Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi

DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.




 

Güncel Gönderiler

Öğe
Akut Lösemi Hastalarında Venöz Tromboemboli Sıklığı ve Risk Değerlendirmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Mert, Betül Eslem; Tekinalp, Atakan
Amaç: Hematolojik malignitelerde daha çok sitopenilere bağlı kanama ve enfeksiyon komplikasyonları üzerinde durulmuştur. Venöz tromboemboli (VTE) kanser hastalarında sık görülen bir komplikasyon olsa da akut lösemilerin VTE ile ilişkisi hakkında yeterli çalışma yoktur. Akut lösemili hastalarda VTE sıklığını ve VTE’ye neden olan risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya 01.07.2018- 01.07.2023 tarihleri arasında, Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erişkin Hematoloji Bilim Dalında, akut lösemi tanısı ile yatışı yapılan akut myeloid lösemi (AML) ve akut lenfoblastik lösemi (ALL) tanılı sırasıyla 82 ve 3 hasta olmak üzere toplam 85 hasta dahil edildi. Hastaların her bir yatışındaki tromboflebit, pulmoner tromboemboli ve derin ven trombozu varlığı ve hasta bilgileri Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi elektronik veri tabanından, hasta dosyalarından ve epikrizlerinden geriye dönük incelendi. Bulgular: Çalışmaya 166 farklı yatışı olan AML ve ALL tanılı toplam 85 hasta dahil edildi. Bu hastalardan 22’sinde (%25,8), yatışların ise 24’ünde (%14,5) VTE mevcuttu. En sık tromboemboli çeşidi tromboflebit olup 19 (%86,3) hastada kaydedildi. VTE zamanı medyan 21 (4-63) gün bulundu. Yatış süresi, VTE (+) hastalarda medyan 50 gün, VTE (-) hastalarda ise 25,5 gün olarak bulundu ve bu fark istatistiki olarak anlamlıdır (p< 0,001). Obezite, VTE (+) hastaların %45,8'inde mevcutken, VTE (-) hastaların %22,5'inde bulundu (p= 0,023), bu fark istatistiki olarak anlamlıdır. Lökosit sayısı, VTE (+) hastalarda medyan 5,795 x 10³/μL, VTE (-) hastalarda ise 1,245 x 10³/μL olarak bulundu ve bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p= 0,008). Nötrofil, lenfosit ve monosit sayıları VTE (+) ve (-) hastalar arasında bakıldığında VTE (-) lerde anlamlı olarak düşük bulundu sırasıyla; (p= 0,018, p= 0,018, p= 0,010). Ürik asit düzeyleri VTE (+) hastalarda medyan 3,15 mg/dL, VTE (-) hastalarda ise 4,8 mg/dL olarak ölçülmüş ve bu fark çok anlamlıdır (p< 0,001). Kalsiyum (Ca) ve fosfor (P) değerlerinde anlamlı farklar gözlendi. Ca, VTE (+) hastalarda 8,3242 ± 0,69295 mg/dL, VTE (-) hastalarda ise 8,7375 ± 0,66913 mg/dL olarak bulundu ve bu fark anlamlıdır (p= 0,006). P ise VTE (+) hastalarda 3,1017 ± 1,24854 mg/dL, VTE (-) hastalarda ise 3,7053 ± 0,91418 mg/dL olarak ölçüldü ve anlamlı bir fark gösterildi (p= 0,031). Total protein ve albumin değerleri arasında VTE (+) ve VTE (-) hastalarda ise anlamlı fark bulundu (sırasıyla; p= 0,026, p= 0,001). CRP ise VTE (+) ve VTE (-) hastalarda sırasıyla ise medyan 56 mg/L ve 20,565 mg/L bulundu, bu fark istatistiki olarak anlamlıdır (p= 0,005). Sonuç: Çalışmamızda akut lösemilerdeki VTE sıklığı ve risk faktörleri değerlendirilmiş olup hastanede yatış süresi ve obezitenin VTE için risk faktörü oluşturduğu, lökosit, nötrofil, lenfosit ve monosit sayılarındaki düşüklüklerin VTE gelişimi için anlamlı olduğu bulundu. Ürik asit, Ca, P, total protein, albümin, CRP seviyelerinde VTE gelişen ve gelişmeyen gruplardaki seviye farklılıkları anlamlı bulunmuştur.
