Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Myristica fragrans (muskat) ekstresinin sıçanlarda antiepileptik ve antidepresan benzeri etkilerinin araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Bakerah, Safa; İnan, Salim Yalçın; Doğu, SüleymanEpilepsi ve depresyon dünya çapında yaygın görülen kronik hastalıklardır. Bu hastalıklar insanların yaşam kalitesini ve performansını ciddi şekilde etkilemektedir. Epilepsi ve depresyon ilaçlarının çok sayıda yan etkiye sahip olduğu için çoğu hastada yeterli etkinlik göstermediği bildirilmiştir. Dolayısıyla, daha etkili ve daha güvenli alternatiflerin bulunması önemlidir. Myristica fragrans bazı gastrointestinal sistem problemleri, çeşitli deri enfeksiyonları ve romatizmal hastalıklar, psikolojik rahatsızlıklar ve santral sinir sistemi ile ilgili bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Ayrıca antiepileptik ve antidepresan benzeri aktiviteye sahip olduğuna inanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı Myristica fragrans ekstraktının antiepileptik ve antidepresan etkisini araştırmaktır. MF ekstresi süperkritik-karbondioksit sistemi (Sk-CO2) ile elde edildi. Myristica fragrans ekstraktının antiepileptik etkisi akut PTZ nöbet testi ile, antidepresan benzeri etkisi ise zorunlu yüzme testi (ZYT) ile test edildi. MFE'nin 100 ve 200 mg/kg uygulandığı sıçanlarda, myoklonik konvülsiyonların başlama zamanının belirgin şekilde uzadığı bulundu. MF ekstraktının 100 ve 200 mg/kg dozlarının tonik konvülsiyonları önlediği görüldü. Bununla beraber, MFE'nin 100 mg/kg dozunda, zorunlu yüzme testinde immobilizasyon süresini azalttığı gözlendi. MFE'nin daha yüksek dozu (200 mg/kg) ise immobilizasyon zamanını etkilemedi.Öğe Hemşirelik öğrencilerinin tıbbi hatalara yönelik tutumlarının problem çözme becerileri ile ilişkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Çabuk, Eda Aleyna; Özlük, BilgenBu çalışma hemşirelik öğrencilerinin tıbbi hatalara yönelik tutumlarının problem çözme becerileri ile ilişkisini incelemek amacıyla gerçekleştirildi. Tanımlayıcı ilişki arayıcı tipte olan bu çalışma, Konya ilinde bir hemşirelik fakültesinde eğitim gören 252 hemşirelik öğrencisi ile Kasım-Aralık 2023 tarihleri arasında yapıldı. Araştırmada Tanımlayıcı Bilgi Formu, Tıbbi Hata Tutum Ölçeği (THTÖ) ve Problem Çözme Envanteri (PÇE) kullanıldı. Veriler yüzde, frekans analizi, bağımsız örneklem t testi, tek yönlü varyans analizi, Pearson Korelasyon Analizi ve Yapısal Eşitlik Modeli ile analiz edildi. Araştırma için etik kurul izni, kurum izni, ölçek kullanım izinleri ve hemşirelik öğrencilerinden sözel izin alındı. Çalışmada hemşirelik öğrencilerinin THTÖ toplam puan ortalamasının (3,79±0,38) yüksek düzeyde, PÇE toplam puan ortalamasının (86,66±20,53) ise orta düzeyin üzerinde olduğu belirlendi. Hemşirelik öğrencilerinin %52,8'inin hasta güvenliği ile ilgili ders almadığı ve %71'inin ise tıbbi hata yaptığı saptandı. En fazla yapılan tıbbi hataların iletişim ve el yıkama hatası olduğu, tıbbi hatayı raporlayan öğrencilerin oranının ise %40,5 olduğu tespit edildi. Tıbbi hatayı raporlamama nedeni olarak en fazla hastanın zarar görmemesi ve nasıl raporlama yapılacağının bilinmemesi olarak belirlendi. Hemşirelik öğrencilerinin tıbbi hata tutumu ile problem çözme becerisi arasında negatif yönde, orta düzeyde ve istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı (r=0,347, p<0,001) bir ilişki bulundu. PÇE'den alınan puanın artması problem çözme becerisinin azaldığı, alınan puanın azalması ise problem becerisinin arttığı şeklinde yorumlanmaktadır. Bu doğrultuda, hemşirelik öğrencilerinin problem çözme becerisi artarken tıbbi hatalara yönelik olumlu tutumlarının da arttığı saptandı. Yapılan yapısal eşitlik analizi sonucunda hemşirelik öğrencilerinin problem çözme becerisinin tıbbi hatalara yönelik tutumlarını %11 oranında açıkladığı belirlendi. Bu çalışmanın sonucunda hemşirelik öğrencilerinin tıbbi hatalara ve hata bildirimine yönelik farkındalıklarının yüksek olduğu, problem çözme becerileri konusunda ise kendilerini yetersiz olarak algıladıkları bulundu. Tıbbi hatalara karşı yaklaşımda problem çözme becerisinin önemi açısından, eğitim müfredatlarında probleme dayalı vaka çözümü yöntemlerinin kullanılması önerilmektedir.Öğe Hemşirelerin hastane etik iklim algısı ile tıbbi hatalara yönelik tutumları arasındaki ilişki(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Dalan Karaden, Rukiye; Özlük, BilgenBu çalışma, hemşirelerin hastane etik iklim algısı ile tıbbi hatalara yönelik tutumları arasındaki ilişkiyi değerlendirmek amacıyla yapıldı. Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı tipte olan bu çalışma Konya ilinde bir üniversite hastanesinde çalışan 303 hemşire ile Ocak-Mart 2024 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Araştırmada Hastane Etik İklim Ölçeği (HEİÖ) ve Tıbbi Hata Tutum Ölçeği (THTÖ) kullanıldı. Veriler tanımlayıcı istatistiksel analizler, bağımsız örneklem t-testi, tek yönlü varyans analizi (ANOVA), Pearson korelasyon analizi ve doğrusal regresyon analizi ile değerlendirildi. Araştırma için etik kurul izni, kurum izni, ölçek kullanım izinleri ve hemşirelerden sözel izin alındı. Çalışmada, hemşirelerin HEİÖ toplam puan ortalamasının (87,06±15,93) ve THTÖ toplam puan ortalamasının (3,66±0,40) yüksek düzeyde olduğu belirlendi. Hemşirelerin %92,1'inin tıbbi hata ile karşılaştığı ve en fazla karşılaşılan tıbbi hata türlerinin ilaç hataları (24,2) ve tıbbi kayıt hataları (20,9) olduğu görüldü. Hemşirelerin %74,9'unun tıbbi hataları raporlamadığı, raporlamama sebeplerinin ise gizliliğin sağlanamaması (%27,1) ve raporlamanın cezalandırma için kullanıldığı (26,8) bulundu. Hemşirelerin hastane etik iklim algısı ile tıbbi hata algısı ve tıbbi hata yaklaşımı alt boyutları arasında pozitif yönde, zayıf düzeyde ve istatistiksel olarak anlamlı (p<0,05) bir ilişki bulundu. Yapılan doğrusal regresyon analizi sonucunda hemşirelerin hastane etik iklim algısının tıbbi hata tutumlarını %11,7 oranında yordadığı saptandı. Bu çalışma sonucunda, hemşirelerin hastane etik iklim algılarının ve tıbbi hata tutumlarının yüksek düzeyde olduğu bulundu. Hastanedeki etik iklimin pozitif yönde artması, hemşirelerin tıbbi hataya yönelik farkındalığını olumlu etkilediği görüldü. Hasta güvenliğinin sağlanması açısından yöneticilerin hastane etik iklim algısını olumlu yönde artırmaya ve bu olumlu iklimin sürdürülmesine yönelik davranış ve stratejiler geliştirmesi önerilmektedir.Öğe Sinus frontalis'in bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilmesi ve klinik önemi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Öztürk, Saliha; Şeker, MuzafferSinus frontalis orta hattın iki tarafında ve tüm sinuslerin en üstünde yerleşmiş olan dört ana sinusden biridir. Çok fazla varyasyon gösteren sinus olması kimliklendirme çalışmalarında tercih edilmesini sağlamaktadır. Çalışmamızda sinus frontalis morfometrisini ve anatomik varyasyonlarını tanımlayarak, kraniyofasiyal yapı ile sinus frontalis'in morfolojisini, cinsiyet, yaş ve lateralizasyon ile arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlandı. Bu retrospektif çalışmada 2020-2022 yılları arasında çekilmiş, herhangi bir patolojisi olmayan Head Paranasal Bilgisayarlı Tomografi görüntüleri tarandı. 