Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi
DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.

Güncel Gönderiler
HIV ile yaşayan hastalarda kemik homeostazisinin değerlendirilmesinde Nükleer Faktör Kappa-B ligandının reseptör aktivatörü ve osteoprotegerin düzeyleri ile diğer serum biyobelirteçlerinin karşılaştırılması
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Keskin, Pınar Belviranlı; Erayman, İbrahim
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, İnsan immün yetmezlik virüsü (HIV) ile yaşayan bireylerde kemik homeostazisinin değerlendirilmesinde RANKL (Nükleer Faktör Kappa-B Ligandının Reseptör Aktivatörü), OPG (Osteoprotegerin) ve RANKL/OPG oranı gibi serum biyobelirteçlerinin rolünü incelemek ve bu belirteçlerin kemik mineral yoğunluğu (KMY) ile olan ilişkisini ortaya koymaktır.
YÖNTEM: Çalışmaya 80 HIV pozitif birey dahil edildi. Katılımcıların sosyodemografik özellikleri, yaşam tarzı alışkanlıkları, antiretroviral tedavi (ART) rejimleri ve laboratuvar parametreleri kayıt altına alındı. Serum RANKL, OPG, vitamin D, paratiroid hormonu, inflamatuar belirteçler ve immün sistem parametreleri ile KMY ölçümleri değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların yaşlarının ortanca değeri 37 yıl olup, yaş ile RANKL (r=-0,381, p<0,001) ve OPG (r=-0,355, p=0,001) arasında anlamlı negatif korelasyon saptandı. RANKL (ortanca: 95,9 pg/mL), OPG (ortanca: 1,8 ng/mL) ve RANKL/OPG oranı (ortalama 55,9±12,6) ile KMY arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0,05). CD4/CD8 oranı ile RANKL (r=0,311; p=0,005) ve OPG (r=0,333; p=0,003) düzeyleri arasında anlamlı pozitif korelasyon saptandı. Başvuru anı HIV RNA düzeyi ile RANKL (r=–0,232; p=0,038) ve OPG (r=–0,263; p=0,018) düzeyleri arasında anlamlı negatif korelasyon bulundu. Hemoglobin (r=–0,250; p=0,025) ve albümin (r=–0,268; p=0,016) düzeyleri RANKL/OPG oranı ile negatif korelasyon gösterdi. İnflamatuar belirteçler (C-reaktif protein, interlökin-6, eritrosit sedimantasyon hızı) ve vitamin D düzeyleri ile RANKL, OPG ve RANKL/OPG oranı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0,05). SONUÇ: HIV ile yaşayan bireylerde kemik döngüsü; immünolojik durum, viremi düzeyi, ART ve yaş gibi çok sayıda faktörün etkileşimiyle şekillenen karmaşık bir süreçtir ve RANKL/OPG sistemi bu sürecin yalnızca bir parçasını oluşturmaktadır. Bu nedenle biyobelirteçlerin hem sistemik hem de lokal düzeyde birlikte değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Ultrason kılavuzluğunda perikardiyosentez, yeni bir yaklaşım tek ponksiyon kateterizasyon
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Yılmaz, Mücahit; Poyraz, Necdet
Amaç: Perikardiyosentez, semptomatik perikardiyal efüzyon ve kardiyak tamponadın erken tedavisi veya tanısı için en yararlı terapötik prosedürdür. Kör yöntem, perikardiyosentez prosedürü için on yıllardır kullanılan subksifoid yaklaşımdır. Son yıllarda güvenli ve başarılı perikardiyosentez için önerilen teknikler bilgisayarlı tomografi, floroskopi, ekokardiyografi eşliğinde yapılan substernal, parasternal ve apikal yaklaşımlardır. Sürekli tahliye gerektiren durumlarda Seldinger tekniği ile kateterizasyon yapılır. Tek ponksiyon kateterizasyonu ile perikardiyosentezin pratikliği konusundaki kanıtlar hala sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı semptomatik perikardiyal efüzyon veya kardiyak tamponadı olan hastalarda ultrasonografi kılavuzluğunda substernal veya parasternal yaklaşım kullanılarak yeni bir perikardiyosentez tekniğini değerlendirmektir.
