Makale Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Türkiye'de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi(2015) Erkol, MehmetTürkiye'de dini hayatı anlamlandırmak için onu etkileyen farklı boyutları ele alıp aralarındaki etkileşime odaklanmak gerekmektedir. Bu açıdan çalışmada ilk olarak gündelik hayat içerisinde dinin yeri, dindarlık kavramı, dindarlığın dönüşümü ve boyutları üzerinde durulmuştur. Gündelik hayatın dinamik yapısı değişimi kaçınılmaz kılmaktadır. Muhakkak bu değişimden birey ve toplumu derinden etkileyen dinde payına düşeni almakta, dindarlık ve dini hayat farklı boyutlara bürünmektedir. Bunun için dindarlığın ölçülmesi bir toplumda dini hayatın anlaşılması için önemli bir araç olmaktadır. Bu gündelik hayat içinde dinin ve dindarlığın aldığı görünümleri belirlemek açısından oldukça önemlidir. Aynı zamanda ölçüm çalışmaları, değişimi tek yönlü olmaktan çıkarıp karşılıklı ilişkiye dayalı bir etkileşim perspektifiyle anlamlandırmamızı mümkün kılmaktadır. Bununla birlikte dini hayatı analiz etmek için geliştirilen ölçekler ilk kez batıda geliştirilip uygulanmasının meydana getirdiği problemler henüz aşılabilmiş de değildir. Çalışmada batıda geliştirilen ve uygulanan dindarlık ölçekleri değerlendirilip Türkiye'de uygulanmasının yarattığı sorunlara dikkat çekilmiştir. Bu Türk toplumunun yapısına uygun ve özgün çalışmalarında yapılmasına duyulan ihtiyacın vurgulanmasını gerekli kılmaktadır.Öğe Bilginin Toplumsal İnşası: Bir Sosyal Gerçeklik İnşası Olarak Bilginin İslamileştirilmesi’ni Yeniden Düşünmek(2012) Birekul, MehmetTemelde İslam dünyasının içinde bulunduğu bunalımdan kurtarılarak kendi iç dinamiklerini harekete geçirmesi ve bu anlamda bilginin üretiminde de bu doğrultuda hareket edilmesini hedefleyen “Bilginin İslamileştirilmesi” çalışmaları tarihi seyri içerisinde çoğunlukla metodolojik ve epistemolojik bir eksende ele alınmıştır. Oysaki bilgi “obje” ile ilgili olduğu kadar “suje” ile de ilgilidir ve bilginin bir gerçeklik olarak varoluşunda çevresel bağlam da önemli bir yer tutmaktadır. Bu noktada gerçekliğin sosyal olarak inşa edildiğini ve bu anlamda bilginin toplumsal inşasının bir anlam dünyası sunması bağlamında önemli olduğunu savunan fenomenolojik yaklaşım dikkat çekmektedir. Bilginin İslamileştirilmesi çabalarına bu anlamda getirilebilecek bir bakış açısı bizi gerçekliği keşfetmeyi hedefleyen bir anlayıştan inşa edilmiş gerçekliği anlamaya çalışan bir anlayışa doğru götürecektir. Bu çalışma Bilginin İslamileştirilmesi çabalarının bilginin toplumsal inşasını göz önünde bulunduran ve bilgi sosyolojisinin imkânlarını kullanan bir anlayışla yeniden düşünülmesini ve bundan sonrası için bu çalışmalara basamak oluşturacak bir bakış açısının gerekliliğine dikkat çekmeyi hedeflemektedir.Öğe Introduction to Value-Relevant and Normative Tradition in Philosophy of the Social Sciences(2014) Alkın, Ruhi Can; Yelken, RamazanSosyal bilimler felsefesinin yoğunlukla üzerinde durduğu alanlardan birisi olan metodoloji, bilimsel pratiğin ontolojik ve epistemolojik pozisyonunu ortaya koyar. Bu çalışma, sosyal bilimsel pratikteki pozitivist epistemoloji ve metodolojiyi eleştirel olarak analiz etme ve yorumcu geleneğin sosyal bilimler için kaçınılmaz olduğunu gösterme çabasındadır. Diğer bir ifade ile çalışma, bilimde değer yargılarını ve normatif geleneği sosyal bilimci ve onun araştırma konusu olan toplum/birey özelinde gündeme getirecektir. Böylelikle, toplumsalın incelenmesinde salt fenomenler arası neden-sonuç ilişkisine odaklanan natüralist yaklaşımın sosyal bilim algısına ters düştüğü de çalışmanın iddialarından birisi olacaktır. Bu noktada, sosyal bilim için sosyal bilim gibi bir anlayıştan ziyade toplum için sosyal bilim gibi bir anlayış da gündeme gelecektir.