Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi
DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.
Güncel Gönderiler
Retrospektif olarak noninvaziv serum biyomarkerlerinin karaciğer biyopsi sonuçları ile birlikte fibrozis gelişimi üzerine prediktif değerinin araştırılması
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Güner, Kübra Özcan; Keskin, Muharrem
Giriş: Nonalkolik Yağlı Karaciğer Hastalığı (NAFLD), karaciğere bağlı morbidite ve mortalitenin önde gelen nedenlerinden biridir. Hastalığın tanısı genellikle tesadüfi olarak konur ve tanı için günümüzde kabul edilen altın standart test karaciğer biyopsisidir. Bu hastaların hangisinde ileri evre fibrozis gelişeceğini belirlemek zor ve önemlidir. Bundan dolayı invaziv olmayan biyobelirteçlerin biyopsiye alternatif olabilirliği açısından birçok çalışma yapılmıştır. Biyopsi ile kanıtlanmış NAFLD ve/veya nonalkolik steatohepatit (NASH) olan hastalarda, noninvaziv testlerden NAFLD fibrozis skoru (NFS), BARD skoru, APRI indeksi ve FIB-4 skorunu fibrozisi tahmin etme açısından karşılaştırmak istedik.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya; 2013-2023 yılları arasında merkezimize başvuran, çeşitli nedenlerle karaciğer biyopsisi yapılan ve biyopsi sonucunda hepatosteatoz saptanan 454 hasta dahil edildi. Bu hastaların demografik özellikleri ve biyokimyasal verileri retrospektif olarak toplandı. BARD, NFS, APRI ve FIB-4 skorları hesaplandı.
Bulgular: Çalışmada değerlendirilen bu dört testin hepsi ayrı ayrı incelendiğinde histolojik ve klinik karaciğer fibrozisini öngörmede istatistiki olarak anlamlı bulundu. Bu testler ikili gruplar halinde birbirleriyle anlamlılığı incelendiğinde BARD ve APRI skorları arasında anlamlı bir uyum saptanmadı (p=0,565). Diğer taraftan NFS–FIB-4 skorları (p<0,001; ϰ = 0,418) arasında daha güçlü bir uyum saptadık. Testlerin klinik ve histolojik olarak karaciğer fibrozisini öngörmede BARD skorunun en yüksek sensitivite değerine (%87,76, %87,5) sahip olduğu, FIB-4 skorunun ise en yüksek spesifite değerine (%95,5, %95,21) sahip olduğu bulundu.
Sonuç: Çalışmamız sonucunda bu dört skorun fibrozisi öngörmede değişik derecelerde faydalı olduğu saptandı. Tarama testi olarak kullanımda, bu dört test arasından en yüksek sensitivite değerine sahip olan BARD skoru tercih edilebilir. Ayrıca fibrozisi öngörme
Multiple myelom hastalarında PD-1/PD-L1 ekspresyonunun değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Akkabak, Yeliz; Demircioğlu, Sinan
Amaç: Multipl miyelom; anemi, kemik ağrısı ve kırıklar ile sonuçlanan kemik iliği infiltrasyonu ve yaygın iskelet destrüksiyonu ile karakterize plazma hücre malignitesidir. MM tedavisinde çeşitli ajanlar mevcuttur. Fakat tüm tedavilere rağmen hala kür olan bir hastalık değildir. Biz de çalışmamızda MM hastalarında yeni bir tedavi hedefi olabilecek PD-1/PD-L1 ekspresyonunu değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Hematoloji Kliniğinde 2015–2024 yılları arasında de takip edilmekte olan kemoterapi almış ve kemoterapi sonrası yanıt değerlendirilmesi yapılmış 50 MM olgusu dahil edildi. İmmün histokimyasal boyama için Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı arşivinde bulunan 18-80 yaş arası MM tanısı alan, tanı anında ve kemoterapi sonrası kontrol biyopsiye ait parafin bloklar kullanıldı. Bu çalışma Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İlaç ve Tıbbi Cihaz Dışı Klinik Araştırmalar Etik Kurulu tarafından onaylanmıştır (Karar no:4422, Tarih: 07.07.2023). Çalışmamız için gerekli maddi kaynak Necmettin Erbakan Üniversitesi 23TU18017 numaralı proje ile Bilimsel Araştırma Projesi (BAP) biriminden alınmıştır.
