Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 29
  • Öğe
    İzole Mitral Kapak Replasmanı Yapılan Ve İskemik Olmayan Mitral Yetmezlik Hastalarında Sistemik İmmün-İnflamasyon İndeksinin Prognoza Etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Yüksel, Beyza Temel; Görmüş, Niyazi
    Amaç: Mitral yetmezlik, en sık görülen kalp kapak hastalıklarından biridir. Şiddetli mitral yetmezliğin ilerleyici sol ventrikül disfonksiyonu ve konjestif kalp yetmezliği ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Bu nedenle medikal tedavinin yetersiz olduğu durumlarda sol ventrikül disfonksiyonu gelişmeden cerrahi tedavi yapılması gerekmektedir. Mitral kapak replasmanı, kapak onarımının uygun olmadığı hastalarda günümüzde halen önemini korumaktadır. Mitral yetmezliğe bağlı kapak replasmanı yapılacak hastaların postoperatif prognozları hakkında fikir yürütebilmek için literatürde basit ve net verilere ihtiyaç vardır. Son zamanlarda kötü prognoz ve mortalite ile ilişkili olduğu yönünde çalışmalar olan Sistemik İmmün İnflamasyon İndeksi (Sİİ) değerinin bu anlamda prediktif bir belirteç olabileceği öngörülmüştür. Çalışmamızda primer şiddetli mitral yetmezlik nedeniyle izole mitral kapak replasmanı yapılan hastalarda Sİİ’nin erken dönem prognoza etkilerini incelemeyi amaçladık. Materyal-Metod: Ocak 2015, Aralık 2021 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniğinde izole mitral kapak replasmanı yapılan 176 hasta retrospektif olarak çalışmaya dahil edildi. 18 yaş altı hastalar, gebe/emziren kadınlar, sekonder veya akut mitral yetmezliği olan hastalar,mini torakotomi ile opere edilenler, geçirilmiş kardiyak cerrahi öyküsü olanlar, kombine kardiyak cerrahi uygulananlar, aktif enfeksiyon ve malignitesi olanlar, kronik inflamatuar ve otoimmün hastalığı olanlar çalışma dışı bırakıldı. Hastalar yaş gruplarına göre 18-49, 50-65, >65 yaş olarak 3 sınıfta; kullanılan kapak çeşidine göre mekanik ve biyoprotez olarak 2 ana grupta, bunlar da üç ayrı kapak markası çeşidine göre alt gruplarda incelendi. Hastaların preoperatif, postoperatif 1. ve 4. gün çalışılan hemogram testlerinden trombosit, lenfosit ve nötrofil sayıları ile Sİİ, Nötrofil/Lenfosit Oranı (NLR), Trombosit/Lenfosit Oranı (PLR) değerleri hesaplandı. Sonuçlarla hastaların postoperatif 30 günlük erken dönem prognoz ve mortalitesi arasındaki ilişki incelendi. Bulgular: 176 hastalık örneklem grubu 123 kişi kadın (%69,9), 53 kişi (%30,1) erkeklerden oluşmakta olup, tüm hastaların %,9,1 (n=16)’i exitus olarak kaydedilmiştir. Kullanılan kapak gruplarının %85,8’ini (n=151) mekanik, %14,2’sini (n=25) biyoprotez kapak grubu oluşturmaktadır. Yaş (p<0,001), preoperatif Sİİ (p=0,049), NLR (p=0,003) ve postoperatif 4. gün Sİİ (p=0,04), NLR (<0,001) değerleri ile 30 günlük mortalite arasında anlamlı pozitif ilişki görülmüştür. Yaş + preoperatif Sİİ (p<0,001), yaş+preoperatif NLR (p<0,001) ve yaş+postoperatif 4. gün NLR (p=0,001) kombinasyonlarının 30 günlük mortalite tespiti üzerinde anlamlı prediktif değerlerinin olduğu görülmüştür. Sonuç: İzole mitral kapak replasmanı yapılan hastalarda preoperatif bakılan ve basit parametreler olan Sİİ ve NLR değerleri ile 30 günlük erken dönem prognoz hakkında fikir yürütülebilir. Postoperatif 4. gün değerleri de bu sonucu destekler nitelikte olup daha geniş hasta popülasyonuyla prospektif ve randomize çalışmalar yapılmasına ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Venöz tromboembolizm tedavisinde edoksaban, rivaroksaban ve warfarinin rekürren tromboz, rekanalize akım ve posttrombotik sendrom üzerine etkilerinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Taban, Volkan Burak; Dereli, Yüksel
    Amaç: Antikoagülan ilaçlar Derin Ven Trombozu (DVT) tedavisi için altın standarttır. Antikoagülan ilaç etkinliği hem rekanalize akım oluşumu hem de tedavi sırasında rekürren tromboz gelişimi ile belirlenir. Tedavi sırasında majör veya minör kanama gibi komplikasyonlar ve ileri dönemde ise Posttrombotik Sendrom (PTS) gelişebilir. Bu çalışmada DVT tedavisinde kullanılan ilaçların etkinliği, kanama ve PTS gibi komplikasyon gelişme oranları araştırıldı. Yöntem: Lokal etik kurul onayı alındıktan sonra, Ocak 2018-Aralık 2021 tarihleri arasında, kliniğimize DVT nedeniyle müracaat eden ve antikoagülan ilaç tedavisi başlanan toplam 320 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların tedavi başlangıcında ve 1, 3 ve 6.ay kontrollerinde yapılan rutin tetkikleri ve renkli doppler ultrasonografi (RDUS) sonuçları retrospektif olarak analiz edildi. Hastalar kullandığı antikoagülan ilaca göre Warfarin (n:106), Edoksaban (n:107) ve Rivaroksaban (n:107) gruplarına ayrıldı. Çalışmada hem Direkt Oral Antikoagülan (DOAK) grupları kendi arasında hem de Vitamin K Antagonisti (Warfarin) grubu ile karşılaştırıldı. Ayrıca tüm ilaçlara ait alt grup analizleri de yapıldı. Bulgular: Bu çalışmada 1.ay, 3.ay ve 6.ay rekanalize akım oranları sırasıyla %68,1, %87,2 ve %92,8 olarak bulundu ve tüm segmentlerde 6.ay en yüksek açıklık olan zaman dilimi olarak göze çarpmaktadır. DVT sonrası rekanalizasyon oranlarının 1.ayda Edoksaban kullanan hastalarda en yüksek oranda, Warfarin verilen hastalarda en düşük oranda olduğu (%79,4'e karşı %61,3)(p=0,008), 3.ayda ise Warfarin grubunun rekanalizasyon oranlarının önemli ölçüde artarak en yüksek oranda açıklık sağladığı (%95,3), Edoksaban grubunda ise 3.ay rekanalizasyonun diğer ilaçlara göre daha az oranda gözüktüğü (%77,6) belirlenmiş ve istatistiksel anlamlılık içermiştir (p<0,001). Tüm ilaç gruplarında 7 hastamızda (%2,2) majör kanama ortaya çıkmış, 62 hasta (%19,3) ise minör kanama bildirmiştir. Minör kanamalarda da DOAK üstünlüğü göze çarpmaktadır. Warfarin kullanılan hastalarda komplikasyon oranının en yüksek olduğu (%31,2), Rivaroksaban kullanılan hastalarda ise en düşük olduğu (%19,7) görülmüş ve ilgili model istatistiksel olarak anlamlılık teşkil etmiştir (X2=8,024, p=0,01). Bu çalışmada, 6 aylık kontroller sonrasında toplam 27 (%8,4) hastada rekürren tromboz tespit edilmiş olup, en az 7 (%6,5) hasta ile Edoksaban grubunda görülmüştür. Posttrombotik sendrom açısından yapılan analizde, 3.ayda 94 (%29,4) hastanın orta ve şiddetli PTS ile ilişkili Villalta skorlarına sahip olduğu, 6.ayda ise bu sayının 168 (%52,5)'e ulaştığı görüldü. Warfarin kullanan hastalarda orta/şiddetli PTS ihtimalinin DOAK kullanan hastalara göre 2,04 kat arttığı (B=0,715 p=0,005 OR=2,04) görülmüştür. Tartışma ve Sonuç: 1.ay 3.ay ve 6.ay rekanalize akım oranları sırasıyla %68,1, %87,2 ve %92,8 olarak görülmüş. 6.ayda tüm hastalar arasında görülen rekanalizasyon oranları 3.aydakilere göre ciddi fark içermesi nedeniyle (%87,2'ye karşı %92,8) yalnızca DOAK grubundaki ilaçların değil tüm antikoagülan tedavilerin en az 6 ay süre ile devam edilmesi ven lümen açıklığına önemli katkısı bulunabilir. Orta-Şiddetli PTS görülme oranı 3.ayda %29,4, 6.ayda ise %52,5 olarak görüldü. Ortalama Villalta skorları ise 3.ay için 9,92±4,89, 6.ay için ise 11,67±5,45 olarak hesaplandı. İlaçlara göre PTS sıklığı değerlendirildiğinde ise DOAK grubu tedavi alan hastaların Villalta skorlarının 3.ayda Warfarin kullanan hastalara göre daha süperior sonuçlara sahip olduğu gözlemlenmiştir. Bu yüzden DVT'li hastalara 6 aydan kısa süreli antikoagülan tedavisi verilmesi planlanıyor ise DOAK grubu ilaçların PTS'den kaçınmak amacıyla daha üstün yarar sağlayabileceğini düşünmekteyiz. Distal DVT bölgelerinde ilaç öncesi Nötrofil-Lenfosit Oranı (NLR) değerlerinin 1.ay NLR değerlerine göre anlamlı şekilde yüksek olduğu ve yüksek NLR değerlerine en iyi yanıt veren Rivaroksaban (p<0,001) grubu olduğu tespit edildi. Bu nedenle yüksek NLR değerlerine sahip Distal DVT'li hastalarda Rivaroksaban tedavisi daha etkin olabileceği gözlemlenmiştir. Sonuçlarımız değerlendirildiğinde DVT tedavisi; uzun ve stabil bir seyir halinde süren tedavi yerine trombüs ve hasta venöz yapıların verdiği reaksiyonlara göre (rekanalizasyon, trombüs azalması vs) dinamik ve esnek bir şekilde olmalı, biyobelirteçlerin sonuçlarına göre gerektiğinde tedaviler arasında geçiş yapılmalıdır.
