Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 29
  • Öğe
    Litvanya Trakai’da Yaşayan Günümüz Musevi Karay Türkleri ve Kültürel Mirasları
    (2018) Ulutürk, Muammer
    Türkler tarihleri boyunca dini bakımdan Gök Tanrı Dini, Budizm,Maniheizm, kısmen Ortodoks Hıristiyanlığı, Karaim Museviliği ve geniş ölçüde İslam dinini kabul etmiş bir millettir. Türkler, VIII. yüzyıldaMüslümanların hâkim olduğu coğrafyada, Yahudiliğin Talmudcuanlayışına muhalefet eden, başını Anan bin David’in çektiği, önceAnâniyye adıyla ortaya çıkan, IX. yüzyılın ilk yarısında ise Karaîm isminialan yeni bir dini hareketin taraftarlarının baskılar sonucu Bizans, İran,Ermenistan ve Kafkasya’ya dağılarak propaganda yapmaları sonucuMusevilikle tanışmışlardır. Karâîliğin ilk filizlendiği yerler de İran,Ermenistan ve Kafkasya bölgeleridir.Hazarların Museviliği kabul etmesi ile Kırım ve Güney Rusya’dayaşayan Türklerin Museviliğe girişlerinin VIII. yüzyılın ortalarından X.yüzyıla uzanan tarih aralığında, Bizans’tan sürülen Musevi göçmenlerivasıtasıyla olduğu ileri sürülmüştür. Hazar Hakanı Bulan’a Karâîliğikabul ettiren İshak Sangari’nin önce Hazar ülkesinde faaliyet gösterdiği,ardından Kırım’a geçerek oraya yerleştiği belirtilmektedir. Karâîlik, Hazarülkesinde ve Kırım’da muhtemelen aynı anda yayılmış, XIV. yüzyılda daLitvanya ve Polonya’ya kadar ulaşmıştır. Aynı dönemde KırımKaraylarından bir kısmı Litvanya ve Polonya’ya göç etmiş, bugünkü DoğuAvrupa Karaim cemaatinin temellerini atmıştır.Karay veya çoğulu ile Karaim şeklinde adlandırılan Musevilerindünya genelindeki nüfusu 50 bin civarındadır. Bunlardan dünyanınfarklı coğrafyalarına yayılmış Türk kökenli olanların sayısı ise 2 binkadardır. Bunlar da ağırlıklı olarak Kırım, Ukrayna, Polonya ve Litvanyagibi ülkelerde, Rusya’nın çeşitli yerlerinde ve ABD’de ve çok azı daAvustralya’da yaşamaktadır. Günümüzde sayıları giderek azalan Musevi Karaim Türklerindençok az bir kısmı Litvanya’nın başkenti Vilnius yakınlarında bulunanTrakai kasabasına yaşamaktadırlar. 2017 yılının Ağustos ayında Trakai’ayaptığımız ziyarette burada yaşayan 60 kadar Karay Türk’übulunduğunu ve Karay Türkçesi konuşan az sayıda yaşlı kimsebulunduğunu öğrendik. Bu çalışmada Tevrat’tan başka kutsal kitaptanımayan ve Türk olmayan Musevilerce heretik kabul edilen Trakai’ınTürk asıllı Karaim Musevileri hakkında elde ettiğimiz bilgilere yervereceğiz.
  • Öğe
    Bosna-Hersek basınında Türk harf inkılabına yönelik görüşler
    (2018) Tekin, Cemile
    Türkler İslamiyet’ten önce Uygur ve Göktürk alfabelerini kullanmış; Müslümanlığı kabul ettikten sonra ise Arap alfabesine geçmiştir. Bin yılı aşkın bir süre kullanılan bu alfabeyi ıslah etme konusunda tartışmaların başlangıcı Osmanlı Devleti’nde, 1862-1863’te Münif Paşa (ö.1910) ve Azerbaycanlı Ahundzade Feth Ali’ye (ö.1878) kadar uzanmaktadır.Atatürk ilke ve inkılaplarının amacı, Türkiye Cumhuriyetini hem siyasi hem de kültürel açından modern bir devlet durumuna getirmekti. Atatürk, bundan dolayı 1928’de harf inkılabını yapmıştır.Türkiye’deki harf inkılabı Bosna-Hersek kamuoyunun ciddi şekilde dikkatini çekmiş; özellikle modernist Bosnalı aydınlar kendilerine yol gösteren Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdiği bu inkılaba tamamen destek vermişlerdir. Dindar çevrelerde ise bu konuda farklı iki görüş ortaya çıkmıştır. Bunların ortak noktaları, Atatürk’ün gerçekleştirdiği harf inkılabını İslam karşıtı bir hareket şeklinde algılamış olmalarıdır. Bu yüzden her fırsatta Kemalistleri yermişler; neredeyse bu inkılap hareketini Rusya Bolşevizmi’nin bir dalı olarak gösterme gayreti içine girmişlerdir. Bu makalede Bosna-Hersek’te çıkan gazete, dergi ve kitaplarda Türk harf inkılabı ile ilgili yayımlanan yazılar ve yazarları tespit edilip görüşleri ayrı başlıklar altında eleştirel olarak incelenecektir.
