Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi

DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.




 

Güncel Gönderiler

Öğe
Endoskopik sinus cerrahisi için paranazal sinuslerin pnömatizasyonu ile ilişkili olarak arteria ethmoidalis anterior'un yeri ve fossa olfactoria derinliğinin radyoanatomik değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Özdemir, Sümeyye; Açar, Gülay
Amaç Liken planus; mukokutanöz lezyonlarla seyreden, etyolojisi net olmayan, kronik inflamatuar bir dermatozdur. Oral mukozal lezyonlarla seyreden formuna oral liken planus (OLP) adı verilir. OLP’de, kronik inflamasyon zemininde %0 ila %1,5 oranında zaman içinde malign dönüşüm görülebilmektedir. OLP zemininde en sık gelişen malignite, oral skuamöz hücreli karsinomdur (OSHK). Literatürde, OLP’de malign potansiyelin mikronükleus testi ile değerlendirildiği çalışmalar bulunmaktadır. Ancak OLP’de malign potansiyelin, mikronükleus ve binükleus düzeyleri birlikte incelenerek değerlendirildiği bir çalışmaya rastlanmamıştır. Çalışmamızda katılımcıların mikronükleus ve binükleus düzeyleri; basit, pratik, kolay uygulanabilen, düşük maliyetli ve non-invaziv bir yöntem olan mikronükleus testi ile değerlendirilerek, OLP olgularının OSHK’ye dönüşüm riski öngörülmeye çalışılmıştır. Böylece bu testte malignite riski yüksek saptanan olgulara biyopsi ile erken tanı konulması ve OSHK’ye bağlı gelişebilecek morbidite ve mortalitenin önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem Çalışmaya; Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi (NEÜ) Hastanesi Dermatoloji polikliniğine başvuran, 18 yaş ve üzeri, klinik ve histopatolojik olarak OLP tanısı alan, tedavi almayan 28 olgu ile; Dermatoloji veya Kulak Burun Boğaz polikliniklerine başvuran, klinik ve histopatolojik olarak şiddetli displazik oral lökoplaki veya OSHK tanısı alan, medikal veya cerrahi bir tedavi uygulanmayan 28 olgu dahil edildi. Sağlıklı kontrol grubuna; Dermatoloji polikliniğine başvuran, yaş-cinsiyet açısından OSHK ve OLP gruplarında yer alan olgularla eşleştirilmiş, 18 yaş üstü sağlıklı bireyler dahil edildi. Çalışmanın dışlanma kriterleri; oral mukozada başka dermatozu olanlar, başka organda malignite öyküsü bulunanlar, hamile ve emziren kadınlar, kortikosteroid, retinoid veya immünsupresif tedavi alanlar, oral çiğneme ürünü kullananlar, radyasyon ya da diğer kanserojenlere maruz kalanlar ile çalışmaya katılma onayı veya oral sürüntü örneği vermek istemeyen bireyler olarak belirlendi. Sağlıklı kontrol grubuna bunlara ek olarak, oral mukozada herhangi bir lezyonu, ek hastalığı, ilaç kullanımı, sigara-alkol kullanımı olan bireyler dahil edilmedi. Katılımcılardan bilgilendirilmiş onam formu alındıktan sonra; yaş, cinsiyet, eşlik eden komorbiditeler ve sigara-alkol kullanımı sorgulandı. OLP olgularında bunlara ilaveten; ailede OLP varlığı, dental dolgu-kaplama varlığı, hastalık süresi, klinik tipi, yerleşim yeri ve oral mukoza hastalık şiddet skoru belirlendi. OSHK olgularında ise tümörün histopatolojik tipi, yerleşimi, grade ve evresi belirlendi. Olguların örnekleri, oral mukozada yerleşen lezyonun üzerinden; sağlıklı kontrol grubunda ise bukkal mukozadan, tek kullanımlık, steril, künt metal spatula ile nazikçe kazınarak alındı. Elde edilen materyal, yoğunluğuna göre 3 adet temiz lama yayıldı ve 24 saat havada kurutuldu. Kuruyan preparatlar %96 etil alkolde sabitlendikten sonra sudan geçirilip tekrar havada kurutuldu. Kuruyan preparatlar, önce May-Grünwald sonra Giemsa ile boyandıktan sonra sudan geçirilip yeniden kurutuldu. Hazırlanan preparatlar, NEÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Genetik Laboratuvarında konvansiyonel ışık mikroskobunda iki gözlemci tarafından değerlendirildi. Gözlemcilerde yanlılığı önlemek amacıyla, preparatların hangi gruba ait olduğu bilgisi paylaşılmadı. Her slaytta, hücre membranı sağlam, çekirdekleri net şekilde görülen toplam 1000 hücre değerlendirmeye alındı. 