Öğe Avrupa Medyası İslamı: Habitus veya Fobya ?(2016) Yardım, MüşerrefMüslümanlar Avrupa medyasının gündeminden hiç düşmemektedir. Medya stereotiplere dayalı bir Islam ve Müslüman imajı yaymaktadır. Bu çalışmanın amacı bir taraftan Avrupa medyasının bu iki konuya yönelik hoşgörüsüzlük ve önyargıları nasıl kökleştirmekte olduğunu, diğer taraftan Bourdieu'nün "habitus ve alan" teorilerine dayanarak Avrupa medyasının bu meseleler ile ilgili algısının kaynağını belirlemeyi hedeflemektedir. Bir başka ifadeyle bu çalışma "Avrupa medyasının bu alanda geliştirdiği söylemi "fobya" veya "habitus" çerçevesinde mi değerlendirmek gerektiği" sorusuna cevap aramaktadır.Öğe Türkiye Modernleşmesi Karşısında Dini Gruplar(2017) Akın, Mahmut HakkıModernleşme ile sekülerleşme arasında yakın bir ilişki olduğu genelde vurgulanmıştır. Türkiye modernleşmesi, kendi tarihsel ve sosyolojik gerçekliğinde din, toplum ve siyaset ilişkisinin sekülerleşme dolayısıyla yorumlanabileceği bir süreç olarak kabul edilebilir. Bu süreçte zamanla eskiye ve geleneksele ait olanlar ile yeni ve modern olanlar arasında kültürel ve siyasal bir mesafe oluşmuştur. II. Meşrutiyet sonrasında tartışılmaya başlanan, cumhuriyetin kurulmasının ardından da toplumsal hayata geçirilen pek çok yenilik, yeni iktidarın sekülerleşme siyasetinin bir sonucu olarak yorumlanmıştır. Öyle ki cumhuriyet modernleşmesi, laiklik ilkesi temelinde bir toplumsal bölünmenin yaşanmasına sebep olmuştur. Yıllardır toplumun geleneksel dini yapısının üretenleri olan dini gruplar ve cemaatler, bu bölünmede iktidar tarafından "öteki" olarak tanımlanmışlardır. Dini grupların kamusal alandaki meşruluklarını kaybetmeleri, yok olmaları anlamına gelmemiş, genelde yer altına çekilerek kendi varlıklarını sürdürmelerine sebep olmuştur. Tek parti iktidarı boyunca devletle gerilimli bir ilişki halinde olan dini gruplar, çok partili hayata geçişle birlikte siyaset ile faydacı bir ilişki halinde olmuşlardır. Siyasi partiler de dini gruplar ile benzer bir fayda ilişkisini gözetmişlerdir. Askeri darbeler yoluyla siyasete müdahale edildiği dönemlerde, bürokratik yapıda tek parti dönemindekine benzer refleksler gösterilmişse de demokrasiye dönülmesiyle birlikte siyasiler ve dini gruplar açısından karşılıklı bir fayda diyalektiği üretilmeye devam edilmiştir. 28 Şubat süreci ve AK Parti iktidarı dönemi, Türkiye modernleşmesinde dini grupların konumu açısından farklı dönemler olarak da dikkat çekmiştir.Öğe Kimliğin İnşasında Kent: Konya Örneği(2013) Koyuncu, AhmetModernite ve küreselleşmenin yarattığı yeni değerler skalası ile sadece kentlerin işlevi değil aynı zamanda kent ve kentli kimliği de dönüşüme uğratmaktadır. Bu anlamda kentler, geçmişte olduğu gibi kendilerine özgü farklılıkların değil, çoğalma ve çeşitlenmeyle aynılaşan kimliklerin mekanı olarak arz-ı endam etmektedir. Bu süreç ilk olarak kent fiziksel mekanında görünürlük kazanmakta, başta tüketim kalıpları olmak üzere bir bütün olarak yaşam tarzları üzerinde etkili olmaktadır. Bu çalışmada da kent kimliğinin belirlenmesinde temel parametrelerden olan kent fiziksel mekanında ve başta tüketim olmak üzere gündelik hayatın rutinlerinde meydana gelen değişim ve dönüşümlerden hareketle, sürecin Konya’da nasıl işlediği ve nasıl bir ge- lenekle buluşup ne tür bir hayat tarzı ürettiği, kent mekanındaki değişimin kent kimliğine yansımaları irdelenmiş ve Konya’nın zaman zaman sosyolojik teoriyi zorlayan farklılıklarına yer verilmiştir.