18-65 yaş aralığında, toplam 370 (225 kadın, 145 erkek) bireye ait görüntü belirlendi. ITK-Snap programında kraniometrik ölçümler, sinus frontalis metrik ölçümleri, hacim ölçümleri, pnömatizasyonu, varyasyonları, simetrisi, tarak sayıları ve septa oluşumları incelendi. Verilerin istatistiksel analizleri SPSS 21.0 programı ile analiz edilerek cinsiyet, yaş grupları ve lateralizasyona göre değerlendirildi. Kraniometrik ve sinus frontalis ölçümlerinin hepsinin erkeklerde kadınlara göre istatistiksel olarak anlamlı daha büyük olduğu tespit edildi. Sinus frontalis hacmi erkeklerde ortalama sağ tarafta 4,59±2,32 mm³, sol tarafta ise 4,73±2,66 mm³, kadınlarda sağ tarafta 2,48±1,58 mm³, sol tarafta ise 2,77±1,73 mm³ bulundu. Sinus frontalis pnömatizasyon değerlendirmesi sonucunda her iki cinsiyette orta büyüklükte sinus en fazla görülürken, erkeklerde en fazla hiperplazi, kadınlarda hipoplazi olarak saptandı. Erkek bireylerde sol taraf Kuhn 4 hücresi en fazla görülürken, kadınlarda sağ taraf Kuhn 3 hücresi en fazla görüldü. Sinus frontalis dominatlık toplam 193 (%52,2) kişide sol baskın çıktı. Sinus interfrontal septal hücre erkeklerde % 59,3, kadınlarda % 48,4 bulundu. Sağ ve sol agger nasi hücresi kadınlarda erkeklerden daha yüksek orandaydı. Sağ sinus frontalis taraklama en fazla 5 taraklı, sol sinus frontalis taraklama en fazla 6 taraklıydı. Septa varlığı toplam olarak 252 (%68,1) kişide görüldü. Sinus frontalis ölçüm parametrelerinin tümünün %73, kraniometrik ölçümlerin %74 , sinus frontalis ve kraniometrik ölçümlerin birlikte %73 oranında cinsiyet tahmininde doğruluk sağladığı tespit edildi. Sinus frontalis anatomisinin iyi bilinmesi tedavi öncesinde, operasyonda ve tedavi sonrasında kulak burun boğaz uzmanları ve bölgeyle ilgili cerrahların tedavi başarısını artıracaktır. Bununla birlikte varyasyonların önceden belirlenmesi operasyon komplikasyonlarını azaltacaktır.Öğe Skolyozlu hastalarda lumbal vertebraların morfometrik olarak incelenmesi; radyo-anatomik çalışma(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Önal, Selma; Şeker, Muzaffer; Akın Saygın, DuyguSkolyoz omurganın üç boyutta eğrilmesiyle açığa çıkan sıkça rastlanılan omurga deformitelerinden biridir. Skolyoz vertebralarda yapısal değişikliklere neden olmaktadır. Bu çalışmada skolyozlu bireylerin lumbal vertebralarını Bilgisayarlı Toöografi görüntülerinin incelenmesi amaçlandı. Retrospektif olarak yapılan çalışmamız skolyoz tanısı almış ve skolyoz grafisi, lomber tomografisi görüntüleri çekilmiş 22’si erkek, 48’i kadın olmak üzere toplam 70 skolyozlu hasta ve 31’i erkek, 19’u kadın olan toplam 50 normal birey dahil edildi. Skolyozlu hasta ve normal bireylerin AP (antero-posterior) grafilerinde cobb açıları ve lumbal 1’den lumbal 5’e kadar olan vertebralar üzerinde proccesss transversus, pedinculus arcus, lamina arcus, corpus ve canalis vertebra olmak üzere beş grup altında 18 adet morfometrik ölçüm gerçekleştirildi. Çalışmamızda kontrol-hasta, sağ-sol, cinsiyet, yaş grubu (0-9 yaş aralığı, 10-14 yaş aralığı ve 15 yaş ve üstü) ve cobb açı sınıflandırlması (10 derece altı, 10-20, 20-40 ve 40 derece ve üstü) morfometrik ölçüm verileri ile karşılaştırıldı. SPSS 21 programı ile bağımlı t, bağımsız t ve One-Way Anova testleri ile istatiksel analizleri yapıldı. Çalışmamızda cobb açısına göre 10 derece altında %41,7’i, 10 ile 20 derece arasında %19,2’i, 20 ile 40 arasında %31,7’si ve 40 derece ve üstü %7,5’i oluşmaktadır. Cobb açısı cinsiyetler arasında fark istatiksel olarak anlamlı bulunmaz iken yaş grupları arasında istatiksel olarak anlamlı bulundu. Kontrol grubunda tüm morfometrik ölçümler erkeklerde kadınlardan daha büyük değerlere sahip iken hasta grubunda bu değişkenlik göstermektedir. Corpus vertebralis’lerinin yüksekliği (CVh) hasta grubunda kontrol grubundan büyüktü. Kontrol ve hasta grubunda proccessus transversus arası mesafe L1 seviyesinde hem sağ hem de sol tarafta hasta grubunda küçük ve istatiksel olarak anlamlı bulundu. Pediculus arcus vertebrae’lerinin axis uzunluğu (PAVau) değerini hasta verileri kontrol grubuna göre ve sol veriler sağ verilere göre daha küçük ve istatiksel olarak anlamlı bulunmadı. Sağ ve sol PAVau ölçüm değeri kontrol ve hasta grubunda tüm yaş gruplarında yaşla beraber artış göstermekte ve istatiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi. Corpus vertebralis’lerinin yüzey alanı (CVya) kontrol grubunda büyük iken canalis vertebralis yüzey alanı (CaVya) hasta grubunda büyüktü. Canalis vertebralis yüzey alanı (CaVya) ölçüm değerleri kontrol grubunda erkek-kadın L1, L4, L5 vertebralarda istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi. Çalışmamızda canalis vertebralis transvers genişliği (CaVtg) ölçüm değerini kontrol grubunda erkek-kadın bireylerde sadece L2’de istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi. Skolyozu olan bireylerde en düşük canalis vertebralis’lerinin anteroposterior genişliği (CaVapg) değerini 1,69±0,23 cm olarak buldu. Çalışmamızın sonucunda skolyozlu bireylerde omurgaların morfolojik olarak incelenmesi normal bireylere göre cerrahide kullanılacak materyallerin seçimine yol gösterici olmaktadır.Öğe Ortoreksiya nervoza eğilimli bireylerde kalp hızı değişkenliğinin elektrofizyolojik olarak değerlendirilmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Ayar, Hatice Damla; Özdengül, FaikOtonom sinir sisteminin (OSS) kalp üzerindeki etkilerini yansıtan Kalp Hızı Değişkenliği (KHD), vücudun iç ve dış etkenlere karşı yanıt verme yeteneğini temsil etmektedir. Ortoreksiya nervozalı (ON) bireyler sağlıksız olarak kabul ettikleri gıdalara karşı maruziyet yaşadıklarında yoğun stres ve kaygı duymaktadırlar. Bu çalışmanın amacı ON'lı bireylerin gıda uyaranlarına ve sağlıksız beslenme sonucunda çeşitli rahatsızlıklara sahip olmuş bireylerin görüntülerine karşı verdikleri stres yanıtlarının ölçülmesi ve değerlendirilmesidir. Çalışma 2 temel aşamadan oluşmuştur. İlk aşamada deneklere ORTO-11 ölçeği uygulanmış ve denekler puanlarına göre kontrol grubu ve ON grubu olarak ikiye ayrılmıştır. Her iki gruba sağlıklı gıdalar, kalorili gıdalar ve trajik sahnelerin olduğu 3 ayrı kategoride videolar izletilmiştir. Videoların izlenmesi sırasında KHD ölçümleri alınmış, değerler grup içinde dinlenim durumuna göre ve iki grup arasında kıyaslanmıştır. SDNN parametresi incelendiğinde, dinlenim ile sağlıklı gıda ve trajik sahne görüntüleri kıyaslandığında her iki grupta da anlamlı bir fark görülmemiştir. (p>0,05) Yüksek kalorili gıdaların izlendiği sırada ise ON grubunda istatistiksel olarak anlamlıya yakın bir azalma olduğu bulunmuştur (p=0.053). Aynı azalmanın kontrol grubunda istatistiksel olarak anlamlı olmadığı bulunmuştur (p>0,05). RMSSD parametresinde her iki grupta da sağlıklı gıda ve trajik sahne görüntüleri izlendiği sırada anlamlı bir fark gözlemlenmezken, ON grubunda yüksek kalorili gıdalara karşı daha düşük değerler görülmüş ve bu düşüşün istatistiksel olarak anlamlıya yakın olduğu bulunmuştur (p=0.054). Yüksek kalorili görüntülerin olduğu videolarda pNN50'nin ON grubunda azaldığı, bu azalmanın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur (p=0.033). Kontrol