayan hastalar dahil edilmedi. Tanımlayıcı özellikler arasından yaş ve cinsiyet değerlendirildi. Acil servis başvuruş sırasındaki semptom, fizik muayene bulguları ve vital bulgular analizlere dahil edildi. Hasta dosyalarından siroz etiyolojileri değerlendirildi. Hastaların tanısı veya ayırıcı tanısı için istenen laboratuvar sonuçları çalışmaya dahil edildi. Bu laboratuvar testleri arasında glukoz, üre, kreatinin, sodyum, potasyum, C-reaktif protein, amonyak, beyaz küre sayısı, hemoglobin, platelet, INR, pH ve laktat seviyesi yer almaktaydı. Bulgular Hastaların yaş ortalaması 63,9 ± 11,1 yıl idi (23-90 yaş). Hastaların %50,9’u kadın, %49,1’i erkekti. Kadın/erkek oranı 1,03/1 idi. En sık izlenen semptomlar sırasıyla bilinç bozukluğu (%97,2), konuşma bozukluğu/yavaşlığı (%34,7), uyku hali (%27,8) ve yorgunluk (%12) yer almaktaydı. Hastaların fizik muayenesinde en sık izlenen bulgular sırasıyla oryantasyon ve kooperasyon bozukluğu (%83,3), konfüzyon (%51,4), letarji (%29,6), motor yavaşlama (%17,1) ve flapping tremor (%11,6) idi. Siroz etiyolojileri arasından en sık izlenenler sırasıyla kriptojenik (%36,6), HBV (%21,3), malignite (%9,7), HCV (%7,4), alkolik (%7,4) ve otoimmün (%7,4) siroz ve NASH (%6,9) idi. Yeni gelişen bir patoloji veya olay için santral görüntüleme istenen hastaların %6’sında difüzyon MR’da, %3,7’sinde kraniyal BT’de patoloji izlenmiştir. Her iki görüntüleme yöntemi birlikte dikkate alındığında ise hastaların sadece %7,4’ünde santral patoloji izlenmişti. Santral patoloji izlenen ve izlenmeyen hastalar arasında demografik, klinik özellikler ve laboratuvar sonuçları karşılaştırıldı, ancak santral patoloji varlığıyla ilişkili herhangi bir parametre izlenmedi. Sonuç Acil servise kabul edilen HES hastalarında santral görüntülemede nadiren patoloji izlenmektedir. Hastaların demografik ve klinik özellikleri kraniyal görüntülemelerin planlanmasında yol gösterici olmayabilir. Gereksiz görüntülemelerin özlenmesi ve görüntüleme yöntemleriyle ilişkili sağlık maliyetlerinin azaltılması için hekimlerin HES’e karşı farkındalığı arttırılabilir, görüntüleme tekniklerin planlanması için algoritmalar oluşturulabilir.
  • Öğe
    Bir üniversite hastanesi erişkin acil servisine başvuran pansitopenili hastaların etiyolojik, klinik ve hematolojik karakteristikleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2023) Kurnaz, Derviş; Koçak, Sedat
    Giriş Pansitopeni, üç periferik kan hücresi serisinde azalma ile karakterize hematolojik bir bozukluktur ve klinik pratikte sık izlenmektedir. Pansitopeni, ilaca bağlı kemik iliği hipoplazisinden ölümcül kemik iliği yetmezliklerine ve lösemilere kadar uzanan birçok ciddi ve hayatı tehdit eden hastalığın bulgusu olarak ortaya çıkabilir. Hematoloji ve patoloji kliniklerine başvuran pansitopeni hastalarının özellikleri daha önce değerlendirilmiştir ancak acil servise başvuran pansitopeni hastaları daha önce değerlendirilmemiştir. Bununla birlikte, acil servisler sıklıkla pansitopeni ile başvuran hastalar için ilk tanı noktası olarak hizmet vermektedir. Çalışmamızın amacı, üçüncü basamak bir hastanenin acil servisine başvuran pansitopeni hastalarının etiyolojik, klinik ve hematolojik özelliklerini değerlendirmektir. Gereç ve yöntem Çalışmaya acil servise pansitopeni ile başvuran 541 hasta retrospektif olarak dahil edildi. Yaş, cinsiyet, eşlik eden hastalık varlığı ve laboratuvar verileri hasta dosyalarından elde edildi. Başvuru semptom ve bulguları, pansitopeni etiyolojisi ve pansitopeni ile ilişkili ilaç öyküsü kaydedildi. Hastaların acil servis sonlanımı servis yatış, taburculuk, yoğun bakım ünitesi yatışı ve exitus olarak değerlendirildi. Hastane içi mortalite oranları değerlendirildi, ilk 7 gün içerisinde kaybedilen olgular erken mortalite şeklinde sınıflandırıldı. Hastaların tanımlayıcı ve klinik özelliklerinin hastane içi erken mortalite ve cinsiyete göre gruplandırılarak karşılaştırılması planlandı. “p” değeri 0.05'in altında olan analizler anlamlı kabul edildi. Bulgular Hastaların yaş ortalaması 63,7 ± 16,0 yıl (20-96 yıl) idi. Erkek/kadın oranı 1,2/1 idi. Hastaların %74,5'inde anemi ile ilişkili semptomlar (halsizlik, çarpıntı, solukluk, baş dönmesi), %36,2'sinde nötropeni (ateş) ile ilişkili ve %19'unda trombositopeni ile ilişkili semptom ve bulgular izlendi. Pansitopeninin en yaygın etiyolojileri sırasıyla hematolojik malignite (%34,9), ilaç hipersensitivitesi (%32,0), enfeksiyon (%14,4), megaloblastik anemi (%8,9), non-malign hematolojik hastalık (%3,7), hipersplenizm (%1,8) ve aplastik anemi (%1,1) ve diğer nedenler (%11,8) idi. Hastaların acil sonlanımı %71,1 ’inde servis yatışı, %15,1 ’inde taburcu, %11,4’ünde YBÜ yatışı şeklindeydi. İlk 7 günlük hastane erken mortalite oranı %4,5 idi. İlk 7 gün içerisinde kaybedilen ve sağ kalan hastalar arasında demografik özellikler, semptom ve bulgular, laboratuvar sonuçları ve acil servis sonlanımı açısından farklılık yoktu. Enfeksiyona bağlı pansitopeni sıklığı ölen hastalarda daha fazlaydı (p<0.001). Erkek hastaların yaş ortalaması kadınlardan yüksekti (p<0.001). Hematolojik malignitelerin (lenfoma) sıklığı erkeklerde kadınlara göre anlamlı derecede yüksekti (p=0,002). Lenfoma sıklığı (p=0,011) erkeklerde daha yüksek iken, akut lösemi, miyelodisplastik sendrom ve multipl miyelom sıklığında bir fark gözlenmedi. Malign olmayan hematolojik hastalıkların (idiopatik trombositopenik purpura, trombotik trombositopenik purpura) sıklığı kadınlarda daha fazla idi (p=0.030). Bununla birlikte, semptom, bulgular veya acil servis sonuçları açısından cinsiyetler arasında farklılık izlenmedi. Sonuç Acil servise başvuran pansitopenili hastalar farklı demografik, klinik ve etiyolojik özellikler göstermektedir. Çalışmamızda önemli oranı ilk kez acilde tanı alan hematolojik malignite , ilaç hipersensitivitesi , enfeksiyon etiyolojik sebepler arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Hastaların önemli oranı ileri tetkik ve tedavi için diğer servislere yatırılmaktadır. Pansitopeni ile ilişkili bu özelliklerin bilinmesi erken tanı ve tedaviye olanak sağlayarak hastaların prognozlarının geliştirilmesine yardımcı olabilir.
  • Öğe
    ETCo2, ETCo2/PaCo2 ve ALVEOLAR ÖLÜ BOŞLUK ALANININ
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Özkaya, Kamuran; Küçükceran, Kadir
    Amaç: Pulmoner tromboemboli (PTE) hafif semptomlardan, hayatı tehdit eden sağ kalp yetmezliği gibi ciddi durumlara kadar değişen klinik sunumlarla karşımıza çıkabilen tromboembolik bozukluktur PTE evrensel bir sorundur ve batı dünyasında kardiyovasküler ölüm sebeplerinin ilk sıralarında yer alır Bu hastalığa özgü klinik bulgu ve semptom olmadığı için tanının atlanması kolay tanı koymak ise zordur. Bu sebeble pulmoner emboli şüphesi olan hastalarda ETCO2, ETCO2/PaCO2(parsiel karbondioksit)'in ve ADSF’nin genel tanısal performansını karakterize etmek ve farklı ETCO2 ADSF ve ETCO2/PaCO2 kesimlerinde; hassasiyet, özgüllük, olabilirlik oranlarını belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntemler : Çalışmamız, maddi finansman ile desteklenmemiş olup 5 Kasım 2021-28 Eylül 2022 tarihleri arasında prospektif olarak yapıldı. Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Yetişkin Acil Servisi’ne dispne, göğüs ağrısı, hemoptizi, tek taraflı bacak ağrısı gibi değişik şikayetler ile başvuran pulmoner emboliden şüphe edilen ve çalışma hakkındaki bilgilendirme formunu imzalayan 94 hasta dahil edilmiştir. Çalışmaya katılan hastaların başvurudan herhangi bir tedavi alma anına kadar geçen süre içinde AKG’dan elde edilen PaCO2 değeri, PE’den şüphelenilen hastalardan kan gazı alındığı sırada EMMA marka kapnografi ve EMMA Airway Adaptör kullanılarak ağızdan mainstream (santral akım) yöntemi ile soluması istendi ve 1 dakika içinde 3 nefes ölçümünün ortalaması alınıp kaydedildi. Bu ölçülen ETCO2 ve PaCO2 verilerinden elde edilen ETCo2/PaCo2 ve ADSF verileri kaydedildi. ADSF Kararlı durum sonu-tidal alveolar ölü boşluk fraksiyonu, Bohr denkleminden türetilen formülle hesaplandı; (PaCO2-ETCO2)/PaCO2. Bulgular : Hastaların yaş ortalamasının 66,68 ± 16,67 yıl olduğu %57,4’ünün (n=54) erkek olduğu tespit edildi. Komorbit hastalıklardan en sık saptananlar %28,7 (n=27) ile malignite, %28,7 (n=27) ile hipertansiyon ve %20,2 (n=19) ile obstrüktif akciğer hastalığı olarak belirlendi. Çalışmaya dahil edilen hastaların % 13,8’inin (n=13) yakın zamanda ameliyat olma öyküsü vardı. En sık acil servise başvuru şikâyetleri %54,3 (n=51) ile dispne, %23,4 (n=22) göğüs ve sırt ağrısı, %8,5 (n=8) ile hemoptizi olarak kaydedildi. Sistolik kan basıncı, saturasyon, ETCO2, PaCO2, ETCO2/PaCO2 düzeyleri BT’de pulmoner emboli tespit edilen hastalarda daha düşük, ADSF ve Wells skoru düzeyi daha yüksek tespit edildi (p değerleri sırasıyla; 0,024; 0,002; 0,003; 0,018; 0,031; 0,041,<0,001). Sonuç : Semptom ve şikayetleri ile klinik sunum nedeniyle PE’den şüphe edilen ve wells skoru ve d-dimer yüksekliği ile PE ön tanısı desteklenen hastalarda kapnoğraf ile ölçülen düşük ETCO2 sonucu ve arterial kan gazından ölçülen PaC02 yardımıyla hesaplanan , düşük ETCO2/PaCO2 oranı ve artmış ADSF sonuçları PE’ yi öngörücü olarak kullanılabilir. Fakat bu sonuçlar tek başlarına tanı koyma ve dışlama kriteri olarak yetersizdir. Klinik tahmin kuralları ile beraber kullanılması ileri test gerekliliğini azaltabilir.