  • Öğe
    İzole aort darlığı nedeniyle opere edilen hastalarda sol ventrikül hipertrofisinin incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Güner, Abdullah; Ege, Erdal
    Aort darlığı hastalarında şiddetli sol ventrikül hipertrofisi ve eksik gerilemesi görülebilir. Başarıyla gerçekleştirilen aort kapak replasmanı sonrasında bile daha kötü sol ventrikül fonksiyonu, daha yüksek erken ve geç mortalite görülebilir. Biz de bu çalışmamızda, izole aort darlığı nedeniyle opere edilen hastalarda kullanılan kapak çeşitlerinin sol ventrikül hipertrofisinin gerilemesi üzerine olan etkilerini incelemeyi amaçladık. Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği’nde 2010-2020 yılları arasında aort darlığı nedeniyle izole aort kapak replasmanı yapılan hastalar retrospektif olarak incelendi. Toplam 290 hastadan daha önce kardiyak operasyon öyküsü olan, ek prosedür (Koroner arter bypass greft [KABG], asendan aort replasmanı, kök genişletilmesi vs.) uygulanan, 18 yaş altı, gebe ve/veya emziren, acil alınan, infektif endokardit ve aort yetmezliği ana tanısı olan hastalar çalışma dışı bırakılarak 199 hasta retrospektif olarak incelendi. Kullanılan kapak çeşidine göre hastalar 4 gruba ayrıldı (bovine perikard, biyolojik porcine, dikişsiz ve mekanik kapak). Hastaların demografik verileri, preop ve post op 1. yıl transtorasik ekokardiyografi (EKO) değişimleri, kardiyopulmoner bypass (KPB) ve kross klemp zamanı, kullanılan kapak çeşidi, numaraları, sol ventrikül kitlesi (SVK) ve sol ventrikül kitle indeksi (SVKİ) karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların %41,7’sini (n=83) kadın ve %58,3’ünü (n=116) erkek cinsiyet oluşturmaktadır. 78 hastada (%39,2) mekanik kapak, 36 hastada (%18,1) biyolojik porcine, 17 hastada (%8,5) bovine perikard ve 68 hastada (%34,2) dikişsiz (sutureless) kapak kullanılmıştır. SVK 228,76±66,61 g’dan 1. yıl sonunda 185,29±44,42 g’a anlamlı gerilediği (p<0,001), SVKİ 124,15±34,46 g/m²’den 1. yıl sonunda 100,35±22,31 g/m²’ye anlamlı gerilediği (p<0,001) görüldü. Ortalama transaortik basınç farkı 52,46±13,83 mmHg’den 13,50±6,85 mmHg’ye anlamlı gerilediği (p<0,001) saptandı. Bu hastaların 1. yıl takibinde sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun (EF) anlamlı olarak arttığı (p=0,008) görüldü. Kapak çeşitlerine göre oluşturulan alt grup analizinde ise bütün gruplarda sol ventrikül end sistolik volüm (LVESD), Max Gradient, Mean Gradient, SVK ve SVKİ ortalamaları postoperatif dönemde anlamlı olarak geriledi. Bütün kapak grupları hasta protez uyumsuzluğu (PPM) açısından incelendiği zaman; ağır, orta ve normal olarak gruplandırıldığında, LVESD, Max Gradient, Mean Gradient, Pulmoner Arter Basıncı (PAB), SVK ve SVKİ ortalamalarının bütün gruplarda postoperatif dönemde anlamlı olarak gerilediği görüldü. PPM açısından normal olan grupta diğer gruplardan farklı olarak EF’de önemli miktarda iyileşme olduğu (p=0,001) görüldü. Sonuç: SVK ve SVKİ gerilemesi birçok faktörden etkilenen karmaşık bir olgudur. Çalışmamızda izole aort darlığı olan hastalara uygulanan aort kapak replasmanı sonrası hastalarda anlamlı SVK ve SVKİ gerilemesi görüldü. Bu kitle gerilemesinin kapak çeşidinden ve hasta protez uyumsuzluğundan bağımsız olarak gerçekleştiği tespit edildi.
  • Öğe
    Farklı hesperidin dozları, nonsteroid antiinflamatuar ilaç ve düşük molekül ağırlıklı heparinin intraplevral yapışıklığı önleme üzerine etkilerinin araştırılması: Sıçan deney modeli
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Sarıçoban, Barış; Altınok, Tamer
    İntraplevral adezyonların hepsi önceden geçirilmiş cerrahi ile ilişkili olmasa da, çoğunlukla büyük ya da küçük bir cerrahi travma sonucu oluşmaktadır. Oluşan hasar veya yoğun inflamatuar süreçler sonrasında, inflamatuar eksuda ve fibrinin yetersiz fibrinolizin sonucu meydana geldiği düşünülmektedir. Cerrahi travmayı en aza indirmek için dokulara nazik davranmak ve daha noninvaziv tekniklerin kullanılması gibi önlemlere rağmen az ya da çok bu adezyonlar meydana gelmektedir. Günümüzde teknoloji ve tıp alanındaki hızlı gelişim, görüntüleme yöntemlerini ve dolayısıyla erken tanı ve tedavi stratejilerini etkilemiştir. Bu da akciğer kanseri ve toraks dışı kanserlerin akciğere olan metastazlarının daha duyarlı ve erken bir şekilde saptanması olarak iyi yönde etkilerini göstermiştir. Böylece hastaların surviyi uzamış, kanser geni taşıyan, genetik olarak yatkın bu hastalarda, ileriki dönemlerde de metastaz ve/ veya ikinci primer akciğer kanseri görülme olasılığının arttığı görülmüştür. Bu bağlamda retorakotomilerle eskiye göre daha sık karşılaşılmaktadır. Yapılan çalışmalar ve klinik tecrübelerimiz, toraksa yapılan her cerrahi girişimin az ya da çok yapışıklığa neden olduğunu göstermektedir. Bu adezyonlar, özellikle belirli bir zaman sonra yapılan retorakotomilerde ameliyat süresini uzatmakta, ciddi morbidite ve mortaliteye neden olmaktadır. Postoperatif adezyonların oluşumunu önlemek için, başta batın cerrahisi olmak üzere göğüs cerrahisi açısından da, steroidlerden kolajenlere kadar inorganik ya da organik, farklı etki mekanizmalarına sahip, sistemik uygulanabilen ya da bariyer yöntem olarak pek çok ajan üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Bu nedenle adezyon önleyici, kolay ugulanabilen, güvenilir ve uygun maliyetli ajanların arayışı halen devam etmektedir. Hesperidin; meyvelerde, yapraklı sebzelerde, bitki köklerinde, baharatlarda, tohumlarda, çayda, kahvede bulunan doğal flavinoidlerden biridir. Vitamin E' ye benzer etkileri olan potent bir antioksidandır; ayrıca antiinflamatuar, antiviral, antimikrobiyal, antialerjik, antineoplastik, antidiyabetik vb. etkilerinin pekçok biyolojik ve farmakolojik özellik gösterdiği belirtilmiştir. Nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ), analjezik ve antiinflamatuar etkilerini, siklooksijenaz enzim inhibisyonu sonucu prostaglandin sentezini inhibe ederek oluştururlar. Tenoksikam, nonsteroid antiinflamatuar ilaçların oksikam sınıfından, bir