Metotlar: Nisan 2019-Eylül 2024 tarihleri arasında kardiyak tamponad ve semptomatik perikardiyal efüzyon semptomları ile acil servis ve kardiyoloji kliniklerine başvuran ve girişimsel radyoloji kliniğinde perikardiosentez kateteri yerleştirilen hastaların retrospektif analizi yapılacaktır. İşlemden önce ve sonra hastaların arteriyel kan basıncı, nabız hızı ve oksijen satürasyonu kaydedilmiştir. İşlem öncesi ekokardiyografi ile perikardiyal efüzyon kalınlığı ve cilt ile perikard arasındaki mesafe belirlendi. Perikardiyal efüzyon boşaltımı yapılan hastaların, drenaj tekniği, giriş bölgesi ve komplikasyonlar incelenmesi yapılmıştır.
Bulgular: Çalışmamızda perikardiyosentez yapılan 62 hasta (25 Kadın, 37 Erkek) tarandı, bu hastalar arasında 56 hastaya perikardiyal efüzyona drenaj katateri takıldı.6 hastada sadece örnek alma amaçlı perikardiyosentez yapıldı. 62 hastada iki farklı teknik (seldinger 19, trokar 43) uygulandı. Etyolojide malignite, travmatik ve iyatrojenik nedenler sık görülenler arasındadır. Seldinger tekniği kullanılan hastalarla trokar tekniği kullanılan hastalara kateter uygulanma durumu karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu (p=0,009). Aradaki farklılığın nedeni kateter uyulamlarında çoğunlukla trokar tekniği tercih edildilmesine bağlanabilir.
Sonuç: Bu çalışmada, semptomatik perikardiyal efüzyon veya kardiyak tamponadı olan hastalarda ultrasonografi rehberliğinde uygulanan tek ponksiyon kateterizasyon yöntemi değerlendirilmiştir. Toplam 62 hastadan 56’sına başarıyla drenaj kateteri yerleştirilmiş, trokar tekniğinin Seldinger tekniğine kıyasla daha sık tercih edildiği gözlemlenmiştir. Elde edilen bulgular, yöntemin güvenilir, pratik ve hasta konforunu artıran bir yaklaşım olduğunu ortaya koymuştur. Ancak çalışmanın retrospektif olması ve sınırlı hasta sayısı gibi etkenler, sonuçların genellenebilirliğini sınırlamaktadır. Gelecekte yapılacak çok merkezli ve prospektif çalışmalarla yöntemin etkinliği daha net ortaya konabilecektir.
Ratların deneysel posttravmatik medulla spinalis hasarında Isoliquiritigenin'in nöronal rejenerasyon etkilerinin değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Karataş, Fatih; Erdi, Mehmet Fatih
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, İnsan immün yetmezlik virüsü (HIV) ile yaşayan bireylerde kemik homeostazisinin değerlendirilmesinde RANKL (Nükleer Faktör Kappa-B Ligandının Reseptör Aktivatörü), OPG (Osteoprotegerin) ve RANKL/OPG oranı gibi serum biyobelirteçlerinin rolünü incelemek ve bu belirteçlerin kemik mineral yoğunluğu (KMY) ile olan ilişkisini ortaya koymaktır.
YÖNTEM: Çalışmaya 80 HIV pozitif birey dahil edildi. Katılımcıların sosyodemografik özellikleri, yaşam tarzı alışkanlıkları, antiretroviral tedavi (ART) rejimleri ve laboratuvar parametreleri kayıt altına alındı. Serum RANKL, OPG, vitamin D, paratiroid hormonu, inflamatuar belirteçler ve immün sistem parametreleri ile KMY ölçümleri değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların yaşlarının ortanca değeri 37 yıl olup, yaş ile RANKL (r=-0,381, p<0,001) ve OPG (r=-0,355, p=0,001) arasında anlamlı negatif korelasyon saptandı. RANKL (ortanca: 95,9 pg/mL), OPG (ortanca: 1,8 ng/mL) ve RANKL/OPG oranı (ortalama 55,9±12,6) ile KMY arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0,05). CD4/CD8 oranı ile RANKL (r=0,311; p=0,005) ve OPG (r=0,333; p=0,003) düzeyleri arasında anlamlı pozitif korelasyon saptandı. Başvuru anı HIV RNA düzeyi ile RANKL (r=–0,232; p=0,038) ve OPG (r=–0,263; p=0,018) düzeyleri arasında anlamlı