Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 32
  • Öğe
    Preeklampsi tanısı alan ve almayan gebelerdepentraksin 3, plasental protein 13 düzeylerive bazı biyokimyasal parametrelerin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Ateş, Fadime Pınar; Tiftik, Ali Muhtar
    Gebeliğin ikinci ve üçüncü trimester döneminde olan preeklampsi tanısı almış gebeler ile normal arter kan basıncına sahip gebelerin serum pentraksin 3 ve plasental protein 13 düzeylerinin kıyaslanması ve bu verilerin albümin, laktat dehidrogenaz, ürik asit, trombosit sayısı parametreleri ile karşılaştırılarak elde edilen bulguların preeklampsi tanı ve patogenezine ne tür katkı sağlayacağının belirlenmesidir. YÖNTEM: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’ne Ocak 2020-Ocak 2021 tarihleri arasında başvuran 40’ı preeklampsi tanısı almış toplam 80 gebenin takipleri esnasında alınmış venöz kan örnekleri ile çalışıldı. 20-40 yaş aralığında ve 24. ve 40. gebelik haftaları arasında olan gebeler 32. gebelik haftası kıstas alınarak 2 alt gruba ayrıldı. Pentraksin 3 ve plasental protein 13 düzeyleri sandiviç ELISA yöntemi (Bioassay Technology, Shanghai, China) ile çalışıldı. Elde edilen veriler serum albümin, laktat dehidrogenaz, ürik asit ve tam kan trombosit sayısı düzeyleriyle kıyaslandı. BULGULAR: Normal kan basınçlı gebelerle kıyaslandığında preeklamptik gebe grubunda serum pentraksin 3 ve plasental protein 13 düzeylerinde birbirleriyle pozitif yönde korele olan azalma saptandı. Preeklampsi grubunda saptanan plasental protein 13 seviyelerinde azalma istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Preeklampsi grubundaki albümin ve trombosit düzeylerinde azalma, laktat dehidrogenaz ve ürik asit düzeylerinde artış istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Ayrıca preeklampsi grubunda saptanan laktat dehidrogenaz düzeylerindeki artış ile trombosit sayısı ve albümin düzeylerinde azalma arasında negatif yönde korelasyon saptandı. SONUÇ: Preeklampsi hastalarında saptanan plasental protein 13 düzeylerinde azalma istatistiksel olarak anlamlı bulunmuş olup; plasental protein 13’ün ikinci ve üçüncü trimester gebelerde preeklampsi değerlendirmesinde kullanılabilir olduğu kanaati oluşmuştur.
  • Öğe
    MERAM TIP FAKÜLTESİ HASTANESİNE BAŞVURAN 0-18 YAŞ ARASINDAKİ ÇOCUKLARDA FSH VE LH DEĞERİNİN REFERANS ARALIĞININ BELİRLENMESİ
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Kaba, Kadir; Gürbilek, Mehmet
    Meram tıp fakültesine başvuran 0-18 yaş grubundaki çocukların FSH ve LH referans aralığını bulma ve puberte ve prepuberte çocuklarda LH değerleri açısından farkın var olup olmadığının tespite eldilmesidir. Materyal ve Metot: Çalışmamızda 0-18 yaş grubundaki çocukların meram tıp fakültesinde COBAS E 601 sistemleriyle çalışılmış sonuçlarını hastane bilgi sisiteminden elde edildi.0-18 yaş grubundaki çocuklar kız ve erkek ana gruba ayrıldı ve her ana grup 0-1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12- 13-14-15-16 alt yaş gruplarına bölündü.Her alt grupunmodifiye z değeri excell programıyla hesaplandı ve ± 3,5 değerinin dışında olanlar uç değer olarak veri setinden çıkartıldı. Bu işlem her alt grupta uç veri olmayıncaya kadar tekrarlandı.Uç veriler çıkartıldıktan sonra her alt grubun üst %20-alt 20 persetil kısmı veri setinden çıkartıldı. Kız ve erkek her alt gruplar SPSS 22 version programı yardımıyla Kruskal Wallis H testiyle farklı olup olmadığı tespit edildikten sonra hangi alt grupların farklı olduğu Mann Whitney U testiyle tespit edildi.Kız ve erkek alt gruplarında farklı olmayan alt gruplar birleştirildi ve her grubun referans aralığı o grubun %2,5-%97,5 persentili olarak tablo şeklinde gösterildi.Kız ve erkek puberte ve prepuberte grupların LH değerinin farklı olup olmadığı SPSS 22 verison programındaki Mann Whitney U testiyle değerlendirildi ve ROCeğrsi çıkartıldı. Bulgular: Referans aralığındaki en dikkat çekici bulgu erkek 0 yaş grubunun LHreferasn aralığı değerelerinin erkek 1-8 yaş grubunun LH referans aralığı değerlerinden farklı ve kadın 0-1 yaş grubu FSH referans aralığı değerinin 2-7 yaş grubundanfarklı olmasıdır.Kız puberte ve prepuberte gruplarının lh değeri anlamalı derecede farklı ve ROC eğrsinin AUC:0,875 (0,812- 0,939)bulundu(p <0,001). Sonuç:Çalışmamızdaki erkek ve kız referans aralığı hem indirekt hem direkt yöntemle veri toplama sistemiyle elde edilen önceki FSH ve LH referans aralğı çalışmalarından farklı bulunmuştur.Kız puberte ve prepuberte gruplarının LH Cut-Off Değeri 0,53 U/L alındığında puberte ve prepuberte%79,6 duyarlılık %80 özgüllük ilepuberte ve prepuberte grupları birbirinden ayrılır.
  • Öğe
    Tip 1 diabetli çocuk ve adölesanlarda galektin 3, ileriglikasyon son ürünleri (AGE), ve ileri glikasyon son ürünlerireseptörü (RAGE) seviyelerinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Döner, Hulusi Cem; Kurban, Sevil
