Yazar "Ekici, Nezahat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 2 / 2
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Experiential Marketing and Vacation Experience : The Sample of Turkish Airlines(Elsevier Science Bv, 2014) Alagoz, Selda Basaran; Ekici, NezahatCustomer demands that change with competitive circumstances of modern day, force firms improve themselves for new strategies to differentiate them from their competitors and to acquire competitive advantage. Therefore, in the experience economy we live through; marketing theorists and implementers are in search of unique and entertaining experiences to create customer dependence. In this context, strategies of marketing world has changed and developed to provide consumer experience rather than selling product and service. Experience is the main component of experiential marketing and it aims to make consumers respond, act actively to purchase and gain different feelings, different perceptions in consequence of their experiences. For that purpose, experience creates varied revivers such as special areas, atmospheres, new settlements. In terms of airline sector; fast changing life styles, intense work periods and desire of award oneself after those hard periods, increasing expectations of people about using their spare time valuable and amusing; support travel and experience activities. With reference to this assumption; experiential brand qualification of Turkish Airlines, experiential qualification of services Turkish Airlines offer and how these services affect travel experience and position of Turkish Airlines about following experiential marketing activities will be determined and after the literature review about experiential marketing and experiential marketing implementations. Travel experience perceptions of consumers will be specified as well. It will also be examined if there is any difference about travel experience perceptions according to consumers who have different socio-demographic characteristics. A sample survey will be fulfilled for the study. (C) 2014 Published by Elsevier Ltd.Öğe Sistemik skleroz tanılı akciğer tutulumu olan ve olmayan hastalarda akciğer fibrozisi ile DKK2 düzeyleri arasındaki ilişkinin araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Ekici, Nezahat; Çizmecioğlu, Hilal AkayAmaç: Bu tez projemizde sistemik sklerozis (skleroderma) tanısı alıp akciğer tutulumu olan ve tutulum görülmeyen hastalarda Dickkopf protein 2 düzeyinin tutulum ile ilişkisini değerlendirmeyi hedefledik. Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Dahiliye Anabilimdalı Romatoloji bilimdalı poliklinik ve servislerinde takipli 60 sistemik skleroz tanısı almış hasta kayıt altına alındı.Hastaların yaş, cinsiyet, hastalık süresi gibi demografik bilgileri alındıktan sonra anamnez, fizik muayene, kan tahlilleri ve görüntülemeleri ile hastalığın tutulum tipi belirlendi. Diffüz (sistemik) tutulumu olanlar çalışmaya dahil edildi. Hastane kayıtlarından yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi ve toraks tomografisi raporlarına göre interstisyel akciğer hastalığı araştırılıp var veya yok şeklinde kayıt edildi. Hasta ve kontrol grubunun ependorf tüplerine konularak ayrılan serumları, serum DKK2 düzeyi analiz edilene kadar -80 derecede saklandı. HemhastahemdekontrolgrubundaserumDKK2 düzeyleri hemogram ve biyokimyasal parametreleri bakıldı. Hastalık ile ilişkisi değerlendirildi. Bulgular:Çalışmamıza, 30’u akciğer tutulumu olan sistemik skleroz (SSc) hastası, 30’u akciğer tutulumu olmayan SSc hastası ve 30’u sağlıklı kontrol grubu olmak üzere toplam 90 katılımcı dahil edilmiştir. Tüm katılımcıların %81.1’i (n: 73) kadın olup, gruplar arasında cinsiyet dağılımları benzerdir (p: 0.446). Tüm katılımcıların %81.1’i (73/90) kadın