Yazar "Ak, Murat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 6 / 6
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ahmed Sâfî Bey’in Kasîde-i Hamriyye Tercümesi(2016) Ak, MuratArap edebiyatının önemli sûfî karakterlerinden biri olan İbnü'lFârız ilâhî aşkı anlattığı kırk bir beyitlik el-Kasîdetü'l-Hamriyye'sini telif etmiş; şarap, meyhane ve kadeh gibi kavramlara tasavvufî anlamların yüklendiği kaside kısa sürede sûfî çevrelerce benimsenmiştir. Tasavvufî yönüyle öne çıkan kasidenin Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında birçok tercüme ve şerhi yapılmıştır. Türk edebiyatında tespit edilen sekiz tercüme ve şerhi bulunan elKasîdetü'l-Hamriyye'nin mütercimlerinden biri Ahmed Sâfî Bey'dir. Ahmed Sâfî Bey Türkçe, Farsça ve Arapça'ya bu dillerde şiir telif edecek kadar hâkim, son dönem mutasavvıf ulemâsından olan bir Osmanlı münevveridir. Ahmed Sâfî Bey'in Kasîde-i Hamriyye Tercümesi müellifin en önemli eseri olan on sekiz cilt hacmindeki el yazması eseri Sefînetü'sSâfî'de yer alır. Sefînetü's-Sâfî müellifin kendisinden önce yahut kendisiyle aynı dönemde yaşamış şuarâ, meşâyıh ve ulemanın terceme-i hallerini aktardığı, kültür ve sanat tarihine ilişkin değerli bilgiler ihtiva eden eseridir. Sefînetü's-Sâfî'de yer alan Kasîde-i Hamriyye Tercümesi kasidenin daha önceki tercümelerinin aksine tam bir tercümedir. Mütercim tarafından daha önceki tercümelerde yer alan muğlaklıkların giderilmesi amacıyla girişildiği söylenen tercüme, kelimelerin lügat karşılıkları esas alınmak suretiyle yapılmıştır. Bununla birlikte Kasîde-i Hamriyye Tercümesi'nde Ahmed Sâfî Bey tarafından kelimelerin lügat anlamlarının dışında bir kısım tasarruflarda bulunulduğu da görülmektedir. Bu çalışmada Ahmed Sâfî Bey'in hayatı, eserleri hakkında bilgi verilmiş, müellife ait Kasîde-i Hamriyye Tercümesi'ndeki hususiyetlere değinildikten sonra tespit edilen iki nüsha karşılaştırılarak Kasîde-i Hamriyye Tercümesi'nin tenkitli neşri yapılmıştırÖğe Bir edebî tür olarak kıyâfet-nâme ve Bursalı Murâdî'nin kıyâfet-nâme'si(Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2022) Dikkaya, Harun; Ak, MuratKıyâfet-nâme, bir kimsenin saç, göz, el ayak gibi organlarına ve fizikî özelliklerine bakarak onun ahlâkı ve karakteri hakkında tahmin ve tespitte bulunmayı konu edinen ilimdir. İnsanın fizikî yapısını dikkate alarak kişilik özellikleri ile ilgili yapılan tespitlerin varlığı çok eskilere dayanmakla birlikte, bir edebî tür olarak kıyâfet-nâme Türk edebiyatına, Arap ve Fars kaynakları üzerinden girmiştir. İnsanın dış görünüşünden yola çıkarak iç dünyası hakkında hüküm vermek ile ilgili konuların işlendiği kıyâfet-nâmelerin Türk edebiyatında birçok örneğine rastlanır. Türün, Türk edebiyatındaki ilk örneğinde telif sebebi, erkek hizmetçi ve cariye alımında dikkat edilmesi gereken hususların bilinmesi olarak zikredilir. Sonraki dönemlerde kaleme