    Amaç: Tip 1 diyabetli çocuk ve adölesanlarda galektin 3, ileri glikasyon son ürünleri (AGE) ve ileri glikasyon son ürünleri reseptörü (RAGE) seviyelerinin araştırılması ve bu moleküllerin birbiriyle ilişkisini incelemek. Materyal ve Metot: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi hastanesine başvuran 37 tip 1 diyabet tanısı alan çocuk ve adölesan (19 K, 18 E) ve 35 herhangi bir hastalığı saptanmayan çocuk ve adölesan (21 K, 14 E) dahil edildi. Galektin 3, AGE ve RAGE düzeyleri ELISA yöntemiyle ölçüldü. Sonuçların analizi için SPSS IBM istatistik programından yararlanıldı. Bulgular: Tip 1 diyabetli çocuk ve adölesanların galektin 3 [0,22 (0,18-0,41)] ve AGE [10,83 (8,64-13,15)] düzeyleri kontrol grubunun galektin 3 [0,18 (0,15-0,25)] ve AGE [8,13 (7,42-11,05)] düzeylerinden anlamlı olarak yüksekti (p<0,05). Tip 1 diyabetli çocuk ve adölesanların RAGE düzeyi (91,28±72,12) kontrol grubunun RAGE (87,04±61,58) düzeyinden yüksek olmasına rağmen bu yükseklik anlamlı değildi (p>0,05). Kontrol grubunda AGE ile galektin 3 (r=-0,343, p<0,05) arasında negatif korelasyon saptandı ve galektin 3 ve RAGE arasında anlamlı bir korelasyon saptanmadı. Hasta grubunda ise AGE ile galektin 3 (r=-0,346, p<0,05) arasında negatif korelasyon bulundu. Fakat galektin 3 ile RAGE (r=0,536, p<0,01) arasında pozitif korelasyon saptandı. Sonuç: Çalışmamızda tip 1 diyabetli çocuk ve adölesanlarda kontrol grubundan yüksek bulduğumuz galektin 3 düzeyleri, çocuk ve adölesanlardaki tip 1 diyabet oluşumunda galektin 3’ün rolü olabileceğini düşündürmektedir. Çalışmamız tip 1 diyabetli çocuk ve adölesanlarda galektin 3 düzeyini araştıran ilk çalışmadır. Çalışmamızın bu açıdan literatüre katkı yapacağını düşünüyoruz Galektin 3 tip 1 diyabet hastalığında önemli bir belirteç olabilir ve tip 1 diyabetin patogenezinde yeni yolakların keşfedilmesinde de rol alabilir. Bunlar için tip 1 diyabet patogenezinde galektin 3’ün aldığı rol ile AGE ve RAGE arasındaki ilişkinin daha sonra yapılacak araştırmalarla desteklenerek açığa çıkarılması gerekmektedir
  • Öğe
    Obez kadın hastalarda akupunktur terapisiyle kilo kaybının fekal mikrobiyota kompozisyonu üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Batur, Tuba; Aköz, Mehmet
    Akupunktur terapisiyle kilo kaybının obez kadın hastalarda fekal mikrobiyom, antropometrik ölçümler ve biyokimyasal parametrelere etkisinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Çalışma 15 obez (VKİ; Vücut Kitle İndeksi ≥30) kadın birey üzerinde yapıldı. Düşük kalorili diyet (diyet grubu; n=6) ve diyetle beraber akupunktur terapisi (12 seans ve 12 hafta süreyle), (akupunktur grubu;n=9) uygulanan iki ayrı çalışma grubundan, en az 10 kg kaybeden katılımcıların çalışma başı ve bitimine ait (0. ve 12. hafta) antropometrik ölçümleri, biyokimyasal parametreleri ve fekal mikrobiyota kompozisyonları karşılaştırıldı. Mikrobiyal genomu temsil etmek üzere 16S rRNA geni hedef gen olarak kullanılarak tedavi öncesi ve sonrası değişimler incelendi. Bulgular: Diyet ve akupunktur grubunda tedaviyle antropometrik parametreler ve HOMA-IR düzeylerinde anlamlı düşüş izlendi. Akupunkturun, vücut ağırlığı ve VKİ düzeylerini düşürmede, yalnızca diyet tedavisi alan grupla kıyaslandığında daha büyük düşüşler sağladığı izlendi. Ayrıca akupunktur terapisiyle Bacteroidia, Prevotella, Butyricimonas, RF39, Coprococcus, Catenibacterium ve Tenericutes taksonlarının öne çıktığı görüldü. Sonuç: Bulgular obez bireylerde akupunktur terapisi uygulamasının vücut ağırlığı, adipöz doku, lipit metabolizması ve bağırsak mikrobiyotası üzerine etkisi olduğunu gösterdi. Bu bilgiler ışığında akupunktur uygulamasının metabolizmadaki rolünün kesin olarak gösterilebilmesi için daha kapsamlı çalışmalara gereksinim olduğu kanaatine varıldı.
  • Öğe
    Yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların idrarlarından izole edilen candida türlerinin moleküler epidemiyolojisi ve antifungal duyarlılıkları
    (2009) Yüksekkaya, Şerife; Fındık, Duygu
    Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların idrar kültürlerinden izole edilen C. albicans, C. glabrata, C.tropicalis suşlarının moleküler epidemiyolojik analizi, amfoterisin B ve flukonazole karşı antifungal duyarlılıklarının saptanması amaçlanmıştır.Gereç-yöntem: Candida izolatlarının identifikasyonu germ tüp testi, cornmeal agar besiyerindeki mikroskopik morfoloji (klamidospor, blastospor, artrospor, yalancı hif ve gerçek hif) ve karbonhidrat asimilasyon testleri (API ID 32C -BioMérieux, France) kullanılarak yapıldı. Suşların amfoterisin B ve flukonazole karşı antifungal duyarlılığı CLSI kriterlerine göre mikrodilüsyon yöntemi ile araştırıldı. Suşlar arasındaki klonal ilişkiyi araştırmak için Cnd3 primeri kullanılarak RAPD analizi uygulandı.Bulgular: Amfoterisin B için 56 Candida suşunun mikrodilüsyon yöntemi ile MİK aralıkları, MİK50 ve MİK90 değerleri sırasıyla, C. albicans'da 0.125-1µg/ml, 0.125 ve 0.5µg/ml, C.tropicalis'te 0.125-1µg/ml, 0.25 ve 1µg/ml, C.glabrata'da 0.125-1µg/ml, 0.25 ve1µg/ml olarak bulundu. Flukonazol için MİK aralıkları, MİK50 ve MİK90 değerleri sırasıyla; C.albicans'ta 0.25-4µg/ml, 0.25 ve 0.5µg/ml, C.tropicalis'te 0.25-16µg/ml, 0.5 ve 1µg/ml, C.glabrata'da 0. 5-64µg/ml, 8 ve 16µg/ml olarak saptandı. RAPD analizi sonuçlarına göre; C.albicans için iki, C.tropicalis ve C.glabrata için bir ana patern varlığı tespit edildi.Sonuç: İzolatların hiçbiri amfoterisin B için yüksek (MİK>1µg/ml) MİK değerlerine sahip değildi. Bir C.glabrata izolatı flukonazole dirençli (MİK?64µg/ml) iken bir C.tropicalis ve iki C.glabrata izolatı doz bağımlı duyarlı (MİK 16-32µg/ml) idi. RAPD analizi sonuçları C.albicans için iki klondan, C.glabrata ve C.tropicalis için ise tek bir klondan ekzojen yayılım olduğunu göstermektedir. Hastalardan alınan örneklerin ve çevresel örneklerin birlikte epidemiyolojik analizi yapılarak ekzojen odağın tespit edildiği daha ileri çalışmalar yapılmalıdır.