grubunda sağlıklı gıdaların izlenmesi durumunda daha düşük HF değerleri görülmüş ve bu düşüşün istatistiksel olarak anlamlıya yakın olduğu tespit edilmiştir (p=0.059). ON grubunda ise dinlenim durumu diğer 3 video ile kıyaslandığında HF'nin azaldığı ve bu azalmanın istatistik olarak anlamlı olduğu bulunmuştur (p=0.019, p= 0.006, p=0,048). LF parametresinin kontrol grubunda ON grubunda göre daha yüksek olduğu görülmüş ve bulgunun istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur (p=0.004). Yüksek kalorili gıdaların izlenmesi sırasında kontrol grubunda ON grubuna kıyasla daha yüksek LF değerlerinin olduğu gözlemlenmişti (p=0.028). Kontrol grubunda dinlenim durumu diğer 3 video izlenme durumuyla kıyaslandığında VLF parametresinde azalma görülmüş ve bu azalmanın istatistiki olarak anlamlı olduğu bulunmuştur (p=0.000, p=0.000,p= 0.019). ON grubunda ise dinlenim durumuyla yüksek kalorili gıdalar ve sağlıklı gıdaların izlenmesi kıyaslandığında bir azalma olduğu görülmüş ve bu azalmanın istatistiki olarak anlamlı olduğu kabul edilmiştir (p=0.000,p=0.000). Aynı azalmanın trajik sahnelerde de olduğu ve azalmanın istatistiki olarak anlamlıya yakın olduğu tespit edilmiştir (p=0.058). Sonuç olarak ON'lı bireylerin kontrol grubuna göre yüksek kalorili gıdalara karşı daha düşük KHD yanıtları verdiği saptanmıştır. Dolayısıyla ON'lı bireylerin yüksek kalorili gıdalara karşı stres yanıtı gösterdiği sonuçlarına ulaşılmıştır. Çalışmamızın sonucunda elde edilen bulguların gelecekte ON'lı bireylerin OSS yanıtlarının daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacağı düşünülmektedir.Öğe 65 yaş üstü düzenli hemodiyaliz tedavisi alan hastaların kırılganlık düzeyleri ve yaşam kalitesi arasındaki ilişki(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Dilek, Sümeyye; Cantekin, IşınHemodiyaliz vasküler bir giriş ile hastadan alınan kanın diyaliz cihazı yardımı ile sıvı elektrolit ve vücut atıklarının içeriğinin düzenlenip hastaya tekrar verilmesi tedavisine denir. HD tedavisi, mortaliteyi azaltarak kişilerin yaşam süresini uzatması ile birlikte istenmeyen bazı sonuçlara da neden olabilmektedir. Bu istenmeyen sonuçlardan bazıları kırılganlığın risk faktörlerini oluşturmaktadır. Kırılganlık, "çoklu organ sistemlerinde azalmış fizyolojik rezervden kaynaklanan ve homeostazı sürdürmek için, karşılaşılan akut veya dış stresörlerle başa çıkma yeteneğinde azalma'' olarak tanımlanmaktadır. Yaşam kalitesi; bireyleri duygusal, sosyal ve fiziksel yönden kapsamlı olarak ele alan bir olgudur. Kronik hastalıklar kişilerin sürekli tedavi ve takip edilmesini gerektiren bir durum olması nedeniyle yaşam kalitesini doğrudan etkilemektedir, kırılganlık da yaşam kalitesini etkileyen bir durumdur. Bu çalışma 65 yaş üstü düzenli hemodiyaliz tedavisi alan hastaların kırılganlık düzeyleri ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapılmıştır. Çalışma tanımlayıcı ve ilişki arayıcı bir çalışmadır. Veriler Ağustos-Eylül 2023 tarihlerinde Konya'da bir üniversite hastanesi ve iki özel diyaliz merkezindeki hastalardan toplanmıştır Araştırmanın örneklemini 171 hasta oluşturmaktadır. Veriler toplanırken Tanıtıcı Özellikler Bilgi Formu, Edmonton Kırılganlık Ölçeği ve EQ-5D-5L Yaşam Kalitesi Anketi kullanılmıştır. Elde edilen verilerin analizinde SPSS programı kullanılmıştır. Kişisel bilgi formundaki ölçümlerin frekans ve yüzde alınmıştır. Kişisel bilgi formundaki bilgilerle kırılganlık ölçeğinin normal dağılım göstermediği için parametrik olmayan testlerden Mann Whitney U testi ve Kruskal Wallis H testi hesaplamaları yapılmıştır. EQ-5D-5L yaşam kalitesi ölçeğinin normal dağılım göstermesi üstüne parametrik testlerden bağımsız t testi ve tek yönlü ANOVA hesaplamaları yapılmıştır. Değişkenler arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla basit korelasyon analizi yapılmıştır. Çalışmamıza 65 yaş üstü hastalar dahil edilmiş ve hastaların %56.1'i kadındır. 65 yaş üstü diyaliz tedavisi gören hastaların kırılganlık düzeyine ilişkin analiz sonucunda (X=8.29) bulunmuştur. Elde edilen bulguya göre hastaların hafif kırılgan düzeyinde olduğu belirlenmiştir. Kadın cinsiyet, dul veya bekar olma durumu, okuma yazma bilmeme durumu, gelirin giderden az veya gelirin gidere eşit olması, sigara kullanma, ek hastalık olarak kalp hastalığı ve hipertansiyon varlığı, 10 yıl veya üstü süredir diyaliz alma durumu, idrar çıkışının olmaması, EPO ve demir replasman tedavisi alıyor olma ve diyaliz için damar erişim seçeneği olarak port katater kullanılması kırılganlık ile ilişkili bulunmuştur. Yine aynı hasta grubunda kadın cinsiyet, ek hastalık olarak kalp hastalığı varlığı, diyaliz sıklığının haftada 3 gün olması (2 gün olanlara göre), idrar çıkışının olmaması ve EPO tedavisi almıyor olmak daha düşük yaşam kalitesi ile ilişkilendirildi. Çalışmamızın sonucunda 65 yaş üstü diyaliz tedavisi gören hastaların yaşam kalitesi düzeyleri ile kırılganlık düzeyleri arasında negatif yönlü, orta düzeyde ve anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur. Çalışmamızda yaşam kalitesi arttıkça kırılganlık düzeyinin azaldığı görülmüştür. Hastaların yaşam kalitesine yönelik iyileştirmeler ile kırılganlık düzeyinde azalma sağlanabilir.Öğe Lise öğretmenlerinin ruhsal hastalıklara yönelik inanç ve tutumlarının belirlenmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Sarı, Fatma Nur; Korkmaz Aslan, TubaBu çalışma lise öğretmenlerinin ruhsal hastalıklara yönelik inanç ve tutumlarını belirlemek amacıyla tanımlayıcı ve ilişki arayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini Ankara ili Çankaya ilçesinde bulunan, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı, araştırmaya katılmayı kabul eden 396 öğretmen oluşturmaktadır. Veriler "Kişisel Bilgi Formu", "Ruhsal Hastalıklara Yönelik İnançlar Ölçeği" (RHİÖ) ve "Ruhsal Sorunları Olan Bireylere Yönelik Toplum Tutumları Ölçeği" (RSTTÖ) kullanılarak yüz yüze anket uygulaması şeklinde toplanmıştır. Verilerin analizinde Mann Whitney U testi, Kruskal Wallis H Testi kullanılmıştır. Varyans Analizi testinin sonucu önemli ise çoklu karşılaştırmalar Bonferroni testi ile yapılmış, sayısal değişkenler arasındaki ilişkiler Spearman korelasyon katsayısı ve doğrusal regresyon analizi ile değerlendirilmiştir. Lise öğretmenlerinin RHİÖ puan ortalaması 46,42±15,28 elde edilmiş ve ruhsal hastalıklara yönelik olumsuz inançlarının orta düzeyde olduğu bulunmuştur. Bununla birlikte ruhsal hastalığa sahip olan öğretmenlerin, ruhsal hastalıklara sahip olmayanlara göre daha az tehlikelilik inancına sahip oldukları, psikiyatrik destek alan öğretmenlerin ve psikoloji ile ilgili kitap okuyan öğretmenlerin daha az olumsuz inanca sahip olduğu bulunmuştur. Lise öğretmenlerinin RSTTÖ puan ortalaması 52,07±13,03 elde edilmiş, ruhsal hastalığı olan bireylere yönelik olumsuz tutumlarının orta düzeyde olduğu ve korku/dışlama tutumu gösterebildikleri bulunmuştur. Kadın öğretmenlerin erkek öğretmenlere göre ruhsal hastalıklara yönelik daha az iyi niyet tutumu gösterdikleri bulunmuştur. İmam Hatip Lisesi'nde eğitim veren öğretmenlerin RSTTÖ puan ortalaması, Mesleki ve Teknik Lisesi olanlara göre istatistiksel olarak daha düşük görülmüştür. Psikiyatrik yardım alan öğretmenlerin ve kitap okuyanların RSTTÖ puan ortalaması istatistiksel olarak düşük olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmamızda ruhsal hastalıklara yönelik inanç durumu ile ruhsal hastalıklara yönelik tutum arasında pozitif yönlü istatistiksel olarak anlamlı zayıf bir ilişki olduğu saptanmıştır (rho=0,182; p<0,001). Bu sonuçlar doğrultusunda öğretmenlerin ruhsal hastalıklar hakkında bilgi düzeyi arttırılması için eğitim fakültelerindeki müfredatlara ve ortaöğretim müfredatlarına ruh sağlığı hakkında bilgilendirici derslerin eklenmesi önerilmektedir. Bununla birlikte benzer çalışmaların başka örneklemlerde ve diğer toplum liderleriyle yapılması önerilmektedir.