Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi

DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.




 

Güncel Gönderiler

Öğe
Selektif immünglobulin M eksikliği tanısı alan hastaların retrospektif olarak değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Özdemir, Emine; Reisli, İsmail
Selektif immünglobulin (IgM) eksikliği; serum IgM değerinin 20 mg/dL’nin altında veya iki standart sapmanın altında olması ile beraber serum IgA ve IgG değerlerinin normal olması olarak tanımlanır. Selektif IgM eksikliği olan hastalar asemptomatik olabileceği gibi tekrarlayan enfeksiyonlar, alerjik ve otoimmün hastalıklar ile de başvurabilirler. Çalışmamızda selektif IgM eksikliği tanılı çocuk hastaların klinik ve laboratuvar özelliklerini retrospektif ve kesitsel olarak değerlendirdik. Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Alerji ve İmmünoloji polikliniğine Ekim 2005 ile Mayıs 2024 tarihleri arasında başvuran ve serum IgM değeri 20 mg/dL’nin altında ölçülen 21 hasta çalışmamıza dahil edildi. Hastaların on beşi (%71,4) erkek, altısı (%28,6) kız olup (erkek/kız oranı 2,5), tanı yaşı ortancası 4 yaş 7 ay, izlem süresi ortancası 42 ay, tanıda gecikme süresi ortancası 30 aydı. Hastaların %19’u pnömoni, %14,3’ü bronşit, %14,3’ü kronik öksürük, %9,5’i tonsillofaranjit, %9,5’i ürtiker, %9,5’i tekrarlayan oküler herpes, %4,8’i tekrarlayan herpetik gingivostomatit, %4,8’i atopik dermatit ile başvurmuştu ve %23,8’inin besin ya da inhaler alerjisi olduğu saptandı. Takip sürecinde veya tanı anında hastalarımızın yaklaşık yarısında ikinci bir hastalık (yaygın değişken immün yetmezlik, DOCK8 eksikliği, ITK eksikliği, Widemann-Steiner sendromu, Down sendromu, B hücreli akut lenfoblastik lösemi, akut miyeloblastik lösemi, DiGeorge sendromu, Evans sendromu) saptandı. Tekrarlayan enfeksiyonlar nedeniyle hastaların %47,6’sının antimikrobiyal profilaksi ve %52,4’ünün intravenöz immünglobulin replasman tedavisi (IgRT) aldığı tespit edildi. Hastaların büyük çoğunluğu IgRT’den fayda görmüş olup, sadece %19’unda (n=4) IgRT kesilemedi. Hastaların %71’inin (n=15) takiplerinde IgM düşüklüğü devam etti. Sadece selektif IgM eksikliği olan hastalar (grup 1) ile eşlik eden ikinci bir hastalığı olan hastalar (grup 2) karşılaştırıldığında grup 2’deki hastaların mutlak lenfosit sayıları ve izohemaglutinin titreleri düşük (p<0,05), IgRT başlanma oranı ve IgRT verilme süreleri yüksek (p<0,05) saptandı. Ayrıca grup 1’de yer alan hastaların tanı almadan önceki son bir yılda tonsillofarenjit geçirme oranı istatistiksel olarak anlamlı yüksekti. Sonuç olarak literatürde hala bilinmeyen birçok yönü olan selektif IgM eksikliği tanılı hastaların klinik ve laboratuvar bulgularının farklı olabileceğini, takip sürecinde farklı hastalıkların ortaya çıkabileceğini bu nedenle uzun dönem izlemlerinin önemli olduğunu düşünüyoruz.
