Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 45
  • Öğe
    Ratlarda deneysel mezenter iskemi/reperfüzyon hasarı modelinde erken dönem DMAH/ alfa lipoik asit uygulanmasının nekroz seviyesi ve biyokimyasal parametreler ile korelasyonu
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Yılmaz, Elif; Küçükkartallar, Tevfik
    Amaç: Ratlarda deneysel mezenter iskemi/reperfüzyon modeli oluşturularak erken dönemde DMAH /ALA uygulamasının nekroz seviyesi ve parametrelerle korelasyonunu değerlendirmektir. Materyal ve Metod : Randomize kontrollü çalışma olarak planlanan deneysel modelimizde 24 adet dişi Wistar Albino cinsi rat kullanıldı. Ratlar rastgele 3'erli gruplara ayrıldı. Denekler anestezi uygulanmasının ardından supin pozisyona getirilip operasyon tablasına tespit edildiler.Operasyon alanı traş edilip dezenfeksiyon yapıldı.Ksifoidden başlayan vertikal insizyon ile laparatomi yapıldı.İntestinal yapılar retrakte edildikten sonra SMA Aortadan çıktığı yerden bulunup bağlandı.45 dk iskemi sonrası SMA ' daki ligasyon açılarak 60 dk reperfüzyon sağlandı.Reperfüzyon sonrası ileoçekal valv 10 cm proksimalinden 3 cm uzunlukta ileum segmenti rezeke edildi.İntrakardiyak kan alınmasının ardından denekler sakrifiye edildi.1.grup kontrol grubu olarak belirlendi ve sadece iskemi/reperfüzyon modeli oluşturuldu..2.grupta yer alan deneklere laparatomiden 4 saat önce DMAH (Düşük Molekül Ağırlıklı Heparin) subkutan uygulandı.3.grupta yeralan deneklere laparatomiden 4 saat önce DMAH (subkutan )ve ALA (Alfa Lipoik Asit) intraperitoneal yolla uygulandı.Deneyin devamı 1.grupla aynı şekilde tamamlandı.Histopatolojik inceleme Chiu skorlaması klavuzluğunda nekroz seviyeleri ortaya konularak yapıldı.Biyokimyasal inceleme; LDH,Fosfor,Laktat , Tamkan sayımı ,TAS/TOS/OSİ parametreleri kullanılarak yapıldı. Sonuç: Bu çalışmada ALA 'in enflamasyonu artırıcı yönde etki edebileceği ,DMAH ' in antikoagülan etkinliğinin yanısıra antioksidan işlev görüp organizmadaki etkin oksidan yükü azaltabileceği ,DMAH ve ALA birlikte kullanımının ileumda oluşabilecek hasar üzerinde azaltıcı yönde etki gösterdiği sonucuna varıldı. Tartışma : Bu çalışmada DMAH ile ALA birlikte kullanımının iskemi parametreleri ,oksidasyon parametreleri ve nekroz seviyesi üzerine olumlu yönde etkili olabileceği ancak iii DMAH uygulanan ve DMAH+ALA uygulanan grup arasında etkinlik açısından anlamlı fark olmadığı görüldü.
  • Öğe
    Akut apandisit ve akut kolesistit olgularında mpvMPVişliği) değerlerinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Pençek, İhsan Volkan; Tavlı, Süleyman Şakir
    Çalışmamızda; akut apandisit ve akut kolesistit tanılı olgularda, MPV (ortalama trombosit hacmi) ve RDW (eritrosit dağılım genişliği) değerlerinin, tanısal amaçla kullanılabilirliğini ortaya koymak hedeflenmiştir. Materyal ve Metot: 1 Ocak 2021 ve 30 Haziran 2021 tarihleri arasında hastanemize başvuran ve kliniğimizde akut apandisit ve akut kolesistit tanıları ile takip ve tedavileri yapılan hastalar olgu grupları olarak incelendi. Öte yandan kontrol grubu; aynı zaman aralığında enfektif/inflamatuar olmayan sebepler ile opere edilen hastalardan oluşturuldu. Hastaların hastaneye ilk başvurularındaki MPV, RDW, CRP (C-reaktif protein) ve WBC (lökosit) değerleri çalışmaya esas alındı. MPV ve RDW değerlerinin ek hastalıklara bağlı olarak değişkenlikler gösterebileceği bilindiğinden, ek hastalığı olan hiçbir hasta çalışmaya dahil edilmedi. Çalışmamızda verileri kullanılacak olan tüm hastalardan onamları alındı. Onay vermeyen hastaların verileri çalışma dışında bırakıldı. Akut apandisit tanısı; öykü ve fizik muayene bulguları ve radyolojik tetkiklere ek olarak patoloji verileri ile de desteklendi. Akut kolesistit tanısında ise, öykü, fizik muayene ve radyolojik tetkik sonuçları öncelikli olarak kullanıldı. Eğer opere edilmişler ise; akut kolesistit tanılı hastaların da patoloji verileri çalışmamıza dahil edildi. Kesin tanı her zaman patoloji verileri ile sağlanacağından; patoloji sonucu akut apandisit veya akut kolesistit ile uyumsuz gelen hastalar çalışmamıza dahil edilmedi. MPV ve RDW değerleri malignite varlığında da değişkenlik gösterebileceği için; patoloji sonucu malignite lehine gelen hastalar çalışmamıza dahil edilmedi. III Benzer şekilde; kontrol grubu içerisinde de patoloji raporu malignite lehine sonuçlanan hastalar çalışmamıza dahil edilmedi. Bulgular: Retrospektif olarak yapılan çalışmamıza Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Genel Cerrahi kliniğinde tedavi edilen 172 hasta dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastaların %34,3’ü (n=59) akut apandisit, %32,6’sı (n=56) akut kolesistit tanılı hastalardan oluşmaktaydı. Hastaların %33,1’i (n=57) kontrol grubunu oluşturmaktaydı. Kontrol grubundaki hastaların CRP ve WBC değerleri akut apandisit ve akut kolesistit grubundaki hastalardan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük saptandı. Akut apandisit ve akut kolesistit grubundaki hastaların WBC ve CRP değerleri benzer bulundu. RDW ve MPV değerlerinde üç hasta grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi. Sonuç: Çalışmamız sonucunda; CRP ve WBC tetkikleri hem akut kolesistit hem de akut apandisit tanısında anlamlı olarak kabul edilirken, MPV tetkikinin ise her iki patolojide de tanısal değerinin olmadığı görüldü. RDW tetkikinin ise yalnızca akut apandisitte tanısal değere sahip olduğu saptandı.
