Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi
DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.
Güncel Gönderiler
Selektif immünglobulin M eksikliği tanısı alan hastaların retrospektif olarak değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Özdemir, Emine; Reisli, İsmail
Selektif immünglobulin (IgM) eksikliği; serum IgM değerinin 20 mg/dL’nin altında
veya iki standart sapmanın altında olması ile beraber serum IgA ve IgG değerlerinin normal
olması olarak tanımlanır. Selektif IgM eksikliği olan hastalar asemptomatik olabileceği gibi
tekrarlayan enfeksiyonlar, alerjik ve otoimmün hastalıklar ile de başvurabilirler.
Çalışmamızda selektif IgM eksikliği tanılı çocuk hastaların klinik ve laboratuvar
özelliklerini retrospektif ve kesitsel olarak değerlendirdik. Necmettin Erbakan Üniversitesi
Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Alerji ve İmmünoloji
polikliniğine Ekim 2005 ile Mayıs 2024 tarihleri arasında başvuran ve serum IgM değeri 20
mg/dL’nin altında ölçülen 21 hasta çalışmamıza dahil edildi.
Hastaların on beşi (%71,4) erkek, altısı (%28,6) kız olup (erkek/kız oranı 2,5), tanı
yaşı ortancası 4 yaş 7 ay, izlem süresi ortancası 42 ay, tanıda gecikme süresi ortancası 30
aydı. Hastaların %19’u pnömoni, %14,3’ü bronşit, %14,3’ü kronik öksürük, %9,5’i
tonsillofaranjit, %9,5’i ürtiker, %9,5’i tekrarlayan oküler herpes, %4,8’i tekrarlayan herpetik
gingivostomatit, %4,8’i atopik dermatit ile başvurmuştu ve %23,8’inin besin ya da inhaler
alerjisi olduğu saptandı. Takip sürecinde veya tanı anında hastalarımızın yaklaşık yarısında
ikinci bir hastalık (yaygın değişken immün yetmezlik, DOCK8 eksikliği, ITK eksikliği,
Widemann-Steiner sendromu, Down sendromu, B hücreli akut lenfoblastik lösemi, akut
miyeloblastik lösemi, DiGeorge sendromu, Evans sendromu) saptandı.
Tekrarlayan enfeksiyonlar nedeniyle hastaların %47,6’sının antimikrobiyal
profilaksi ve %52,4’ünün intravenöz immünglobulin replasman tedavisi (IgRT) aldığı tespit
edildi. Hastaların büyük çoğunluğu IgRT’den fayda görmüş olup, sadece %19’unda (n=4)
IgRT kesilemedi. Hastaların %71’inin (n=15) takiplerinde IgM düşüklüğü devam etti.
Sadece selektif IgM eksikliği olan hastalar (grup 1) ile eşlik eden ikinci bir hastalığı
olan hastalar (grup 2) karşılaştırıldığında grup 2’deki hastaların mutlak lenfosit sayıları ve
izohemaglutinin titreleri düşük (p<0,05), IgRT başlanma oranı ve IgRT verilme süreleri
yüksek (p<0,05) saptandı. Ayrıca grup 1’de yer alan hastaların tanı almadan önceki son bir
yılda tonsillofarenjit geçirme oranı istatistiksel olarak anlamlı yüksekti.
Sonuç olarak literatürde hala bilinmeyen birçok yönü olan selektif IgM eksikliği
tanılı hastaların klinik ve laboratuvar bulgularının farklı olabileceğini, takip sürecinde farklı
hastalıkların ortaya çıkabileceğini bu nedenle uzun dönem izlemlerinin önemli olduğunu
düşünüyoruz.
Korakoakromial ligament morfolojisinin skapula morfolojisi ve sık görülen omuz patolojileri ile ilişkilerinin değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Özdemirci, Ayhan; Özer, Mustafa
Amaç: Lteratüre bakıldığında omuz patolojlernde krtk omuz açısı (CSA), glenod versyon (GV), glenod
nklnasyon (Gİ), korakoakromal lgament (KAL) kalınlık, korakoakromal ark açısı gb parametreler ve omuz
patolojler lşkler araştırılmıştır. Bu çalışmanın amacı KAL uzunluğunu ve blnen bu ölçümlere ek olarak kend
tanımladığımız radyolojk ölçümlerden de yararlanarak KAL ve skapula morfolojsnn omuz patolojler
üzerndek etksn ortaya koymaktır.