Öğe Ergenlik dönemindeki öğrencilerde obezite sıklığı ile fiziksel aktivite düzeyleri ve ilişkili faktörler(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Yıldırım, Şeyma; Hisar, FilizBu araştırma, ergenlik dönemindeki öğrencilerde obezite sıklığı ile fiziksel aktivite durumları ve ilişkili faktörlerin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın evrenini Konya il sınırları içinde bulunan Karatay ilçesinden seçilen Karatay Hürriyet Ortaokulunda öğrenim gören 10-14 yaş arasında olan 5. 6. ve 7. sınıf öğrencileri oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemi ise evrenin bilindiği durumlarda kullanılan formülünden yararlanılarak hesaplanmıştır. Araştırmaya 210 öğrenci dahil edilmiş ve örneklem seçiminde tabakalı örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Araştırma verileri öğrencilerin sosyodemografik özelliklerini belirleyen anket formu, fiziksel aktivite düzeylerini belirleyen Fiziksel Aktivite Soru Formu (FAS) ile araştırmacı tarafından ölçülen kilo ve boy değerlerinden oluşmuştur. Verilerin analizinde sayı, yüzde, ortalama, standart sapma, Bağımsız Gruplar için t testi, Kruskal Wallis testi, One Way Anova testi, Mann Whitney U testi, Ki Kare testi ve korelasyon analizi kullanılmıştır. Araştırmaya katılan öğrencilerin, BKİ değeri ortalama ve standart sapması 19,15±4,33'tür. Öğrencilerin %12,9'u fazla kilolu ve %3,8'i obez olarak tespit edilmiştir. Erkek öğrencilerin fazla kilolu ve obez olma durumu kız öğrencilere göre yüksek çıkmıştır (p<0,05). Öğrencilere uygulanan FAS puanı ortalama ve standart sapması ise 26,40±5,87 olarak belirlenmiştir. FAS puan fiziksel aktivite düzeyleri bakıldığında %1,0'ının inaktif düzeyde, %35,2'sinin düşük düzeyde, %51,0'ının orta düzeyde ve %12,9'unun aktif düzeyde olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin yaş ve bulundukları sınıf ile FAS puanları incelendiğinde yaş ile FAS puanı arasında negatif yönlü ilişki bulunmuştur (r= -0,186, p<0,05). Cinsiyet ve FAS puanları incelendiğinde ise erkek öğrencilerin kız öğrencilere göre FAS puanları anlamlı olarak daha yüksek çıkmıştır (t= -3,553, p<0,05). Öğrencilerin BKİ değerleri ile FAS puanları arasında ise negatif yönlü anlamlı bir farklılık olduğu belirlenmiştir (r= -0,313, p<0,05). Sonuç olarak, öğrencilerin fiziksel aktivite düzeyleri arttıkça beden kütle indekslerinde azalma vardır. Okul sağlığı hemşireliği kapsamında; öğrencilere, ailelere ve topluma obezite ve fiziksel aktivitenin önemi hakkında bilgiler verilmeli ve obezite oranlarını azaltıp fiziksel aktivite davranış düzeylerini artırmak için önlemler alınmalıdır. Ergenlik döneminin daha sağlıklı ilerlemesi ve sağlıklı nesillerin oluşması için obezitenin sebep olduğu sağlık sorunları anlatılarak toplum farkındalığı oluşturmak son derece önemlidir.Öğe Kombine paket programı ile uygulanan uyku hijyeni eğitiminin çocuklardaki uyku yoksunluğu ve uyku alışkanlığına etkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Oruçoğlu, Hacer; Köse, SemraYeterli ve kaliteli uyku; çocukların sağlıklı gelişimi ve esenliği için önemlidir. Bu çalışmanın amacı; kombine paket programı ile uygulanan uyku hijyeni eğitiminin çocuklardaki uyku yoksunluğu ve uyku alışkanlığına etkisini belirlemektir. Araştırma; randomize olmayan deneysel çalışma tasarımında ön test-son test-kontrol ölçümlü, kontrol gruplu bir çalışma olarak, Konya'da eğitim öğretime devam eden Piri Reis İlkokulu'nda Ocak 2023-Mayıs 2024 tarihleri arasında 4.sınıf öğrencileri ile yapıldı (n=74). Evren içinden basit rastgele örnekleme yöntemi (kura yöntemi) ile seçilen müdahale ve kontrol grubu sınıfları örneklemi oluşturmuş olup, müdahale grubuna 35, kontrol grubuna 39 öğrenci dahil edildi. Araştırma verileri ''Sosyodemografik Özellikler ve Tanıtıcı Bilgi Formu'', ''Çocuk Uyku Alışkanlıkları Anketi'' ve ''Çocuk ve Ergenler için Uyku Yoksunluğu Ölçeği'' ile toplandı. Araştırmada kombine paket programı kapsamında belirlenen müdahale grubuna başlangıç haftasında üç oturumdan oluşan eğitim verildi. Ayrıca programa uygunluğu arttırmak amacıyla çocuklara doldurmaları gereken çizelgeler ve etkinlikler dağıtıldı. Eğitim süreci boyunca ailelere bir sosyal medya aracılığı ile her gün bir bildiri mesajı gönderildi. Toplam müdahale dört hafta sürdü. Müdahale sonrası her iki gruptan son test ölçümü alındı. Bu sürede kontrol grubuna herhangi bir müdahalede bulunulmadı. Müdahale bitiminden iki hafta sonra her iki gruptan da kontrol ölçümü alındı. Elde edilen veriler IBM SPSS Statistics Standard Concurrent User V 26 istatistik paket programında değerlendirildi. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, Ki-kare analizi, Shapiro-Wilk testi, bağımsız örneklem t testi, Mann Whitney U testi, ANOVA, Bonferroni ve Friedman testleri kullanıldı. Araştırmaya katılan çocukların %55.4'ünün yatılan odada telefon/tablet/televizyon olduğu, çocukların %21.6'sının yatmadan önce televizyon seyrettiği, %18.9'unun kitap okuduğu, %14.9'unun telefonla konuştuğu/oynadığı, %47.3'ünün yattığında hemen uykuya daldığı, %29.7'sinin okuldayken sık sık yorgun hissettiği, %39.2'sinin akşamları ev ödevi yaparken uykulu olduğu, %54.1'inin sabah uyandığında yorgun hissettiği, %2.7'sinin okuldayken uyuyakaldığı, %35.1'inin hafta içi gece geç saate kadar uyanık kaldığı, %60.8'inin hafta sonu uyku alışkanlıklarının hafta içinden farklı olduğu, %37.8'inin çay, kahve gibi içecekleri çok sık tükettiği görüldü. Müdahale grubunda; okuldan sonra uyuma durumu, hafta sonu uyku alışkanlıklarının hafta içinden farklı olması, çay kahve tüketim sıklığı ön test ölçümüne göre müdahale sonrası azaldı, yattığında hemen uykuya dalma durumu ise müdahale sonrası arttı. Kontrol grubunda; akşamları ev ödevi yaparken uykulu olma durumu ve çay, kahve tüketim sıklığı ön teste göre son test ve kontrol testinde arttı. Araştırmada kullanılan ''Çocuk Uyku Alışkanlıkları Anketi'' puanı ön testte müdahale grubunda 44.46, kontrol grubunda 45.33 bulundu. Verilen eğitimin etki büyüklüğü orta düzeyde bulundu. Ölçeğin alt boyutlarından yatma zamanı direnci, uyku süresi, uyku kaygısı boyutlarında anlamlı farklılık tespit edildi. Araştırmada kullanılan bir diğer ölçek olan ''Çocuk ve Ergenler için Uyku Yoksunluğu Ölçeği'' ön testte müdahale grubunda 27.77, kontrol grubunda 27.49 olarak bulundu. Gruplar arasında ''Çocuk ve Ergenler için Uyku Yoksunluğu Ölçeği''nde istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edildi. Verilen eğitimin etki büyüklüğü orta düzeyde bulundu. Araştırmada uygulanan kombine paket programının uyku yoksunluğu ve uyku alışkanlığı üzerinde etkili olduğu tespit edildi.