  • Öğe
    Atatürk’ün hedeflediği Türk kadını profilinin izleri: Konya nutku örneği
    (2019) Tekin, Cemile
    Türk kadını tarihin eski devirlerinden beri eşinin yanında değerli idi. babanın olduğu gibi annenin de hakları vardı. Evlilik, karşılıklı saygı esasına dayanır, tek eşlilik dışında birliktelik düşünülmezdi. Ana ve babanın soyu eşit kabul edilir, eşler arasında saygı öne çıkardı. İslamiyet’in kabulünden sonra yeni dinî anlayış çerçevesinde bir hayat tarzı benimsenmiş, baba evin reisi kabul edilmiştir. Bununla birlikte kadın erkekten hep saygı görmüştür. Türk kadınına dünyadaki gelişmeler doğrultusunda yeni haklar vermek isteyen Gazi Mustafa Kemal Paşa “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.” sözüyle kadının cemiyet ve uygarlık içindeki yerini vurgulamıştır. Kadın haklarını batılılaşmanın ve modernleşmenin bir öğesi olarak idrak etmiştir. Türk kadınına hep güvenmiş ve onun toplum içinde hak ettiği yer için inkılaplara imza atmıştır. Hiçbir devlet adamı, Atatürk kadar kadın hakları konusunda hassas olmamış ve O’nun kadar mücadele etmemiştir. Bu makalede Atatürk’ün Konya’da yaptığı konuşmada da Türk kadınına verdiği mesaj çerçevesinde hayatı boyunca yaptığı inkılaplar üzerinde durulmuştur. Ayrıca Konya gezisi ve konuşmasına temas eden metin ve çevirisi de çalışmanın ekinde sunulmuştur.
  • Öğe
    Ateş ve ocak kültünün Anadolu’da yaygınlaşmasında Moğolların etkisi
    (2013) Akkuş, Mustafa
    Türk halk inançlarında önemli yer tutan ocak kavramı Orta Asya halk ve kültürleri için kutsiyet ifade etmektedir. Toplumun en değerli öğesi olan aile kurumu ile de özdeş anlamlar ifade eden ocak, tarihsel süreç içerisinde birçok anlamları içerisinde barındırmıştır. Birbirinden ayırt etmediğimiz ocak ve ateş kültleri Orta Asya’dan Küçük Asya diye de tabir edilen Anadolu’ya halkların göçüyle beraber taşınarak, taşıdığı zengin mefhumlara daha da çok an- lamlar katmıştır. Bu kavramların Anadolu’ya taşınması ve yaygınlaşmasında en büyük pay şüphesiz Moğol istilası ve Moğollara aittir. Bu çalışmamızda öncelikle Moğollarda ateş ve ocak kültünün yeri ve önemi üzerinde durulacak, tarihsel süreç içerisinde kutsiyet atfettikleri bu kavramların içerdiği anlam ve Moğolların dini, sosyal ve siyasi hayattaki uygulamalarından bahsedilecektir. Daha sonra ise bu kavramların Anadolu’ya taşınmasında Moğol istilası ve Moğolların etkisi anlatılacaktır. Moğolların İslam dünyasına karşı istila hareketi ve bunun sonucunda İran, Azerbaycan, Irak ve Suriye’de kurulan, Anadolu’yu da tahakkümü altına alan İlhanlı devletinin desteklediği dini ve tasavvufi zümrelerin ateş ve ocak kavramlarının Anadolu’da yaygınlaşmasında ve yeni anlamlar kazanmasındaki rolleri ile Moğolların Anadolu’da uyguladıkları dini politikalarının, kavramların günümüze kadar devamlılığını sağlamasındaki etkisi gösterilmeye çalışılacaktır.
  • Öğe
    Süryanilerde doğuma ve çocuk yetiştirmeye dair ritüeller, gelenekler (Midyat Örneği).
    (2016) Ulutürk, Muammer
    Süryanilik, Hıristiyanlar arasında Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içinde III. ve IV. yüzyıllarda inanç ihtilaflarından ortaya çıkan ve monofizitizme eğilim gösteren bir kilisedir. Bu kilisenin taraftarlarına Süryani denir. Ortodoks, Katolik ve Protestan olmak üzere üç mezhebe ayrılan Süryanilerden Türkiye'de nüfus bakımından en kalabalık olan grup Ortodoks Süryanilerdir. Merkezi Midyat olan ve Süryanilerce Tur Abdin adı verilen coğrafyada, günümüz itibarıyla yaklaşık olarak üç bin civarında Süryani yaşamaktadır. Midyat'ta yaşayan Kadim Ortodoks Süryani Cemaatinin din hizmetleri Mardin ve burada bulunan ruhaniler tarafından verilmektedir. Midyat'ta ikamet eden Süryaniler, kadim Hıristiyanlığın vecibelerini yerine getirmekte, geleneklerine riayet etmekte ve yeni nesillerinin din ve kültürel hayattan kopmamaları adına çaba sarf etmektedirler. İlk ve Orta öğretim çağındaki Süryani çocukları Milli Eğitime bağlı ilk ve orta dereceli okullarda eğitim öğretim faaliyetlerini sürdürürken, aynı zamanda kiliselere gönderilerek din eğitimiyle birlikte Süryanice de öğrenmektedirler. Bu makalede Midyat'ta yaşayan Süryani kadınlarının hamilelik ve doğuma dair ritüel ve gelenekleri ile Süryani çocuklarının dini ve geleneksel anlayışa uygun yetiştirilme biçimleri konu edilmiştir
  • Öğe
    Bosna-Hersek ulemasının Türk hukuk inkılabına yönelik görüşleri
    (2018) Tekin, Cemile