Yöntem: Bu çalışmada Aralık 2016- Aralık 2023 tarhler arasında Necmettn Erbakan Ünverstes Meram Tıp
Fakültes ortoped ve travmatoloj polklnğne omuz ağrısı le başvuran 950 hasta çersnden dışlama krterler
kullanarak (ler derece artroz olması,brden çok omuz patolojsnn br arada olması ) rastgele seçlen 213 hasta
dahl edld. Çalışma grubunda anteror omuz nstabltes, subakromyal sıkışma sendromu, rotator manşet yırtığı
grupları olarak hepsnden 50 şer hasta rastgele seçld. Kontrol grubu manyetk rezonans (MR) görüntülemede
(herhang br omuz patolojs olmayan) normal grup 63 hasta rastgele seçld. Çalışma ve kontrol grubu hastalarının
MR ve röntgen kestlernde; daha önceden tanımlanmış olan CSA, GV, Gİ, korakoakromyal ark açısı, bunlara ek
olarak KAL uzunluğu ve bzm yen tanımladığımız akromyon kapsama açısı (AKA), korakoakromyal kapsama
açısı (KKA), akromon-glenod aks arası açı farkı (AGAF) ölçümler kullanıldı.
Bulgular: Çalışmaya dahl edlen toplam 213 hastanın 90’ı kadın (%42,2), 123’ü erkekt (%57,8). Çalışmaya
dahl edlen breylern kontrol grubu, rotator manşet yırtığı, zole subakromyal sıkışma, anteror omuz nstabltes
olanların 118’nde (%55,5) sağ kolda ken, 95’nde (%44,5) sol koldaydı. Korakoakromyal ark açısı, KAL total
uzunluğu, KAL yükseklk ve aksyel uzunluk AGAF, KKA, GV, CSA gruplar arası (p<0,001) bu parametreler le
patolojler arasında anlamlı farklılıklar olduğunu tespt edld. Ölçümlerde gruplar arasında subakromal sıkışma
sendromu çn CSA, GV, AGAF, KKA parametrelernde anlamlı farklılıklar olduğu gözlend.(p<0,001) Rotator
manşet yırtığı grubunda se; AGAF, KKA, KAL aksyel uzunluk, KAL yükseklk, KAL total uzunluk, KAA
parametrelernde anlamlı farklılıklar olduğu gözlend.(p<0,001) Anteror omuz nstablte grubunda se; AGAF,
KKA, KAL aksyel uzunluk, KAL total uzunluk, KAA parametrelernde anlamlı farklılıklar olduğu
gözlend.(p<0,001) KAL aksyel uzunluk, yükseklk ve total uzunluğu (sırasıyla 44,2 mm,14 mm,47 mm eşk
değer ve üzernde), rotator manşet yırtığı tanısında anlamlı farklılıklar gösterdğ tespt edld.(sırasıyla p değerler;
p=0,005, <0,001, <0,001) KAL aksiyel uzunluk, KAL total uzunluk(sırasıyla 43,8 mm, 47,6 mm ve eşik değer ve
üzerinde ) ve korakoakromial ark açısının ise (123,8 derece eşik değer ve üzeri açılarda) instabilite tanısında
anlamlı farklılıklar gösterdiği tespit edildi.(sırasıyla p değerleri ; <0,001 , <0,001, 0,001)Bizim tanımladığımız
açılardan korakoakromial kapsama açısının (53,1 derece eşik değer ve üzerinde) instabilite tanısında anlamlı
farklılıklar gösterdiği tespit edildi.(p=0,011) CSA’nın ve GV’nin (sırasıyla 30,1 ve 2 derece eşik değer)
subakromiyal sıkışma sendromu tanısında anlamlı farklılıklar gösterdiği tespit edildi.(sırasıyla p<0,03, p<0,001)
Sonuç: Sonuç olarak radyolojk ölçümlerle blg sahb olunan skapula morfolojs; KAL aksyel ve total
uzunluğunun artması le nstablte ve rotator manşet yırtığı rsknn arttığı gözlend. Korakoakromyal ark açısı ve
bzm tanımladığımız korakoakromal kapsama açısının artması le nstablte rsknn arttığı gözlend. Bunlara ek
olarak CSA ve GV’nn subakromal sıkışma sendromu le lşkl parametreler olableceğ tespt edld. KAL ve
skapula morfolojlernn sık görülen omuz patolojlernn etyopatogeneznn aydınlatılmasına yardımcı
parametreler olduğu gözlend.