  • Öğe
    Obez kişilerde serum ve lökosit içi askorbik asid ile plazma ve eritrosit içi kolinesteraz düzeylerinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1995) Zeren, Elif Menekşe; Büyükbaş, Sadık
    Çalışmamıza yaş ortalaması 40±11.4 olan 44 kadın, 32 erkek alındı. Çalışmamızda BMl'i 18-24 olanlar kontrol veya non-obez, 25-30 arası olanlar obez, 31-42 arası olanlar aşırı obez olarak kabul edildi. Çatışmaya atman kiştterde; Upid ve lipoprotein parametreleri (trigliserid (Trig.), total koles(T.Kol), HDL-kolesterol (HDL), LDL-kolesterol (LDL)), kan şekeri (AKŞ), plazma koiinesteraz(PCE), eritrosit içi kolinesteraz (ECE), plazma total askorbat (PTA) plazma askorbat(PA), plazmadehidroaskorbat(PDA),lökosit total askorbat(LTA) lökosit askorbat (LA), lökosit dehidroaskorbat(LDA), PDA/PA, PDA/PTA.PA/PTA ile LDA/LA.LDA/LTA, LA/LTA oranları çalışılarak ve hesaplanarak a) obezite derecesiyle vitamin C ilişkisi b) obezite derecesiyle kolinesteraz ilişkisi ve c) vitamin C ile kolinesteraz ilişkisinin olup olmadığının araştırılmasının yanısıra obezlerde vitamin C yetmezlik decelerinin saptanması amaçlanmıştır. SPSS paket programından yararlanılarak bulunan aritmetik ortalama ve standart sapmalar çalışma grublarına göre sırasıyla; Kontrol grubunda;PTA 1,26±0,69 mg/dl, PA 1,13±0,66 mg/dl, PDA 0,11 ±0,09 mg/dl, LTA 36,97±14,98 jig/ 108 lök, LA 22,45±7,68 u.g/108 lök, LDA 14,52±7,66 u.g/108 lök, PCE 5685±1014 Ü/L, ECE 28,24±8,1 0/gr Hb, AKŞ 99,7±14 mg/dl, Trig. 79,5±45 mg/dl, Kol. 165,65±35 mg/dl, HDL 47,86 mg/dl, LDL 116,54±25 mg/dl olarak, Obez grubunda; PTA 0,86±0,40 mg/dl, PA 0,78±0,43 mg/dl, PDA 0,12±0,07 mg/dl, LTA 34,29±13,4 p.g/ 108 lök, LA 21,95±6,39 u,g/108 lök, LDA 12,34±7,41 u.g/108 lök, PCE 6884±1535 Ü/L, ECE 22,64±7 Ü/gr Hb, AKŞ 110 mg/dl, Trig. 121,8±49 mg/dl, T. Kol. 201,1 1±39 mg/dl, HDL 47,27±9 mg/dl, LDL 139,5±51,7 mg/dl olarak, Malign obez grubunda; PTA 0,70±0,29 mg/dl, PA 0,60±0,26 mg/dl, PDA 0,11±0,09 mg/dl, LTA 35,41±12,4 u.g/108 lök, LA 22,49±5,83 u,g/108 lök, LDA 12,92±6,95 lig/108 lök, PCE 7470±1240 Ü/L, ECE 24,59±4,49 Ü/grHb, AKŞ 117,6±17,6 mg/dl, Trig. 145,9±64,2 mg/dl, T.Kol 221,7*5.1,7 mg/dl, HDL 47,6±9,7 mg/dl, LDL 149,4±50,6 mg/dl olarak tesbit edilmiştir. BMI artışına paralel olarak AKŞ, Trig., T. Kol. ve LDL düzeylerinde anlamlı artış söz konusu olup bu artış gösteren pmetrelerin BMI ile pozitif korelasyonu vardır (sırasıyla; r.0,41, p<0,001 ; r:0,44, p<0,001; r.0,54, p<0,00l; r:0,31, p<0,05). PCE düzeyleri BMI 'e göre giderek artmış olup bu artış l.grub-ll.grub (p<0,01)50 ve !. grub-Ill. grub (p<0,001) arasında belirgindir. ECE düzeyleri BMl'e göre giderek azalmış olup bu azalma özellikle l.grub-ll grub (p<0.05). ve I grub- III grub (p<0.05). arasında istatistiksel- olarak anlamlıdır. PTA ve PA düzeyleri BMl'e göre düşme eğiliminde olup bu düşme I. grub- II. grub (p<0,05) ve l.grub-lll. grub (p<0,001) arasında belirgindir. PDA, LTA, LA ve LDA değerlerinde BMl'e göre önemli bir fark bulunamamıştır. Sonuç olarak; PCE düzeylerindeki artma ve ECE, PTA ve PA düzeylerindeki azalma Lgrub-N grub ve l.grub-lll. grub arasında anlamlı iken ll.grub-lll.grub arasında anlamlı olmaması obez ve nonobez grublar için bu farkların anlamlılığını ortaya koymuştur. Obezite arttıkça vitamin yetmezlik risk derecelerinde de artış olduğu tesbit edilmiştir.
  • Öğe
    Koroner arter hastalarında ox-ldl, total antioksidan aktivite, nitrik oksit ve enos gen polimorfizminin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2006) Yılmaz, Gülsüm; Mehmetoğlu, İdris
    Bu çalışma 40-70 yaşları arasında toplam 106 koroner arter hastası (KAH) (30 kadın,76 erkek) ile 41-73 yaşları arasında hiçbir şikayeti ve bulgusu olmayan toplam 89 sağlıklıkontrol (49 kadın, 40 erkek) vakası üzerinde gerçekleştirildi. Hasta grubuna anjiografi ilekoroner arterlerinin en az birinde %50'den fazla tıkanık olduğu belirlenen kişiler alındı.Vakalardan sabah aç karna kan örnekleri alındı ve total antioksidan aktivite(TAA),Ox-LDL, NO ve eNOS gen polimorfizmi araştırıldı. Tüm bireyler sigara ve alkol kullanımı,HT, DM varlığı ve aile öyküsü bakımından sorgulandı.Ox-LDL tayini, Mercodia marka ticari kit kullanılarak ELİSA metoduyla, NO tayiniGriess metoduyla ve antioksidan aktivite tayini ise spektrofotometrik yöntemle çalışıldı.Vakaların tam kanlarından DNA izolasyonu yapılarak PCR-RFLP tekniği ile genetikanalizleri yapıldı. Bulgular aşağıdaki gibidir:KAH'da Ox-LDL ve NO düzeyleri kontrollere kıyasla önemli oranda yüksek, TAAdüzeyleri ise düşük bulundu. Ox-LDL ile tutulan damar sayısı arasında önemli pozitifkorelasyon bulundu.KAH'da Ox-LDL , NO ve TAA düzeyleri sırası ile 2,332 ± 0,896 U/L, 47,78 ± 27µmol/L ve 0,915 ± 0,225 mmol/L olarak, kontrollerde ise aynı parametler sırası ile 1,983 ±0,682 U/L, 41,44 ± 25,9 µmol/L ve 1,0495 ± 0,173 mmol/L olarak bulundu.KAH'ları ile sağlıklı kontrol grubu arasında eNOS intron 4 VNTR ve intron 23polimorfizmi bakımından önemli bir fark bulanamadı.Sonuç olarak, serbest radikallerin ve Ox-LDL'nin KAH'ın patogenezinde önemli roloynadığı belirlendi. Ayrıca, KAH ile eNOS intron4 VNTR ve intron 23 polimorfizmi arasındaherhangi bir korelasyon bulunamadı. Bu konuda daha fazla araştırma yapılması gerektiğisonucuna varıldı.
  • Öğe
    Diabetes mellituslu hastalarda diabet yılının eritrosit membranı Na + - K + ATPaz (EC:3.6.1.37) aktivitesi ile kemokin ve sitokinler arasındaki ilişkinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2002) Üstüner, Fatma; Gürbilek, Mehmet
    Diabetes Mellitus'lu hastalarda diabet yılının eritrosit membranı Na+-K+ ATPaz akti vitesi ile kemokin ve sitokinler arasındaki ilişkiyi araştırmak amacıyla S.Ü. Meram Tıp Fakültesi Endokrinoloji Polikliniğinde Tip-II diabet tanısıyla takip edilen 55 hasta çalışmaya dahil edildi. Diabet yılına göre gruplandırılan vakalardan l.grup; 0-5 yıldır diabeti olan 19 hastadan(9K, 10E), 2.grup 6-10 yıldır diabeti olan 20 hastadan(12K. 8E), 3. grup 11 yıldan fazla diabeti olan 16 hastadan(9K, 7E), kontrol grubu ise 25(1 7K, 8E) sağlıklı kişiden oluşturuldu. Bütün gruplarda AKŞ, Na-K ATPaz aktivitesi, EL- la, BL-2R ve IL-8 tayini yapıldı. Açlık kan şekeri, Na+-K+ ATPaz aktivitesi ortalama ± standart seviyeleri ve IL-1, IL-2R, IL-8 düzeylerinin ortanca(min-max) değerleri 0-5 yıldır hasta olanlarda sırasıyla 189±64,lmg/dl, 3,9±0,3 umol Pi/mg prt/10 dk, 12,3(3,3-85,4)pg/ml, 627(310-807) U/ml, 26,6(4,6-185,8) pg/ml, 6-10 yıldır hasta olanlarda 202,7±61mg/dl, 3,6±0,3 umol Pi/mg prt/10 dk, 10,6(4,5-294,7) pg/ml, 581(311-861) U/ml, 28,3(13,9-327,7) pg/ml, 11 ve daha fazla yıldır hasta olanlarda 220,l±81,5mg/dl, 3,7±0,3 umol Pi/mg prt/10 dk, 13,4(6,7-95,8) pg/ml, 759(242-1286)U/ml, 42,6(16,2-175,7) pg/ml, kontrol grubunda 93,7±15,5 mg/dl, 4,2±0,1 umol Pi/mg prt/10 dk, 24,4(3,3-110,4) pg/ml, 536(365-832) U/ml, 31,2(18,5- 1645,5) pg/ml ölçüldü. Diabetli hastalarda