Öğe Türkiye siyasi kültüründe laiklik meselesi ve 15 Temmuz sonrası laiklik tartışmaları ve Fetö(2016) Akın, Mahmut HakkıLaiklik, cumhuriyet tarihinin en çok tartışılan kavramlarından birisidir. O sadece bir ilke olmanın ötesinde Türkiye'de kültürel bölünmeyi yansıtan ve sürdüren resmi bir ideoloji olmuştur. Bu ideoloji, geleneksel din anlayışının ve bu anlayışın temsilcilerinin karşısında konumlanmıştır. Katı laiklik politikaları, dini cemaatlerin ve grupların önemli bir dönüşüm yaşamasına sebep olmuştur. Çoğu kamusal alandaki görünürlüklerini kaybettiler, yer altına çekildiler. Bu toplum mühendisliği projesi, Türkiye'de çok partili hayatın yeniden başlamasıyla birlikte değişmeye başladı. Bundan sonra dini cemaatler, gruplar ve bunların liderleri önemsenen figürler haline gelmişlerdir. Siyasiler ile dini cemaatler arasında karşılıklı fayda alışverişine dayanan bir ilişki biçimi gelişmiştir. Türkiye'de askeri darbeler, resmi ideolojiye ve özellikle de laiklik konusundaki hassasiyete vurgu yapmışlardır. 28 Şubat 1997 postmodern darbesi, doğrudan dini cemaatleri hedef alan bir harekettir. 15 Temmuz darbe girişimi, daha önceki darbelerden tamamen farklı bir grup tarafından gerçekleştirilmiştir. Dini cemaat olarak kendisini sunan Fethullah Gülen örgütü, 1980'lerden 2010'lara kadar sivil ve askeri bürokraside büyük bir güç elde etmiştir. Bu dini cemaatin ya da terörist örgütün asker üyeleri, silahsız sivil insanları öldürmüşler ve meclisi ve diğer önemli resmi kurum binalarını bombalamışlardır. Ancak halkın direnişini hesap edememişlerdir. Türkiye'de 15 Temmuz sonrasında pek çok tartışma başlamıştır. Bu makalede bu tartışmalardan en çok dikkat çekenlerinden birisi olan laiklik, Türkiye siyasi kültürü ve dini cemaatler ve gruplar konuları bağlamında ele alınmıştır.Öğe Av tutkusunun mutfağı(2014) Koyuncu, Ahmetİnsanoğlunun yeryüzündeki tarihi kadar eski olan av tutkusunun en vazgeçilmez unsuru av aletleridir. Sanayi devrimiyle birlikte av aletleri de farklılaşmış ve av tüfeklerinin kullanımı gittikçe yaygınlaşmıştır. 1875'te İngiliz Anson ile Deeley tarafından şimdiki modellere en yakın yivsiz av tüfeği icat edilmiş, 20. yüzyıla girerken Browning, Remington, Winchester vb. firmalar yivsiz av tüfekleri üretmeye başlamıştır. Dünya genelinde 10 milyar dolarlık bir pazara sahip olan hafif silah sektöründe av tüfeği üretimi de önemli bir potansiyele sahiptir. Türkiye'de ise 1914 yılında temelleri atılan ve 1962 yılından beri av tüfeği üreten Huğlu Kasabası sektörün öncülüğünü üstlenmiştir. Bugün av tüfeği üretiminde en geniş ürün yelpazesine sahip dünyadaki ilk on firma arasına giren Huğlu Av Tüfekleri Kooperatifi'nin de bulunduğu sektörün ürettiği tüfekler, birçok ülkeden avcılar tarafından tercih edilmektedir. Başta Avrupa ülkeleri ve ABD olmak üzere tüm dünyaya av tüfeği ihracatı yapan bölgede, sektörün gelişmesi ve ihracat yapılıyor olması hem bölge insanına istihdam sağlamakta böylece bölgeden göçlerin önüne geçmekte hem de bölgenin refah seviyesinin ve sürdürülebilir kalkınmanın önünü açmaktadır. Sektör her geçen gün