Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi

DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.

 

Güncel Gönderiler

Öğe
Dahiliye yoğun bakım hastalarında sistemik immun inflamatuar indeksinin mortalite ve morbidite ile ilişkisi
(2023) Güdek, Mesut; Göktepe, Mevlüt Hakan
Amaç: Yoğun bakım tüm dünya çapında sağlık alanının en stresli, yönetimi zor, maliyetli ve yaşam beklentilerin ve aynı zamanda mortalite ve morbiditenin yüksek olduğu üniteleridir. Bu kapsamda ülkeler bu parametreleri değerlendirerek yoğun bakım ünitelerinde hastanın mortalitesi, yoğun bakımda kalış süresi, uygulanacak tedaviler, stres faktörlerinin yönetimi ve bu faktörlerin en az seviyeye indirilmesi gibi durumları göz ününe alarak skorlama sistemleri geliştirilmiştir. Çalışmamızın bir parametresi olan SII (Sistemik İmmün İnflamasyon İndex) ilk ortaya atıldığı 2014 yılından beri birçok konu (malignite, otoimmun hastalıklar, bazı enfektif hastalıklar, kalp ve karaciğer ve serobrovasküler hastalıklar) üzerinde çalışılmış olup etkisi araştırılmıştır. Literatüre baktığımızda konumuzun direkt olarak çalışılmadığı saptanmıştır. Dolayısıyla bu çalışmamızda SII’nin yoğun bakım skorlamaları ve skor parametreleri arasında herhangi bir korelasyon, servis ve yoğun bakım yatış süreleri arasında ilişkinin olup olmadığı araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi dahiliye yoğun bakım ünitesine 13/05/2022 ve 20/04/2023 tarihleri arasında 18 yaş üstü ve 100 yaş altı olan 223 yatan hasta dâhil edilmiştir. Hastaların verileri yoğun bakıma geldiği ilk 24 saat içindeki değerleri not edildi. Bu veriler hastaların demografik özellikleri, kronik hastalıkları, renal replesman tedavisi, idrar volumu, uzun süreli steroid veya immun supresif durumu, inotropik ajan kullanımı, mekanik ventilasyon desteği ve biyokimyasal laboratuvar değerleri not edilerek SII ve diğer skorlama sistem puanları hesaplandı. İstatiksel veriler SPSS (Statistical Package for Social Sciences) 18.0 paket programı kullanılarak analiz edildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 223 hastanın yaş ortalaması 66,88 ± 14,44 yıl idi. Hastaların %53,4’ü (n=119) erkekti. En sık bulunan tanılar; %34,5 (n=77) ile hipertansiyon, %33,6 (n=75) ile diyabetes mellitus, %20,6 (n=46) ile akut böbrek yetmezliğiydi. En sık hastaneye yatış nedenleri ise %20,2 (n=45) ile akut böbrek yetmezliği, %19,7 (n=44) ile sepsis, %18,8 (n=42) ve Gastrointestinal sistem (GİS) kanaması olarak kaydedildi. Hastaların servis yatış süresi ortalaması 8,02±11,30 gün, YBÜ yatış süresi ortalaması 10,09±11,42 gün olarak belirlendi. Akut böbrek yetmezliği hastaların %38,6’sında (n=86), malignite %49,3’ünde (n=110), karaciğer hastalığı %24,2’sinde (n=54) bulunmaktaydı. Hastalara uygulanan tedaviler değerlendirildiğinde % 26,5’ine (n=59) renal replasman tedavisi verildiği, %31,4’üne (n=70) uzun süreli steroid veya immünsupresyon durumu olduğu, %31,8’ine (n=71) vazopressor kullanıldığı tespit edildi. Hastaların %29,1’inin (n=65) entübe olarak takip edildiği, son durumda hastaların %63,2’sinin (n=141) exitus olduğu belirlendi. SII’nin diğer skorlamalar ile mortalite arasındaki ilişkisinde sağ olanlarda 1084,05, exitus olanlarda 1621,8 p<0,017 gelmiştir. Mekanik ventilasyon durumuna göre incelendiğinde SII’nin p=0,078, NLR (Nötrofil Lenfosit Oranı) ise p=0,010 olup SII’den daha anlamlı olarak bulunmuştur. ABY (Akut Böbrek Yetmezliği) varlığına göre değerlendirildiğinde SII ABY olmayanlarda 1299, olanlarda 1563 p= 0,085, NLR ise olmayanlarda 8,3, olanlarda 13,4 p= 0,011 olarak bulunmuştur. Malignite ile karşılaştırıldığında malignite olmayanlarda 1101, olanlarda 1831 olup p= 0,001 gelmiştir. Karaciğer hastalık varlığına göre değerlendirildiğinde kc hastalığı olmayanlarda 1733, kc hastalığı olanlarda 846 p= 0,001 olup negatif korelasyon izlenmiştir. Servis, yoğun bakım, toplam hastane yatış süreleri arasında ilişki p değerleri sırasıyla (p=0,59-p=0,70-p=0,74) olup anlamlı bulunmamıştır. SII ve enfektif parametre olan crp, prokalsitonin ile arasındaki ilişki p değerleri sırası ile (p<0,001-p=0,020), NLR ile p değerleri sırası ile (p<0,001-p<0,001) olup istatistiksel olarak anlamlı çıkmıştır. Sonuç: SII, NLR gibi inflamasyon parametreleri yoğun bakım da mortalite, mekanik ventilasyon ihtiyacı, akut böbrek yetmezliği ve prognoz ön görmede APACHE II, SAPS II, SOFA, GKS gibi skorlamalar kullanılabileceği ve aynı zamanda birlikte kullanımının daha fazla yarar sağlayacağı saptanmıştır.