Herediter anjioödem hastalarının odyolojik ve vestibüler bulgularının değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Afifoğlu, Malik; Eravcı, Fakih Cihat
Amaç: Herediter anjioödem (HAE), otozomal dominant geçişli nadir bir
genetik hastalıktır. Literatürde HAE’nin odyo-vestibüler fonksiyonlarının üzerine
etkisi araştırılmamış olup mevcut çalışmada herediter anjioödem hastalığının odyovestibüler
fonksiyonlarının değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Çalışmaya 20 herediter anjioödem hasta ve 20 sağlıklı kontrol grubu
dahil edildi. Her iki gruba otoendoskopik muayenesi ve katılımcılara araştırma
verilerinin elde edilmesinde sosyo-demografik özelliklerinin kaydedileceği anket
formu, saf ses odyometresi, kalorik test, Video Head Impulse Test (VHIT) ve
komputerize dinamik posturografi (KDP) testleri ve baş dönmesi engellilik envanteri
(BEE) uygulandı.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen HAE hastaların 11(%55)’i, kontrol
grubunun ise 12 (%60)’si kadındı. Hasta ve kontrol grubunda yaş ve cinsiyet dağılımı
istatistiksel olarak benzer bulundu (p>0,05). Hastaların hava ve kemik yolu işitme
seviye ölçümlerinden 2000 Hz ölçümleri dışındaki (500, 1000 ve 4000 Hz)
ölçümlerde, hasta grubu işitme seviyesi kontrol grubuna kıyasla anlamlı düzeyde
düşük tespit edildi (p<0,005). Kalorik testte hasta grubunda 9 (%45) hastanın kanal
parezisi saptandı, kontrol grubunda ise kanal parezisi saptanmadı. İstatiksel olarak
hasta grubunda kanal parezisi kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek tespit
edildi. Maksimum yavaş phase velocity (MSPV) parametresi hasta grubunda kontrol
grubuna göre düşük belirlendi (p=0,023). VHIT’te hasta grubunda 6 (%30) hastada
vestibulo-ocular refleks (VOR) kazanç kaybı görüldü. Ayrıca 11 (%55) hastada
patolojik sakkad (covert,overt) izlendi. Kontrol grubunda ise VOR kazanç kaybı ve
patolojik sakkad hiç izlenmedi. İstatiksel olarak VOR kazancı hasta grubun sol anterior
(LA) ve sol lateral kanal (LL)’larında, kontrol grubuna göre istatistiki olarak anlamlı
düzeyde düşük belirlendi (p değerleri sırasıyla; p=0,035; p=0,006). KDP sonuçları
incelendiğinde hasta grubunda, kontrol grubuna göre Visual (AP), VES (AP), PREF
(AP), Global (AP), Visual (ML), VES (ML), PREF (ML), Global (ML) parametreleri
istatistiki olarak anlamlı düzeyde düşük belirlendi (p<0,001). BEE’de hasta grubunun
7 (%35)’inde dizziness handikap izlendi; birinde (%5) hafif ve 6’sında (%30) orta
derece handikap izlendi. Buna karşın kontrol grubunu bireylerinde dizziness handikap
izlenmedi.
Sonuç: Bu çalışmamız, HAE hastalarının odyo-vestibüler sistemin
değerlendirilmesini gerçekleştiren literatürdeki ilk çalışmadır. HAE hastalarının odyovestibüler
sistemlerinin etkilendiği objektif ve subjektif değerlendirmelerle ortaya
konmaktadır. Bu hasta grubu baş dönmesi şikayetleri ile kliniklere başvurabileceği ve
ilk tanı anında dahi olabileceği bilinmelidir. Ek olarak bu hastalara yönelik spesifik
vestibüler rehabilitasyon programları uygulanabilir ve hastaların vestibüler
fonksiyonları düzenli aralıklarla takip edilmesi gerekmektedir.
Sarkoidozlu hastalarda toraks BT şiddet skorunun SFT,DLCO ve 6DYT ile ilişkisi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Takeş, Muhammet ALİ; Korkmaz, Celalettin
Giriş: Sarkoidoz; pek çok organda granülomatöz reaksiyon oluşması ile karakterize,
henüz etiyolojisi tam olarak bilinmeyen multisistemik bir hastalıktır. İntratorasik tutulum;
simetrik bilateral hiler lenfadenopati ve/veya diffüz akciğer mikronodülleri %90 hastada
görülür ve özellikle en çok etkilenen sistem olan lenfatik yapılar boyunca kendini gösterir.
