Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi

DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.




 

Güncel Gönderiler

Öğe
Masif posterosuperior rotator manşet yırtıklarında postoperatif klinik sonuçların; yırtık tipi ve skapula morfolojisi ile ilişkisinin değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Harmankaya, Muzaffer; Özer, Mustafa
Amaç: Masif posterosuperior rotator manşet yırtıklarında postoperatif dönemde ki klinik sonuçların yırtık tipi ve skapula morfolojisi arasında ki ilişkinin araştırılması planlandı. Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi hasta arşivinden 2016 Ocak ile 2022 Ocak tarihleri arasında omuz artroskopisi operasyonu yapılan 1126 hasta retrospektif olarak tarandı. Çalışmamıza dahil edilme kriterleri; hastaların 18 yaş üzeri olması ve artroskopik olarak tamir edilebilir masif posterosuperior rotator manşet yırtığı olduğunun gösterilmesidir. Bu çalısmada dışlanan hasta grupları ise; tamir edilemez veya parsiyel tamir yapılan hastalar, daha önce üst ekstremite cerrahisi geçiren hastalar, donuk omuz bulguları olan hastalar, subskapularis yırtığı olan hastalar, omuz artrozu olan hastalar, nörolojik ve hematolojik hastalığı olan hastalar ve iki yıllık klinik sonuçların elde edilmesi için ulaşılamayan veya ex olan hastalar olarak belirlendi. Çalışma kriterlerini karşılayan 61 hasta çalışmaya dahil edildi. Masif posterosuperior rotator manşet yırtığı olan hastalarda omuz ap grafide kritik omuz açısı ve MR görüntülemede sagittal akromial slop, glenoid inklinasyonu, glenoid versiyonu ve lateral akromial açı ölçümü yapıldı. Elde edilen veriler IBM-SPSS-version 22 ile analiz edildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların 26’sı(%42,6) erkek 35’i(%57,4) kadın, kontrol grubu hastaların 24’ü(%44,4) erkek 30’u(%55,6) kadındı. Hastaların 41’inde(%67,2) sağ 20’sinde(%32,8) sol tarafta patoloji vardı. Kontrol gurubunda ise 38(%70,3) sağ 16(%29,7) sol taraf radyolojik görüntülemelerinde ölçüm yapıldı. Hastaların tümünde masif posterosüperior rotator manşet yırtığı olup eşlik eden subskapularis yırtığı yoktu. Hasta olan grup ile kontrol grubu arasında yapılan ölçümlerde radyolojik ölçümler açısından istastiksel olarak anlamlı fark tespit edildi. Ölçümlerde hasta olan grupta kontrol grubuna göre kritik omuz açısı(p<0.001) ve sagittal akromial slop açısı(p=0,033) artarken lateral akromial açıda(p=0.040) ise azalma tespit edildi. Hasta olan gurup yırtık tipine göre ayrıldığında ise; rotator kablo yırtık olan gurup ile rotator kablo sağlam olan gurup arasında radyolojik parametreler ve postop klinik sonuçlar açısından anlamlı bir fark yoktu. Sonuç: Bu çalışma, masif posterosuperior rotator manşet yırtıklarında postoperatif klinik sonuçları etkileyebilecek iki önemli faktörü, yırtık tipini ve skapula morfolojisini incelemiştir. Sonuç olarak rotator manşet rüptürünü, risk faktörleri açısından multifaktöriyel değerlendirmenin yanı sıra sagittal planda ki akromion eğiminin de dikkate alınması gerektiğini düşünmekteyiz.