tienotiazin türevi olup, uzun yarı ömürlü (60-75 saat) ve vücuttan en yavaş elimine edilen ve en uzun etki süreli analjeziklerden biridir. Düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH/ Enoksaparin), faktör Xa' yı inhibe ederek adezyon patogenezinin erken safhalarında meydana gelen antitrombotik aktiviteleri nedeniyle koagulasyon gelişiminin engellenmesi, dolayısıyle adezyon oluşumunu önlemede başarılı olabileceği düşünülerek yapılan çalışmalar mevcuttur. Çalışmamızda sıçan deney modelinde oluşturulacak intraplevral adezyonların; son dönemde farklı disiplinlerdeki çalışmalarda sık kullanılan hesperidin ile günlük rutinde kullanılan tenoksikam ve enoksaparininin antifibrotik ve antiinflamatuar etkilerini araştırmayı amaçladık. Bu amaçla çalışmamızda; aynı koloniden, 52 adet Wistar-Albino cinsi, sağlıklı erişkin erkek sıçan, rastgele 6 gruba ayrılarak incelendi; sham grubu (grup 1), cerrahi kontrol grubu (grup 2), düşük doz hesperidin grubu (grup 3), yüksek doz hesperidin grubu (grup 4), nsaii/ tenoksikam grubu (grup 5) ve dmah/ enoksaparin grubu (grup 6). Deneklere sol torakotomi yapılarak, sham grubu dışındakilere adezyon modeli uygulandı. Postoperatif 10 gün boyunca; sham grubu dışındaki gruplara, hergün aynı saatte protokolde belirtilen ilaçlar intraperitoneal olarak uygulandı. 3 sıçan, enfeksiyona bağlı ölüm nedeniyle çalışma dışında bırakıldı. Postoperatif 11. günde; sıçanlar sakrifiye edilerek  kanda, IL- 1β ve IL-10 düzeyleri;  makroskobik olarak plevral adezyon alanı (mm2) ve adezyon şiddet skoru;  mikroskobik olarak da;  mezotel hücre tabakasının bütünlüğünü göstermek için mezotal hücre proliferasyon skoru,  plevral yüzeyin/yapışık akciğer dokusunun altındaki kollagen tabakasındaki mononükleer inflamatuar hücre (MNH) sayısı için MNH infiltrasyon skoru ,  kollagen tabakasındaki makrofajlar için makrofaj infiltrasyon skoru hesaplanarak değerlendirildi. Deneklerin;  Makroskobik incelemesinde; plevral adezyon; adezyon alanı (mm2) ve adezyon şiddet skoru (AŞS) ile değerlendirildi. En az adezyon alanı (mm2) ve en düşük adezyon şiddet skoru (AŞS) enoksaparin grubunda (grup 6) bulundu. Hem adezyon şiddet skoru hem de adezyon alanı için cerrahi kontrol grubu (grup 2) ile enoksaparin grubu (grup 6) ve düşük doz hesperidin grubu (grup 3) ile enoksaparin grubu (grup 6) arasında; yine sadece adezyon alanı için tenoksikam grubu (grup 5) ile enoksaparin grubu (grup 6) arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p<0.05).  Histopatolojik incelemelerde ise;  mezotel hücre proliferasyon skoru incelendiğinde; cerrahi kontrol (grup 2) ve tenoksikam (grup 5) grupları arasında;  mononükleer inflamatuar hücreler (MNH) için infiltrasyon skoru; incelendiğinde de sham(grup1) ve yüksek doz hesperidin (grup 4) grupları arasında da açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p<0.05).  Deneklerin kanlarındaki IL- 1β ve IL-10 seviyelerinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Çalısmamızın sonuçlarına göre; enoksaparin, tenoksikam ve yüksek doz hesperidinin adezyonu önlemek için farklı noktalarda etki ettiklerini gösterdik.
  • Öğe
    Akut periferik arteriyel tromboembolide serbest oksijen radikalleri, antioksidan kapasite ve mannitolün etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1999) Yeşiltay, Mehmet; Yeniterzi, Mehmet
    Bu çalışma 1997-1998 yıllan arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalb Damar Cerrahisi Anabilim Dalına yatırılarak embolektomi veya trombektomi uygulanan periferik arteriyel tromboembolili 32 hasta ile kontrol grup'u olarak seçilen 20 sağlıklı birey çalışmaya alınarak gruplandtrıldı: 1. Grup (n=20): kontrol, 2. Grup (n=32):iskemi; 3. Grup (n=17): reperfüzyon 5.ci dakika; 4.grup: (n=17): reperfüzyon 120' nci dakika; 5. Grup (n=15): mannitol + Reperfüzyon 120'nci dakika. Her grupta scrum MDA, GSH-PX ve CPK düzeyleri ölçülerek gruplar arasında ilişki ve mannitolun SOR aktivitesi olan MDA, antioksidan kapasiteyi gösteren GSH-PX ve doku yaralanması markın olan CPK' a etkisi araştırılmıştır. Serum MDA düzeyi: grup 2'de grup l'e göre anlamlı derecede artış, (PO.00l),grup 3'te, grup İve 2'c göre sırasıyla anlamlı derecede artış (P<0,001, P<0,001), grup4 'te grup 1 ve 2'e göre anlamlı derecede artış (PO.001, PO.001) ve grup 3 'e göre anlamsız derecede artış, grup 5'te grup l'e göre anlamsız derecede yükselme ve grup 2'e göre anlamsız derecede düşme ve grup 3-4'e göre sırasıyla anlamlı derecede düşme (PO.001, PO.001 )gözlendi. Böylece reperfüzyondan sonra MDA yükseliş eğiliminde olmasına karşın antoksidan tedaviyle gerilemiştir. Serum GSH-PX düzeyi grup 2 de grup l'e göre anlamlı derecede azalma (PO.001), grup 3'te grup 2'e göre anlamlı derecede azalma (PO.001); grup 4'de grup 2'e göre anlamı decede azalma (PO.001) ve grup 3'e göre anlamsız derecede azalma, grup 5'de grup 1 'e göre anlamsız bir şekilde azalma ve grup 2'e göre anlamlı derecede artma (PO.001) ve grup 3 ve 4'e göre sırasıyla anlamlı derecede artma (PO.001, PO.001) gözlendi. Böylece reperfuzyonla antioksidan kapasitede düşme gözlenirken, mannitol ile yükseliş seviyesi yakalanmıştır. Serum CPK düzeyi grup 2'de grup l'e göre anlamlı derecede artış (PO.001), grup 3'de grup 2'e göre anlamsız derecede artış, grup 4'de grup 1,2 ve 3'e göre sırasıyla anlamlı derecede yükseliş (PO.001, PO.001, PO.001,), grup 5'de ; grup l'e göre anlamlı derecede artış (PO.001), grup 2'e42 göre anlamsız derecede artış, grup 3 'e göre anlamsız derecede düşme ve grup 4'e göre anlamlı derecede düşme (PO.001) gözlendi. Böylece CPK'da, reperfüzyonla yükseliş görülürken antioksidan tedavi ile düşüş sağlanmıştır. Bu bulgulara göre arteri yel tromboembolide hem iskemik hemde reperfüzyon döneminde SOR aktivitesinin arttığı, antioksidan kapasitenin azaldığı ve I-R doku yaralanmasının arttığı, reperfüzyon başlangıcında verilen mannitol tedavisi ile; SOR aktivitesinin baskılandığı, antioksidan kapasiteyi destekleyici ve 1-R doku yaralanmasını azaltıcı etki yaptığı sonucuna ulaşıldı.