  • Öğe
    Inula vıscosa (yapışkan andız otu) ekstraktının karaciğer rejenerasyonuna etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Çelik, Abdulkadir; Şentürk, Mustafa
    Sıçanlarda %70 parsiyel hepatektomi modeli kullanılarak, Inula viscosa bitkisinden elde edilen metanolik ekstrenin karaciğer koruyucu etkisinin ve karaciğerin rejenerasyon kapasitesine etkisinin, biyokimyasal ve histopatolojik bulgular ile tespit edilmesi amaçlandı. Materyal ve Metot: Deneyde 56 adet 10-12 haftalık Wistar albino türü dişi sıçanlar 4 gruba ayrılarak tüm gruplara %70 hepatektomi modeli uygulandı. Sıçanlar kontrol grubu, düşük doz I. viscosa ekstresi verilen grup (200 mg/kg/gün), yüksek doz ekstre verilen grup (400 mg/kg/gün) ve ursodeoksikolik asit (UDCA) verilen grup (15 mg/kg/gün) olmak üzere 4 gruba ayrıldı. Ekstre ve UDCA parsiyel hepatektomi sonrası oral gavaj yoluyla günlük olarak verildi. Grupların yarısına postoperatif 1. günde ve kalan yarısına postoperatif 7. günde rezidü karaciğer rezeksiyonu yapıldıktan sonra kanda ve karaciğer dokularında belirlenen parametreler saptandı. Deneyin başlangıç günü ölçülen karaciğer ağırlığı/vücut ağırlığı oranı ile; deney gruplarından alınan kan örneklerinde alanin aminotransferaz (ALT), aspartat aminotransferaz (AST), laktat dehidrogenaz (LDH), gama glutamiltransferaz (GGT), bilirubinler, malondialdehit (MDA), total oksidatif durum (TOS), total antioksidan durum (TAS) düzeyleri; doku örneklerinde ise MDA, TOS, TAS, Ki-67, mitoz sayısı ve histopatolojik bulgular saptandı ve karşılaştırıldı. Sonuçlar: Çalışmada kullanılan I. viscosa ekstresinin belirlenen dozlarda elde edilen sonuçlarına göre muhtemel hepatoprotektif ve antioksidan etkilerinin olduğu düşünülmekle birlikte rejenerasyon kapasitesine anlamlı bir etkisinin olmadığı, ancak I. viscosa verilen grupların rejenerasyon oranlarının postoperatif 7. günde diğer gruplara göre oransal olarak daha yüksek olduğu görüldü.
  • Öğe
    Karaciğer Parankim Kanaması Oluşturulan Sıçanlarda Topikal Hemostatik Ajanların Hemostatik Etkinliğinin Değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Acar, Berkan; Küçükkartallar, Tevfik
    Karaciğerin travmatik yaralanmalarında veya karaciğer ameliyatlarında mortalitenin en sık nedeni olan kanamalarda, topikal hemostatik ajanların etkinliğini karşılaştırarak mortalite ve morbidite oranlarının azalmasını sağlamaktır. Materyal ve Metod:Randomize kontrollü çalışma olarak planlanan deneysel modelimizde 24 adet dişi Wistar Albino cinsi rat kullanıldı. Ratlar kendi içinde rastgele üç gruba ayrıldı. Tüm gruplardan preoperatif kan örnekleri alındı. Tüm gruplara genel anestezi altında laparotomi yapıldı ve karaciğer sol lateral lobuna anatomik olmayan rezeksiyon uygulandı. Kontrol grubunda (Grup 1) rezeksiyon yüzeyine % 0.9 NaCl solüsyonu, Grup 2 de rezeksiyon yüzeyine oksitlenmiş rejenere sellüloz (ORS) içerikli emilebilir hemostatik toz (Surgicel® Powder), Grup 3 de rezeksiyon yüzeyine fibrin doku yapıştırıcısı (Tisseel®) uygulandı. Postoperatif 24. saatte yeniden tüm gruplardan kan örnekleri alındı. Preoperatif ve postoperatif hemotokrit (Hct) ve hemoglobin (Hb) değerleri ölçülerek karşılaştırma yapıldı.Cerrahi girişimden 5 gün sonra genel anestezi altında rezeksiyon alanından histopatolojik değerlendirme için örnekleme yapıldı. Sonuçlar:Bu çalışmada kontrol, ORS ve fibrin yapıştırıcı kullanılan gruplar arasındaki Hct ve Hb değerleri arasındaki farklar karşılaştırıldı. Bu değerler arasındaki farka bakıldığında fibrin yapıştırıcı ve ORS kullanılan grup ile kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edildi. Histopatolojik değerlendirmede; ORS ve fibrin yapıştırıcı kullanılan grup ile kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi. Ancak fibrin yapıştırıcının oransal olarak daha fazla nekroza yol açtığı görüldü. Ayrıca ORS bileşiklerinin antimikrobiyal etkilerinin olmasına rağmen ORS kullanılan grupta abse oluşumu görüldü. iii Tartışma:Karaciğer kanamalarında ORS ve fibrin yapıştırıcının hemostatik olarak etkili olduğu, ancak fibrin yapıştırıcının istatistiksel olarak anlamlı olmamasına rağmen karaciğer parankiminde oransal olarak daha fazla nekroza yol açtığı tespit edildi.