Öğe
Kliniğimizde serebral palsi tanılı hastalarda yapılan rekonstrüktif kalça cerrahisinin proksimal femoral geometri ve asetabuluma etkilerinin radyolojik ve fonksiyonel sonuçlarının değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Akkaya, Mevlüt Kutay; Korucu, İsmail Hakkı
Amaç: Serebral palsili (SP) bireylerde nöromüsküler kalça deplasmanı, ayak bileği ekin deformitesinden sonra ikinci en yaygın anomalidir. Kalça deplasmanı olan hastaların; yaşam kalitesini ve işlevini iyileştirmek amacıyla koruyucu, rekonstrüktif veya kurtarıcı cerrahi işlemler uygulanmaktadır. Çalışmamızdaki amaç SP’li hastalarda kalça rekonstrüktif cerrahilerin, proksimal femoral geometri ve asetabuluma etkilerinin kısa ve orta vadedeki etkilerinin fonksiyonel ve radyolojik olarak değerlendirilmesini amaçladık. Yöntem: Kliniğimizde Ocak 2013- Ocak 2024 tarihleri arasında serebral palsi tanılı hastaların ameliyatlarının retrospektif değerlendirilerek kalça rekonstrüktif cerrahisi olan vakaların belirlenmesi planlandı. Dahil edilme kriterlerimize uygun hastaların verileri sistemden elde edildi. Tüm hastaların ameliyat öncesi ve son kontrollerinde standardize olarak çekilmiş pelvis ön arka grafileri çalışma kapsamında değerlendirildi. Grafilerde Reimer migrasyon indeksi (RMI), asetabular indeks (AI), Sharp açısı, merkez kenar açısı (MKA), femur boyunşaft açısı, femur baş-şaft açısı, medializasyon indeksi (MeI) durumu değerlendirildi. Tüm hastalara fonksiyonel değerlendirme için fonksiyonel mobilite skalası (FMS) ve ağrı değerlendirilmesi için 10 puanlı VAS uygulandı. Gruplar arası ve zamana göre karşılaştırmalarda bağımlı örneklem t testi ile genel lineer model tekrarlı ölçümler testi kullanılmış, p değerinin 0,05’ten küçük olması (p<0,05) istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 37 hastanın 20’si kadın (%54), 17’si erkekti (%46). Kapsama alınan 37 hastanın 47 kalçası değerlendirildi. Opere edilen 47 kalçanın %51’i sağ, %49’u sol kalçaydı. 37 hastanın son kontrollerinde en küçüğü 6 yaşında en büyüğü 21 yaşında idi. Ameliyat edilen 24 kalçaya femoral osteotomiye ek olarak pelvik osteotomi uygulandı. İzole femoral osteotomi yapılan hastalar grup 1, ek olarak pelvik osteotomi uygulanan hastalar grup 2 olarak belirlendi. Grup 1 yaş ortalaması 14,9 ± 4,3, takip süresi 4,6 ± 2 iken; grup 2 yaş ortalaması 10,7 ± 3,2, takip süresi 3,5 ± 1,2 yıldı. Ameliyat öncesi değerlendirmede Grup 2'nin Grup 1'e kıyasla anlamlı derecede daha yüksek Reimer Migrasyon İndeksine sahip olduğunu göstermiştir. (p <0,001). Bu, Grup 2'deki hastaların ameliyat öncesinde daha ileri derecede patolojiye sahip olduğunu düşündürmektedir. Ameliyat sonrası yapılan değerlendirmede ise, her iki grup arasındaki bu fark azalmış olmakla birlikte, Grup 1'in sonuçları Grup 2'ye göre anlamlı olarak daha iyi düzelme göstermiştir. (p = 0,01). Grup 2, ameliyat öncesi asetabular İndeksi değerlerinde Grup 1'e göre istatistiksel olarak anlamlı bir yükseklik sergilemiştir (p = 0,004). Ancak, cerrahi müdahale sonrasında iki grup arasındaki bu farkın önemi kaybolmuş, göstergeler