Öğe
Korakoakromial ligament morfolojisinin skapula morfolojisi ve sık görülen omuz patolojileri ile ilişkilerinin değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Özdemirci, Ayhan; Özer, Mustafa
Amaç: L􀵴teratüre bakıldığında omuz patoloj􀵴ler􀵴nde kr􀵴t􀵴k omuz açısı (CSA), gleno􀵴d vers􀵴yon (GV), gleno􀵴d 􀵴nkl􀵴nasyon (Gİ), korakoakrom􀵴al l􀵴gament (KAL) kalınlık, korakoakrom􀵴al ark açısı g􀵴b􀵴 parametreler ve omuz patoloj􀵴ler􀵴 􀵴l􀵴şk􀵴ler􀵴 araştırılmıştır. Bu çalışmanın amacı KAL uzunluğunu ve b􀵴l􀵴nen bu ölçümlere ek olarak kend􀵴 tanımladığımız radyoloj􀵴k ölçümlerden de yararlanarak KAL ve skapula morfoloj􀵴s􀵴n􀵴n omuz patoloj􀵴ler􀵴 üzer􀵴ndek􀵴 etk􀵴s􀵴n􀵴 ortaya koymaktır. Yöntem: Bu çalışmada Aralık 2016- Aralık 2023 tar􀵴hler􀵴 arasında Necmett􀵴n Erbakan Ün􀵴vers􀵴tes􀵴 Meram Tıp Fakültes􀵴 ortoped􀵴 ve travmatoloj􀵴 pol􀵴kl􀵴n􀵴ğ􀵴ne omuz ağrısı 􀵴le başvuran 950 hasta 􀵴çer􀵴s􀵴nden dışlama kr􀵴terler􀵴 kullanarak (􀵴ler􀵴 derece artroz olması,b􀵴rden çok omuz patoloj􀵴s􀵴n􀵴n b􀵴r arada olması ) rastgele seç􀵴len 213 hasta dah􀵴l ed􀵴ld􀵴. Çalışma grubunda anter􀵴or omuz 􀵴nstab􀵴l􀵴tes􀵴, subakrom􀵴yal sıkışma sendromu, rotator manşet yırtığı grupları olarak heps􀵴nden 50 şer hasta rastgele seç􀵴ld􀵴. Kontrol grubu manyet􀵴k rezonans (MR) görüntülemede (herhang􀵴 b􀵴r omuz patoloj􀵴s􀵴 olmayan) normal grup 63 hasta rastgele seç􀵴ld􀵴. Çalışma ve kontrol grubu hastalarının MR ve röntgen kes􀵴tler􀵴nde; daha önceden tanımlanmış olan CSA, GV, Gİ, korakoakrom􀵴yal ark açısı, bunlara ek olarak KAL uzunluğu ve b􀵴z􀵴m yen􀵴 tanımladığımız akrom􀵴yon kapsama açısı (AKA), korakoakrom􀵴yal kapsama açısı (KKA), akrom􀵴on-gleno􀵴d aks arası açı farkı (AGAF) ölçümler􀵴 kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya dah􀵴l ed􀵴len toplam 213 hastanın 90’ı kadın (%42,2), 123’ü erkekt􀵴 (%57,8). Çalışmaya dah􀵴l ed􀵴len b􀵴reyler􀵴n kontrol grubu, rotator manşet yırtığı, 􀵴zole subakrom􀵴yal sıkışma, anter􀵴or omuz 􀵴nstab􀵴l􀵴tes􀵴 olanların 118’􀵴nde (%55,5) sağ kolda 􀵴ken, 95’􀵴nde (%44,5) sol koldaydı. Korakoakrom􀵴yal ark açısı, KAL total uzunluğu, KAL yüksekl􀵴k ve aks􀵴yel uzunluk AGAF, KKA, GV, CSA gruplar arası (p<0,001) bu parametreler 􀵴le patoloj􀵴ler arasında anlamlı farklılıklar olduğunu tesp􀵴t ed􀵴ld􀵴. Ölçümlerde gruplar arasında subakrom􀵴al sıkışma sendromu 􀵴ç􀵴n CSA, GV, AGAF, KKA parametreler􀵴nde anlamlı farklılıklar olduğu gözlend􀵴.