Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Obez kadınlarda genital benlik imajının cinsel yaşam kalitesi ile ilişkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Süzer, Özlem; Aygör, HamideGenital benlik imajı cinsel tatmin ve cinsel işlevsellikle alakalı olarak beden imajının bir yönüdür. Olumlu genital benlik imajına sahip kadınlar kendilerini daha çekici hisseder. Bu durum cinsel yaşama olumlu bir şekilde yansıyarak cinsel yaşam kalitesini yükseltir. Obezitenin kadınlarda fiziksel görünüm ve beden imajında değişikliğe neden olarak cinselliği etkilediği ifade edilmekle birlikte, kadınlarda bu durum henüz netlik kazanmamıştır. Bu çalışma obez kadınlarda genital benlik imajının cinsel yaşam kalitesi ile ilişkisini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Araştırma tanımlayıcı ve ilişki arayıcı tiptedir. Çalışma Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Diyet Polikliniği’ne başvuran ve dahil edilme kriterlerini karşılayan 222 obez kadın ile tamamlanmıştır. Verilerin toplanmasında anket formu, Kadın Genital Benlik İmajı Ölçeği ve Cinsel Yaşam Kalitesi Ölçeği-Kadın kullanılmıştır. Tanımlayıcı veriler yüzde, ortalama, standart sapma, medyan, minimum ve maksimum değerler olarak sunulmuştur. Verilerin analizinde bağımsız gruplar için t testi, Mann-Whitney U testi, tek yönlü ANOVA, Kruskal Wallis H testi, pearson korelasyon analizi ve çoklu linear regresyon analizi (backward yöntemi) kullanılmıştır. Çalışmada obez kadınlar ortalama 37,70±6,44 yaşında, 16,96±7,65 yıldır evli, %43,7’si ortaokul/lise mezunu ve %81,1’i çalışmamaktadır. Obez kadınların %89,2’si cinsel hayatlarından memnun olduğunu bildirmiştir. Araştırma sonucuna göre obez kadınların genital benlik imajı ölçeğinden aldıkları toplam puan ortalaması 20,73±4,53 ve cinsel yaşam kalitesi ölçeğinden aldıkları toplam puan ortalaması 87,22±16,75 bulunmuştur. Genital benlik imajı ile cinsel yaşam kalitesi arasında “yüksek” düzeyde pozitif yönde bir ilişki belirlenmiştir. Sonuç olarak; sağlık profesyonelleri obez kadınların cinsel yaşam kalitelerini genital benlik imajı ile birlikte değerlendirmelidir. Böylelikle obez kadınlara uygun cinsel danışmanlık hizmeti ve bütüncül bakım sağlanabilir.Öğe Clostridium botulinum nörotoksin A'nın kolon kanseri hücre hattında kalsiyum sinyali artışı aracılı oksidatif stres, apoptozis ve tümör hücre ölümü üzerindeki etkileri(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Demir, Sıdıka; Duman, İpek; Nazıroğlu, MustafaClostridium botulinum suşları tarafından üretilen bir nörotoksin olan BTX, doğadaki en güçlü biyolojik toksinler arasındadır. Botulinum nörotoksin tip A (BTX-A), nöromüsküler kavşaklardan asetilkolin salınımını inhibe ederek, kas gevşemesi ile nöromüsküler blokaj üretir ve çeşitli nöromüsküler bozukluklarda terapötik kullanım için onaylanmıştır. Kırk yıldan uzun süredir klinik kullanımda olan BTX-A'nın değişik alanlardaki yeni endikasyonları üzerinde halen çalışmalar devam etmektedir. Botulinum nörotoksin tip A (BTX-A) kanser hücreleri üzerindeki etkilerinden dolayı son zamandaki bazı çalışmalara konu olmuştur. TRPM2 katyon kanalı oksidatif stres ile aktive olan bir kanaldır. BTX-A tedavisi TRPM2 aktivasyonu aracılı hücre içi serbest kalsiyum iyonu ([Ca+2]i) aşırı artışı ve mitokondri membran depolarizasyonu (MMP) artışı ile beraberinde zincirleme olayları başlatmaktadır. Yakın zamanda yapılan çalışmalarda BTX-A'nın aşırı [Ca+2]i artışına neden olarak beyin ve meme kanseri hücreleri ölümüne neden olduğu bildirilmiştir. Fakat yaptığımız literatür taramasında kolon kanser (CC) hücrelerinde BTX-A'nın aşırı [Ca+2]i artışı aracılı oksidatif stres, apoptozis ve tümör hücresi ölümü üzerindeki etkileri araştırılmamıştır. Bu tez çalışmasının amacı HT29 CC hücrelerinde, BTX-A'nın, aşırı [Ca+2]i artışı aracılı oksidatif stres, apoptozis ve tümör hücresi ölümü üzerindeki etkilerinin araştırılmasıdır. Bu proje kapsamında kontrol HT29 hücreleri ve HT29+BTX-A grupları oluşturulmuştur. Kontrol grubundaki hücreler 24 saat süre ile hücre kültürü ortamında tutulurken, BTX-A grubundaki hücreler 24 saat süre ile 5 IU/ml BTX-A ile inkübe edilmiştir. Kontrol grubuna kıyasla HT29+BTX-A grubunda [Ca+2]i, ölü hücre oranı (propidium iodide/Hoechst), ölü hücre sayısı, debris (ölü artık hücre) miktarı, MMP, apoptozis ve kaspaz düzeylerinde (kaspaz -3, -8 ve -9) artış gözlenirken, hücre canlılığı miktarı ve sayısında azalma gözlenmiştir. TRPM2 kanal blokeri karvakrol inkübasyonu ile bu olayların tersine döndüğü saptanmıştır. Sonuç olarak, BTX-A tedavisinin TRPM2 kanal aktivasyonu ve [Ca+2]i artışı ile apoptotik ve oksidan mekanizmaları artırarak HT29 CC hücrelerini öldürdüğü görülmüştür. Bu araştırmanın sonuçları ile birlikte, BTX-A tedavisinin, CC tedavisinde potansiyel bir kaynak olarak daha ileri araştırmalarda incelenmesi literatüre katkı sağlayacaktır.Öğe Multipl Skleroz'lu bireylerde hafif dokunma, vibrasyon, kas kuvvet ve enduransının denge, yürüyüş ve düşme ile ilişkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2023) Demir, Gülsüm; Erdeo, FatmaBu çalışmadaki amaç Multipl Skleroz'lu bireylerde hafif dokunma, vibrasyon, kas kuvvet ve enduransının denge, yürüyüş ve düşme ile ilişkisi değerlendirilerek MS'li bireylerde alt ekstremite duyu değişikliklerinin, kas kuvvet ve enduransının denge, yürüyüş ve düşme riski üzerine etkili olup olmadığını belirlemektir. Dahil edilme kriterlerine uygun Expanded Disability Status Scale (EDSS) puanı 3 ile 5.5 arasında bağımsız yürüyebilen 19'u kadın, 10'u erkek 29 MS'li birey çalışmaya alındı. Parametrelerin değerlendirmesinde; hafif dokunma duyusu için Semmes-Weinstein Monofilament Testi (SWMT), vibrasyon duyusu için 128 Hz diapozon, kas kuvveti için Digital Handheld Dinamamotre (DHD), çekirdek bölge kaslarının endursansı için stabilize edici basınç biofeedback cihazı, statik denge için Tek Ayak Üzerinde Durma Testi (TADT), dinamik denge için Y Denge Testi (YDT), yürüyüş için ayak izi yöntemi, düşme için Uluslararası Düşme Etkinlik Ölçeği (UDEÖ) kullanıldı. Hafif dokunma duyusunun sırt ekstansörleri (r=0,378), abdominaller (r=0,416), quadriceps femoris (r=0,382), tibialis anterior (r=0,374) ve tibialis posterior (r=0,496) kasları ile, yürüyüş parametrelerinden adım uzunluğu (r=0,397), çift adım uzunluğu (r=0,377), kadans (r=0,529) ile ve dinamik denge (r=0,442) ile ilişki bulundu (p<0,05). Nondominant ekstremitede ayak arka lateralinin hafif dokunma duyusu ile düşme riski arasında ilişki bulundu (r= -0,386, p<0,05). Dominant ekstremite lateral malleol vibrasyon duyusu ile dinamik denge öne uzanma pozisyonu arasında ilişki bulundu (r= 0,380, p<0,05). Sırt ekstansörleri (r=0,403) dinamik dengeyi, abdominaller statik (r=0,470) ve dinamik dengeyi (r=0,430) etkilediği bulundu (p<0,05). Alt ekstremitede değerlendirilen kaslar statik [Gluteus maksimus (r=0,522), kalça fleksörleri (r=0,421), hamstring (r=0,473)] ve dinamik dengeyi [Kalça fleksörleri(r=-0,423), quadriceps femoris (r=-0,384)] etkilemektedir (p<0,05). Alt ektremitede değerlendirilen kasların çift adım uzunluğu [Sırt ekstansörleri (r=0,391), gluteus maksimus (r=0,406), hamstring(0,410), kalça fleksörleri (0,371)], yürüyüş hızı [Abdominaller (r=-0,548), kalça fleksörleri (-0,547), gluteus maksimus (-0,660), hamstring (-0,517)], adım genişliği [Hamstring (0,471)] gibi yürüyüş parametrelerini etkilemektedir (p<0,05). Sırt ekstansörleri (r=-0,420), kalça fleksörleri (r=-0,379), gluteus maksimus (r=-0,447) ve hamstring (r=-0,406) kas kuvvetinin düşme riskini ile ilişkisi vardır (p<0,05). Hafif dokunma ve vibrasyon duyusunun düşme, TADT ve yürüyüşü anlamlı olarak etkilemediği bulundu (p>0,05). Hafif dokunma duyusunun YDT'yi pozitif yönde anlamlı olarak etkilediği bulundu (p<0,05). Taban altı duyusunun denge, yürüyüş ve düşme riski üzerine etkilerinden dolayı değerlendirilmesi ihmal edilmemeli, fonksiyonel ve günlük yaşam aktivitelerinde daha güvenli hareket edebilmesi için denge probleminin sebebi ve dengeyi olumsuz etkileyen faktörler bilinmeli ve MS'li bireylerin rehabilitasyon programını kombine şekilde planlanılması önerilmektedir.