Bulgular: Olguların tanı anında yaş ortalaması 64,94±10,02 yıl olarak saptanmıştır. Bu hastaların %54’ü (n=27) erkek, %46’sı (n=23) ise kadındır. Vakaların %48’i (n=24) IgG kappa, %18’si (n=9) IgG lambda, %12’si (n=6) IgA lambda tipi multiple myelom bulunmuştur. Tanıda hastaların %48’inde (n=24) PD-1, %40’ında (n=20) PD-L1 pozitif belirlenmiştir. Tedavi sonrası bakılan patoloji preparatlarında hastaların %44’ünde (n=22) PD-1, %44’ünde (n=22) PD-L1 pozitif belirlenmiştir. Tanı anında PD-1 pozitif olan hastalarda Beta2 mikroglobulin düzeyi negatif hastalara göre anlamlı düzeyde yüksek belirlenmiştir (p=0,018). Tanı anında PD-L1 pozitif olan hastalarda kappa düzeyi negatif hastalara göre anlamlı düzeyde yüksek, lambda düzeyi düşük olarak belirlenmiştir (p değerleri; p=0,040; p=0,006). Tanı anında PD-1 ve PD-L1 pozitifliğinin progresyonsuz sağkalım (PFS) ve ortalama sağkalım (OS) süresi üzerine etkisi tespit edilmemiştir.
Sonuç: Multiple Myelom hastalarında tanı anında PD-1 ve PD-L1 pozitifliğinin progresyonsuz sağkalım (PFS) ve ortalama sağ kalım (OS) süresi üzerine etkisi gösterilememiştir. Solid organ tümörlerinde (akciğer kanseri, meme kanseri vs) PD-1 ve PD-L1 çalışmaları literatürde fazlaca mevcuttur. Ancak hematolojik malignitelerde nispeten daha az çalışma olup daha geniş hasta sayıları ile daha geniş çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır
Fibromiyalji sendromlu kadın hastalarda sarkopeni değerlendirmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Karvanlı, Salih; Uğurlu, Hatice
Amaç: Fibromiyalji Sendromu (FMS) tanılı kadın hastalarda total ve bölgesel kas kütle ölçümleri ile tanı algoritmaları doğrultusunda sarkopeninin değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Çalışmaya Amerikan Romatoloji Derneği (ACR) 2016 kriterlerine göre FMS tanısı alan 60 kadın hasta ve 30 sağlıklı kadın dahil edildi. Sosyodemografik özellikler ve antropometrik ölçümler not edilerek Yaygın Ağrı Skalası (YAS), Semptom Şiddet Skalası (SŞS), Görsel Analog Skala (GAS), Yorgunluk Şiddet Ölçeği (YŞÖ), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (UFAA), Fibromiyalji Etki Anketi (FEA) ile katılımcılar değerlendirildi. El kavrama kuvveti değerlendirmesi, sandalyeden kalkma testi, biyoelektrik impedans analizi, ultrasonografi ile ön uyluk kas kalınlığının ölçümü, yürüme hızı değerlendirmesi, zamanlı kalk ve yürü testi yapılarak sarkopeni parametreleri kaydedildi. Tüm katılımcılar European Working Group on Sarcopenia in Older People 2 (EWGSOP2) ve International Society of Physical and Rehabilitation Medicine Special Interest Group on Sarcopenia (ISarcoPRM) tanı algoritmaları doğrultusunda sarkopeni açısından değerlendirildi.
Bulgular: Hasta grubunun el kavrama kuvveti ve yürüme hızı değerleri kontrol grubundan düşük, sandalyeden kalkma testi değeri kontrol grubundan yüksek saptandı; gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardı (p<0,01). ISarcoPRM tanı algoritmasına göre hasta grubunun %35’inin (n=21) muhtemel sarkopeni olduğu belirlendi. Muhtemel sarkopeni olanların %90,48’i (n=19) dinapeni olarak tanımlanırken, 2 kişi ise sarkopeni olarak tanımlandı. Hasta grubu ve kontrol grubu arasında ön uyluk kas kalınlığı, sonografik uyluk ayarlama oranı (STAR), iskelet kas kütlesi indeksi (SMI) açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı (p=0,897, p=0,829, p=0,706).
