Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi

DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.




 

Güncel Gönderiler

Öğe
Hekimlerin algıladıkları iş stresinin yeme davranışlarına etkisinin araştırılması
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Çelik, Ahmet; Küçükceran, Hatice
Amaç: Hekimlerin, sağlık hizmeti sunumunun merkezinde yer almaları nedeniyle iş stresiyle karşılaşma düzeylerinin yüksek olduğu bilinmektedir. Stresin yalnızca mesleki verimlilik ve ruhsal iyilik hali üzerinde değil, aynı zamanda bireysel sağlık davranışları üzerinde de belirleyici bir faktör olduğu göz önünde bulundurulduğunda, hekimlerde iş stresi ve yeme davranışı arasındaki ilişkinin ortaya konulması, hem bireysel sağlık hem de sağlık hizmetlerinin kalitesi açısından önem taşımaktadır. Bu sebeple sunulan çalışmada, hekimlerin algıladıkları iş stresinin yeme davranışları üzerindeki etkilerini incelemek amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı nitelikteki bu çalışmanın evrenini, Türkiye’de farklı kurum ve branşlarda görev yapan hekimler oluşturmuştur. Örneklem büyüklüğü evrendeki birey sayısı bilinmediği için, %5 hata payı, %95 güven aralığı ile en az 385 kişi olarak hesaplandı. Google forms aracılığıyla hazırlanan anket formu sosyal medya aracılığıyla hekim gruplarında paylaşıldı. Yurt dışında çalışan hekimler ve diş hekimleri çalışma dışı bırakıldı. Yaklaşık 3 ayda (01.01.2024-31.03.2024) 530 katılımcıya ulaşıldı. Uygulanan anket formunda, hekimlerin sosyodemografik özellikleri (yaş, cinsiyet, medeni durum, branş, mesleki kıdem yılı, boy, kilo vb.), Genel İş Stresi Ölçeği (GİSÖ), Yetişkin Yeme Davranışı Ölçeği (YYDÖ) yer aldı. GİSÖ ölçeği tek boyuttan oluşmakta ve ölçekten en az 9, en fazla 45 puan alınabilmektedir. Ölçek puanı arttıkça kişinin iş stresinin arttığı varsayılmaktadır. YYDÖ’nün 7 alt boyutu; ‘Açlık Hissi’, ‘Tokluk Hissi’, ‘Duygusal Aşırı Yeme’, ‘Yemek Keyfi’, ‘Duygusal Yetersiz Yeme’, ‘Besin Seçiciliği’, ‘Yavaş Yeme’ şeklindedir. YYDÖ toplam puan üzerinden değerlendirilmemektedir. Her bir alt boyuttan alınan puanın artması alt boyuttaki beslenme davranışına olan yatkınlığı yansıtmaktadır. Veriler SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 20.0 paket programı ile analiz edilmiş, tanımlayıcı istatistiklerin yanı sıra Student-t testi, One-Way ANOVA ve Pearson korelasyon analizi uygulanmıştır. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 38,87±9,55 (min=24 maks=68) yıl olup, %51,3’ü erkek (n=272), %77,5’i (n=411) evlidir. Hekimlerin %42,2’si (n=223) fazla kilolu, %20,5’i (n=109) obez olup, %70,8’i (n=375) düzenli egzersiz yapmıyordu. GİSÖ puan ortalaması 23,47±7,09 olup Cronbach’s alpha değeri 0,925 idi. YYDÖ alt boyutlarının Cronbach’s alpha değerleri ise 0,755 ile 0,934 arasında değişen değerlerde bulundu. Kadınların duygusal aşırı yeme alt boyut puanı (15,44±5,92) erkeklere (13,28±4,93) göre yüksekti (p<0,001). Cinsiyetler arasında GİSÖ puanları arasında ise fark tespit edilmedi (p=0,305). Gelir durumu düşük olanların (25,47±7,37) GİSÖ puanları, geliri yüksek olanlara (22,25±7,18) göre yüksekti ve istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0,003). Psikiyatrik rahatsızlığı olanların (25,74±8,30) GİSÖ puanları psikiyatrik rahatsızlığı olmayanlara göre (23,29±6,97) anlamlı olarak yüksekti (p=0,038). Sigara kullananların GİSÖ puanı (25,34±7,37) hiç içmeyenlere (22,70±6,92) göre yüksekti (p=0,003). Egzersiz yapmayanların GİSÖ puanı (24,16±7,26) egzersiz yapanlardan (21,80±6,38) anlamlı olarak yüksekti (p<0,001). İş yükünü ağır olarak değerlendiren hekimlerin GİSÖ puan ortalaması (24,58±6,67), iş yükünü orta olarak değerlendirenlere göre (20,82±5,77) göre yüksekti (p<0,001). Yataklı serviste nöbet tutan hekimlerin GİSÖ toplam puanı (25,82±6,98) nöbet tutmayan hekimlerin GİSÖ toplam puanından (22,58±7,09) anlamlı olarak yüksekti (p<0,001). Kilo vermek isteyenlerin YYDÖ duygusal aşırı yeme (15,39±5,55) puanları, kilosundan memnun (11,70±4,58) olanlara göre anlamlı düzeyde yüksekti (p<0,001). GİSÖ toplam puanı ile açlık alt boyutu (r=0,187) ve duygusal aşırı yeme alt boyutu (r=0,181) arasında pozitif yönde zayıf düzeyde korelasyon olduğu tespit edildi (p<0,001). Sonuç: Sunulan çalışmada hekimlerde artan iş stresinin özellikle açlık hissine sebep olduğu ve duygusal aşırı yemeyi artırdığı bulundu. Ayrıca hekimlerin genel iş stresinin gelir durumu, psikiyatrik bir hastalık varlığı, sigara içme, egzersiz yapma, iş yükü ve nöbet tutma durumlarından etkilendiği tespit edildi. Özellikle hastaları için kilo verme, sağlıklı yaşam biçimi önerme ve bu konularda danışmanlık verme gibi mesleki sorumluluklara sahip hekimlerin kendileri söz konusu olduğunda yaklaşık her üç hekimden ikisinin fazla kilolu ve obez olması, her dört hekimden üçünün de kilo vermeyi istiyor olması dikkat çekicidir. Bulgular, hekimlerin sağlıklı yaşam davranışlarını sürdürebilmeleri için stres yönetimi, sağlıklı beslenme ve düzenli fiziksel aktivitenin desteklenmesi gerektiğini göstermektedir. İş yükünün dengelenmesi ve psikososyal destek mekanizmalarının geliştirilmesi, hekimlerin hem mesleki performansını hem de yaşam kalitesini artırmaya yönelik önemli bir gereklilik olarak öne çıkmaktadır.