Öğe İzole insan umbilikal arterinde resveratrol, kafeik asit fenetil ester ve silibininin etkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Karabaş, Ayşegül Arzum; Şahin, Ayşe SaideUmbilikal kord damarlarının otonom innervasyonunun bulunmaması nedeniyle, bu damarların tonusu endojen ve eksojen vazoaktif maddeler tarafından düzenlenmektedir. Bu nedenle gebelerde oksidatif stres artışına bağlı komplikasyonların önlenmesi için kullanılan antioksidan etkili maddelerin umbilikal damarlar üzerine etkileri önemlidir. Bu çalışmada izole insan umbilikal arterinin bazal tonusu ve serotonine (5- HT) bağlı kasılma cevapları üzerine gebelerde kullanılma potansiyeli olan kafeik asit fenetil ester (CAPE), resveratrol ve silibininin vazoaktif etkileri araştırılmıştır. Umbilikal arterlerden 2-3 mm genişlikte ve 10-15 mm uzunlukta spiral şeklinde hazırlanan şeritler, sıcaklığı 37°C’ de sabit tutulan %95 O2-%5 CO2 karışımı ile sürekli gazlandırılan Krebs-Henseleit Solüsyonu (KHS) içeren 10 ml’lik izole organ banyolarına alındı. Dokular 1,5 gram istirahat gerilimi altında; 15 dakika aralıklarla KHS ile yıkanarak 60 dakika süreyle dinlendirildi. Dinlenme periyodunun bitiminde uygulanan ajanlara alınan cevaplar bir transdüser yardımı ile izometrik olarak kaydedildi. Umbilikal arter şeritlerinin bazal tonusu düzeyinde ve 10-6 M 5-HT ile maksimum kasılma cevapları alındıktan sonra banyoya resveratrol (10-9 M10-4M), CAPE (10-9 M- 10-4M), silibinin (10-9 M- 10-4M) kümülatif olarak ilave edilerek konsantrasyon-cevap eğrileri kaydedildi. Çalışmada uygulanan ajanlara alınan cevaplar 10-6 M 5-HT ile alınan maksimum kasılma cevabının yüzdesi (%) şeklinde değerlendirildi. Verilerin özetlenmesinde aritmetik ortalama±standart sapma kullanıldı. Resveratrol, CAPE ve silibin ile alınan konsantrasyon-cevap eğrilerinden hesaplanan maksimum gevşeme (Emax) ve pD2 (-log EC50) değerleri karşılaştırıldı. Analizler bilgisayar ortamında SPSS 29. 0 (Armonk, NY: IBM Corp.) paket programı yardımıyla yürütüldü. Organ banyosuna kümülatif olarak uygulanan resveratrol, CAPE ve silibinin dokuların bazal tonusunu etkilemedi, 5-HT ile ön kasılma uygulanan dokularda ise doza bağımlı gevşeme cevapları oluşturdu. Çalışmada kullanılan ajanların Emax değerleri karşılaştırıldığında silibininin, resveratrol ve CAPE’ye göre daha güçlü gevşeme yaptığı saptandı. Resveratrolle alınan maksimum gevşeme cevapları ise CAPE ile alınan maksimum gevşemelere göre daha fazlaydı. Resveratrol, CAPE ve silibinin için bulunan pD2 değerleri karşılaştırıldığında resveratrolün diğer iki ajana göre pD2 değeri anlamlı farklı bulundu. Silibinin ve CAPE’ nin pD2 değerleri ise benzerdi. Bu sonuçlara göre, umbilikal arter şeritlerinde maksimum gevşetici etkisi en yüksek olan silibininin, en az gevşeme oluşturan ise CAPE’dir. Ayrıca, CAPE ve silibinin resveratrole göre daha potent olduğu saptanmıştır. Çalışmada kullanılan ajanlar dokuların bazal tonusunu etkilememiştir.Öğe Antibiyotikler ile ratlarda oluşturulan mikrobiyota hasarına bağlı kan glukoz düzeylerindeki değişimin ve probiyotiklerin bu değişimi önleme potansiyelinin incelenmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Şen, Ozan; Duman, İpekKonağın fizyolojisi ve bazı hastalıkların patofizyolojisinde büyük rol oynayan bağırsak mikrobiyotası son yıllarda gittikçe önem kazanan bir çalışma alanıdır. Son yıllarda keşfedilen önemli bir ilişki de bağırsak mikrobiyotası ve konağın glukoz metabolizması arasındadır. Bakterisiz farelerde yapılan çalışmalar bu farelerde normal farelere göre kan glukoz seviyelerinin daha düşük seyrettiğini göstermektedir. Ayrıca mikrobiyotasına kombine antibiyotikler ile zarar verilmiş farelerde de benzer sonuçlar görülmektedir. Bağırsak bakterilerinin rekolonizasyonu ile kan glukoz seviyelerindeki bu düşüş geri döndürülebilmektedir. Bu tez çalışmasında neomisin, metronidazol ve levofloksasin antibiyotiklerinin ratlarda içme suyu aracılığıyla verilmesi sonucu kan glukoz seviyeleri, vücut ağırlıkları ve bağırsak mikrobiyotasındaki değişimler incelenmiştir. Bununla birlikte bazı gruplara Lactobacillus plantarum türü probiyotik günlük olarak oral gavaj ile verilerek antibiyotiklere bağlı değişimleri önleme potansiyelinin incelenmesi amaçlanmıştır. Wistar albino türü ratlara 10 gün boyunca antibiyotik ve probiyotik verdiğimiz çalışmada toplam 4 kere açlık kan glukoz seviyeleri (1. 4. 7. ve 11. günler), deney başı ve sonunda vücut ağırlıkları ve deney sonunda alınan gaita örneklerinden 16s rRNA sekanslaması ile mikrobiyota kompozisyonları ölçülmüştür. Çalışma sonunda neomisinin kan glukoz seviyeleri üzerinde bir etkisine rastlanmazken, metronidazol ve levofloksasine bağlı kan glukoz seviyelerinde anlamlı düşüşler görülmüştür. Vücut ağırlıklarında metronidazol ve neomisinde istatistiksel olarak anlamlı olmak üzere, antibiyotik verilen grupların hepsinde azalma gözlenmiştir. Mikrobiyota verileri incelendiğinde antibiyotik verilen bütün gruplarda tür çeşitliliğinde azalma görülürken, en az değişim neomisin grubunda en fazla değişim ise levofloksasin grubunda görülmüştür. Kan glukoz seviyelerindeki en belirgin düşüşlerin görüldüğü metronidazol probiyotik, levofloksasin ve levofloksasin probiyotik gruplarında, alfa çeşitlilik analizine göre de tür çeşitliliklerinin istatistiksel olarak anlamlı şekilde azaldığı saptanmıştır. Çalışmamızda neomisinin bağırsak mikrobiyotasındaki Bacteroidota ve Cyanobacteria türlerinin oranını artırırken, Firmicutes ve Proteobacteria türlerini azalttığı; metronidazolün Bacteroidota ve Proteobacteria türü bakterilerin oranını artırırken, Firmicutes türü bakterilerin oranını azalttığı; levofloksasinin Bacteroidota türü bakterilerin oranını artırırken, Firmicutes türü bakterilerin oranını azalttığı, Proteobacteria, Verrucomicrobiota, Cyanobacteria ve Patescibacteria türü bakterileri ise tamamen öldürdüğü saptanmıştır. Lactobacillus plantarum türü probiyotiğin, antibiyotiklere bağlı mikrobiyota değişimlerine etki etmesine rağmen, kan glukoz seviyelerindeki düşüşü yeterince önleyemediği gösterilmiştir. Ayrıca, kontrol grubuna göre sadece probiyotik verilen grupta vücut ağırlıklarının azaldığı, bu etkinin metronidazol ve levofloksasin ile birlikte probiyotik verilen gruplarda da öne çıktığı gözlenmiştir. Çalışmamız üç antibiyotik için de tekli kullanımda kan glukoz seviyeleri ve mikrobiyota üzerindeki etkilerinin birlikte incelendiği ilk çalışmadır. Daha önceki çalışmalarda levofloksasine bağlı görülen hipogliseminin mekanizması için pankreasta potasyum kanalları üzerinde durulmuştur. Bizim bulduğumuz sonuçlar metronidazol ve levofloksasin için kan glukoz seviyelerindeki düşüşün mikrobiyota üzerindeki etkilerle de ilişkili olabileceğini göstermektedir. Bu ilişkinin daha detaylı incelenmesi için, ayrıntılı parametrelerle ve antibiyotik uygulanması sonrası daha uzun bir periyotta verilerin değerlendirildiği yeni çalışmalar literatüre katkıda bulunacaktır.