  • Öğe
    Acil servise göğüs ağrısı ile başvuran hastaların anksiyete ve depresyon düzeylerinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) İşleyen, Büşra; Ayrancı, Mustafa Kürşat
    Giriş ve Amaç: Göğüs ağrısı en sık acil servis başvuru nedenlerinden biridir. Göğüs ağrısının kardiyak nedenleri olabileceği gibi pulmoner, plevral, kas iskelet sistemi, gastro-intestinal, dermatolojik ve psikiyatrik sebepleri olabilmektedir. Göğüs ağrısının hayatı tehdit edici nedenleri dışlandıktan sonra diğer sebeplerin araştırması yapılmaktadır. Çalışmamızda göğüs ağrısı ile acil servise başvuran hastaların Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HADS) kullanılarak anksiyete ve depresyon düzeylerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız tek merkezli prospektif bir çalışma olup, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi 16.09.2022 tarihli İlaç ve Tıbbi Cihaz Dışı Araştırmalar Etik Kurulu onayı alındıktan sonra acil servise göğüs ağrısı ile başvuran 250 hasta dahil edilerek yapılmıştır. Hastaların demografik verileri hastanın hekimi tarafından kayıt altına alınmış olup hastalara 14 sorudan oluşan HAD ölçeği uygulanmıştır. Veriler SPSS versiyon 21.0 (Chicago, ABD) paket programı kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Acil servise göğüs ağrısı ile başvuran 250 hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastaların yaş ortalaması 51,0 ± 17,0 idi. Olguların %57,2’si erkek, %42,8’i kadındı. En sık izlenen komorbid hastalıklar koroner arter hastalığı (KAH), hipertansiyon (HT) ve diyabetes mellitus (DM) idi. HEART skoruna göre olguların kardiyak risk sınıflaması gerçekleştirildi. Buna göre kardiyak risk %56,4’ünde düşük, %36,8’inde orta, %6,8’inde ise yüksekti. HEART skoruna göre kardiyak risk grupları arasında HADS-A (p=0,015) ve HADS-D (p=0,001) skorlarında anlamlı farklılık izlendi. Düşük risk grubunda hastaların %28,4’ü, orta risk grubunun %39,1’i, yüksek risk grubunun ise %41,2’si anksiyete bozukluğu açısından yüksek riskli idi. Benzer şekilde, düşük risk grubunda hastaların %21,3’ü, orta risk grubunun %38’i, yüksek risk grubunun ise %47,1’i depresyon için yüksek riskli olarak saptandı. Sonuç: Acil servise göğüs ağrısı ile başvuran hastalarda hayatı tehdit eden nedenler dışlandıktan sonra özellikle mükerrer başvuruya sebep olan organik sebep bulunamayan göğüs ağrısında anksiyete bozukluğu ve depresyon gibi psikolojik nedenler de akılda tutulmalıdır.
  • Öğe
    Acil yoğun bakım ünitesinde sepsis tanılı hastalarda başvuruda ölçülen iyonize kalsiyum düzeyinin prognostik değeri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Çak, Ahmet; Ayrancı, Mustafa Kürşat
    Giriş Kalsiyum neredeyse tüm hücresel süreçlerde önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle hücre içi ve sistemik kalsiyum konsantrasyonları sıkı bir şekilde kontrol edilmektedir. Ancak serum total kalsiyum konsantrasyonları hipoalbuminemi gibi çok sayıda faktörden etkilenmektedir. Kalsiyum metabolizmasının gösterilmesinde iyonize kalsiyum seviyesinin ölçümü daha önemlidir. Sepsis sırasında kalsiyum metabolizmasının sıkı kontrolü bozulmaktadır. Ancak sepsis nedeniyle yoğun bakım ünitesine (YBÜ) kabul edilen hastalarda iyonize kalsiyum seviyelerinin prognostik önemi tam olarak bilinmemektedir. Çalışmamızın amacı sepsis nedeniyle YBÜ’ye kabul edilen olgularda iyonize kalsiyum seviyelerinin prognostik öneminin değerlendirilmesidir. Gereç ve yöntem Ocak 2020 ile Aralık 2021 tarihleri arasında 24 aylık sürede Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi acil servisine başvurup acil YBÜ’ye sepsis tanısı ile yatırılan 228 hasta çalışmaya dahil edildi. Sepsis tanısında Sepsis-3 tanımı dikkate alındı. Hastaların demografik özellikleri, vital bulguları, Ardışık Organ Yetersizlik Değerlendirmesi (SOFA), Hızlı Ardışık Organ Yetersizlik Değerlendirmesi (qSOFA), başvuru iyonize kalsiyum ve total serum kalsiyum seviyeleri, başvurudaki kan gazı, hemogram ve biyokimya parametreleri, ilk 24 saatteki oksijen destek ihtiyacı ve vazopresör ihtiyacı, acil YBÜ kalış süresi, hastane yatış süresi, hastane sonlanımı, 7 ve 28 günlük mortalite durumu retrospektif olarak taranarak analiz edildi. Bulgular Hastaların ortalama yaşı 72,1 ± 14,6 (20-102 yıl) idi. Erkek/Kadın oranı 1.3/1 idi. Olguların ortalama iyonize kalsiyum düzeyi 1,07 ± 0,20 mmol/L, albümine göre düzeltilmiş kalsiyum düzeyi 9,20 ± 1,06 mg/dL idi. İyonize kalsiyuma göre hastaların %57,5'inde hipokalsemi, %32'sinde normokalsemi ve %10,5'inde hiperkalsemi vardı. Bu oranlar düzeltilmiş kalsiyuma göre sırasıyla %29,4, %64 ve %6,6 idi. İlk 24 saatte hastaların %20,2’sinde mekanik ventilasyon, %30,3’ünde vazopresör ihtiyacı gelişmişti. IV Olguların %22,4’ü acil YBÜ’de kaybedilmişti. Yedi günlük mortalite oranı %25,4, yirmi sekiz günlük mortalite oranı %47,8 iken, hastane mortalite oranı %57,9’a kadar çıkmaktaydı. İyonize kalsiyum seviyesi hastane sonlanımı (p=0,281), 7 günlük mortalite (p=0,136) ve 28 günlük mortaliteye (p=0,398) göre değişmemekteydi. ROC analizlerinde, iyonize kalsiyum konsantrasyonlarının 7 günlük mortalite (AUC=0,561, %95 GA 0,494- 0,626, p=0,188), hastane sonlanımı (AUC=0,525, %95 GA 0,458-0,591, p=0,517) ve 28 günlük mortalitede (AUC=0,512, %95 GA 0,445-0,578, p=0,761) tek başına belirleyici olmadığı izlendi. İyonize kalsiyum seviyeleri, mortalite belirteci olarak anlamlı sonuç veren SOFA skoru, YBÜ kalış süresi ve hastanede kalış süresi ile de korele değildi. Sonuç Kalsiyum seviyelerinin gösterilmesinde iyonize kalsiyum, düzeltilmiş total serum kalsiyum seviyelerinden daha doğru bilgiler sağlayabilir. Sepsis olgularında hipokalsemi sıklığı oldukça yüksektir. Ancak sepsis nedeniyle YBÜ’ye kabul edilen hastalarda iyonize kalsiyumun prognostik değeri sınırlıdır.
  • Öğe
    Antiembolik, antitrombotik tedavi altında ikentekrarlayan iskemik inme ile acil servise başvuran hastalarda iskemi tekrarına etki eden faktörler
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Gökmen, Emine Özlem; Koçak, Sedat
    Giriş Acil servisler inme hastalarının ilk defa başvurduğu, tanındığı ve tedavi edildiği ünitelerdir. Reküren iskemik inme mevcut gelişmelere rağmen hala sık izlenmektedir. Reküren inme atakları fonksiyonel bağımlılık ve mortalitede artışla ilişkilidir. İnme sonrasında uygulanan sekonder önleme stratejileri reküren inme riskini azaltmayı hedeflemektedir. Ancak sekonder önleme için yeterli antiagregan ve antikoagülan tedaviye rağmen rekürens izlenebilir. Bu çalışmada antiagregan veya antikoagülan tedavi altında reküren iskemik inme geçiren hastaların inme ile ilişkili risk faktörlerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem Bu çalışmaya 01.01.2017 ila 31.01.2021 tarihleri arasında acil servise reküren iskemik inme ile başvuran 273 hasta retrospektif olarak dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, antiagregan ve antikoagülan kullanımları, komorbid hastalıkları, elektrokardiyografi, ekokardiyografi ve görüntüleme bulguları, acil servis ve hastane sonlanımları değerlendirildi. Bulgular Hastaların yaş ortalaması 70,9 ± 12,6 yıl (20-101 yıl) idi. hastaların %46,2’si kadın, %53,8’i erkekti. Hastaların %20,9’unda atriyal fibrilasyon (AF) mevcuttu. En sık izlenen komorbiditeler hipertansiyon (HT) (%72,5), koroner arter hastalığı (KAH) (%37,7) ve diyabetes mellitus (DM) (%35,2) idi. Hastaların %5,3’ü antiagregan monoterapi, %7’si antiagregan ikili tedavi, %26,3’ü antiagregan ve antikoagülan, %54,4’ü ise antikoagülan monoterapi kullanırken, %7’si antiagregan veya antikoagülan kullanmamaktaydı. Hastaların acil sonlanımları sırasıyla servis (%45,4), YBÜ (%38,8), kendi isteği ile taburcu (%7,3), taburcu (%5,1), sevk (%1,8) ve eksitus(%1,5) idi. Hastane sonlanımı ise sırasıyla taburcu (%57,9), sevk (%28,2) ve eksitus(%13,9) idi. Kaybedilen hastaların yaş ortalaması daha yüksekti (p=0,011). Hastane sonlanımı eksitus olan hastalarda AF (p=0,009) ve malignite IV (p=0,002) sıklığı daha fazla, HT sıklığı (p=0,035) daha az idi. Taburcu edilen hastalarda antiagregan ikili tedavi kullanım sıklığı kaybedilen hastalardan daha fazla idi (p=0,047). Sonuç Reküren iskemik inme ilk inmeye benzer özelliklere sahiptir. Antiagregan veya antikoagülan tedavi altındaki hastalar reküren iskemik inme geçirebilir. Ancak ikili antiagregan tedavi altındaki hastaların prognozu daha iyidir.