arasındaki fark istatistiksel olarak anlamsız hale gelmiştir (p = 0,14). İki grup arasında ameliyat öncesi yapılan ölçümlerde, Grup 2 anlamlı derecede daha yüksek Merkez Kenar açısı değerlerine sahiptir. (p <0,001), bu da daha şiddetli displaziye işaret eder. Ameliyat sonrası, Grup 1 bu açıda Grup 2'ye kıyasla anlamlı bir iyileşme sergilemiştir. (p = 0,003). Fonksiyonel skorlama için yapılan fonksiyonel mobilite skalasında (FMS) Grup 1'in Grup 2'ye göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha iyi performans sergilediğini göstermektedir. Özellikle FMS 500m skalasında elde edilen p değeri (p = 0,002), Grup 1'in Grup 2'ye göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha iyi performans sergilediğini göstermektedir. Vas Skoru grup 1’de ameliyat öncesi ort. 6,7 ± 0,9, ameliyat sonrası 1,1 ± 0,9; grup 2’de ameliyat öncesi ort. 8,1 ± 0,9, ameliyat sonrası 2,3 ± 1,2 bulundu. Sonuç: Çalışmamızın bulguları, kalça rekonstrüktif cerrahilerin, serebral palsili hastalarda kalça deplasmanı ve çıkıklarının tedavisinde kısa-orta vadede etkinliği ve güvenilirliği konusundaki literatürü desteklemektedir. Kalça rekonstrüktif cerrahilerinde yaş sınırı literatürde tartışmalı olsa da biz çalışmamızda 8 yaşından önce yapılan cerrahilerin kısa orta dönemde benzer sonuçlar elde ettiğini gördük. İzole VDRO yapılan grupta her ne kadar asetabular örtünme sağlansa da ileri asetabular displazisi olan hastalarda pelvik osteotomi de eklenmesini öneriyoruz.
Öğe
Kemik metastazlı solid tümörlü hastalarda metastazın bölgesel dağılımı
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Tahak, Fatih; Çolak, Tahsin Sami
Amaç: Kanser vakalarının toplumda görülme sıklığı artması ile birlikte kansere bağlı gelişen metastazlarda da artış görülmektedir. Kemik metastazları da ortopedi pratiğinde gün geçtikçe artan, mortalite ve morbiditeye sebep olan metastazlardan biridir. Bu çalışmada kemik metastaz bölgelerini, metastaza bağlı iskelet ile ilişkili olayları (SRE) ve bunların mortalite ile ilişkileri incelenecektir. Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi hasta arşivinden 2012 Ocak ile 2022 Aralık tarihleri arasında Pet-BT çekilen 13.047 hastanın demografik bilgileri, Pet-BT raporları, patoloji raporları, iskelet ile ilişkili olaylar, metastaz bölgeleri, tanıdan metastaza kadar geçen süre ve ölüm zamanı hastane otomasyon kayıt sisteminden retrospektif olarak tarandı. Çalışmamıza dahil edilme kriterleri; ilk kemik metastazını belirtilen tarama zamanı içinde yapan, 18-99 yaş arası kemik metastazı olan solid tümörlü hastalar olarak belirlendi. Çalışmanın dışlama kriterleri; solid tümör dışı maligniteler, primer kemik tümörleri, 18 yaş altı çocukluk çağı kanserler ve eksik veri kaydı olan hastalar olarak belirlendi. Çalışma kriterlerini karşılayan 810 hasta çalışmaya dahil edildi. Sağkalım eğrileri arasındaki fark Kaplan-Meier yöntemi kullanılarak karşılaştırıldı. Bulgular: Hastalarda kemik metastazı gelişme sıklığı akciğer, meme, prostat, genitoüriner gastrointestinal, primeri bilinmeyen ve diğer kanserlerde sırayla %8,8/ %12,5/ %29,1/ %5,1/ %3,3/ %3,2/ %2,5 şeklindeydi. Çalışmaya alınan 810 hastanın 470 i (%58.0) erkek, 340 ı (%42.0) kadındı. Hastaların yaş ortalaması 67,05 ti (±12,75). Multipl kemik metastazı 649 (%80,1) hastada bulundu. Kemik metastazı yapan kanser hastalarına bakıldığında birinci metastazın en sık vertebraya olduğu ve vertebra içinde en sık torakal vertebraya (%65,5) olduğu, ikinci kemik metastazın en sık skapulaya (%33,1) olduğu, üçüncü kemik metastazın en sık yaygın (birden fazla kemik) (%29,8) olduğu bulundu. Hastaların %45,8 inde metastaza bağlı SRE görüldü. Tanıdan 1.metastaza kadar geçen süre ortalama 13,4±23,2 ay, ikinci metastaza kadar geçen süre ortalama 33,8±30,6 ay, üçüncü metastaza kadar geçen süre ortalama 49,3±33,6 aydı. Akciğer, primeri bilinmeyen kanserler ve diğer olarak gruplandırılan kanserlerde kemik metastaz sonrası hastalığın çok hızlı ilerlediği ve medyan hayatta kalma süresinin 6 aydan kısa olduğu görüldü. Tek kemik metastazı, multipl kemik metastazıyla kıyaslandığında tek kemik metastazı olan hastalarda hayatta kalma süresi anlamlı şekilde uzundu. (p <0,05). Multipl kemik metastazı tutulum yerleri kendi arasında karşılaştırıldığında vertebra tutulumu, yaygın tutuluma göre anlamlı şekilde daha uzun yaşam süresi bulundu (p<0,001). Akciğer, meme ve gastrointestinal kanserlerde kemik metastaz yerleri ile metastaz sonrası hayatta kalma süresi arasında anlamlı fark bulundu (p<0,05). Sonuç: Çalışmamız, solid tümörlerin %6,2 kemik metastazı yaptığını ve en sık vertebraya metastaz olduğunu, ikincil metastazın en sık skapulaya, üçüncül metastazın en sık yaygın metastaz olarak görüldüğünü göstermiştir. Akciğer kanseri, primeri bilinmeyen kanser ve diğer kanserlerde kemik metastaz sonrası hayatta kalma süresinin 6 aydan kısa olduğu gösterilmiştir. Çalışmamız, bildiğimiz kadarıyla literatürde daha önce tanımlanmayan solid tümörlerdeki kemik metastaz sıklığını ve ikincil ile üçüncül kemik metastaz bölgelerini tanımlayan ilk çalışma olmuştur.
Öğe
Acil servis yoğun bakım ünitesine kabul edilen hastalarda elektrolit imbalansının görülme sıklığı ve mortalite ile ilişkisi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Acar, Emre; Dündar, Zerrin Defne
Yoğun bakım ünitesindeki (YBÜ) çoğu hasta elektrolit bozukluğu açısından risk altındadır. Kritik hastalar suboptimal elektrolit seviyelerine karşı en hassas hasta grubunu oluşturmaktadır. Optimal tedavi ve bakım için, acil tıp uzmanları elektrolit bozukluğu patofizyolojilerine aşina olmalıdır. Çalışmamızın amacı, acil YBÜ hastalarında başlıca elektrolit bozukluklarının (sodyum, potasyum, magnezyum, klorür, kalsiyum ve bikarbonat) sıklığını araştırmak ve elektrolit bozuklukları ile klinik özellikler ve prognoz arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. Gereç ve yöntem Bu çalışmaya 01.01.2020 ile 31.12.2022 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil YBÜ'ye başvuran ve başvuru sırasında elektrolit bozukluğu olan 1072 hasta retrospektif olarak dahil edildi. Travma hastaları, gebeler ve 18 yaşından küçük hastalar çalışma dışı bırakıldı. Hastane