Öğe
Romatoid artritli hastalarda hastalık aktivitesi ile gastroknemius kas sertliği arasındaki ilişki
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Nergiz,Yeşim; Küçük, Adem
Amaç: Romatoid artrit; etyolojisi net bilinmeyen, simetrik, inflamatuar, periferik bir poliartrittir. Tipik olarak kıkırdak ve kemik erozyonu yoluyla eklem tahribatına yol açar. RA hastalarında %25-70 oranında kas zayıflığı ve düşük kas yoğunluğu izlenmektedir. RA’daki miyopatik özellikleri tanımlamak ve araştırmak amacıyla invazif olmayan kantitatif yöntemlerin kullanımı son yıllarda artış göstermeye başlamış olsa da bu yöntemler henüz yaygınlaşmamış ve standart bir değerlendirme aracı haline gelmemiştir. RA’da kasların biyomekanik durumuna yeni bir bakış açısı sunabilen ultrason kayma dalgası elastografisi (SWE) kullanılarak kaslar invazif olmayan bir şekilde değerlendirilebilir. Bu çalışma RA tanılı hasta grubu ile sağlıklı kontrol grubu karşılaştırıldığında, hastalık aktivitesi ile gastroknemius kas sertliği arasında nasıl bir ilişki olduğunu anlamayı amaçlamıştır. Yöntem: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji kliniğine başvuran RA tanısı olan 60 hasta ve 60 sağlıklı kontrol grubu dahil edilmiştir. RA tanılı hastalar DAS28-CRP hastalık aktivite skoruna göre gruplandırılmıştır ve sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Hastalık aktivitesine göre gruplandırılan hastaların ve kontrol grubunun usg cihazı ile gastroknemius kas sertliğine bakılmıştır. Çalışma SGK kapsamında olmayan bağış usg cihazıyla yapılmıştır. Ultrasonda SWE tekniği kullanılarak gastroknemius kas sertliği ölçülmüştür. Hasta ve kontrol grubun boy ve kiloları ölçülerek vücut kitle indeksi hesaplanmıştır. Hasta ve kontrol grubun rutinde bakılan kan tetkikleri yapılmıştır. Hasta ve kontrol grubuna fiziksel aktivitenin değerlendirilebilmesi açısından uluslararası fiziksel aktivite anketi olan IPAQ (kısa) anketinin doldurulması istenmiştir. Bulgular: RA tanısı almış 60 hasta ve sağlıklı 60 kontrol grubu ile yürütülen çalışmamızda hastaların tümü kadındır. RA grubunun yaş ortalaması 49,71±8,81 yıl, sağlıklı kontrol grubunun yaş ortalaması 47,29±5,18 yıldır. RA grubunun VKİ ortalaması 29,00±4,55 kg/m2, sağlıklı kontrol grubunun VKİ ortalaması 28,97±6,59 kg/m2’dir. Gruplar arasında fiziksel aktivite düzeyi açısından bir fark yoktur (p>0,05). Gruplar arasında biyokimyasal parametreler karşılaştırıldığında lökosit, nötrofil, total protein, albümin, ESH ve CRP açısından anlamlı fark olduğu bulundu (p<005). Gastroknemius kas kalınlığı ve sertliği ölçüm sonuçlarının gruplar arasında karşılaştırılması sonucunda RA’lı bireylerin sağ ve sol medial gastroknemius kas kalınlıkları sağlıklı bireylere göre düşük bulundu (p=0,001, p=0,016). RA’lı bireylerin sol medial gastroknemius kas sertliğinin sağlıklı bireylere göre yüksek olduğu bulundu (p=0,028). RA hastalarında gastroknemius kası kalınlığı ve sertliği ile klinik özellikler arasındaki ilişki incelendiğinde sağ ve sol medial gastroknemius kası kalınlığı ile ESH değeri arasında negatif yönlü ve anlamlı bir ilişki olduğu, sol gastroknemius kas sertliği ve ESH değeri arasında ise pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu bulundu (p<0,05). DAS28-CRP skoru ile hastalık