Yazar "Koç, Osman" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 6 / 6
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Beneficial Effects of Moxonidine on Cerebral Vasospasm After Experimental Subarachnoid Hemorrhage(2014) Ilık, Mustafa Kemal; Kocaoğullar, Yalçın; Koç, Osman; Esen, HasanAMAÇ: Çalışma I1-imidazolin bölgeleri için selektif bir ligand olan merkezi etkili antihipertansif ajan moksonidinin bir tavşan serebral vazospazm modelinde etkinliğini incelemek üzere tasarlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇlER: Yirmi dört beyaz, 2500-3200 gr. ağırlığında erkek, Yeni Zelanda tavşanı rasgele olarak üç gruba bölünmüştür grup 1 kontrol grubu, grup 2sadece subaraknoid kanama (SAK) grubu ve grup 3SAK moksonidin (tedavi) grubu. Tüm tavşanlarda SAK indüksiyonu öncesinde (Gün0, bazal anj iyografi) ve 72 saat sonrasında serebral anj iyografi yapılmıştır. SAK indüksiyonundan sonra tedavi grubunda intraperitoneal moksonidin (0,5 mg/kg) tedavisi başlatılmış ve günde bir kez olmak üzere 72 saat devam ettirilmiştir. BULGULAR: Gruplar arasında baziller arterin anj iyografik luminal çapı açısından istatistiksel olarak önemli bir fark bulunmamıştır (p0,005). SAK sonrasında takip anj iyografik baziller arter luminal çapı sadece SAK grubu ile karşılaştırıldığında tedavi grubunda istatistiksel olarak anlamlı şekilde değişiklik göstermiştir (p0,001). Patoloj ik olarak incelenen baziller arter lümeni alanı bu iki grup arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark göstermiştir (p0,005). SONUÇ: Merkezi etkili bir antihipertansif ajan olarak moksonidin tedavisi anj iyografik çapı ve patoloj ide lümen alanını artırıp müsküler duvar kalınlığını azaltarak vazospazm tedavisinde çok faydalı bulunmuştur.Öğe Girişimsel İşlemler İçin Sakral Kanal ve Hiatusun Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi ile Morfometrik Analizi(2015) Kılıçaslan, Alper; Keskin, Fatih; Babaoğlu, Ozan; Gök, Funda; Erdi, Mehmet Fatih; Kaya, Bülent; Özbiner, Hüseyin; Özbek, Orhan; Koç, Osman; Kaçıra, Burkay KutluhanAmAÇ: Yakın zamanda sakral kanal, omurga hastalıklarının minimal invaziv tanı ve tedavi işlemleri için "bir koridor olarak" sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Çalışmanın amacı sakral kanalın, hiatusun ve çevre yapıların farklı yaş gurupları ve cinsiyete göre morfometrik analizlerinin çok kesitli bilgisayarlı tomografi yöntemiyle incelenmesidir. yÖNTem ve GeReÇLeR: Üç farklı yaş grubuna (20-80 yaş arasında) ayrılan 300 yetişkin (150 kadın ve 150 erkek; 20-80 yaş) hastanın multiplanar rekonstrüksiyon görüntüleri kaydedildi ve geriye dönük olarak incelendi. Sakral hiatus ve çevre yapılar ile sakral kanala ait çeşitli anatomik ölçümler yapıldı. Sakral kurvatür açısı ve lumbosakral lordotik açı kaydedildi. BuLGuLAR: Bazı olgularda hiatus yokluğu (%0,3), komplet agenezis (%1) ve kemik septum (%2,6) gibi kemik anomalilerine rastlandı. Anteroposterior (AP) Hiatus çapı olguların %5'sinde 2 mm nin altındaydı. Tüm yaş gruplarında, hiatus AP çapı ve hiatus alan ve "sakral kanal AP çapının en kısa mesafesinin" ortalaması, 60-80 yaş grubunda, 20-40 yaş grubuna göre daha kısaydı (p0,01). Sakral kanal AP çapın en küçük olduğu lokalizasyon, en çok olguların %59,2'unda S2 ve %33,9'unda S3 seviyesinde idi. Maksimum kurvatür seviyesi olguların %63,3'ün de S3 ve %26,7'sin de S2 seviyesinde idi. Sakral kürvatur açı ve lumbosakral lordotik açı sırayla 164 and 134 olarak ölçüldü. soNuÇ: Sakral yapılarda anatomik varyasyonlar sık görünür. Anatominin ayrıntılı analizi, girişimsel işlemlerin başarısını ve güvenilirliğini artırabilir.