Sonuç: Fibromiyaljili kadınlarda ön planda kas fonksiyonunda azalma söz konusudur. Erken dönemde sarkopeni riskinin olmadığını göstermek için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Karpal tünel sendromlu hastalarda yüksek yoğunluklu lazer tedavisinin ağrı, fonksiyonel durum, el kavrama kuvveti ve ultrasonografide median sinir kesit alanına etkisi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2023) Yiğit, Fatih; Ordahan, Banu
Amaç: Bu çalışmada karpal tünel sendromu (KTS) hastalarında HİLT tedavisinin ağrı, fonksiyonel durum ve el kavrama kuvveti üzerine ve USG’da median sinir kesit alanına etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma prospektif, randomize, kontrollü çalışma olarak planlandı. Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon, Nöroloji polikliniklerine başvuran, KTS semptom ve bulguları olan 60 KTS hastası alınması planlandı. Fizik muayene ve elektrofizyolojik bulgularla hafif ve orta şiddette KTS tanısı konulmuş 60 hasta çalışmaya alındı. Değerlendirmede vizüel analog skala (VAS), Boston KTS Anketi (BCTQ), hidrolik el dinamometresi (Jamar) ve median sinir çapı ölçümü için USG kullanıldı. Hastalar gerçek LASER ve sham LASER tedavi grupları olarak rastgele iki gruba ayrıldı. Bütün hastalar tedavi öncesi, tedavi sonrası ve 3. ayda değerlendirildi.
Bulgular: Her iki grupta da el kavrama kuvvetinde 3. ay sonunda istatistiksel olarak anlamlı bir artış saptanırken (p<0.001), tedavi sonrası sadece YYLT grubunda istatistiksel olarak anlamlı bir artış saptandı (p<0.001). El kavrama kuvveti değişimi üzerine gruplar arası birbirine üstünlük bulunmadı (p=0.449). Tedavi öncesi median sinir kesit alanı değerleri arasında anlamlı bir fark vardı fakat bu fark YYLT grubunda
hastalık şiddeti lehineydi (p=0.013). Tedavi sonrası YYLT grubunda anlamlı düzelme gözlenirken (p<0.001), sham grubunda anlamlı bir düzelme gözlenmedi (p=0.931). 3. ay kontrollerinde ise her iki grupta da median sinir kesit alanı ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir düzelme gözlendi (p değerleri YYLT için p<0.001, sham grubu için p=0.007). Boston anketi SSS-FDS skorları ve ağrı için VAS değerlerinde de her 3 değerlendirme parametresi için de tedavi öncesi-tedavi sonrası ve tedavi öncesi-3. ay kontrollerinde anlamlı bir düzelme gözlenirken (p<0.001), gruplar arası herhangi bir istatistiksel olarak anlamlı üstünlük bulunamamıştır (p değerleri sırasıyla p=0.973, p=0.226, p=0.454).
Sonuç: Hafif ve orta KTS’li hastalar için standart bir fizik tedavi programı ile birleştirilmiş yüksek yoğunluklu lazer tedavisi, el kavrama kuvveti ve USG’de ölçülen median sinir kesit alanı parametrelerini iyileştirmede erken dönemde tek başına fizik tedavi programından daha etkili olabilir. KTS hastalarında standart tedavi protokolü konusunda henüz kesin bir uzlaşıya varılmamış olsa da YYLT’yi konvansiyonel tedavi programına eklemek güvenli ve zararsız görünmektedir.