aktivitesine göre sınıflandırılan RA hastalarının gastroknemius kası kalınlığı ve sertliğinin karşılaştırılması sonucunda remisyon/düşük hastalık aktivitesi olan RA hastalarında orta düzeyde hastalık aktivitesi olan RA hastalarına göre sol medial ve lateral gastroknemius kas kalınlıklarının daha fazla olduğu bulundu (p=0,048, p=0,042). Remisyon/düşük hastalık aktivitesi olan RA hastalarında orta düzeyde hastalık aktivitesi olan RA hastalarına göre sağ medial ve lateral gastroknemius ve sol lateral gastroknemius kas sertliklerinin daha fazla olduğu bulundu (p<0,05). Sonuç: Bu çalışmada romatoid artritli bireylerde gastroknemius kasının kalınlık ve sertlik özellikleri kayma dalgası elastografisi (SWE) ile değerlendirilmiş ve sağlıklı bireylerle karşılaştırılarak hastalık aktivitesi ile ilişkisi incelenmiştir. RA grubunda kas kalınlığı azalmış, sertlik ise artmıştır. Kas parametreleri ile ESH düzeyleri arasında anlamlı korelasyonlar bulunurken CRP ve DAS28-CRP ile istatistiksel anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Düşük hastalık aktivitesine sahip bireylerde kas kalınlığı korunurken kasın bazı bölgelerinde sertlik artışı dikkat çekmiştir. Bulgular RA’nın inflamasyonun ötesine geçerek kas dokusunda yapısal değişikliklere yol açtığını ve SWE’nin bu değişimleri non-invaziv şekilde saptamada etkili olduğunu göstermektedir. Ayrıca kas sertliğinin yalnızca inflamasyon değil, postürel ve biyomekanik faktörlerden de etkilenebileceği kanaatine varılmıştır. Remisyon grubunda gözlenen daha iyi kas kalınlığı değerlerinin olası biyolojik ajan kullanımı ile ilişkili olabileceği düşünülmüştür. Bu durum biyolojik tedavilerin kas sağlığı üzerinde potansiyel olumlu etkileri olabileceğini gündeme getirmektedir.
Öğe
Ebeveynlerin sağlık okuryazarlık düzeyinin çocukluk çağı aşılarına karşı tutumlarına etkisinin araştırılması
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Atçeken, Başak; Küçükceran, Hatice
Amaç: Son yıllarda ülkemizde ve dünyada aşılara karşı olan güvensizlik ve tereddüt giderek artmaktadır. Bu tereddütler nedeniyle aşı reddi yaşanabilmektedir. Özellikle çocukların bağışıklığında etkin olmakla birlikte toplum bağışıklığında büyük rol oynayan çocukluk aşılarının ihmal edilmesi önemli bir sorundur. Bireylerin sağlık okuryazarlık düzeyleri ise aşılara karşı tereddüdü belirleyebilecek etkenler arasındadır. Çocukluk aşılarına ebeveynlerin karar veriyor olması, ebeveynlerin aşılar hakkında doğru bilgileri edinebilme kapasitesini daha da önemli kılmaktadır. Bu sebepler dolayısıyla, bu çalışmada ebeveynlerin sağlık okuryazarlık düzeyinin rutin çocukluk çağı aşılarına karşı olan tutumlarına etkisinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı nitelikteki bu çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniğine herhangi bir nedenle başvuran 405 ebeveyn dahil edildi. Literatür doğrultusunda oluşturulan anket formunda; sosyodemografik ve aşılama ile ilgili soruların olduğu bilgi formu, Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği (SOYÖ) ve Çocukluk Çağı Aşıları Hakkında Ebeveyn Tutum Ölçeği (ÇAETÖ) yer aldı. SOYÖ, fonksiyonel, interaktif ve eleştirel olmak üzere üç alt boyuttan oluşmakta ve alınan toplam puan arttıkça sağlık okuryazarlık düzeyinin arttığını göstermektedir. ÇAETÖ, davranış, tutum ve güvenlik-etkililik olarak üç alt boyuttan oluşmakta olup alınan puanlara göre aşı tereddüt varlığını gösteren bir ölçektir. Oluşturulan anket formu Google Forms ile online ve araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulandı. Statistical Package for Social Sciences for Windows (SPSS) 20.0 programı kullanılarak analiz edildi. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya katılan ebeveynlerin yaş ortalamaları 35,34±6,55 (min=18, maks=59) yıl olup, %52,6’sı (n=213) 35 yaş ve üzerindeydi. Katılımcıların %76,5’i (n=310) kadın, %94,3’ü (n=382) evli, %51,6’ü (n=205) lise ve altı eğitim durumuna sahip, %52,6’sı (n=213) çalışıyor, %56,5’inin (n=229) geliri giderine denk idi. Katılımcıların %72,3’ünün (n=293) 2 ve altı çocuğu vardı, %49,4’ü (n=200) sağlıkla ilgili konularda bilgi edinme kaynağı olarak en sık sağlık çalışanlarına başvurmaktaydı, %94,3’ü (n=382) çocuğuna ücretsiz çocukluk çağı aşılarının tümünü yaptırmış veya yaptırmayı düşünmekteydi. Kadınların SOYÖ puanı (52,02±9,38) erkeklere göre (49,79±9,39) anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p=0,044). Üniversite ve üzeri eğitim durumu olan ebeveynlerin lise ve altı eğitim düzeyi olan ebeveynlere göre; 2 ve altı çocuğu olan katılımcıların 3 ve üzeri çocuğu olan katılımcılara göre interaktif alt boyut puanı eleştirel alt boyut puanı ve toplam SOYÖ puanı anlamlı derecede daha yüksek saptandı (p<0,001). Katılımcıların geliri giderinden fazla olanların (53,38±10,23) geliri giderinden az olanlara (49,38±8,92) göre SOYÖ puanı daha yüksekti (p=0,015). Cinsiyet, yaş, medeni durum, eğitim durumu, çalışma durumu, gelir durumunun, çocuk sayısının aşı tereddüdü üzerine anlamlı etkisi olmadığı görüldü. Sağlıkla ilgili bilgi edinmek için diğer kaynaklara (internet, yazılı kaynaklar, televizyon) başvuran ebeveynlerin, sağlık çalışanlarına başvuran ebeveynlere göre; aşı tereddüt oranları anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0,004). Çocuklarına bazı aşıları yaptırmayan veya yaptırmayı düşünmeyen katılımcıların ise çocuklarına tüm aşıları yaptıran veya yaptırmayı düşünen katılımcılara göre aşı tereddütleri daha yüksek saptandı (p<0,001). SOYÖ fonksiyonel alt boyutu, interaktif alt boyutu ve toplam puanı ile ÇAETÖ tutum alt boyutu puanları arasında negatif yönlü anlamlı bir korelasyon tespit edildi (sırasıyla r=-0,102, r=-0,164, r=-0,163; sırasıyla p=0,040, p=0,001, p=0,001). Sonuç: Sunulan çalışmada kadın cinsiyetinin, üniversite ve üzeri eğitim durumunun, 2 ve altı çocuk sahibi olmanın sağlık okuryazarlığı düzeyini olumlu yönde etkilediği görüldü. Sağlıkla ilgili bilgi edinmek için sağlık çalışanı dışında internet gibi kaynaklara başvuran ebeveynlerin aşı tereddütlerinin daha yüksek olması dikkat çekiciydi. Sağlık okuryazarlığı düzeyinin aşı tereddüdü konusunda anlamlı bir fark yaratmadığı saptansa da genel olarak aşı tereddüdü olan katılımcıların olmayanlara göre sağlık okuryazarlık puanlarının daha düşük olduğu görüldü. Son yıllarda artan aşı tereddüdünün azaltılabilmesi için sağlık okuryazarlığının daha etkin bir şekilde geliştirilmesi ve sosyal medya ile internet ortamında yayılan yanlış ve yanıltıcı bilgilerin kontrol altına alınması büyük önem taşımaktadır.