glukoz seviyesi yüksek, Na+-K+ ATPaz aktivitesi ve IL-1 seviyesi düşük bulundu. Glukoz ile IL-8 arasında ve EL-2R ile hastalık süresi arasında anlamlı pozitif bir korelasyon izlendi. EL-1 seviyesi 2. grupta 1. gruba göre yüksek, IL-2R seviyesi 3. grupta kontrol grubuna göre yüksek bulundu. EL-8 açısından gruplar arasında anlamlı fark bulunamadı. İnsülin kullanan hastalarda Na+-K+ ATPaz aktivitesi ile IL-1 arasında negatif korelasyon tesbit edilirken diğer sitokinler arasında korelasyon yoktu. Na+-K+ ATPaz aktivitesi düşüklüğü; eritrosit zan lipid içeriğinin değişmesine ve zar yapısının bozulmasına, IL-1 seviyesinin düşüklüğü; anormal lipid metabolizması ve kan şekeri regülasyon bozukluğuna bağlı yetersiz hücresel beslenmeye, 3. grupta IL-2R seviyesinin yüksekliği; diabetin ilerlemesine bağlı non enzimatik glikozilasyon ürünlerinin makrofajlardan sitokin salınımını stimüle etmesine ve okside LDL'nin artmasına bağlı olabileceği sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Kronik böbrek ve renal transplant hastalarında decoy reseptör 3´ ün inflamasyon ve aterosklerozdaki rolü
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2016) Uysal, Saliha; Toker, Aysun
    Kronik Böbrek Hastalığında, kronik inflamasyon ve aterosklerozla ilişkili olarak kardiyovasküler hastalık riski artmaktadır. Hemodiyaliz ve periton diyaliz alan hastalara göre belirgin bir düzelme görülse de renal transplantasyon sonrası inflamatuvar süreç devam etmektedir. TNF reseptör ailesinin bir üyesi olan Decoy reseptör 3 (DcR3), inflamasyon ve ateroskleroz ile ilişkili bulunmuştur. Bu çalışmadaki amacımız, kronik böbrek ve renal transplant hastalarında; DcR3 seviyeleri ile inflamasyon ve ateroskleroz arasındaki ilişkiyi göstermektir. Bu amaçla, serum DcR3, hücreler arası adezyon molekülü-1 (intercellular adhesion molecule-1 (ICAM-1)), vasküler hücre adezyon molekülü-1 (vascular cell adhesion molecule-1 [VCAM-1]), interlökin-8 (interleukin-8 [IL-8]) seviyelerinin ölçülmesi, endotelyal disfonksiyonun karotid intima-media kalınlığı (KİMK) ve karotid arter plak varlığı ile değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 50 renal transplantasyon yapılan (Grup 1), 40 hemodiyaliz (HD) alan (Grup 2), 30 pre-diyaliz KBY (Grup 3) ve 30 sağlıklı kontrol (Grup 4) olmak üzere toplam 150 birey dahil edildi. Serum DcR3, VCAM-1, ICAM-1 ve IL-8 seviyeleri ELISA yöntemiyle çalışıldı. KİMK ve karotid arter plak varlığı non-invaziv olarak ultrason probuyla gerçekleştirildi. Bulgular: Serumda çalışılan tüm parametreler ve KİMK, HD ve pre-diyaliz KBY gruplarında renal transplantasyon ve kontrol gruplarına kıyasla yüksek bulundu. Renal transplantasyon grubunun sonuçları ise kontrol grubundan yüksekti. HD ve pre-diyaliz KBY grupları arasında fark bulunmadı. Hasta gruplarının plak varlıkları arasında fark yoktu. Kontrol grubunda plağa rastlanmadı. Pre-diyaliz KBY grubu kendi içinde değerlendirildiğinde KİMK dışında hiçbir parametrede evreler arasında fark saptanmadı. En yüksek KİMK değerlerinin evre 3'te olduğu görüldü. Sonuç: Renal transplantasyon, inflamatuvar süreçte belirgin bir düzelme sağlasa da inflamasyon sürecini tamamen geri döndürememektedir. Pre-diyaliz KBY ve HD grubunda üremik ortamla ilişkilendirilebilecek inflamatuvar sürecin ateroskleroza zemin hazırladığı söylenebilir. Pre-diyaliz KBY ve HD gruplarında artmış KİMK ve yüzde plak varlıkları bu durumu desteklemektedir. Anahtar kelimeler: DcR3, inflamasyon, ateroskleroz, KİMK, renal transplantasyon
  • Öğe
    Diyabetik hastalarda maskeli hipertansiyonun gelişiminde asimetrik dimetil argininin rolü
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2010) Taner, Alpaslan; Ünlü, Ali
    Hipertansiyon ve diyabet, toplumda sık karşılaşılan mortalite ve morbiditelerinin sıklığı ve komplikasyonlarına bağlı ciddi ekonomik ve toplumsal etkileri olan önemli bir hastalıktır. Asimetrik dimetilarjinin (ADMA), metillenmiş bir arjinin analoğu olup; NO sentezinin anahtar enzimi olan NO sentazın (NOS) endojen yarışmalı bir inhibitörüdür. Diyabet ve hipertansiyonda kan serum seviyeleri artmıştır. Çalışmamızda, henüz aşikar olarak hipertansiyon gelişmemiş diyabetik hastaların 24 saatlik kan basıncı takiplerini yaptık ve bu hastaların kan basıncı değerleriyle maskeli hipertansiyona sahip kişileri belirledik. Maskeli hipertansiyona sahip hastalarla normotansif hastaların serum ADMA, Arjinin seviyelerini ölçmeyi ve kan basıncı değerleriyle ilişkisini araştırmayı amaçladık.Diyabetik ve normotansif 112 hastaya 24 saatlik ambulatuar kan basıncı takibi uyguladık. Bu ölçümler yardımıyla hastalardan maskeli hipertansif olanlarla, normotansif olanları ayırarak bu kişilerin serum ADMA, Arjinin seviyelerini HPLC tekniği kullanarak ölçtük.24 saatlik kan basıncı ölçümünde %25 oranında diyabetik hastada maskeli hipertansiyona rastladık. Maskeli hipertansif grupta ADMA ve Arjinin/ADMA oranları normotansif olanlardan anlamlı olarak yüksek bulunurken (p:0.000); Arjinin düzeyleri açısından böyle bir fark bulunmadı. Yüksek ADMA seviyeleriyle kan basıncı parametreleri arasında anlamlı pozitif korelasyonlar gözlendi. Artmış ADMA düzeyleri artmış kan basıncı değerleri ile birlikte gözlendi. Açlık kan glikozuyla ADMA yüksekliği arasında da pozitif ama zayıf bir korrelasyon görüldü.Diyabetik maskeli hipertansif hastaların serum ADMA seviyeleri artan kan basıncı ile ilişkilidir. Normotansif hastaların ambulatuar kan basıncı takibi ve serum ADMA seviyeleri ölçümleri maskeli hipertansiyon ve aşikar hipertansiyon gelişimi için anlamlı bilgiler vermektedir. ADMA düzeylerinin monitorizasyonu hipertansiyonun muhtemel komplikasyonlarını önlemede önemli bir paramatre olabilir.Anahtar Kelimeler: Diabetes Mellitus, ADMA, Arjinin, arjinin/ADMA oranı
  • Öğe
    Anjiografi ile teşhis edilen koroner arter hastalarında eritrosit zarı lipid peroksidasyonu ve antioksidan savunma sistemlerinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1995) Sağlam, Nesrin Irmak; Çağlayan, Osman