Bilgisayarlı tomografi (BT); lenfadenopati ve parankimal anormalliklerin tespitinde akciğer
grafisine kıyasla daha hassastır. Bu nedenle diffüz parankimal akciğer hastalıklarının tanı ve
takibinde uzun süredir Toraks BT kullanılmaktadır. Solunum Fonksiyon Testi (SFT)
fonksiyonel bozukluğu belirlemede ve hastalık progresyonunun takibinde, tedavi aşamalarının
değerlendirilmesinde kullanılan önemli bir testtir. Karbon monoksit difüzyon testi (DLCO)
alveolar gaz değişim kabiliyetini gösterir. Sarkoidoz ve benzeri interstisyel akciğer
hastalıklarında alveolokapiller membran yüzey alanı, gelişebilen parankimal tutulum ve
fibrozis nedeniyle azalabileceğinden DLCO’da düşme görülebilir. 6 dakika yürüme testi
(6DYT) hastaların fonksiyonel kapasitesini belirlemek için sıklıkla kullanılan güvenilir bir
yöntemdir.
Amaç: Bu çalışmada amaç; sarkoidozlu hastaların takibinde daha önce kullanımı
standart haline gelmemiş olan Toraks BT Şiddet Skoru (TBŞS) ile SFT, DLCO ve 6DYT
parametreleri arasındaki ilişkiyi araştırmak ve 1961’den bu yana kullanılmakta olan akciğer
grafi tabanlı scadding evreleme sistemi ile kıyaslamaktır.
Yöntem: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs
Hastalıkları Anabilim Dalı Servisinde ocak 2015 - mayıs 2024 arasında yatarak tetkik ve
takibi yapılmış olan 243 sarkoidozlu hastadan hastane kayıtlarında; eş zamanlı (en fazla 3 ay
aralığında) akciğer grafisi, toraks BT’si, SFT, DLCO ve 6DYT’si olup 18 yaş üzeri 60 hasta
dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi.
Demografik verileri (yaş, cinsiyet, ek hastalık), toraks BT şiddet skorları, scadding evreleri,
SFT’deki FVC, FVC%, FEV1, FEV1%, FEV1/FVC, PEF, FEF 25-75, FEF 25-75%,
difüzyon kapasitesi ölçümünde DLCO ve DLCO/VA, 6DYT’deki başlangıç SPO2, bitiş
SPO2, desatürasyon yüzdesi, yürüme mesafesi ve yürünen mesafesinin beklenen mesafeye
oranları (6DYT%) kaydedildi. Bu parametrelerle TBŞS ve Scadding evrelemesi arasındaki
koralesyonlara ayrı ayrı bakılıp bu iki evreleme sisteminin birbirine üstün ve zayıf yönleri
araştırıldı. Verilerin analizinde SPSS programı kullanıldı. Sonuçlar %95’lik güven aralığında,
anlamlılık p< 0,05 düzeyinde değerlendirildi.
Bulgular: Toraks BT şiddeti skoru (TBŞS) ile FEV1(%), FVC(%), DLCO, 6DYT
bitiş satürasyonu, ve 6DYT(%) sonuçları arasında negatif yönde orta derecede anlamlı
korelasyon tespit edildi (sırasıyla; r=-0,441; p<0,001; r=-0,477; p<0,001; r=-0,522; p<0,001;
r=-0,417; p=0,001; r=-0,511; p<0,001). TBŞS ile başlangıç satürasyonu arasında düşük
derecede negatif yönde ilişki belirlendi (r=-0,296; p=0,022). TBŞS ile desatürasyon arasında
pozitif yönde, 6DYT mesafesi arasında negatif yönde düşük-orta düzeyde ilişki saptandı
(r=0,370; p=0,004; r=-0,341; p=0,008). TBŞS ile FEV1, FVC, FEV1/FVC, PEF, FEF 25-75,
FEF 25-75, DLCO/VA arasında anlamlı korelasyon saptanmadı (sırasıyla; r=-0,194; p<0,138;
r=-0,210; p<0,108; r=-0,156; p<0,233; r=-0,109; p=0,413; r=-0,019; p<0,886; r=-0,078;
p=0,553; r=-0,242; p<0,062 ).