  • Öğe
    Fasudil' in ekstremite ve böbrek iskemi reperfüzyon hasarını önlemede etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2016) Uğurlu, Okan; Durgut, Kadir
    İskelet kasındaki akut ve kronik iskemi, başda alt ekstremitede olmak üzere sıklıkla travma, kanama, damar tıkanıklığı (periferik arter hastalığı, leirch sendromu, buerger has-talığı vs) ve tromboembolik olaylar ile beraber görülür. İskemi ve reperfüzyon döneminde dokulardan vücuda çok miktarda zararlı madde salınımı gerçekleşir. İskemi ve reperfüzyona göre hücrelerden salınan maddelerin yerel ve sistemik sonuçları olur. Sıçanlara orta hat lapa-rotomi yapılarak infrarenal abdominal aortya kross-klemp konuldu.120 dakika iskemi ve 120 dakika reperfüzyon yapıldı. Fasudil intravenöz 30 dk' lık infüzyonu ile 100μg/kg/dk dozdan uygulandı. Biyokimasal olarak inos, no, tos, tas ve rock bakıldı. Patolojik olarak da histopatolojık skorlaması yapıldı ve apopıtoza bakılmak üzere tunnel çalışıldı. Hedef organ kasda ve uzak organ olarak böbrekde oluşan iskemi reperfüzyon hasarına bakıldı. Tüm gruplarda fasudilin reperfüzyon hasarından koruyucu etkilerine rastlanıldı. Bu etkilerini esas olarak ROCK yolu inhibiyonu ile yapar. Toplam antioksidan miktarını ve inos ile indükle-nebilir nos artırdığını, toplam oksidan durum miktarının azaltılmasında ve iskemi reperfüzon hasarının önlenebilmesinde faydalı olduğunu düşünmekteyiz. Kadiyovasküler hastalıkları-nın tedavisinde gelecek vaad ettiği birçok yazar tarafındanda ifade edilen Fasudil' in, de-neysel ve klinik çalışmalarla da desteklenerek ülkemizde de ilaç olarak kullanımı noktasında da olumlu düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Mitral pozisyonunda Björk-Shiley ve Sorin prostetik kalp kapaklarının postoperatif erken ve geç dönemde karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1996) Tütün, Ufuk; Özpınar, Cevat
    Selçuk Üniversitesi Hastanesinde 1 Ağustos 1990-30 Haziran 1996 tarihleri arasında Björk- Shiley-Konveks-konkav (BSCC) ve Sorin Allcarbon (SA) prostatik kalp kapağı ilel22 hastaya Mitral Valv Replasmanı (MVR) uygulandı. Hastaların 102 'sine SA, diğerlerine BSCC ile MVR yapıldı.Hastalar 5 yıl boyunca, 3 'er ayhk periyotlarda düzerdi olarak takip edildi Ortalama takip zamanı 32 aydı.Hastane mortalitesi, SA uygulanan hastalar için %5.8,BSCC uygulanan hastalar için %15 idi.Khi Kare testi ile postoperatif erken dönemde guruplar arası önemli bir fark olmadığı gösterildi (P=1.19, P>0.05).Kümülatif 5 yıllık yaşam oram retrospektif olarak bakıldığı zaman ; SA için %89.6,BSCC için %100 olarak hesaplandı.Geç dönem takipde 6 vakada tromboembolik olaylara bağlı ölümler, 3 vakada evde ani ölümler ve kalp dışı nedenle 1 vakada ölüm gözlendi.Khi Kare testi ile kapak trombüsü ve tromboembolik olaylarda BSCC kapak lehine değerler bulundu (P=0.425,P<0.05).Geç dönemde BSCC uygulanan hastalarda mortalite ve trombozis gözlenmedi Trombotik kapak trombozisi nedeni ile 2 hasta reoperasyon gerektirdi SA uygulanan hastalarda geç dönem mortalitesi %10.4 olarak tespit edildi.Khi Kare testi ile geç dönemde ölüm oranlan karşılaştırıldığında BSCC kapak lehine sonuçlar elde edildi(P=0.218, P<0.05).Postopertif geç dönemde ekokardiografik çalışmalarda sol atrium çapı, sol ventrikül diastol sonu basmcı ve pulmoner arter basıncı arasında önemli bir fark bulunamadı (P<0. 01). S A ve BSCC prostatik kapak protezlerinin uygulamasından sonra geçen ilk ayda kapaklar arası istatistiksel bir fark yok iken (Ancak sayısal olarak hastane mortalitesi BSCC için 33belirgin olarak yüksektir), uzun süreli takipde istatistiksel oranlar BSCC protezinin daha iyi olduğunu göstermektedir.
  • Öğe
    Retrograt popliteal girişimle iliofemoral kronik total oklüzyonların rotasyonel trombektomi / aterektomi sistemleri aracılığı ile tedavilerinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Yılmaz, Sedef Şeyma; Tanyeli, Ömer
    Periferik arter hastalığı (PAH) tedavisinde endovasküler teknolojilerin kullanılması ve yeni tekniklerin gelişmesi ile tedavi seçenekleri artmaktadır. Biz de bu çalışmamızda retrograt popliteal girişim ile rotasyonel aterektomi yapılan hastaların sonuçlarını analiz etmeyi amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği'nde Ocak 2014 – Mart 2019 tarihleri arasında retrograt popliteal girişim ile rotasyonel aterektomi yapılan 82 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir. Tüm aterektomi işlemleri Rotarex ® S (Straub Medical, Wangs, İsviçre) ile yapılmıştır. Hastaların demografik verileri, işlem öncesi ve işlem sonrası ayak bileği kol basınç indeks (AKİ) değişimleri, Rutherford evre değişimleri, lezyon karakteristikleri (Sağ sol, lezyon uzunlukları vb.) kayıt altına alınmıştır. Bir yıllık takip süresi boyunca açıklık oranları kayıt altına alınmıştır (Kaplan Meier Analizi). Perioperatif komplikasyon oranları, mortalite ve morbidite oranları incelenmiştir. BULGULAR: Toplam hasta sayısı 82 dir. Tüm hastalarda teknik başarı sağlanmıştır (%100). Hastaların büyük çoğunluğu erkektir (74/8). Hastaların yaş ortalaması 61,78 ± 11,16 (30-82 yaş aralığı) dir. 82 Hastanın toplamda 98 ekstremitesine işlem uygulanmıştır. Girişim öncesi hastaların Rutherford evrelemesi 3,25 ± 0,75 iken postoperatif dönemde ise 1,69 ± 0,81olarak değerlendirilmiştir. AKİ, takipte 0.70 ± 0.08'den 0.83 ± 0.09'a önemli bir artış göstermiştir. Toplam birincil ve ikincil açıklık oranları 1 yılda sırasıyla %82,8 ve %89,4 idi. Toplam 30 günlük majör advers olaylar oranı (MAO) %15,8'di ve mortalite oranı %1,2 idi. Bir yıllık takip süresinde hedef lezyon revaskülarizasyonu (TLR) oranı %9,7, ampütasyon oranı ise %2,4 olarak bulunmuştur. 1 yıllık mortalite ise %7,3 'dür. SONUÇ: Kronik total oklüzyonlar uzun ve karmaşık lezyonlardır. Retrograt popliteal arter erişimi DUS eşliğinde uygulandığında düşük komplikasyon ve yüksek teknik başarı oranına sahiptir. Rotarex ® S (Straub Medical, Wangs, İsviçre) cihazı akut ve subakut trombüs dışında kronik total oklüzyonların da tedavisinden etkili, hızlı, kullanımı kolay ve güvenli bir araçtır. Anahtar kelimeler Kronik total oklüzyon, Rotasyonel trombektomi, Aterektomi, Popliteal erişim, Periferik arter hastalığı
  • Öğe
    Renal arterde olusturulan iskemi-reperfüzyon sonrası böbrekte gelisen fonksiyon bozukluguna iloprostun etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2007) Şahsıvar, Mehmet Orkun; Sarıgül, Ali
    İskemi-reperfüzyon hasarı ve buna baglı hayati organlarda olusan fonksiyon bozukluklarıinsan hayatını ciddi boyutta etkilemektedir. Birçok sebebe baglı iskemi olabilir. Özellikleinsandaki aort cerrahisinde suprarenal aort klempajından sonra olusan iskemi ve sonrasındakireperfüzyon bilhassa böbreklerde ciddi yetmezliklerle sonuçlanabilen reperfüzyon hasarlarıolusturabilmektedir. Birçok çalısmada gösterildigi gibi iloprost; antiagregan, sitoprotektif,antioksidan ve vasodilatör etkilere sahiptir. Bu çalısmada iloprost'un , böbrekte iskemi veardından reperfüzyon ile meydana gelen hasarlanmaya karsı koruyucu etkilerini serumda üre,kreatinin, sistatin c ve beta2 mikroglobulin'e bakarak arastırmayı amaçladık.Çalısmamızda ratlar kullanıldı. 8'erli 4 grup olusturuldu. Sham, RIR, Sham+iloprost veRIR+iloprost. İskemi olusturulan gruplarda 60 dakika iskemi ve 120 dakika reperfüzyonuygulandı. Sham grubunda sadece batın açıldı, RIR ve RIR+iloprost gruplarında batın açıldıve sol böbrek arterine klemp kondu. Bütün gruplardan kan alındı ve serumlarında Üre,Kreatinin, Sistatin C ve Beta2 mikroglobulin çalısıldı. Sonuçları gruplara göre karsılastırıldı.Sham, RIR, Sham+iloprost ve RIR+iloprost grupları mukayese edildiginde, iloprost'unböbrekler için zararlı etkisinin olmadıgını, uyguladıgımız iskeminin böbrekte hasarolusturdugunu tespit ettik. Kullandıgımız iloprostun ise böbrekte bu hasarlanmada hasarıazaltıcı etkilerini tespit ettik. Zira üre, kreatinin ve Sistatin C düzeylerini bu hasarı azaltmadaanlamlı olarak farklı bulduk. Beta2 mikroglobulin de ise bu anlamlı farkı bulamadık.İskemi öncesinde 20ng/kg/dak'dan verdigimiz iloprost'un , böbrekte iskemi ve ardındanreperfüzyon ile meydana gelen hasarlanmayı azalttıgını gruplar arası mukayesede özellikleüre, kreatinin ve Sistatin C degerleri dogrultusunda anlamlı olarak tespit ettik. Böbrektekihasarlanma ve iloprost'un etkilerini beta2 mikroglobulin sonuçlarına göre degerlendiremedik54ve bu durumu beta2 mikroglobulinin özellikle ileri evre böbrek hasarlanmasında daha duyarlıolmasına bagladık.Anahtar Kelimeler : İskemi Reperfüzyon Hasarı, Böbrek Yetmezligi, Sistatin C, Beta 2Mikroglobulin