    Bu çalışma, koroner anjiografi ile koroner arter hastası veya sağlıklı olarak ayırd edilen toplam 77 vaka üzerinde gerçekleştirildi. Anjiografide damar tıkanıklık derecesi %50 ve üzeri olanlar hasta, bu değerden küçük olanlar ise sağlıklı olarak kabul edildi. Koroner arter hastaları 41-77 yaşları arasında 42 kişi (31 erkek, 11 kadın), kontrol vakaları ise 40-69 yaşları arasında 35 kişi (21 erkek, 14 kadın) idi. Vakalarda, eritrosit zarı lipid peroksidasyonu, eritrosit SOD, GSH-PX enzim aktiviteleri ile serum E vitamini, C vitamini, TK, HDL ve LDL seviyeleri araştırıldı. Ayrıca HDL / TK ve LDL / HDL oranları hesaplandı. Kontrol grubunda lipid peroksidasyonu (TBARS) 1,719±0,709 nM / 10io eritrosit, GSH-PX 69,29±14,74 U / gHb, SOD 0,871±0,232 U / mgHb, E vitamini 463,44±1 97,83 u,g / di ve C vitamini 1,187±0,531 mg / di, KAH grubunda lipid peroksidasyonu (TBARS) 2,471±1.023 nM / 10io eritrosit, GSH-PX 49,57±21,52 U / gHb, SOD 0,732± 0,152 U / mgHb, E vitamini 343, 28±145,79 u,g /di ve C vitamini 0.876±0,468 mg / di olarak bulundu. Bu bulgulara göre hasta grubuna ait eritrosit zarı lipid peroksidasyonu kontrol grubuna göre, istatistik! açıdan önemli oranda yüksek (p<0.005), GSH-PX, SOD aktiviteleri ile serum E ve C vitamini düzeyleri anlamlı derecede düşük bulundu (p<0.001, p<0.005, p<0.005, p<0.01). HDL / TK oranı hasta grubunda anlamlı olarak düşük, LDL / HDL oranı da anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.01, p<0.05). Çalışılan parametrelerden; kontrol grubunda SOD ile HDL (r=0.39, p<0.05) KAH grubunda ise GSH-PX ile SOD, E vitamini, TK ve LDL / HDL ve lipid peroksidasyonu ile TK arasında anlamlı pozitif korelasyon bulunurken ( sırasıyla r=0.44 p<0.02, r=0.55 p<0.002, r=0.37 p<0.05, r=0.35 p<0.05, r=0.16 p<0.05), yine KAH grubunda GSH-PX ile LDL arasında negatif korelasyon bulundu69 (r=-0.45 p<0.02). Bu korelasyonlar, antioksidan maddelerin diğer risk faktörleriyle ilişkili olduğunu göstermektedir. Ayrıca koroner arter hastalığında eritrositlerin serbest radikallerden önemli oranda etkilendikleri anlaşılmaktadır. Sonuç olarak, KAH grubunda görülen eritrosit lipid peroksidasyonundaki artışın ve antioksidan savunma sistemlerindeki yetersizliğin hastalığın sebebi mi yoksa sonucu mu olduğunun ve bu oksidasyonla antioksidan sistemlerdeki yetersizliği engelleyici metodların araştırılmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz.
  • Öğe
    Sıçanlarda kronik egzersiz sonrası leptin, ghrelin, resistin düzeyleri ve bu düzeylere fluvastatin ve kafeik asit fenetil ester in (cape) etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) Özcan, Ayşe; Büyükbaş, Sadık
    Sıçanlarda kronik egzersiz sonrası leptin, ghrelin, resistin gibi adipokin düzeylerine ve lipit parametrelerine, fluvastatin ve kafeik asit fenetil esterin (CAPE) etkilerinin araştırılması planlandıGereç ve Yöntem: Çalışma, 80 adet Sprague-Dawley erkek rat üzerinde 6 hafta süresinde gerçekleştirildi. Gruplar; grup 1(sedanter+serum fizyolojik), grup 2 (egzersiz+ serum fizyolojik), grup 3 (sedanter+ etanol), grup 4 (egzersiz+ etanol), grup 5 (sedanter+ CAPE), grup 6 (egzersiz+ CAPE), grup 7 (sedanter+ fluvastatin) ve grup 8 (egzersiz+ fluvastatin) şeklinde düzenlendi. Ratlardan alınan serum örneklerinde leptin, ghrelin ve resistin düzeyleri ELISA tekniği ile ve lipid konsantrasyonları (TG, TK, HDL-K) kolorimetrik yöntemlerle ölçüldüBulgular: Leptin düzeyinin, fluvastatin+egzersiz grubunda (p<0.05), ghrelin düzeyinin ise fluvastatin ve CAPE verilen gruplarda anlamlı olarak düşük (p<0.05, p<0.01) olduğu saptandı. Trigliserit düzeyleri ise sedanter+CAPE grubunda egzersiz ve egzersiz+CAPE verilen gruplara kıyasla anlamlı olarak yüksek bulunduSonuç: Bu bulgularımıza dayanarak; a) egzersizin tek başına kilo kaybı üzerine yeteri kadar etkili olamayacağı, b) aynı zamanda çalıştığımız parametrelerin de (leptin, ghrelin, resistin, TG, TK, HDL-K ve LDL-K) sadece egzersizden etkilenmediği sonuçlarına vardık. Sonuç olarak egzersizin diyet kısıtlaması ile birlikte uygulanmasının kilo kontrolünde daha etkili olabileceği söylenebilir.
  • Öğe
    Diyet yağlarının beyinde lipid peroksidasyonu, AOA, NO ve lipidler üzerine olan etkilerinin araştırılması
    (Investigation of effect of diet oils on lipid peroxidation, AOA, NO and lipids levels in the brain, 2005) Kurban, Sevil; Mehmetoğlu, İdris
    alışmamızda toplum tarafından en çok tüketilen yağlar olan ayçiçek yağı, zeytin yağı, margarin, soya yağı ve tereyağının beyinde kolesterol, trigiiserid (TG), fosfolipid, lipid pe-oksidasyonu, antioksidan aktivite (AOA) ve nitrik oksit (NO) düzeyleri üzerine olan etkilerini araştırmayı amaçladık. Bunun için, 72 adet dişi rat alındı ve her birinde 12 adet olmak üzere 6 gruba ayrıldı. Kontrol grubu standart laboratuar yemi ile, diğer gruplar % 15 oranında yukarıda belirtilen yağları içeren yem ile 8 hafta süre ile beslendi. Bu süre sonunda fareler dekapite edilerek beyin örnekleri alındı. Beyin dokusu homojenize edilerek kolesterol, TG, fosfolipid, malondialdehid (MDA), AOA ve NO düzeyleri ölçüldü ve aşağıdaki bulgular elde edildi: 1- Grupların beyin MDA ve NO değerleri arasında istatistik! açıdan önemli bir fark bulunamadı. 2- Gruplara ait en yüksek AOA değeri zeytinyağı grubunda en düşük değer soya yağı grubunda bulundu. Bu parametreye göre yağlar büyükten küçüğe doğru zeytin yağı > tereyağı > kontrol > margarin > ayçiçek yağı > soya yağı şeklinde sıralanmaktadır. Gruplara ait AOA değerleri karşılaştırıldığında zeytin yağı grubunun değerleri kontrol (p<0.05), margarin (p<0.001), ayçiçek yağı (p<0.00i) ve soya yağı (p<0.001) grubunun değerlerinden, tereyağı grubunun değeri ayçiçek yağı (p<0.01) ve soya yağı (p<0.001) grabunun değerlerinden ve kontrol grubunun değerleri ayçiçek yağı (p<0.05) ve soya yağı (p<0.01) grubunun değerlerinden önemli derecede yüksek bulundu. 3- Grupların beyin kolesterol değerleri büyükten küçüğe doğru zeytin yağı > ayçiçek yağı > soya yağı > margarin > tereyağı > kontrol şeklinde sıralanmaktadır. Bu gruplardan, zeytin yağı grubunun değerleri diğer gruplardan (p< 0.001), ayçiçek yağı grubunun değerleri soya yağı, margarin, tere yağı ve kontrol (soya yağı-p<0.05, diğerieri-p<0.001) grubunun değerlerinden ve soya yağı grabunun değerleri margarin (p<0.005), tereyağı (p<0.005) ve kontrol grabunun değerlerinden (p<0.001) önemli derecede yüksek bulundu. 4- Grupların beyin TG değerleri büyükten küçüğe doğru zeytin yağı > soya yağı > ayçiçek yağı > tereyağı > kontrol > margarin şeklinde sıralanmaktadır. Grupların TG değerleri karşılaştırıldığında, zeytin yağı grabunun değerleri kontrol, margarin, ayçiçek yağı ve tereyağı gruplarının değerlerinden (p<0.001), soya yağı grabunun değerleri kontrol ve margarin gruplarının değerlerinden (p<0.001) ve ayçiçek yağı grabunun değerleri margarin grubundan (p<0.05) önemli derecede yüksek bulundu. 625- Grupların beyin fosfolipid değerleri büyükten küçüğe doğru zeytin yağı > soya yağı > kontrol > margarin > ayçiçek yağı > tereyağı şeklinde sıralanmaktadır. Bu grupların fosfolipid değerleri karşılaştırıldığında zeytin yağı ve soya yağı gruplarının değerleri kontrol, margarin, ayçiçek yağı ve tereyağı gruplarının değerlerinden önemli derecede yüksek bulunurken ilk iki grubun fosfolipid değerleri arasındaki fark önemli değildir. Gruplarımıza ait beyin lipid düzeyindeki değişiklikleri ve bu değişikliklerin organizma açısından etkilerini izah edemedik. Dolayısı ile, bu önemli bulgunun daha ileri araştırmalarla değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Sonuç olarak, yağlar antioksidan özellikleri açısından değerlendirildiğinde sağlık açısından en faydalı yağın zeytinyağı olduğu ve bunu sırası ile tereyağı, margarin, ayçiçek yağı ve soya yağının takip ettiği söylenebilir.