Öğe Sağlık kurumu çalışanlarının yaşam yönelimi ile iş yaşam kalitesi arasındaki ilişki(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Zencirci, Gülsüm; Kaya, Şerife DidemYaşam yönelimi, kişilerin benlik duygusuyla birlikte fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamlarla uyumlu olarak kendini geliştirmesidir. Yaşam yöneliminin alt yordayıcısı olarak kabul edilen iyimserlik duygusu her durumda olumlu düşüncelere sahip olmayı ve umudu kendisine yol gösterici olarak görmeyi tercih eder. İş yaşam kalitesi, çalışanları fiziksel, psikolojik, ekonomik olarak tatmin eden çalışma ortamının ve şartlarının sağlanması sonucu elde edilen memnuniyet algısıdır. Bu araştırmanın amacı, Revize Edilmiş Yaşam Yönelim Testi (YYT-R)’ni Türkçeye uyarlamak ve sağlık çalışanlarının yaşam yönelimleri ile iş yaşam kalitesi arasındaki ilişkiyi tespit etmektir. Ülkemizde sağlık çalışanlarının yaşam yönelimlerini ölçen çalışmalar sınırlıdır. Bu yüzden, bu çalışma ile literatürdeki boşlukları doldurmak amaçlanmıştır. Araştırma evrenini Pamukkale Üniversitesi Hastanesi’nde çalışmakta olan 3200 sağlık personeli oluşturmaktadır. Çalışmanın örneklemini ilk aşamada 100, ikinci aşamada ise 341 katılımcı oluşturmaktadır. Çalışmanın veri toplama tarihleri 20 Şubat-Haziran 2023 tarihleri arasındadır. Veri toplama aracı olarak Scheier ve Carver (1985) tarafından geliştirilen daha sonra Scheiervd (1994) tarafından revize edilen Revize Edilmiş Yaşam Yönelim Testi (YYT-R) ile Van Laar vd. (2007) geliştirilen Akar ve Üstüner (2017) tarafından Türkçeye geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılan İş Yaşam Kalitesi Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin analizinde SPSS ve AMOS programlarından yararlanılmıştır. Çalışmanın ilk kısmında Kapsam Geçerlilik İndeksi, Açımlayıcı Faktör Analizi (AFA), Doğrulayıcı Faktör Analizi (DFA), yarıya bölme yöntemi, madde analizleri, paralel test yöntemi, güvenirlik analizleri yapılmıştır. Çalışmanın ikinci aşamasında ise yüzde, ortalama, t testi, ANOVA testi, korelasyon ve regresyon analizleri yapılmıştır. YYT-R alt boyutu iyimserlik için Cronbach Alfa değeri 0,62, kötümserlik alt boyutu için Cronbach Alfa değeri 0,52 olarak hesaplanmıştır. YYT-R toplam Cronbach Alfa değeri 0,59’dur. İyimserlik ile İş Yaşam Kalitesi arasındaki orta düzey pozitif yönlü ilişki tespit edilmiştir (r=0,39; p<0,05). İyimserlik ve Yaşam Yöneliminin İş Yaşam Kalitesi anlamlılık düzeyi %15 olarak bulunmuştur. Sonuç olarak, iyimserlik duygusunun varlığı, iş yaşam kalitesi üzerinde tek başına açıklayıcı değildir. Ancak güçlü bir belirleyicidir.Öğe Okluzal splint kullanan ve kullanmayan bruksizme bağlı temporomandibular eklem disfonksiyonu olan bireylerde vücut pozisyon algısının, dil basıncının ve boyun kas enduransının karşılaştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Çiçek, Beyza; Altuntaş Yılmaz, NeslihanBu çalışmada, bruksizme bağlı temporomandibular disfonksiyonu olan hastalarda tedavi olarak verilen okluzal splintin servikal, torakal ve lumbal seviyelerde farklı zemin ve görsel farklılıklarda vücut pozisyon algısı, dil basıncı, temporomandibular eklem disfonksiyon şiddeti, çene fonksiyon kısıtlanması ve boyun kas enduransı üzerindeki etkinliğinin incelenmesi amaçlanmaktadır. Bruksizm tanısı konulmuş ve çalışmaya katılmaya uygun olan hastalar belirlendi. Belirlenen hastalardan çalışmaya toplam 157 bruksizm tanılı hasta davet edildi. 97 hasta çalışmaya katılmayı reddetti ve 8 dahil edilme kriterlerimizden yaş sınırına uygun olmadığı için çıkarıldı. Okluzal splint kullanan grup (n=26), okluzal splint kullanmayan grup (n=26) olmak üzere toplam 52 hasta ile çalışma tamamlandı. Vücut pozisyon algısının değerlendirme testleri servikal, torakosakral ve lumbosakral olmak üzere üç bölgede hedef açıdan sapmalar, yeterince hassas, güvenilir ve geçerli olduğu rapor edilen dijital bir inklinometre kullanılarak gerçekleştirildi. Dil basıncını ölçmek için lowa Oral Perdormance Instrument (IOPI) kullanıldı. Boyun kas enduransı değerlendirilmesi için Kranio Servikal Fleksiyon Testi (KSFT) testi, TME disfonksiyon şiddetini belirlemek için Fonseca Anamnestik Anketi, çene fonksiyonelliğini değerlendirmek için ise Çene Fonksiyon Kısıtlılık Ölçeği-20 kullanıldı. Yapılan istatistiksel analizde gruplar arasında; boyun kas enduransı, dil basınç kuvveti, boyun pozisyon algısı, gövde pozisyon algısı, temporomandibular eklem disfonksiyon şiddeti ve çene fonksiyon kısıtlılığı arasında anlamlı fark bulunmamıştır (p ˃0.05). Bruksizm tanılı TMED hastalarında gece okluzal splint kullanan ve kullanmayan hastalarda; servikal, torakal ve lumbal bölge pozisyon algısında, boyun kas enduransında, dil ve dudak basınç kuvvetinde, temporomandibular eklem disfonksiyon şiddetinde ve çene fonksiyon kısıtlılığında farklılık olmadığı belirlendi.Öğe Hipotalamustaki bazı oreksijenik ve anoreksijenik moleküllerin ekspresyonunda mü opioit reseptörlerin olası etkisinin yetişkin sıçanlarda araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Erkaya, Zeliha; Kutlu, SelimBesin alımının düzenlenmesi hipotalamusta birçok nöroendokrin mekanizmanın çok faktörlü olarak entegrasyonuyla gerçekleşmektedir. Hipotalamusta oreksijenik ve anoreksijenik peptitler uyarılara yanıt oluşturarak besin alımının düzenlenmesine katkıda bulunur. Hipotalamusta da yaygın olarak eksprese olan opioit peptitlerin beslenme üzerindeki uyarıcı etkileri bilinmesine rağmen, bu etkinin mekanizmaları hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, hipotalamusta mü opioit reseptörlerin oreksijenik ve anoreksijenik mekanizmalar üzerindeki etkilerinin deneysel modelde araştırılmasıdır. Bu amaçla morfinin subkutan yolla uygulanmasının yetişkin erkek sıçanlarda hipotalamusta besin alımıyla ilişkili moleküller üzerindeki etkisinin belirlenmesi hedeflenmiştir. Wistar ırkı erkek sıçanlar kontrol, morfin, morfin+nalokson ve nalokson olacak şekilde 4 gruba ayrıldı. Morfin bağımlılığı modeli için sıçanlara 5 gün boyunca 10 mg/kg/gün dozunda morfin subkutan uygulandı. 5. gün morfin+nalokson grubuna morfin yoksunluğu oluşturmak için 3 mg/kg dozunda nalokson ve diğer gruplara %0,9'luk NaCl çözeltisi enjekte edildi. Gruplar 30 dakika süreyle gözlemlendi ve dekapite edilerek hipotalamus dokuları çıkarıldı. Elde edilen dokulardan RT-PCR yöntemiyle anoreksijenik ve oreksijenik peptit ekspresyon seviyeleri belirlendi. İstatistiksel değerlendirme için tek yönlü varyans analizi kullanıldı. Morfin uygulanması oreksin A gen ekspresyonunu artırırken, AgRP, NPY, POMK, FBN1 ifadelerini değiştirmedi. Nalokson uygulanması ise NPY ifadesini artırırken diğer molekülleri etkilemedi. Bu çalışmanın sonuçları morfin uygulanmasının beslenme ve metabolizmayla ilişkili molekülleri hipotalamustaki gen ifadelerini farklı düzeylerde etkileyebileceğini göstermiştir.