veri tabanı ve hasta dosyalarından demografik özellikler, eşlik eden hastalıklar, Ulusal Erken Uyarı Skoru-2 (NEWS-2), Charlson Komorbidite Skoru (CCI) ve Acil YBÜ kabul tanıları elde edildi. Başvuru elektrolit düzeyleri arasından sodyum, potasyum, megnezyum, klorür ve kalsiyum düzeylerine göre hastalar gruplandırıldı (hipo-, normo-, hiper-). Hastane sonlanımı kaydedildi. Hastane sonlanımı üzerinde etkisi olan elektrolit bozuklukları analiz edildi. Bulgular Hastaların yaş ortalaması 70.0 ± 18.0 yıl (20-99 yıl) idi. Hastaların %50,5'i erkek, %49,5'i kadındı. En sık başvuru tanıları sırasıyla enfeksiyon (%20,6), solunum (%19,6), dolaşım (%12,8) ve sindirim sistemi (%11,5) hastalıklarıydı. Hastaların %32,3’ünde hiponatremi, %12’sinde hipernatremi, %6,6’sında hipopotasemi, %28,3’ünde hiperpotasemi, %12,2’sinde hipomagnezemi, %13,5’inde hipermagnezemi, %25’inde hipokloremi, %16,3’ünde hiperkloremi, %36,6’sında hipokalsemi ve %4,6’sında hiperkalsemi mevcuttu. HCO3 düzeyi hastaların %69,7'sinde düşük, %10,6'sında yüksekti. Olguların %94,3'ünde herhangi bir elektrolit bozukluğu mevcuttu. %15,8'inde bir, %23,3'ünde iki, %27,7'sinde üç, IV %17,4'ünde dört, %8,1'inde beş ve %2'sinde altı elektrolit bozukluğu aynı anda mevcuttu. Ortalama hastanede kalış süresi 3,0 ± 4,4 gündü. Hastaların %41'i kaybedilirken, %31,6'sı dış merkeze sevk edilmiş ve %27,4'ü taburcu edilmişti. Multivaryant analizlerde, düşük HCO3 (OR=5,51, p<0,001), hiperkalsemi (OR=4,76, p<0,001), hipernatremi (OR=2,74, p=0,008), hipokloremi (OR=2,05, p=0,005) ve hiperpotaseminin (OR=1,84, p=0,008) mortalitede belirleyici olduğu izlendi. Sonuç Acil YBÜ hastaları elektrolit bozukluğu açısından yüksek risklidir. Birden fazla elektrolit bozukluğu aynı anda ortaya çıkmaktadır. Elektrolit bozukluğu olan hastaların acil YBÜ'de erken tanı ve tedavisi ile prognoz geliştirilebilir.
Öğe
Psöriasis tedavisinde biyolojik ajanların rutin laboratuvar parametrelerine olan etkileri
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Kıran, Melike; Özer, İlkay
Amaç: Kronik sistemik bir hastalık olan psöriasisin şiddetini ve hastalık aktivasyonu değerlendirmek için çoğunlukla psöriasis alan şiddet indeksi (PAŞİ) kullanılmaktadır. PAŞİ’nin zaman alıcı olması ve subjektif kriterler içermesi nedeni ile klinik pratikte kullanımı sınırlıdır. Literatürde hızlı ve kolay bakılabilen çeşitli laboratuvar parametreleri ve parametre oranları psöriasisli hastalarda sağlıklı kontrollere kıyasla daha yüksek saptanmıştır ve hastalık aktivitesi, hastalık komorbiditeleri ile ilişkili bulunmuştur. Çalışmamızda psöriasis tedavisinde kullanılan biyolojik ajanların bu parametrelere olan etkilerini karşılaştırmak amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ocak 2016 ile Ocak 2024 arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Kliniği’nde psöriasis vulgaris nedeni ile biyolojik ajan (Adalimumab, Ustekinumab, Sekukinumab, İksekizumab, Guselkumab, Risankizumab) tedavisi kullanan 511 hasta dahil edildi. Hastaların laboratuvar parametreleri retrospektif olarak incelendi. Biyolojik tedavi