    Osmanlı Devleti’nde XVII. yüzyılın sonundan itibaren bürokrasi, hukuk ve orduda bo‐ zulma yaşanmaya başlanmış; bunun sonucunda klasik Osmanlı sistemi önce duraklama, sonra gerileme arkasından çöküş dönemi yaşanmıştır. Bunun farkına varan bazı padişah ve devlet adamları, özellikle hukuk alanında reformlar yaparak kötü gidişatın önüne geçmeye çalışmışlardır. Atatürk ilke ve inkılaplarının amacı, Türkiye Cumhuriyeti’ni hem siyasi hem de hukuki açından modern bir devlet durumuna getirmekti. Atatürk, bundan dolayı 1926’da Mecel‐ le’yi kaldırarak İsviçre Medeni Kanunu’nu yürürlüğe koymuştur. Bosna‐Hersek basınında 1922’den itibaren Türkiye’de gerçekleştirilmeye başlanan inkı‐ laplara yönelik yazılar yazılmaya başlanmış; özellikle Mecelle ile şer’i mahkemelerin kaldırılmasına ilişkin haberler bir süre manşetlerden düşmemiştir. Bosnalı Müslüman aydınlar, bir taraftan Bosna’ya da aynı uygulamanın sırası gelir endişesi, diğertaraftan Türkiye’de bunun geçici bir deneyim olacağı ümidiyle karışık duygular içindeydiler. Hem Türkiye hem de Bosna Müslümanlarını yakından ilgilendiren bir mesele olarak algılandığı için Bosna‐Hersek’te önce ulema ardından da diğer Müslüman entelektüeller kitap ve makalelerinde Türkiye’de hukuk alanında yapılan inkılaplara değinmişlerdir. Bu makalede Türkiye’de Mecelle’nin kaldırmasıyla ilgili uygulamalara yönelik Bosna‐ Hersek basınında çıkan olumsuz ve olumlu tepkilerincelenecektir.
  • Öğe
    Yugoslavya’dan Türkiye’ye Göçlerin Nedenleri (1950-1958)
    (2018) Tekin, Cemile
    Osmanlı döneminde “Müslümanlar”ın, Cumhuriyet döneminde ise “Türk soyundan olan veya Türk kültürüne bağlı bulunanların”, Türkiye’ye Balkanlar’dan zorunlu göçlerinin başlıca benimsenen nedenleri; soykırımlar, saldırılar, harpler, yağmalar, baskı ve ayrımlar, sürgünler ve zorla asimilasyonlar, açıkçası cana, mala, namusa, dinî veya millî kimliğe saldırılardır. Yukarıdaki amiller dolayısıyla göç hareketlerine sahne olunan bölgelerden biri de Balkanlar’daki “Yugoslavya-Makedonya” topraklarıdır. Yugoslavya’nın kendi içinde ve bu ülkenin diğer Balkan toprakları arasında, kısmen de Anadolu yönünde ilk göçhareketi, “93 Harbi” adı verilen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşıyla başlamıştır. 1912-1913 Balkan Savaşı’yla devam etmiş, 1923-1951 döneminde fert ve aile düzeyinde, 1952-1967 yılları arasında kitlesel, 1968-1996 arasında da yine fert ve aile düzeyinde Anadolu toprakları yönünde gerçekleşmiştir. Yugoslavya’dan Türkiye’ye göçün artması, aslında Yugoslav idarecilerinin gönülden arzuladıkları bir gelişmeydi. Özellikle Türk asıllıların çoğunlukta olan Makedonya bölgesinden göçlerinin hızlandırılması, bu bölgeden Türklerin temizlenmesi amacını taşımaktaydı.Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının (1923) hemen arkasından buraya göçler devam etmiş; Yugoslavya’dan göç olayı 1990’lı yıllara kadar sürmüştür. 1950-1958 yılları arasındaki göçlerde “serbest göçmen statüsünde gelen muhacirlere misafirperver Türk insanı, tüm maddi sıkıntılarına rağmen kucak açmış; onların normal hayata geçmeleri için yardım etmişlerdir. Yugoslavya’da çok sıkıntı çeken Müslümanlar, 1950-1958 döneminde Türkiye’ye geldiklerinde uyum problemi yaşamışlar; özellikleyiyecek içecek ile örf, âdet ve dil konusunda bir süre farklı şekillerde hareket etmişlerdir. Zaman içinde intibak eden Yugoslavmuhacirleri, bugün yerli halkın imkânlarından fazlasına sahip oldukları için müreffeh bir hayat yaşamaktadırlar.
  • Öğe
    Sultan II. Abdülhamid'in Kürt politikası
    (2016) Biçer, Bekir
    Osmanlı İmparatorluğu dağılma sürecini yaşarken devlet yönetiminde en çok etkili olan ve üzerinde en çok tartışılan padişah Sultan II. Abdülhamit olmuştur. Padişahın en belirgin devlet politikası ise İslamcılık'tı. Bu makalede İslamcılık politikası çerçevesinde sultanın Kürtlere yönelik politikaları ele alınacak ve şu soruların cevabı aranacaktır: Sultan, Kürt coğrafyasını ve Kürtleri ne kadar tanıyabilmiştir? Doğu Anadolu Bölgesi sultan için neden çok önemlidir? Sultanın İslamcılık politikası içinde Kürtlerin yeri nedir? Sultan, Kürtleri İslam birliği içinde tutmak ve ülke bütünlüğünü korumak için neler yapmıştır? Padişahın Kürtler için geliştirdiği ve uyguladığı özel politikaları nelerdir? Ayrıca sultanın Kürt aşiretleri korumak için uyguladığı politika, Dersim için hazırlattığı ıslahat layihaları, Hamidiye Alayları ve Aşiret mekteplerini kurması Osmanlı Devleti'ne ne tür katkı sağlamıştır? II. Abdülhamid'in Kürt politikası, günümüz sorunlarının çözülmesine bir katkı sağlayabilir mi? gibi sorular cevaplanmaya çalışılmıştır.