10x büyütmede alan tarandı, 100x büyütmede mikronükleus ve binükleusların doğruluğu değerlendirildi. Elde edilen verilerin istatistiksel analizi için ‘‘SPSS for Windows version 24.0’’ programı kullanıldı. Bulgular Çalışmada yer alan 28 OLP olgusunun 20’si kadın, 8’i erkek cinsiyetti. OLP olgularının yaş ortalaması 50,57 ± 15,06 yıldı. Olguların ortalama hastalık süresi 43,25 ± 53,15 ay; oral mukoza şiddet skoru ise ortalama 18,64 ± 8,97 olarak hesaplandı. Olgular klinik tiplerine göre ayrıldığında; 11 olgu retiküler, 9 olgu eroziv-ülseratif, 5 olgu plak ve 1 olgu atrofik tip OLP olarak belirlendi. Olguların klinik tip, lezyon yerleşim yeri, hastalık şiddet skoru, dental dolgu/kaplama varlığı parametreleri ile mikronükleus ve binükleus düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0,05). Ailede OLP varlığı, hastalık süresinin uzun olması ile mikronükleus düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı; ancak bu parametreler ile binükleus düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı, pozitif bir ilişki saptandı (p<0,05).OSHK veya şiddetli displazik lökoplaki tanılı 28 olgunun yer aldığı grubun 19’u erkek, 9’u kadın cinsiyetti. Olguların yaş ortalaması 56,46 ± 10,99 yıl; lezyon çıkışından tanı konulmasına kadar geçen süre ise ortalama 16,79 ± 16,00 ay olarak belirlendi. Olgular histopatolojik tanılarına göre ayrıldığında; 21 olgu geleneksel/ klasik tip OSHK, 2 olgu iğsi hücreli OSHK ve 5 olgu şiddetli displazik lökoplaki tanılıydı. Olguların histopatolojik tanısı, tümör yerleşim yerleri ile mikronükleus ve binükleus düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0,05). Mikronükleus düzeyi en yüksek evre 3 ve grade 3 olgularda; binükleus düzeyi ise en yüksek evre 2 ve grade 3 olgularda saptandı. Ancak evreler ve gradeler arasında mikronükleus ve binükleus düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). Çalışmadaki üç grubun mikronükleus ve binükleus düzeyleri karşılaştırıldığında, yüksekten düşüğe doğru sırasıyla OSHK, OLP ve sağlıklı kontrol grubu olarak saptandı (p<0,05). OSHK grubunun mikronükleus ve binükleus düzeyleri hem OLP grubundan hem de sağlıklı kontrol grubundan anlamlı düzeyde yüksek saptandı (p<0,05). Ancak OLP ve sağlıklı kontrol grubu arasında mikronükleus ve binükleus düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). Sonuç Çalışmamızda, mikronükleus ve binükleus düzeyleri en yüksek OSHK grubunda, ardından sırasıyla OLP ve sağlıklı kontrol grubunda saptanmıştır. Ancak OLP ve sağlıklı kontrol grupları arasında mikronükleus ve binükleus düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır. İstatistiksel anlamlılık göstermemekle birlikte; eroziv-ülseratif tip, ailede OLP öyküsü, hastalık süresinin uzunluğu, eşlik eden diyabetes mellitus ve sigara kullanımının malignite riskini arttırabileceği düşünülmüştür. Bu olguların basit, pratik, kolay uygulanabilir, hızlı sonuç veren, tekrarlanabilir ve non-invaziv bir yöntem olan mikronükleus testi ile takip edilebileceği sonucuna varılmıştır. Test sonucunda mikronükleus ve binükleus düzeyleri yüksek saptanan olgularda, erken dönemde histopatolojik incelemeyle tanı konulması, OSHK’ye bağlı gelişebilecek morbidite ve mortalitenin önlenmesini mümkün kılacaktır.