Öğe
Annelerin dijital ebeveynlik farkındalığı ile çocuklarının problemli medya kullanımı arasındaki ilişkinin belirlenmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Doğan, Betül; Demirbaş, Nur
Giriş ve Amaç: Medya araçlarının, özellikle telefon ve tabletlerin kolay erişilebilir olmasıyla birlikte çocukların bu araçları kullanımı giderek artmaktadır. "Dijital ebeveynlik", ebeveynlerin dijital teknolojilerin faydalarının yanı sıra risklerinin de farkında olması, kontrollü kullanımını sağlaması ve olumlu bir rol model olması olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada 5-12 yaş grubunda çocuğu olan annelerin, dijital ebeveynlik konusundaki farkındalıklarının, çocuklarının problemli medya kullanımı üzerine etkisinin belirlenmesi amaçlandı. Yöntem: Tanımlayıcı tipte bir çalışma olarak planlanan araştırmanın evrenini Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği'ne 15.04.2023-31.12.2023 tarihleri arasında başvuran ve 5-12 yaş arası çocuğu olan anneler oluşturdu. Veriler; sosyodemografik bilgi formu, Dijital Ebevenlik Farkındalık Ölçeği (DEFÖ) ve Problemli Medya Kullanım Ölçeği-Kısa Formundan (PMKÖ-KF) oluşan bir anket aracılığı ile toplandı. Anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 380 annenin yaş ortalaması 36,31±5,51 (22-53) yıl, %95,3’ü (n=362) evli, %40,0’ı (n=152) ilköğretim mezunu ve %73,7’si (n=280) çalışmıyordu. Çocuklarının %54,7’si (n=208) kız ve yaş ortalaması 8,43±2,11 yıldı. Çocukların en çok kullandığı görsel medya araçları sırasıyla; telefon %55,3 (n=210), televizyon %48,7 (n=185) ve tablet %28,4 (n=108) idi. Çocukların bu görsel medya araçlarını en sık kullanma sebepleri sırasıyla; çizgi film, dizi veya film izlemek %65,3 (n=248), oyun oynamak %60,0 (n=228) ve ödevleri için araştırma yapmak %46,6 (n=177) idi. DEFÖ olumsuz model olma alt boyut puan ortalaması 7,62±2,77; dijital ihmal için 8,73± 2,97, verimli kullanım için 15,99±3,37 ve risklerden koruma için 14,84±3,98 bulundu. PMKÖ puanı ise 1,98±0,83 olarak bulundu. DEFÖ'nün alt boyut puanları ile çocukların cinsiyetleri arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Üniversite mezunu annelerin olumsuz model olma puanı (8,16±2,73) lise mezunu olanlardan (7,29±2,82) yüksekti (p=0,046). Toplam PMKÖ puan ortalaması 1,98±0,83 iken erkek çocuklarında (2,12±0,84) kız çocuklarına (1,88±0,81) göre problemli medya kullanımı daha fazla bulundu (p=0,005). “Çocuğumun görsel medya kullanımını kontrol edemiyorum” diyen annelerin PMKÖ puanı (2,96±1,11), “kontrol edebiliyorum” diyenlerin puanından (1,60±0,57) yüksek bulundu (p<0,001). DEFÖ’nün alt boyutlarından dijital ihmal ve olumsuz model olma puanları arttıkça PMK puanları artmaktaydı (r=0,481, p=0,003), (r=0,321, p=0,001). Risklerden koruma ve verimli kullanım puanları arttıkça PMK puanları azalmaktaydı (r=-0,151, p=0,003), (r=-0,172, p=0,001). Sonuç: Annelerde dijital ebeveynlik farkındalığı genel olarak yüksek iken çocuklarda PMK düzeyi düşük bulundu. Olumsuz model olma ve dijital ihmal davranışları arttıkça PMK artmakta, risklerden koruma ve verimli kullanım davranışları arttıkça PMK azalmakta idi. Dijital ebeveynlik farkındalığının çocukların problemli medya kullanımları ile ilişkili olduğu sonucuna ulaşıldı. Ebeveynlerin dijital medya ve uygulamalarla ilgili bilgi sahibi olmaları, çocuklarına rehberlik etmelerinde faydalı olabilir. Ebeveynler dijital teknoloji ve uygulamalarının kullanımında çocuklarına iyi birer rol model olmaya özen göstermelidirler
Öğe