Öğe Yetişkin bireylerde mikrobiyata farkındalığı ve sağlık okuryazarlığı ilişkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Horzum, Ramazan Kaan; Durduran, YaseminBu çalışma Konya ili Selçuklu ilçesinde yaşayan yetişkin bireylerin mikrobiyota farkındalığı ve sağlık okuryazarlık durumunun değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışmaya 258 kadın, 140 erkek olmak üzere 398 kişi dahil edilmiştir. Çalışmada katılımcılara sosyo demografik bilgileri, antropometrik ölçümleri, beslenme alışkanlıkları, Mikrobiyota Farkındalık Ölçeği (MFÖ), Türkiye Sağlık Okuryazarlık Ölçeği (TSOY-32) ve besin tüketim kaydından oluşan anket uygulanmıştır. Besin tüketim kaydı bilgileri Beslenme Bilgi Sistemi (BeBiS)’nda analiz edilmiş olup istatistiksel analizler SPSS paket program kullanılarak yapılmıştır. Sonuçlar yüzde, ortalama, standart sapma, ortanca, alt ve üst değerleri verilmiş ve verilerin analizinde Mann-Whitney U, Kruskal-Wallis, Spearman testleri kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Çalışmaya katılan bireylerin TSOY-32 kategorisine göre %38,4’ünün sorunlu-sınırlı, %30,9’unun yeterli, %17,3’ünün yetersiz, %13,4’ünün mükemmel sağlık okuryazarlık düzeyine sahip olduğu belirlenmiştir. Mikrobiyota farkındalık ölçeği ortalamasının 36,29±7,17 olduğu ve TSOY-32 ortalamasının 32,89±7,66 olduğu belirlenmiştir. Cinsiyete göre MFÖ puanları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0,05). Erkeklerin MFÖ puanları, kadınlara göre anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu belirlenmiş olup; gelir ve eğitim düzeyine göre ise MFÖ ve TSOY-32 puanları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p>0,05). MFÖ ve TSOY-32 ile boy (cm), ağırlık (kg), BKİ (kg/m2), bel çevresi (cm) ve bel/boy oranı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki yoktur (p>0,05). MFÖ skoru ile karbonhidrat (%) arasında pozitif yönde, çok zayıf derecede ve istatistiksel olarak anlamlı ilişki tespit edilmiştir (p<0,05). MFÖ skoru ile yağ (%) ve D vitamini arasında negatif yönde, çok zayıf derecede ve istatistiksel olarak anlamlı ilişki tespit edilmiştir (p<0,05). MFÖ skoru ile TSOY-32 skoru arasında negatif yönde, orta derecede ve istatistiksel olarak anlamlı ilişki tespit edilmiştir (p<0,05). TSOY-32 skoru arttıkça MFÖ skorunun azaldığı tespit edilmiştir. Mikrobiyota konusunda farkındalık oluşturulması ve sağlık okuryazarlığının artırılması günümüz koşullarında oldukça önem arz etmektedir. Bu bağlamda mikrobiyota ve fermente ürünler ile ilgili toplum temelli eğitimlerin, sağlık ve beslenme okuryazarlığının artırılmasının faydalı olacağı düşünülmektedir.Öğe COVID-19 kliniğinde çalışan hemşirelerin merhamet yorgunluğu ve öfke düzeylerinin belirlenmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2023) Pınarbaşı, Merve; Günay Molu, NesibeBu çalışma COVID-19 kliniğinde çalışan hemşirelerin merhamet yorgunluğu ve öfke düzeyini belirlemek amacıyla tanımlayıcı ve ilişki arayıcı türde yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini Konya ilinde bulunan hastanelerin COVID-19 kliniğinde çalışan araştırmaya katılmayı kabul eden 227 hemşire oluşturmuştur. Verilerin toplanması için araştırmacı tarafından oluşturulan Demografik Veri Formu, Çalışanlar İçin Yaşam Kalitesi Merhamet Yorgunluğu Alt Ölçeği (MYAÖ) ve Sürekli Öfke- Öfke İfade Tarzı Ölçeği (SÖÖTÖ) kullanılmıştır. Verilerin analizinde Skewness Kurtosis, Tukey Çoklu Karşılaştırma Testi ve Pearson Korelasyon kullanılmıştır. Önemlilik düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Çalışmamızda hemşirelerin %78'inin kadın, %53,6'sının evli, %75,6'sının ise son altı travmatik olay yaşamadığı belirlenmiştir. Hemşirelerin MYAÖ puan ortalaması 16,4±9,5, Sürekli Öfke puan ortalaması 20,5±5,7, İçe Dönük Öfke puan ortalaması 17,3±4,1, Dışa Dönük Öfke puan ortalaması 15,3±4,1, Öfke Kontrol puan ortalaması 21,5±4,6 olarak bulunmuştur. Birimdeki görevi, gelir düzeyleri ve son altı ayda travmatik olay yaşama durumları ile MYAÖ arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0,05). Psikolojik destek alma SÖÖTÖ arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0,05). MYAÖ ile SÖÖTÖ arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmıştır. Merhamet yorgunluğu ile sürekli öfke, içe dönük öfke ile merhamet yorgunluğu ve sürekli öfke, dışa dönük öfke ile merhamet yorgunluğu, sürekli öfke ve içe dönük öfke arasında pozitif yönde orta düzeyde bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Öfke kontrol ile merhamet yorgunluğu arasında zayıf düzey, sürekli öfke ve dışa dönük öfke arasında orta düzeyde negatif yönde ilişki olduğu belirlenmiştir. Sonuç olarak COVID-19 kliniğinde çalışan hemşirelerin MYAÖ ile SÖÖTÖ arasında bir ilişki olduğu, cinsiyet, gelir düzeyi, birimdeki görev, aile dinamiklerinde değişiklik, son 6 ayda travmatik olay yaşama merhamet yorgunluğu düzeyini, gelir düzeyi, aile dinamiklerinde değişiklik, pandemi sürecinde psikolojik destek alma ve çalıştığı birim sürekli öfke, içe öfke, dışa öfke ve öfke kontrol puan düzeyleri arasında anlamlı ilişki olduğu belirlenmiştir.Öğe Staphylococcus aureus klinik suşlarında virülans faktörleri ve quorum sensing genlerinin araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Gürbak, Ayşegül; Doğan, MetinSon yıllarda dünya çapında giderek artan sıklıkta hastane ve toplum kaynaklı salgınlarla gündeme gelen Staphylococcus aureus ilişkili enfeksiyonların önemli bir nedenidir. Özellikle çoklu ilaca dirençli (MDR) S. aureus 'un artık büyük klinik öneme sahip olduğu kabul edilmektedir. Metisiline dirençli S.aureus (MRSA), birçok antibiyotiğe karşı dirençli olup, tedavi süreçlerinde kullanılan modern antibiyotiklere hızla direnç geliştirme yeteneğine sahiptir. Bu nedenle, MRSA enfeksiyonları, normal S. aureus enfeksiyonlarına kıyasla daha güçlü ve inatçı enfeksiyonlara yol açmaktadır. S. aureus suşları tarafından salgılanan Panton-Valentine lökosidin (PVL) toksini, toplum kaynaklı deri ve yumuşak doku enfeksiyonları ile ölümcül nekrotizan pnömonilerden sorumlu tutulan önemli bir toksindir. Bunun yanında S. aureus quorum sensing (QS) sistemlerinin biyofilm üretimi gibi çeşitli hücresel mekanizmalarda kilit rol oynadığı ve varolan antibiyotik direncinin güçlenmesine sebep olduğu gösterilmiştir. S. aureus metisilin direncinde mecA ve mecC genleri sorumludur. Bakterilerdeki QS mekanizması, biyofilm üretimi vb. dirence katkı sağlayan ve virülansı arttıran bazı yetenekleri organize etmektedir ve bu mekanizmayı inhibe edebilecek “Quorum Quencher” arayışı son zamanlarda artmıştır. Bu tür bileşiklerin QS mekanizmasını inhibe etmesi ve dolayısıyla bakterilerde ilaç direnci gelişimini azaltması/engellemesi beklenmektedir. QS sistemlerine sahip S. aureus suşlarının, bu mekanizmayı regüle eden genlerden bazıları AgrA ve AgrC genleridir. Kongo kırmızı biyofilm olulumunda fenotipik değerlendirmede kullanılan bir yöntemdir. Günümüzde bakteriler tüm antibiyotiklere karşı hayatta kalmak için farklı yollarla direnç geliştirme yeteneğine sahiptirler. Bakteriler arasındaki QS mekanizmasının inhibe edilerek; bu sistemle regüle edilen virülans faktörleri, biyofilm oluşumu ve bakteriyel direnç mekanizmalarının zayıflatılma stratejisi dirençli bakteriyel enfeksiyonların önlenmesinde umut vadetmektedir. Bu nedenle bakterilerin QS ve antibiyotik direnç mekanizmaları arasındaki ilişkinin daha da aydınlatılması gerekmektedir. Çalışmamızda çeşitli klinik örneklerden izole edilen, identifikasyonu MALDI-TOF MS (bioMerieux, Marcy l'Etoile, France) yapılmış, antibiyotik