  • Öğe
    Anjiografi ile teşhis edilen koroner arter hastalarında serum lipid, lipoprotein ve apolipoprotein seviyelerinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1994) Koçyiğit, Abdurrahim; Akkuş, İdris
    INVESTIGATION OF SERUM LEVELS OF LIPIDS, LIPOPROTEINS AND APOLIPOPROTEINS IN ANGIOGRAPHICALLY ASSESSED CORONARY ARTERY DISEASE In the present study serum total cholesterol (TC), trigliseride (TG), phospholipids (PL), low densty lipoprotein- cholesterol (LDL-C), high densty lipoprotein-cholesterol ( HDL-C), HDL2-C, HDL3-C, total free cholesterol (T-FC), HDL-free cholesterol (HDL-FC), HDL3-FC, apolipoprotein A-l (Apo A-l), apolipoprotein B (Apo B) and lipoprotein (a) (Lp (a)) levels of totally 108 subjects were determined as control or patients with coronary artery disease according to angiography. Of the subjects 47 were women between 45-72 years of age and 61 were men between 31-73 years of age. Subjects were grouped as follows: female patients group, male patient group, all patients with coronary artery disease (CAD), single, double and triple vessel disease groups. In the female group Lp(a), Apo B, T-FC levels and Apo B/ Apo A-l ratio of the patients were significantly higher than those of controls while HDL2-K level and HDL2-C/HDL3-C and HDL2-C/HDL-C ratios were decreased. There was no significant difference between TG, Apo A-l, PL, HDL-C, LDL-C, and HDL3-FC levels and HDL-C/TC ratio of both groups. In the male group Lp(a), and TC levels and Apo B/Apo A-l and LDL-C/HDL- C ratios were significantly higher than those of controls. HDL2-C, HDL-C and Apo A-l levels and HDL2-C/HDL-C, HDL2-C/HDL3-C and HDL-C/TC ratios were lower. There was no signifiant difference between Apo B, TG, PL, LDL-C, HDb-C, T-FC, HDL-FC and HDL3-FC levels of both groups. Lp(a) and TC levels and LDL-C/HDL-C ratio of single dauble and triple vessel groups were significantly higher compared to those of controls. HDL2-C68 level and HDL2-C/HDL-C and HDL2-C/ HDb-C ratios were lower. Apo A-l and HOL-C levels of triple vessel group were significantly lower those that of controls. Apo B and LOL-C were significantly increased and HDL-C/TC decreased in double and triple vessel groups. There was no significant difference between the other parameters of vessel groups and controls. Regardles to their sexes, Lp(a) LDL-C, Apo B and TC levels and LDL- C/HDL-C ratio of all patients with CAD were significantly higher than those of controls and HDL2-C/HDL3-C, HDL2-C/HDL-C and HDL-C/TC ratios were lower. There was no significant difference between the other parameters of both groups. No correlation was found between Lp(a) and the other parameters levels of both controls and patients. There was a negative correlation between TG and HDL-C levels of patients. From these findings, Lp(a) was concluded to be an independent risk factor and TG was significant together with low levels of HDL-C On the other hand, a negative correlation was found between body mass index ( BMI) and Apo A-l levels in both controls and patients. Also, in the patient group TC, HDL-C levels were positively and BMI was negatively correleted with age.
  • Öğe
    Elektromanyetik alan uygulanan ratlarda beyin dokusunda MDA ve Na+ - K+ ATPaz enzim aktivitesi üzerine bir araştırma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2003) Köylü, Öznur; Gürbilek, Mehmet
    Elektromanyetik Alan Uygulanan Radarda Beyin Dokusunda MDA ve Na+-K?" ATPaz Enzim Aktivitesi ile Plazma MDA ve Eritrosit Na+-K^ ATPaz Aktivitesi Üzerine Bir Araştırma: Elektrik ve manyetik alanların ve elektromanyetik dalgaların hangi niteliklerinin (frekans, şiddet, güç vb.) biyolojik sistemler üzerine etkili olabileceği ve sağlık üzerindeki etkilerinin hangi parametrelerle orantılı olduğu ve bunların eşik değerlerinin ne olması gerektiği tartışma konusudur. Ancak genel olarak, ne kadar uzun süre maruz kalınırsa zararın da o kadar büyük olabileceği düşünülebilir. Bu çalışmanın amacı; çok düşük frekanslı (ELF) ve farklı şiddetteki manyetik alanların, ratların beyin dokusunda Na^K^ATP'az enzim aktivitesi ve MDA düzeyleri ile eritrosit membranı Na+-K+ATP'az aktivitesi ve plazma MDA'sı üzerine etkisini araştırmaktır. Mutajenik, genotoksik ve karsinojenik bir bileşik olan MDA, lipid peroksidasyonunun son ürünüdür. Na+-K+ ATP'az ise bir elektrojenik, antiport taşıma sistemine örnektir. Her seferinde üç(+) yük hücreyi terk eder, iki(+) yük içeri girer.Enzim ATP'nin hidrolizi ile Na'u hücre dışma verirken K'u hücre içine alır.Na'un hücre dışma atılması hücrede osmotik dengenin sağlanması için şarttır. Aksi halde hücre şişmesi olayı meydana gelir ve hücre patlar. Çalışmamızda, kontrol grubu haricindeki ratlar üzerinde 10, 20, 30, 40, 60, 80 ve lOOmG'luk manyetik alan şiddetleri oluşturuldu. Kontrol grubunun(0)ve 10-20-30-40-60-80 ve 100 Gauss şiddetinde manyetik alan uygulanan ratların Beyin MDA, Beyin Na+- K+ATP'az, Plazma MDA ve Eritrosit Na^K+ATPaz ölçümleri yapıldı. Beyin MDA ölçümleri sonucunda; ratlara uygulanan manyetik alan şiddeti arttıkça beyin MDA değerlerinde artış saptandı. Sonuçlar istatistiki olarak anlamlı bulundu.(p<0.01). Beyin Na+-K+ ATP'az ölçümleri sonunda; ratlara uygulanan manyetik alan şiddeti arttıkça beyin Na+-K+ ATP'az değerlerinde artma saptandı. Sonuçlar istatistiki olarak anlamlı bulundu.(p<0.01). Plazma MDA ölçümlerinde; ratlara uygulanan manyetik alan şiddeti arttıkça plazma MDA değerlerinde artış saptandı. Sonuçlar istatistiki olarak anlamlı bulundu.(p<0.01) Eritrosit Na+-K+ ATP'az ölçümlerinde; ratlara uygulanan manyetik alan şiddeti arttıkça eritrosit Na+-K+ ATP'az değerlerinde farklılık gözlendi. (p<0.05). Sonuç olarak EM alanların organizma üzerine olan olumsuz etkileri artık net olarak bilinmektedir.Biz de bu çalışmamızda, bu olumsuz etkileri laboratuar ortamında ölçülebilir değerlerle somut olarak ortaya koymuş olduk