  • Öğe
    Pilonidal sinüs hastalığının tedavisinde kristalize fenol ve gümüş nitrat uygulamasının karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Kocamaz, Arslan Hasan; Çakır, Murat
    Amaç: Pilonidal sinüs hastalığında kliniğimizde de uyguladığımız, kolay uygulanan, yatış gerektirmeyen, iş gücü kaybına neden olmayan, yara bakımı ve pansuman gerektirmeyen bir çok çalışmada etkinliği ispatlanmış konservatif tedavi yöntemlerinden kristalize fenol ile zor yaraların tedavisinde kullanılan, yara iyileşmesini hızlandıran litik ajan gümüş nitrat uygulamasının etkinliklerinin prospektif olarak karşılaştırılması amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Şubat 2017 ile Mayıs 2021 tarihleri arasında, Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Genel Cerrahi Poliklinikleri'ne başvuran pilonidal sinüs hastalığı tanısı konan ve nonoperatif tedavi uygulanan 100 hasta değerlendirmeye alınarak yapılmıştır. Kontrollerine gelmeyen veya ulaşılamayan 10 hastanın verileri çalışmadan çıkarıldı. Böylece toplam 90 hastaya ait demografik bilgiler (yaş, cinsiyet, ten rengi, vücut kitle indeksi, sigara, diyabet, aile öyküsü, meslek), hastalıktan kaynaklanan şikayet ve süresi, kaç adet sinus deliği olduğu, kaç kez tedavi uygulandığı, işlem sonrası komplikasyon gelişip gelişmediği kaydedildi. Hastalar hastaneye ilk başvuru zamanlarına göre randomize olarak kristalize fenol veya gümüş nitrat tedavisine yönlendirildi. Çalışmaya katılan hastaların tedavi süreçleri ve işlem sayıları ayrıntılı olarak kaydedildi. Bulgular: Kristalize fenol uygulanan hastaların yaş ortalaması 22,5 (+7,5), gümüş nitrat tedavisi uygulanan hastaların yaş ortalaması 25 (+7,5) olarak saptandı. Hastaların şikayetleri dağılımında en sık 34'ünde (%37,8) akıntı mevcuttu, 30'unda (%33,3) ağrı ile birlikte akıntı mevcuttu. Şikayet süreleri değerlendirildiğinde hastaların 27(%30)’sinin şikayet süresinin 12-24 ay arasında olduğu, 22 (%24,4)’sinin 24 aydan daha fazla olduğu
  • Öğe
    Sfinkter koruyucu rektum cerrahisi sonrası low anterior rezeksiyon sendromu gelişimine etki eden faktörlerin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Kişi, Ömer; Belviranlı, Mehmet Metin
    Amaç: Rektum malignitesi sebebi ile sfinkter koruyucu cerrahi yapılan olgularda operasyon sonrası gelişen low anterior rezeksiyon sendromunu(LARS) tespit etmek, vakalarımızdaki oranını belirlemek ve etki eden faktörleri ortaya koymaktır. Materyal ve Metod: Ocak 2014-Ocak 2020 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniği’nde rektum kanseri sebebi ile sfinkter koruyucu cerrahi uygulanan olgular incelendi. Çalışmamıza ameliyatın üzerinden en az 12 ay geçmiş ve ileostomisi kapatılmış, nüks veya metastatik hastalığı olmayan, kemoterapi ve radyoterapisi tamamlanmış, daha önceden proktolojik bir rahatsızlığı olmayan hastalar dahil edildi. Bu süre içerisinde kriterlere uygun 103 olgu mevcuttu. Low anterior rezeksiyon sendromu gelişimine etki edebileceği düşünülen değişkenler belirlenerek bir model oluşturuldu ve anket düzenlendi. 2013 yılında Emmertsen ve Laurberg tarafından geliştirilen LARS skoru ve anal manometri kullanılarak LARS semptomu olan olgular tespit edildi ve gelişimine etki eden faktörler incelendi. Bulgular: Çalışmamızda hastaların %51,5'inde LARS semptomlarının olduğu görüldü. Major LARS oranı %35, minör LARS oranı %16,5 ve ortalama LARS skoru 21,5'di. Neoadjuvan kemoradyoterapinin, tümörün anal vergeye olan mesafesinin, mezorektal eksizyon şeklinin, ileostomi açılmasının, rektum cerrahisinden sonra geçen sürenin, tümör boyutunun, çıkarılan lenf nodu sayısının, ileostomi kapatılma süresinin ve anastomoz mesafesinin LARS gelişimi üzerine etkisinin olduğu görüldü. iii Sonuç: Neoadjuvan kemoradyoterapi uygulamasının, tümörün anal vergeye yakın olmasının, total mezorektal eksizyon(TME) yapılmasının, ileostomi açılmasının, rektum cerrahisinden sonra geçen sürenin az olmasının, küçük boyutlu tümörlerin, çıkarılan lenf nodu sayısının az olmasının, ileostominin geç kapatılmasının ve anastomoz mesafesinin anal vergeye yakın olmasının LARS oranını arttırdığı görülmüştür. Literatürde konu ile ilgili tam bir görüş birliği sağlanamamıştır. Daha geniş kapsamlı, çok merkezli ve prospektif çalışmalar yapılarak literatüre kazandırılmalıdır. Hastaların sosyal hayatını ve genel yaşam kalitesini azaltan bu durumun daha iyi aydınlatılması ile LARS oranı azaltılabilir veya tedavisine ışık tutulabilir.
  • Öğe
    Servikal distonili hastalarda sternokleidomastoid kasta kutanöz sessiz periyot değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Kır, Hasan Hüseyin; Çorbacıoğlu, Betigül Yürüten
    Servikal distoni boyun ve omuz kaslarını etkileyen, tekrarlayıcı özellikte, klonik ve tonik hareketlere yol açarak başın anormal postürüne neden olan ve yetişkin yaşta başlayan distoniler arasında en sık görülen distoni tipidir. Distoni patofizyolojisi ile ilgili olarak çeşitli elektrofizyolojik çalışmalar yapılabilmektedir. Bunlardan biri de kutanöz sessiz periyottur(KuSP). KuSP; kutanöz bir sinirin güçlü uyarımını takiben istemli kas aktivitesinde ortaya çıkan kısa süreli duraklama ile karakterize inhibitör bir refleks olup beyin sapı ve medulla spinalisteki ara nöron devrelerinin fonksiyonları hakkında bilgi verebilmektedir. Bu çalışmada servikal distoni patofizyolojisinde rol alması muhtemel beyin sapı inhibitör ara devrelerdeki değişikliklerin KuSP yöntemi ile incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bu prospektif vaka kontrol çalışmasına 20 servikal distonili hasta(15 kadın, 5 erkek) ve 25 kontrol(17 kadın, 8 erkek) dahil edildi. Her iki gruptaki bireylerin her iki sternocleidomastoid (SCM) kasından yüzeyel elektrotlarla KuSP ölçümleri yapıldı. Sessiz periyodun(SP) latans ve interval değerleri görsel inceleme ile milisaniye cinsinden tespit edildi. Hasta grupta distonik SCM'den elde edilen SP paremetereleri hem hastaların sağlam tarafıyla hem de kontrol grubuyla kıyaslandı. Ayrıca her iki gruptaki bireylerin birey içi karşılıklı SCM'lerinin SP paremetrelerinin korelasyon analizi yapıldı. Bulgular: Distonik SCM'nin SP paremetereleri ile kontrol grubu arasında anlamlı farklılık saptanmadı (latans p:0.762, interval p:0.318). Benzer şekilde distonik SCM'nin SP paremetereleri ile hastaların normal tarafı arasında anlamlı fark tespit edilmedi(latans p:0.289, interval p:0,674). Hem hasta hem kontrol gruplarında karşılıklı SCM'lerin SP latansları arasında kuvvetli korelasyon saptandı(hasta r:0.869 p<0.0001, kontrol r:0.926 p<0.0001). Kontrol grubunda aynı kuvvetli korelasyon SP süreleri için de devam ederken(r:0.776, p<0.0001) hasta grupta distonik SCM ile normal SCM'lerin SP süreleri arasındaki korelasyonun kaybolduğu gözlendi(r:0.341, p:0.141). Sonuç: Hem hasta hem kontrol gruplarında karşılıklı SP latansları arasında kuvvetli korelasyon saptanması her iki grupta da SP refleksinin afferent ve efferent yolaklarında bir farklılık olmadığına işaret etmektedir. Kontrol grubunda aynı kuvvetli korelasyon SP süreleri için de devam ederken hasta grupta kaybolması beyin sapı ve medulla spinalis ara nöron bağlantılarındaki fonksiyon bozukluğuna işaret etmektedir. Distonik SCM'nin SP süre ortalamaları normal taraf ve kontrol grubundan farklı değilken korelasyon analiziyle ortaya çıkan karşı SCM ile olan uyumunun kaybolmuş olması ara nöron bağlantılarındaki anormalliğin temelde bir düzen kaybı olabileceğini göstermiştir.