alınan kıyâfet-nâmelerde telif sebebinin, insanın başkalarını tanıması ve bu şekilde karakterlerine göre muamale etmesi, hayır ve şerrin kimden geleceğini bilerek amel etmesinin sağlanması, yaratılışın sırlarını bilmesi ve ebedî mutluluğa vakıf olmayı öğrenmesi olarak zikredildiği görülür. Kıyâfet-nâme türünün Türk edebiyatındaki manzum örneklerinden biri II.Bayezid devri şairlerinden Bursalı Murâdî’ye aittir. Murâdî'nin Kıyâfet-nâmesi’nde insana ait fizikî özellikler yirmi fasılda değerlendirilmiştir. Eserde yer alan değerlendirmelerin, Türk edebiyatında kıyâfet-nâme türünün öne çıkan örnekleri olarak kabul edilen Hamdullah Hamdî, Erzurumlu İbrahim Hakkı ve Şaban-ı Sivrihisarî'nin Kıyâfet-nâme'leriyle büyük ölçüde benzerlik gösterdiği görülmektedir. Bu makalede önce kıyâfet-nâmelerin Arap, Fars ve Türk edebiyatlarındaki örnekleri hakkında bilgi verilmiş, ardından Bursalı Murâdî’nin Kıyâfet-nâmesi şekil ve muhteva özellikleri açısından incelenmiştir. İçerdiği hükümler açısından türün öne çıkan diğer örnekleriyle mukayese edilen eser ilk kez neşredilmiştir.Öğe Bir Osmanlı münevveri Fâik Ömer Efendi ve Divân-I Nu'ût'u(2015) Ak, MuratOsmanlı devletinin birçok kademesinde görev almış ve devlet ricaliyle ortak meclislerde bulunmuş Fâik Ömer Efendi, XVIII. ve XIX. yüzyıllarda yaşamış tasavvufî eğilimleriyle öne çıkan şair bir Osmanlı münevveridir. Doğum yeri ve tarihi bilinmeyen şair 1245/1829'da İstanbul'da vefat etmiştir. Fâik Ömer Efendi'nin Türkçe ve Farsça divânı başta olmak üzere birçok eseri mevcuttur. Şaire ait eserler içinde kaynaklarda zikredilmeyen bir de divân-ı nu'ût bulunmaktadır. İlk kez bu çalışmada neşredilen divân Yapı Kredi Sermet Çifter Araştırma Kütüphanesi 554/2 numarada yer alır. Alfabedeki her harfin kafiyesiyle kaleme alınan gazellerden oluşan divânın sonunda şaire ait bir de on iki imam methiyesi bulunur. Fâik Ömer Efendi'nin divânında yer alan na'tlerde oldukça sade bir üslûbu benimsediği görülür. Bu durum şairin Türkçe ve Farsça divânlarındaki üslûbuyla da örtüşmektedir.Öğe Dilde birlikte yaşama tecrübesi olarak Osmanlı Türkçesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2017) Ak, MuratOsmanlı Türkçesi, 13. ve 20. yüzyıllar arasında Osmanlı coğrafyasında kullanılan Türkçe’ye verilen isimdir. Coğrafî, dinî, siyâsî ve kültürel etkileşim sebebiyle Osmanlı Türkçesi’nde Farsça ve Arapça’nın etkisi belirgin bir şekilde hissedilir. Öyle ki Osmanlı Türkçesi birçokları tarafından Türkçe, Farsça ve Arapça’dan müteşekkil bir dil olarak tanımlanmıştır. Özellikle Osmanlı Türkçesinin Klasik dönemi olarak isimlendirilen, 15. ve 19. yüzyıllar arasındaki dönem bu iddiaları haklı çıkaran dilsel hususiyetler barındırır. Bu durum Osmanlı Türkçesi’nin ne kadar özgün bir dil olduğu konusunu gündeme getirir. Bununla birlikte, Osmanlı Türkçesindeki yoğun Farsça ve Arapça varlığı, bu dilleri meydana getiren medeniyet ve