Öğe
Polikistik over sendromlu hastalarda serum endocan ve YKL-40 seviyeleri ile kardiyometabolik risk faktörleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
(2023) Kocadağ, Ümmühan Çankaya; Karaköse, Melia
Amaç: Polikistik over sendromunun (PCOS) incelenen popülasyona bağlı olarak, kadınlarda en sık görülen endokrinopatilerden biri olduğu ve kadınların %5-10'unu etkilediği düşünülmektedir. Sendrom klinik olarak oligomenore ve hiperandrojenizmin yanı sıra obezite, glukoz intoleransı, dislipidemi, yağlı karaciğer ve obstrüktif uyku apnesi gibi kardiyovasküler hastalıkla ilişkili risk faktörlerinin sık görülmesi ile karakterizedir. Endocan, endotelyal aktivasyonu yansıtan, vasküler endotel tarafından salgılanan bir dermatan sülfat proteoglikandır. Endocanın, anjiogenezis ve inflamatuvar sürecin regülasyonunda önemli rolü olduğu ve vasküler disfonksiyon ve buna bağlı kardiyovasküler riskin bir belirteci olarak kullanılabileceği öne sürülmektedir. Yapılan çalışmalarda endocan düzeyinin, kanser, sepsis, obezite, hipertansiyon ve enfeksiyon durumlarında da yükseldiği belirlenmiştir. YKL-40 (Chitinase-3-like protein) makrofaj ve nötrofillerden endotel hasarına yanıt olarak salgılanan bir glikoproteindir. Yapılan çalışmalarda artan YKL-40 seviyelerinin endotel disfonksiyonu ile bağlantılı olarak kardiyovasküler mortalite ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu çalışmamızda PCOS tanısına sahip hastalarda endocan ve YKL-40 düzeylerinin bu hastalardaki artmış kardiyovasküler riskin bir belirteci olarak kullanılıp kullanılamayacağının tespiti amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmamıza, Endokrinoloji polikliniğinde polikistik over sendromu tanısı alan 44 hastadan ve 40 kontrol grubundan (sağlıklı gönüllüler) YKL-40 ve endocan düzeyleri için, biyokimya tüplerine yaklaşık 5 ml venöz kan alındı, alınan numune düz ve içinde koruyucu içeren plastik tüpler içerisine konuldu ve 5°C’de 4000 rpm’de 5 dk santrifüj edildi. Elde edilen numuneler eppendorf tüplerine alınarak çalışma gününe kadar -80°C’de saklandı. Endokrin polikliniğinde ultrasonografi kullanılarak karotis intima media kalınlığı (CIMT) değerlendirildi. Diyet polikliniğinde hastaya vücut yağ oranını belirlemek için TANİTA ölçüm cihazı ile ölçüm yapıldı. Boy kilo ve vücut kitle indeksi (VKİ) ölçümü yapıldı. Hastaların ve kontrol grubunun glukoz, insülin, lipid parametleri (LDL, HDL, trigliserid ve total kolesterol) crp (c reaktif protein), testesteron ve dehidroepiandrosteron (DHEAS) seviyeleri dosyalarından alındı. Sistolik ve diastolik kan basıncı ölçümleri yapıldı. Glikoz ve insülin sonuçlarına göre HOMA-IR skoru hesaplandı. Serum endocan ve YKL-40 düzeyleri, ELISA yöntemiyle çalışıldı. İstatistiksel hesaplamalar SPSS 22.0 (Statistical Package for Social Sciences) programı kullanılarak yapıldı. Sürekli değişkenler dağılım normal ise ortalama ± standart sapma, dağılım normal değilse ortanca (minimum-maksimum) olarak verildi. Parametrik test varsayımları sağlandığında bağımsız grup farklılıklarının karşılaştırılmasında iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (Independent samples t test); parametrik test varsayımları sağlanmadığında ise bağımsız grup farklılıklarının karşılaştırılmasında Mann-Whitney U testi kullanıldı. Ayrıca değişkenler arası ilişkiyi incelemek için Pearson ve Spearman korelasyon analizleri kullanıldı. Farklılıklar için, p<0.05 düzeyi istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: PCOS’u olan bireylerle serum YKL-40 seviyesi kontrollerle kıyaslandığında daha yüksek saptanmıştır. Ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p=0,09). Serum endocan düzeyleri arasında PCOS ve kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p=0.014). PCOS hasta grubunda serum endocan düzeyi yüksek saptanmıştır. Serum endocan ve YKL-40 düzeyleri ile; kardiyometabolik risk değerlendirmesinde önemli belirteçler olan HOMA-IR skoru, VKİ, insülin, crp, CIMT, total testesteron, DHEAS ve lipid profili (trigiserid, HDL, LDL, kolesterol) ölçümleri arasında ilişki olup olmadığı korelasyon analizleri ile değerlendirildi. Ykl-40 düzeyi ile VKİ, crp, CIMT, total testesteron, dheas ve lipid profili (trigiserid, HDL, LDL, kolesterol) ölçümleri arasında ilişki saptanmamıştır. Endocan düzeyi ile HOMA-IR skoru, VKİ, insülin, crp, CIMT, total testesteron, DHEAS ve lipid profili (trigiserid, HDL, LDL, kolesterol) ölçümleri arasında ilişki saptanmamıştır. Çalışmamızda ayrıca her iki grupta YKL- 40 ile Endocan arasında r = .626 korelasyon değeri ile istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Polikistik over sendromu, artan sayıda kardiyovasküler komorbidite ile ilişkilidir. PCOS hastalarında endocan anlamlı şekilde artmış olsa da, KVH risk biyobelirteci olarak kullanımının kabul edilebilmesi için daha geniş hasta populasyonuna ve daha uzun süreli hasta kohortuna ihtiyaç vardır. Aynı şekilde YKL-40’ın da PCOS’lu hastalarda daha yüksek saptamamıza rağmen kontrol grubu ile anlamlı ilişki bulamamış olmamız, KVH riskinin belirlenmesinde kullanımının daha ileri araştırmalara ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Yine de endocan ile YKL-40’ın anlamlı korelasyonu, bize bu iki parametrenin kardiyovasküler hastalık riski öngörülmesi ve takibi için faydalı olabileceğinin bir göstergesidir.
Öğe
Karaciğer sirozu hastalarında terapötik parasentezin pro-BNP ve troponin üzerine etkileri
(2023) Bilgen, Hakan; Keskin, Muharrem
Giriş ve Amaç: Karaciğer sirozunun portal hipertansiyona bağlı gelişen en sık karşılaşılan komplikasyonu olan asit, önemli bir morbidite ve hastaneye yatış sebebidir. Yüksek volümlü parasentez dirençli refrakter asitte sık kullanılan bir tedavi seçeneğidir. Kardiyak musküler yapının gerilimine bağlı salınan BNP ve kardiyak iskemi göstergesi olarak hs-troponin gibi belirteçler günümüzde sıklıkla kullanılmakta olup karaciğer sirozunda yükseldikleri gösterilmiştir. Çalışmamızda yüksek volümlü parasentezle dinamik değişikliklerin kardiyak ön yük ve iskemi üzerindeki etkisini prospektif olarak pro-BNP ve hs-troponin ile değerlendirimeyi amaçladık. Materyal ve Metod: Çalışmamıza 33 kompanse sirozlu ve 25 terapötik parasenetez ihtiyacı olan dekompanse siroz hastası dahil edilmiştir. Kardiyovasküler hastalık öyküsü, ileri derece astım-KOAH, hipotiroidi, evre 3 ve üzeri kronik böbrek hastalığı, aktif enfeksiyon veya aktif siroz komplikasyonu olan, transplantasyon öyküsü veya hepatoselüler karsinom dahil malignitesi olan, 18 yaş altı hastalar ve gebe hastalar ölçülen pro-BNP ve hs-troponin değerlerini etkilelememesi için çalışmadan dışlanan hasta gruplarıdır. Hastaların demografik özellikleri, laboratuvar değerleri, pro-BNP, hs-troponin