Aile hekimlerinin tıbbi kılavuz kullanma durumları ve kanıta dayalı tıp konusundaki tutumları: Kesitsel bir çalışma
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Denizler, Elif Burcu; Demirbaş, Nur
Amaç: Aile hekimliği, biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerin iç içe geçtiği; çoğu zaman belirgin şekilde ayrıştırılamayan sağlık problemlerinin ön planda olduğu, karmaşık ve çok boyutlu bir yapıya sahiptir. Bu özellikleri nedeniyle, aile hekimlerinin güncel, güvenilir ve bütüncül bilgiye dayalı kararlar alması kritik öneme sahiptir. Bu çalışmada aile hekimlerinin kanıta dayalı tıp konusundaki farkındalıklarının değerlendirilmesi, tıbbi kılavuzlara ihtiyaç durumu, yeni tedavi ve uygulamalara yönelik tutumlarının ortaya konması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel nitelikteki bu çalışmada Konya ilinde aile sağlığı merkezinde çalışan aile hekimlerine oluşturulan anket formu Google Forms ile online ve araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulandı. Anket formunda; sosyodemografik bilgiler ve Kanıta Dayalı Uygulamalar Tutum Ölçeği (KDUTÖ) yer almaktaydı. Veriler SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 20.0 programı kullanılarak analiz edildi. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Araştırmaya 254 aile hekimi katılmış olup, katılımcıların yaş ortalaması 44,2±8,9 yıl, mesleki deneyim süresi ortalama 18,8±9,2 yıldı. Katılımcıların %61,4’ü erkek, %84,3’ü pratisyen aile hekimi ve %81,1’i kentsel bölgede çalışmaktaydı. Hekimlerin birimlerine kayıtlı nüfus ortalaması 3144 kişi, günlük bakılan hasta sayısı ise ortalama 60 kişi olarak saptandı. Katılımcıların %64,6’sı günlük pratiğinde tıbbi kılavuza başvurduğunu belirtirken, son üç ayda en sık başvuru nedeni güncel bilgi edinme (%62,6) olarak bildirildi. Kılavuzlara en çok ihtiyaç duyulan alan ‘dahiliye’ (%55,5) olup, hekimlerin kılavuzlarda en fazla önem verdiği özellik erişilebilir olmasıydı (%52,4). Kılavuz kullanmama gerekçeleri arasında hasta yoğunluğu (%20,9) ilk sırada yer aldı. Katılımcıların %50,8’i daha önce kanıta dayalı tıp (KDT) hakkında eğitim aldığını ifade etti. KDUTÖ toplam puanı 36,58±7,0 olup Cronbach’s alpha değeri 0,768 bulundu. Alt boyut puanları Gereksinim 5,04±2,83, İlgisini çekme 10,63±2,76, Yeniliğe açıklık 9,55±2,96 ve Ayrışma 11,3±2,7 şeklinde idi. Meslekte 10 yıldan az deneyimi olanların KDUTÖ Ayrışma alt boyut puanı, daha uzun süre çalışanlara göre yüksekti (p=0,016). Biriminde 3000’den az nüfusu olanların KDUTÖ ilgisini çekme ve yeniliğe açıklık puanları anlamlı olarak yüksekti (p=0,039; p=0,023). Sonuç: Bu çalışmada 45 yaş altında ve mesleki deneyimi 10 yıldan az olan hekimlerin KDT’ye yönelik tutumlarının daha olumlu olduğu belirlenmiştir. Katılımcıların yaklaşık yarısı KDT eğitimi aldığını ifade etmiş, ancak bu eğitimin tutumlara etkisinin sınırlı olduğu görülmüştür. Aile hekimlerinin kanıta dayalı uygulamalara yönelik tutumlarının genel olarak orta-üst düzeyde olumlu olduğunu göstermiştir. Cinsiyet ve yerleşim yeri faktörlerinin tutumlar üzerinde anlamlı bir fark oluşturmadığı, pratisyen aile hekimlerinin ise tıbbi kılavuzlara daha fazla ihtiyaç duyduğu saptanmıştır. Kılavuz kullanımının önündeki temel engeller ise hasta yoğunluğu, zaman kısıtlılığı ve bilgi eksikliği olarak tanımlanmıştır. Aile hekimleri yeniliklere açık olmakla birlikte KDT ve kılavuz kullanımı ile ilgili daha fazla eğitime ihtiyaç duymakta olup aile hekimliği alanına özel güncel kılavuzlara da ihtiyaç olduğu görülmüştür.