Öğe
Konik ışınlı bilgisayarlı tomografi kullanılarak farklı iskeletsel maloklüzyonlara sahip hastalarda sinus maxillaris ve farengeal hava yolunun üç boyutlu değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Kabalcı, Halime; Açar, Gülay
Amaç: Bu çalışmada, yetişkin hastaların Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi (KIBT) görüntülerinde sinus maxillaris (SM), pharynx ve palatum durum (PD)’un morfometrik parametrelerinin ölçümü ile sinonazal morfolojik varyasyonların belirlenmesi ve elde edilen verilerin iskeletsel maloklüzyon, yaş, cinsiyet ve lateralizasyona göre değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Çalışmamızda 18-51 yaş aralığındaki toplam 274 (124 erkek, 150 kadın) hastanın KIBT görüntüleri retrospektif olarak incelendi. Tüm morfometrik ve morfolojik parametrelerin değerlendirilmesi için 3D-Slicer yazılımı kullanıldı. SM hacmi (SMH), septum nasi deviasyonu (SND), hipertrofiye concha nasalis inferior (HCNI), premolar ve molar diş seviyelerinde PD genişliği (PDG) ve yüksekliği (PDY), pharynx bölümlerinin hacimleri, pharynx en dar yerinin sagittal (SPÇ) ve transvers çapı (TPÇ) ölçüldü. Middle concha bullosa (MCB), paradoksal concha nasalis medius (PCNM), septum nasi pnömatizasyonu (SNP), inferior concha bullosa (ICB), processus uncinatus (PU), aksesuar ostium sinus maxillaris (AOSM) ve hyoid açısının yönü (HAY) morfolojik olarak değerlendirildi. Bulgular: SMH erkeklerde kadınlardan daha yüksek bulunurken, artan yaşla birlikte azaldığı görüldü. Class III maloklüzyonlu bireylerde SMH en yüksek, Class II maloklüzyonlu bireylerde en düşük bulundu. Ağır SND görülen tarafta hipoplazik SM ve AOSM oranı yüksek, MCB ve HCNI’un kontralateralinde orta ve ağır SND görülme oranı yüksek bulundu. Class II maloklüzyon grubunda velofarengeal hacim (VPH), orofarengeal hacim (OPH), toplam farengeal hacim (TPH), SPÇ ve TPÇ diğer gruplara oranla daha düşük saptandı. PDG Class III’te; PDY Class II’de daha büyük bulundu. Pozitif HAY (HAYP) frekansı Class II’de en düşük, negatif HAY (HAYN) frekansı Class I’de en düşüktü. HAYN grubunda OPH ve hipofarengeal hacim (HPH), HAYP grubundan daha yüksek saptandı. Sonuç: Pharynx bölümleri, SM, PD ve sinonazal varyasyonların morfometrik ve morfolojik yapısının incelenmesi bu bölgeye yapılacak klinik ve cerrahi uygulamalar açısından oldukça önemlidir. Ayrıca, bu anatomik yapılar arasındaki ilişkinin iskeletsel maloklüzyon, yaş, cinsiyet ve lateralizasyona göre değişimine ilişkin elde edilen veriler, bölgeyi konu alan ileride yapılacak çalışmalara faydalı bir veri tabanı oluşturması açısından değerlidir.