büyüme potansiyelini geliştirmesine karşın sektörün varlığını sürdürebilmesi, yenilikleri takip edebilmesi, rekabet gücü ve ihracatını artırabilmesi önünde bazı engeller mevcuttur. Bu noktadan hareketle, çalışmada, Huğlu Kasabası'nda hali hazırda faaliyet gösteren 11 üreticiden 10'u ile mülakatlar gerçekleştirilmiş ve üreticilerin sektörde yaşadıkları sorunlara incelenmiştir. Kalifiye eleman yetersizliği, yüksek vergi oranları, kayıt dışı üretim ve istihdam, AR-GE yatırımlarının olmayışı, yasal düzenlemeler, teşvikler, markalaşma, tanıtım ve pazarlama, hedef pazar(lar) vb. sektör için çözüme kavuşturulması gereken konular olarak ön plana çıkmıştır. Daha önce hiçbir akademik çalışmaya konu olmaması sebebiyle çalışma tümüyle özgündür.Öğe Çokkültürlülük Olgusunun Kanada Örneği Ekseninde İncelenmesi(2017) Başaran, Emrahİçerisinde yaşadığımız dünya son yüzyılda ortaya çıkan ve takip edilebilmesi neredeyse imkansız olan birçok gelişme sonrasında artık küresel bir köy haline gelmiştir. Son dönemde özellikle dikkati çeken teknoloji ve ulaşım alanında görülen ilerlemelerle birlikte toplumsal yapılarda hızla değişmekte ve ortaya çıkan yeni tartışma ve problemler gündemi meşgul etmektedir. Bu sorunlar sıralamasında ise çokkültürlülük ekseninde değerlendirilen "birlikte yaşama" problemi sosyolojik, siyasal ve hukuksal anlamda yoğun tartışmaların yapılmakta olduğu konuların başında gelmektedir. Küreselleşmeyle birlikte daha da görünür hale gelen uyum ve entegrasyon sorunları tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi Kanada'nın da gündemini sürekli meşgul etmektedir. Bir göçmen ve mülteci ülkesi olan Kanada üretmiş olduğu politikalar nedeniyle çokkültürlülük tartışmalarında merkezi bir konumda bulunmaktadır. Kanada'nın çokkültürlü bir toplum görünümünde olması ise çokkültürlülük tartışmalarının yapılmadığı anlamına gelmemektedir. Kanada'nın uzun yıllardan beri tartıştığı konulardan en önemlisini Quebec bölgesinde yaşayan Fransızların vermiş olduğu bağımsızlık mücadelesi oluşturmaktadır.Öğe Türk Çayına Süt Katmak: Londra'da Yaşayan Türkiyeli Göçmenlerin Gündelik Hayatları(2015) Kalem Sili, AyşegülGündelik hayattaki en sarsıcı değişimler göçmenlerin yaşamlarında meydana gelmekte, özellikle ulus aşırı göçle birlikte tamamen farklı bir dünyaya adım atan bireyler, kimi zaman yaşam tarzlarını bütünüyle değiştirmek durumunda kalmaktadır. Göçmenin başlangıçta kültürel bagajında disipline edilmiş formlara sahip olan gündelik hayat pratikleri, zamanla göç edilen kültür içerisinde bu bagajın boşaltılması suretiyle yeni yüklemelere açık hâle gelmektedir. Bu araştırma Londra'da yaşayan Türkiyeli göçmenlerin gündelik hayatlarını konu edinmektedir. Göç süreci ve sonrasında göçmenlerin getirdiği gündelik yaşam kalıplarındaki değişimler ve hayat stratejilerini nasıl oluşturdukları araştırmanın temel sorularıdır. Nitel metodoloji çerçevesinde 2014 yılının Kasım ayında başlayıp 2015 Temmuz ayına kadar sürdürülen çeşitli gözlem ve otuz yedi derin görüşme çalışmanın veri setini oluştumaktadır. Veri analizi sonrasında özellikle Kuzey Londra'da yakın ve yüzyüze ilişkiler içerisinde yaşayan göçmenlerin, gündelik hayatlarını neredeyse Türkiye'deki gibi yaşadıkları, giyim, yemek, seyredilen TV kanalları, komşuluk ilişkileri gibi gündelik tercihleri ve sosyal ilişkilerinde ciddi bir dönüşüm geçirmedikleri sonucuna ulaşılmıştır. Bireysel olarak göç edip Kuzey Londra dışında yaşamayı tercih eden göçmenlerin ise gündelik hayat tercihlerinin göç öncesi dönemden büyük ölçüde farklılaştığı görülmüştür.