Öğe
Hipertansiyon tanılı hastaların hekim dışı önerilerle ağrı kesici kullanım farkındalıklarının belirlenmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Kıpık, Ömer; Küçükceran, Hatice
Amaç: Nonsteroid antienflamatuar ilaçların (NSAİİ) toplumda yaygın olarak ve kolaylıkla temin edilebilmesi, buna karşın hipertansiyonun da sık görülen ve yaşla birlikte prevalansı artan bir hastalık olması, hipertansiyon tanılı bireylerde NSAİİ kullanım sıklığını artırmaktadır. Bu durum, akılcı olmayan ilaç kullanımına neden olabilmektedir. Bu nedenle bu çalışmanın amacı, birinci basamak sağlık hizmetlerinin temelini oluşturan aile hekimliği disiplini çerçevesinde, hipertansiyon tanısı almış bireylerin hekim önerisi olmaksızın analjezik (ağrı kesici) ilaç kullanımına ilişkin bilgi, tutum ve davranışlarını değerlendirmek ve akılcı ilaç kullanımı konusundaki farkındalık düzeylerini belirlemektir. Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı nitelikteki bu çalışmanın evrenini hipertansiyon tanılı hastalar oluşturdu. Örneklem büyüklüğü online hesaplama programı (sample size calculator) ile belirlendi. Evreni bilinmeyen örneklem formülünde, hipertansiyon toplumda görünme oranı %30 kabul edilerek en az 323 kişinin çalışmaya dahil edilmesi gerektiği hesaplandı. Oluşturulan anket formu 18 yaş üzerindeki yetişkinlere Google Forms ile online ve araştırmacı tarafından Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Polikliniğinde yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulandı. Hesaplanan örneklem büyüklüğüne 01/06/2023- 31/12/2023 tarihleri arasında ulaşıldı ve 355 verileri tam olan anket değerlendirmeye alındı. Oluşturulan anket formunda; sosyodemografik bilgiler, bireylerin hipertansiyon hastalığıyla ilgili bilgileri, ek hastalıkları, kullandığı ilaçları, ağrı kesici kullanımı, ağrı kesicilerin yan etkileri hakkında bilgileri ve Akılcı İlaç Kullanım Ölçeği (AİKÖ) yer aldı. Veriler Statistical Package for Social Sciences for Windows (SPSS) 20.0 programı kullanılarak analiz edildi. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 355 katılımcının yaş ortancası 58 yıl (min:27; maks:89 yıl) olup, %71,5’i (n=254) 65 yaş ve üzerinde, %51,3’ü (n=182) kadın, %87,3’ü (n=310) evli, %47,9’u (n=170) ilköğretim düzeyinde eğitime sahipti. Katılımcıların %17,5’i (n=62) sigara kullanıyordu. Hastaların %69,9’un (n=248) on yıl ve daha az süredir hipertansiyon tanısı vardı, %82’si (n=291) ilk tanı aldıkları anda hekimleri tarafından hipertansiyon hastalığı hakkında bilgilendirilmişti. Bilgilendirme içeriği sorgulandığında %10,9’u ağrı kesicilerin tansiyon üzerine etkileri açısından bilgilendirildiklerini belirtti. Katılımcıların %87,3’ü (n=310) düzenli antihipertansif kullanmaktaydı fakat %26,0’ı (n=88) zaman zaman doktoruna danışmadan ilacını kesmekteydi. Düzenli kan basıncı ölçümü yapanların oranı %49,0’ı (n=174) olup, %84,7’si (n=155) evde kendi cihazıyla ölçüm yapmaktaydı. Katılımcıların %7,6’sı (n=27) ağrı kesici kullanmadığını