Endoskopik üreterolitotripside kullanılan farklı güçteki lazerlerin serolojik ve radyolojik biyobelirteçlerle değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Eroıl, Eren; Güven, Selçuk
GİRİŞ VE AMAÇ: Üriner sistem taş hastalığı ülkemizde sık görülen bir hastalık olup bu
olguların yaklaşık %20 sini üreter taşı olan olgular oluşturmaktadır. Üreter taşlarının
endoskopik tedavisinde kullanılan yöntemler gelişen litotriptör ve lazer teknolojisi ile birlikte
hızlı bir gelişim ve değişim göstermektedir. Gelişen lazer teknolojisi ile birlikte daha güçlü
lazerlerin kullanımı yaygınlaşmıştır. Yeni teknoloji, etkin fragmantasyon ve düşük operasyon
süreleri açısından umut vaad etmektedir. Bu çalışmanın amacı üreter taşı fragmantasyonunda
kullanılan standart holmium lazer tedavisi ile yüksek güçlü lazer tedavisinin etkinliği ve
güvenilirliğinin karşılaştırılmasıdır.
MATERYAL-METOD: Çalışmamıza Üroloji Kliniğine Ekim 2023-Ocak 2024 tarihleri
arasında üreter taşı nedeni ile başvuran ve lazer endoskopik ureterolitotoripsi uygulanan
toplam 122 hasta dahil edilmiştir. Bu hastalar yüksek güçlü lazer tedavisi uygulanan 61 hasta
(grup-1) ve düşük güçlü lazer tedavisi uygulanan 61 hasta (grup-2) olarak iki gruba
ayrılmıştır. Hastaların demografik özellikleri, taş boyutları ve özellikleri, operasyon öncesi,
operasyona ait ve operasyon sonrası verileri kaydedilmiş ve veriler SPSS programı yardımı ile
değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen hastaların ortalama yaşı 51,12 (23-75) iken grup-1’de
52,91± 14,62 grup-2’de 49,32±14,39 saptandı. (p:0,16).Tüm hastaların 77 si erkek (%63,1),45
i kadındı.(%36,9) Hastaların genel ortalama BMI değeri 26,57±3,62 dir. Genel hasta
populasyonunda ortalama taş boyutu 9,57±3,33 mm (4-19) iken grup-1 ortalama taş boyutu
9,19±3,27mm, grup-2 de 9,95±3,38 mm saptanmış olup her iki grup taş boyutu benzerdi.
(p:0,16) Genel hasta populasyonunda daş dansite ortalaması 785,91±174,83 HU (403-1240)
saptanırken grup-1 HU değeri 805,52±141,78 HU, grup-2 HU değeri 766,29±201,8 HU
saptanmıştır.(p:0,06) İki grup için operasyon öncesi ve operasyon sonrası değerlendirilen
laboratuar bulguları benzer olduğu görüldü. Fragmantasyon süreleri grup-1 de 9,44 ±3,68 dk
iken grup-2 de 16,63 ±8,62 dk saptandı.(p<0,05).Operasyon süreleri grup-1 de
28,09±8,04 dk grup-2 de 33,39±13,82 dk saptandı. (p<0,05) Operasyon esnasından kullanılan
skopi süreleri ve hastaların hastanede yatış süreleri açısından iki grup arasında anlamlı bir fark
saptanmadı. Taşsızlık oranları da grup-1 ve grup-2 arasında benzer saptandı.(p:0,72) Grup-1
de 4 hastada clavien grade-1 komplikasyon görülürken grup 2 de 3 hastada clavien grade-1
ve 1 hastada clavien grade 3A komplikasyon izlendi. Hastaların operasyon sonrası 3.ay
hidronefroz takibinde grup-1 de 1 hastada grade-2 ve 1 hastada grade-1 hidronefroz izlendi.
Grup-2 de 2 hastada grade-1 hidronefroz ve 1 hastada grade-2 hidronefroz izlendi. Gruplar
arasında komplikasyon ve post-operatif 3.ay hidronefroz takibi açısından anlamlı bir fark
izlenmedi.
SONUÇ: Çalışmamızda üreter taşlarının endoskopik tedavisinde standart tedaviye seçenek
olarak kullanılabilecek olan yüksek güçlü lazer tedavisinin taş fragmantasyonunda daha hızlı
ve etkin bir fragmantasyon sağladığı ve bu sayede operasyon sürelerini düşürebileceği
görülmektedir. Serolojik bulgular ve komplikasyon oranlarında standart tedaviye göre
farklılık olmaması kullanımının güvenli olduğuna dair bulgular veririken 3. ay kontrollerde
herhangi bir patoloji görülmemesi uzun dönem sonuçlarının da güvenilirliğine işaret
etmektedir.