Scadding evrelerine göre yapılan korelasyon analizinde evre arttıkça FEV1(%) ve
FVC(%) değerleri azalmaktaydı. FEV1(%) ile negatif yönde düşük derecede ve FVC(%) ile
negatif yönde düşük-orta derecede anlamlı korelasyon saptandı(sırasıyla; r=-0,29; p=0,010;
r=-0,368; p=0,001). Scadding evreleri arttıkça DLCO ve DLCO/VA değerleri de
azalmaktaydı. Scadding evreleriyle DLCO değerinde negatif yönde orta derecede ve
DLCO/VA ile negatif yönde düşük-orta derecede anlamlı korelasyon bulundu (sırasıyla; r=-
0,493; p<0,001; r=-0,331; p=0,001). Scadding evreleri arttıkça başlangıç oksijen satürasyon,
bitiş oksijen satürasyon değerleri azalmakta, desatürasyon değerleri artmaktaydı. Scadding
evreleriyle başlangıç oksijen satürasyon değeri arasında negatif yönde orta dereceli, bitiş
oksijen satürasyonunda negatif yönde orta dereceli anlamlı korelasyon ve desatürasyon
değerleri ile pozitif yönde düşük-orta derecede anlamlı korelasyon kaydedildi (sırasıyla; r=-
0,467; p=0,013; r=-0,501; p=0,016; r=0,374; p=0,002). Scadding evreleri arttıkça 6DYT (m)
ve 6DYT (%) değerleri azalmaktaydı. Scadding evreleriyle 6DYT mesafesi(m) ve 6DYT
mesafesi (%) değerleri arasında negatif yönde orta dereceli anlamlı korelasyon bulundu
(sırasıyla; r=-0,470; p=0,003; r=-0,462 p=0,034).
Scadding evrelemesi ile toraks BT şiddet skoru kıyaslandığında FEV1(%), FVC(%),
DLCO, 6DYT(%) verilerinin TBŞS ile daha yüksek korelasyonda olduğu belirlenmiştir.
FEV1, FVC, FEV1/FVC, DLCO/VA, başlangıç SpO2, bitiş SpO2, desatürasyon, 6DYT
mesafesi verilerinin Scadding evresi ile daha yüksek korelasyonda olduğu belirlenmiştir.
Sonuç: Çalışmamız, sarkoidozun akciğer tutulumunun şiddetinin radyolojik olarak
derecelendirilebildiği TBŞS ile fonksiyonel parametrelerin hemen hemen tamamına yakınıyla
anlamlı korelasyonlar gösterdiğini tespit etmiş olup TBŞS’nun FEV1(%), FVC(%), DLCO,
6DYT(%) verileri ile korelasyon konusunda Scadding evreleme sistemine üstün olduğunu
bulmuştur. Bu nedenle TBŞS sarkoidozlu hastaların takibinde göz önünde bulundurulmalıdır.
Scadding evreleme sistemine bir alternatif yada iki sistemin modifiye edilerek ortak yeni bir
evreleme sistemine geçiş için kapı arayabilir. Bu konuda çalışmamızın benzeri daha geniş
olgu serili çok merkezli çalışmalara ihtiyaç vardır.
Kronik böbrek hastalığında kan örneklerinde DKK-3 protein düzeyleri ile nabız dalga hızı, santral kan basıncı ve diğer kardiyovasküler risk faktörleri arasındaki ilişki
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Bilen, Esma Aybüke; Türkmen, Kültiğin
Amaç: Hücre farklılaşması, çoğalması ve apoptozdaki rolü ile yeni keşfedilen bir
glikoprotein olan DKK-3’ün serum düzeylerinin nabız dalgası analizi ile diğer
kardiyovasküler risk faktörleri ve kan-idrar parametreleri arasındaki ilişkiyi araştırmayı
amaçladık.
Materyal ve Metod: Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi nefroloji
polikliniklerinde takipte olan kronik böbrek hastalarında çalışmaya dahil edilenlerde rutin
kontroller sırasında bakılan biyokimyasal tetkiklerin yanında DKK3 ölçümü için kan
örnekleri pıhtı aktivatör içeren jelli tüplere alındı. Alınan kan örnekleri Hettich Rotina 46R
(Hettich Zentrifugen, Tuttlingen, Almanya) marka cihazda 4 ⁰C, 1.000 g hızda ve 10 dakika
santrifüj edilerek serum örnekleri ayrıldı. Dickkopf-3 analizleri çalışılıncaya kadar serum
örnekleri -80 °C’ de New Brunswick U570 (New Brunswick Scientific, New Jersey, ABD)
buzdolabında saklandı.