Öğe Yapay tatlandırıcıların ratlarda bağırsak mikrobiyotasının modülasyonu ve glisemi düzeyleri ile ilişkisinin ve kuersetin'in bu parametreler üzerindeki potansiyel etkisinin incelenmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Yıldız, Zahide; Duman, İpekİnsan bağırsak mikrobiyotasının çeşitli metabolik, fizyolojik ve immünolojik süreçlerde önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Bağırsakta mikrobiyota dengesinin korunması insan sağlığı için hayati önem taşımaktadır; ancak bu denge, gıda katkı maddeleri de dahil, çeşitli dış etkenler tarafından bozulabilmektedir. Yapay tatlandırıcılardan sukraloz ve asesülfam K, kontrollü kalori tüketimi sağlamak, metabolik sendromun ve eşlik eden hastalıkların komplikasyonlarını azaltmak için sukroza alternatif olarak kullanılan güvenli gıda katkı maddeleridir. Sukraloz ve asesülfam potasyumun bağırsak mikrobiyotası ve glisemi düzeylerine fonksiyonel etkisi tam anlamıyla bilinmemektedir. Kuersetin ise bağırsak mikrobiyotası üzerindeki modülatör etkilerine bağlı bağırsak disbiyozuyla mücadele için kullanılan önemli polifenollerden biridir. Çalışmamızda sukraloz ve asesülfam potasyumun bağırsak mikrobiyotası ve kan glukoz düzeylerine etkisi ile birlikte diyet kaynağı olarak kuersetin alımının bu sonuçlardaki potansiyel etkisi incelenmiştir. Wistar albino türü ratlar, kontrol grubu ve yalnız kuersetin verilen grup dışında 42 gün boyunca içme suyunda asesülfam potasyum veya sukraloza maruz bırakılmış ve bazı gruplara oral gavaj yoluyla kuersetin verilmiştir. Çalışmada deney başlangıcında ve deney süresinde 6 defa açlık kan glukoz seviyesi ölçülerek, ortalamaların analizleri yapılmış ve deney başında, ortasında ve sonunda 3 defa bütün hayvanların vücut ağırlıkları ölçülmüştür. Deney sonunda alınan gaita örneklerinden 16s rRNA sekanslaması ile mikrobiyota kompozisyonları saptanmıştır. Çalışma sonunda bütün gruplarda vücut ağırlığındaki değişim ve açlık kan glukozu seviyeleri kontrol grubuna göre anlamlı değişiklik göstermemiştir. Ayrıca kontrol grubuna kıyasla en az artışın Kuersetin (TK) grubunda olmak üzere, bütün gruplarda Firmicutes filumuna ait bakterilerin arttığı görülmüştür. En az OTU (Operational Taxonomic Unit) sayısı Asesülfam K (A) grubunda, en fazla OTU sayısı ise Kuersetin (TK) grubunda tespit edilmiştir. Asesülfam K ve sukraloz verilen gruplarda azalmış olarak gözlenen OTU sayılarında, bu gruplara kuersetin eklenmesiyle artış saptanmıştır. Ayrıca kuersetinin, Asesülfam K+kuersetin (AK) grubunda alfa çeşitliliğini Asesülfam K grubuna göre kontrol grubuna yaklaştırdığı görülmüştür. Alfa çeşitlilik analizlerinde Sukraloz (S), Sukraloz+kuersetin (SK) ve Asesülfam K gruplarında tür zenginliğinin azaldığı görülmüştür. Beta çeşitlilik analizlerinde Sukraloz ve Sukraloz+kuersetin gruplarında anlamlı farklılık oluşmamış; Kontrol grubuna kıyasla Asesülfam K ve Kuersetin gruplarında; Asesülfam K grubuna göre ise Kuersetin ve Asesülfam K+kuersetin gruplarında anlamlı farklılıklar olduğu gözlenmiştir. Yapay tatlandırıcılara maruziyetin ve kuersetin takviyesinin tek başına veya tatlandırıcılarla kombine kullanımının araştırıldığı bu çalışma sonucunda, glisemi düzeylerinde anlamlı değişim olmamakla birlikte, gruplar arasında mikrobiyal çeşitlilik ve kompozisyonunda farklılıklar tespit edilmiştir. Buna bağlı olarak, daha uzun süreli maruziyetin glukoz metabolizması ve mikrobiyota üzerinde değişiklik oluşturma potansiyeli açısından hayvan çalışmalarının uzun süreli kronik sonuçlarına bakılması; ayrıca ayrıntılı klinik deneylerin yapılarak düşük ve yüksek dozlardaki kullanımlarının sonuçlarının karşılaştırılması bu etkilerin netleşmesini sağlayabilir. Bu amaçla, sukroza alternatif ve güvenli kalorisiz tatlandırıcı önerilerinin ve metabolik sendromlarda rol alabilecek mikrobiyota profilinin belirlenmesini sağlayacak çalışmaların sürdürülmesi hedeflenmelidir.Öğe Tamamlayıcı beslenmeye başlayacak primipar annelerde Sağlık Davranışları Etkileşim Modeline göre hazırlanan motivasyonel görüşmenin mikrobiyota farkındalığı ve bebek beslenmesi tutumuna etkisi: Randomize kontrollü çalışma(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Ceylantekin, Yeşim; Cingil, DilekBağırsak mikrobiyotası vücudumuzun en büyük bileşenlerinden biri olması nedeniyle bebek sağlığında önemli bir role sahiptir. Erken bebeklikteki mikrobiyota yalnızca bebek sağlığının düzenleyicisi değil aynı zamanda uzun vadeli sağlıkla ilişkilendirilmektedir. Bu araştırma, tamamlayıcı beslenmeye başlayacak primipar annelerde Sağlık Davranışları Etkileşim Modeli'ne göre hazırlanan motivasyonel görüşmenin mikrobiyota farkındalığı ve bebek beslenmesi tutumuna etkisini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Araştırma ön test, son test, paralel grup, randomize kontrollü olarak 11.01-30.07.2023 tarihleri arasında, araştırmaya dahil edilme kriterlerine uyan 64 anne ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma grubuna Afyonkarahisar merkezde bulunan Aile Sağlığı Merkezleri (ASM) dahil edilerek basit rastgele örneklem yoluyla müdahale ve kontrol grubuna atanmıştır. Merkezde bulunan 4, 10, 11 nolu ASM'ler müdahale grubunu, 7, 9 nolu ASM'ler de kontrol grubunu oluşturmuştur. Veriler, bebek ve anne tanıtıcı bilgi formu, annelerin besin tüketim sıklığı kayıt formu, Mikrobiyota Farkındalık Ölçeği (MFÖ), Bebek Beslenmesi Tutum Ölçeği (LOWA), davranış değişim aşaması tanılama formu, motivasyonel görüşme derecelendirme cetveli ile toplanmıştır. Çalışma grubuna dahil edilen annelerle modele dayalı toplam dokuz motivasyonel görüşme gerçekleştirilmiştir. Grup ve zamana göre normal dağılan ölçek puanının karşılaştırılmasında Genelleştirilmiş lineer model yöntemi, çoklu karşılaştırmalarda Tukey HSD testi, grup ve zamana göre normal dağılmayan ölçek puanlarının karşılaştırılmasında Robust ANOVA kullanılmıştır. Önem düzeyi p<0,05 olarak alınmıştır. Müdahale ve kontrol grubunda yer alan annelerin yaş, çalışma durumu, anne mesleği, aile tipi, gelir durumu, kronik hastalığı olma, sigara kullanma durumu, gebelikte antibiyotik kullanma durumu, beslenme eğitimi alma, mikrobiyotanın önemini bilme ve beslenme bilgi kaynağı arasında fark olmadığı belirlenmiştir (p>0,05). Gruplara göre ara izlem ve son izlemde yeşil yapraklı sebze besin tüketim sıklıklarında anlamlı fark vardır (p<0,001). Mikrobiyota Farkındalık Ölçeği puan ortalamaları ön izlem (Ort±Ss) 31,84±12,28, ara izlem 57,31±27,04, son izlem 64,19±31,90'dır. Gruplara ve zamana göre MFÖ toplam puanı ortanca değerleri arasında farklılık elde edilmiştir (p<0,001). Grup ve zaman etkileşimlerine göre ise MFÖ alt boyutları olan genel bilgiler (p<0,001), ürün bilgisi (p<0,001), kronik hastalıklar (p=0,001) prebiyotik probiyotik (p<0,001) ortanca değerleri arasında farklılık elde edilmiştir. LOWA ölçeği puan ortalamaları ve standart sapmaları sırasıyla ön 60,88±5,93, ara 62,25±3,61 ve son izlem 62,31±4,20'dir. LOWA ölçeği toplam puanı ortalama değerleri arasında gruplara göre (p=0,769) ve zamana göre (p=0,117) farklılık elde edilmemiştir. Grup ve zaman etkileşimine göre LOWA ölçeği toplam puanı ortalama değerleri arasında farklılık elde edilmiştir (p<0,001). Müdahale grubunda LOWA ölçeğinde farklılık elde edilmemiştir. Sonuç olarak, Sağlık Davranışları Etkileşim Modeli'ne göre temellendirilmiş motivasyonel görüşmenin annelerin mikrobiyota farkındalık durumlarını olumlu yönde değiştirdiği belirlenmiştir. Motivasyonel görüşmeler bebek beslenmesi tutumu üzerinde anlamlı fark oluşturmamasına karşılık annelerin beslenme şekilleri, emzirmeye devam etme istekleri anlamlı şekilde artmıştır. Mikrobiyota farkındalığının, sağlıklı anne, bebek ve çevrenin oluşturulması için bireysel görüşmelerin arttırılması ve doğum öncesi bakım sürecine de entegre edilmesi önerilmektedir.