(p<0,001) Rotator manşet yırtığı grubunda 􀵴se; AGAF, KKA, KAL aks􀵴yel uzunluk, KAL yüksekl􀵴k, KAL total uzunluk, KAA parametreler􀵴nde anlamlı farklılıklar olduğu gözlend􀵴.(p<0,001) Anter􀵴or omuz 􀵴nstab􀵴l􀵴te grubunda 􀵴se; AGAF, KKA, KAL aks􀵴yel uzunluk, KAL total uzunluk, KAA parametreler􀵴nde anlamlı farklılıklar olduğu gözlend􀵴.(p<0,001) KAL aks􀵴yel uzunluk, yüksekl􀵴k ve total uzunluğu (sırasıyla 44,2 mm,14 mm,47 mm eş􀵴k değer ve üzer􀵴nde), rotator manşet yırtığı tanısında anlamlı farklılıklar gösterd􀵴ğ􀵴 tesp􀵴t ed􀵴ld􀵴.(sırasıyla p değerler􀵴; p=0,005, <0,001, <0,001) KAL aksiyel uzunluk, KAL total uzunluk(sırasıyla 43,8 mm, 47,6 mm ve eşik değer ve üzerinde ) ve korakoakromial ark açısının ise (123,8 derece eşik değer ve üzeri açılarda) instabilite tanısında anlamlı farklılıklar gösterdiği tespit edildi.(sırasıyla p değerleri ; <0,001 , <0,001, 0,001)Bizim tanımladığımız açılardan korakoakromial kapsama açısının (53,1 derece eşik değer ve üzerinde) instabilite tanısında anlamlı farklılıklar gösterdiği tespit edildi.(p=0,011) CSA’nın ve GV’nin (sırasıyla 30,1 ve 2 derece eşik değer) subakromiyal sıkışma sendromu tanısında anlamlı farklılıklar gösterdiği tespit edildi.(sırasıyla p<0,03, p<0,001) Sonuç: Sonuç olarak radyoloj􀵴k ölçümlerle b􀵴lg􀵴 sah􀵴b􀵴 olunan skapula morfoloj􀵴s􀵴; KAL aks􀵴yel ve total uzunluğunun artması 􀵴le 􀵴nstab􀵴l􀵴te ve rotator manşet yırtığı r􀵴sk􀵴n􀵴n arttığı gözlend􀵴. Korakoakrom􀵴yal ark açısı ve b􀵴z􀵴m tanımladığımız korakoakrom􀵴al kapsama açısının artması 􀵴le 􀵴nstab􀵴l􀵴te r􀵴sk􀵴n􀵴n arttığı gözlend􀵴. Bunlara ek olarak CSA ve GV’n􀵴n subakrom􀵴al sıkışma sendromu 􀵴le 􀵴l􀵴şk􀵴l􀵴 parametreler olab􀵴leceğ􀵴 tesp􀵴t ed􀵴ld􀵴. KAL ve skapula morfoloj􀵴ler􀵴n􀵴n sık görülen omuz patoloj􀵴ler􀵴n􀵴n etyopatogenez􀵴n􀵴n aydınlatılmasına yardımcı parametreler olduğu gözlend􀵴.