  • Öğe
    Göğüs ağrısı ile acil servise başvuran hastaların geçmiş kag ve kardiyoloji poliklinik muayenesinin önemi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Demiryürek, Merve; Küçükceran, Kadir
    AMAÇ: Akut koroner sendrom (AKS) erken teşhis edilip gerekli invaziv işlemler veya medikal tedavi hızlı bir şekilde yapılmadığında mortalitesi yüksek seyreden göğüs ağrısı nedenlerinin başında gelir. Acil servislerde klinisyenler tarafından AKS’leri tespit etmek için hastaların geçmiş koroner anjiyografi (KAG) ve kardiyoloji poliklinik muayene sonuçları sorgulanıp risk durumu göreceli olarak tahmin edilmektedir. Bu noktadan yola çıkarak hastaların geçmiş KAG ve kardiyoloji poliklinik muayene sonuçlarının hastaları taburcu etmedeki güvenilirliğini değerlendirmeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Prospektif gözlemsel çalışmamıza 16.09.2020-30.07.2022 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Acil Servisi’ne göğüs ağrısı şikâyeti ile başvuran ve primer hekim tarafından akut koroner sendrom olabileceği düşünülerek takibe alınan, 18 yaşından büyük hastalar içerisinden, çalışma onam formunu okuyup kabul edenler dahil edildi. Hastaların acil servis sonlanım tanıları incelendi. ST yükselmeli olmayan miyokard enfarktüsü (NSTMI), ST yükselmeli miyokard enfarktüsü (STMI), kardiyak ölüm, koroner bypass gelişme durumları majör kardiyak olay (MACE) olarak değerlendirilip kaydedildi. MACE gelişen hastaların tespit edilememesi ihtimaline karşı taburcu olduktan sonra telefonla aranarak veya hasta kayıtlarına ulaşılarak taburculuk sonrası 3 gün içerisinde MACE gelişme durumu sorgulandı. Sonuçlar acil sonlanımdaki tanılara dahil edildi. Acil sonlanımda MACE gelişen ve gelişmeyen hastalar geçmiş anlamlı (stent varlığı ve/veya koroner arterlerde ≥%50 darlık olması) KAG ve son bir yıldaki anlamlı kardiyoloji poliklinik muayenesi açısından karşılaştırıldı. KAG veya koroner bypass önerilmesi, anti agregan ve/veya anti koagülan tedavi başlanması, efor testinin pozitif gelmesi kriterlerinden birinin bulunması halinde geçmiş kardiyoloji poliklinik muayenesi anlamlı kabul edildi. BULGULAR: Çalışmaya 159 hasta dahil edildi. Çalışmaya katılan hastaların 102‘si (%64,2) erkek, 57’si (%35,8) kadındı. Çalışmaya katılan hastaların yaş ortalamaları 56±16,84 idi. Çalışmaya katılan 159 hastanın 46’sında (%28,9) acil sonlanım noktasında MACE saptandı, 113’ünde (%71) MACE saptanmadı. Hastaların 43’ünde (%27) NSTMI, 2’sinde (%1,3) STMI, 1’inde (%0,6) kardiyak ölüm, 2’sinde (%1,3) koroner bypass geçirme durumu tespit edildi. iii MACE gelişen hasta grubunda 6 hastada (%13,0) son bir yıl anlamlı KAG saptanırken, MACE gelişmeyen hasta grubunda 11 hastada (%11,5) son bir yıl içinde anlamlı KAG saptandı. Her iki grup hasta son bir yıl içindeki anlamlı KAG açısından karşılaştırıldığında, MACE gelişen hasta grubu ile MACE gelişmeyen hasta grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı(p=0,576). MACE gelişen hasta grubunda 12 hastanın (%26,1) geçmiş kardiyoloji poliklinik muayenesinde koroner arter hastalığı (KAH) açısından risk saptanırken, MACE gelişmeyen hasta grubunda 13 hastanın (%11,5) geçmiş kardiyoloji poliklinik muayenesinde KAH açısından risk saptandı. Her iki grup hasta geçmiş kardiyoloji poliklinik muayenesinde KAH riski açısından karşılaştırıldığında, MACE gelişen hasta grubunda MACE gelişmeyen hasta grubuna göre, geçmiş kardiyoloji poliklinik muayenesinde KAH risk durumu istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu(p=0,022). SONUÇ: Çalışmamızda acil servise göğüs ağrısı ile başvuran hastalarda MACE gelişen ve gelişmeyenler arasında son bir yılda anlamlı KAG olma oranı benzer bulundu. Ayrıca MACE gelişen grupta son bir yıldaki anlamlı kardiyoloji muayene geçmişi, MACE gelişmeyen gruptaki anlamlı kardiyoloji muayene geçmişine göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek saptandı.
  • Öğe
    Acil servise başvuran sepsisli hastalarda intravenöz sıvı tedavisinin pleth variability indeks ve laktat ölçümleriyle değerlendirilmesi.
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Çuhadar, Reyhan; Koçak, Sedat
    Bu çalışmaya acil servise başvuran ve ilk değerlendirmesi neticesinde sepsis ön tanısı alan hastalar dahil edildi. Hastaların başvuru esnasında ve takibindeki 1. saatte elde edilen laktat değerleri, ölçülen pleth variability indeks (PVI) değerleri ve PVI ile laktatın birlikte kullanımı ile elde edilen PVI-laktat indeksleri kaydedildi. Bu değerlerdeki değişimlerle hastalarailk bir saat içerisinde verilen sıvı tedavisinin etkinliğinin belirlenebilirliğinin ortaya konulması amaçlandı. Gereç ve Yöntem Bu çalışmaya Nisan 2022- Aralık 2022 tarihleri arasında acil servise başvurup sepsis ön tanısı alan hastalar prospektif olarak dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, laktat değerleri, ölçülen pleth variability indeks değerleri, verilen sıvı tedavisi miktarı, acil servis sonlanımları, hastane sonlanımları ve mortaliteleri değerlendirildi. Bulgular Çalışmamıza sepsis ön tanısı alan 126 hasta dahil edildi. Hastaların %65,7’si (n=67) erkek ve yaş ortalaması 70,38 ± 14,11 yıl olarak kaydedildi. Komorbit hastalıklardan en sık görülenler %43,1 (n=44) ile malignite, % 26,5 (n=27) ile diyabetes mellitus, %25,5 (n=26) ile hipertansiyon olarak saptandı. Verilen sıvı tedavi miktarı <11,75 litre olan hastalarda eksitus oranı sıvı tedavisi ≥11,75 litre olan hastalara kıyasla daha yüksek belirlendi (p=0,013) Başvurudaki PVI değeri için 21,50 daha yüksek değerlerin mortaliteyi %77,42 sensitivite ve %72,73 spesifite ile ön görebileceği belirlendi. Başvurudaki laktat değeri için 2,00 ve daha yüksek değerlerin mortaliteyi %78,18 sensitivite ve %74,55 spesifite ile ön görebileceği belirlendi. Başvurudaki PVI-laktat indeksi için 0,41 ve daha yüksek değerlerin mortaliteyi %78,18 sensitivite ve %68,63 spesifite ile ön görebileceği belirlendi. 1. saatte iii bakılan PVI-laktat indeksi için 0,44 ve daha yüksek değerlerin mortaliteyi %66,67 sensitivite ve %68,18 spesifite ile ön görebileceği belirlendi. Sonuç Sepsis tanısı alan hastalarda laktat ve pleth variability indeks ve pleth variability indeks-laktat indekslerinin yüksekliği mortalite ile ilişkilidir. Sıvı tedavisi sonrası bakılan pleth variability indeks, laktat ve pleth variability indeks-laktat indekslerinde değişim olmasına rağmen sıvı tedavisinin miktarıyla korelasyonu bulunmamaktadır.