Öğe
Abdullah Sûle'ye göre belagat açısından hicâc/argümantasyon teorisi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2025) Al-Shaibani, Saddam Najeeb Abdullaziz; Şensoy, Sedat
Bu çalışmada, Tunuslu eleştirmen ve belâgatçı Abdullah Sûle‟nin belâgat açısından hicâcî/argümantatif boyutlara yönelik yaklaşımı incelenmektedir. İlk olarak, hicâc kavramı antik Yunan düşüncesinden başlayarak Arap belâgatçılar ve çağdaş bilim insanları nezdinde ele alınmıştır. İkinci bölümde ise Abdullah Sûle‟nin entelektüel birikimini oluşturan bilgi alanları ve araştırma yöntemine odaklanılmıştır. Son olarak, hicâcın araştırma düzeyleri, kelimeden başlayarak terkip, cümle ve ardından suret boyutlarına kadar Kur‟ân-ı Kerîm ayetlerinin belâgat perspektifinden hicâcî/argümantatif boyutları tartışılarak incelenmiştir. Sûle‟nin Kur‟ân-ı Kerîm üzerine yaptığı araştırma, kendisinden büyük bir zaman ve emek harcamasını gerektirmiştir. Çalışmalarında Arap ve Batı dil ve belâgat alanlarındaki yaklaşımları birleştirmiş, iki farklı bilgi sistemini uyumlu bir Şekilde ele almıştır. Ayrıca, Kur‟ân-ı Kerîm‟in her toplumu dilsel, retorik ve mantıkî açıdan çeşitli yöntemlerle ikna eden ve onlara deliller sunan bir metin olduğunu göstermiştir. Ancak bu araştırmada daha çok dil ve belâgat yönüyle sınırlı kalınmış, ez-zemahşerî, ez-zerkeşî, Tâhir b. Âşûr gibi müfessir ve belâgatçılardan görüşler alınmıştır. Çalışmada, Abdullah Sûle‟nin araştırma çabalarını, yöntemlerini ve entelektüel boyutlarını inceleyerek, hicâc teorilerinin farklı türlerini ele alan bilimsel literatüre yeni bir katkı sağlamak amaçlanmaktadır
Öğe
Bir üniversite hastanesinde araştırma görevlisi hekimlerin geleceğe bakışının değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Yılmaz, Sıddıka; Küçükceran, Hatice
Amaç: Araştırma görevlisi hekimler, uzmanlık eğitimleri süresince yoğun iş yükü, nöbet zorunlulukları ve stres gibi çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Sağlıkta şiddet, ekonomik belirsizlikler ve hekim göçü gibi faktörlerin, hekimlerin mesleki tatmini ve geleceğe bakış açıları üzerinde etkili olabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmada, bir üniversite hastanesinde görev yapan araştırma görevlisi hekimlerin geleceğe dair bakış açılarının, iyimserlik ve kötümserlik düzeylerinin ve umut duygularının incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Bu araştırma, tanımlayıcı nitelikte olup evreni Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ) Tıp Fakültesi dahili ve cerrahi bölümlerinde görev yapan toplam 690 araştırma görevlisi hekim oluşturmaktadır. Gönüllük temelinde 274 araştırma görevlisi hekim çalışmaya dahil edilmiştir. Uygulanan anket formunun ilk bölümünde; sosyodemografik bilgi formu, ikinci bölümünde; Gelecek Vizyonları Ölçeği (GVÖ) yer aldı. Elde edilen veriler SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 20.0 programı kullanılarak analiz edildi. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya katılan 274 araştırma görevlisi hekimlerin yaş ortalaması 28,46±2,89 yıl, (min=24; maks=42) %60,2’si erkek (n=165) idi. Katılımcıların %45,6’sı evli idi (n=125). Hekimlerin %69,7’si (n=191) dahili bölümlerde iken, %30,3’ü (n=83) cerrahi bölümlerde görev yapmaktaydı. Araştırma sonuçlarına göre, erkek araştırma görevlilerinin (10,39±4,36) kötümserlik alt boyut puanları kadınlar hekimlere (9,12±3,58) göre anlamlı düzeyde daha yüksek bulundu (p=0,012). 