  • Öğe
    Bosna’da bir Türk geleneği “Sevdaluk” (Tuzla Teoçak örneği)
    (2014) Tekin, Cemile
    Osmanlı Devleti Bosna'yı fethettiğinde Boşnaklar diğer Balkanlı kavimlerden farklı olarak Bogomil idiler. Ahlaki değerleri Türklerle uyuştuğu için kısa sürede Müslüman oldular. Bu tarihî değişim, Boşnaklar için bir dönüm noktasıdır. Çünkü İslami kurallar çerçevesinde hayatlarını yeniden düzenlediler. Bosnalı Müslümanlar, Hıristiyanlardan ayrı olarak tarihte Hz. Muhammed'in Müslümanların tümünce bilinen toplumu kaynaştırmaya yönelik uygulamaları ile Türklerin bazı örf ve âdetlerini örnek olarak aldılar. Bunlardan biri, Hz. Peygamber'in hicret sırasında Medine'de ensar ve mühacirini kardeş yapmasıdır ki, buna Muâhât denmektedir. İkincisi, Osmanlı Devleti'nin kuruluşu sırasında ortaya çıkan Bâciyân-ı Rûm olup bu teşkilat, yeni fethedilen topraklarda Türk kadınlarının örgütlenmesini sağlamıştır. Bosnalı Müslüman kadınların İslam ve Türk tarihinden esinlenerek kendi aralarında kurdukları "Sevdaluk", Muâhât ile Bâciyân-ı Rûm'un geçen yüzyıldaki devamı gibidir. Boşnakça'ya Türkçeden geçen "Sevdaluk" kelimesinin anlamı, aşk ve sevgidir. "Sevdaluk" kurmanın çeşitli sebepleri vardı. Bunlar; çocukların eğitimini sağlıklı bir ortamda yapmak, ev inşası için borç para almak; tarım işlerinde birbirine yardım etmek; savaşlarda ölen Müslümanların ortada kalan çocuklarına sahip çıkmaktır. Aynı köy veya mahallede oturan iki sülalenin yaşça büyük olan kadınları, bir törenle "Sevdaluk" dostluğunu kuruyorlardı. Bundan sonra bu iki ailenin kadın ve erkekleri ile çocukları birbirini akraba olarak görüyorlar; sıkıntılı zamanlarında maddi ve manevi destek veriyorlardı. "Sevdaluk" kurulduktan sonra iki ailenin erkekleri arasında olumsuz bir durum yaşanmazdı. Bunlar, akraba gibi olurlar, çocuklarının eğitiminde ortak hareket ederlerdi. Aynı şekilde gençler arasındaki münasebetler de kardeşçe olurdu. Birbirlerini kardeş olarak gören "Sevdaluk" kuranların çocukları arasında sanki kan bağı varmış gibi evlilik de olmazdı. "Sevdaluk" geleneği, Bosnalı Müslümanlar arasındaki bağı güçlendirmiş; bu sayede Boşnakların millet olma anlayışına katkı sağlanmıştır. Bugünkü Bosna-Hersek Devleti'nin temelinde kadınların kurdukları "Sevdaluk" geleneğinin etkisi göz ardı edilemez.
  • Öğe
    Bosnalı bir Oryantalist’in Atatürk’e dair izlenimleri
    (2017) Tekin, Cemile
    Mustafa Kemal Atatürk, Türk Tarihine önem veren bir liderdi. Türk Milleti'ne milli benliğini kazandırmak düşüncesiyle 2 Temmuz 1932 ve 20 Eylül 1937'de iki kez Türk Tarih Kongresi düzenletmiş; bu toplantılara çok sayıda Batılı bilim adamını davet ettirmiştir. İstanbul'da Dolmabahçe Sarayında düzenlenen II. Türk Tarih Kongresi'ne Türkler dışında on üç yabancı ülkeden tarih alanında tanınmış bilim adamı katılmıştır. Bunlardan biri de Bosnalı Oryantalist Prof. Dr. Fehim Bayraktareviç'tir. Her iki Kongre'yi dikkatle dinleyen Atatürk, burada alınan kararlar doğrultusunda ders kitapları yazılmasını emretmiş; yeni kurduğu devlete çağdaş anlayış kazandırmıştır. Özellikle maddi kültürde Türk etkisinin bütün Balkanlar üzerinde din ayırımı yapmaksızın oldukça etkili olduğunu iddia etmiştir. II. Türk Tarih Kongresi'nde sunulan bildirilerin hemen tamamını dinleyen Atatürk'ü yakından tanıma fırsat bulan Fehim Bayraktareviç, Yugoslavya'ya dönünce onu tanıtan yazılar yazmış; ona hayranlığını bu yazılarında dile getirmiştir. Bir de Kongrede Atatürk'ün Türk Tarih Tezini destekler mahiyette bildiri sunan Bayraktareviç, Balkanların fethi ile birlikte XIV. yüzyıldan sonra Osmanlı Türklerinin Balkanlı toplumlara değişik alanlarda kazandırttığı şeyleri anlatmış; Fehim Bayraktareviç, Slav dilleri dışında Arapça, Farsça ve Türkçe de biliyordu. Onun gramer üzerine yazılmış olan Osnovi Turske Gramatike/Türk Gramerinin Esasları adlı kitabı, Türk kültürüne aşina olduğunu göstermektedir. Bosnalı Müslümanların da Osmanlı Devlet İdaresine ve saray hayatına kattıklarına vurgu yapmıştır. Bu bildiride Fehim Bayraktareviç'in Mustafa Kemal Atatürk'le ilgili tespitleri verildikten sonra Türklerin Balkan milletleri üzerindeki etkileri ile Bosnalıların Osmanlı Devleti'ne hizmetleri Bayraktareviç'in II. Kongrede sunduğu bildiri çerçevesinde ortaya konacaktır.