seviyeleri, masif terapötik parasentez (MTP) grubunda parasentez sonrası 6. , 48. saat ve 7. gün pro-BNP değerleri ve rutin biyokimyasal parametreler, MTP sonrası 6.saatte hs-troponin değeri ölçülmüştür. MTP grubunda yapılan parasentez miktarları, albümin kullanımı ve ölçüm saatlerindeki arteriyel tansiyon değerleri de takip edilmiştir. Çalışma BAP desteğiyle etik kurul onayı alınarak yapılmıştır. Çalışma sonuçları değerlendirmesinde ağırlıklı olarak non-parametrik testlerden Wilcoxon signed rank test kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmamızın sonucunda MTP grubunda asiti olmayan hastalara göre bazal pro-BNP ve hs-troponin değerleri anlamlı yüksek bulunmuştur. MTP grubunda bazal pro-BNP değerleriyle 6. saat, 48. saat ve 7. gün ölçülen pro-BNP değerleri arasında istatiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Parasentez öncesi hs-troponin değeri ile 6.saatte ölçülen hs-troponin değeri arasında da anlamlı fark bulunmamıştır. Sonuç: Pro-BNP ve hs-troponin prognoz göstergesi olarak sirozun şiddeti ile koreledir. Yüksek volümlü parasentezin hastalarda kardiyak ön yük ve kardiyak iskemi üzerinde anlamlı etkisi olmadığı ve hem kardiyak hem renal fonksiyonlar açısından güvenli olabileceği saptanmıştır.
Öğe
Metabolik sendromlu hastalarda aterojenik plazma indeksi ve nabız dalga hızının (pulse wave velocity) arteriyel sertlik ile ilişkisinin değerlendirilmesi
(2023) Duru, Hüsniye Betül İnci; Karakurt, Feridun
Amaç: Metabolik sendrom (MetS), insülin direnciyle başlayan abdominal obezite, glukoz intoleransı veya tip 2 diyabet, dislipidemi, hipertansiyon ve koroner arter hastalığı (KAH) gibi sistemik bozuklukların birbirine eklendiği ölümcül bir endokrinopatidir. Arteriyel sertlik yaşlanma, çevresel ve genetik faktörler sonucunda damarlarda oluşan fonksiyonel ve yapısal değişiklikler olarak tanımlanır. Arteriyel sertliğin kardiyovasküler hastalık ilişkili mortalitenin bağımsız belirleyicisi olduğu bilinmektedir. Kardiyovasküler hastalık risk kümelenmesi olan metabolik sendromda da arteriyel sertlik artışı gözlenmektedir. Aterojenik plazma indeksi (API); aterojenik ve anti-aterojenik faktörler arasındaki dengeyi kapsamlı bir şekilde yansıtır ve KAH riskini tahmin etmede güçlü bir belirteçtir. Çalışmamızda metabolik sendromlu hastalarda; metabolik sendrom bileşenleri ile aterojenik plazma indeksi ve nabız dalga hızının ilişkisini incelemeyi amaçladık. Gereç ve yöntem: Çalışmamız için Mart 2023 – Ağustos 2023 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji Polikliniğine ayaktan başvuran 18- 65 yaş arasındaki bireylerden; daha önceden belirlenmiş çalışmaya dahil edilme kriterlerine uyan 55 olgu ve kontrol grubu için; hasta grubuna benzer yaş ve cinsiyette vücut kütle indeksi (VKİ) 30’un altında olan ve aynı polikliniğe başvuran sağlıklı bireylerden 26 olgu seçildi. Hasta ve kontrol grubu nabız dalga hızı (NDH), API ve biyokimyasal parametre sonucuna göre değerlendirildi ve elde edilen verilerin istatistiksel analizi yapıldı. Bulgular: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Endokrin ve Metabolizma Hastalıkları Kliniği’nde yapılan bu çalışmaya 55 hasta ve 26 sağlıklı birey dahil edildi. Hasta grubunun %50,9’u (n=28), kontrol grubunun %55,0’ı (n=13) kadındı. Hastaların yaş ortalaması 54,96±8,16 yıl, kontrol grubunun ise 51,31±10,72 yıldı. Hasta