29 yaş ve üzeri hekimlerin (20,73±4,17), 29 yaş altı hekimlere göre (19,48±4,83) iyimserlik düzeyleri daha yüksek tespit edildi (p=0,028). Geliri giderinden az olan araştırma görevlilerinin (12,35±4,70) kötümserlik alt boyut puanları geliri giderine göre fazla araştırma görevlisi hekimlere (9,21±3,82) göre daha yüksekti. Geliri giderinden fazla olan hekimlerin (22,78±5,85) umut alt boyut puanları geliri giderinden az olan hekimlere 17,86±5,43) göre anlamlı derecede daha yüksek olduğu saptandı (sırasıyla p=0,012 p=0,006). Tıp fakültesini isteyerek seçen katılımcıların, kararsız veya isteyerek seçmeyen katılımcılara kıyasla iyimserlik alt boyut (sırasıyla 20,51±4,45, 18,44±3,27, 16,95±6,37) ve GVÖ toplam puanlarının (sırasıyla 64,00±10,98, 57,24±8,79, 56,10±17,22) anlamlı derecede daha yüksek olduğu, buna karşın kötümserlik alt boyut puanlarının (sırasıyla 9,12±3,73, 11,76±3,84, 11,60±4,82) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşük olduğu tespit edildi (p<0,05). Üniversite tercihlerinde tıp fakültesi ilk tercihi olan katılımcıların kötümserlik alt boyut puanlarının (9,46±3,84), tıp fakültesi ilk tercihi olmayanlara (12,53±4,82) göre daha düşük olduğu saptandı (p=0,003). TUS’a girmeyi düşünmeyen hekimlerin kötümserlik alt boyut puanları (9,01±3,63), TUS’a girmeyi planlayan hekimlere (11,65±4,30) göre daha düşüktü ve istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,001). Katılımcılar arasında branş tercihi açısından farklılıklar gözlemlenmiş, özellikle branşları aile hekimi olan hekimlerin iyimserlik düzeylerinin (21,53±4,07) cerrahi branşlardaki asistanlara (19,35±4,21) kıyasla daha yüksek olduğu görüldü (p=0,019). Mesleki gelecek ile ilgili en büyük kaygının sağlık sistemindeki aksaklıklar olduğu saptandı (%59,5, n=163). Mesleki kaygı kaynağı olarak sağlık sistemindeki aksaklıkları belirten hekimler (19,47±4,59), hekimlere şiddeti belirten hekimlere (21,17±4,45) göre daha iyimserdi (p=0,048). Ayrıca, branş memnuniyeti ile GVÖ toplam puanı arasında pozitif yönde güçlü ve anlamlı bir korelasyon tespit edildi (r=0,556; p<0,001). GVÖ alt boyutları ile branş memnuniyeti arasındaki ilişkiler incelendiğinde, umut alt boyutunda pozitif yönde orta düzeyde anlamlı bir korelasyon (r=0,437; p<0,001), iyimserlik alt boyutunda pozitif yönde orta düzeyde anlamlı bir korelasyon (r=0,494; p<0,001) ve kötümserlik alt boyutunda negatif yönde orta düzeyde anlamlı bir korelasyon (r=-0,421; p<0,001) olduğu saptandı. Sonuç: Araştırma sonuçları, araştırma görevlisi hekimlerin geleceğe yönelik bakış açılarının mesleki deneyimleri, ekonomik koşulları, çalışma ortamı ve sağlık sistemine dair algıları ile ilişkili olabileceğini göstermektedir. Mesleğe yönelik isteklilik, gelir durumu, branş seçimi ve kariyer planlamasının hekimlerin gelecek vizyonlarını ve psikolojik iyi oluşlarını etkileyebilecek faktörler arasında yer aldığı görülmüştür. Sağlık politikalarının, araştırma görevlisi hekimlerin mesleki tatminini ve psikolojik iyi oluşunu destekleyecek şekilde düzenlenmesi, onların geleceğe dair daha olumlu bir bakış açısı geliştirmelerine katkı sağlayabilir. Bu tür düzenlemeler, mesleki motivasyonu artırarak sağlık hizmetlerinin kalitesine de olumlu yansıyabilir.