  • Öğe
    Abâkâ Han’ın dinî şahsiyeti ve Anadolu’daki uygulamaları
    (2016) Akkuş, Mustafa
    Moğollar Cengiz Han'ın liderliğinde toplanarak kısa sürede büyük bir imparatorluk kurmuş, Asya ve Avrupa'da hâkim güç haline gelmişlerdir. Mengü Han zamanına kadar birçok istila faaliyetinde bulunan Moğollar, onun büyük han olmasıyla da kurultayda büyük bir ordu teşekkül ederek İslam Dünyasına karşı nihai bir saldırı başlatmışlardır. Ordunun başında Türkistan ve İran topraklarını geçerek Bağdat önlerine gelen Hûlâgû, Abbasi Halifeliğini yıkarak İran, Irak, Azerbaycan ve Suriye topraklarının bir kısmını da içine alan geniş coğrafyada kendi devletini kurmuştur. Büyük Moğol Hanlığına tabi olan İlhanlı Devleti, Mısır dışında kalan tüm İslam toprakları üzerinde hâkimiyetini sağlamıştır. Hûlâgû Han'ın bölgede devletini tesis ettikten bir süre sonra ölmesiyle beraber yerine büyük oğlu Abâkâ geçmiştir. Abâkâ Han babasının takip ettiği siyaseti aynen devam ettirmiş, bölgenin temel unsurunu oluşturan Müslüman halk üzerinde şiddetli baskı kuran sert bir politika gütmüştür. Bu çalışmamızda Abâkâ Han'ın İlhanlı topraklarında ve hâkimiyetlerini tanıyan milletler üzerinde uyguladığı siyaset ve bu politikaları şekillendiren dini yönü ele alınacaktır. Bu amaçla Abâkâ Han'ın dini şahsiyeti, dini eğitim ve kültürü, dinlere bakışı, din adamlarıyla ilişkileri ve bunun siyasetine yansımalarına değinilecektir. Özellikle dini anlayışının ve uygulamalarının Anadolu Selçuklu devleti ve Müslüman Anadolu halkı üzerindeki etkileri gösterilmeye çalışılacaktır.
  • Öğe
    Cumhuriyet döneminde Süleyman Şah Türbesi’nin korunması
    (2015) Kaya, Yakup; Özalp, Görkem Ozan
    Milli Mücadele sürecindeki askeri ve siyasi başarılar sonucunda Ankara Antlaşması ile elde edilen, Türkiye Cumhuriyeti'ne bir ecdad mirası olarak devredilen, yeni Türk devletinin kendi sınırları dışındaki tek vatan toprağı olan Süleyman Şah Türbesi ve onun etrafındaki bir kısım arazinin korunması meselesi Türkiye Cumhuriyet'nin bir devlet politikası olarak günümüze değin sürdürülmüştür. Cumhuriyet döneminde türbenin bakımı, onarımı ve güvenliğinin sağlanması konularında zaman zaman çeşitli aksaklıkların yaşandığı gözlenmiştir. Diğer taraftan bir Türk eksklavı olan bu vatan toprağının belirli dönemlerde özellikle Suriye tarafından kaynaklanan sorunlar çerçevesinde çeşitli risklerle karşı karşıya kaldığı bir gerçektir. Suriye'nin önce Tabka, sonra da Teşrin Barajı'nı türbeyi tehdit edecek şekilde inşa etmesi üzerine Türk Hükümeti ile Suriye yönetimi karşı karşıya gelmiştir. Bu sorunlar uluslararası hukuk çerçevesinde ilkinde taşıma yöntemi ile ikincisinde ise tahkimat projesinin uygulanmasıyla çözümlenebilmiştir. 2011'de Suriye'deki iç savaşın başlamasından sonra ise Karakozak'ta bulunan Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu bölgedeki terör gruplarının saldırılarına ve tehditlerine açık hale gelmiştir. Türk Hükümeti buna bir önlem olmak bakımından Şah Fırat Operasyonu'na karar vermiş ve Süleyman Şah Türbesi ile Saygı Karakolu Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gerçekleştirdiği hareketle 2015'te Türkiye sınırına bitişik Suriye Eşmesi'ne taşınmıştır. Bu askeri hareket Türkiye'de muhalefetin ve çeşitli siyasi çevrelerin tepkisine ve eleştirisine yol açmıştır
  • Öğe
    Demokrat Parti Döneminde Kıbrıs Sorunu
    (2018) Kaya, Yakup; Yeter, Bülent
    Kıbrıs sorunu on yıllardır Türk dış politikasının temel problematik alanlarından birisini teşkil etmektedir. Lozan Barış Antlaşması’na göre Kıbrıs, İngiltere’nin hâkimiyetinde kalmış ve bu nedenle Türkiye daha sonraki vetirede Kıbrıs’a müdahale etmeyi düşünmemiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İngiltere’nin politikasını değiştirip hâkimiyetindeki topraklardan yavaş yavaş çekilmeye başlaması üzerine, Kıbrıs’ta Türkiye ve Yunanistan’ın da yer aldığı bir nüfuz mücadelesi başlamıştır. İngiltere’nin Adayı tahliye planı gündeme gelince Türkiye tarihsel, kültürel, demografik, coğrafi ve stratejik unsurların etkisi çerçevesinde Kıbrıs sorunuyla daha yakından ilgilenir hale gelmiştir. Demokrat Parti döneminin en önemli dış politika konularından birisi kuşkusuz Kıbrıs sorunudur. Söz konusu dönemde, Kıbrıs’ta iki toplumlu devlet yapısının temelleri atılmıştır. Türkiye öncelikle statükoyu devam ettirmek istemiştir. Bu olmazsa adanın tamamının kendisine verilmesi gerektiği görüşünü savunmuştur. 