kültür havzalarının bir dil içinde birlikte yaşama tecrübesi olarak karşımıza çıkar. Bu tarihsel tecrübeyi dillerin Osmanlı Türkçesi potası içinde birlikte yaşama tecrübesi olarak isimlendirmek mümkündür.Bu makalede Farsça ve Arapça varlığının Osmanlı Türkçesi potası içinde ne şekilde var olduğu, “Dilde Birlikte Yaşama Tecrübesi” olarak isimlendirdiğimiz tecrübenin hangi sosyal ve tarihsel süreçlerle meydana geldiği, dilde hangi kazanımları ya da müşkül durumları ortaya çıkardığı ele alınmıştır.Öğe Divan şiirinde taşra kullanımları ve Divan şairinin taşrası(2014) Ak, MuratSözlükte dışarlık, bir ülkenin başkenti ve önemli şehirleri dışındaki yerleri ifade eden taşra, Divan şiirinde farklı birçok kullanımla karşımıza çıkar. Taşra gitmek, taşra çıkmak, taşra düşmek ve taşra üfürmek Divan şiirinde karşılaştığımız deyimlerdir. Bu deyimler daha çok tasavvufî bir söylem içinde, mutasavvıf şairlerce kullanılmıştır. Mutasavvıf şairler kendi sembolik dilleri içinde kalbi, hakikatin merkezi olan bir saraya benzetirken taşrayı hakikat alanı olan bu sarayın dışı şeklinde ifade etmişlerdir. Bu şairlere göre taşrada oluş, hakikati kendi içinde değil, dışarıda bir yerlerde arama halini ifade eder. Merkeziyetçi idare altında, her türlü sanat gibi divan şiiri de istikameti merkez olan ve daima merkez etrafında şekillenmiş bir şiirdir. Şairin şiirini ispat ettiği ve takdirini almaya çalıştığı yer payitahttır. Divan şairi için payitaht bir tanrısallık içerirken kenar ifadesiyle işaret edilen taşra cehaletin ve değersizliğin temsili olmuştur. Taşralı olsun ya da olmasın divan şairi hep merkezin dilini kullanmış, merkezin taşraya yönelik bu dili ise ezici, belirleyici ve biçimlendirici bir dil ola gelmiştir. Bu durum Fuzûlî, Nâbî ve daha birçok önemli şairin metinlerinde açıkça görülür.Öğe Şeyhzâde Ahmed Ziyâ Efendi'nin Şiirleri(2016) Ak, MuratDevlet-i Âl-i Osman'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş döneminde Konya'da önemli isimlerinden biri olarak temâyüz eden Şeyhzâde Ahmed Ziyâ Efendi, yaşadığı süreçte çevresinde etkili olmuş bir Osmanlı münevveridir. O bir yönüyle müderris, bir yönüyle siyasî, bir yönüyle irşatçı, bir yönüyle de dilci ve edebiyatçı kimliğine sahiptir. Bütün ilmî, siyasî ve irşâdî faaliyetlerini Bekir Sami Paşa ve Islâh-ı Medâris-i İslâmiyye medreseleri merkezinde şekillendiren Şeyhzâde Ahmed Ziyâ Efendi İslam Hukuku'na ilişkin eserler kaleme almıştır. Bu eserler dışında müellife ait üç de manzum eser bulunmaktadır. Bu manzum eserlerden biri Hz. Peygamber için telif edilmiş bir n'at, diğeri müellifin dönemin siyâsî atmosferinde kardeşinin idam edilmesi üzerine yazdığı siyasî içerikli bir kasîde, bir diğeri ise miras bahislerini anlattığı manzum ferâiz-nâmedir. Bu çalışmada önce müellifin hayatına ilişkin bilgi verilmiş, peşi sıra zikredilen üç şiir şekil ve muhteva açısından detaylı bir şekilde ele alınmıştır.