  • Öğe
    Metastatik kolon kanserli hastalarda PET/BT' deki yağ dokusu dağılımı ve metabolik aktivitesinin prognostik faktörlerle ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Karaçelik, Tuba; Artaç, Mehmet
    Obezite, yağ dokusunun işlevindeki değişikliklerle ilişkilidir. Bu değişikliklerin kanser gelişimini ve klinik süreci etkileyebileceği gösterilmiştir. Bu çalışmada, metastatik kolorektal kanserli (mKRK) hastalarda sağkalımı tahmin etmek için PET / BT'de yağ dokusu dağılımı ve metabolik aktivitesinin prognostik önemini değerlendirmeyi amaçladık. Materyal ve Metod: Çalışmaya 2010-2018 yılları arasında metastatik kolorektal kanser tanısı alan 83 hasta dahil edildi. Hastaların dosya ve laboratuvar sonuçları retrospektif olarak incelendi. Tedavi öncesi çekilen PET/BT görüntüleri yağ dokusu dağılımını ve metabolik aktivitesini belirlemek için yeniden değerlendirildi. Subkütan yağ dokusunun (SAT) ve visseral yağ dokusunun (VAT) hacmi ve metabolik aktivitesi PET / BT görüntüleri kullanılarak ölçüldü. SAT hacmi, SAT yoğunluğu (HU), SAT oranı (SAT hacmi / SAT yoğunluğu) hesaplandı. Tümör dokusunun maksimum standartlaştırılmış alım değeri (SUV) ölçüldü. Yağ dokusu ile sağkalım arasındaki ilişki incelendi. Bulgular: Medyan genel sağkalım 33.76 aydı (% 95 CI: 28.18-39.34). Primer tümörün yerleşim yeri (HR:2.5; p=0.008) ve SAT oranı (HR:0.5 p=0.053) ile genel sağkalım arasında anlamlı ilişki tespit edildi. SAT oranı değeri <-1.1 ve ≥ -1.1 olan hastalar için medyan OAS sırasıyla 38.5 (% 95 CI: 31.54-45.58) ve 24.5 (% 95 CI: 14.13-34.93) aydı (p=0.05). 69 hastada progresyon görüldü. Medyan progresyonsuz sağkalım süresi 11.03 aydı (%95 CI: 9,11-12,95). Komorbidite (HR:0.48; p=0.003) ve tümör SUV max (HR:0.95; p=0.014) ile progresyonsuz sağkalım arasında anlamlı ilişki tespit edildi. Tümör SUV max değeri <11.5 ve ≥11.5 olan hastalar için medyan PFS sırasıyla 9.2 (% 95 CI 7.25-11.27 ) ve 12.6 ( % 95 CI 10.02-15.27) aydı (p=0.014). VEGF hedefli tedavi alan 48 hasta vardı. Bu hastalarda VAT SUV mean (HR:0.09; p=0.008) ile progresyonsuz sağkalım arasında anlamlı ilişki tespit edildi. SAT oranı ile hem genel sağkalım (HR:0.58, p=0.05), hem de progresyonsuz sağkalım (HR:1.93, p=0.043) arasında anlamlı ilişki tespit edildi. Sonuç: SAT oranı, mKRK hastalarında sağkalım için bağımsız bir prognostik faktördü. Yüksek SAT hacmi, mKRK hastalarında daha uzun sağkalım ile ilişkilidir. Anahtar Kelimeler: Kolorektal kanser, 18 FDG PET/BT, yağ doku, prognoz
  • Öğe
    İnflamatuar barsak hastalığı tanısı ile takipli hastalarda eklem tutulumunun değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Yönet, Çiğdem Kucur; Ataseven, Hüseyin
    İnflamatuar barsak hastalığı seyrinde başka organların etkilendiği ekstra-intestinal manifestasyonlar sık görülür. Bu çalışmada, hastanemizde İBH tanısı ile takipli hastalarda eklem tutulumu sıklığının ve tipinin değerlendirmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya, Ocak 2014 ve Aralık 2019 tarihleri arasında Meram Tıp Fakültesi Hastanesi, Gastroenteroloji ve Romatoloji Kliniği ve Polikliniği'nde takip edilen İBH tanılı hastalar dahil edildi. Retrospektif olarak, hastane otomasyon sistemi kullanarak radyoloji görüntüleri ve raporlarından hastaların eklem tutulumları, demografik, laboratuvar ve kolonoskopi bulguları kayıt altına alındı. Eklem tutulumu varlığı ve tipi ile hastaların demografik, klinik ve laboratuvar parametreleri arasındaki ilişki araştırıldı. Bulgular: Çalışmaya İBH tanısı ile takip edilen toplam 290 hasta (189 ÜK, 101 CH) dahil edildi. Hastaların 120'si (%41.4) kadın, 170'i (%58.6) erkekti (E/K: 1.4) ve yaş değeri ortalama 45.1±14.5 olarak hesaplandı. Hastaların 29'unda (%10) AS, 13'ünde (%4.5) izole sakroileit ve 20'sinde (%6.9) periferal artropati tanısı/bulgusu mevcuttu. Periferal artropatisi olan 1 (%5), izole sakroileiti olan 4 (%30.7) hastanın romatoloji başvurusu olmadığı tespit edildi. Aksiyel tutulum ve AS sıklığı Crohn hastalarında anlamlı düzeyde daha yüksek bulundu (sırasıyla, p=0.003 ve p=0.044). Pankolit olan ÜK hastalarında olmayanlara göre aksiyel tutulum sıklığı anlamlı düzeyde daha yüksek bulundu (%16.7'ye karşın %6.5, p=0.027). Periferal artropatisi ve aksiyel tutulumu olan hastalarda ESH ve CRP değerleri anlamlı düzeyde daha yüksek bulundu. Sonuç: İnflamatuar barsak hastalığı takip eden gastroenteroloji kliniklerinin, hastaları eklem tutulumu açısından da değerlendirmesi, daha fazla sayıda hastanın erken dönemlerde romatoloji kliniklerine yönlendirilmesini sağlayacaktır. Böylelikle, uzun dönem tedavisiz kalan eklem hastalıklarının oluşturacağı deformite ve sakatlıkların önüne geçilebilir. Anahtar kelimeler: Crohn hastalığı, İnflamatuar barsak hastalığı, İnflamatuar barsak hastalığı ilişkili artrit, Ülseratif kolit
  • Öğe
    Ratlarda deneysel kolon anastomoz kaçağı modelindeintraperitoneal atorvastatin uygulamasının anastomozkaçağı onarımı üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Kaşıkçı, Yavuz Selim; Erikoğlu, Mehmet