Öğe Sağlık alanında eğitim alan uluslararası üniversite öğrencilerinin akılcı antibiyotik kullanımı konusunda bilgi ve tutumlarının değerlendirilmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Eğin, Elif; Nurulllahoğlu Atalık, K. EsraAkılcı olmayan antibiyotik kullanımı ülkemiz için toplumun her kesimini ilgilendiren önemli bir sorundur. Bu araştırmanın temel amacı yakın zamanda sağlık alanında söz sahibi olacak öğrencilerin akılcı antibiyotik kullanımı (AAK) hakkında bilgi ve tutumlarını değerlendirerek onlarda bu konuda bir farkındalık oluşturmaktır. Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Hemşirelik Fakültesi ve Nezahat Keleşoğlu Sağlık Bilimleri Fakültesi' nde eğitim gören araştırmaya katılmaya istekli 184 uluslararası öğrenci çalışmanın örneklemini oluşturmuştur. Çalışma sonucunda elde edilen veriler SPSS 27.0 programına aktarılıp uygun istatistiksel yöntemlerle değerlendirilmiştir. Araştırmaya katılan öğrencilerin %55,4' ü kız, %44,6' sı erkek, %45,1' i birinci sınıf öğrencisi olup, %42,9' unu tıp fakültesi öğrencileri oluşturmaktadır. Öğrencilerin %78,3' ünün ders başarısı orta düzey olup, 16,3' ünün ailesi düşük gelir düzeyine sahiptir. Öğrencilerin AAK bilgi ve tutum puan ortalamaları sırasıyla 11,60±2,43 ve40,65±4,93 olarak saptanmıştır. Başarı durumu ve ailenin gelir düzeyi değişkenleri ile bilgi puan ortalamaları arasındaki fark anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Başarı durumu ve öğrenim görülen fakülte değişkenleri ile ise, tutum puan ortalamaları arasındaki fark anlamlıdır (p<0,05). Öğrencilerin %46.2' si AAK ile ilgili daha önce eğitim almış olup, bunların bilgi ve tutum puanlarında artma olmadığı saptanmıştır. AAK bilgi puanları ile tutum puanları arasında pozitif yönde, istatistiksel olarak anlamlı orta düzey bir korelasyon olduğu belirlenmiştir. Sonuç olarak, hem bireysel hem toplumsal antimikrobiyal direncin önüne geçmek için dünyanın pek çok ülkesinden gelen sağlık alanının her kademesinde görev alacak öğrencilerde bu konuda bir farkındalık oluşturulmuş olup, AAK konusunda eğitimlerin devamı neticesinde daha bilinçli ve dikkatli olacakları düşüncesindeyiz.Öğe Türk popülasyonunda makine öğrenme algoritmaları kullanılarak MDBT görüntüleri üzerinde scapula'nın antropometrik ölçümleri ile cinsiyet tahmini(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Temelci, Halide; Çiçekcibaşı, Aynur Emine; Öner, ZülalAmaç: Adli Tıp ve Adli Antropoloji Anabilim Dalı’nda cinsiyetin tespit edilmesi için yapılan çalışmalar çok önemlidir. Scapula yaşam boyunca çok az değişiklik gösterir ve tamamen kaslarla çevrili olmasından dolayı ölüm sonrasında aşındırıcı değişikliklere karşı dirençli bir kemiktir. Çalışmamızda Türk popülasyonuna ait Multidedektör Bilgisayarlı Tomografi (MDBT) görüntülerinden alınan parametrelerle makine öğrenmesi (Machine Learning, ML) algoritmaları kullanılarak scapula’dan cinsiyet tahmininin gerçekleştirilmesi amaçlandı. Yöntem: İzmir Bakırçay Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı arşivinde bulunan 2018-2022 yılları arasında MDBT çekilmiş, yaşları 20 ile 60 arasında 300 (150 kadın-150 erkek) hastanın görüntüleri retrospektif olarak taranarak değerlendirildi. 20 yaş altı ve 60 yaş üstü, bu bölgede daha önce travma geçiren, kemik ve eklem hastalıkları olan, omuz ve scapula çevresi cerrahi işlem geçiren hastalar çalışma dışı tutuldu. Scapula’ya ait MDBT görüntüleri üzerinden koronal ve sagital düzlemlerde 13 parametrenin (scapula’nın maksimum uzunluğu, scapula’nın maksimum genişliği, spina scapulae uzunluğu, cavitas glenoidalis uzunluğu, cavitas glenoidalis genişliği, processus corocoideus-angulus inferior arası mesafe, acromion-angulus inferior arası mesafe, cavitas glenoidalis - angulus inferior arası mesafe, margo lateralis kalınlığı, fossa supraspinata’nın yüksekliği, fossa infraspinata’nın yüksekliği, acromion maksimum uzunluğu, acromion maksimum genişliği) ölçümü yapıldı. Ölçümler sonucu elde edilen veriler ML ile analiz edildi. Bulgular: Tüm parametrelerin medyan değerinin erkeklerde fazla olduğu tespit edildi. Verilerin cinsiyet açısından karşılaştırılmasında scapula üzerinde ölçülen tüm parametrelerin anlamlı bir farka sahip olduğu bulundu (p<0.05). ML modelleri kullanılarak cinsiyet açısından en yüksek doğruluk oranının Ekstra Ağaçlar Sınıflandırması ile %100 olduğunu; Karar Ağacı, Lojistik Regresyon, Gaussian Naive Bayes Sınıflandırması, Rastgele Orman, K-En Yakın Komşular Algoritması, Doğrusal Diskiriminant Analiz ve Kuadratik Diskriminant Analiz ile %97 doğruluk oranı olduğu tespit edildi. Rastgele Orman algoritmasının SHAP çözümleyicisi kullanılarak her bir parametrenin genel sonuca etkisi değerlendirildi ve fossa supraspinata'nın yükseklik parametresinin doğruluğa en büyük katkısı olduğu tespit edildi. Sonuç: Çalışma sonucu olarak; scapula morfometrisinin ML analizleri ile cinsiyet tayini gerçekleştirildiğinde, literatürde en güvenilir kemik olarak görülen pelvis morfometrisinden daha güvenilir ve daha doğru sonuçlar elde edilebileceği kanaatindeyiz. Çalışmamızın adli bilimlere ve literatüre büyük katkı sunacağını düşünüyoruz.Öğe Son trimesterdeki gebelerde risk algısının doğum korkusu ile ilişkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Ersoy, Merve; Altuntuğ, KamileDoğum korkusu, gebeliğin özellikle son trimesterinde gebelerin yaşadıkları kendisine ve bebeğine zarar geleceği veya doğumun ölümle sonuçlanacağını düşündüğü bir kaygı halidir. Doğum korkusunun anne ve bebek için pek çok olumsuz sonucu olabilmektedir. Ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçların önüne geçmek, anne ve bebek sağlığını koruyup iyileştirmek için doğum korkusu ve ilişkili faktörler ele alınmalıdır. Bu çalışma, son trimesterdeki gebelerde risk algısının doğum korkusuyla ilişkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı türde yapılan bu çalışma 284 gebe ile yürütülmüştür. Veriler araştırmacı tarafından 01.10.2023-01.02.2024 tarihleri arasında, Gebelerin tanıtıcı özellikleri ile ilgili anket formu, Gebelikte Risk Algısı Ölçeği ve Wijma Doğum Beklentisi/Deneyimi Ölçeği (A Versiyonu) kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak toplanmıştır. Verilerin analizinde sayı, yüzde, ortalama ve standart sapma, bağımsız gruplar için t testi, Mann Whitney U testi, Pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. Araştırmanın sonunda, gebelerin Gebelikte Risk Algısı Ölçeğinden aldıkları toplam puan ortalaması 26,64±18,27, bebeğe yönelik risk algısı puan ortalaması 13,57±10,91, kendisine yönelik risk algısı puan ortalaması 13,08±8,26 ve Wijma Doğum Beklentisi/Deneyimi (A Versiyonu) Ölçeğinden aldığı puan ortalaması 59,89±22,82 olduğu bulunmuştur. Gebelerin düşük düzeyde doğum korkusu yaşadıkları ve düşük düzeyde risk algısına sahip oldukları sonucuna ulaşılmıştır. Gebelerin Gebelikte Risk Algısı Ölçeği puanları ile Wijma Doğum Beklentisi/Deneyimi Ölçeği puanları arasında pozitif yönde anlamlı düzeyde ilişki olduğu bulunmuştur (p<,001). Sonuç olarak son trimesterdeki gebelerin risk algısı ile doğum korkusu arasında pozitif yönde ve anlamlı düzeyde ilişki bulunmuştur. Sonuçlar doğrultusunda, sağlık profesyonelleri doğum öncesi bakımda gebelerin kendisine ve bebeğine yönelik risk algısını ve doğum korkusunu değerlendirmeli. Girişimleri gebenin psikososyal sağlığını koruyucu ve geliştirici yönde planlayıp, bakımda bütüncül uygulamalara yer vermelidir.Öğe Perkütan koroner girişim sırasında müzik dinleme ve stres topu uygulamasının hastaların anksiyete düzeyine ve hemodinamik parametrelerine etkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Yıldız, Keriman; Yüksel, Serpil; Yılmaz, Ahmetİnvaziv koroner girişim hastaların anksiyete düzeyini artırmakta ve hemodinamik parametrelerinde değişikliğe neden olmaktadır. Bu araştırmada, perkütan koroner girişim (PKG) sırasında müzik dinleme ve stres topu uygulamasının hastaların anksiyete düzeyine ve hemodinamik parametrelerine etkisini belirlemek amaçlandı. Prospektif paralel, üç kollu (müzik dinleme, stres topu, kontrol) randomize olmayan kontrollü araştırma, Karaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Koroner Anjiografi Ünitesi'nde gerçekleştirildi. Araştırma kapsamına, 10 Ağustos 2022-22 Şubat 2023 tarihleri arasında PKG uygulanan, 18 yaş ve üzeri 183 hasta alındı. Her bir kola 61 hasta atandı. Hastalar, hasta yakınları, klinik çalışanları, istatistikçi, kol atamasına körlendi. Araştırma için etik kurul ve kurum izni alındı. Müzik koluna PKG süresince kulaklık ile Hüseyni Makamı enstrümantal müzik dinletildi. Stres topu kolundan PKG süresince topu sıkmaları, beşe kadar saydıktan sonra gevşetmeleri, girişim süresince sıkma ve sayma işlemini tekrarlamaları istendi. Veri analizinde, tanımlayıcı istatistikler, Ki-Kare testleri, Mann-Whitney U testi, Tek Yönlü Varyans Analizi, Kruskal-Wallis H testi, Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi, Bağımlı Gruplar t testi, post hoc testler ve etki büyüklüğü kullanıldı. Stres topu ve müzik uygulamasının PKG kaynaklı anksiyete üzerinde anlamlı etkisinin olmadığı saptandı (p>0,05). Kol içi karşılaştırmalarda, anksiyetenin stres topu kolunda 0,57, müzik kolunda 0,72, kontrol kolunda ise 0,66 etki büyüklüğünde azaldığı saptandı (p<0,001). Stres topu ve müziğin, kalp atım ve solunum hızı dışında diğer hemodinamik parametreleri anlamlı olarak etkilemediği belirlendi (p>0,05). Müzik kolundakilerin kalp atım hızının stres topu kolundakilerden (p=0,023, etki büyüklüğü=0,47) solunum hızının da kontrol kolundakilerden (p<0,001, etki büyüklüğü=0,63) anlamlı olarak daha düşük olduğu saptandı Kol içi karşılaştırmalarda ise, sistolik kan basıncının tüm kollarda, diyastolik kan basıncının ve solunum hızının sadece müzik kolunda, ortalama arter basıncının da sadece stres topu ve müzik kolunda anlamlı olarak azaldığı saptandı. Sonuç olarak araştırma bulguları, stres topu ve müzik uygulamasının PKG hastalarının anksiyete düzeyini ve kalp atım ve solunum hızı dışındaki hemodinamik parametrelerini anlamlı olarak etkilemediğini gösterdi. Kol içi yapılan karşılaştırmalarda, tüm hastaların PKG sonrası anksiyete düzeylerinin anlamlı olarak azaldığı, ancak en fazla azalmanın müzik kolunda olduğu belirlendi. Bu bulgu, PKG sırasında müzik dinletmenin anksiyetenin azaltılmasına katkı sağlayabileceğine dikkati çekmektedir. Aynı hasta grubunda, müziğin bu etkisinin araştırıldığı yeni çalışmalara gereksinim vardır. Anahtar Kelimeler: Anksiyete, Hemodinamik parametre, Müzik, Perkütan koroner girişim, Stres topu.Öğe Retinopati muayenesi sırasında dinletilen farklı müziklerin prematüre bebeklerin ağrı ve konfor düzeyine etkisi: Randomize kontrollü çalışma(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Kıvrak, Gizem; Köse, SemraBu çalışma ROP muayenesi sırasında dinletilen farklı müziklerin prematüre bebeklerin ağrı, konfor ve fizyolojik parametreler üzerine etkisini belirlemek amacıyla prospektif randomize kontrollü çalışma olarak yapıldı. Çalışma Konya'da bulunan bir Şehir Hastanesi'nin Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi'nde Ocak 2023-Haziran 2024 tarihleri arasında yürütüldü. Örneklem seçiminde tabakalı randomizasyon yöntemi kullanılmış olup müdahale 1 (yağmur çubuğu grubu n:25), müdahale 2 (beyaz gürültü grubu n:25), kontrol (n:25) olmak üzere toplam 75 prematüre bebek çalışmaya dâhil edildi. Müdahale grubundaki prematüre bebeklere ROP muayenesinden 3 dakika öncesinde, muayene sırasında ve muayeneden 3 dk sonrasında yağmur çubuğu ve The happiest baby müziklerinden beyaz gürültü dinletildi. Kontrol grubundaki bebeklere ise rutin muayene ve hemşirelik bakımı uygulandı. Tüm gruplarda ROP muayene işlemi video kaydına alınarak görüntüler araştırmacı ve birbirine kör iki gözlemci olmak üzere toplam üç kişi tarafından incelendi. Muayene öncesi, sırası ve sonrasında alınan video kayıtlarının 1. Dakikasında prematüre bebeklerin ağrı ve konfor değerlendirmeleri yapıldı. Veriler Bebek Bilgi Formu, Hasta Takip Formu, Yenidoğan Ağrı Ajitasyon ve Sedasyon Ölçeği, Prematüre Bebek Konfor Ölçeği ile toplandı. Verilerin analizinde hastalara ait sayısal tanımlayıcı özelliklerin gruplar arası karşılaştırılmasında Bağımsız Örneklem t Test, kategorik tanımlayıcı özelliklerin gruplar arası karşılaştırılmasında ise ki-kare testlerinden (Pearson kikare/Fisher exact test) yararlanıldı. Değerlendiriciler arası uyum Sınıf İçi Korelasyon Katsayısı (ICC) ile incelenirken üç ölçüm zamanı arasında karşılaştırmalar Tekrarlı Ölçümlerde ANOVA analizi ile yapıldı. Gruplarda değişkenlerin izlem zamanlarına göre karşılaştırılmasında karışık düzen varyans analizi (ANOVA) kullanıldı. Analizlerde ana etkilerin karşılaştırılmasında Bonferroni düzeltmesi uygulandı p<0,05 değeri istatistiksel olarak önemli kabul edildi. Yağmur çubuğu, beyaz gürültü ve kontrol gruplarındaki prematüre bebeklerin tanımlayıcı özellikleri benzer (homojen) dağılıma sahiptir (p>0,05). Prematüre bebeklerin muayenede önceki 1. dakikada muayene sırasında 1. dakikada ve muayene sonrası 1 dakikadaki ölçüm zamanlarında yağmur çubuğu grubunda NPASS ortalamaları beyaz gürültü ve kontrol gruplarından istatistiksel olarak düşük bulundu. Aynı zamanda işlem öncesi ve işlem sonrası ölçüm zamanlarında yağmur çubuğu grubunda konfor ölçeği puan ortalaması beyaz gürültü ve kontrol gruplarından istatistiksel olarak düşük bulundu (p<0,05). Yağmur çubuğu ve beyaz gürültü gruplarında işlem öncesi ve işlem sonrası zamanında SpO2 ortalaması işlem sırasında ölçümlerinden istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edildi (p<0,05). Yağmur çubuğu ve beyaz gürültü gruplarında işlem öncesi ve işlem sonrası zamanında kalp tepe atım hız ortalaması işlem sırasında ölçümlerinden istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edildi (p<0,05). Sonuç olarak prematüre bebeklere ROP muayenesi sırasında dinletilen farklı müziklerin ağrı ve konfor üzerinde anlamlı bir etkisinin olduğu bulundu.