Öğe
Herediter anjioödem hastalarının odyolojik ve vestibüler bulgularının değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Afifoğlu, Malik; Eravcı, Fakih Cihat
Amaç: Herediter anjioödem (HAE), otozomal dominant geçişli nadir bir genetik hastalıktır. Literatürde HAE’nin odyo-vestibüler fonksiyonlarının üzerine etkisi araştırılmamış olup mevcut çalışmada herediter anjioödem hastalığının odyovestibüler fonksiyonlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Çalışmaya 20 herediter anjioödem hasta ve 20 sağlıklı kontrol grubu dahil edildi. Her iki gruba otoendoskopik muayenesi ve katılımcılara araştırma verilerinin elde edilmesinde sosyo-demografik özelliklerinin kaydedileceği anket formu, saf ses odyometresi, kalorik test, Video Head Impulse Test (VHIT) ve komputerize dinamik posturografi (KDP) testleri ve baş dönmesi engellilik envanteri (BEE) uygulandı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen HAE hastaların 11(%55)’i, kontrol grubunun ise 12 (%60)’si kadındı. Hasta ve kontrol grubunda yaş ve cinsiyet dağılımı istatistiksel olarak benzer bulundu (p>0,05). Hastaların hava ve kemik yolu işitme seviye ölçümlerinden 2000 Hz ölçümleri dışındaki (500, 1000 ve 4000 Hz) ölçümlerde, hasta grubu işitme seviyesi kontrol grubuna kıyasla anlamlı düzeyde düşük tespit edildi (p<0,005). Kalorik testte hasta grubunda 9 (%45) hastanın kanal parezisi saptandı, kontrol grubunda ise kanal parezisi saptanmadı. İstatiksel olarak hasta grubunda kanal parezisi kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek tespit edildi. Maksimum yavaş phase velocity (MSPV) parametresi hasta grubunda kontrol grubuna göre düşük belirlendi (p=0,023). VHIT’te hasta grubunda 6 (%30) hastada vestibulo-ocular refleks (VOR) kazanç kaybı görüldü. Ayrıca 11 (%55) hastada patolojik sakkad (covert,overt) izlendi. Kontrol grubunda ise VOR kazanç kaybı ve patolojik sakkad hiç izlenmedi. İstatiksel olarak VOR kazancı hasta grubun sol anterior (LA) ve sol lateral kanal (LL)’larında, kontrol grubuna göre istatistiki olarak anlamlı düzeyde düşük belirlendi (p değerleri sırasıyla; p=0,035; p=0,006). KDP sonuçları incelendiğinde hasta grubunda, kontrol grubuna göre Visual (AP), VES (AP), PREF (AP), Global (AP), Visual (ML), VES (ML), PREF (ML), Global (ML) parametreleri istatistiki olarak anlamlı düzeyde düşük belirlendi (p<0,001). BEE’de hasta grubunun 7 (%35)’inde dizziness handikap izlendi; birinde (%5) hafif ve 6’sında (%30) orta derece handikap izlendi. Buna karşın kontrol grubunu bireylerinde dizziness handikap izlenmedi. Sonuç: Bu çalışmamız, HAE hastalarının odyo-vestibüler sistemin değerlendirilmesini gerçekleştiren literatürdeki ilk çalışmadır. HAE hastalarının odyovestibüler sistemlerinin etkilendiği objektif ve subjektif değerlendirmelerle ortaya konmaktadır. Bu hasta grubu baş dönmesi şikayetleri ile kliniklere başvurabileceği ve ilk tanı anında dahi olabileceği bilinmelidir. Ek olarak bu hastalara yönelik spesifik vestibüler rehabilitasyon programları uygulanabilir ve hastaların vestibüler fonksiyonları düzenli aralıklarla takip edilmesi gerekmektedir.
Öğe
Sarkoidozlu hastalarda toraks BT şiddet skorunun SFT,DLCO ve 6DYT ile ilişkisi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Takeş, Muhammet ALİ; Korkmaz, Celalettin