negatif korelasyon bulundu. Hemoglobin (r=–0,250; p=0,025) ve albümin (r=–0,268; p=0,016) düzeyleri RANKL/OPG oranı ile negatif korelasyon gösterdi. İnflamatuar belirteçler (C-reaktif protein, interlökin-6, eritrosit sedimantasyon hızı) ve vitamin D düzeyleri ile RANKL, OPG ve RANKL/OPG oranı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0,05). SONUÇ: HIV ile yaşayan bireylerde kemik döngüsü; immünolojik durum, viremi düzeyi, ART ve yaş gibi çok sayıda faktörün etkileşimiyle şekillenen karmaşık bir süreçtir ve RANKL/OPG sistemi bu sürecin yalnızca bir parçasını oluşturmaktadır. Bu nedenle biyobelirteçlerin hem sistemik hem de lokal düzeyde birlikte değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Ratlarda oluşturulan deneysel periodontitis modelinde Petroselinum crispum (maydanoz) ekstresinin etkilerinin incelenmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Kalender, Muhammed Emin; Yarkaç, Fatma Uçan
Giriş: Periodontal hastalıklar, dişleri çevreleyen destek dokuların kronik enflamatuar süreçler
sonucunda yıkıma uğradığı kompleks enfeksiyonlardır. Bu hastalıkların temel etkeni dental plak olsa
da esas yıkım konak immün yanıtının dengesiz ve aşırı tepkisiyle ilişkilidir. Bu süreçte gram-negatif
bakterilerin virülans faktörleri, enflamatuar sitokinlerin salınımı, kemik yapım-yıkım dengesi ve
matriks metalloproteinazların aşırı ekspresyonu dokusal hasarı tetiklerken, reaktif oksijen türlerinin
artışıyla oksidatif stres de hastalığın ilerlemesinde önemli rol oynamaktadır. Antioksidan savunma
sistemlerinin bu zararlı etkileri baskılaması hedeflenmiş, özellikle doğal kaynaklı bitkisel antioksidanlar
koruyucu ve tedavi edici potansiyelleriyle araştırılmıştır. Maydanoz (Petroselinum crispum), içerdiği
flavonoidler sayesinde antioksidan ve antienflamatuar özellikler gösteren tıbbi bir bitki olarak ön plana
çıkmaktadır, ancak periodontal hastalıklar üzerindeki etkisi literatürde yeterince araştırılmamıştır. Bu
nedenle bu tez çalışmasında, ratlarda oluşturulan deneysel periodontitis modelinde, maydanoz
ekstresinin periodontal enflamasyon ve oksidatif stres üzerine etkilerinin histolojik, biyokimyasal ve
radyografik düzeyde incelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya toplam 30 rat dahil edilmiş ve dört gruba ayrılmıştır: Sağlıklı grup (S,
n=6), Periodontitis grubu (P, n=8), Koruyucu grup (K, n=8) ve Tedavi grubu (T, n=8). Deneysel
periodontitis, maksiller ikinci molar dişlerin etrafına ligatür yerleştirilerek oluşturulmuş ve 14 gün sonra
ligatürler çıkarılmıştır. K grubunda, 200 mg/kg dozunda maydanoz ekstresi hastalık süreci boyunca (0-
14. günler) oral gavaj yoluyla günlük olarak uygulanmıştır; T grubunda ise aynı doz ligatürlerin
çıkarılmasından sonra, 15–28. günler arasında uygulanmıştır. Deney sonunda tüm ratlar sakrifiye
edilmiş ve alınan serum örneklerinde İnterlökin-1 beta (IL-1β), Tümör Nekroz Faktörü Alfa (TNF-α),
Peroksizom Proliferatör Aktive Edici Reseptör Gama Koaktivatörü-1 Alfa (PGC-1α), Nükleer Faktör
Eritroid 2 ile İlişkili Faktör 2 (NRF2), Total Oksidan Seviye (TOS), Total Antioksidan Seviye (TAS),
Oksidatif Stres İndeksi (OSİ) düzeyleri Enzyme Linked-Immuno-Sorbent Assay (ELISA) yöntemiyle
değerlendirilmiştir. Sistemik toksisite ise karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri aracılığıyla Alanin
Aminotransferaz (ALT), Aspartat Aminotransferaz (AST), Üre ve Kreatinin düzeyleriyle
değerlendirilmiştir. Maksillar ikinci molar diş etrafında alveolar kemik kaybı mikrobilgisayarlı
tomografi cihazı ile analiz edilmiştir.