duyarlılıkları BD Phoenix otomatize sistemi (Becton-Dickinson, ABD) ile tespit edilmiş 100 adet S. aureus suşu kullanılmıştır. Mec A, mec C, Luks PVL1-2 ve QS genleri olan agrA, agrC RT-PCR ile tespit edilmiştir. Çalışmamızda housekeeping gen olarak 16s rRNA kullanılmıştır. Suşlardan izole edilen DNA Titertek Berthold Colibri Microvolume Spectro Nanodrop ölçümü ve jel elektroforezi ile doğrulanmıştır. RT-PCR bulgularımıza göre, QS genleri AgrA ve AgrC'yi birlikte taşıyan izolatlar QS (+) olarak, geri kalan izolatlar ise QS (-) olarak iki gruba ayrılmıştır. Bu gruplar arasında çeşitli antibiyotiklere karşı direnç düzeyleri ve ilgili antibiyotik direnç genlerinin varlığı karşılaştırılmıştır. Aynı zamanda kongo kırmızı ile fenotipik değerlendirme neticesinde moleküler yöntemlere ihtiyaç duymadan da biyofilm varlığının anlaşılabilirliğinin tespiti yapılmıştır. Elde ettiğimiz bulgular, QS genleri ile sefoksitin, oksasilin, klindamisin ve tetrasiklin direnç düzeyleri ve mecA geninin varlığı arasında ilişki olabileceğini destekler nitelikte literatüre katkı sunmaktadır. Bir direnç geni olan mecC geni hiçbir izolatta tespit edilememiştir. S. aureus MDR bakterilerin tür içi seçiliminde QS sistemlerinin rol oynayabileceğini ve dolayısıyla MDR suşların ortaya çıkmasında etkili olabileceğini düşündürmektedir. Ancak bu alanda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. PVL toksin geninin varlığı mecA pozitifliğinde deri ve yumuşak doku enfeksiyonlarında çok daha fazla ortay çıktığı gösterilmiştir. MecA geninin inhibe edileerek MRSA oluşumun izlenmesi, ayrıca çeşitli inhibitörlerin kullanılması gerekmektedir. S. aureus enfeksiyonlarında antibiyotik direnciyle mücadelede umut vadeden QS inhibisyonu stratejisinin ilerleme kaydetmesi, antibiyotik direnciyle mücadelede yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Bu çalışmamızda S. aureus suşlarının virülans faktörlerini, quorum sensing özelliklerini gen düzeyinde araştırmak ve beta-laktam antibiyotikleri üzerindeki olumlu ya da olumsuz etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.Öğe Adölesan idiopatik skolyozlu bireylerde hipermobilitenin skolyoza bağlı fiziksel değerlendirme parametrelerine etkisinin araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Kılınç Duran, Derya; Altuntaş Yılmaz, NeslihanAmaç: Bu çalışmanın amacı hipermobilitenin fiziksel değerlendirmede kullanılan ölçümleri nasıl etkilediğini araştırmaktır. Aynı zamanda değerlendirilen parametrelerin birbirleri ile ilişkisini incelemektir. Yöntem: Çalışmada 40 adölesan idiopatik skolyozlu (AİS) birey değerlendirildi. Hipermobil olan 18 AİS'li birey çalışma grubu ve hipermobil olmayan 15 AİS'li birey kontrol grubu olarak toplamda 33 birey ile çalışma tamamlandı. Katılımcıların onamları alınarak demografik bilgileri kaydedildi. "Beighton Skorlaması" ile hipermobilite, radyografik değerlendirme ile "Cobb açısı", skolyometre ile gövde rotasyon ölçümleri yapıldı. Bacak boyu eşitsizliği kaydedildi. "Naviküler Drop Testi" ile pes planus değerlendirilmesi, "Jack's Parmak Kaldırma Testi" ile pes planus esnekliği değerlendirildi. "Fonksiyonel Uzanma Testi" ile dinamik denge, "Tek Ayak Denge Testi" ile statik denge değerlendirmesi göz açık ve göz kapalı uygulandı. "Morse Düşme Ölçeği" ile düşme riski sorgulandı. Bulgular: Hipermobil AİS'li bireylerde lumbar bölge gövde rotasyon açısı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde düşük çıktı (p=0,02). Hipermobilite ile üst ve alt torakal bölge gövde rotasyon açısı, Cobb açısı, pes planus varlığı, statik denge, dinamik denge ve düşme riski arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Tüm AİS'li bireylerde yapılan korelasyon analizinde dinamik denge ile göz açık statik denge pozitif, düşme riski negatif ilişkilidir. Aynı zamanda Cobb açısı ile pes planus, lumbar ve üst torakal bölge gövde rotasyon açısı ilişkilidir. Sonuç: AİS'li bireylerde lumbar bölge gövde rotasyon açısı hipermobilite ile ilişkilidir. Buna göre AİS'li hastalarda hipermobilite durumunun değerlendirilmesi önerilir. Cobb açısı ile pes planus ilişkili olduğundan AİS'li bireylerde pes planus değerlendirmesi dikkatle yapılmalıdır.Öğe Kanser hastalarının kadın yakınlarında jinekolojik kanser farkındalığı ve etkileyen faktörler(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Karakoyun, Serkan; Ege, EmelJinekolojik kanserler başta kadın olmak üzere, ailesini ve toplumu etkileyen önemli sağlık sorunlarıdır. Ancak Jinekolojik kanserler bilgi, farkındalık ve erken tanı programlarına katılım ile önlenebilecek ve erken tedavi edilebilecek özelliktedir. Jinekolojik kanser farkındalığı; kadınların kanser risklerini nasıl minimuma indirecekleri konusunda eğitmek olup aynı zamanda teşhis ve tedavi konusunda da erken davranmalarını sağlamaktır. Araştırma, kanser hastası yakını kadınların jinekolojik kanser farkındalığını ve etkilen faktörlerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma tanımlayıcı türde olup, örneklemini Necmettin Erbakan Üniversitesi Onkoloji Hastanesi'nde tedavi alan 268 hastanın 18 yaş ve üzeri hiç kanser hastası olmamış kadın yakınları oluşturmuştur. Veriler araştırmacı tarafından hazırlanan Katılımcı Bilgi Formu ve Jinekolojik Kanser Farkındalık Ölçeği (JİKFÖ) kullanılarak toplanmıştır. Veriler SPSS programı kullanılarak analiz edilmiştir. Anlamlılık seviyesi 0,05 olarak alınmıştır. Araştırmaya katılan kadınların yaş ortalaması 38,96±12,89'dır. Katılımcıların %31,7si üniversite mezunu olduğu, %74,3'ünün şehir merkezinde yaşadığı, %59,3'ünün evli, %53,7'sinin asgari ücret üzeri miktarda kazancının olduğu saptanmıştır. Menopoza girme yaşı ortalaması 48,39±1,93, beden kitle indeksi (BKİ) ortalamaları 24,07±3,90'dır. Katılımcıların JİKFÖ toplam puanı 149,43±17,68 olarak hesaplanmış olup ortalamanın üzerindedir. Katılımcıların ''rutin kontrol ve ciddi hastalık algısı'' alt boyutundan 82,54±12,09, ''risk farkındalığı'' alt boyutundan 37,7±6,06, ''korunma farkındalığı'' alt boyutundan 20,91±4,11, ''erken tanı ve bilgi farkındalığı'' alt boyutundan 17,34±2,50 puan aldıkları görülmüştür. Katılımcıların sigara içmesi ve medeni durumları ile JİKFÖ toplam puan ortalamaları arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0,05). Katılımcıların eğitim düzeyleri, yaşadıkları yer, meslekleri, maddi gelirleri, aile planlaması yöntemi kullanması, çocuğunun olması, düzenli doktor muayenesine gitmesi, doktor muayenesine gitme sıklığı, menopoza girme durumu, dengeli ve düzenli beslenmesi, kronik rahatsızlığının olması, kanser hastası ile yakınlığı, kanser taraması yaptırması, KETEM'i duyması, erken tanı ve teşhisin tedavide etkin olduğuna inanması ile JİKFÖ toplam puan ortalamaları arasında anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0,05). Katılımcının yaşı (r = -,180), beden kitle endeksi (r = -,139), menopoza girdiği yaş (r = -,162) ve kanser hastasının yaşı (r = -,125) ile JİKFÖ toplam puan ortalaması arasında negatif yönde zayıf bir ilişki saptanmıştır (p<0,05). Çalışmada JİKFÖ puanı ortalamanın üzerinde çıkmıştır. Bu durum kanser hastası yakını olmanın bir sonucu olarak değerlendirilmiştir. Kadınların jinekolojik kanser farkındalığını arttırmak için başta hemşireler olmak üzere sağlık profesyonellerinin bakım verdikleri hasta ve kanser yakınlarını bütüncül olarak değerlendirmesi ve eğitim vermesi yararlı olabilir. Sonuç olarak toplumda farkındalık yaratarak risk gruplarının erken teşhis ve tedaviye ulaşmaları sağlanabilir.