    Anastomoz kaçağı cerrahide karşılaşılan en ciddi problemlerden biridir. Bu problemi çözmek için geçmişten günümüze pek çok çalışma yapılmış, fazla ilaç ve materyal denenmiş, fakat net bir sonuç elde edilememiştir. Amacımız anastomoz kaçağı onarımına intraperitoneal atorvastatin uygulamasının etkisini araştırmaktır. Yöntem: Çalışmamız 4 gruptan oluştu. Kontrol grubunda 8; primer onarım, atorvastatin ve DMSO gruplarında 10'ar rat yer aldı. Deneklerde çekumun hemen distalindeki kolon ansına transeksiyon uygulandı. Kontrol grubunda, transeksiyon sonrası kaçak oluşturmadan anastomoz yapıldı. Diğer gruplarda anastomozun antimezenterik tarafında 5 mm açıklık bırakıldı ve bu gruplara postoperatif birinci günde relaparotomi yapıldı. Primer onarım grubuna sadece primer onarım uygulandı. Atorvastatin grubuna primer onarımdan sonra 1 ml DMSO içerisinde çözündürülmüş 30 mg / kg atorvastatin intraperitoneal olarak uygulandı. DMSO grubunda primer onarımdan sonra 1 ml DMSO aynı şekilde uygulandı. Onarım yapılan gruplar postoperatif 5. günde; kontrol grubu ise diğer gruplarla aynı süre takip edilerek 6.günde sakrifiye edildi. Anastomoz patlama basınçları ölçüldü. Histopatolojik olarak fibroblast sayısı, inflamatuar hücre, anjiyogenez ve kollajen miktarı ölçüldü. Biyokimyasal olarak ise doku hidroksiprolin ve FGF-2 seviyeleri ölçüldü. Bulgular: Atorvastatin grubunda patlama basınçları oran olarak yüksekti fakat istatistiksel olarak gruplar arasında anlamlı fark yoktu. Primer onarım grubunda inflamatuar hücre atorvastatin grubuna göre anlamlı yüksek görüldü. Kontrol grubunda ise kollajen miktarı primer onarım ve DMSO gruplarına göre anlamlı yüksekti. Atorvastatin grubunda hidroksiprolin düzeyi diğer gruplara göre anlamlı yüksekti. FGF- 2 düzeyi ise atorvastatin grubunda primer onarım grubuna göre anlamlı yüksekti . Sonuç: Çalışmamız sonucunda intraperitoneal atorvastatin uygulamasının anastomoz üzerine olumlu etkisi olduğu görüldü. Yaptığımız çalışmanın bu konuda yapılacak diğer çalışmalara ışık tutacağını düşünüyoruz. Anahtar kelimeler: Anastomoz, anastomoz kaçağı,
  • Öğe
    Sıçan yara modelinde rekombinant insan epidermal büyüme faktörü ile sığla yağı ve morina balığı karaciğer yağının yara iyileşmesi üzerine etkilerinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Biçer, Mehmet; Tekin, Şakir
    Yara iyileşmesi cerrahi operasyonlarda tam sağaltım için esastır. Çok yönlü kompleks mekanizmalı yara iyileşmesi için sıklıkla kombine yaklaşımlar gerekmektedir. Rekombinant insan epidermal büyüme faktörünün yara iyileşmesindeki olumlu etkileri bilinmektedir. Bu tezin amacı; rekombinant insan epidermal büyüme faktörünün yara iyileşmesi üzerindeki etkinliği ile sığla yağı ve morina balığı karaciğer yağının yara iyileşmesi üzerine etkinliğinin karşılaştırılmasıdır. Bu tez çalışmasında Wistar ırkı sıçan kullanılmıştır. Denekler 8' erli Sham, Kontrol, RH-EGF, Morina ve Sığla gruplarına ayrıldı. Her grupta interskapular alandaki cilt bölgesinde oluşturulan yaraların iyileşme düzeyleri, TOS, TAS, OSI analiziyle birlikte Hematoksilen/Eozin, Masson Trikrom, Vasküler Endotelyal Growth Faktörü (VEGF) immünohistokimyasal boyama yapılarak histolojik olarak belirlendi. Sonuç olarak deneysel yöntemle sığla yağının, morina balığı karaciğer yağının ve RH-EGF'nin yara iyileşmesine olumlu sonuçlar doğurduğu tesbit edildi. Sığla yağının epitelizasyonda, morina balığı karaciğer yağının kollajen sentezinde daha etkili olduğu görüldü. Sığla yağı ve morina balığı karaciğer yağının klinik kullanıma geçebilmesi için daha fazla çalışmaya gereksinim vardır.
  • Öğe
    Plateletten zengin plazmanın barsak anastomozu üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2004) Yılmaz, Hüseyin; Tatkan, Yüksel
    Bu çalışmada doku maturasyonu ve yara iyileşmesi üzerine olumlu etkisi olacağı düşünülen plateletten zengin plasmanın, deneysel olarak oluşturulmuş barsak anastomozuna etkisini araştırmak amaçlanmış ve doku yapıştırıcısı olarak kullanılan Bioglue ile karşılaştırılmıştır. Bu amaçla; Her grupta 10 adet olacak şekilde ratlar 3 gruba ayrılmıştır. Birinci gruba (Kontrol grubu) laparotomi, kolokolik anastomoz yapılmıştır. İkinci gruba (PRP grubu) laparotomi, kolokolik anastomoz, ve anastomoz hattına plateletten zengin plasma uygulanmıştır. Üçüncü gruba (Bioglue grubu) laparotomi, kolokolik anastomoz ve anastomoz hattına Bioglue uygulanması işlemi yapılmıştır. Tüm ratlar post operatif 7. Günde relaparatomiye alınmış, anastomoz kalitesini değerlendirmek için anastomoz patlama basıncı, anastomoz hattında hidroksiprolin seviyesi kriter olarak alınmıştır. Kontrol ve Bioglue grubuna göre anastomoz patlama basıncı ve doku hidroksiprolin seviyesinin artması verilerine dayanarak, PRP'nin yara iyileşmesine olumlu katkı sağladığı kabul edilmiştir. PRP'nin kolokolik anastomozlarda ayrılma riskini azaltmak amacıyla kullanılabileceği fikrindeyiz. Yapılacak klinik ve deneysel çalışmalar konuya daha fazla açıklık getirecektir.