Öğe Konya’da Ekim 2008 - Şubat 2010 Tarihleri Arasındaki Çocukluk Çağında Toplum Kökenli Pnömoni Tanısı İle Hastaneye Yatırılan Hastalarda Bakteriyel ve Viral Etkenlerin İnsidansı ve Klinik Özellikleri(2016) Sert, Sadiye; Emiroğlu, Melike; Arslan, Uğur; Koç, Osman; Örs, RahmiAmaç: Bu çalışmada; toplum kökenli pnömoni tanısı (TKP) ile hastaneye yatırılan hastalarda bakteriyel ve viral etkenlerin insidansı ve klinik özellikleri araştırılması amaçlanmıştır.Yöntem: 1 Ekim 2008-28 Şubat 2010 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Poliklinikleri ve Çocuk Acil Servisine başvuran ve yatırılarak tedavi edilmesi gereken, başvurudan 48 saat öncesine kadar antibiyotik kullanmayan, klinik olarak TKP tanısı olan, yaşları 1 ay ile 16 yaş arasındaki toplam 91 hasta çalışma kapsamına alındı. Bu hastaların demografik ve klinik özellikleri kaydedildi. Hastane başvurusu esnasında tam kan sayımı, eritrosit sedimantasyon hızı, C-reaktif protein, prokalsitonin, kan kültürü için kan numuneleri ve viral etiyolojiyi gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) ile saptamak amacıyla nazofaringeal aspirat numuneleri alındı. Tüm hastaların PA akciğer radyografileri kontrol edildi.Bulgular:Hastaların %24,2 (22/91)'sinde pnömoni etkeni saptanırken, %75,8 (69/91)'inde herhangi bir pnömoni etkeni saptanamadı. 91 hastanın 11 (%12,1)'inde viral enfeksiyon, dokuzunda (%9,9) sadece bakteriyel enfeksiyon, üçünde (%3.3) viral koenfeksiyon, ikisinde (%2,2) hem virus hem de bakteri vardı. Virus tespit edilen 11 hastanın yedisinde Parainfluenza (PIV) 2, ikisinde PIV 3, birinde adenovirus, ikisinde hem PIV3 hem remains a leading cause of morbidity and mortality Childhood community-acquired pneumonia (CAP) adenovirus, birinde hem PIV2 hem de PIV3 tespit edildi. Hastaların hiçbirinde RSV, PIV1, hMPV saptanmadı. Bakteri tespit edilen 11 hastanın beşinde Stafilokokus epidermidis, ikisinde S. saprophyticus, birinde S. shominis, birinde S. capitis, birinde S. sobrinus ve birinde S. mitis tespit edildi. Hastaların ikisinde de viral-bakteriyel karma etken olduğu saptandı. Klinik olarak pnömoni tanısı alan 91 hastanın 59 (%64,7)'unda radyolojik olarak pnömoni varlığı belirlendi. Sonuç: Çalışmamız TKP'de viral etkenlerin etiyolojik etkisini gösterdi. Parainfluenza virus 2 tüm yaş gruplarında en sık tespit edilen viral etkendi. Viral enfeksiyonların etiyolojik tanılarının iyileştirilmesi ile gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınılabilir. Sonuçlarımızı doğrulamak için daha kapsamlı ve randomize kontrollü çalışmalara gereksinim vardırÖğe Koroner arter baypas cerrahisinde radiyal arter grefti kullanılan hastalarda ameliyat sonrası dönemde brakiyal ve ulnar arterlerde meydana gelen akım ve çap değişikliklerinin incelenmesi(2015) Işık, Mehmet; Yüksek, Tahir; Dereli, Yüksel; Görmüş, Niyazi; Durgut, Kadir; Koç, OsmanAmaç: Radiyal arter grefti koroner baypas cerrahisinde yaygın olarak kullanılan bir seçenektir. Bu hastalarda önkol ve el dolaşımı ulnar arter tarafından sağlanmaktadır. Bu çalışmada, koroner baypas cerrahisi için radiyal arter grefti kullanılan hastalarda brakiyal ve ulnar arterlerde meydana gelen akım ve çap değişikliklerini araştırdık. Yöntemler: Kliniğimizde Eylül 2007 ile Eylül 2008 tarihleri arasında elektif koroner baypas cerrahisi uygulanan 20 hastada radiyal arter grefti kullanıldı. Ameliyat sonrası dönemde, Allen Testi ve Doppler ultrasonografi ile önkol ve el dolaşımı için ulnar arterin yeterli olup olmadığı araştırıldı. Brakiyal ve ulnar arterlerin bazal akım ve çap değerleri ölçüldü. Kontrol Doppler ultrasonografi ölçümleri ameliyat sonrası üçüncü ayda yapıldı. Brakiyal ve ulnar arterlerde meydana gelen akım ve çap değişiklikleri kaydedildi. Bulgular: Ameliyat sonrası ölçümlerde ulnar arter akım ve çap değerlerinde anlamlı