Öğe
Artroskopik rotator manşet onarımında interskalen blok anestezisinin görsel netliğe ve hemodinamik parametrelere etkileri
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Akyol (Günay), Havva Nur; Kılıçaslan, Alper
Amaç: Rotator manşet yırtıklarının cerrahi tedavisinde, açık cerrahi yöntemlerin yerini giderek artan şekilde artroskopik yaklaşımlar almıştır. Artroskopik rotator manşet onarımı, minimal invaziv bir yöntem olması nedeniyle daha az postoperatif ağrı, daha kısa hastanede kalış süresi, daha düşük komplikasyon oranı ve daha hızlı fonksiyonel iyileşme gibi avantajlar sunmaktadır. Artroskopik omuz cerrahisinin başarısını etkileyen önemli faktörlerden biri, operasyon sırasında elde edilen görsel netliktir. Rejyonal anestezi teknikleri, özellikle ultrason eşliğinde uygulanan interskalen blok (İSB), omuz cerrahisi anestezisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Biz bu çalışmamızda, artroskopik rotator manşet onarımında interskalen blok anestezisinin görsel netliğe ve hemodinamik parametrelere etkilerini incelemeyi amaçladık. Yöntem: Çalışmamız prospektif olarak yapıldı. Dahil edilme kriterlerini karşılamış olan genel anestezi uygulanmış olan ve interskalen blok anestezisi uygulanmış olan hastalar içerisinden her iki grupta 40 hasta olmak üzere toplam 80 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar, anestezi yöntemi hakkında bilgilendirildikten sonra kendi tercihlerine göre gruplara ayrıldı. Grup İSB: Preoperatif interskalen brakial pleksus bloğu (İSB) yapılan ve sonrasında cerrahi işlem yapılacak olan hastalar; Grup GA: genel anestezi altında cerrahi işlem yapıldıktan sonra postoperatif analjezi için İSB yapılan hastalar. İntraoperatif dönemde tüm hastalarda standart monitörizasyon uygulandı. Cerrahi süresince 30 dk’da bir cerrahi ekip tarafından 0–10 puan aralığında görsel netlik skoru (GNS) (0 çok kötü görüntü netliği – 10 çok iyi görüntü netliği) alınıp ortalaması kaydedildi. Ameliyat süresi, intraartiküler basınç, kullanılan irrigasyon sıvısı miktarı, intraoperatif ve postoperatif hemodinamik parametreler, Görsel analog skala (VAS) skoru (0: ağrısız -10: en şiddetli ağrı), ve bulantı-kusma varlığı kayıt altına alındı. Bulgular: Toplam 80 hasta değerlendirildi. Görsel netlik skoru, genel anestezi grubunda İSB grubuna kıyasla anlamlı derecede daha yüksek bulundu (6.83±1.56 vs. 8.18±1.48; p=0.00019). ROC analizinde, GNS için ≥8 puan eşik değerinde genel anestezinin %65 duyarlılık ve %72,5 özgüllükle üstünlük sağladığı görüldü (AUC = 0.71; p = 0.0004). Sonuç: Bu çalışmada, artroskopik rotator manşet onarımı sırasında genel anestezi uygulanmış olan grupta, interskalen blok anestezisi uygulanmış olan gruba kıyasla daha yüksek görsel netlik sağlandığı gösterilmiştir.