  • Öğe
    Hemorajik şok iskemi-reperfüzyonunda karaciğer oksidan ve antioksidan sistemlerinin durumu
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2005) Kocabaş, Volkan; Büyükbaş, Sadık
    Karaciğer iskemi-reperfuzyon hasan hepatik transplantasyonda hepatik kan akımı oklüzyonu uygulaması, laparoskopik cerrahide pnömoperitonyum uygulamaları ve hemorajik durumlarda volüm replasmam uygulaması gibi durumlarda oluşabilir. Biz bu çalışmamızda hemorajik şok iskemi reperfüzyonunun 1, 3 ve 24. saatlerinde karaciğer oksidan ve antioksidan durumunu tespit etmeyi amaçladık. Deneysel çalışmamızda Spraque-Dawley, dişi, ortalama ağırlıkları 250-300 gr olan 24 adet rat kullanıldı. Her bir grupta altışar rat olmak üzere kontrol ve 30 dk iskemi ardından 1 saatlik, 3 saatlik ve 24 saatlik reperfüzyon grupları oluşturuldu. Kontrol grubu sadece anestezi alırken iskemi-reperfuzyon gruplarında femoral venden kan alınıp oluşturulan hemorajik şokun ardından 30 dakika sonra kanlar geri verilerek deneklere grup sırası ile reperfüzyon sonrası 1, 3 ve 24 saatte ötenazi uygulandı ve karaciğer doku örnekleri alındı. Karaciğer doku homojenatlarında MDA, XO, SOD, AOA ve protein analizleri çalışıldı. Analiz sonuçlan ile ilgili istatistik analiz ve hesaplamalar, SPSS 10.0 for Windows programında One- Way ANOVA çoklu karşılaştırma ile gerçekleştirildi. Çalışmamız için p< 0.05 anlamlı kabul edildi. Bizim bulgularımız kontrol, 1. saat, 3. saat ve 24. saatler için sırası ile MDA için 23,14 ± 6,75, 36,61 ± 3,78, 42,73 ± 4,01, 51,81 ± 2,88 ; XO için 2,44 ±0,38, 3,58±0,55, 3,35±0,28, 3,09 ± 0,26 iken SOD için 0,34±0,06, 0,23±0,03, 0,19±0,03, 0,15±0,03; AOA için 1,22±0,06, 0,76±0,23, 0,73±0,20, 0,83±0,24 olarak belirlendi. Bulgulara göre tüm iskemi-reperfuzyon gruplan kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı olarak artmış (p< 0.05) MDA ve XO düzeyleri gösterirken; SOD ve AOA düzeylerinde ise anlamlı azalma (p< 0.05) bulundu. Sonuç olarak; çalışmamızda bulduğumuz MDA ve XO artışı ile SOD ve AOA azalmasının nedeni; hemorajik şok ve volüm replasmanı ile oluşan iskemi-reperfüzyondur. Bu değişimde reperfüzyon dönemi iskemi döneminden daha etkin olup özellikle reperfuzyonun ilk birinci saati en etkili zaman periyodudur. Bu nedenle hemorajik durumlar sonrasında ilk tedavi yaklaşımı olan volüm replasmanının yanısıra bu oksidatif hasan önleyebilecek şekilde ilk 1 saat içinde etkili olabilecek ek tedavi yaklaşımlarının uygulanmasının hastaların progresinde faydalı olacağı sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Deneysel nekrotizan enterokolit modelinde selektif ve nonselektif nitrik oksit sentaz enzm (E.C.1.14.13.39.) inhibitörlerinin intestinal hasara etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2003) Karagözoğlu, Emrah; Gürbilek, Mehmet
    Bu çalışmada NEK modeli üzerinde selektif ve nonselektif İNOS inhibitörlerinin etkisi araştırılmıştır. AG selektif, LNAME ise nonselektif İNOS inhibitörü olarak kullanıldı. Deneysel NEK oluşturmak için yenidoğan ratlar formül mama karışımı ile beslendi. Doğan ratlar 4 gruba ayrıldı. 1. grup kontrol olarak belirlendi, anne ratın yanında bırakılarak anne sütü ile beslenmeleri sağlandı. 2. grup (NEK grubu), hiç anne sütü almadan anne ratın yanından alınarak formül mama karışımı ile beslendi. 3. grup (Aminoguanidine grubu), yine formül mama karışımı ile beslendi, ek olarak 0,1 mi %0,9 NaCI içinde 10 mg/kg/gün Aminoguanidine HCI verildi. 4. grup (LNAME grubu), anne rati yanından alınan yenidoğan ratlara formül mamaya ek olarak 0,1 mi %0,9 NaCI içinde 10mg/kg/gün LNAME verildi. Denekler 4. gün öldürülerek ileoçekal valvin 1 cm proksimalinden yaklaşık 10 cm lik kısım ölçümler için cam tüplere alındı. Değerlendirme kriterleri olarak ağırlık değişimi, sağ kalım oranları, makroskopi, Nitrit+Nitrat değerleri, MPO, IL-6, TNF-a seviyeleri incelendi. Ağırlık değişimi açısından kontrol grubu ile diğerleri arasında anlamlı fark mevcut iken NEK, Aminoguanidine, LNAME grupları arasında fark yoktu. Sağ kalım oranları LNAME grubunda, mortalite fazla, NEK, Aminoguanidine, kontrol grupları arasında fark bulunamadı. Makroskopik incelemede kontrol grubunda tüm barsaklar normaldi, NEK 4, Aminoguanidine grubunda 2, LNAME grubunda 5 ratın barsaklarında mavi-siyah renk değişimi ve nekroz görüldü. NO üretimi (Nitrit+Nitrat seviyesi) NEK grubunda kontrollere göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Aminoguanidine ve LNAME gruplarında ise NO üretiminin azaldığı saptandı. MPO seviyelerinde ise, AG grubu, NEK grubuna göre belirgin düşüktü. IL-6 seviyelerinde ise, AG grubu, NEK ve LNAME grupları ile karşılaştırıldığında belirgin düşüktü. TNF-a seviyeleri de, istatistiksel olarak anlamlı olmasada, AG grubunda, NEK ve LNAME grubuna göre düşüktü. Sonuç olarak Aminoguanidine NEK modelinde İNOS indüksiyonunu azaltarak intestinal hasan azaltmıştır. LNAME, İNOS ve cNOS inhibisyonu ile NO 37üretimini azaltmış, ancak lokal intestinal hasarda bir değişiklik göstermemiş, mortaliteyi ise artırmıştır. Buna göre iNOS indüksiyonu NEK'li barsakta hasan artırırken, cNOS barsaklar için koruyucu ve normal fizyolojiden sorumlu NO üretimini sağlamaktadır.