grubunda kontrol grubuna göre sistolik kan basıncı (SKB), diastolik kan basıncı (DKB), ortalama arteriyel kan basıncı (OAB), nabız basıncı (NB) ve aortta ölçülen sistolik kan basıncı, merkezi nabız basıncı (CPP), nabız dalga hızı (NDH) ve aterojenik plazma indeksi (API) değerleri istatistiki olarak daha yüksek bulundu (p değerleri sırasıyla; p<0,001; p=0,036; p<0,001; p<0,001; p<0,001; p=0,001; p<0,001; p<0,001). API ile TyG indeksi arasında pozitif yönlü iyi derecede anlamlı korelasyon tespit edildi. NDH düzeyi ile yaş arasında pozitif yönlü çok iyi derecede; sistolik kan basıncı, aort sistolik kan basıncı düzeyleri arasında pozitif yönlü orta derecede; ortalama arteriyel kan basıncı, glikozillenmiş hemoglobin (HbA1c) ve üre ile pozitif yönde; total kolesterol düzeyi arasında negatif yönlü düşük-orta derecede; nabız basıncı düzeyi arasında iyi derecede pozitif yönde; glukoz arasında pozitif yönlü, LDL ve GFR arasında negatif yönlü düşük anlamlı korelasyon tespit edildi. Sonuç: Çalışmamızda, MetS bireylerde nabız dalga hızının arttığı ve metabolik sendrom mevcudiyetinin arteriyel sertliğin bağımsız belirleyicisi olduğu gösterilmiştir. MetS bireylerde SKB, OAB, HbA1c, glukoz ve eGFR düzeyleri arteriyel sertlik ile ilişkili bulunmuştur. Arteriyel sertliğin bir göstergeleri olan API ve NDH arasında anlamlı korelasyon saptanmamıştır. Ancak çalışmamızda hasta sayısı sınırlı olup daha geniş hasta popülasyonunun yer aldığı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Öğe
Dismorfik bulguları olan çocuklarda kardiyak değerlendirme
(2024) Özdemir, Hüseyin Safa; Baysal, Tamer
Dismorfik çocuk; doğuştan gelen normalden farklı fiziksel özelliklere sahip çocuk anlamına gelir. Genetik anormallikler, doğum öncesi enfeksiyonlar, doğum travması gibi bazı nedenlerle dismorfik özellikler ortaya çıkabilir. Dismorfik özellikler çoğu zaman bir sendromun işaretçisidir. Kardiyovasküler anomaliler izole şekilde ya da iyi tanımlanmış genetik sendromun parçası olarak görülebilmektedir. Bu çalışmada dismorfik bulguları olan çocuklar etyolojik olarak araştırılırken ileri kardiyak değerlendirmelerini yaptık. Dismorfik bulguları olan çocuklarda eşlik edebilecek kardiyak sorunları ortaya koymayı amaçladık. Çalışmaya dismorfik bulguları olan daha önce kardiyak açıdan ileri inceleme yapılmamış ve genetik açıdan araştırılmamış 18 yaşın altında 67 hasta dahil edildi. Bazı demografik bilgiler, fizik muayene bulguları, elektrokardiyografi (EKG) ve ekokardiyografi (EKO) verileri, varsa sonuçlanan genetik tahlilleri incelendi. Hastaların 22'si (%32,8) kız, 45'i (%67,2) erkek ve yaş ortalaması 4 yaş 10 ay (ortanca yaş 3 yaş 3 ay) idi. Hastaların 38'inin (%56,7) nörolojik gelişim basamakları normalken 29'unun (%43,3) gecikmiş olarak saptandı. Hastaların değerlendirildiği, verilerin toplandığı süreçte 13 (%19,4) hastaya genetik olarak tanı kondu. Hastaların EKG değerlendirmesinde anlamlı bulgu saptanmazken, yapılan EKO sonucunun 31 (%46,2) hastada normal, 36 (%53,8) hastada anormal olduğu saptandı. Hastalardaki dismorfik bulgu varlığı ile konjenital kalp hastalığının ilişkili olduğu tespit edildi. Tamamında dismorfik bulgu olan hastaların yarısından fazlasında kardiyak anomali olduğu bulundu. Literatürle uyumlu olarak orofasiyal bölgedeki dismorfik bulgu varlığı ile kardiyak anomali arasında anlamlı ilişki saptandı.