  • Öğe
    Esansiyel hipertansiyonlu hastalarda anjiotensin konverting enzim inhibitörleri ile anjiotensin 2 reseptör antagonistlerinin klinik ve laboratuvar bulgular üzerindeki etkilerinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1999) Şahingeri, Mustafa; Korkut, Bayram
    Bu klinik çalışmada, ACEI ile Ali reseptör antagonistlerinin esansiyel hipertansiyonlu hastalarda kan basıncı, sol ventrikül kitlesi, sol ventrikül diyastolik ve sistolik fonksiyonları, kan lipid profili ve kan biyokimyasına olan etkileri karşılaştırıldı. Çalışmaya esansiyel hipertansiyon tanısı konulan 64 (61'i kadın, 3'ü erkek) olgu alındı. Olguların 30'u (29 kadın, 1 erkek) losartan grubunda, 34'ü (32 kadın, 2 erkek) fosinopril grubunda olacak şekilde randomize edildi. Hastaların çalışma başlangıcında ve sonunda fizik muayeneleri yapıldı. Kan lipid ve biyokimyasal değerleri kaydedildi. Eş zamanlı elektrokardiyografi eşliğinde M-mod, iki boyutlu ve Doppler ekokardiyografık ölçümleri alınarak 6 ay boyunca 15'er günlük aralarla kan basıncı kontrolü ve şikayet sorgulaması yapıldı. Gruplar arasında yaş, cinsiyet, boy, kilo, risk faktörleri, total kolesterol, HDL-kolesterol, LDL-kolesterol, trigliserid, Apo A, Apo B ve diyastolik kan basınçları açısından istatistiki anlamlı fark yokken, sistolik kan basınçları (fosinopril grubunda ortalama SKB 173 ± 15.2 mmHg, losartan grubunda ortalama SKB 185.8 ±18.1 mmHg (p<0.05) ve Lp (a) (fosinopril grubunda ortalama 18.4 ± 15.4 gr/dl, losartan grubunda ortalama 37.5 ± 42.4 gr/dl p<0.0001) değerleri açısından istatistiki anlamlı fark mevcuttu. Hem fosinopril (p<0.05) hem de losartan (p<0.01) grubunda 1. ayda kan basıncında istatistiki anlamlı azalma gözlenirken, 6 aylık tedavi sonunda fosinopril (SKB p<0.0001, DKB p<0.0001) ve losartan grubundaki (SKB p<0.0001, DKB pO.001) kan basıncı düşüşleri istatistiki olarak yakın düzeylerde ancak ileri derecede anlamlıydı. Ekokardiyografık parametrelerde ise fosinopril grubunda E velositesi (p<0.05) anlamlı düzeyde artarken, EDAZ (p<0.05), OS2 (p<0.05) ve QMAZ (p<0.05) anlamlı düzeyde kısaldı. Losartan grubunda ise E velositesi (p<0.05), E/A oranı (p<0.05), LVEF (p<0.05) anlamlı düzeyde artarken, QS2 (p<0.01), PEP (p<0.05) ve QMAZ (p<0.0001) anlamlı düzeyde kısaldı. 63Lipid parametrelerinden sadece Lp (a) seviyeleri hem fosinopril grubu (p<0.001) hem de losartan grubunda (p<0.05) anlamlı düzeyde arttı. Diğer biyokimyasal parametrelerden üre (p<0.01, p<0.01) ve kreatinin (p<0.01, p<0.001) hem fosinopril hem de losartan grubunda artarken, sodyum (p<0.05) seviyesi sadece fosinopril grubunda anlamlı düzeyde artış gösterdi. Sonuç olarak, ACEI'nin ve Ali reseptör antagonistlerinın esansiyel hipertansiyonda kan basıncı kontrolü, sistolik ve diyastolik fonksiyonların düzeltilmesinde birbirlerine yakın düzeyde etkili oldukları; Lp (a) dışındaki diğer kan lipid seviyelerinde olumsuz etki yapmadıkları ve böbrek fonksiyonları normal olan hastalarda dahi kullanılsalar böbrek fonksiyonlarının yakından takip edilmesinin gerektiği sonucuna vardık. Anahtar Kelimeler: Esansiyel hipertansiyon, diyastolik disfonksiyon, lipoproteinler, anjiotensin konverting enzim inhibitörleri, anjiotensin II reseptör antagonistleri.
  • Öğe
    Yaygın ve viseral obezitenin genç normotansif bireylerde kardiyak fonksiyonlar üzerine etkileri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2002) Sökmen, Abdullah; Tokaç, Mehmet
    Yaygın ve Viseral Obezitenin Genç, Normotansif Bireylerde Kardiyak Fonksiyonlar Üzerine Etkileri Giriş: Obezlerde artan metabolik ihtiyacı karşılamak için, intravasküİer volüm, atım volümü ve kalp debisinde artış olurken, kardiyak morfoloji ve fonksiyonlarda değişiklikler olmaktadır. Bu çalışmada normotansif, genç obezlerde yaygın ve viseral obezitenin kardiyak morfoloji ve fonksiyonlar üzerine etkilerinin araştırılması amaçlandı. Materyal - Metod: Çalışmaya genç, normotansif 30 obez (ortalama VKİ 36.7±3.7 kg/m2) ve 30 sağlıklı birey (ortalama VKİ 22.3±2.5 kg/m2) alındı. Ayrıca olguları bel çevresine göre viseral obezitesi olan (26 kişi) ve olmayan (34 kişi) olarak da iki gruba ayrıldı. Tüm bireylere standart ve doku Doppler ekokardiyografik inceleme yapılarak, yaygın ve viseral obezitesi olan grupların kardiyak morfoloji ve fonksiyonları kontrol gruplarıyla karşılaştırıldı. Bulgular: Yaygın ve viseral obezite grubunda kontrol gruplarına göre tüm kardiyak boşluklarda, duvar kalınlıklarında, LVM ve LVM/boy oranında istatistiksel olarak anlamlı bir artış bulundu. Yaygın ve viseral obez grupta diyastolik disfonksiyon oranı PW Doppler ve doku Doppler incelemesinde kontrol grubuna göre anlamlı derecede daha yüksekti. VKİ ve bel çevresi ile mitral E/A ve doku Doppler ortalama Em/Am oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir negatif korelasyon bulundu. Yaygın obezitesi olan grupta LV EF kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük bulunurken, viseral obez grupta LV EF ve LV FS anlamlı derecede düşük bulundu. Sonuç: Yaygın ve viseral obezite LV ve RV üzerinde yapısal ve fonksiyonel değişikliklere neden olmakta, özellikle LV hipertrofısi ile LV ve RV dilatasyonuna yatkınlık oluşturarak LV ve RV fonksiyonlarını etkilemektedir. Diyastolik disfonksiyonun erken dönemde tespit edilmesi ve takibinde doku Doppler ekokardiyografı yöntemi önemli ve faydalıdır.
  • Öğe
    Aortik oklüzyon ile indüklenen böbrek iskemisinde L-arjininin hemodinamik, biyokimyasal ve histopatolojik sonuçlara etkileri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2003) Özülkü, Mehmet; Yeniterzi, Mehmet
    AORTİK OKLÜZYON İLE İNDÜKLENEN BÖBREK İSKEMİSİNDE L-ARJİNİNİN HEMODİNAMİK, BİYOKİMYASAL VE HİSTOPATOLOJİK SONUÇLARA ETKİLERİ Genel Bilgi ve Amaç: Renal iskemi-reperfüzyon, renal vazokonstriksiyon, yaygın tubul hasarı ve glomerül hasarı gibi değişik mekanizmaları içeren kompleks bir sendromdur. Renal iskemi-reperfüzyon, renal arterin cerrahi müdahalesi ve suprarenal aort anevrizma tedavisinde, renal disfonksiyonun önemli bir sebebidir. L-Argininden sentezlenen nitrik oksit (NO), doku iskemi-reperfüzyon hasarında önemli rol oynar.Bu çalışmamızda, desenden torasik aort oklüzyonu ile indüklenmiş, renal disfonksiyonda NO dönörü olan L-Arjinin etkileri değerlendirildi. Materyal ve Metod: Onsekiz beyaz Yeni Zelanda tavşanı iki gruba ayrılarak çalışıldı. Kontrol grubuna (n=10), desendan aort oklüzyonu ve serum fizyolojik (4ml/kg/h) infüzyonu operasyon sırasında (30 dak.) ve postoperatif dönemde (30 dak.) uygulandı. L-Arginin grubuna (n=8), desenden torasik aort oklüzyonu ve 3mg/kg/saat'ten L-Arginin infüzyonu, operasyon sırasında (30 dak.) ve sonrasında (30 dak.) uygulandı. Operasyon boyunca ve postoperatif 30 dakikada kan basıncı ve kalp hızı takip edildi. Her iki grupta aynı zamanda kan gazları, laktat, glikoz ve üre-kreatinin takibi yapıldı. Postoperatif 48.saatte tavşanlar sakrifıye edildi ve böbrekler histopatolojik inceleme için alındı. Bulgular: iki grup arasında kan basıncı açısından belirgin fark görülmemiştir. Reperfüzyon döneminde L-Arjinin grubunun kalp hızları daha yüksek ölçülmüştür. iki grup 55arasında belirgin biyokimyasal fark görülmemiştir.Reperfüzyon döneminde L-Arginin grubunun pH'ı kontrol grubuna göre daha düşük bulunmuştur. L-Arjinin grubunun histopatolojik skorlarının daha iyi olmasına rağmen gruplar arasında istatistiki anlamlı fark görülmemiştir. Plazma arjinin düzeyinin artırılması renal histopatolojide etkilidir. İki grup arasında istatistiki fark için denek sayısının artırılması gerekmektedir. Sonuç: Bu çalışmada, 3mg/kg/saat L-Arjinin sistemik infüzyonunun, tavşanlarda renal iskemi-reperfüzyon sırasında oluşan renal hasar üzerinde faydalı etki oluşturma eğiliminde olduğu gösterilmiştir.