Öğe
Lokalize prostat kanseri hastalarında GA-68 PSMA PET/BT semikantitatif parametreleri ile sistemik inflamatuar indekslerin korelasyonu
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Karakaşoğlu, Cennet Cansel; Şahin, Özlem
Amaç: Prostat kanseri günümüzde sıklığı giderek artan bir malignite olup erken tanı ile küratif tedavi imkanı sağlanabilmektedir. Prostat kanseri tanısı almış hastalarda, prostat kanserinin evrelemesinde lokal invazyon ve uzak metastazların değerlendirilmesinde Galyum-68 prostat spesifik membran antijeni (Ga-68 PSMA) pozitron emisyon tomografi/bilgisayarlı tomografi (PET/BT) kullanımı tüm dünyada giderek yaygınlaşmaktadır. Prostat kanserinin gelişiminde ve metastatik hastalığa ilerlemesinde kronik inflamasyonun rolü olduğu bilinmektedir. Hematolojik parametrelerin ve bu parametrelerden türetilen sistemik inflamatuar indekslerin, sistemik inflamasyonu ve bağışıklık yanıtını değerlendirmek ve hastalıkların seyrini izlemek amacıyla kullanımı her geçen gün daha da artmaktadır. Bu çalışma ile lokalize prostat kanseri tanılı hastalarda evreleme amacı ile yapılan Ga-68 PSMA PET/BT görüntüleme semikantitatif parametreleri ile sistemik inflamatuar indeksler arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Nükleer Tıp Anabilim Dalı’nda 8 Kasım 2018 ile 14 Şubat 2024 tarihleri arasında prostat kanseri tanısıyla Ga-68 PSMA PET/BT görüntülemesi yapılan hastalar retrospektif olarak tarandı. Evreleme amacı ile başvuran hastaların görüntüleri yeniden değerlendirilerek lokalize prostat kanseri olan hastalar tespit edildi. Bu hastaların arşiv kayıtları taranarak patoloji verileri ve Ga-68 PSMA PET/BT ile eş zamanlı (2 hafta içinde) tam kan (nötrofil, lenfosit, monosit, platelet), prostat spesifik antijen (PSA) değerleri kaydedildi. Ga-68 PSMA PET/BT parametreleri (maksimum standart tutulum değeri (SUVmax), ortalama standart tutulum değeri (SUVmean), pik standart tutulum değeri (SUVpeak), total lezyon PSMA ekspresyonu (TL-PSMA), PSMA ekspresyonu gösteren tümör volümü (PSMA-TV)) ölçülüp, sistemik inflamatuar indeksleri (nötrofil-lenfosit oranı (NLR), platelet-lenfosit oranı (PLR), lenfosit-monosit oranı (LMR), sistemik immün- inflamasyon indeksi (SII), sistemik inflamatuar yanıt indeksi (SIRI), pan-immün-inflamasyon değeri (PIV)) hesaplandı. Ga-68 PET/BT parametreleri ile sistemik inflamatuar indeksler arasında korelasyon analizleri yapıldı. Ayrıca hematolojik parametreler ile Gleason skoru (GS), ISUP (Uluslararası Ürolojik Patoloji Derneği) grade grubu (GG) ve PSA arasındaki korelasyonlar da değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya 183 hasta dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastaların yaş ortalaması 69,40±7,48 idi. Platelet değeri ile GS ve ISUP GG arasında negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı (sırasıyla r=-0,159, p=0,032; r=-0,163, p=0,028) ilişki saptandı. Monosit değeri ile SUVpeak, SUVmean %40, SUVmean 3,5 arasında negatif yönlü (sırasıyla, r=-0,154, p=0,038; r=-0,160, p=0,03; r=-0,167, p=0,024) anlamlı bir ilişki tespit edildi. Hematolojik parametreler medyan değere göre ikiye ayrıldığında platelet değeri ile SUVpeak arasında negatif yönlü (r=-0,157, p=0,034) anlamlı bir ilişki saptanırken, SIRI değeri ile PSMA-TV %40 değeri arasında pozitif yönlü (r=0,145, p=0,049) anlamlı bir ilişki tespit edildi. NLR, PLR, LMR, SII, PIV değerleri ile SUVmax, SUVmean, SUVpeak, TL-PSMA, PSMA-TV değerleri arasında herhangi bir korelasyon saptanmadı. Sonuç: Yeni tanı lokalize prostat kanseri hastalarında evreleme Ga-68 PSMA PET/BT semikantitatif parametrelerinin sistemik inflamatuar indekslerle ilişkisini araştırmak üzere yapılan tez çalışmamızda; NLR, PLR, LMR, SII, PIV değerleri ile SUVmax, SUVmean, SUVpeak, TL-PSMA, PSMA-TV parametreleri arasında herhangi bir ilişki bulunamadı. Çalışmamızda hastaların tümörü prostat bezine sınırlı olup, herhangi bir metastazları bulunmuyordu, hasta sayımız da sınırlıydı. Lenf nodu ve uzak metastazları olan hastaların da dahil edildiği daha geniş kapsamlı çalışmaların, sistemik inflamatuar indeksler ile PET/BT parametreleri arasındaki ilişkileri daha belirgin şekilde ortaya koyabileceği düşünülmektedir.