  • Öğe
    Acil yoğun bakım ünitesine kabul edilen hastaların hastane içi mortalite tahmininde news-2 ve msofa skorlarının karşılaştırılması
    (2023) Yalım, Mehmet; Ayrancı, Mustafa Kürşat
    Giriş Yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) hasta sonuçlarının geliştirilmesi için prognoz tahmininde skorlama sistemlerinin kullanılması önemlidir. Gelecekteki olası influenza, coronavirüs pandemileri ve insan kaynaklı afetlerde YBÜ kapasiteleri aşılabilir. Yoğun bakımdan en çok fayda görecek ve dolayısıyla sağkalımı en yüksek hastaların belirlenmesi hastaların triyajına katkıda bulunabilir. Hastane ve YBÜ'de hastaların triyajı ve mortalite tahmininde çok sayıda skorlama sistemleri kullanılmaktadır. Ancak, yoğun iş gücü ve kaynak tüketimine neden olan kompleks skorlama sistemlerinin uygulanması zordur. Ulusal Erken Uyarı Sistemi (NEWS-2) ve Modifiye Ardışık Organ Yetmezlik Değerlendirmesi (mSOFA) skorlamaları neredeyse tamamen hastaların rutin takiplerinde değerlendirilen vital bulguları temel almaktadır. YBÜ hastalarında prognoz tahmininde NEWS-2'nin performansını değerlendiren çalışmalar sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı görece yeni bir skorlama sistemi olan NEWS-2'nin acil YBÜ hastalarında mortalite tahminindeki rolünün gösterilmesi ve iyi bilinen bir skorlama sistemi olan mSOFA ile karşılaştırılmasıdır. Gereç ve yöntem Çalışmamıza üçüncü basamak bir hastanenin acil YBÜ bölümüne Aralık 2021 ile Haziran 2022 tarihleri arasında başvuran 393 hasta prospektif olarak dahil edildi. Hastaların YBÜ'ye kabulü sırasında demografik verileri, prokalsitonin, C-reaktif protein (CRP) ve laktat seviyeleri kaydedildi. Hastaların hem YBÜ'ye kabulü hem de 24. saatinde NEWS-2 ve mSOFA skorları hesaplandı. NEWS-2 skorunun hesaplanmasında kalp hızı, solunum hızı, sistolik kan basıncı, oksijen satürasyonu, bilinç düzeyi, vücut sıcaklığı ve solunum desteği gibi klinik gözlemler dikkate alındı. Mortalite hesaplamaları alıcı operatör karakteristikleri (ROC) analizleri ile eğri altında kalan alan (AUC) ile gerçekleştirildi. Bulgular Hastaların yaş ortalaması 67,0 ± 17,3 yıldı, hastaların %55'i erkek, %45'i kadındı. Hastaların %85'inde komorbid hastalık izlenmişti. En sık izlenen hastalıklar hipertansiyon (%42,7), diyabetes mellitus (%30,3) ve koroner arter hastalığı (%27,7) idi. Başvuru NEWS-2 skorunun mortalite için AUC değeri 0,757 (%95GA = 0,764-0,845, p<0,001), başvuru mSOFA'nın ise AUC değeri 0,807 (%95GA = 0,764-0,845, p<0,001) idi. Benzer şekilde, 24.saat NEWS-2 skorunun AUC değeri 0,804 (%95GA = 0,759-0,843, p<0,001), 24.saat mSOFA'nın AUC değeri 0,817 (%95GA = 0,774-0,855, p<0,001) idi. Başvuru NEWS-2 skoru 5'in üzerinde olduğunda mortalite için %77,2 sensitivite, %63,1 spesifite gösterirken, 24.saat NEWS-2 skorunun 4'ün üzerinde olması %85,3 sensitivite, %61 spesifite göstermekteydi. Başvuru mSOFA skorunun 4'ün üzerinde olması %59 sensitivite, %84,5 spesifiteye sahipken, 24.saat mSOFA skorunun 3'ün üzerinde olması %66,9 sensitivite, %77,1 spesifiteye sahipti. Hem başvuru hem de 24.saat NEWS-2 skorunun mortalite için AUC değeri prokalsitonin (AUC=0,731), CRP (AUC=0,705) ve laktattan (AUC=0,692) daha yüksekti. Sonuç NEWS-2 skoru acil YBÜ hastalarının prognozları için mSOFA skorlarına benzer bir performans göstermektedir. Rutin vital parametrelerle hesaplanan ve laboratuvar gerektirmeyen NEWS-2 skoru YBÜ hastalarında prognoz tahmini için kullanışlıdır.
  • Öğe
    Hiperpotasemi ile acil servise gelen hastaların ilk tedavi yöntemleri ve tedavi komplikasyonlarının değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Güleç, Musab; Küçükceran, Kadir
    Amaç: Acil serviste hiperpotasemi saptanan hastalara güncel hiperpotasemi tedavi algoritmasına göre tedavi yapılmaktadır. Hiperpotasemi tedavisi yapılırken potasyumdaki düşme miktarının hastanın özgeçmişine, kullandığı ilaçlara, verilen tedaviye göre oluşan farklılıklar araştırıldı. Çalışmanın diğer amacı tedavi amacıyla verilen insülin sonrasında kan şekeri düşmesini etkileyen faktörler araştırıldı. Yöntem: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram tıp fakültesi acil servisine Mart 2021-Mart 2022 tarihleri arasında başvuran hiperpotasemisi olan 154 hasta dâhil edildi. Hiperpotasemi ile acil servise gelen hastaların tedavi öncesi ve sonrası K+ daki düşme miktarı 1 mg/dl’den fazla olanlar ile 1 mg/dl’den az olanlar olarak iki gruba ayrıldı. Çalışmanın diğer amacı ise tedavi sonrası gelişen kan şekerinin düşüp düşmemesine göre iki gruba ayrıldı. Hastaların yaş, cinsiyet, kullandıkları ilaçlar, komorbiditeleri, verilen tedaviler, laboratuar sonuçları, başvuru şikâyetleri, EKG bulguları, hastane yatış süreleri, acil servis tanıları ve hastane sonlanımları kaydedildi. Gruplar arasında istatistiksel karşılaştırma yapıldı. Bulgular: Hiperpotasemi saptanan ve çalışmaya alınan hastaların verilen tedavi ile K+ ’u 1 mg/dl’den fazla düşenler 75(%48,7) hasta olarak bulundu. K+ düşüşü 1 mg/dl’den az olan 79(%48,7) hasta olarak bulundu. Hastaların tedavi sonrası parmakucu kanşekeri sonuçlarına göre kanşekeri düşen 50(%32,5) hasta ve kanşekeri düşmeyen 104(%67,5) hasta olarak bulundu. Hastane içi mortaliteye bakıldığında K+ 1 mg/dl’den fazla düşüşü olan 31(%41,3) hasta tespit edildi. K+’un 1 mg/dl’den fazla düşen hastalarda sadece insülin kullanılma oranı K+’u 1mg/dl’den daha az düşen hastalara göre istatistiksel anlamlı yüksek bulundu(p<0,001). K+ 1 mg/dl’den fazla düşen hastalarda hemodiyaliz yapılma oranı K+ ’u 1 mg/dl’den az düşen hastalara göre istatistiksel anlamlı yüksek bulundu(p₌0,006). K+ ’u 1 mg/dl’den fazla düşen hastalardaki insülin dozu K+’u 1 mg/dl az düşen hastalara göre istatistiksel anlamlı yüksek bulundu(p₌0,015). K+ ’u 1 mg/dl’den fazla düşen hastalardaki çoklu tedavi kullanım oranı K+’u 1 mg/dl az düşen hastalara göre istatistiksel anlamlı fark bulunmadı(p₌0,307). iii Kan şekeri düşen hastalarda sadece insülin alma oranı kanşekeri düşüşü olmayan hastalara göre kıyaslandığında istatistiksel anlamlı yüksek tespit edildi(p<0,001). Kan şekeri düşmeyen hastalarda 5/1 oranında glikoz/insülin kullanımı oranı kanşekeri düşenlere göre istatistiksel anlamlı yüksek bulundu(p=0,001). Kan şekeri düşen hastaların 3/1 ve 4/1 glikoz/insülin kullanım oranı kan şekeri düşmeyen hastalara göre kıyaslandığında istatistiksel anlamlı farklılık tespit edilmedi(3/1 p=0,055)(4/1 p=0,577). Sonuç: Çalışmamızda tedavi sonrası K+’daki düşme miktarı 1mg/dl’den fazla olan hastaların 1 mg/dl’den daha az düşen hastalara göre istatistiksel anlamlı olacak şekilde daha fazla hemodiyaliz alma oranına sahiptiler. Hastalara verilen diğer tedavilerde anlamlı fark olmadı. Hastane içi mortalite oranı K+ ’u 1 mg/dl’den fazla düşenlerde K+’u 1 mg/dl’den az düşenlere göre kıyaslandığında istatistiksel anlamlı yüksek saptandı. Kan şekeri düşen hastalarda sadece insülin kullanımı oranı kan şekeri düşmeyen hastalara göre istatistiksel anlamlı yüksek bulundu. Kan şekeri düşmeyen hastalarda 5/1 oranında g/i kullanım oranı kan şekeri düşen hastalara göre kıyaslandığında istatistiksel anlamlı yüksek bulundu. Sadece insülin verilme tedavisi haricinde insülinle beraber glikoz verilme oranı kan şekeri düşen ve düşmeyen hastalar arasında kıyaslandığında anlamlı istatistiksel fark saptanmadı. İnsülin dozu arttıkça potasyumun düşmesinde önemli rol oynadığı glikoz/insülin oranındaki değişiklikler sanıldığının aksine kanşekeri düşüklüğüne sebep olmamakta ancak yinede kan şekeri takibi yapılması gerektiği düşünülmüştür.