  • Öğe
    Mekanik kapak replasmanı uygulanan izole mitral darlıklı hastalarda sağ ventrikül hemodinamik parametrelerinin pre ve postoperatif karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1995) Özergin, Ufuk; Yüksek, Tahir
    Bu çalışmada izole mitral darlıklı hastalarda sağ ventrikül fonksiyonlarının önemi ve kapak replasmanının yol açtığı hemodinamik düzelme araştırıldı. Ocak 1991 - Temmuz 1995 dönemleri arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi kliniğinde MVR uygulanan izole fıbrokalsifık mitral stenozlu 20 hastada hemodinamik parametreler preoperatif ve erken postoperatif dönemde değerlendirildi. MVR uygulanan hastalarda bozulmuş RV fonksiyonlarının düzeldiği, bu durumun hastanın semptomları ve yaşam beklentisi ile uyumlu olduğu gösterildi. Replasman uygulanması gereken hastalarda optimal zamanlama için RVEF ya da bununla ileri derecede koralasyon gösteren PVR'ın değerlendirilmesinin önemi vurgulandı.
  • Öğe
    Epidural anestezinin abdominal aort cerrahisinde mezenterik iskemi reperfüzyon hasarı üzerine etkileri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2011) Önoğlu, Raşit; Sarıgül, Ali
    Damar cerrahisi pratiğinde, supraçöliyak klemp konulması acil ve elektif abdominal aort anevrizmalarında infrarenal aortta anastomoz için yeterli kalite ve mesafe olmadığında, ciddi pararenal ateroskleroz, enflamatuar anevrizma veya geçirilmiş aort cerrahisi varlığında tercih edilir. Aorta kros klemp konulması iskemiye, klempin kaldırılmasıda reperfüzyona neden olarak mezenterik iskemi reperfüzyon (İR) hasarı olarak adlandırılan bir komplikasyona yol açar. Major abdominal cerrahilere bağlı endokrin, metabolik ve enflamatuar patofizyolojik değişiklikleri içeren stres cevabı epidural anestezi ile önlenebilir. Bu çalışmada, epidural anestezinin abdominal aort cerrahisinde mezenterik İR hasarı üzerine etkilerini araştırmak amaçlanmıştır.Gereç ve yöntem: Yirmi sekiz adet Yeni Zelanda tipi erkek tavşan, rastgele 4 eşit gruba ayrıldı. Grup I sham grup, Grup II aortik İR grubu, Grup III aortik İR + epidural tedavi grubu, Grup IV ise epidural kontrol grubu olarak belirlendi. Aortik İR modeli, supraçöliyak bölgeden aortanın atravmatik damar klempi ile klemplenerek 30 dakika iskemi, klempin kaldırılmasıyla 120 dakika reperfüzyon ile sağlandı. Epidural kateter Th12-L1 intervertebral aralıktan açık teknik ile yerleştirildi. Epidural lidokain, bolus dozu takiben toplam İR süresi olan 180 dakika (60 dakika iskemi + 120 dk reperfüzyon) boyunca infüzyon şeklinde verildi. Toplam İR süresi sonunda interlökin-6 (IL-6), iskemi modifiye albumin (IMA) ölçümü için kan, malondialdehit (MDA), süperoksit dismutaz (SOD) ölçümü ve histopatolojik değerlendirme için doku örnekleri alındı.Bulgular: Aortik İR grubunda diğer 3 grupla karşılaştırıldığında, serum IL-6, IMA ve doku MDA, SOD aktivite düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p< 0.05). Aortik İR + epidural grubu, aortik İR grubu ile karşılaştırıldığında, ölçülen tüm biyokimyasal değerler istatistiksel olarak anlamlı düşük bulundu (p< 0.05). Epidural kontrol grubu ile sham grup karşılaştırıldığında ölçülen tüm biyokimyasal değerler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p> 0.05). Histopatolojik hasar skoru aortik İR + epidural tedavi grubunda aortik İR grubuna göre anlamlı olarak düşüktü (p< 0.05).Sonuç: Bu deneysel çalışmanın sonucunda, günlük anestezi pratiğinde ağrı kontrolü için sıklıkla kullanılan epidural anestezinin, abdominal aort cerrahisinde mezenterik İR hasarını azalttığı söylenebilir.
  • Öğe
    Primer kalp cerrahisi ameliyatlarından sonra gelişen retrosternal perikardiyal yapışıklıkların Mitomisin C ile önlenmesi (Deneysel çalışma)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2007) Orhan, Atilla; Görmüş, Niyazi
    Retrosternal perikardiyal adezyonlar reoperasyon gereken olgularda önemli oranda kalp ve büyük damar yaralanmalarına neden olabilir. Fibroblast proliferasyonu adezyon oluşum mekanizmalarından biridir. Fibroblast proliferasyonunun engellenmesi retrosternal adezyonların azaltılmasında önemlidir. Mitomisin C (MMC) fibroblast proliferasyonunu azaltmaktadır. Çalışmamızın amacı primer kalp cerrahisi ameliyatlarından sonra gelişen retrosternal perikardiyal yapışıklıkların önlenmesinde MMC'nin etkilerini belirlemekti.Gereç ve yöntem: Çalışmada 30 adet Sprague-Dawley cinsi dişi sıçan kullanıldı. Sıçanlar iki gruba ayrıldı. İlk grup kontrol (N=10) ve ikinci grup MMC çalışma grubu (N=20) olarak belirlendi. Her iki gruba subksifoid kesi yapılarak ksifoid kıkırdak rezeksiyonu ve retrosternal abrazyon yapıldı. Çalışma grubunda, retrosternal alana topikal olarak MMC (1 mg/kg) uygulandı. 15 gün sonra, reoperasyon yapıldı ve adezyon oluşumu evrelendi. Sakrifikasyon işlemi öncesinde doku ve kan örnekleri alındı. Doku örneklerine standart boyama işlemleri ve fibroblast growth faktör reseptör 3 antikor boyası immünhistokimyasal olarak uygulandı.Sonuçlar: Ortalama adezyon skoru kontrol grubunda (N=10) 2.50 ± 1.27 ve MMC çalışma grubunda 0.70 ± 0.86 olarak bulundu. Çalışma grubunda adezyon skoru kontrol grubuna göre daha düşüktü (p<0.05). MMC'ye ait herhangi bir yan etki gözlenmedi. İmmünhistokimyasal örnekler, çalışma grubuna göre kontrol grubunda fibroblast yoğunluğunun daha yüksek bulundu (p<0.05). Hidroksiprolin düzeyleri her iki grupta benzerdi (p>0.05).Sonuç: Bu çalışmada, MMC'nin normal yara iyileşmesinde herhangi bir gecikmeye neden olmaksızın retrosternal perikardiyal adezyonları önlediği ortaya konulmuştur.