1955’ten sonra da Adanın taksimi tezi ön plana çıkmıştır. Özellikle Londra Konferansı sonrasında Türkiye Kıbrıs sorununda resmen taraf haline gelmiştir. Lozan Barış Anlaşması ile Kıbrıs’ı İngiltere’ye bırakmak zorunda kalan Türkiye’nin, Demokrat Parti’nin izlediği dış politika ile Kıbrıs’ta tekrar hak sahibi haline geldiği görülmüştür. Makalede dönemin gazete arşivinden ve dönemle ilgili belli başlı telif ve tetkik eserlerden yararlanarak Demokrat Parti iktidarının Kıbrıs politikası incelenecektir.
  • Öğe
    Babıâli'de hizip çatışmaları: Ahmed Fevzi Paşa'nın Osmanlı donanmasını Mısır valisine teslimi olayı
    (2016) Dönmez, Ahmet
    Kaptan-ı Derya Ahmed Fevzi Paşa, 1839 yılında gerçekleşen Nizip Savaşı ve ardından II. Mahmud'un vefatıyla birlikte, Osmanlı donanmasını Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'ya teslim etti. Bu olayla ilgili mevcut literatürdeki bilgiler oldukça sınırlıdır. Babıâli'deki hizip çatışmalarının bir sonucu olarak gelişen söz konusu olay, yeni ortaya çıkarılan kaynaklara göre bu çalışmada incelenmektedir. Özellikle İngiliz Millî Arşivi'nde tespit edilen Fevzi Paşa'nın tercümanı Avidick'in konuyla ilgili ayrıntılı raporu esas alınarak hazırlanan bu araştırma, donanmanın Mısır valisine tesliminin nasıl ve hangi şartlarda gerçekleştiği hakkında son derece önemli ve yeni bilgiler ortaya koymaktadır. Bu gelişmelerde, başta Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinin nasıl bir rol oynadıkları da çalışma içinde gösterilmektedir.
  • Öğe
    Hilafetin kaldırılmasının Bosna-Hersek basınına yansımaları (1924-1939)
    (2017) Tekin, Cemile
    İslam âleminde hilafet, Hz. Muhammed vefat edince (632) ortaya çıkmış bir kurumdur. Hilafet, Dört Halife'den sonra Emevilere, arkasından Abbasilere geçmiştir. Osmanlı Devleti'ne hilafetin geçmesi 1517'de Mısırın alınmasından sonra olmuştur. 1924'te TBMM tarafından kaldırılmasına kadar Osmanlı padişahları tüm Müslümanların başı olarak halife unvanını da taşımışlar, Müslümanlardan saygı görmüşlerdir. İslam âlemini yakından ilgilendiren bir kurum durumundaki hilafetin kaldırılmasına Yugoslavya'da yaşayan Müslümanlar değişik şekillerde tepki göstermişler; bu konudaki fikirlerini Müslüman aydınlar basın aracılıyla duyurmuşlardır. Hilafetin kaldırılması konusunda aydınlar olunamayacağını iddia etmişler. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e ağır eleştiriler getirmişlerdir. Yenilikçi kaldırılmasını memnuniyetle karşılamışlar; Atatürk'e övgüyle destek vermişlerdir. Muhafazakâr aydınlardan İbrahim Hakkı Çokiç ve Abdullah Ayni Buşatliç ile Nuriya Paşiç, konusunda klasik anlayışı savunmuşlar; hilafetin kaldırılmasının Boşnak asıllı Müslümanları ortada bıraktığını iddia etmişlerdir. Bunlara göre vakit geçirmeden tekrar hilafete dönülmesi gerekmektedir. Yenilikçi aydınlardan Hamdiya Çemerliç, Abdurahman Meşiç, Osman Nuri Haciç, Edhem Bulbuloviç, Maksim Svara, Munir Şahinoviç Ekremov, Atatürk'ün hilafet konusundaki icraatlarının olumlu olduğunu iddia etmişlerdir. Bunlara göre Atatürk, yaptığı inkılaplarla, özellikle hilafet kaldırmakla İslam dünyasına örnek olmuştur. Bu konuda ona Bosnalı Müslümanların destek vermeleri gerekir. Bosna-Hersek aydınları, kendi görüşlerine uygun gazete ve dergilerde yazdıkları yazılarla hilafet konusunu tartışmışlar; çağdaş anlamda bu alanda yapılanın önemini değişik örneklerle vurgulamışlardır. Bu makalede Atatürk’ün sağlığında Bosna-Hersek’te çıkan gazete, dergi ve kitaplarda hilafetle ilgili yayımlanan yazılar ve yazarları tespit edilip görüşleri ayrı başlıklar altında incelenecektir.