Öğe Ortopedi kliniğinde yatan yaşlı hastalarda sağlık okuryazarlığı ve öz-bakım gücü ilişkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Kapu, Samed; Faydalı, SaideYaşlanma insanlar için kaçınılmaz olan; bireyin davranışlarında ve fonksiyonlarında önemli değişikliklerin yaşandığı bir dönemdir. Yaşlanmayla birlikte kas-iskelet sistemi problemleri de artmaktadır. Ortopedik cerrahi, yaşlılara en fazla uygulanan cerrahi operasyonlar arasında yer almaktadır. Bu işlemler yaşlı bireyin öz bakım gücünü etkilemektedir. Sağlık okuryazarlığı doğru sağlık kararları almak için sağlık bilgilerini anlama ve kullanma becerisidir. Sağlık okuryazarlığı düzeyinin öz bakım gücünü etkileyeceği düşünülmüştür. Bu çalışmanın amacı ortopedi kliniğinde yatan yaşlı hastalarda sağlık okuryazarlığı ve öz bakım gücü ilişkisini belirlemektir. Araştırma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji kliniğinde tedavi olan 96 hasta ile gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın verileri 15 Temmuz 2023-16 Mart 2024 tarihleri arasında hastaların özelliklerini içeren Anket Formu, Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği ve Öz Bakım Gücü Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Araştırmaya ameliyat sonrası I. gününde olan, okuma-yazma bilen, 60 yaş ve üzeri ortopedi hastaları dahil edilmiştir. Araştırma için Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Etik Kurulu'nun ve Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nin izni alınmıştır. Verilerin toplanmasından önce, araştırmaya katılmaya gönüllü olan hastaların aydınlatılmış onamları yazılı olarak alınmıştır. Araştırma verilerinin analizinde Bağımsız Örneklem t Test, ANOVA, Bonferroni testi, Pearson korelasyon katsayısı, doğrusal ve çoklu regresyon kullanılmıştır. Araştırma sonucunda hastaların sağlık okuryazarlığı ölçeği puan ortalamaları 87,93±19,58 iken, öz bakım gücü puan ortalamaları 90,41±19,84 olarak bulunmuştur. Araştırma sonucunda sağlık okuryazarlığı ile öz bakım gücü puanları arasında pozitif yönlü, istatistiksel olarak anlamlı güçlü ilişki bulunmuştur (r=0,756; p<0,05). Sağlık okuryazarlığı puanı, öz bakım gücü puanlarını %57,2 düzeyinde açıklamaktadır. Sağlık okuryazarlığı puanındaki bir birimlik artışın, öz bakım gücü puanını 0,766 puan arttırdığı sonucuna ulaşılmıştır. Çoklu regresyon modellemesine göre; yaş, cinsiyet, eğitim durumu, kronik hastalığı olma, yardımcı araç/gereç kullanımı, hastanın yaşadığı sorunların varlığı ve sağlık okuryazarlığı puanı, öz bakım gücü puanlarını %63 düzeyinde açıklamaktadır. Sonuç olarak, ortopedik cerrahi geçiren yaşlıların sağlık okuryazarlıkları düzeyi ortalamanın biraz üzerinde; öz bakım gücü düzeyleri ortalamanın üstünde bulunmuştur. Yaşlı ortopedi hastalarının sağlık okuryazarlığı ile öz bakım güçleri arasında pozitif yönlü güçlü ilişki olduğu ortaya çıkmıştır. Sağlık okuryazarlığının parçaları olan bilgiye erişim, bilgileri anlama, değerlendirme ve uygulama becerilerinin kazanımı ile bireylerin öz bakım faaliyetlerini bağımsız bir şekilde yerine getirebilme kapasitesi artacaktır. Klinik tedavi ve bakım sürecinde yaşlı hastaların sağlık okuryazarlığı düzeylerini artırmanın yanı sıra, öz bakım gücünü etkilediği bulunan yaş, cinsiyet, eğitim durumu, kronik hastalığı olma, yardımcı araç/gereç kullanımı, hastanın yaşadığı sorun olup olmamasının tedavi ve bakımın planlanmasında dikkate alınması önerilir. Sağlık okuryazarlığının, sağlık hizmetlerinden daha etkin yararlanma, karar verme yeteneğinin artması ve sağlık sonuçlarının iyileşmesi gibi konulara ilişkin etkisinin de araştırılması önemlidir.Öğe Tip 1 diyabeti olan çocuk ve ebeveynlerine uygulanan hemşirelik müdahalelerinin hastalığa uyumuna etkisi: Sistematik derleme ve meta analiz(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Kaleci, Elanur; Geçkil, EmineTip 1 diyabeti olan çocuk ve ebeveynlerinin hastalığa uyumunu etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Bu faktörler arasında çocuğun yaşı, cinsiyeti, gelişimsel durumu, hastalık süresi, tedavi tipi, sosyoekonomik durum, ırk/etnik köken, aile yapısı, başa çıkma becerileri, sosyal yeterlilik, özyönetim düzeyleri, stres, depresyon, davranış ve yeme bozukluğu gibi durumlar sayılabilir. Tip 1 diyabeti olan çocuk ve ebeveynlerinin hemşirelik bakımında bu faktörler göz önüne alınarak çocuk ve ebeveynlerin hastalığa uyumunu geliştirmeye yönelik çeşitli müdahaleler yapılmaktadır. Bu çalışmanın amacı Tip 1 diyabeti olan çocuk ve ebeveynlerinin hastalığa uyumuna hemşirelik müdahalelerinin etkisini literatürün sistematik incelemesi ve meta-analiz ile ortaya koymaktır. Çalışma araştırmacılar tarafından PICO’ya göre belirlenen anahtar kelimeler ile 01.01.2003-30.04.2023 tarihleri arasında Türkçe ve İngilizce dilinde yayınlanmış araştırmaları kapsayacak şekilde CINAHL Ultimate, Cochrane Central Register of Controlled Trials (CENTRAL), MEDLINE Ultimate, ProQuest Dissertations & Theses Global, Scopus, TR Dizin, Web of Science, Wiley ve YÖK Ulusal Tez Merkezi olmak üzere toplam dokuz veri tabanında tarama yapılarak gerçekleştirildi. Çalışmanın protokolü PROSPERO veri tabanına kaydedildi. Meta analiz protokolünün oluşturulmasında Preferred Reporting Items for Systematic Reviews and Meta-Analyses (PRISMA) rehberi kullanıldı. Tarama sonucunda elde edilen 97 312 çalışma dahil etme kriterlerini karşılama durumu göz önüne alınarak iki bağımsız değerlendirici tarafından ayrıldı. Meta analize 18 randomize kontrollü çalışma dahil edildi. Dahil edilen çalışmaların metodolojik kalitesi Cochrane Yanlılık (Bias) Risk Değerlendirme Aracı ile değerlendirildi. Veriler Comprehensive Meta Analysis 3 programı ve Stata 16 ile analiz edildi. Verilerin analizinde, etki büyüklüğü istatistiği olarak Hedge’s g ve Cohen d etki büyüklüğü değeri kullanıldı. Etki büyüklüklerinin heterojenliğini test etmek için I 2 testi kullanıldı. Yayın yanlılığını test etmek için huni grafiği, Begg ve Mazumdar sıra korelasyonu, Egger testi kullanıldı. Meta analize dahil edilen çalışmalar incelendiğinde; hemşirelerin bireysel ve grup eğitimi, tele-sağlık uygulamaları, davranışsal müdahaleler ve başetme becerisi geliştirme gibi müdahalelerde bulundukları görüldü. Yapılan meta analiz sonucunda hemşirelik müdahalelerinin 6.ayda HbA1c değeri üzerinde etkisi deney ve kontrol grubu arasında anlamlı bulunmamakla birlikte deney grubunun müdahale öncesi ve sonrası HbA1c değerleri üzerindeki (z=2.43; p=0.02) etkisi anlamlıydı. Hemşirelik müdahalelerinin 6.ayda, çocukların hastalığa uyumunda hem deney ve kontrol grubu arasında (z=1.99; p=0.05) hem de deney grubunun müdahale öncesi ve sonrasındaki (z=-2.00; p=0.05) sonuçları üzerinde anlamlı etkisi olduğu bulundu. Müdahalelerin ebeveynlerin 6.ay hastalığa uyum sonuçları üzerinde deney ve kontrol grubu arasındaki (z=2.98; p=0.00) etkisi anlamlı bulundu. Müdahalelerin 12. ay HbA1c, çocuk ve ebeveynlerin hastalığa uyum sonuçları üzerinde anlamlı bir etkisi bulunamadı. Bu meta analiz çalışması sonucunda hemşirelik müdahalelerinin 6. ayda HbA1c değerleri, Tip 1 diyabeti olan çocuk ve ebeveynlerinin hastalığa uyumu üzerinde olumlu etkiler gösterdiği ancak 12.ay izlemlerde bu etkinin devam etmediği belirlendi. Bu sonuçlar doğrultusunda uyumun geliştirilmesi ve uzun süreli etkisinin devam etmesi için hemşirelik müdahalelerinin izlem ve hatırlatma müdahaleleri ile desteklenerek yüz yüze veya uzaktan yöntemler ile düzenli aralıklarla tekrarlanması önerilebilir.