Öğe Aşırı Sağ ve Çokkültürlük: Avrupa’da Ötekileştirilen “Göçmenler”(2017) Yardım, MüşerrefÇokkültürlülüğe karşı çıkan ve Avrupamerkeziyetçi bir kültür ideolojisini esas alan aşırı sağ parti ve gruplar argümanlarını, göçmenlerin kültürel farklılıklarına, topluma uyum sağlamakta zorlandıklarına ve ekonomik "yük" olduklarına dayandırmaktadırlar. Güvenlik anlayışının, Soğuk Savaş'ın bitimini takip eden süreçte değişmesiyle birlikte, göçmenler birer "güvenlik sorunu" olarak algılanmaya başlanmışlardır. Göçmenleri güvenliği tehdit edici unsur olarak gören bu yeni bakış açısı, aşırı sağ partiler için istismar konusu olmuştur. Hal böyleyken 11 Eylül saldırıları ve ardından meydana gelen Madrid, Londra, Paris ve Brüksel saldırıları Avrupa'nın gündemini güvenlik merkezli bir noktaya taşımıştır. Saldırılara karışan teröristlerin eylemleri için göç yollarını kullanmış olmaları veya yerleşik göçmenlerin saldırıların aktörleri olmaları, göçmenlerin "potansiyel terörist" olarak algılanmalarına sebebiyet vermiştir. Avrupa ülkeleri uyguladıkları politikalarla İnsan Hakları değerlerinden uzaklaşarak mültecileri "kültürel ve ekonomik sorun" olarak ele almaktadır. Bununla birlikte göçmenler ekonomik ve sosyo-politik yaşama dahil olmaları engellenmektedir.Öğe In Search of New Paradigms in Multiculturalism Debates: Introduction to Özensel’s Rope Culture Model(2017) Alkın, Ruhi CanÇokkültürlülük, sosyal bilimlerde çokça tartışılan konulardan birisidir. Kavramın teorik arka planının yanısıra, pratik boyutlara sahip farklı çokkültürlülük modelleri de mevcuttur. Örneğin Kültürel Mozaik, Eritme Potası Salata Kasesi gibi modeller , ulus devletlerin bünyesinde ortaya çıkan çokkültürlülük uygulamalarına yapılan atıflarda kullanılmaktadır. Bunlar, özelde ABD ve Kanada olmak üzere Batı dünyasının sosyo-politik ve kültürel arka planı üzerine inşa edilmiştir. Elbette bu modeler Batı dışı dünyada ortaya çıkan çokkültürlülük uygulamalarını kısmen betimlemeye yardımcı olmaktadır. Ancak Batı dışı ülkelerin ve coğrafyaların kendine has tarihi, kültürel ve siyasi arka planı, sosyal bilimcileri yeni türden çokkültürlülük modelleri geliştirmeye teşvik etmektedir. Yukarıda sunulan argümanlar ışığında, mevcut çalışma, bir Türk sosyoloji profesörü olan Ertan Özensel tarafından son zamanlarda geliştirilen Halat Kültür adlı çokkültürlülük modeline ışık tutmayı hedeflemektedir. Kısaca tanıtmak gerekirse, Özensel halatı, birçok ince ip tarafından oluşturulan bir materyal olarak kabul eder. Bu ipler Orta Doğu'da ve Türkiye'de yaşayan farklı etnik kültürleri temsil etmektedir. Özensel'e göre, aralarında yaşanan birçok probleme rağmen bu farklı etnik ve dini gruplar arasında güçlü bir halat gibi bir kaderi bir 'birlik' mevcuttur. Halatın gücü de bu birliğe bağlıdır. Öte yandan, bu model genelde seküler kavram ve teorileri baz alan diğer çokkültürlülük modellerinden farklı olarak din olgusunu, özelde İslam'ı merkeze alan bir modeldir.