  • Öğe
    Milli mücadele sonrasında Türk kadınına siyasal haklar tanınmasına yönelik arayışlar (1923‐1924)
    (2018) Müezzinoğlu, Ersin; Kaya, Yakup
    İkinci Meşrutiyet Döneminde kadınların dernekler yoluyla yoğun faaliyetleri, istihdamla‐ rındaki artış, eğitim imkânlarının gelişmesi, çeşitli dergiler aracılığıyla yayın hayatına katılmaları, toplumsal statülerinde yükselmeye ve siyasal alana ilgi duymaya başlamaları gibi sonuçları ortaya çıkarmıştır. Kadınların daha sonraki evrede Millî Mücadele’ye katkı‐ ları ise 1920’li yıllarda onların siyasal hak taleplerinin en önemli dayanağı olmuştur. Bu yolda ilk dikkat çekici arayışlar Nisan 1923’te Milletvekili Seçim Kanunu’nun görüşmeleri ile 1924 Anayasası’nın müzakereleri sırasında belirginleşmiştir. Dönemin bazı önemli gazetelerinde de bu arayışlarilgiyle takip edilmiş ve desteklenmiştir. Özellikle 1924 Ana‐ yasası görüşmeleri sırasında kadınlara siyasal haklartanınması lehinde TBMM’de güçlü bir desteğin varlığı tespit edilebilmektedir. Ancak Meclis içinde liberal ve reformcu kim‐ likleriyle bilinen bazı önemli şahsiyetlerin, kadınların siyasal hakları elde etmesinin aley‐ hinde yer almaları ve kadınların zamanla bu haklara sahip olacakları düşüncesinin mec‐ listeki tartışmalarda öne çıkması, yine Mustafa Kemal Paşa’nın kadınların eğitimi ve annelik vazifesi konularını siyasal haklar meselesine göre öncelikli tutması, kadınların siyasal hayata katılmalarının önünde engel teşkil etmiştir. Bu yönde diğer bir engel de kuşkusuz 1924 yılının siyasal gündemini meşgul eden veto ve fesih hakları meseleleri olmuştur. Makalede telif‐tetkik eserler, dönemin TBMM tutanakları ve gazetelerinden yararlanıla‐ rak Millî Mücadele sonrası Türk kadınının siyasal hak arayışları incelenecektir.
  • Öğe
    Yeniden Tesis Sürecinde Osmanlı Daimî Elçiliklerinde Yazışma Sistemi
    (2017) Dönmez, Ahmet
    II. Mahmud Osmanlı daimî elçiliklerinin yeniden tesis sürecini 1832 yılında başlatarak Avrupa başkentlerine elçiler gönderdi. Bu çalışmada, söz konusu süreçte Osmanlı elçiliklerinin yazışma sistemi gibi şimdiye kadar üzerinde yeterince durulmamış önemli bir konu arşiv malzemeleri ışığında açıklanmaktadır. Bu çerçevede elçiliklerin yazışma sisteminin temel parametrelerinin tespitine çalışılmakta ve Babıâli ile elçilikler arasında yazışmaların gerçekleşme biçimleri, özel yazışmalar, mektupların taşınmasında kullanılan yöntemler ve güzergâhlar, yazışmada güvenlik sorunları ve şifreli yazışma gibi hususlar ortaya konulmaktadır. Makalede ayrıntılı bir şekilde bilgi verilen diğer bir konu ise Osmanlı elçilerinin merkezle yaşadıkları iletişim sorunlardır. Bu çerçevede Osmanlı elçilerinin raporlarından elde edilen bilgiler ışığında ortaya çıkan aksaklıklar ve bunların hangi biçimde çözüme kavuşturuldukları örneklerle açıklanmaktadır.
  • Öğe
    Cumhuriyet Döneminde Süleyman Şah Türbesi’nin taşınması sorunu
    (2015) Kaya, Yakup; Özalp, Görkem Ozan
    Hem Osmanlı zamanında hem de Türkiye Cumhuriyeti döneminde devlet adamları nezdinde Caber Kalesi'nde bulunan Türk mezarının Süleyman Şah'a ait olduğu kabul görmüştür. Her iki dönemde de türbenin bakımı, onarımı ve gelecek nesillere aktarımı konusunda büyük bir özen gösterildiği anlaşılmaktadır. Süleyman Şah'ın kabri üzerine ilk defa Sultan II. Abdülhamit devrinde bir türbe inşa edilmiş ve Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren de türbe bir karakol binası ile tahkim edilerek güvenli hale getirilmiştir. Süleyman Şah'ın kabrinin bulunduğu türbe ve türbenin etrafındaki belirli bir toprak parçası, 1921 Ankara Antlaşması'nın 9. maddesine istinaden yeni Türk devletinin kendi sınırları dışındaki tek toprağı olarak kabul edilmiştir. Bu toprak parçasının Türkiye'ye ait olduğu gerçeği daha sonra Ankara Antlaşması esas alınmak kaydıyla Lozan Barış Antlaşması'nda teyit edilmiş, ayrıca Türkiye ile Fransa ve Suriye Arap Cumhuriyeti arasında yapılan ikili antlaşmalara dayanarak bu hukuki durum sürdürülmüştür. Günümüzde de Süleyman Şah türbesi ve türbenin etrafındaki bahsi geçen toprak parçası uluslararası hukuk bakımından Türkiye'nin bir eksklavı olarak kabul edilmektedir. Türbe ve türbenin etrafındaki belirli bir toprak parçası birtakım güvenlik gerekçeleriyle üç defa yer değiştirmiştir. İlk olarak 1939 yılında, daha sonra Suriye Arap Cumhuriyeti'nin Tabka Barajını inşa etmesi üzerine ikinci defa 1975'te ve nihayet Suriye'deki iç savaş koşullarının da etkisiyle artan tehdit ve tehlikelere karşı Türk hükümetinin stratejik bir kararıyla üçüncü defa 2015'te yer değiştirmiştir. Bu makalede Cumhuriyet döneminde türbenin taşınması ile ilgili yaşanan gelişmeler, özellikle arşiv belgelerinden ve resmi kaynaklardan faydalanılarak değerlendirilmeye çalışılmıştır.