  • Öğe
    Tip II diyabette oksidatif stresin 8-isoprostan ve Koenzim Q düzeyleri ile değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) Karaoğlan, Hatice; Kıyıcı, Aysel
    Diyabet, mortalite ve morbiditelerinin sıklığı ve komplikasyonlarına bağlı ciddi ekonomik ve toplumsal etkileri olan önemli bir hastalıktır. Çalışmamızda, yeni tanı almış tip II DM hastalarında ve sağlıklı bireylerde plazma 8-isoprostan (8-isoP) ve koenzim Q10 (CoQ10) düzeylerini ve diyabetik hastalara verilen üç aylık hipoglisemik tedavinin bu parametrelere etkisini araştırmayı amaçladık.Materyal ve Metod: Yeni tanı almış 25 erişkin tip II diyabet hastası ve 20 sağlıklı birey çalışmaya dahil edildi. Sağlıklı bireylerde ve tip II diyabetli hastalarda tedavi öncesinde ve üç aylık tedavi sonrasında plazma 8-isoP ve CoQ10 düzeyleri ölçüldü.Bulgular: Diyabetik grupta tedavi öncesinde 8-isop düzeyleri sağlıklı kontrollerden anlamlı olarak yüksek bulunurken (p<0.05); CoQ10 düzeyleri açısından böyle bir fark bulunamadı (p>0.05). Üç aylık hipoglisemik tedavi sonrasında ise plazma 8-isoP düzeylerinin bazal düzeyler ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak azaldığı (p<0.05), kontrol grubu ile benzer düzeylere ulaştığı görüldü (p>0.05). CoQ10' nun diyabetik grupta tedavi sonrası düzeyleri ise hem tedavi öncesine hem de sağlıklı bireylere göre anlamlı olarak düşük bulundu (p>0.05).Sonuç: Diyabetik hastaların çok yoğun bir oksidatif strese maruz kaldıklarını, bunun kan şekeri regülasyonu ve antioksidan savunma mekanizmalarından etkilendiğini; dolayısıyla bu hastalara antioksidan desteği verilmesinin faydalı olacağını söyleyebiliriz.
  • Öğe
    Sağlıklı kişilerde plazma lipid peroksidasyon ürünlerinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1999) Gürel, Ahmet; Büyükbaş, Sadık
    Bu çalışmada sağlıklı insanlarda yaşlanma sürecinde lipit peroksidasyon ürünleri olan MDA ve konjuge dien seviyelerinde meydana gelen değişikliklerle; kolesterol, LDL-K, trıgliserit, BMI, HDL-K ve alt grupları arasındaki ilişki araştırıldı. Bu amaçla 15-83 yaşları arasında 352 sağlıklı kişiden ( 174 E, 178 K ) kan örnekleri alınarak plazmaları ayrıldı. Modifıye edilmiş Draper ve Hadley metodu ile MDA, modifıye edilmiş Buege metodu ile konjuge dien çalışıldı. HDL-K ve alt gruplarının ayrıştırılması Warnick' in çift presipitasyon metodu kullanılarak yapıldı. Plazma trıgliserit ve kolesterol düzeylerinin tespiti için enzima tik-kolorometrik yöntem kullanıldı. LDL-K, HDL2-K ve BMI değerleri hesapla bulundu. Bu parametrelerin erkekler için ortalama değer (ort.) ve standart sapmaları (ss.): MDA: 3.97 ± 0.87 nmol/ml, konjuge dien: 93.02 ± 18.69 nmol/ml, trıgliserit: 1 19.45 ± 39.50 mg/dl, kolesterol: 176.82 ± 36.33 mg/dl, HDL-K: 38.81 ± 5.41 mg/dl, HDL2-K: 15.17 ± 3.13 mg/dl, HDL3-K: 23.69 ± 3.73 mg/dl, LDL-K: 113.30 ± 33.69 mg/dl, BMI: 25.13 ± 4.01 kg/m2 olarak bulundu. Kadınlar için bu değerler sırasıyla; 3.67 ± 0.77, 86.03 ± 16.97, 122.18 ± 46.08, 179.52 ± 32.94, 42.78 ± 7.86, 16.17 ± 4.84, 26.65 ± 6.14, 112.80 ± 30.72, 26.22 ± 5.21 olarak bulundu. Bu bulgularda, her iki cinste lipit peroksidasyon ürünlerinin plazma seviyesinin yaşla bir artış gösterdiği bu artışın erkeklerde kadınlardan anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü. Kolesterol, trıgliserit, LDL-K ve BMI değerlerinin cinsiyetle farklılık göstermezken yaş ve lipit peroksidasyon ürünleriyle pozitif korelasyon gösterdiği bulundu. HDL-K ve alt gruplarının yaş ve lipit peroksidasyon ürünleriyle negatif korelasyon gösterirken plazma değerleri kadınlarda erkeklerden anlamlı derecede yüksek bulundu.
  • Öğe
    Kronik obstrüktif akciğer hastalarında serum asimetrik dimetilarjinin (adma) ve nitrik oksit düzeyleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2006) Erdem, S. Sami; Ünlü, Ali
    KOAH ilerleyici hava yolu obstrüksiyonu ve nötrofilik inflamasyonla karakterize, tümdünyada önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Pulmoner arteryal hipertansiyon (PAH)sağ kalp yetmezliğine neden olarak ölüme neden olabilen şiddetli bir hastalıktır. PAH küçükpulmoner arterlerde endotelyal hücre proliferasyonu, medial hipertrofi ve adventisyalkalınlaşmayla karakterizedir. PAH'ta endotelyal vasküler disfonksiyonun mekanizmasımultifaktöryeldir ve nitrik oksit sistemindeki değişiklikleri de kapsar. NO endotelde NOStarafından arjinin aminoasidinden sentezlenir. ADMA NOS'un endojen inhibitörüdür. Bizçalışmamızda stabil KOAH, akut atak KOAH ve kor pulmonale hastalarında serum ADMA,NO ve arjinin düzeylerini ve kor pulmonale gelişiminde ADMA düzeylerinin rolü olupolmadığını belirlemeyi amaçladık.Çalışmamıza 75 KOAH (n=25 akut atak, n=25 stabil KOAH, n=25 kor pulmonale)hastası dahil edildi. Seçilen hastaların başka herhangi bir hastalığı yoktu. Kontrol grubu 25görünürde sağlıklı kişiden oluşturuldu. ADMA ve arjinin düzeyleri HPLC metoduylafloresans dedektörde ölçüldü. Plasma Nitrit/Nitrat konsantrasyonları kolorimetrik metodlaölçüldü. SPSS 13,0 for Windows programı yardımıyla istatistiksel analizler yapıldı. Verilerortalama ± standart sapma ve yüzde olarak özetlendi. Parametrelerin gruplar arasıkarşılaştırılmasında tek yönlü varyans analizi yapıldı. Varyans analizinin anlamlı çıkmasıhalinde gruplar arası karşılaştırma için Tamhane testinden yararlanıldı. Çalışmamız için p<0.05 anlamlı kabul edildi.KOAH hastalarında ADMA seviyeleri kontrol grubuna kıyasla yüksek olarak bulundu.Arjinin ve NO seviyeleri açısından iki grup arasında farklılık yokken, KOAH grubundaArjinin/ADMA oranları kontrol grubundan önemli ölçüde farklıydı.Stabil ve atak gruplarında ADMA değerleri açısından farklılık gözlenmedi. Korpulmonale grubunda ADMA seviyeleri stabil gruba göre yüksek olarak saptandı. Korpulmonale ve atak gruplarında ADMA değerleri açısından farklılık gözlenmedi. Korpulmonale grubunda kontrol ve atak KOAH gruplarına göre düşük arjinin değerleri tespitedildi. Stabil ve kor pulmonale grupları arasında arjinin değerleri açısından farklılık yoktu.NO değerleri açısından gruplar arasında farklılık tespit edilmedi. Arjinin/ADMA oranlarıatak KOAH ve kor pulmonale grubunda kontrol grubuna göre önemli ölçüde düşüktü. Stabilve atak KOAH grupları arasında Arjinin/ADMA oranları açısından farklılık gözlenmedi.Sonuç olarak; bizim çalışmamız ADMA seviyelerinin KOAH hastalarında arttığınıgöstermiştir. KOAH'ın prognozunu belirlemede ADMA yeni bir belirteç olarak kullanılabilir.51ADMA KOAH hastalarında meydana gelen pulmoner hipertansiyonun patogenezinde önemlibir rol oynayabilir. Bu yüzden pulmoner hipertansiyonun önlenmesi ve tedavisinde ADMAönemli bir hedef olabilir.