Giriş: Sarkoidoz; pek çok organda granülomatöz reaksiyon oluşması ile karakterize, henüz etiyolojisi tam olarak bilinmeyen multisistemik bir hastalıktır. İntratorasik tutulum; simetrik bilateral hiler lenfadenopati ve/veya diffüz akciğer mikronodülleri %90 hastada görülür ve özellikle en çok etkilenen sistem olan lenfatik yapılar boyunca kendini gösterir. Bilgisayarlı tomografi (BT); lenfadenopati ve parankimal anormalliklerin tespitinde akciğer grafisine kıyasla daha hassastır. Bu nedenle diffüz parankimal akciğer hastalıklarının tanı ve takibinde uzun süredir Toraks BT kullanılmaktadır. Solunum Fonksiyon Testi (SFT) fonksiyonel bozukluğu belirlemede ve hastalık progresyonunun takibinde, tedavi aşamalarının değerlendirilmesinde kullanılan önemli bir testtir. Karbon monoksit difüzyon testi (DLCO) alveolar gaz değişim kabiliyetini gösterir. Sarkoidoz ve benzeri interstisyel akciğer hastalıklarında alveolokapiller membran yüzey alanı, gelişebilen parankimal tutulum ve fibrozis nedeniyle azalabileceğinden DLCO’da düşme görülebilir. 6 dakika yürüme testi (6DYT) hastaların fonksiyonel kapasitesini belirlemek için sıklıkla kullanılan güvenilir bir yöntemdir. Amaç: Bu çalışmada amaç; sarkoidozlu hastaların takibinde daha önce kullanımı standart haline gelmemiş olan Toraks BT Şiddet Skoru (TBŞS) ile SFT, DLCO ve 6DYT parametreleri arasındaki ilişkiyi araştırmak ve 1961’den bu yana kullanılmakta olan akciğer grafi tabanlı scadding evreleme sistemi ile kıyaslamaktır. Yöntem: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Servisinde ocak 2015 - mayıs 2024 arasında yatarak tetkik ve takibi yapılmış olan 243 sarkoidozlu hastadan hastane kayıtlarında; eş zamanlı (en fazla 3 ay aralığında) akciğer grafisi, toraks BT’si, SFT, DLCO ve 6DYT’si olup 18 yaş üzeri 60 hasta dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Demografik verileri (yaş, cinsiyet, ek hastalık), toraks BT şiddet skorları, scadding evreleri, SFT’deki FVC, FVC%, FEV1, FEV1%, FEV1/FVC, PEF, FEF 25-75, FEF 25-75%, difüzyon kapasitesi ölçümünde DLCO ve DLCO/VA, 6DYT’deki başlangıç SPO2, bitiş SPO2, desatürasyon yüzdesi, yürüme mesafesi ve yürünen mesafesinin beklenen mesafeye oranları (6DYT%) kaydedildi. Bu parametrelerle TBŞS ve Scadding evrelemesi arasındaki koralesyonlara ayrı ayrı bakılıp bu iki evreleme sisteminin birbirine üstün ve zayıf yönleri araştırıldı. Verilerin analizinde SPSS programı kullanıldı. Sonuçlar %95’lik güven aralığında, anlamlılık p< 0,05 düzeyinde değerlendirildi. Bulgular: Toraks BT şiddeti skoru (TBŞS) ile FEV1(%), FVC(%), DLCO, 6DYT bitiş satürasyonu, ve 6DYT(%) sonuçları arasında negatif yönde orta derecede anlamlı korelasyon tespit edildi (sırasıyla; r=-0,441; p<0,001; r=-0,477; p<0,001; r=-0,522; p<0,001; r=-0,417; p=0,001; r=-0,511; p<0,001). TBŞS ile başlangıç satürasyonu arasında düşük derecede negatif yönde ilişki belirlendi (r=-0,296; p=0,022). TBŞS ile desatürasyon arasında pozitif yönde, 6DYT mesafesi arasında negatif yönde düşük-orta düzeyde ilişki saptandı (r=0,370; p=0,004; r=-0,341; p=0,008). TBŞS ile FEV1, FVC, FEV1/FVC, PEF, FEF 25-75, FEF 25-75, DLCO/VA arasında anlamlı korelasyon saptanmadı (sırasıyla; r=-0,194; p<0,138; r=-0,210; p<0,108; r=-0,156; p<0,233; r=-0,109; p=0,413; r=-0,019; p<0,886; r=-0,078; p=0,553; r=-0,242; p<0,062 ). Scadding