olup, gruplar arasında cinsiyet dağılımları benzerdir (p=0.446). Hastaların yaşlarına bakıldığında, sağlıklı kontrol grubunun yaş ortalaması (37.23 ± 10.08), SSc hastalarının yaşlarına göre (55.57 ± 11.03) anlamlı olarak daha küçük bulunmuştur. Başka bir deyişle, SSc hastalarının yaşları anlamlı olarak daha yüksektir. Çalışmadaki SSc hastalarında tanı yaşı ve hastalık süresi de ayrıca değerlendirilmiştir. Tanı yaşı SSc hastalarında ortalama 48.55 ± 10.69 yıl olup; akciğer tutulumu olanlarda tanı yaşı (52.37±11.50), akciğer tutulumu olmayanlara (44.73±8.38) kıyasla anlamlı olarak daha yüksektir (p=0.005). Hastalık süresine bakıldığında ise; bu parametre normal dağılmadığından iki grup arası karşılaştırma Mann-Whitney U testi ile yapılmış ve değerler ortanca (25-75.persentil) cinsiden ifade edilmiştir. SSc hastalarında ortanca hastalık süresi 108 ay (25-75p=36-126 ay) olup; bu süre akciğer tutulumu olanlarda daha kısadır (ortanca 66 ay vs. 120 ay), ancak aradaki fark sınırdan anlamsız çıkmıştır (p=0.056). Çalışmamızda sigara içme durumlarına bakıldığında, akciğer tutulumu olan SSc hastalarının sigara içicisi olmama oranı (%80) anlamlı olarak daha yüksek saptanmıştır (p=0.010). SSc hastaları ile kontrol grubu katılımcılarının ANA pozitifliği durumlarına bakıldığında, sağlıklı kontrol grubunda pozitiflik oranı %20 iken, SSc hastalarında ANA pozitifliği oranı %90 olup anlamlı oranda daha yüksektir (p<0.001). SSc hastaları ile kontrol grubu katılımcılarının Anti-Scl70 pozitifliği durumlarına bakıldığında, kontrol grubunda hiçbir hastada Anti-Scl70 pozitif gelmezken, SSc hastalarının %65’inde pozitif saptanmıştır. Akciğer tutulumu olmayan hastalarda Anti-Scl70 pozitiflik oranı %70 iken, olanlarda ise %60’dır ve SSc hastalarında akciğer tutulumu ile Anti-Scl 70 pozitifliği arasında bir ilişki bulunmamıştır (p=0.417). Pulmoner arter basıncı (PAB), SSc hastaların hepsine bakılamamış olsa da, çalışmamızda takip edilen 60 SSc hastasının 51’inde PAB bakılmıştır. Bunların 22’si akciğer tutulumu olmayan, 29’u ise akciğer tutulumu olan SSc hastalarıdır. Kontrol grubunda hiçbir katılımcının PAB değeri ölçülmediği için bu analizde kontrol grubu analiz dışı bırakılmıştır. SSc hastalarında akciğer tutulumu varlığına göre PAB karşılaştırıldığında; akciğer tutulumu olmayan 22 hastada PAB için ortanca değer 29 (25-75p=26-32) olarak belirlenmiştir, buna karşın akciğer tutulumu olan 29 hastada ise PAB ortanca değeri 32 (25-75p=28-42) olarak kaydedilmiştir. Akciğer tutulumu olan SSc hastalarının PAB değeri daha yüksek olsa da, gruplar arasındaki fark sınırdan anlamlı çıkmamıştır (p=0.063). İlaç kullanım durumlarına bakıldığında, sağlıklı kontrol grubunda sadece 1 hastanın prednizon kullandığı belirlenirken, diğer kontrol grubu hastalarının hiçbirinde ilaç kullanım öyküsü olmadığı belirlenmiştir. SSc hastalarında ise ilaç kullanım oranı %93.3 olarak belirlenmiştir. SSc hastalarında en sık kullanılan ilaçların Nifedipin, Prednizolon ve Hidroksiklorokin olduğu belirlenmiştir. İlaç kullanımları açısından akciğer tutulumu olan ve olmayan SSc hastaları karşılaştırıldığında, üç ilaç hariç tüm ilaçların kullanım oranları benzerdir. Sadece siklofosfamid (p=0.049), kolşisin (p=0.049) ve AZA (p=0.014), akciğer tutulumu olan SSc hastalarında anlamlı olarak daha yüksek oranda kullanılan ilaçlar olarak belirlenmiştir. Çalışmamızda akciğer tutulumu olan SSc hastalarında DKK2 düzeyleri ortanca değeri 9.08 (7.45 – 12.21) iken, akciğer tutulumu olmayan SSc hastalarında bu değer 8.89 (7.78 – 10.11) olarak belirlenmiştir. Bu iki grup arasında anlamlı farklılık olmadığı belirlenmiştir (p=0.615). Ancak, sağlıklı kontrol grubunda DKK2 düzeyleri, hem akciğer tutulumu olan hem de olmayan SSc hastalarından anlamlı olarak daha düşüktür (p=0.011). Cinsiyet ile DKK2 düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p=0.140). Çalışmamız verilerine göre kadınlarda ortanca DKK2 düzeyleri (8.81) erkeklere kıyasla (7.40) hafif yüksek olsa da, aradaki fark istatistiksel anlamlı düzeye erişememiştir. Cinsiyetlere göre hastalık durumunun varlığı ve şiddeti ile DKK2 arasındaki ilişki incelendiğinde kontrol grubunda ve akciğer tutulumu olmayan SSc hastalarında kadınlarda DKK2 düzeyleri erkeklere kıyasla hafif yüksektir ancak aradaki fark anlamlı değildir (sırasıyla p=0.266 ve p=0.152). SSc tutulumu olan erkek hastalarda ise DKK2 düzeyleri kadınlardan hafif daha yüksektir, ancak aradaki fark yine anlamlı düzeyde değildir (p=0.978). DKK2 düzeyleri hiçbir grupta yaş, beyaz küre sayısı ve nötrofil sayısı ile ilişkili bulunmamıştır. Akciğer tutulumu olmayan SSc hastalarında DKK2 düzeyleri ile lenfosit düzeyleri arasında pozitif, orta düzeyde ve anlamlı bir korelasyon olduğu belirlenmiştir (p=0.015). Yani akciğer tutulumu olmayan SSc hastalarında DKK2 düzeyleri arttıkça lenfosit sayısı da anlamlı olarak artmaktadır. DKK2 düzeyleri ile monosit sayısı, hemoglobin düzeyleri ve platelet sayısı ile de hiçbir grupta anlamlı ilişki saptanmamıştır. DKK2 düzeyleri hiçbir grupta sedimantasyon ve CRP değerleri ile anlamlı korelasyon göstermemiştir. DKK2 düzeyleri, pulmoner tutulumu olmayan grupta, üre düzeyleri ile negatif, orta düzeyde ve anlamlı bir korelasyon göstermiştir (p=0.016). Yani bu hasta grubunda üre düzeyleri artarken DKK2 düzeyleri azalmaktadır. Yine aynı grupta, pulmoner tutulumu olmayan SSc hastalarında,DKK2 düzeyleri ile ürik asit düzeyleri arasında pozitif yönlü, çok kuvvetli ve anlamlı bir korelasyon saptanmıştır. Bu hastalarda DKK2 düzeyleri arttıkça ürik asit düzeyleri de artmaktadır (p<0.001). DKK2 düzeyleri, pulmoner tutulumu olmayan grupta, trigliserid düzeyleri ile pozitif, orta düzeyde ve anlamlı bir korelasyon göstermiştir (p=0.004). Yani bu hasta grubunda trigliserid düzeyleri artarken DKK2 düzeyleri de artmaktadır. DKK2 düzeyleri ile D vitamini, B12 vitamini, folik asit, ferritin, demir ve demir bağlama kapasiteleri arasında hiçbir grupta anlamlı bir korelasyon saptanmamıştır. DKK2 düzeyleri ile TSH düzeyleri arasında, sadece sağlıklı kontrol grubunda, negatif, orta düzeyde ve anlamlı bir korelasyon saptanmıştır (p=0.023). Buna göre sağlıklı kontrollerde DKK2 düzeyleri arttıkça TSH düzeyleri azalmaktadır (tam tersi de geçerlidir). SSc hastalarında DKK2 düzeyleri ile tiroid fonksiyon testleri arasında anlamlı bir korelasyon yoktur. Sonuç:Çalışma konumuz olan Sklerodermalı 60 hastada DKK-2 düzeyleri ile akciğer tutulumu arasında SSc'li pulmoner tutulum olan hastalarda DKK-2 protein düzeyi yüksek bulunmuş fakat bu yükseklik bir anlam teşkil etmemiştir. Hasta bireylerde cinsiyete göre DKK-2 protein düzeyi karşılaştırmasında kadın-erkek cinsiyet arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunmamıştır. Sistemik sklerozlu hastalarda akciğer tutulumu ileri yaşlarda görülmüştür. Akciğer tutulumu olan grubun yaş ortalaması gruplar arasında en yüksektir. Sistemik sklerozisli hastalarda DKK-2 düzeyi ile hemogram parametlerinden sadece lenfosit düzeyi ile pozitif korelasyon saptanmıştır. Çalışmamızda dikkat çekici bir başka sonuç DKK-2 düzeyleri ile hiçbir grupta sedimantasyon ve crp arasında istatistiki yönden anlamlı ilişki olmayışıdır. Hastalarımızın hiçbirinde skleroderma renal kriz ve kardiyal tutulum görülmemesi hem SSc tedavi alanında gösterilen ilerleme hem de sağlık hizmetlerine ulaşımın kolaylaşıp hastaların farkındalığının arttığı yönünde yorumlandı. Bu çalışma ile ilk kez skleroderma ve dickkopf protein 2 arasındaki ilişki irdelenmiş ve literatüre katkı yapmak amaçlanmıştır. Daha geniş hasta popülasyonları ile daha çok sayıda çalışmaya ihtiyaç olduğu sonucuna varılmıştır.