Öğe GBP2 ve GBP5 gen ekspresyon düzeylerinin COVID 19 prognozuna etkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Baba, Abdullah Yücel; Feyzioğlu, BahadırAralık 2019'da Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve günümüze kadar geçen sürede tüm dünyayı etkileyen COVID-19, halk sağlığına karşı oluşturduğu tehdide ek olarak küresel ölçekte sosyoekonomik pek çok soruna yol açtı. Hızla yayılan salgın milyonlarca kişinin ölümüne neden oldu. Bu anlamda salgının epidemiyolojisinin, enfeksiyonun patojenezinin ve viral etkenin özelliklerinin araştırılması ve etkin mücadele yöntemlerinin geliştirilmesi, ilk günden bu yana tüm dünyanın en önemli gündemini oluşturmaktadır. COVID-19 patojenezi konakçı hücreye giriş, replikasyon, invazyon, doğal-edinsel bağışık yanıt ve buna bağlı gelişen enflamasyon süreciyle şekillenmektedir. Bağışık yanıt ve enflamasyon tablosu patojenez sürecindeki en önemli unsurlardır. Bu bağlamda bu tez kapsamında, viral enfeksiyonların patojenezinde moleküler düzeyde biyokimyasal sinyalizasyonda etkin rol oynadığı bilinen guanilat bağlayıcı proteinlerin (GBP) COVID-19 patojenezindeki muhtemel rolünün araştırılması hedeflenmiştir. Bu hedef çerçevesinde COVID-19 klinik sınıfı hafif-orta-şiddetli-kritik olan hastalarda GBP2 ve GBP5 proteinlerinin gen ekspresyon düzeyleri incelenmiştir. Çalışmamıza 18-80 yaş aralığında 150 COVID-19 tanısı alan hasta ile benzer yaş aralığında ve benzer ko-morbid hastalıklara sahip 50 kontrol grubu hasta dahil edilmiştir. COVID-19 tanısı alan ve farklı klinik seyir gösteren hasta gruplarının kendi aralarında ve kontrol grubu ile GBP2 ve GBP5 ekspresyon düzeyleri qRT-PCR yöntemiyle araştırılarak kıyaslanmıştır. Elde edilen verilere göre COVID-19 tanılı farklı prognoz sergileyen hastalarda hastalığın şiddetine bağlı olarak GBP2 geninin ekspresyon düzeylerinin anlamlı düzeyde azaldığı görülmüştür. Bu bağlamda GBP2’nin ekspresyon düzeylerinin patogenezde rol oynadığı tahmin edilmektedir. Diğer taraftan GBP5 ekspresyon düzeyinde, kritik hasta grubundaki ılımlı artış dışında, gruplar arasında anlamlı bir farklılık olmadığı gözlemlenmiştir. Çalışmamızda elde ettiğimiz veriler, GBP2’nin COVID-19’un seyrinde belirleyici bir rol aldığını düşündürmektedir. Bu durumun COVID-19’un teşhisi ve tedavisinde GBP2 odaklı yeni yöntemlerin ve farklı klinik yaklaşımların geliştirilmesine yardımcı olabileceğini öngörmekteyiz. İlgili proteinlerin COVID-19'un patogenezindeki rolünü tam olarak anlamak ve terapötik müdahale hedefleri olarak potansiyellerini keşfetmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.Öğe Deneysel morfin bağımlılığı modelinde hipotalamik ve hipokampal semaforin 3A ve reseptörleri gen ifadelerinin araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Çalışkan Sak, Kaniye Zeynep; Kutlu, SelimRatlar üzerinde deneysel morfin bağımlılığı oluşturularak, hipotalamus ve hipokampus dokularındaki SMF 3A NRF1 ve PLA1 gen ifade düzeylerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Mevcut çalışmada ağırlıkları ortalama 300-350 gr olan 48 adet Wistar ırkı erkek sıçan kullanılmıştır. Randomize olarak alınan ratlar 4 grup halinde ve her grupta 12 adet sıçan olacak şekilde ayrılmıştır. Bu gruplardan kontrol grubuna serum fizyolojik, morfin grubuna 10 mg/kg/gün morfin sülfat, nalokson grubuna serum fizyolojik, morfin + nalokson grubuna deri altı yolla 10 mg/kg/gün morfin sülfat 5 gün boyunca enjekte edilmiştir. 5. gün sabah nalokson ve kontrol gruplarına serum fizyolojik, morfin + nalokson ve morfin gruplarına ise 10 mg/kg/gün morfin sülfat verilmiştir. Bu enjeksiyonlardan 1.5 saat sonra aynı dozda olacak şekilde kontrol ve morfin grubuna SF, nalokson ve morfin + nalokson grubuna nalokson enjekte edilerek davranış testine alınmıştır. Tüm sıçanların hipotalamus ve hipokampus dokularındaki SMF 3A, NRF1 ve PLA1 reseptörlerinin gen ekspresyon seviyeleri kantitatif RTPCR ile analiz edilmiştir. Elde edilen tüm veriler Instat İstatistiksel Paket Programı (Instat Graphad Software 8.0.1, San Diago, CA, USA) aracılığı ile analiz edilmiştir. Verilerin normalliğini test etmek için Shapiro-Wilk testi kullanılmıştır. Tek yönlü ANOVA ve ardından Tukey ikili çoklu karşılaştırma testi, eşit grup varyanslarına sahip normal dağılımlı veriler için kullanılmıştır. Anormal dağılımlı veriler için Kruskal-Wallis testi ve ardından Dunn'ın ikili çoklu karşılaştırma testi kullanılmıştır. Hayvanların ilk ve son ağırlık kıyaslaması iki yönlü ANOVA testi ile yapılmıştır. 2−ΔΔCT değerleri ortalama ± Ortalamanın standart hatası (SEM) olarak ve davranış deneyleri sonuçları ortalama ± standart sapma olarak verilmiştir.Öğe Palyatif bakım servislerinde çalışan sağlık çalışanlarının geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarına bakışı(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Kara, İnci; Küçükkendirci, HasanHasta ve ailesi için en üst düzeyde yaşam kalitesi sağlamayı amaçlayan palyatif bakım, ilk zamanlarda kanser hastaları için yaşam sonu bakımına odaklanmıştı. Günümüzde ise kanser hastalarının yanı sıra demans, son dönem böbrek hastalığı, kalp yetmezliği ve diğer kronik hastalıklar gibi diğer sağlık sorunları olan hastaları da desteklemektedir. İlerlemiş hastalığı olan bireylerde görülen semptomları (ağrı, depresyon gibi) gidermede palyatif bakım servisinde görev yapan sağlık personellerinin zorlandığı bildirilmektedir. Bu semptomların azaltılması veya giderilmesinde geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamaları kullanılan bir yöntemdir. Bu çalışma; palyatif bakım servislerinde çalışan sağlık çalışanlarının geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarına bakışını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Kesitsel tipte yapılan bu çalışma25.03.2021-25.03.2022 tarihleri arasında palyatif bakım servislerinde çalışan 200 sağlık personeli ile yapılmıştır. Veriler Google Docs üzerinden; araştırmacılar tarafından oluşturulan Veri Toplama Formu ve Bütüncül Tamamlayıcı ve Alternatif Tıbba Karşı Tutum Ölçeği ile toplanmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için etik kuruldan ve kurumlardan gerekli izinler alınmıştır. Veriler SPSS 23 programı kullanılarak analiz edilmiştir. Kategorik veriler sayı ve yüzde olarak gösterilmiştir. Normal dağılıma sahip olmayan iki bağımsız verinin karşılaştırılmasında "Mann-Whitney U testi" kullanılmıştır. Normal dağılıma sahip olmayan üç ve üzeri bağımsız verinin karşılaştırılmasında "Kruskal Wallis-H testi" kullanılmıştır. İstatistiksel olarak anlamlılık değeri p<0.05 olarak kabul edilmiştir. Araştırma sonucunda katılımcıların yarısının geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarını bildiği, en fazla bilenen yöntemlerin kupa ve hacamat yöntemi olduğu bulunmuştur. Katılımcıların büyük çoğunluğunun bu alandaki yönetmelik hakkında bilgi sahibi olmadığı tespit edilmiştir. Sağlık çalışanlarından doktorların geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarına yönelik tutumlarının en düşük olduğu, bu alanda sertifikaları olması ve yönetmelik hakkında bilgi sahibi olmalarının tutumlarını etkilemediği saptanmıştır. Katılımcıların geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarına yönelik olumlu tutuma sahip olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda önerilerimiz; sağlık çalışanlarının geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarına ilişkin kurs-sertifika programlarına katılmalarının desteklenmesi ve bu alanda özellikle hastane yüküne ilişkin çalışmaların yapılması önerilmektedir.