  • Öğe
    Geniş barsak rezeksiyonu yapılmış tavşanlarda oral ve parenteral sıvı glutaminin barsak adaptasyonu ve bakteriyel translokasyon üzerine etkisi(Deneysel çalışma)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2004) Yemiş, Mustafa; Özer, Şükrü
    Barsak rezeksiyonu sonrası intestinal adaptasyon gelişmesinde luminal besinler (glutamin), endojen salgılar (epidermal growth factor-EGF) ve hormonal faktörler etkilidir. Bu çalışmada; tavşanlarda rezeksiyon sonrası intestinal adaptasyon için oral yolla verilen sıvı glutaminin, İ.V. verilen glutamin kadar etkili olup olmadığı ve rezeksiyon sonrası oluşan mukozal atrofiye glutaminin olumlu etkisini araştırmayı amaçladık. Materyal-Metod: Deneysel Tıp Araştırma Merkezimiz de yapılan çalışmada 30 adet erkek tavşan preoperatif 48 saat standart Total Parenteral Nütrisyon (TPN) solüsyonu ile oral beslendi. Tavşanlar 10 'ar deneklik üç gruba ayrıldı. l.Grup(KontrolGrubu): Barsak rezeksiyonu + Oral TPN 2.Grup (Oral sıvı Glutarninli Beslenme Grubu): Barsak rezeksiyonu+Oral TPN+Oral sıvı Glutamin 3. Grup (İ.V. Glutarninli Beslenme Grubu): Barsak rezeksiyonu+Oral TPN +İ.V. L-Glutamin Postoperatif 7.günde intestinal adaptasyon göstergelerinin incelenmesi için tavşanlar sakrifiye edildi. Bulgular: Son grupta ortalama villus yüksekliği ve kript derinliği açısından l.ve 2. gruba oranla anlamlı bir artış olduğu gözlendi (p=?,0001). İkinci grupta villus yüksekliği ve kript derinliğinde ilk gruba göre artma 3. gruba göre daha az anlamlıydı(p=0,038). Ortalama goblet hücre proliferasyonu yönünden tüm gruplar arasında anlamlı bir fark yoktu. Sonuç: %50 ince barsak rezeksiyonu sonrası intestinal adaptasyonda oral verilen sıvı L-Glutaminin mukozal atrofiyi önlediği, hatta mukoza kitlesinde artmaya sebeb olduğu ancak İ.V. verilen Glutaminin benzer etkileri daha iyi sağladığı, her ikisinin de goblet hücre proliferasyonuna etkisi olmadığı gözlenmiştir. Kan kültürleri ve doku kültürlerinin mikrobiyolojik değerlendirilmesinde İ.V. Glutaminli beslenme grubunda, oral sıvı glutaminli beslenme grubuna göre daha az üreme olduğu, kontrol grubunda ise üremenin en fazla olduğu gözlenmiştir.
  • Öğe
    Pilonidal sinüs hastalığının fizik muayene, ultrasonografı (USG) ve magnetık rezonans (MR) görüntüleme bulgularına göre sınıflaması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2017) Yavuz, Yusuf; Çakır, Murat
    Pilonidal sinüs, sakro-koksigeal bölgede yer alan kıl foliküllerinden kaynaklanan, genç yaşlarda ortaya çıkan, sık görülen ve hastanın yaşantısını olumsuz etkileyen bir hastalıktır. Basit bir hastalıkmış gibi görünmesine rağmen tedavi protokolü çok farklılık gösteren ve hayat kalitesini ileri derece bozabilecek bir hastalıktır. Bu hastalıkta tedavinin amacı en kısa ve en uygun şekilde yapılmasıdır. Amaç Yaptığımız literatür taramasında pilonidal sinüsün sınıflamasında fizik muayene bulguları, ultrasonografik ve magnetik rezonans görüntülemeyi esas alan bir çalışmaya rastlamadık. Sınıflamaya yönelik daha önce yapılan bir çalışmada hastaların fizik muayene bulgularına göre sınıflaması yapılmış olmasına rağmen görüntüleme tetkiklerinden yararlanılmamış. Bu çalışma ile pilonidal sinüsün tanı, tedavi ve nüks yönünden takibinde objektif kriterler oluşturmayı sağlayacak klinik, ultrasonografik ve magnetik rezonans görüntülemesine dayalı bir sınıflama yapılmasını amaçlandık. Gereç ve Yöntem Bu çalışmada 2015 ile 2016 yılları arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniğine başvuran ve pilonidal sinüs hastalığı tanısı konan hastaları kapsamaktadır. Hastalara çalışma hakkında bilgi verilerek yazılı onamları alındı. Gerekli anamnez bilgileri alındıktan sonra fizik muayaneleri yapıldı. Sonrasında hastalara magnetik rezonans(MR) ve ultrasonografi(USG) görüntülemesi yapılarak pilonidal sinüsün cilt ciltaltı dokular ve çevre ile ilişkisi belirlenecek ve veriler tek tek dosya halinde hazırlandı. Sonuç Sonuç olarak yaptığımız çalışma ile MR ve USG bazında bir anlamlı bir sınıflama elde edildi. MR ve USG verilerine göre sınıflama yapılan hastaların tedavi prosedürü ve hastayı bilgilendirme açısından anlamlı olabileceği sonucuna ulaştık. Yaptığımız çalışma ileri dönemde daha fazla hasta sayısı ile yapılacak olan geniş çaplı çalışmalara öncelik oluşturacaktır.