Çalışmaya katılanların serum örneklerindeki Dickkopf-3 analizleri Necmettin
Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı Araştırma
Laboratuvarında yapıldı. Serum Dickkopf-3 düzeyinin ölçümü için insan Dickkopf-3 ELISA
(E2065Hu, Bioassay Technology Laboratory Inc., Şanghay, Çin) kiti kullanıldı. Dickkopf-3
düzeyleri üretici talimatlarına uygun olarak çift antikor sandviç ELISA yöntemi ile ölçüldü.
ELISA kitlerinin yıkama sürecinde Biotek ELX 50 mikroplate yıkayıcı (BioTek
Instruments, Vermont, ABD) kullanıldı. Spektrofotometrik ölçümlerde Bio-rad Mikroplate
absorbans okuyucu xMark (Bio-rad Laboratories, Kaliforniya, ABD) sistemi kullanılarak
absorbans-konsantrasyon kalibrasyon grafiklerine göre Dickkopf-3 sonuçları “ng/mL”
olarak hesaplandı.
Nefroloji Polikliniğimizde rutin olarak kullandığımız Mobil Graph New Genereation
S/N C299843 cihazıyla nabız dalga hızı ve santral kan basıncı ölçümleri yapıldı. Nabız dalga
analizi ölçümü ile SKB, DKB, OAB, NB, merkezi sistolik ve diyastolik kan basıncı, Aix ve
NDH değerleri ölçülüp kaydedildi. Bu hastalarla aynı cinsiyet ve yaş grubundan ek hastalığı
ilaç kullanımı olmayan sağlıklı kontrol grubundan da benzer örnekler alınarak çalışıldı. Elde
edilen veriler “Statistical Package for the Social Sciences”(SPSS Inc, Chicago, USA) 22.0
paket programı ile değerlendirilip tanımlayıcı frekans, merkezi dağılım ve yaygınlık ölçütleri
ve karşılaştırmalar için ki kare, korelasyon analizleri yapıldı.
Bulgular: KBH grubunun DKK-3 düzeyleri ortancası (30,97 (20,92-50,35) ng/mL),
kontrol grubunun DKK-3 düzeyleri ortancasından (80,37 (40,45-90,36) ng/mL) istatistiksel
olarak anlamlı düzeyde düşüktü (p<0,001). Yapılan çok değişkenli analizde HDL
değerindeki bir birimlik arışın DKK-3 düzeyini 0,030 kat artırdığı, HbA1C değerindeki bir
birimlik artışın DKK-3 düzeyini 0,361 kat azalttığı, PWV değerindeki bir birimlik artışın
DKK-3 değerini 0,279 kat azalttığı belirlendi. Çok değişkenli analize dâhil edilen diğer
değişkenlerin DKK-3 düzeyi üzerinde anlamlı etkisi olmadığı belirlendi. Yapılan tek
değişkenli analizlerde yaştaki bir birimlik artışın PWV düzeyini 0,096 kat artırdığı,
GFR’deki bir birimlik artışın PWV düzeyini 0,032 kat azalttığı, DKK-3 düzeyindeki bir
birimlik azalışın PWV düzeyini 0,359 kat artırdığı, OAB’deki bir birimlik artışın PWV
düzeyini 0,046 kat artırdığı ve nabız basıncındaki bir birimlik artışın PWV düzeyini 0,049
kat arttırdığı belirlendi. Tek değişkenli analize dâhil edilen diğer değişkenlerin PWV düzeyi
üzerinde anlamlı etkisi olmadığı belirlendi.
Yapılan tek değişkenli analizlerde erkeklerde proteinüri düzeyinin 795,859 birim
daha fazla olduğu, GFR’deki bir birimlik artışın proteinüri düzeyini 25,595 kat azalttığı,
OAB’deki bir birimlik artışın proteinüri düzeyini 26,581 kat artırdığı belirlendi. Tek
değişkenli analize dâhil edilen diğer değişkenlerin proteinüri düzeyi üzerinde anlamlı etkisi
olmadığı belirlendi.
Sonuç: Serum DKK-3 düzeyi KBH olan hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı
olarak düşük bulunmuştur. Tüm grup değerlendirmesinde serum DKK3 düzeyi ile PWV ve
proteinüri arasında negatif yönde korelasyon görülmüştür.