  • Öğe
    Hiperkalemi ile acil servise gelen hastaların, kan gazı ve kan biyokimya tetkiklerinde ki potasyum değerlerinin kıyaslanması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Uysal, Ali; Küçükceran, Kadir
    Amaç: Acil servise hiperpotasemi ile gelen hastalarda; hiperpotaseminin ölümcül etkileri dikkate alınarak, kısa zamanda hiperkalemi teşhisini koyup tedavi vermek amacıyla hızlı netice veren kan gazı tetkiki ile elde edilen potasyum değeri ile kan biyokimya potasyum değerlerini karşılaştırmak ve kan gazı potasyum değerini biyokimya potasyum değeri yerine kullanılabilip kullanılamayacağını göstermek içi prospektif bir çalışma yaptık. Gereç ve Yöntemler: 17 Temmuz 2020 – 19 Kasım 2021 tarihleri arasında hiperpotasemi ile gelen 109 hastadan oluşan çalışma grubunda ki hastalardan gelişinde ve tedavi sonrasında eş zamanlı alınarak biyokimya laboratuvarında ve kan gazı analiz cihazında çalışılan potasyum sonuçları prospektif olarak değerlendirildi. İlk başvuruda potasyum seviyesi 5 üzerinde olan hastalar çalışma grubuna alındılar. Çalışma grubunda yer alan 109 hastanın kaydedilen verileri bilgisayar ortamında SPSS (Statical Package for Social Sciences) 18.0 paket programı ile analiz edildi. Bulgular: Laboratuar potasyum değerleri ile kan gazı potasyum değerleri arasında ki ortalama fark; potasyum değeri 6,5’ten düşük olan hastalarda: 0,32±0,76 mmol/L (% 95 güven aralığı 0,15-0,49 olarak saptandı), potasyum değeri 6,5’ten yüksek olan hastalarda ise 0,74 ± 1,22 mmol/L (% 95 güven aralığı 0,27-1,21 olarak saptandı) olarak tespit edildi. Potasyum seviyesi 6,5’ten düşük ve yüksek iki hasta grubu arasında karşılaştırılan; BUN (Kan üre azotu), kreatin seviyeleri, potasyum (K) seviyesi 6,5’ten yüksek olan grupta anlamlı daha yüksek saptanırken ( BUN: Ortalama değer: K<6,5: 56,20 ± 36,89, K>6,5: 93,12±51,08, p=0,001, kreatin: Ortalama değer: K<6,5: 3,35±3,01 K>6,5: 5,31±4,23, p=0,009); PH (Potasiyel Hidrojen), bikarbonat seviyeleri anlamlı düşük, baz ekstresi seviyesi anlamlı yüksek saptandı (PH: Ortalama değer: K<6,5: 7,28±0,1, K>6,5: 7,20±0,14, p= 0,007, bikarbonat: Ortalama değer: K<6,5:18,01±5,50, K>6,5: 13,67±6,19, p=0,002, baz ekstresi: Ortalama değer K6,5: -6,73±6,99, K>6,5:-13±7,16, P<0,001). Ayrıca karşılaştırmış olduğumuz mortalite oranı da potasyum seviyesi 6,5’ten yüksek olan grupta düşük olan gruba göre anlamlı yüksek tespit edildi (Potasyum seviyesi 6,5’in altında olan grupta mortalite: %25,9, potasyum seviyesi 6,5’ten yüksek olan grupta mortalite % 60,7, p=0,001). Potasyum seviyesi 6,5’ten düşük olan hastalarda kan gazı potasyum ile biyokimya potasyum değerleri arasında pozitif yönde orta derecede korelasyon (r=0,447, p<0,001) tesbit edilirken, potasyum seviyesi 6,5’ten yüksek olan hastalarda ise pozitif yönde çok iyi derecede korelasyon (r=0,713, p<0,001) tesbit edildi. iii Sonuç: Hiperkalemi ile gelen hastaların potasyum seviyesi 6,5’ten düşük olan gruba göre, 6,5’ten yüksek olan grupta; BUN, kreatin, baz ekstresi seviyeleri anlamlı daha yüksek saptanırken Ph, bikarbonat anlamlı düşük tespit edildi. Ayrıca yine potasyum seviyesi 6,5’ten yüksek olan hasta grubunda, hastane içi mortalite istatiksel olarak anlamlı yüksek tespit edildi. Potasyum düzeyi 6,5’ten düşük olan hasta grubunda her iki ölçüm tekniği ile elde edilen sonuçlar arasında orta seviyede; 6,5’ten yüksek olan grupta ise çok iyi derecede korelasyon tespit edildi. Bu sonuçla, özellikle kan gazı potasyum seviyesi 6,5’ten yüksek olan ve hızlı şekilde karar verilip tedavisine başlanması gereken hastaların tedavi yaklaşımında kan gazı potasyum düzeyi dikkate alınıp kılavuz olarak kullanılabilir. Biyokimya potasyum seviyesi hakkında tahminde bulundurabilir. Sonuç itibariyle, hızlı sonuç veren kan gazı potasyum değeri 6,5’ten daha yüksek gelen hastalarda, doktorlara hayatı tehdit eden bir hiperkalemi durumu olduğunu düşündürtebilir ve kan biyokimya potasyum sonucu beklenirken de tedaviyi planlama ve başlama hususunda zaman kazandırmış olur.
  • Öğe
    Acil servise başvuran multitravma hastalarında doku satürasyon cihazı ölçümleriyle kan ürünü ihtiyacı ve mortalite öngörülebilir mi?
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Gökmen, Musa; Girişgin, Abdullah Sadık
    Dünya genelinde multitravma hastalarında hemorajik şok mortalitenin önde gelen nedenidir. Sıvı resüsitasyonu ile doku oksijenizasyonun idame ettirilmesi, kanama kontrolü ve koagülasyon desteği hemorajik şok hastalarında tedavinin temelini oluşturmaktadır. Hemorajik şokun erken tanınması yaşam kurtarıcı müdahalelerin uygulanma zamanını azaltarak hastaların sağkalımını arttırmaktadır. Ancak hemorajik şok varlığı kan basıncı ve kalp hızı gibi standart vital bulguların monitörizasyonu ile her zaman tanınamamaktadır. Doku oksijen satürasyonu (StO2) doku perfüzyonunu göstermektedir ve aktif kanama sırasında azalması beklenmektedir. Travma merkezine hastaların gelişi sırasında ölçülen StO2 seviyesi hemorajik şok varlığını ve kan transfüzyon ihtiyacının tahmininde kullanılabilir. Bu çalışmanın amacı yakın kızıl ötesi spektroskopi ile değerlendirilen StO2 ölçümlerinin kan transfüzyonu ve mortalite tahminindeki öneminin belirlenmesidir. Gereç ve yöntem Bir üniversite hastanesi acil servisine Ocak 2021-Ocak 2022 arasında getirilen 61 hasta çalışmaya prospektif şekilde dahil edildi. Travma sonrası ilk 24 saatte acil servise getirilemeyen hastalar çalışmadan dışlandı. Travma merkezine hastaların gelişi sırasında kan basıncını ölçülmediği kolun tenar eminens bölgesine InSpectra StO2 cihazı yerleştirildi. Hastaların demografik özellikleri, travma mekanizması, mortalite oranı, hastaların gelişi sırasındaki sistolik (SKB) ve diyastolik kan basıncı (DKB), kalp hızı, hemoglobin ve laktat seviyesi kaydedildi. ROC analizinde kan transfüzyonunda belirleyici olabilecek faktörler değerlendirildi. Bulgular Hastaların yaş ortalaması 42,4 ± 19,1 yıl idi (18-88 yaş). Hastaların %82’si erkek, %18’i kadındı. Erkek/kadın oranı 4,5/1 idi. En yaygın izlenen travma mekanizmaları sırasıyla araç içi trafik kazası (%59), araç dışı trafik kazası (%34,4) ve yüksekten düşme (%18) idi. Hastaların %37,7’sinde kan ürünü kullanıldı. Kan transfüzyonu yapılan tüm hastalara eritrosit süspansiyonu verilmişti. Ek olarak hastaların %32,8’sine taze donmuş plazma, %3,3’üne IV trombosit süspansiyonu, %1,9’unda tam kan verildi. Acil servisteki mortalite oranı %9,8 (n=6), hastane içi mortalite oranı %24,6 (n=15) idi. ROC analizinde, kan ürünü verilmesinde en belirleyici faktörlerin başvuru StO2 (AUC=0,834), hemoglobin (AUC=0,813), kalp hızı (AUC=0,783) ve SKB (AUC=0,757) olduğu görüldü. StO2 seviyesi %65’in altında olanlarda acil servis (%30 & %0, p=0,001) ve hastane içi mortalite (%50, %12,2, p=0,003) oranı daha yüksekti. Sonuç Multitravma hastalarında StO2 seviyesinin %65’in altında olması kan transfüzyon ihtiyacı ve mortalite ile ilişkilidir. Bu nedenle, hemorajinin geleneksel belirteçlerinden daha üstün olan StO2 seviyesi hemorajinin erken tanısında kullanılabilir.
  • Öğe
    Üniversite acil servisine 112 ambulans ile başvuran hastaların uygunluk düzeyinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Menendi, Melike; Girişgin, Abdullah Sadık
    Acil sağlık hizmetlerinin uygunsuz, acil olmayan sebeplerle kullanılması evrensel bir sorundur. Acil servisimize 112 ambulansı ile getirilen hastaların, üniversite acil servisine getirilme gerekliliği ve dolaylı yoldan ambulans kullanım uygunluğunu değerlendirdiğimiz çalışmamızın hastane öncesi ve sonrası acil sağlık hizmetlerinin daha etkin kullanımı için faydalı olacağını düşünmekteyiz. Metod: Çalışmamız tanımlayıcı-kesitsel bir çalışmadır. Retrospektif ve prospektif olarak izlenmiştir. Çalışmamıza 112 ambulans ile başvuran ve ambulans kayıt formu temin edilebilen 3731 hasta dahil edilmiştir. Hastaların çalışmaya dahil edilen bilgileri için 112 ambulans müdahale formu ve hastanemizin otomasyon sisteminden yararlanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastalardan %60,9'u erkek, tüm hastaların yaş ortalaması 47,02 idi. 18 yaş üstü hastalar %84,6'lık bir kısmı oluşturmaktaydı. Hastaların %66,2'sinin SSK sağlık güvencesine sahipti. 112 tarafından en sık konulan tanı/ön tanılar düşme, trafik kazası ve göğüs ağrısı olarak görüldü. 112 ve acil servis tanı/ön tanıları incelendiğinde cinsiyete ve yaşa göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark olduğu görüldü (p=0,001). Hastaların 112 tarafından ölçülen ve acil serviste ölçülen vital bulgularının değerleri karşılaştırıldı, 112 tarafından ölçülen sistolik ve diyastolik kan basıncı ve nabız acil serviste ölçülen değerlere kıyasla istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek gözlendi. Hastaların sonlanım verileri incelendi. Taburcu olanların oranı %58, eksitus olanların oranı ise %1,4 olarak gözlendi. Yoğun bakım ünitesi yatışlarında en yüksek oranın acil servis yoğun bakım, servis yatışlarında ise ortopedi servisi olduğu görüldü. Hastaların 112 tarafından alındıkları yerler incelendiğinde %18'inin dış merkez (sağlık kurumu), %80,9'unun ev-olay yerinden olduğu gözlendi. Sonuç: Yaş, cinsiyet, sağlık güvencesi gibi demografik özellikler acil ambulans hizmetleri kullanımında etkili rol oynamaktadır. 112 ile getirilen hastalar içinde büyük bir orana sahip olan trafik kazası ve iş kazası gibi önlenebilir durumlar için gerekli çalışmaların yapılması hayati önem taşımaktadır. Hastane öncesi sağlık personeli vital bulguların ölçümünün önemi konusunda eğitilmelidir. Çalışmamızda herhangi bir triyaj kodu belirtilmeyen hastaların oranı yüksek bulunmuştur. 112 çalışanları bu konuda bilinçlendirilmelidir. Uygunsuz ambulans kullanımı ve buna bağlı gelişen yüksek taburculuk durumu, sağlık sistemi ile alakalı önemli sorunlarından biridir. 112 aracılığıyla yapılan sevklerde gerekli koordinasyon ve iş birliğinin sağlanması gereksiz sevkleri azaltarak kaynakların doğru kullanılmasına katkı sağlayacaktır.