  • Öğe
    İzole koroner arter baypas cerrahisi uygulanan hastalarda bretschneıder – histidin triptofan ketoglutarat solüsyonu ve soğuk kan kardiyoplejisinin sistemik endotel fonksiyonları üzerine etkisinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2018) Mercan, İlker; Dereli, Yüksel
    Ekstrakorporeal dolaşım (EKD) eşliğinde yapılan koroner baypas cerrahisi sırasında sistemik enflamatuvar bir reaksiyonunun oluşmasına sebep olmakta ve vasküler endotelyal fonksiyonları bozulmaktadır. EKD esnasında miyokardı korumak için kullanılan ve birçok midifikasyonu olan kardiyopleji solüsyonu mevcuttur. Çalışmamızda, Bretschneider-HTK Solüsyonuve soğuk kan kardiyoplejisinin sistemik endotel fonksiyonları üzerine etkilerinin araştırılması, sekonder sonlanım noktası olarak ise perioperatif morbidite ve mortalitenin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Materyal Metod: Mart 2018 – Mayıs 2018 tarihleri arasında izole koroner baypascerrahisi yapılan 50hasta grup 1 (Bretschneider – HTK n=25) ve grup 2 (soğuk kan kardiyoplejisi n=25) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Her iki gruptada demografik ve anjiografik veriler, kliniközellikler, cerrahi prosedür benzerdi. Preoperatifve postoperatif laboratuvar tetkikleri, intraoperatif ve postoperatif veriler, preoperatifve postoperatif değerlerine bakıldı. Yine peri operatif morbidite, gelişen komplikasyonlar, derlenme sürecine dair tüm veriler her iki grup için de kayıt altına alındı. Endotel disfonksiyonunu tesbit etmek için Akım aracılı dilatasyon ultrasonografik olarak ölçülüp, Endotelin-1, Von Willebrand Faktör, Asimetrik Dimetilarjinin değerleri ölçüldü. Her iki grup karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmamızın en önemli bulgusu postoperatif takiplerde ET-1 seviyesinin doğuk kan kardiyoplejisi grubunda Bretschneider – HTK grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulunmasıydı (p<0.001). Akım aracılı dilatasyon (FMD) değeri ise postoperatif 0. Günde ve postoperatif 1. Günde Bretschneider – HTK grubunda yatış seviyesinde göre daha az düşüş gösterdi (p=0, 002, p=0, 030). Bretschneider – HTK grubunda, kalbin fibrile şekilde çalışması anlamlı şekilde daha fazlaydı (p=0, 024). CK-MB değerleri ve CK değerleri, Soğuk kan kardiyoplejisi grubunda postop takiplerinde daha yüksek tesbit edilmiştir (p = 0, 002). Troponin-I seviyesinde ise iki grup arasında anlamlı farklılık gözlenmedi. Hospitalizasyon süresi Bretschneider – HTK grubunda daha düşük idi. (p<0, 05). Andak postoperatif komplikasyonlar değerlendirildiğinde anlamlı fark gözlenmedi. (p>0, 05). Her iki solüsyonun da güvenlik profilinin benzer olduğu görüldü. Diğer parametrelerde anlamlı farklılık gözlenmedi (p>0.05) Tartışma ve Sonuç: Kardiyopulmoner Bypass, endotel fonksiyonlarında bozulmaya neden olmaktadır. Tesbit ettiğimiz bulgular, kardiyopleji solüsyonu olarak Bretschneider – HTK verien hastalarda, soğuk kan kardiyoplejisine göre daha az endotel hasarına sebep olduğu yönündedir. Miyokardiyal hasar göstergelerinin Bretschneider – HTK grubunda anlamlı olarak düşük bulunması, tek doz verilen Bretschneider – HTK kardiyoplejisinin, miyokardı soğuk kan kardiyoplejisine kıyasla daha iyi koruduğunu göstermektedir. Yine hospitalizasyon süresinin düşük olması da Bretschneider – HTK solüsyonu kullanımının hasta derlenmesi üzerine daha etkin olduğunu düşündürmektedir. Ancak postoperatif komplikasyonlar açısından anlamlı farklılık bulunmaması, her iki kardiyoplejinin de güvenle kullanılabileceğini düşündürmektedir. Kardiyopulmoner baypas eşliğinde yapılan koroner baypas cerrahisinde Bretschneider – HTK solüsyonunun kaçınılmaz olan endotelyal hasarını içerdiği histidin, triptofan ve ketoglutarat sayesinde asgari düzeye indirgeyerek, miyokardiyal hasar üzerine olumlu etkileri ile postoperatif sağkalım üzerine daha etkili olduğu kanaatindeyiz.
  • Öğe
    Aortik oklüzyon ile indüklenen spinal kord iskemisinde L-arjininin nörolojik ve histopatolojik sonuçları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2003) Karabörk, Orhan; Özpınar, Cevat
    Genel bilgi ve Amaç: Spinal kord iskemisine sekonder gelişen parapleji ve paraparezi, inen aorta ve torakoabdominal aorta cerrahisinin ciddi bir komplikasyonu olup, postoperatif yaşam kalitesini önemli derecede olumsuz etkiler, Nitrik oksidin (NO) spinal kord iskemisi patofizyolojisindeki rolü hakkında az şey bilinmektedir. Artmış NO üretimi, vazodilatasyon ve / veya platelet agregasyonu inhibisyonu ile organ kan akımını artırarak nöroprotektif olabilir. Bununla birlikte, NO, serbest radikal aracılı nöronal hasarlanma ile nörodejeneratif olabilir. Bu çalışmanın amacı, bir NO prekürsörü L-Arjininin, geçici spinal kord iskemisi sonrasındaki nörolojik ve histopatolojik sonuçlara etkilerini araştırmaktır. Materyal ve Metod: Yeni Zellanda beyaz tavşanlarında, 30 dakikalık inen torasik aortik oklüzyon ile spinal kord iskemisi oluşturuldu ve hayvanlar iki gruba ayrıldılar. Kontrol grubu (n=10) sadece 4ml/kg/saat izotonik solüsyonu aldı; L-Arjinin grubu (n=8) izotonik solüsyonu ile birlikte 3mg/kg/saat L-Arjinini intravenöz plarak, oklüzyon sırasında ve reperfüzyon periyodunun ilk 30 dakikasında, aldı. Nörolojik fonksiyonların değerlendirmesi, operasyondan sonra 24 ve 48. saatlerde, Tarlov skalası kullanılarak yapıldı. Tavşanlar postoperatif 48. saatte histopatolojik değerlendirme için sakrifiye edildiler. Bulgular. Gruplardaki 24 ve 48. saatlerdeki nörolojik sonuçlar arasında anlamlı bir fark olmadığı gözlemlendi. 48. saatteki parapleji ve paraparezi kontrol grubufıda %70, L-Arjinin grubunda ise %100'dü. Histopatolojik skorlar açısından gruplar arası anlamlı farklılık yoktu ve histopatolojik bulgular her zaman arka ayak motor fonksiyonları ile uyumfu değildi. Sonuç: Mevcut deneysel çalışma, L-Arjihinin ^istemik olarak 3mg/kg/saat'ten verilmesinin, geçici spinal kord iskemisi sonrasıhdaki nörolojik ve histopatolojik sonuçlan iyileştiremediğini ortaya koymuştur.
  • Öğe
    Koroner arter cerrahisinde radial arter grefti kullanılan hastaların postoperatif brakial ve ulnar arterlerindeki akım ve çap değişikliklerinin incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) Işık, Mehmet; Özpınar, Cevat
    Bu çalışmada, koroner arter cerrahisinde greft olarak radial arter (RA) kullanılan hastalarda, bu arterin çıkarılması sonrası ulnar arter (UA) ve brakial arterlerde (BA) ön kol ve el beslenmesini devam ettirebilmek amacıyla meydana gelen akım ve çap değişikliklerinin hangi boyutlarda olduğunun araştırılması planlanmıştır.Materyal Metod: Eylül 2007 ile Eylül 2008 tarihleri arasında koroner arter cerrahisinde çoklu arteryel revaskülarizasyon için 20 hastadan (4'ü bayan, 16'sı erkek) RA grefti çıkarıldı. Hastaların ortalama yaşı 57.8 (44-70) yıl idi. Bu hastaların preoperatif dönemde Doppler ultrason (DUS) ile BA, UA ve RA'ların çap ve akımları ölçüldü. Daha sonra postoperatif üçüncü ayda yeniden DUS ile BA ve UA'ların çap ve akım değişikliklerine bakıldı.Bulgular: Preoperatif ölçümlerdeki UA kesit alanı 6.1 mm² iken postoperatif ölçümlerde 10.1 mm² olarak bulundu (p<0.01). BA kesit alanı preop. 12.4 mm² ve postop. 14.7 mm² (p=0.01) idi. Preoperatif ve postoperatif alınan kesit alanı ölçümlerinin farkları hem BA hem de UA de istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Ortalama preop. UA PSV 45.2 cm/sn iken, postop. 55.0 cm/sn oldu (p<0.01). Ortalama preop. UA EDV 9.33 cm/sn den, postop. 12.3 cm/sn değerine yükseldi (p=0.01). Her iki parametredeki akım değişikliği istatistiksel olarak anlamlıydı. Ortalama preop. BA PSV 57.9 cm/sn ölçülürken postop. 56.9 cm/sn olarak bulundu (p=0.74). Ortalama preop. BA EDV 9.76 cm/sn den postop. 9.37 cm/sn'e geriledi (p=0.51). BA için alınan preop. ve postop. PSV ve EDV ölçümleri karşılaştırması istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Hastaların postop. 3. ay kontrollerinde 1 hasta da önkol distal 1/3 kesiminde, 3 hastada da ilk iki parmakta olmak üzere parestezi şikayeti vardı. Hiçbir hastada iskemik komplikasyon gelişmedi.Sonuç: RA çıkarıldıktan sonra el ve önkolun beslenmesini sağlamak amacıyla adaptasyon mekanizması olarak UA'da 3 ay gibi kısa bir sürede kesit alanı ve akım artışı meydana geldiği görüldü. Bu greftin preoperatif gerekli incelemeler yapıldıktan sonra uygun hastalarda güvenle kullanılabileceğini düşünüyoruz.