artış gözlendi. Brakiyal arterde ise kesit alanı olarak anlamlı artış görülürken, akım değerlerinde rölatif bir azalma gözlendi. Çalışmamızda mortalite ve iskemik komplikasyon görülmedi. Nörolojik komplikasyon olarak 4 hastada geçici parestezi saptandı. Sonuç: Koroner arter baypas cerrahisi için radiyal arter kullanımı ulnar ve brakiyal arterlerde önemli değişikliklere yol açar. Bu akım ve çap değişiklikleri erken dönemde renkli Doppler ultrasonografi ile tespit edilebilir. Bu adaptasyon mekanizmaları radiyal arterin greft olarak güvenle çıkarılabileceğini göstermektedir.Öğe Paranazal sinüslerin tümoral lezyonlarında bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntülemenin yeri(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2004) Koç, Osman; Ödev, KemalPNS tümörleri, genellikle özel bir tümör tipine spesifik olmayan benzer klinik semptomlar verirler. Sık görülen kilnik semptomlar, kronik sinüzitte de görülen nazal tıkanıklık, nazal akıntı ve/veya burun kanamasıdır. PNS tümörü düşünülen hastalarda anamnez ve fizik muayene ile birlikte görüntüleme yöntemleri mutlaka gereklidir. Geçmişte paranazal sinüs tümörlerinin tanısında konvansiyonel grafiler ve konvansiyonel tomografi kullamlmaktaydı. Günümüzde ise bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) daha sık kullamlmaktadır. Bu çalışmada PNS tümörü düşünülen 50 olgunun 9 tanesine sadece BT, 2 tanesine sadece MRG incelemeleri yapıldı. 39 tanesine ise hem BT hem MRG incelemeleri yapıldı. Radyolojik olarak 30 olgu benign, 20 olgu malign karakter gösteriyordu. Radyolojik olarak malign özellik gösteren 3 olguda (1 dev hücreli tümör, 2 inverted papillom) doğru tam histopatolojik olarak kondu. BT, kemik destrüksiyonlanm ve tumoral lezyonlardaki kalsifikasyonlan değerlendirmede tercih edilen bir yöntemdir. MRG, lezyonlan ve çevre dokular ile olan ilişkisini göstermede BT'den daha yararlı bir metoddur. Bu yüzden her iki radyolojik teknik karşılaştırmalı olarak kullanılmalıdır.Öğe Splenic artery embolization with Ankaferd blood stopper in a sheep model(2016) Koç, Osman; Acar, Kadir; Orhan, Özbek; Güler, İbrahim; Sarıtaş, Kadir; Erdem, Tuba Berra; Toy, Hatice; Gaipov, Abduzhappar; Haznedaroğlu, İbrahim C.PURPOSE Splenic artery embolization is a minimally invasive therapeutic procedure utilized in a number of disorders. Ankaferd blood stopper (ABS) is a novel hemostatic agent with a new mechanism of action independent of clotting factors. We aimed to investigate the safety and efficiency of ABS for splenic artery embolization in a sheep model. METHODS Seven adult female sheep were included in the study. Selective celiac angiography was performed using a 5F diagnostic catheter and then a 2.7F hydrophilic coating microcatheter was advanced coaxially to the distal part of the main splenic artery. Under fluoroscopic guidance, 6 mL mixture composed of half-and-half ABS and contrast agent was slowly injected. Fluoroscopy was used to observe the deceleration and stagnation of the flow. Control celiac angiograms were obtained immediately after the embolization. After the procedure, the animals were observed for one day and then sacrificed with intravenous sodium thiopental. RESULTS Technical success rate was 100%. None of the animals died or experienced a major systemic adverse event during the procedure. All of the spleens appeared dark on macroscopic examination due to excessive thrombosis. Microscopically, the majority of the splenic sinusoids (90%-95%) were necrotic. CONCLUSION In our study, splenic artery embolization by ABS was found to be safe and effective in the shortterm. Further studies are needed to better understand the embolizing potential of this novel hemostatic agent.