Öğe Myristica fragrans (muskat) ekstresinin sıçanlarda antiepileptik ve antidepresan benzeri etkilerinin araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Bakerah, Safa; İnan, Salim Yalçın; Doğu, SüleymanEpilepsi ve depresyon dünya çapında yaygın görülen kronik hastalıklardır. Bu hastalıklar insanların yaşam kalitesini ve performansını ciddi şekilde etkilemektedir. Epilepsi ve depresyon ilaçlarının çok sayıda yan etkiye sahip olduğu için çoğu hastada yeterli etkinlik göstermediği bildirilmiştir. Dolayısıyla, daha etkili ve daha güvenli alternatiflerin bulunması önemlidir. Myristica fragrans bazı gastrointestinal sistem problemleri, çeşitli deri enfeksiyonları ve romatizmal hastalıklar, psikolojik rahatsızlıklar ve santral sinir sistemi ile ilgili bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Ayrıca antiepileptik ve antidepresan benzeri aktiviteye sahip olduğuna inanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı Myristica fragrans ekstraktının antiepileptik ve antidepresan etkisini araştırmaktır. MF ekstresi süperkritik-karbondioksit sistemi (Sk-CO2) ile elde edildi. Myristica fragrans ekstraktının antiepileptik etkisi akut PTZ nöbet testi ile, antidepresan benzeri etkisi ise zorunlu yüzme testi (ZYT) ile test edildi. MFE'nin 100 ve 200 mg/kg uygulandığı sıçanlarda, myoklonik konvülsiyonların başlama zamanının belirgin şekilde uzadığı bulundu. MF ekstraktının 100 ve 200 mg/kg dozlarının tonik konvülsiyonları önlediği görüldü. Bununla beraber, MFE'nin 100 mg/kg dozunda, zorunlu yüzme testinde immobilizasyon süresini azalttığı gözlendi. MFE'nin daha yüksek dozu (200 mg/kg) ise immobilizasyon zamanını etkilemedi.Öğe Hemşirelik öğrencilerinin tıbbi hatalara yönelik tutumlarının problem çözme becerileri ile ilişkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Çabuk, Eda Aleyna; Özlük, BilgenBu çalışma hemşirelik öğrencilerinin tıbbi hatalara yönelik tutumlarının problem çözme becerileri ile ilişkisini incelemek amacıyla gerçekleştirildi. Tanımlayıcı ilişki arayıcı tipte olan bu çalışma, Konya ilinde bir hemşirelik fakültesinde eğitim gören 252 hemşirelik öğrencisi ile Kasım-Aralık 2023 tarihleri arasında yapıldı. Araştırmada Tanımlayıcı Bilgi Formu, Tıbbi Hata Tutum Ölçeği (THTÖ) ve Problem Çözme Envanteri (PÇE) kullanıldı. Veriler yüzde, frekans analizi, bağımsız örneklem t testi, tek yönlü varyans analizi, Pearson Korelasyon Analizi ve Yapısal Eşitlik Modeli ile analiz edildi. Araştırma için etik kurul izni, kurum izni, ölçek kullanım izinleri ve hemşirelik öğrencilerinden sözel izin alındı. Çalışmada hemşirelik öğrencilerinin THTÖ toplam puan ortalamasının (3,79±0,38) yüksek düzeyde, PÇE toplam puan ortalamasının (86,66±20,53) ise orta düzeyin üzerinde olduğu belirlendi. Hemşirelik öğrencilerinin %52,8'inin hasta güvenliği ile ilgili ders almadığı ve %71'inin ise tıbbi hata yaptığı saptandı. En fazla yapılan tıbbi hataların iletişim ve el yıkama hatası olduğu, tıbbi hatayı raporlayan öğrencilerin oranının ise %40,5 olduğu tespit edildi. Tıbbi hatayı raporlamama nedeni olarak en fazla hastanın zarar görmemesi ve nasıl raporlama yapılacağının bilinmemesi olarak belirlendi. Hemşirelik öğrencilerinin tıbbi hata tutumu ile problem çözme becerisi arasında negatif yönde, orta düzeyde ve istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı (r=0,347, p<0,001) bir ilişki bulundu. PÇE'den alınan puanın artması problem çözme becerisinin azaldığı, alınan puanın azalması ise problem becerisinin arttığı şeklinde yorumlanmaktadır. Bu doğrultuda, hemşirelik öğrencilerinin problem çözme becerisi artarken tıbbi hatalara yönelik olumlu tutumlarının da arttığı saptandı. Yapılan yapısal eşitlik analizi sonucunda hemşirelik öğrencilerinin problem çözme becerisinin tıbbi hatalara yönelik tutumlarını %11 oranında açıkladığı belirlendi. Bu çalışmanın sonucunda hemşirelik öğrencilerinin tıbbi hatalara ve hata bildirimine yönelik farkındalıklarının yüksek olduğu, problem çözme becerileri konusunda ise kendilerini yetersiz olarak algıladıkları bulundu. Tıbbi hatalara karşı yaklaşımda problem çözme becerisinin önemi açısından, eğitim müfredatlarında probleme dayalı vaka çözümü yöntemlerinin kullanılması önerilmektedir.Öğe Hemşirelerin hastane etik iklim algısı ile tıbbi hatalara yönelik tutumları arasındaki ilişki(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Dalan Karaden, Rukiye; Özlük, BilgenBu çalışma, hemşirelerin hastane etik iklim algısı ile tıbbi hatalara yönelik tutumları arasındaki ilişkiyi değerlendirmek amacıyla yapıldı. Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı tipte olan bu çalışma Konya ilinde bir üniversite hastanesinde çalışan 303 hemşire ile Ocak-Mart 2024 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Araştırmada Hastane Etik İklim Ölçeği (HEİÖ) ve Tıbbi Hata Tutum Ölçeği (THTÖ) kullanıldı. Veriler tanımlayıcı istatistiksel analizler, bağımsız örneklem t-testi, tek yönlü varyans analizi (ANOVA), Pearson korelasyon analizi ve doğrusal regresyon analizi ile değerlendirildi. Araştırma için etik kurul izni, kurum izni, ölçek kullanım izinleri ve hemşirelerden sözel izin alındı. Çalışmada, hemşirelerin HEİÖ toplam puan ortalamasının (87,06±15,93) ve THTÖ toplam puan ortalamasının (3,66±0,40) yüksek düzeyde olduğu belirlendi. Hemşirelerin %92,1'inin tıbbi hata ile karşılaştığı ve en fazla karşılaşılan tıbbi hata türlerinin ilaç hataları (24,2) ve tıbbi kayıt hataları (20,9) olduğu görüldü. Hemşirelerin %74,9'unun tıbbi hataları raporlamadığı, raporlamama sebeplerinin ise gizliliğin sağlanamaması (%27,1) ve raporlamanın cezalandırma için kullanıldığı (26,8) bulundu. Hemşirelerin hastane etik iklim algısı ile tıbbi hata algısı ve tıbbi hata yaklaşımı alt boyutları arasında pozitif yönde, zayıf düzeyde ve istatistiksel olarak anlamlı (p<0,05) bir ilişki bulundu. Yapılan doğrusal regresyon analizi sonucunda hemşirelerin hastane etik iklim algısının tıbbi hata tutumlarını %11,7 oranında yordadığı saptandı. Bu çalışma sonucunda, hemşirelerin hastane etik iklim algılarının ve tıbbi hata tutumlarının yüksek düzeyde olduğu bulundu. Hastanedeki etik iklimin pozitif yönde artması, hemşirelerin tıbbi hataya yönelik farkındalığını olumlu etkilediği görüldü. Hasta güvenliğinin sağlanması açısından yöneticilerin hastane etik iklim algısını olumlu yönde artırmaya ve bu olumlu iklimin sürdürülmesine yönelik davranış ve stratejiler geliştirmesi önerilmektedir.