  • Öğe
    Kardiyopulmoner bypass uygulanan köpeklerde pentoksifilin ve aprotininin serebral koruyucu etkilerinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2002) Hoşgör, Kemalettin; Durgut, Kadir
    Kardiyopulmoner bypass esnasında kanın yabancı yüzeylerle temas etmesi neticesinde, enflamatuar cevap oluşur. Bu tip patolojik durumlarda, beyinde etkilenebilir ve nörolojik komplikasyonlar oluşabilir. Kalp - akciğer pompasının, neden olduğu, santral sinir sistemindeki disfonksiyonu azaltmada, petoksifilin ve aprotininin serebroprotektif etkileri araştırıldı. Metod : Prospektif deneysel çalışmada, grup I ( n = 6, kontrol ), grup II ( n = 6, pentoksifılin ) ve grup III ( n = 6, aprotinin ) ' deki toplam 18 sağlıklı köpekte, kardiyopulmoner bypass uygulandı. II. gruba, preoperatif 3 gün süresince ve peroperatif 300 mg/ gün pentoksifilin; III. gruba, aprotinin 1 milyon IU prime solüsyona, 500 bin IU santral venden infüze edilldi. Kardiyopulmoner bypass başlamadan önce ve sonra internal juguler venden kan örnekleri ve postoperatif serebral koıteks biopsileri alındı. Biyokimyasal olarak IL-6, TNF- a, GSH- PX ve S 100 protein markırlarma bakıldı. Histopatolojik olarak ışık mikroskobunda beyin dokusunda gliozis araştırıldı. Bulgular : Postoperatif biyokimyasal markır seviyelerinden TNF- a, S 100 protein ve EL-6, preoperatif değerlerle kıyaslandığında, farklılık anlamlı bulundu ( p < 0.0001 ). Bu anlamlı farklılık, her 3 değer için, grup I. ,11. , III. ; grup I ile grup II ve grup I ile grup III arasında da vardı ( p < 0.0001). Grup II ile grup III arasında anlamlılık tespit edilmedi, pentoksifilin ve aprotinin için, markırlar kendi grupları aralarında preoperatif ve postoperatif karşılaştırıldığında, EL- 6, TNF- a ve GSH-PX arasındaki farklılık anlamlı ( p < 0.0001 ), S 100 için anlamlı bulunmadı. Histopatolojik olarak, kontrol grubu ile pentoksifilin ve aprotinin grubları arasında ve aprotinin ile pentoksifilin grupları arasında farklılık anlamlı bulundu ( p < 0.001 ) . 28 Sonuçlar : CPB ile kardiyak cerrahi uygulanan hastalarda, pentoksifilin ve aprotinin postoperatif enflamasyonu ve gliozis oluşumunu azaltmaktadır
  • Öğe
    Abdominal aort anevrizmalarında endovasküler tedavi sonrası volümetrik regresyonun incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2019) Günerhan, Yalçın; Işık, Mehmet
    Aort anevrizması, yıllar içerisinde aort duvarına yapılan basınç ve çeşitli nedenlerle duvarın zayıflaması sonucu meydana gelir. En sık infrarenal abdominal aortta görülür. Teşhis için, görüntülemede en çok tercih edilen yöntem BTA' dır. Tedavide konvansiyonel cerrahi ya da endovasküler yöntemler kullanılır. Tedavi sırasında, zayıflayan duvarın yerine sentetik veya stent greftler konularak zayıf duvara uygulanan basıncın ortadan kaldırılması amaçlanır. Bu çalışmada, AAA nedeniyle EVAR uygulanan hastaların postop altıncı ay, birinci yıl ve ikinci yıllarda BTA ile incelenerek, anevrizma kesesinde, tedavi sonrası beklenen volümetrik regresyon ve buna etki eden faktörlerin araştırılması amaçlandı. Materyal-Metod: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği'nde Kasım 2015 - Mayıs 2019 tarihleri arasında EVAR yapılan 138 hasta geriye dönük incelendi. Postop altıncı ay, onikinci ay ve yirmi dördüncü ay içerisinde rutin poliklinik kontrol muaynesine gelmiş ve BTA çektirmiş 54 hasta çalışmaya dahil edildi. Preop (54 adet) ve postop (81 adet) BTA incelendi. Ölçümler Syngo.via (VB20B versiyonu) (Siemens Sağlık, Erlangen, Almanya) yazılım programının yarı otomatik özelliği kullanılarak gerçekleştirildi. Ölçümler sonucunda volümetrik regresyon veya ekspansiyon miktarları kayıt altına alındı. Eşlik eden sigara bağımlılığı, HT, DM, KAH, KOAH, PAH, HL, SVO, KBY, malignite varlığı, iii antikoagülan ve antihipertansif ilaç kullanımının volümetrik regresyona etkileri araştırıldı. Elde edilen üç boyutlu volümetrik görüntüler üzerinde yapılan ölçümlerde; TAH, PLH değerleri hesaplandı. Sonra TKADH, GVF TAH, GVF TKADH değerleri ve değişim oranlarına ait hesaplamalar yapılarak volümetrik regresyon açısından preop ve postop sonuçlar karşılaştırıldı. Bulgular: Volümetrik ölçümler sonucu; TAH değerinin preopda 240 cm3 iken postop 6. Ayda 245 cm3 'e artarak ekspansiyon olduğu, postop 12. ayda 166 cm3, postop 24. ayda 199 cm3 değeri ile preopa göre volümetrik regresyona uğradığı bulundu. Ancak bu değerler istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. TKADH açısından bakıldığında yine benzer bulgular elde edildi; postop 6. ayda TKADH değerinde artış (preop: 136 cm3, postop 6. ay: 160 cm3) sonrasında preopa göre volümetrik regresyon (postop 12. Ay: 87 cm3, postop 24. ay: 115 cm3) izlendi. GVF TAH değişim oranları üzerine etki eden faktörlerden DM olanlarda postop 24. ayda (p=0,006) ve SVO olanlarda postop 6. ayda (p=0,040) istatistiksel olarak anlamlı izlendi, diğer faktörler açısında anlamlı fark izlenmedi. GVF TKADH değişim oranları üzerine etki eden faktörlerden malignite varlığında postop 12. ayda (p=0,050) , HT tedavisi alanlarda postop 24. ayda (p=0,036) , HL varlığında postop 24. ayda (p=0,029) volümetrik regresyon izlendi, istatiksel olarak anlamlı olduğu görüldü. Diğer faktörler ise istatistik olarak anlamlı izlenmedi. TAH için GVF sadece postop 12. ayda anlamlı regresyona uğradığı görüldü (p=0,001). TKADH için ise preop trombüs yüküne göre oransal ölçümlere bakıldı. GVF TKADH postop 6. ayda göreceli artışla regresyon yerine volümetrik ekspansiyon (p=0,088) izlendi. Tartışma ve Sonuç: EVAR sonrası uzun dönem morbidite ve mortalite artışı, anevrizma kese ekspansiyonu ve rüptürü ile ilişkilendirilen endoleak varlığına dayandırılmaktadır. EVAR' ın en çok gözlemlenen komplikasyonu endoleaklerdir, bunların da bazıları diğer tiplerine göre daha agresif yaklaşım gerektirmektedir. Son yıllarda EVAR daha çok yaşlı, yüksek riskli komorbit durumları ve AAA rüptürü olan grupta tercih edilmesi önerilmektedir. Konvansiyonel cerrahi, uzun dönem sağkalım açısından daha fazla önplana çıkmaktadır. Bilindiğ gibi EVAR sonrası aort duvarındaki patolojik süreç devam etmekte olup stent greft vasıtasıyla lümen açıklığı korunmakta ve aort nativ duvara olan basınç kısmen azalmaktadır. Fakat kese ekspansiyonu progresif devam ederse ve bu durum tespit edilip müdahele edilemezse rüptür kaçınılmaz son olmaktadır. Bu açıdan postoperatif takiplerin iv yapılması ve komplikasyon varsa müdahale edilmesi hasta açısından hayati önem arzetmektedir. Çalışmamızda postop 12. ayda TAH ve TKADH değerinde volümetrik regresyon açısından istatistiksel anlamlılığa yakın değer bulundu. Postop 24. Ayda ise bu volümetrik regresyonun devam etmediği görüldü. Hatta 24. Ayda, 12. Aya göre ekspansiyon izlendi. Bu sonuç EVAR'ın AAA' da uzun dönem prognoz açısından sorgulanarak etkinliğinin anlaşılması için daha çok çalışma yapılması gerektiği kanaatini bizde oluşturdu.