Öğe
Santral seröz koryoretinopati hastalarında insülin benzeri büyüme faktörü-1 ve insülin direncinin değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Tora, Naciye; Akdeniz, Günhal Şatırtav
Amaç: Santral seröz koryoretinopati (SSKR) hastalarında, İnsülin benzeri büyüme faktörü- 1 (IGF-1) düzeyi ve insülin direnci ilişkili parametreler olan açlık kan glukozu, insülini, Creaktif protein (CRP), HbA1c düzeyi, vücut kitle indeksi (VKİ) ve İnsülin Direncinin Homeostaz Modeli (HOMA-IR) değerlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya 55 SSKR hastası ve 25 sağlıklı kişiden oluşan kontrol grubu dahil edildi. SSKR hastalarının basit (30 hasta) ve kompleks (25 hasta) olarak klinik sınıflandırması yapıldı. Çalışma ve kontrol gruplarının tam bir oftalmolojik muayene sonrası boy ve kiloları kayıt altında alındı, 12 saatlik açlık sonrası kan glukozu, insülini, IGF-1, CRP, HbA1c düzeyleri değerlendirildi. VKİ ve HOMA-IR değerleri hesaplandı. Elde edilen sonuçlar gruplar arasında istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Santral seröz koryoretinopati hastalarının 41’i erkek (%74,5), 14’ü kadın (%25,5) idi. Basit gruptaki 30 SSKR hastasının 23’ü erkek (%76,7), 7’si kadın (%23,3) ve yaş ortalaması 41.87±5.97 yıl idi. Kompleks gruptaki 25 SSKR hastasının 18’i erkek (%72), 7’si kadın (%28) ve yaş ortalaması 43.64±5.4 yıl idi. Kontrol grubu olarak çalışmaya alınan 25 katılımcının 17’si erkek (%68), 8’i kadın (%32) ve yaş ortalaması 42.32±5.93 yıl idi. Basit SSKR hasta ve kompleks SSKR hasta grubunda İGF-1 düzeyi kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksekti (sırasıyla p=0.02, p=0.01). Basit SSKR hasta grubu, kompleks SSKR hasta grubu ve kontrol grubu arasında glukoz, HbA1c, CRP, VKİ, HOMA-IR değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmedi (p>0,05). Sonuç: Bu çalışmada IGF-1 düzeyinin SSKR hastalarında hem basit hem de kompleks SSKR gruplarında sağlıklı kontrollere kıyasla anlamlı şekilde yüksek olduğu saptanmıştır. Elde edilen bulgular, IGF-1 düzeylerinin SSKR patogenezinde rol oynayabileceğini ve özellikle insülin direnci ve diğer metabolik parametrelerde anlamlı bir farklılık olmaması nedeniyle IGF-1 düzeyinin bu hasta grubunda daha özgün bir biyobelirteç olabileceğini desteklemektedir.