  • Öğe
    Acil serviste kardiyopulmoner resüsitasyon yapılan hastalarda kan gazı, END-tidal CO2 ve anamnez yardımı ile resüsitasyon süresi ve mortalite oranı tahmin edilebilir mi?
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Hacımustafaoğlu, Ömer; Girişgin, Abdullah Sadık
    Bu çalışmada kardiyopulmoner arrest olan hastalarda ölçülen ETCO2, hastanın anamnezi ve bulguları, verilen tedavi, kan gazındaki parametreleri ile mortaliteyi arttıran ve azaltan nedenleri, resüsitasyonun ne kadar süre yapılmasının gerektiği ve mortalitenin tahmin edilip edilemeyeceği hususlarının araştırılması amaçlanmıştır. Bu parametreler ışığında amaç, hastane içi ve hastane dışı arrest olan hastalarda, KPR süresini hesaplayarak; SDGD sağlanan hastalar ile exitus kabul edilen hastaların kıyaslanmasıyla hastaya özgü yapılması gereken ideal KPR süresi ile ilgili bilgi sahibi olmaktır. Yöntem: Çalışmaya acil servisimize başvuran 18 yaş ve üzeri, dışlama kriterlerini bulundurmayan ve çalışmaya katılma onamı alınmış 150 hasta dahil edildi. Çalışmamızda acile ayaktan gelen ya da ambulansla gelen hastalarda ve acil kritik bakımda takip edilen hastalarda yapılan KPR ele alınmıştır. Çalışmada hastalara yönelik herhangi bir girişimde bulunulmadı ve gözlemci olarak katılarak yapılan prospektif bir çalışmadır. Çalışmaya dahil edilme kriterlerini taşıyan tüm hastaların: Yaş, cinsiyet, komorbiditeleri, Hİ ve HD KPR süresi, monitördeki ilk arrest ritmi, defibrilatörün kaç kez kullanıldığı, arrest anında hastaya yapılan ilaçlar, entübasyonun yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa kaçıncı dakikada yapıldığı, travmaya bağlı olup olmadığı, hastaneye ulaşım şekli, geri döndürülebilir neden varlığı, tanıklı olup olmadığı, entübasyon uygulandıktan sonra ölçülen ETCO2, hastanın tanısı/ön tanısı, hastanın spontan dolaşımının geri dönüp dönmediği ve 24 saat sonra yaşayıp yaşamadığı kayıt altına alındı. Hastalardan arrest öncesi ya da arrest anında alınan kan gazı parametreleri (pH, PCO2, HCO3, Laktat, Baz Açığı, Hg, COHb, K, Ca) not edildi. Araştırma sonucunda elde edilen veriler bilgisayar ortamında SPSS (Statistical Package for Social Sciences) 18.0 paket programı ile analiz edildi. Bulgular: HİKA olan 102 hasta ile HDKA olan 48 hasta ile yapılan çalışmada; HİKA olan grupta erkek oranı %59,8 iken, HDKA'da %70,8 idi. HİKA ve HDKA olan hastaların sırasıyla %28,3'ünde (n=53), %50'sinde (n=24) SDGD tespit edildi. 24 saat sonundaki yaşam oranlarına bakıldığında ise sırasıyla %13,7'sinde (n=14), %27,1'inde (n=13) ise SDGD tespit edildi. SDGD sağlanan hastaların hastane içi KPR, hastane dışı KPR, ve total hastada arrest süreleri sırasıyla 10,03±8,76, 26,04±15,38, 17,28±14,51 saptandı (İstatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu). 24 saat sonunda SDGD saptanan hastaların hastane içi KPR, hastane dışı KPR ve total hastada arrest süreleri sırasıyla; 5,29±5,58, 19,85±10,54, 12,29±11,03 saptandı (istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu). HİKA ve HDKA olan hastaların toplamında 24 saat içinde mortal seyreden hastalara bakıldığında; COHb düşük olması, baz açığının artması, bikarbonatın düşük olması, Ph'nin düşük olması, laktat değerinin 8,25 mmol/L 'nin üstünde olması, baz açığının artması, adrenalinin 8,5 mg'dan fazla yapılması, KPR'nin 26,5 dakikadan fazla yapılması mortalite oranını belirgin arttırdığı tespit edildi. KPR yapılan hastalarda ETCO2 değerinin SDGD öngörüsü için sınır değeri 17,5 mmHg olarak hesaplanmıştır (AUC:0,85; sens:95,7; spes:68,3). Total çalışmamızdaki hastalarda; H iyonu fazlalığı olması, septik şok tanısı olması, NEA ritmi olması, yatan hasta grubunda olması mortaliteyi arttırmaktadır. Kardiyak tromboz varlığı, ilk arrest ritminin şoklanabilir olması, defibrilasyon sayısının fazla olması ise SDGD oranını arttırmaktadır. HDKA olan hastalarda tanıklı KA olması, hastanın hayatta kalma şansını arttırmaktadır. Sonuç: HİKA ile HDKA olan hastaların KPR seyirleri birbirinden farklılık seyretmek ile beraber bu hastaların mortalitesini öngörmede ETCO2 değeri, arrest olma ritmi, olası tanısı, komorbid hastalıkları, geri döndürülebilir nedenleri, tanıklı/tanıksız olması, entübasyon yapılma zamanı, kan gazındaki Ph, bikarbonat, laktat, baz açığı, CO, potasyum değerleri önem arz etmektedir. Ayrıca bu belirteçler yapılması gereken KPR süresi hakkında da bize yol gösterirler. Anahtar Kelimeler: Kardiyopulmoner Resüstasyon (KPR), Arrest, Hastane İçi Kardiyak Arrest, Hastane Dışı Kardiyak Arrest, Mortalite, Spontan Dolaşımın Geri Dönmesi, Geri Döndürülebilir Nedenler, End Tidal CO2, Kapnografi, Defibrilasyon
  • Öğe
    Multitravma hastalarında yaralanma şiddet skoru, ters şok indeksi ve laktat seviyesinin yoğun bakımda kalış süresi ve mortaliteyi öngörmedeki değerinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Demirayak, Ömer Faruk; Koçak, Sedat
    Travma; 45 yaşın altındaki bireylerde kanser ve kardiyovasküler hastalıklardan sonra üçüncü en sık ölüm nedenidir. Travmaların yaklaşık %5-7’si prognozu kötü olan, ağır veya multiple travma şeklinde sınıflandırılmaktadır. Multiple travma hastalarında amaç sağ kalımın en üst seviyeye çıkarılmasıdır. Bu nedenle zaman multiple travma hastalarının yönetiminde belirleyici bir faktördür. Travma şiddetinin belirlenmesinde çeşitli yöntem ve skorlamalar kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı; acil servise multiple travma nedeniyle kabul edilen hastalarda Yaralanma Şiddet Skoru (Injury Severity Score) (ISS), Ters Şok İndeksi (Reverse Shock Index) (RSI) ve serum laktat seviyelerinin yoğun bakım ünitesine (YBÜ) kabul ve mortalitedeki belirleyiciliğinin değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem Bu prospektif çalışmaya 1 Ekim 2020 ile 1 Ekim 2021 tarihleri arasında, acil servise multiple travma nedeniyle başvuran hastalar dahil edildi. Hastaların yaş, cinsiyet, travma mekanizması, YBÜ kabulü, YBÜ kalış süresi, hastanede kalış süresi ve hastane içi mortalite verileri kayıt altına alındı. Tüm hastaların ISS ve RSI skorları hesaplandı. Hastaların acil servise başvurusunda istenen kan örneklerinden serum laktat seviyeleri değerlendirildi. Bulgular Yirmi beş hasta (%21,9) kadın, 89 hasta (%78,1) erkek olmak üzere toplam 114 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların ortalama yaşı 44,5 ± 18,2 yıldı (18-87 yıl). En sık izlenen travma mekanizmaları sırasıyla; 83 hastada (%72,8) motorlu taşı kazaları, 26 hastada (%22,8) düşme idi. Hastaların %72,8’i (n=83) YBÜ’ye kabul edildi. Hastane içi mortalite %10,5 (n=12) idi. YBÜ’ye kabul edilen hastaların ISS skorları (p<0,001) ve serum laktat seviyeleri (p<0,001) daha yüksekti. Benzer şekilde kaybedilen hastaların ISS skoru (p<0,001) ve serum laktat seviyesi (p=0,003) daha yüksekti. Ancak, YBÜ’ye kabul edilen veya kaybedilen hastalarda RSI skorları farklılık göstermedi. ISS, RSI ve serum laktat seviyeleri, YBÜ kalış süresi ve hastanede kalış süresi ile korelasyon gösterdi. Multiple travma hastalarında mortalite tahmininde ISS skorunun (cut-off >34 için) sensitivitesi %75, spesifitesi %94,1, serum laktat IV seviyesinin ise (cut-off ≥5 mmol/l için) sensitivitesi %50, spesifitesi %91,1, RSI skorunun (cut-off ≤0.76 için) sensitivitesi %33,3, spesifitesi %95,1 idi. YBÜ kabulünde ISS skorunun (cut-off>14 için) sensitivitesi %79,5, spesifitesi %80,6, serum laktat seviyesinin (cut-off>2.1 mmol/l için) sensitivitesi %69,9, spesifitesi %74,2, RSI skorunun (cut-off<1,3 için) ise sensitivitesi %43,4, spesifitesi %83,9 idi. Sonuç Multiple travma tüm ülkeleri ilgilendiren ciddi mortalite nedenidir. Her yıl binlerce insan multitravma nedeniyle sağlıklarını ya da hayatlarını kaybetmektedir. Bulgularımız ISS skoru ve serum laktat seviyesinin, hastane içi mortalite ve yoğun bakım ihtiyacını öngörmede güçlü belirleyiciler olduğuna işaret etmektedir.