Öğe Peyami Safa romanlarında sosyolojik imgelem(2015) Tecim, ErhanÇalışma, Peyami Safanın Yalnızız romanını temel almakta ancak aynı zamanda onun diğer eserlerini de dikkate alarak temel fikirlerini ortaya koymayı amaçlayan bir seri analizi kapsamaktadır. Genel olarak Peyami Safanın romanlarında ele aldığı konular ve kahramanlar üzerine, olay örgüleri ve temalar üzerine bir tartışma gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada yazarın fikirlerine dair holistik bir değerlendirme için yazarın diğer eserleri ve konuyla ilgili düşüncelerine de yer verilmiştir. Çalışmada Yalnızız romanı üzerine teknik ve tematik incelemeler yapılmıştır. Olay kurgusu ve kahramanların analizi, mekân seçimi ve yaşam tarzı analizi, aktüel zaman, gerçek zaman unsurları detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Yazarın Simeranya kurgusu üzerinde durulmuştur. Çalışma, yazarın ele aldığı temaları ve kahramanları, sosyolojik tartışma konuları bağlamında incelemektedir. Bu açıdan Türk modernleşmesinin temel problemi olan Batılılaşma, Frenkleşme ekseninde yürütülen tartışmalara yer verilmiştir. Peyami Safa, eserlerinde ve özellikle Yalnızız isimli eserinde gelenekten kopuk ve yüzü sadece batıya dönük aile modelini ve bu ailede yetişen bireylerin vahametini ortaya koymaktadır. Gerçekliği ele almada maddeci bakış açısının eksikliklerine vurgu yaparak maneviyatçı-mistik bakış açısını ön plana çıkarmaktadır. Sorunların çözümünde pozitivist metodolojinin dışında çözüm yolları olabileceğini ve tek tip bir bakış açısının insan aklını sınırlandırmaktan öte gitmeyeceğini ifade etmektedir. Safa, modernist veya gelenekçi bir tavır takınmanın hata olacağını nihai kertede yapılması gerekenin, her ikisinin de sentezine ulaşmak olduğunu vurgulamaktadır.Öğe Suriyeliler ve Vatandaşlık: Yerel Halk ve Suriyeli Sığınmacılar Çerçevesinde Bir Değerlendirme(2017) Gülyaşar, MelikeÇalışmanın konusunu günümüzde önemli bir tartışma alanı oluşturan Suriyelilere vatandaşlık verilme ihtimalinin Suriyeliler ve Türkler tarafından nasıl karşılandığı ve bunun gerekçeleri oluşturmaktadır. 2011 yılından itibaren Arap Baharının Suriye'ye sıçrayıp aniden şiddetlenmesiyle Suriyelilerin sığındığı ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Bu anlamda daha önce bu kadar yoğun göçle karşılaşmamış Türkiye'nin insani gerekçelerle sığınmacılara kapı açıp onları kabullenmesi önemlidir. Ancak zaman geçtikçe Suriye'de savaşın bitmesinin giderek zorlaşması ve bu anlamda geçici oldukları düşünülen sığınmacıların kalıcı hale gelişi vatandaşlık konusunu gündeme getirmiştir. Dolayısıyla günümüzde en önemli tartışma alanlarından birini oluşturan Suriyelilerin vatandaşlık alması incelenmesi gereken önemli bir husus olarak karşımıza çıkarken bu konuda literatürde ciddi bir boşluk olduğu değerlendirilmekte, konuyla ilgili mevcut çalışmalara bakıldığında ise sadece kısa değinmeler olduğu görülmektedir.Çalışmada Suriyelilerin vatandaşlık konusunda düşündükleri, vatandaşlık verilmesi halinde kabul edip etmeyecekleri ve vatandaşlığın onlara, onların ise Türkiye'ye ne gibi katkıları olacağı konusu mülakat tekniği kullanılarak ortaya koyulmuştur. Türk halkının bu konudaki görüşleri ise Murat Erdoğan'ın yaptığı Toplumsal Kabul ve Uyum adlı çalışmada yapılan mülakatlar, sosyal medya üzerinden oluşturulan tepkiler ve çeşitli çalışmalar analiz edilerek ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Araştırmada elde edilen bulgular ise Suriyeliler nezdinde çoğunlukla vatandaşlığa sıcak baktıkları, vatandaşlık verilmesi halinde kendilerini daha garanti altında hissedecekleri, daha iyi ve eşit şartlarda yaşayabilecekleri üzerine iken Türklerin düşünceleri ele alındığında tam aksine büyük çoğunluğun vatandaşlık verilmesine karşı olduğu bunu milliyet unsuru, günümüzde Suriyelilerin çıkardığı düşünülen