  • Öğe
    Streptozotosinle oluşturulan diabete deneysel nesidioblastozisin etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1995) Vatansev, Celalettin; Kartal, Adil
    Kırk özel tip rata 40 ml/kg/gün(4 gün süreli) intraperitoneal streptozotosin verilerek tümünde deneysel diabet oluşturuldu. Diabetin oluştuğu klinik bulgu, açlık kan şekeri, idrar şekeri ve plazma insulin değerleri ile gösterildi. Diabetik hayvanlar 10 ar deneklik 4 guruba ayrıldı. I. Gruba( Kontrol grubu ) sham ameliyatı yapıldı. II. Grubta pankreas baş düzeyinde polipropilen ile, IH. Grubta pankreas baş düzeyinde krome katgüt ile, IV. Grubta pankreas baş düzeyinde polisülfonla sarıldı. Üçüncü haftanın sonunda kontrol grubunda 1(%14), II. grupta 3(%43), in.grupta 2(%40), IV.grupta 2(%33) denekte düzelme görüldü. Diabetleri düzeldi. Bu düzelme klinik ve laboratuvar olarak kanıtlandı. Düzelen denekler kilo aldı. AKŞ, idrar şekerleri ve plazma insulin değerleri normal seviyelere geldi. Klinik ve laboratuvar bulguları, histolojik olarak net bir şekilde desteklenemedi. Bu durum metodolojideki aksamalara bağlandı. Sonuçta deneysel nesidioblastozis hayvandaki pankreas ve materyale spesifik değildir. Hamster yerine rat, selofan yerine polipropilen, polisülfon gibi sarma materyalinin de kullanılabileceği kanısına varıldı.
  • Öğe
    Hepatopulmoner sendrom oluşumunda östrojenin rolü ve anti-östrojen tedavinin etkinliği
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2002) Toprak, Şükrü Salih; Yol, Serdar
    HPS oluşumunda, östrojen hormonunun ve antiöstrojen tedavinin etkisini incelemektir. Durum Değerlendirmesi: HPSdaki hipoksinin nedeni perialveoler kapiller damar çapı genişlemeleridir. Bu damar genişlemeleri ile östrojen ilişkisi araştırılmamıştır. Yöntem: Deneysel çalışmamızda herbiri 10 rattan oluşan 6 grup oluşturuldu. 1: Sham-kontrol grubu, 2: Yalnız koledoğu bağlanan grup, 3: Koledok ligasyonu ile ooferektomi yapılan grup,4: Koledok ligasyonu ile eksojen östrojen verilen grup 5: Koledok ligasyonu ile Tamoxifen verilen grup, 6: Eksojen östrojen verilen grup. Koledok ligasyonu ile 5 hafta beklenerek siroz oluşturuldu. Ratların akciğer ve karaciğer dokuları histopatolojik olarak incelendi ve perialveoler damar çapları okülometre ile ölçüldü. Arteriyel kangazı ve biyokimyasal parametreler değerlendirildi. Çıkarımlar: Siroz oluşan 2. grupta kontrol grubuna göre, artan serum östrojen düzeyi ile beraber hipoksi ve perialveoler damar çaplarında artma, ilaveten östrojen verdiğimiz 4. grupta ise hipokside ve perialveoler damar çapında 2. gruba göre daha belirgin artış izlendi. Siroz oluşturulmuş ve ooferektomi ile östrojen düzeyi azaltılmış 3. grupta ve tamoksifen verdiğimiz 5. grupta ise hipokside ve perialveoler damar çapında istatistiksel olarak anlamlı düzelme saptandı. Sonuçlar: Östrojen hormonunun sirozda oluşan HPS' daki perialveoler kapiller damar genişlemelerinde ve hipokside rolü olduğunu ve anti östrojen tedavinin sirozda ortaya çıkan HPS gelişimine engel olabileceğini düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Radyofrekans termal ablasyon yönteminin karaciğer kist hidatiklerinin tedavisinde kullanımı
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) Sarıcık, Bekir; Kartal, Adil
    RFTA kullanarak karaciğer hidatik kistlerinin tedavi edilebileceğini düşünerek, hidatik kistli koyun karaciğerlerinde kist içine radyofrekans termal ablasyon işlemi uygulayıp kistin canlılığını yok etmeyi amaçladık.Gereç ve Yöntem: Çalışmada mezbahadan temin edilen yeni kesilmiş hidatik kistli taze koyun karaciğerleri kullanıldı. Karaciğerler uygun koşullar altında taşınıp saklanacak. Çapı3.5 cm den küçük çaplı kistler çalışmaya dahil edildi. Kist çapı ortalaması 3,3 cm idi. toplamda 60 adet kist her birinde 20 kist olacak şekilde 3 grupta değerlendirildi.1.Grup: Kist içi sıcaklığı 95ºC'nin üzerine çıktıktan sonra 3 dakika daha ablasyon işlemi yapılanlar.2.Grup: Kist içi sıcaklığının 95ºC'nin üzerine çıktıktan sonra 4 dakika daha ablasyon işlemi yapılanlar.3.Grup: Kontrol grubu.USG eşliğinde kist içeriğinin yarısından biraz fazlası boşaltılarak kist içine radyofrekans ablasyon iğnesi yerleştirilip işlemler uygulandı. İşlem sonrası kistin sıvı içeriği mikrobiyoloji değerlendirmesine, germinatif membranı da patoloji değerlendirmesine gönderildi. Mikrobiyoloji değerlendirmesinde eosin Y vitalite boyası kullanılarak canlı-ölü protoskoleks sayısı hesaplandı. Patolojik değerlendirmesinde ise germinatif membran üzerinden çeşitli alanlardan örnekler alınıp dejenerasyon derecesi tespit edildi. Bulgular Kruskal-Wallis varyans analizi testi ile istatistiksel değerlendirmeye alındı.Bulgular: Uygulamalarımız sonucunda kist içi sıcaklığının 95ºC'nin üzerine çıktıktan sonra 3dakika daha ablasyon işlemi yapılanlar(1.grup)da % 91,5 protoskoleks ölümü ve % 90 germinatif membran hasarı tespit edildi. Kist içi sıcaklığının 95ºC'nin üzerine çıktıktan sonra 4 dakika daha ablasyon işlemi yapılanlar(2.grup)da %100 protoskoleks ölümü ve %100 germinatif membran dejenerasyonu tespit edildi. Kontrol grubunda % 13 ölü protoskoleks oranı ve %10 germinatif membran hasarı vardı.Sonuç: RFTA yöntemi kullanarak hidatik kistli koyun karaciğerleri üzerindeki 3,5cm nin altındaki kistlerde kist kavitesinin canlılığını yok etmek amacıyla yaptığımız çalışma sonucunda grup 2 uygulamamızda, prtotoskoleksler tamamen öldürülmüş ve tam bir germinatif membran dejenerasyonu sağlanmıştır. Yöntemin in-vivo ortamda kullanımı hakkında bilgi sahibi olmak için başka çalışmalara ihtiyaç vardır.Anahtar Kelime: Radyofrekans termal ablasyon, karaciğer hidatik kisti, kist hidatik.