  • Öğe
    KOAH alevlenme ile başvuran hastaların acil sonlanım kararında nötrofil lenfosit oranı, laktat ve laktat klirensinin değeri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Sakallı, Fahri; Girişgin, Abdullah Sadık
    KOAH alevlenme; sık tekrarlayan acil başvurusu ve uzun süre takip gerektirmesi nedeniyle giderek artan ekonomik ve sosyal yüke neden olmaktadır. Başvuru anında bakılacak ucuz ve kolay kan parametreleri ile yatış ya da taburculuk öngörüsü yapabilmek oldukça önemlidir. Bu çalışmada, KOAH alevlenme ile acil servise başvuran hastalardan alınan rutin kan tetkikleri kullanılarak hesaplanan nötrofil lenfosit oranı, laktat ve laktat klirensi değerlerinin, hastaneye yatış ya da taburculuk kararını vermede etkinliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bu retrospektif tek merkezli çalışmaya, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Acil Tıp Kliniği'ne 01 Ocak 2015 – 01 Ocak 2020 tarihleri arasında KOAH alevlenme ile başvuran, 18 yaşını doldurmuş, acil servis biriminde nötrofil, lenfosit ve laktat parametreleri çalışılmış hastalar dahil edilmiştir. Çalışmaya dahil edilen hastalarda kaydedilen veriler; yaş, cinsiyet, vital bulgular, laktat, nötrofil, lenfosit, uzun süreli oksijen tedavisi kullanım durumu, acil sonlanımı (taburculuk, servis yatışı, yoğun bakım yatışı, eksitus), hastane içi sonlanımı (hastanede kalış süresi, sağkalım, eksitus) şeklindedir. Nötrofil lenfosit oranı, hemogram tahlilindeki nötrofil ve lenfosit değerleri kullanılarak, laktat klirensi ise hastanın acil servise başvurusunda alınan kan gazı tahlilindeki laktat değeri ve başvurudan sonra 2. saatte alınan kan gazındaki laktat değeri kullanılarak hesaplandı. Nötrofil lenfosit oranı, laktat ve laktat klirensi değerlerinin hastanın acil sonlanımı ve hastane içi sonlanımı arasındaki ilişkisi istatistiksel olarak incelendi. Araştırma sonucu elde edilen veriler bilgisayar ortamında SPSS (Statistical Package for Social Sciences) 18.0 paket programı ile analiz edildi. Tanımlayıcı analizlerde frekans verileri sayı (n) ve yüzde (%) olarak, sayısal veriler ise ortalama±standart sapma, minimum-maksimum olarak gösterildi. Veri sayısına bakılarak merkezi limit teoremine göre normal dağıldığı kabul edildi. Tüm testler için istatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edildi. Bulgular: Bu çalışmaya, KOAH alevlenme ile acil servise başvuran 1024 hasta dahil edildi. Hastaların %13,2'si (n=135) kadın, %86,8'i (n=889) erkek idi. Çalışmaya dahil edilen hastaların yaş ortalaması 69,35±10,01 yıl olarak bulundu. Hastaların %59,7'sine (n=611) servis yatışı, %14,9'una (n=153) yoğun bakım yatışı yapıldı. Hastaların %25,4'ü (n=260) acil servisten taburcu edildi. Hastanede en az bir gün yatış yapılan hastaların hastanede kalış süreleri ortalaması 11,52±6,74 gün olarak tespit edildi. Hastaların laktat ortalaması 1,55±0,88 mmol/L, nötrofil lenfosit oranı ortalaması 9,54±9,57, laktat klirensi ortalaması ise %-0,83±41,54 olarak bulundu. Acil servisten taburcu olan hasta grubunda laktat klirensi düzeyi, diğer gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p <0,001). Acil servisten yatış yapılan hasta grubunda laktat ve nötrofil lenfosit oranı düzeyleri, taburcu olan hasta grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p<0,001). Nötrofil lenfosit oranı düzeyinin acil servisten yatışı öngörmede tanısal değeri olduğu saptandı (AUC:0,68, p<0,001). Laktat klirensinin acil servisten taburculuğu öngörmede tanısal değeri olduğu tespit edildi. (AUC:0,82, p<0,001). Çalışmaya dahil edilen hastaların hastane sonlanımında; hastaların laktat ve nötrofil lenfosit oranı düzeyleri, eksitus olan hasta grubunda diğer gruba göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p<0,001). Laktat düzeyinin, hastane sonlanımını öngörmede tanısal değeri olduğu bulundu (AUC:0,69, p<0,001). Nötrofil lenfosit oranı düzeyinin, hastane sonlanımını öngörmede tanısal değeri olduğu saptandı (AUC:0,73, p<0,001). Sonuç: KOAH alevlenme ile acil servise başvuran hastaların NLR ve laktat klirensi düzeyleri, hastaların acil servisten taburcu ya da hastaneye yatış kararını vermede klinisyenlere yardımcı parametreler olarak kullanılabilir. Ayrıca hastaların, hastane sonlanımını öngörmede laktat ve NLR düzeyleri yardımcı olabilir. Anahtar Kelimeler: KOAH alevlenme, Nötrofil lenfosit oranı, Laktat klirensi
  • Öğe
    Acil servis hastalarında laktat/albümin oranınn prognostik değeri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Alumert, Kartal; Dündar, Zerrin Defne
    Acil Servis Hastalarında Laktat/Albumin Oranının Prognostik Değeri Kartal ALUMERT, Prof Dr Zerrin Defne DÜNDAR, Tıpta Uzmanlık Tezi, 2022 Giriş ve Amaç: Çalışmamızda acil servise başvuran genel hasta popülasyonunda laktat/albümin oranının (LAR) hastane içi mortalite ve acil servisten yatış – taburculuk için prognostik değerini araştırdık. Yöntem: Çalışmamıza 01 Temmuz 2020 ile 31 Aralık 2020 tarihleri arasında başvurmuş yaş >18 yıl olan ve dahil edilme kriterlerini karşılayan 2244 hasta dahil edildi. İlk sonlanım noktamızı acil servis sonucu, ikinci sonlanım noktamızı hastane içi mortalite olarak belirledik. Hastaların yaş, cinsiyet, eşlik eden hastalık, üre, kreatinin, albümin, aspartat aminotransferaz (AST), alanin aminotransferaz (ALT), C-reaktif protein (CRP), beyaz küre sayısı (BK), nötrofil sayısı (#NE), lenfosit sayısı (#LY), pH, laktat, baz açığı (cBase(B)c), acil sonlanımı, hastane içi mortalite, yoğun bakım yatış süresi, hastanede kalış süresi, acil servis tanısı bilgileri kaydedildi. Verilerin analizi SPSS 20.0 programı kullanılarak yapıldı. Verilerin normallik analizleri yapıldı. Kategorik değişkenler n (%), normal dağılıma uyan numerik değişkenler ortalama±SD ve normal dağılıma uymayan numerik değişkenler medyan (%25-%75 çeyreklikler) olarak ifade edildi. Hastalar taburcu olan, yoğun bakım ünitesine yatan, servise yatan ve eksitus olarak dört gruba ayrıldı. Yine hastalar sağ kalanlar ve eksitus olanlar olarak iki gruba ayrıldı. Parametrelerin hasta grupları arasındaki farklılığı uygun istatistiksel testler kullanılarak araştırıldı. Bulgular: Çalışmamızda eksitus olan hasta grubunda yaş anlamlı şekilde daha büyüktü ve eksitus olan hastaların çoğu erkekti. Hastane içi sonlanıma göre nötrofil değeri eksitus olan grupta daha yüksek iken lenfosit sağ kalan grupta daha yüksekti ve ikisi de istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,001). Albümin eksitus olan hasta grubunda anlamlı şekilde daha düşüktü (p<0,001). Laktat eksitus olan hasta grubunda belirgin daha yüksekti (p<0,001). Nötrofil/lenfosit oranı (NLR) ve LAR her ikisi de eksitus olan hasta grubunda daha yüksekti ve anlam teşkil ediyorlardı (sırasıyla p<0,001; p<0,001). LAR üzerine hastane içi mortalite için eğri altındaki alan 0,794±0,016 (%95 güven aralığı (GA) 0,762-0,826) (p<0,001) olarak bulundu, kesim değeri 0,63 üzeri için %70,8 sensitivite, %75,1 spesifisite ölçüldü. Diğer sonlanım noktamız olan acil servis sonucuna göre; yatış alan hastaların yaşı daha yüksekti ve yatış alan hastaların çoğunluğu erkekti (sırasıyla p<0,001; p<0,001). Albümin değeri yatış alan hasta grubunda anlamlı daha düşüktü (p<0,001). Laktat hospitalize edilen hasta grubunda belirgin daha yüksekti (p<0,001). Hem NLR hem LAR değerleri yatış alan hasta grubunda taburcu olanlara göre anlamlı yükseklik gösterdiler (sırasıyla p<0,001; p<0,001). Acil sonlanımı üzerine LAR için eğri altındaki alan 0,676±0,011 (%95 GA 0,654-0,699) (p<0,001) olarak tespit edildi, kesim değeri 0,53 üzeri için %54,6 sensitivite, %72,1 spesifisite gösterdi. NLR değeri acil sonlanımı için eğri altındaki alan 0,718±0,011 (%95 GA 0,696-0,739) (p<0,001) olarak tespit edildi, kesim değeri 3,6 üzeri için %67,7 sensitivite, %67,4 spesifisite gösterdi. Sonuç: Çalışmamızda LAR değerinin hastane içi mortalite üzerine güçlü bir prediktör olduğunu, kesim noktası 0,63 üzeri olarak alındığında bu görevi yüksek bir sensitivite ve spesifite ile ifa ettiğini bulduk. Acil servisten hasta taburcu – yatış kararı için güçlü bir yol gösterici olduğunu, kesim değeri 0,53 üzeri alındığında yüksek bir spesifisite ile bu görevi de yerine getirebileceğini gösterdik. Sonuçlarımız arasında LAR hastane içi mortalite için daha güçlü bir gösterge iken NLR acil servis sonlanımı üzerine daha etkin tespit edildi. Bu iki parametrenin birlikte kullanılması daha faydalı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Acil sonucu, genel hasta popülasyonu, laktat/albümin oranı, mortalite, nötrofil/lenfosit oranı
  • Öğe
    Covıd-19 tanılı kritik hastalarda, platelet lenfositoranı, monosit lenfosit oranı ve diğer bazıhematolojik değerlerin prognoza etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Dede, Sümeyra; Girişgin, Abdullah Sadık