pek çok sorun, vatandaşlık verilmesi halinde burada kalacakları endişesi, ekonomik anlamda yük olarak görülüyor oluşları gibi pek çok nedene dayandırdıkları ortaya koyulmuş bu bağlamda Türklerin ve Suriyelilerin düşüncelerinin büyük farklılıklar gösterdiği görülmüştürÖğe Peter L. Bergerin yabancılaşma anlayışı: Diyalektik bilincin kaybı(2014) Tekin, FerhatBu makale Peter L. Bergerin yabancılaşma anlayışına odaklanmaktadır. Bergerin yabancılaşma anlayışı, onun temel sosyolojik yaklaşımı olan fenomenolojik sosyolojiyle yakından ilgilidir. Bu bakımdan yabancılaşmaya dair görüşleri bu konuyla ilgilenmiş olan birçok sosyologunkinden farklı bir niteliğe sahiptir. Bergere göre yabancılaşma, insanın toplumsallığında verilidir, yani antropolojik açıdan kaçınılmazdır. Bir başka deyişle yabancılaşma, birey ile onun dünyası arasındaki diyalektik ilişkinin bilinçte kaybolduğu bir süreçtir. Çünkü birey, sosyal gerçekliğin kendisi tarafından ortaklaşaüretilmesi ve sürdürülmesi gerektiğini unutur. Dolayısıyla yabancılaşan bilinç diyalektik olmayan bir bilinçtir. Berger, insan ile sosyokültürel dünya arasındaki doğru ilişkinin bilinçte altüst olduğunu ve aktörün sırf kendisine etki edilen bir nesne haline geldiğini, üretenin ise sadece bir ürün olarak algılandığını vurgular. Ona göre yabancılaşmadan kurtulmanın yolu yabancılaşmaya yol açan sosyokültürel dünyanın doğal bir olgu olmaktan çıkarılarak onun, insanın kendi aktivitesinin ürünü olduğunu hatırlamak suretiyle yeniden uyumu sağlamaktır.Öğe Osmanlı İslamcıları Ve İslami Yenilikçiler: Yakınsama Ve Ayrışma(2016) Yardım, MüşerrefBu makale ikinci Meşrutiyet İslamcılığının dönemin şartlarına uygun özelliklerini belirledikten sonra Osmanlı İslamcılarının hangi noktada İslami Yenilikçilerle benzer düşünceler geliştirdiklerini, hangi noktada ise ayrıştıklarını örneklerle ortaya koymaya çalışacak. Aslında, Osmanlı İslamcıları, İslami yenilikçilik ve modern temsilcilerinin, Ahmed Sirhindi, Cemaleddin Afgani ve Mısırlı Muhammed Abduh ile Hindistanlı Seyyid Ahmet Han çizgisinde oldukları söylenebilir. Bu çalışma, Osmanlı İslamcıları ve İslami yenilikçiler arasında nasıl bir bağ bulunduğunu belirlemeye çalışacak.Öğe Sınırlar, Bölgesel Kimlikler ve Ümmet Tasavvuru(2012) Tekin, FerhadBu çalışmada ulus-devlet olgusuyla ortaya çıkan modern bölgesel sınırların ulus inşa etme projesinde nasıl işlevsel bir rol oynadığı sosyolojik bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Xx. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren İslam dünyasında özellikle de Ortadoğu’da ulus-devletlerin kurulmasıyla birlikte dini toplumsal bir tasavvur ve aidiyet duygusu olan ümmet yerine, ulusal bölgesel kimlikler ikame edilerek bu kimlikler sınırlar aracılığıyla pekiştirilmiştir. Bu süreçte sınırlar hem sert ve geçilmez engeller hem de söylem ve semboller olarak ulus-devletlerin işlevsel aygıtları haline gelerek etnik ve seküler cemaati somutlaştıran/bedenleştiren bir rol üstlenmiştir. Ancak günümüzde ulus-devlet sisteminin zayıflamasıyla birlikte sınırların artık çoğunlukla köprüler olarak işlev görmeye başladığı söylenebilir. Dolayısıyla sınırların yapısındaki bu esnemelerin ulus-ötesi bir Müslüman kimliğin oluşmasına imkân tanıdığını söylemek mümkündür.