alan hastaların başlangıç ve tedavi sonrası 3 ve 6. aylarda sedim (ESR), C-reaktif protein (CRP), nötrofil/lenfosit oranı (NLO), trombosit/lenfosit oranı (TLO), nötrofilxtrombosit/lenfosit (SII=sistemik inflamasyon indeksi), monosit/lenfosit oranı (MLO), ortalama trombosit hacmi (MPV), trombosit kitle indeksi (TKİ= trombositxMPV), eritrosit dağılım genişliği (RDW), trombosit dağılım genişliği (PDW) gibi laboratuvar parametreleri hesaplanarak kayıt edildi. Bulgular: Çalışmaya katılan 271’i erkek 240’ı kadın olmak üzere toplamda 511 hasta dahil edildi. Bunlardan 104’ü Adalimumab, 116’sı Ustekinumab, 100’ü Sekukinumab, 63’ü İksekizumab, 54’ü Guselkumab, 74’ü Riskankizumab kullanmaktaydı. Çalışmaya dahil edilen hastaların %44,3’ünün(225 hasta) ek hastalığı bulunmaktaydı. %36’sı hipertansiyon, %31,1’i diyabet, %13,3’ü hiperlipidemi, %13,3’ü psikiyatrik hastalıklar, %10’u kardiyovasküler hastalıklar (KVH), %6’sı hipotiroidi ve %28,8’i diğer ek hastalıklara sahipti. Biyolojik ajan fark etmeksizin tüm hastalarda NLO, TLO, SII değerlerinde tedavi sonrası 3. ve 6. ayda başlangıç değerlerine kıyasla anlamlı azalma izlenmiştir (p=0,01). RDW 3. ayda başlangıca kıyasla anlamlı azalma göstermiştir (p=0,01). ESR ise tedavi sonrası 3. ay değerleri 6. aya kıyasla anlamlı düşük saptanmıştır (p=0,04). ESR ve CRP değerlerinde 3. ayda başlangıca göre azalma izlenmiş fakat anlamlı saptanmamıştır (p>0,05). MLO, PDW, TKİ ve MPV değerlerinde ise başlangıç ve tedavi sonrası 3 ve 6.aylarda anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0,05). Anti-TNF grubu biyolojik ajanlar interlökin (IL) inhibitörlerine kıyasla NLO, TLO ve SII değerlerinde anlamlı daha fazla azalmaya neden olmuştur (p=0,01; p=0,00; p=0,00). Sonuç: Psöriasis hastalarında hastalık şiddetinin değerlendirilmesinde, tedavi yanıtını ve tedavi seçiminin düzenlenmesinde yardımcı olabilecek parametrelere ihtiyaç vardır. Yapılan çalışmalarda bu parametreler ile ilgili birçok yayın olmasına karşın biyolojik ajanların bu inflamasyon parametrelerine olan etkilerini karşılaştıran sınırlı sayıda çalışma mevcuttur. Çalışmamız bu açıdan kıymetlidir. NLO, TLO, SII, RDW değerlerinde biyolojik ajanlar ile tedavi sonrası anlamlı azalma izlenmiştir. Bu parametrelerin tedaviye yanıtı değerlendirmek için kullanılabileceği düşünülmektedir. NLO, TLO ve SII değerlerinde anti-TNF ile tedavi edilen grupta diğer biyolojik ajanlara kıyasla anlamlı daha fazla azalma saptanmıştır. Bu durum TNF-α inhibitörlerinin IL inhibitörlerine kıyasla sistemik inflamasyonu baskılamada daha iyi olabileceğini ve psöriasis hastalığında özellikle kardiyovasküler komorbiditeler varlığında daha çok tercih edilebileceğini göstermektedir. ESR ve CRP değerleri biyolojik tedavi sonrası sayısal azalma göstermiş fakat bu fark anlamlı saptanmamıştır. ESR ve CRP’nin tedaviye yanıtı değerlendirmek için uygun olmadığı düşünülmektedir. MLO, PDW, TKİ ve MPV değerlerinde biyolojik ajanlar ile tedavi sonrası anlamlı fark saptanmamıştır. Bu nedenle bu parametrelerin tedaviye yanıtı değerlendirmek için uygun olmadığı düşünülmektedir