    Giriş ve amaç: 2019 Yeni Koronavirus Hastalığı Çin'in Wuhan şehrinde başlayıp 2020 yılında tüm dünyaya yayılarak pandemiye neden olmuştur. Milyonlarca insanın enfekte olduğu ve yüksek mortaliteye sahip bu hastalıkta mortalite öngörüsü ve kritik hastaların ayırt edilmesi büyük önem taşımaktadır. Acil Servis’e başvuran, COVID-19 tanısı olan hastaların ciddiyetinin erken dönemde belirlenmesi, tedavi sürecine erken başlanması faydalı olacaktır. Bu çalışmada, yoğun bakım ünitesi (YBÜ)’ne COVID-19 tanısı ile yatırılan hastaların platelet lenfosit oranı (PLR) ve monosit lenfosit oranları (MLR) YBÜ yatış ihtiyacı olmayan hastaların değerleri ile karşılaştırılması ve prognozu öngörme başarısı amaçlanmıştır. Aynı zamanda bu hastalardan vefat eden ve otucuncu günde sağ kalanlar arasında PLR ve MLR değerlerinin mortalite ile ilişkisi incelenmiştir. Yöntem: Acil Servis’e COVID-19 öntanısı ile başvurup yoğun bakım ünitesine yatırılan hastalar ile YBÜ yatış ihtiyacı olmayan hastalar (kontrol grubu) çalışmaya dahil edildi. 18 yaş üstü ve PCR + hastalar çalışmaya alındı. Bu hastaların yaş, cinsiyet, başvuru şikayetleri, komorbiditeleri, vital değerleri, laboratuvar değerleri, BT görüntülemeleri, aldıkları oksijen tedavileri, hastane yatış süreleri ve hastane sonlanım bilgileri kaydedildi. Hasta verileri SPSS 25.0 programına girildi, daha sonra hasta veri analizi yapıldı. Kategorik değişkenler n (%), normal dağılıma uymayan numerik değişkenler medyan (çeyrekler açıklığı) şeklinde ifade edildi. Bulgular: Bu çalışmada toplam, hasta grubu (267) ve kontrol grubu (272) olmak üzere 539 hasta değerlendirildi. YBÜ grubunda hastaların ortanca yaşı 72 yıl, kontrol grubunda 66 yıl idi ve hastaların 287 (%53)’si erkekti. YBÜ grubunda PLR ve MLR değerleri kontrol grubuna kıyasla daha yüksekti ve sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0,001). Kritik hastalarda yaşayan ve vefat eden hastalar arasında PLR ve MLR değerleri anlamlı değildi (p değerleri sırasıyla; p=0,166, p=0,694). Sonuç: COVID-19 tanısı ile yatırılan kritik hastalar incelendiğinde literatüre benzer şekilde erkek hastaların daha fazla etkilendiği, YBÜ’ye yatan hastaların yaş ve mortalitesinin daha
  • Öğe
    Bir üniversite hastanesinde covid-19 tanısı ile değerlendirilen hastaların toraks BT bulguları ile hematolojik parametrelerin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Argın, Sezen; Koçak, Sedat
    Giriş ve amaç: Tüm dünyayı etkisi altına alıp milyonlarca kişinin ölümüne sebep olan Covid-19 hastalığının patogenezi ile ilgili pek çok çalışma mevcuttur. Bunlardan biri de artan hücre içi demir ve ferritindir. Böylece reaktif oksijen türleri açığa çıkarak pıhtılaşma bozukluğu ve akciğer patolojilerine neden olmaktadır. Bu çalışmada Covid-19 hastalarında demir ve ferritin başta olmak üzere bazı hematolojik parametreler ile Toraks BT bulguları karşılaştırılarak, bu hematolojik parametrelerin hastalardaki viral pnömoni gelişimi ile ilişkisi ve pnömoni gelişmesini öngörebilme yeteneği araştırıldı. Yöntem: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesine 01/04/2020 ile 01/12/2020 tarihleri arasında başvuran ve RT-PCR pozitifliği ile Covid-19 tanısı konulan hastalar alındı. Hastaların demografik verileri, vital bulguları, laboratuvar bulguları ile Toraks BT bulguları ve sonlanımları karşılaştırıldı. Sonuçlar SPSS 25.0 paket programı ile istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya 1473 hasta dahil edildi. Dahil edilen hastaların %46,2’si kadın, %53,8’i erkek idi. Hastaların yaş ortalaması 58,54±17,22 olarak bulundu. Hastaların %58,2’sinde Toraks BT Covid-19 pnömonisi için tipik iken, %30,2’sinde pnömoni bulgusu yoktu. Toraks BT’de tipik bulguları olanların %9,6’sı evde izolasyon, %80,5’i servis yatışı, %9,9’u YBÜ yatışı olarak sonlandı. Toraks BT’si tipik olanlar için Ferritin yüksekliği anlamlı bulundu (ortanca=295,7 ug/L, p=0,001). BT’de pnömonisi olmayan hastalarda ise monosit, lenfosit, hemoglobin ve demir yüksekliği anlamlıydı (sırasıyla p=0,001, p=0,001, p=0,032, p=0,001). Ayrıca YBÜ yatışı olan hastalarda lökosit, ferritin, CRP, PCT, laktat değerlerinin yüksekliği ile demir ve hemoglobin düşüklüğü anlamlı bulundu (sırasıyla p=0,001, p=0,001, p=0,001, p=0,001, p=0,001, p=0,001, p=0,001). YBÜ yatışı olan hastaların %91,9’unda en az bir ek hastalık bulunmaktaydı (p=0,001) ve yaş ortancası 72 idi (p=0,001).
  • Öğe
    Acil tıp kliniğinde kafa travması dışı sebeplerle tedavi gören erişkin hastalarda, dehidratasyonun klinik ve laboratuvar bulgularının ultrasonografik ölçümlerle korelasyonu
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Yılmaztürk, Yusuf; Girişgin, Abdullah Sadık
    Bu çalışmada, dehidratasyon nedeni ile takip edilen hastaların değerlendirilmesi ve tedavilerinin düzenlemesi sırasında non-invaziv bir yöntem olarak öne çıkan bazı yatakbaşı ultrasonografik ölçümlerin (vena cava inferiorun kollapsibilite indeksi, maksimum ve minimum çap ölçümleri, optik sinir kılıf çapı ölçümleri, göz küresi transvers ve anteroposterior çap ölçümleri), klinik ve laboratuvar bulguları ile birlikte değerlendirilmesi, etkinliğinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya acil servisimize başvuran 18 yaş ve üzeri, dışlama kriterlerini bulundurmayan ve çalışmaya katılmaya onam vermiş 300 hasta dahil edildi. Hastalar belirli klinik dehidratasyon bulgularından en az birini taşıyan ve bu klinik dehidratasyon bulgularından herhangi birisinin mevcut olmadığı 150'şer kişilik iki grupta değerlendirildi. Tek bir çalışmacı tarafından değerlendirilen hastaların başvuru vital bulguları, klinik dehidratasyon bulguları, tedavi sürecindeki laboratuvar bulguları ve yatakbaşı ultrasonografik ölçüm değerleri kaydedildi. Klinik dehidratasyon bulguları yeni gelişen bilinç değişikliği, oral mukoza kuruluğu, cilt turgoru azalması, vena cava inferiorun kollapsibilite indeksinin %50 ve üzeri olması olarak tanımlandı. Dehidratasyonun laboratuvar bulguları plazma ozmolaritesinin 295 mOsm ve üzeri olması, BUN/Kreatinin oranının 20 ve üzeri olması, düzeltilmiş serum sodyum değerinin 145 mEq/L ve üzeri olması olarak tanımlandı. Veriler SPSS 20.0 programına girildikten sonra verilerin normallik analizi yapıldı. Kategorik değişkenler n (%), normal dağılıma uyan numerik değikenler ortalama±SD ve normal dağılıma uymayan numerik değişkenler medyan olarak ifade edildi. Bulgular: Klinik dehidratasyon bulguları olmayan (kontrol) ve olan (vaka) grupların yaş ortanca değerleri sırasıyla 46 ve 72 idi (p<0,001). Kontrol grubunun %48,7'sini kadınlar ve %51,3'nü erkekler oluştururken, vaka grubunun %50'sini kadınlar ve %50'sini erkekler oluşturdu (p=0,817). Klinik dehidratasyon gruplarında komorbit hastalık özgeçmişi açısından farklılık saptandı (p<0,001). Klinik dehidratasyon gruplarının WBC, hemoglobin, hematokrit, BUN, üre, kreatinin, glukoz, albümin, total protein, plazma ozmolaritesi (Posm), BUN/Kreatinin oranı laboratuvar değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0,001). Klinik dehidratasyon gruplarında VCİ çapının maksimum (VCİmax), minimum değerleri (VCİmin), VCİ kollapsibilite indeksi (VCİKİ), her iki gözdeki optik sinir kılıf çapları (OSKÇ), transvers çaplar (Tçap), anteroposterior çaplar (APçap) arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p<0,001). Posm ile BUN/ Kreatinin oranı, Na⁺, VCİKİ arasında istatiksel olarak anlamlı pozitif; Posm ile CVP, VCİmax, VCİmin, her iki göz OSKÇ, Tçap ve APçap ortalamaları arasında istatiksel olarak anlamlı negatif korelasyon saptandı. VCİmax ve VCİmin, OSKÇ, Tçap, APçap değerleri korele idi. Posm (mOsm) ≥295 olması klinik dehidratasyonun tespitinde %78,6 sensitivite, %84,6 spesifite, %79,6 PPD ve %67,9 NPD ile öne çıkan laboratuvar bulgusu idi. Oral mukoza kuruluğu, Posm'ye göre dehidratasyonun tespitinde %77,8 sensitivite, %71,1 spesifite, %61,9 PPD ve %84,1 NPD ile öne çıkan klinik bulgu idi. OSKÇ ölçümleri %80 üzerindeki sensitivite değerleri ile diğer oküler ultrasonografik ölçümlerin önüne geçmiştir. Sonuç: Hasta kliniği, subjektif değerlendirme gibi sebeplerle yanıltıcı olabilen klinik bulgular ve geç sonuçlanabilen laboratuvar bulguları ile birlikte değerlendirilen ultrasonografik VCİmax, VCİmin ve VCİKİ ölçümleri dehidratasyonun erken tespitinde faydalıdır. Oküler ultrasonografik değerlendirmelerden OSKÇ, Tçap ve APçap ölçümleri ise vena cava inferior ultrasonografik ölçümleri ile koreledir ve uygun hastalarda kullanılabilir. Anahtar Kelimeler: Dehidratasyon, Ultrasonografi, Vena cava inferior, Optik sinir kılıf çapı, Göz küresi