Öğe Bir yapısalcılık eleştirisi: Derrida ve yapısöküm(2012) Koyuncu, AhmetBu çalışmada değişmez olanın yavda değişmez öğelerin araştırılmasından hareketle "kolektif' olayların bilinçsiz niteliğini arayan yapısalcılık'ın temel tezlerini yine aynı vasattan yola çıkan Derrida'nın nasıl ve niçin yapısöküme tabi tuttuğu ele alınmıştır. Bu bağlamda, yöntem olarak Derrida'nın yapısalcılığa yönelik eleştirilerini temellendirdiği kavramlar ele alınmış ardından yapısökümün özgün terimleri ışığında, yapısalcılığının tezlerini temel lendirdiği dil ve söz temelinde varolan dizgenin konumu, gerçeklikle ve anlamla olan ilişkisi ile söz konusu izgelerin üstüne yapılandıkları tanımlama amaçlı ikiliklerde dile gelen karşıtlıkların geçerlilikleri ile ilgili Derrida'nın getirdiği eleştirilere yer verilmiştir Ayrıca yapısökümün özgün terimlerine ilişkin alternatif bir okumanın imkanına ilişkin naçizane bir katkı sunulmaya çalışılmıştır.Öğe A critical analysis on the concept of religion in dominant social sciences literature: An investigation on modern and late modern period(2014) Alkın, Ruhi CanBu çalışma, din olgusunun sosyal bilimlerdeki yerine ilişkin bazı temel yorumları eleştirel olarak inceleme çabasındadır. Bu çabaya temel bir gerekçe olarak, modern ve geç modern dönemdeki hâkim din söyleminin, dini kendi özgünlüğünde anlatmada yetersiz kalışı gösterilebilir. Bu noktadan hareketle, çalışmanın ilk bölümünde, Aydınlanma sonrasında ortaya çıkan mutlak sekülerleşme söylemi ve bunun bir meta-anlatı olarak sosyal bilimlerde geldiği nokta tartışılacaktır. Mutlak sekülerleşme söylemine karşın, Modern Batı Avrupa toplumlarında 20. Yüzyılda dahi dinin devlet aygıtının bir konusu ya da uğraşı alanı olması gerçeği, bazı argümanlar ışığında incelenecektir. Ardından, geç modern olarak adlandırılan ve sosyal bilimlerde sekülerleşme söyleminin sorgulandığı çalışmaların ortaya çıktığı bir dönemde, din olgusunun sosyal bilim literatürdeki yerine tekrar dönülecektir. Bir problem olarak; tıpkı modern dönemin meta-anlatılarında olduğu gibi, dine dair geç modern dönemdeki algının da benzer kalıplaşmış kavramlar (duygu ötesi din, metalaşma olarak din, vb.) ışığında oluştuğu, dinin kendi özgün içeriğinin ve toplumsal yaşamdaki belirleyici rolünün göz ardı edildiği, örnekler ışığında tartışılacaktır.Öğe Dediği sultan ve menakıbı: Konya ve çevresinde Alevi Bektaşi ocaklarının izleri(2013) Taşğın, AhmetBu çalışma Dediği Sultan Menakıbının verdiği bilgileri farklı dönemlerde yayınlanan çalışmalar ile yeniden değerlendirdi. Dediği Sultan hakkında geniş bilgi veren ilk kaynak onun menakıbıdır. Makale, Konya Ilgın İlçesi Mahmuthisar beldesi yakınlarında Beykonak isimli yerde türbesi bulunan Dediği Sultan ve Menakıbını konu edindi. İlgili literatür ve Bektaşi kaynakları değerlendirilip Dediği Sultan Menakıbından yola çıkarak ortak konulara değindi. Ayrıca Dediği Sultan Zaviyeleri ve bağlı bulunan Turgutlu ve Bayburtlu oymakları ile Dediği Sultan’ın yaşadığı dönemdeki sufi çevrelerle olan ilişkisini de aktardı. Türklerin Anadolu’ya göçlerinin ardından yerleşim yerlerinden olan Konya ve çevresi Alevi Bektaşi toplulukların da zaviye ve tekkeleriyle yerleşim yerlerindendi. Moğol saldırıları öncesi ve sonrasında Konya çevresinde şekillenen Türkmen toplulukları ve onların faaliyetleri, Moğol sonrası Karaman Beyliği ve Osmanlı Devletinin hâkimiyetine geçiş üzerinden yürünerek Alevilik araştırmaları literatürünün neredeyse hiçbir bilgiye sahip olmadığı bir konu hakkında bilgi verdi. Konya ve çevresinin Alevi Bektaşi ocak ve bağlı toplulukları açısından önemli yerleşim yerlerinden olduğu sonucuna varıldı.