  • Öğe
    Tıkanma sarılıklarında perkütan transhepatik kolanjiografi ve ultrasonografinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1987) Sarıbabıçcı, Rıza
    Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde Mart 1985 ile Mart 1987 tarihleri arasında tıkanma sarılığı düşünülen 34 hastaya PTK, bunlardan 32 hastaya da PTK ile US beraber uygulandı. PTK ile genişlemiş safra yollarında % 90.4, normal safra yollarında % 69.2 başarı elde edildi. Tıkanmanın sebebi % 85.7 oranında, yeri ise % 96.4 oranında doğru olarak tayin edildi. İşlem sırasında hastaların ağrı, bulantı ve kusma şikayetleri oldu. İşlemden sonra ateş (% 5.8), intraperitoneal kanama (% 8.8), safra sızıntısı (%5.8) gibi öldürücü ol mayan komplikasyonlar görüldü. Ultrasonografi kanal genişlemesinin belirlenmesinde % 81.2 başarılı oldu. Tıkanmanın sebebini tesbitte % 50, yerini tesbitte ise % 40.6 faydalı oldu. Bu çalışmada PTK'nın, tıkanma sarılıklarının ayırıcı tanısın da, özellikle ekstrahepatik kolestaz etiyoloj isini aydınlatmada US 'dan daha başarılı olduğu görüldü. PTK az zararlı bir yöntemdir. Bazı komplikasyonları görülmektedir. Buna rağmen invaziv yöntemler içinde en kolay ve en ucuz olanıdır. Yalnızca Chiba iğnesi ile röntgen laboratu arı olan her yerde yapılabilir. Uzman eleman gerektirmemesi de önemli bir avantajdır. Tıkanma sarılığı düşünülen bütün hastalarda PTK çekinmeden uygulanabilir. US ise PTK'ya yardımcı ve faydalı bir tetkikdir.
  • Öğe
    Peritoneal adezyonlardan korunmada gliserinin etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2007) Pamukçu, Ahmed; Vatansev, Celalettin
    Periton içi adezyonların önlenmesinde gliserin kullanılarak oluşturulanartifisyel asit ortamının etkili olup olmadığını araştırmayı amaçladık.Materyal ve Metod: Çalışmada 36 adet Wistar Albino cinsi erkek rat 3 grubaayrıldı. Bütün ratlara karın duvarına sol tarafta 1cm uzunluğunda 4 adet peritonealkesi yapıldı, sağ taraftan 1 cm2 genişliğinde periton tabakası eksize edilerek aynıgirişim uygulandı. GrupI (kontrol), Grup II (izotonik): 3 ml %0.9'luk NaCl, Grup III(gliserin): 0.5 ml likid gliserin ile 3ml %0.9'luk NaCl periton boşluğuna verildi.Grup II ve III deneklere postoperatif 3.,6. ve 9. günlerde aynen maddeler tekrarverildi. Postoperatif 10. günde ratlar sakrifiye edildi. Oluşan adezyonlarınmakroskopik değerlendirmesi Granat Skoruna göre yapıldı. Batın duvarından ve incebarsak duvarından doku örnekleri alınarak ışık mikroskopisinde adezyon derecesiincelendi. Sonuçlar Kruskal Wallis varyans analizi ve Mann Whitney U Testi ileanaliz edildi.Bulgular: Kontrol grubunda anlamlı derecede adezyonlar gelişti. zotonik grubundakontrol grubuna oranla adezyon oranları daha azdı ama bu fark istatistiksel olarakanlamlı değildi (p>0.05). Gliserin grubunun adezyon oranları kontrol ve izotonikgrupları ile karşılaştırıldığında; kontrol grubunda daha ileri derecede olmak üzereanlamlı bir fark vardı (p<0.05).Sonuç: Çalışmamız sonuçlarına göre kullanılan izotonik solüsyonu ve sıvı gliserinpostoperatif adezyonu azaltmaktadır. Etkinlik açısından gliserinin daha etkili olmasıkimyasal özelliğinden dolayı bulunduğu ortama su çekme kabiliyeti ileaçıklanabilir. Buna göre gliserinle karında fizyolojik sıvı miktarı artırılarak adezyonoluşumu azaltılabilir.
  • Öğe
    Ameliyat süresi ve anestezik ilaçların böbrek fonksiyonlarına etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1987) Öğüldü, Ali
    Bu çalışmamızda, kliniğimize yatırılarak ameliyat edilen 50 vak'anın ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası erkendönemde, üre, krea tinin klirensi idrarda Na, K, Ca itrahı, dilüsyon ve konsantrasyon testi gibi böbrek fonksiyon testleri incelenmiştir. Ameliyatı 1 saat ve daha az süren 1. gruptaki olgularda, üre klirensi ve kreatinin kli rensi bakımından ameliyat öncesi ve sonrası değerler arasında istatis tik! bakımdan bir fark bulunamamıştır. İdrar Na, K ve Ca itrahmda bir değişiklik tesbit edilememiştir. Ameliyatı lhl5dk-3 saat süren 2. gruptaki olgularda üre ve kreatinin klirenşinde istatistiki bakım dan farklılık, 0.01 seviyesinde önemli bulunmuştur. İdrar Na, K ve Ca itrahı bakımından istatistiki bir farklılık tesbit edilememiştir. Ameliyatı 3h 15dk ve daha fazla süren 3. gruptaki olgularda ise, üre ve kreatinin klirenşinde istatistiki farklılık 0.01 seviyesinde önem li bulunmuştur. İdrarda Na itrahmda istatistikibakımdan farklılık, 0.05, K ve Ca itrahmda istatistiki bakımdan farklılık 0.01 seviyesin de önemli bulunmuştur. Ameliyat travmasının büyüklüğüne, ameliyat süresinin uzaması na, ameliyat esnasındaki kanamaların miktarına, hipotansiyenin şid deti ile süresine bağlı olarak böbrek kan akımında ve glomerül filt- rasyon oranında azalma husule geldiği, hastada oligüri ile birlikte-63- böbrek fonksiyonlarında bozukluk husule geldiği ve bu bozukluğun normal karaciğer ortamında kısa sürede düzeldiği ve karaciğer fonksiyonlarının bozuk olduğu hastalarda ise irreversibl bir hal alarak hastayı ölüme götürdüğü tesbit edilmiştir. Bu bulgular literatürdeki bulgularla paralellik göstermektedir.