evrelerine göre yapılan korelasyon analizinde evre arttıkça FEV1(%) ve FVC(%) değerleri azalmaktaydı. FEV1(%) ile negatif yönde düşük derecede ve FVC(%) ile negatif yönde düşük-orta derecede anlamlı korelasyon saptandı(sırasıyla; r=-0,29; p=0,010; r=-0,368; p=0,001). Scadding evreleri arttıkça DLCO ve DLCO/VA değerleri de azalmaktaydı. Scadding evreleriyle DLCO değerinde negatif yönde orta derecede ve DLCO/VA ile negatif yönde düşük-orta derecede anlamlı korelasyon bulundu (sırasıyla; r=- 0,493; p<0,001; r=-0,331; p=0,001). Scadding evreleri arttıkça başlangıç oksijen satürasyon, bitiş oksijen satürasyon değerleri azalmakta, desatürasyon değerleri artmaktaydı. Scadding evreleriyle başlangıç oksijen satürasyon değeri arasında negatif yönde orta dereceli, bitiş oksijen satürasyonunda negatif yönde orta dereceli anlamlı korelasyon ve desatürasyon değerleri ile pozitif yönde düşük-orta derecede anlamlı korelasyon kaydedildi (sırasıyla; r=- 0,467; p=0,013; r=-0,501; p=0,016; r=0,374; p=0,002). Scadding evreleri arttıkça 6DYT (m) ve 6DYT (%) değerleri azalmaktaydı. Scadding evreleriyle 6DYT mesafesi(m) ve 6DYT mesafesi (%) değerleri arasında negatif yönde orta dereceli anlamlı korelasyon bulundu (sırasıyla; r=-0,470; p=0,003; r=-0,462 p=0,034). Scadding evrelemesi ile toraks BT şiddet skoru kıyaslandığında FEV1(%), FVC(%), DLCO, 6DYT(%) verilerinin TBŞS ile daha yüksek korelasyonda olduğu belirlenmiştir. FEV1, FVC, FEV1/FVC, DLCO/VA, başlangıç SpO2, bitiş SpO2, desatürasyon, 6DYT mesafesi verilerinin Scadding evresi ile daha yüksek korelasyonda olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Çalışmamız, sarkoidozun akciğer tutulumunun şiddetinin radyolojik olarak derecelendirilebildiği TBŞS ile fonksiyonel parametrelerin hemen hemen tamamına yakınıyla anlamlı korelasyonlar gösterdiğini tespit etmiş olup TBŞS’nun FEV1(%), FVC(%), DLCO, 6DYT(%) verileri ile korelasyon konusunda Scadding evreleme sistemine üstün olduğunu bulmuştur. Bu nedenle TBŞS sarkoidozlu hastaların takibinde göz önünde bulundurulmalıdır. Scadding evreleme sistemine bir alternatif yada iki sistemin modifiye edilerek ortak yeni bir evreleme sistemine geçiş için kapı arayabilir. Bu konuda çalışmamızın benzeri daha geniş olgu serili çok merkezli çalışmalara ihtiyaç vardır.
Öğe
Kronik böbrek hastalığında kan örneklerinde DKK-3 protein düzeyleri ile nabız dalga hızı, santral kan basıncı ve diğer kardiyovasküler risk faktörleri arasındaki ilişki
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Bilen, Esma Aybüke; Türkmen, Kültiğin
Amaç: Hücre farklılaşması, çoğalması ve apoptozdaki rolü ile yeni keşfedilen bir glikoprotein olan DKK-3’ün serum düzeylerinin nabız dalgası analizi ile diğer kardiyovasküler risk faktörleri ve kan-idrar parametreleri arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. Materyal ve Metod: Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi nefroloji polikliniklerinde takipte olan kronik böbrek hastalarında çalışmaya dahil edilenlerde rutin kontroller sırasında bakılan biyokimyasal tetkiklerin yanında DKK3 ölçümü için kan örnekleri pıhtı aktivatör içeren jelli tüplere alındı. Alınan kan örnekleri Hettich Rotina 46R (Hettich Zentrifugen, Tuttlingen, Almanya) marka cihazda 4 ⁰C, 1.000 g hızda ve 10 dakika santrifüj edilerek serum