Bulgular: Çalışmada, IL-1β, TNF-α, NRF2, PGC-1α, TOS, TAS ve OSİ düzeyleri açısından
gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar saptanmıştır (p<0.05). P grubunda, enflamatuar
ve oksidatif stres belirteçlerinde olumsuz değişiklikler gösterirken, maydanoz ekstresi uygulanan K ve
T gruplarında bu parametreler anlamlı şekilde iyileşmiştir (p<0.05). ALT ve AST P grubunda anlamlı
şekilde yüksek bulunmuş (p<0.05); K ve T gruplarında bu düzeylerin yükselmediği gözlenmiştir
(p>0.05). Üre ve kreatinin düzeylerinde ise anlamlı fark saptanmamıştır (p>0.05). Mezial ve distal
kemik kaybı açısından da K ve T gruplarında P grubuna göre anlamlı düzeyde iyileşme gözlenmiştir
(p<0.05). Histopatolojik olarak, P grubuna kıyasla K ve T gruplarında enflamasyon skoru ve osteoklast
sayısı belirgin şekilde azalırken, osteoblast sayısı daha yüksek bulunmuştur (p<0.05).
Sonuçlar: Maydanoz (Petroselinum crispum) ekstresinin, deneysel periodontitis modelinde
enflamasyon ve oksidatif stres belirteçlerini ve kemik kaybını azalttığı ve sistemik toksisite
oluşturmadan olumlu etkiler gösterdiği bulunmuştur. Koruyucu ve tedavi edici uygulamalarda benzer
iyileştirici etkiler gözlemlenmiştir. Bu bulgular, maydanoz bitkisinin periodontal hastalıkların
yönetiminde destekleyici olarak kullanılabileceğini göstermektedir
Biyoaktif cam içerikli kuafaj materyalinin klinik ve radyografik olarak değerlendirilerek antibakteriyel özelliklerinin incelenmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Abaklı, Merve; Korkut, Emre
Pulpa kuafajı; travma ya da çürük sebebiyle pulpaya çok yaklaşıldığı durumlarda, canlı pulpa
dokusunu korumak amacıyla kavite tabanına biyouyumlu ve sert doku oluşumunu indükleyen bir
materyal yerleştirilmesi işlemidir. Bu çalışmanın amacı, indirekt pulpa kuafaj tedavisi uygulanan süt
ve sürekli dişlerde biyoaktif cam içerikli Activa Bioactive materyalinin Dycal, Biner LC, TheraCal
LC materyalleriyle klinik olarak karşılaştırılması ve materyallerin ortamda oluşturduğu pH
değişiklikleri ile antibakteriyel etkinliklerinin in vitro olarak değerlendirilmesidir.
Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim
Dalı’na tedavi amacıyla başvuran, 4-15 yaş aralığında hasta seçim kriterlerine uygun 145 hasta dahil
edilmiştir. Toplamda 200 adet olmak üzere, 100 adet süt ikinci azı ve 100 adet sürekli birinci azı dişi
uygulanan pulpa kuafaj materyallerine göre 25’erli olarak 4 gruba ayrılmıştır. Tüm dişlere indirekt
pulpa kuafaj tedavileri ve bitim restorasyonları aynı hekim tarafından yapılmıştır. Tedavi sonrası 1, 3,
6, 9 ve 12. aylarda klinik ve radyografik değerlendirmeler iki araştırmacı tarafından yapılarak
kaydedilmiştir. Elde edilen veriler Ki-kare testi ile istatistiksel olarak analiz edilmiştir. Materyallerin
12 aylık takip süresi boyunca klinik ve radyografik başarıları istatistiksel olarak değerlendirildiğinde
gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır.
Çalışmanın in vitro aşamalarında ise, Staphylococcus aureus (ATCC 25923) ve Escherichia
coli (ATCC 25922) standart suşları kullanılarak aköz süspansiyon tekniği ile materyallerin
antibakteriyel etkinliği değerlendirilmiştir. Antibakteriyel etkinlik bakteri sayısındaki yüzdesel azalma
olarak ifade edilmiş, istatistiksel olarak en fazla azalma Activa Bioactive grubunda görülmüştür.
Materyallerin ortamda oluşturdukları pH değişimleri ise 1, 2, 8, 24, 48 ve 168. saatlerde ölçülmüş,
istatistiksel olarak TheraCal LC grubunda gözlenen pH değişiminin diğer gruplardan anlamlı bir
şekilde yüksek olduğu görülmüştür (p<0,05).
Bu çalışma sonuçları biyoaktif cam içerikli Activa Bioactive materyalinin indirekt pulpa
kuafaj tedavilerinde etkin bir şekilde kullanılabileceğini göstermiş olup, materyalin klinik etkinliğinin
ve fiziksel özelliklerinin daha iyi anlaşılabilmesi için örnek sayısının ve takip süresinin arttırıldığı ileri
çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.