  • Öğe
    Hacı Bektaş Velî’nin Moğol tahakkümüne bakışı
    (2013) Akkuş, Mustafa
    Hacı Bektaş Velî, yaşadığı XIII. asırdan daha ziyade XIV. yüzyıldan itibaren Osmanlı imparatorluğu döneminde sosyal, siyasi ve askeri bakımdan etkinliği artan Bektaşi düşünce ve öğretisinin piridir. Hacı Bektaş, Moğolların Anadolu’yu işgal ettiği ve Anadolu’nun bir asra yakın İlhanlı hâkimiyeti altında kaldığı bir dönemde yaşamıştır. Bu çalışmamızda Hacı Bektaş’ın Moğol istilasına bakışı, İlhanlı hâkimiyeti dönemindeki tutumu ve İlhanlı dinî politikası içerisindeki konumu ortaya konulmuştur. Hacı Bektaş’ın yaşadığı dönemdeki tarihi kaynaklar bir nevi onu yok sayarcasına ondan bahsetmemektedir. Hacı Bektaş hakkında daha çok menakıpname türü eserler ile sonraki dönem tarihi kaynaklardan bilgiler edinmekteyiz. Bu sebeple dönemin kaynakları titiz bir tetkikten geçirilerek onun Moğol tahakkümüne bakışını göstermek için konuyu bütün yönleriyle ele almaya çalıştık. Öncelikle Hacı Bektaş’ın içinde bulunduğu çevre, ilmi muhit, görüştüğü ulema ve ümera hakkındaki bilgileri, onların Moğollarla ilişkileri değerlendirerek Hacı Bektaş’ın tutumunu ortaya koymaya gayret ettik. Hacı Bektaş’ın tutumunu tespit etmenin yöntemlerinden biri de Moğol yanlısı veya İlhanlılara itaati benimseyen gruplarla diyalogudur. Bu kapsamda, Kalenderi gruplar ve işgale tepkisiz kalan Mevlevilerle ilişkilerine değinilerek Hacı Bektaş’ın tavrı ortaya konulmuştur. Ayrıca bu tutumu belirlemede önemli etkenlerden bir diğeri de Hacı Bektaş’ın müritleri ve bu dönem halifeleri ile Bektaşi dervişlerinin Moğollara bakış açılarıdır. Çalışmamızda Hacı Bektaş’ın Moğollara bakışını ortaya koyarken bu üç açıyı değerlendirerek onun Moğol muhalifi kesimler içerisinde yer aldığı kanaatine ulaşılmıştır.
  • Öğe
    Dersim yöresindeki ocakların Kızılbaş/Alevi ve Bektaşi geleneğiyle ilişkisi
    (2015) Çakmak, Yalçın
    Dersim, Anadolu Aleviliği ile olan ilişkisi ve kendine has etnik-inançsal yapısından ötürü her daim dikkat çekici bir cazibeye sahip olmuştur. Buna rağmen, farklı kültürlere ait bir gönüllülüğün ortak tecellisi olan Dersim kimliğinin, özellikle de Kızılbaş/Alevi inancı ve Bektaşi tarikatı ile olan münasebeti henüz gereğince irdelenmemiştir. Böylesine bir gereklilik, her şeyden önce yöre inancının önemli yapı taşlarından olan Ocak sistemine dikkat çekmektedir. Bu yöndeki incelemelerin ilk uğrak yeri olan Ocakların, Dersimdeki kutsal mekân kültüne dair inançsal bir arkeolojik malzeme sunacağı muhakkak. Diğer yandan, toplumsal ilişkiler bağlamında sağladıkları meşruiyeti olağanüstü bir takım kurucu epizotlar ile işlevselleştiren bu Ocakların, söz konusu olan kurucu anlatıları ile birlikte karşılaştırmalı bir değerlendirmeye de ihtiyacı vardır. Zira Ocakların inşasına katkı sunan bu olağanüstü unsurların, Kızılbaş/ Alevi ve Bektaşi geleneği ile olan yakın benzerliği dikkat çekicidir. İlk bakışta ortak bir köken, benzerlik ve sürekliliğe işaret eden bu hususların, farklı bir okuma ile etkileşim, uyarlama, asimilasyon veya tek tarafı bir kültürel tahakküme kapı araladığı da düşünülebilir.