Öğe Hemşirelerde prososyal davranışların hemşire-hemşire iş birliği ile ilişkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Zincirel, Şerife; Batı, SerapPrososyal davranışlar ve hemşireler arası iş birliği, hemşirelik mesleğinde bakımın kalitesini artırmak, hasta güvenliği ve memnuniyetini artırmak, çatışmaları yönetmek ve mesleki saygınlığı güçlendirmek için önemlidir. Bu çalışmanın amacı, hemşirelerin prososyal davranışları ile hemşire hemşire iş birliği arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı türdeki bu çalışma, ikinci ve üçüncü basamak hastanelerde görev yapan 279 hemşire ile gerçekleşmiştir. Veriler; "Tanımlayıcı Bilgi Formu", "Örgütsel Prososyal Davranış Ölçeği" ve "Hemşire-Hemşire İş Birliği Ölçeği" kullanılarak yüz yüze anket yöntemi ile toplanmıştır. Verilerin analizinde sayı, yüzde, ortalama, bağımsız örneklem t-testi ve tek yönlü korelasyon kullanılmıştır. Araştırma için etik kurul onamı, kurum izni, ölçek kullanım izinleri ve hemşirelerden sözel izin alınmıştır. Çalışmaya katılan hemşirelerin örgütsel prososyal davranış ölçeği ortalama puanları 3,68±,53, örgütsel prososyal davranış alt boyutlarından rol içi prososyal davranış ortalama puanları 4,02±,63, rol ötesi prososyal davranış ortalama puanları 3,28±,72 olarak bulunmuştur. Cinsiyet, görev yapılan kurum, çalışılan pozisyon, çalışma şekli, mezun olunan okul, kurumda çalışma süresine göre hemşirelerin örgütsel prososyal davranış puanları arasında anlamlı farklılık tespit edilmiştir. Kadınlar erkeklere, birinci basamakta çalışanlar üçüncü basamakta çalışanlara, sorumlu hemşire olarak görev yapanlar klinik hemşiresi olarak görev yapanlara, gündüz mesaisinde çalışanlar nöbet usulü çalışanlara, lise ve ön lisans öğrenim düzeyine sahip olanlar lisans mezunu olanlara, çalışma süresi 20 yıl ve üzerinde olanlar 10 yıldan az olanlara göre daha yüksek puanlara sahiptirler (p<0,05). Rol içi prososyal davranış alt boyutu ile yaş (r=,153, p<0,005) ve meslekte çalışma süresi (r=,272, p<0,001) arasında pozitif yönlü ve düşük düzeyde ilişki tespit edilmiştir. Hemşirelerin hemşire iş birliği ölçeği ortalama puanları 2,98±,35 olarak bulunmuştur. Ölçek alt boyutlarından çatışma yönetimi puanı 3,16±,54 ile en yüksek puana sahipken, en düşük alt boyut puanı ise iletişim 2,65±,51 olarak bulunmuştur. Hemşire hemşire iş birliği ölçeği puanlarında anlamlı farklılık tespit edilen demografik değişkenler; cinsiyet ve kurumda çalışma süresidir. Kadınlar erkeklere, 0-4 yıl çalışan hemşireler 5-10 yıl çalışan hemşirelere, 5-10 yıl çalışan hemşireler 20 ve üzeri çalışan hemşirelere göre daha yüksek puanlara sahiptir (p>0,05). Hemşire hemşire iş birliği ölçeği alt boyutlarından çatışma yönetimi puanı ile yaş (r=-,180, p<0,001) ve meslekte çalışma süresi (r=-,133, p<0,005) arasında negatif yönlü ve düşük düzeyde ilişki tespit edilmiştir. Örgütsel prososyal davranış ölçeği toplam puanı ile hemşire hemşire iş birliği ölçeği toplam puanı arasında pozitif yönlü ve orta düzeyde ilişki tespit edilmiştir (r=,437, p<0,001). Örgütsel Prososyal Davranış ölçeği toplam puanı ile hemşire hemşire iş birliği ölçeği alt boyutları olan çatışma yönetimi (r=,282, p<0,001), iletişim (r=,228, p<0,001), paylaşım süresi (r=,292, p<0,001), koordinasyon (r=,313, p<0,001) ve profesyonellik (r=,374, p<0,001) alt boyutları ile pozitif yönlü ve düşük düzeyde ilişki saptanmıştır. Örgütsel prososyal davranış ölçeği alt boyutlarından rol içi prososyal davranış alt boyutu ile hemşire hemşire iş birliği ölçeği toplam puanı (r=,181, p<0,001), çatışma yönetimi (r=,163, p<0,001), paylaşım süresi (r=,136, p<0,005) ve profesyonellik (r=,124, p<0,005) alt boyutları arasında pozitif yönlü ve düşük düzeyde ilişki tespit edilmiştir. Örgütsel prososyal davranış ölçeği alt boyutlarından rol ötesi prososyal davranış alt boyutu ile hemşire hemşire iş birliği ölçeği toplam puanı arasında pozitif yönlü ve orta düzeyde ilişki tespit edilmiştir (r=,468, p<0,001). Sonuç olarak hemşirelerin örgütsel prososyal davranış ve hemşire hemşire iş birliği davranışları arasında anlamlı ve pozitif yönlü ilişki saptanmıştır. Hemşirelere iş birliğinin olumlu sonuçları ile ilgili eğitiler verilerek farkındalıklarının artırılması, hemşirelerin olumlu iletişim kurmalarını teşvik edecek ortamlar oluşturulması ve tüm bu çabaların kurum kültürüne entegre edilmesi ile daha başarılı kurum ve hasta sonuçlarına ulaşılabilir.Öğe Gebelerin olumlu düşünme becerilerinin psikososyal sağlık düzeyi ile ilişkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Börekcioğlu, Reyhan; Ege, EmelGebelik süreci kadınlara mutluluk veren, neşeli bir dönem olarak algılansa da kaygı, stres ve duygusal değişimlerin yaşandığı bir süreçtir. Gebelikte psikososyal sağlığın iyi olması hem anne hem fetüs sağlığı için oldukça önemlidir. Olumlu düşünme becerilerinin kavranması psikososyal sağlığın gelişmesine katkı sağlamaktadır. Çalışma gebelerin olumlu düşünme becerilerinin psikososyal sağlık düzeyi ile ilişkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma tanımlayıcı ve ilişki arayıcı türdedir. Çalışma Konya ili merkez ilçede yer alan Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi gebe polikliniğine başvuran 296 gebe ile tamamlanmıştır. Verilerin toplanmasında araştırmacı tarafından oluşturulan Kişisel Bilgi Formu, "Gebelikte Psikososyal Sağlığı Değerlendirme Ölçeği (GPSDÖ)" ve "Olumlu Düşünme Becerileri Ölçeği (ODBÖ)" kullanılmıştır. Tanımlayıcı analizlerle, sayı, yüzde, ortalama, standart sapma, ortanca değerleri, en düşük, en yüksek puanlar ve çeyrekler açıklığı belirlenmiştir. Verilerin analizinde Kolmogorov-Smirnov testi, Mann-Whitney U ve Kruskal Wallis H, Spearman korelasyon analizi kullanılmıştır. Çalışmada gebelerin yaş ortalaması 27,31±5,55, %40,2'sinin eğitim düzeyi lise, %87,5'i çalışmamakta ve eşlerinin %42,2'sinin eğitim düzeyi lisedir. Gebelikte Psikososyal Sağlığı Değerlendirme Ölçeği'nin toplam puanı ile Olumlu Düşünme Becerileri Ölçeği'nin toplam puanı arasında pozitif yönde, düşük düzeyde ilişki olduğunu göstermiştir (p<0,001). Ayrıca, Gebelikte Psikososyal Sağlığı Değerlendirme Ölçeği'nin alt boyutları olan gebelik ve eş ilişkisine yönelik özellikler, kaygı ve strese yönelik özellikler, aile içi şiddete yönelik özellikler, psikososyal destek gereksinimine yönelik özellikler, gebenin ailesel özellikleri, gebeliğe ilişkin fiziksel-psikososyal değişikliklere yönelik özellikler puanları ile Olumlu Düşünme Becerileri Ölçeği'nin toplam puanı arasında pozitif yönde, düşük düzeyde ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0,001). Sonuç olarak gebelerin olumlu düşünme düzeyleri arttıkça psikososyal sağlık düzeyleri olumlu yönde etkilenmektedir. Gebelerin psikososyal sağlığı, sağlık profesyonelleri tarafından bütüncül olarak değerlendirilmeli ve olumlu düşünme becerileri geliştirmeleri konusunda destek sağlanmalıdır. Olumlu düşünme becerileri ile birlikte gebelerin psikososyal sağlık seviyesi yükseltilebilir.