örnekleri ayrıldı. Dickkopf-3 analizleri çalışılıncaya kadar serum örnekleri -80 °C’ de New Brunswick U570 (New Brunswick Scientific, New Jersey, ABD) buzdolabında saklandı. Çalışmaya katılanların serum örneklerindeki Dickkopf-3 analizleri Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı Araştırma Laboratuvarında yapıldı. Serum Dickkopf-3 düzeyinin ölçümü için insan Dickkopf-3 ELISA (E2065Hu, Bioassay Technology Laboratory Inc., Şanghay, Çin) kiti kullanıldı. Dickkopf-3 düzeyleri üretici talimatlarına uygun olarak çift antikor sandviç ELISA yöntemi ile ölçüldü. ELISA kitlerinin yıkama sürecinde Biotek ELX 50 mikroplate yıkayıcı (BioTek Instruments, Vermont, ABD) kullanıldı. Spektrofotometrik ölçümlerde Bio-rad Mikroplate absorbans okuyucu xMark (Bio-rad Laboratories, Kaliforniya, ABD) sistemi kullanılarak absorbans-konsantrasyon kalibrasyon grafiklerine göre Dickkopf-3 sonuçları “ng/mL” olarak hesaplandı. Nefroloji Polikliniğimizde rutin olarak kullandığımız Mobil Graph New Genereation S/N C299843 cihazıyla nabız dalga hızı ve santral kan basıncı ölçümleri yapıldı. Nabız dalga analizi ölçümü ile SKB, DKB, OAB, NB, merkezi sistolik ve diyastolik kan basıncı, Aix ve NDH değerleri ölçülüp kaydedildi. Bu hastalarla aynı cinsiyet ve yaş grubundan ek hastalığı ilaç kullanımı olmayan sağlıklı kontrol grubundan da benzer örnekler alınarak çalışıldı. Elde edilen veriler “Statistical Package for the Social Sciences”(SPSS Inc, Chicago, USA) 22.0 paket programı ile değerlendirilip tanımlayıcı frekans, merkezi dağılım ve yaygınlık ölçütleri ve karşılaştırmalar için ki kare, korelasyon analizleri yapıldı. Bulgular: KBH grubunun DKK-3 düzeyleri ortancası (30,97 (20,92-50,35) ng/mL), kontrol grubunun DKK-3 düzeyleri ortancasından (80,37 (40,45-90,36) ng/mL) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü (p<0,001). Yapılan çok değişkenli analizde HDL değerindeki bir birimlik arışın DKK-3 düzeyini 0,030 kat artırdığı, HbA1C değerindeki bir birimlik artışın DKK-3 düzeyini 0,361 kat azalttığı, PWV değerindeki bir birimlik artışın DKK-3 değerini 0,279 kat azalttığı belirlendi. Çok değişkenli analize dâhil edilen diğer değişkenlerin DKK-3 düzeyi üzerinde anlamlı etkisi olmadığı belirlendi. Yapılan tek değişkenli analizlerde yaştaki bir birimlik artışın PWV düzeyini 0,096 kat artırdığı, GFR’deki bir birimlik artışın PWV düzeyini 0,032 kat azalttığı, DKK-3 düzeyindeki bir birimlik azalışın PWV düzeyini 0,359 kat artırdığı, OAB’deki bir birimlik artışın PWV düzeyini 0,046 kat artırdığı ve nabız basıncındaki bir birimlik artışın PWV düzeyini 0,049 kat arttırdığı belirlendi. Tek değişkenli analize dâhil edilen diğer değişkenlerin PWV düzeyi üzerinde anlamlı etkisi olmadığı belirlendi. Yapılan tek değişkenli analizlerde erkeklerde proteinüri düzeyinin 795,859 birim daha fazla olduğu, GFR’deki bir birimlik artışın proteinüri düzeyini 25,595 kat azalttığı, OAB’deki bir birimlik artışın proteinüri düzeyini 26,581 kat artırdığı belirlendi. Tek değişkenli analize dâhil edilen diğer değişkenlerin proteinüri düzeyi üzerinde anlamlı etkisi olmadığı belirlendi. Sonuç: Serum DKK-3 düzeyi KBH olan hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Tüm grup değerlendirmesinde serum DKK3 düzeyi ile PWV ve proteinüri arasında negatif yönde korelasyon görülmüştür.