belirtirken, ağrı kesici kullananların %37,5’i (n=123) doktor önerisi olmadan haftada birkaç kez ve daha fazla ağrı kesici kullanıyordu. Ağrı kesici kullananların %33,6’sı (n=255) baş ağrısı ve %30,2’si (n=229) eklem ağrısı için kullandığını belirtti. Hastaların %33,8’i (n=111) ise birden fazla farklı ağrı kesici kullandığını bildirdi. Ağrı kesicileri %68,3’ü (n=224) reçeteli olarak temin etmekteydi. Çalışmaya dahil edilen katılımcıların, ağrı kesicilerin yan etkileri konusunda %26,7’si (n=95) bilgi sahibiydi ve %31,8’i (n=113) kişi ağrı kesicilerin kan basıncını yükseltebileceğinin farkındaydı. AİKÖ ortalama puanı 36,9±5,22 ve ölçeğin Cronbach’s α değeri 0,811 olarak hesaplandı. AİKÖ puanı 35 ve üzerinde olanların oranı %77,1 (n=274) olarak bulundu. AİKÖ puanları incelendiğinde, 64 yaş ve altı grubun puanı (37,61±4,98), 65 yaş ve üzerinden (35,14±5,42) anlamlı derecede yüksekti (p<0,001). Üniversite mezunlarının AİKÖ puanı (38,40±5,07), ilköğretim mezunlarından (35,82±4,94) yüksekti (p<0,001). Hipertansiyon süresi 10 yıl ve altında olanların puanı (37,33±5,21), 11 yıl ve üzerindekilerden (35,91±5,14) yüksekti (p=0,018). Düzenli antihipertansif kullananların AİKÖ puanı (37,28±4,79), ara sıra kullananlardan (34,31±7,12) anlamlı derecede yüksekti (p<0,001). Ağrı kesici kullanma durumu ile AİKÖ puanı arasında anlamlı fark tespit edilmedi (p=0,145). Ağrı kesicilerin yan etkileri konusunda bilgisi olanların AİKÖ puanı (37,92±4,94), bilgisi olmayanlardan (35,00±5,95) anlamlı derecede yüksekti (p<0,001). Ağrı kesiciyi halsizlik-yorgunluk için kullananların AİKÖ puanı (35,55±5,67), bu sebeple kullanmayanlardan (37,16±5,10) düşük bulundu (p=0,034). Sonuç: Yapılan çalışmada yaklaşık %80 katılımcının akılcı ilaç kullanım bilgisine sahip olduğu tespit edildi. Akılcı ilaç kullanım bilgisi düzeyi yaş, eğitim durumu, hastalık süresi, tansiyon ilacını düzenli kullanım durumundan etkilenmekteydi. Hipertansiyon hastaları ağrı kesicileri çoğunlukla reçeteli temin etmesine rağmen, hekim önerisi olmadan yaklaşık %40 katılımcının düzenli ağrı kesici kullanması ilginç bir sonuçtur. Sadece dört katılımcıdan birisi ağrı kesicilerin yan etkilerinden haberdardı ve bu kişilerin akılcı ilaç kullanım bilgisi diğerlerine göre daha fazlaydı. Bu bulgular ışığında; ilk temas noktası olan ve koruyucu sağlık hizmetinin ön planda olduğu aile hekimliği uygulamasında hasta eğitimi ve danışmanlığın önemi birkez daha öne çıkmaktadır. Özellikle ileri yaş ve düşük eğitim düzeyindeki bireylere yönelik hedeflenmiş eğitim programları hem hipertansiyon yönetimini hem de akılcı ilaç kullanımını destekleyecek stratejik bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.
Öğe
Tiroid papiller mikrokarsinom tanısı ile endokrinoloji bölümünde takipli hastalarda lenf nodu metastaz sıklığının değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Ün, Merve; Karakurt, Feridun
Giriş ve Amaç: Tiroid kanseri olgularının yaklaşık %85’ini papiller tiroid karsinomu (PTK) oluşturmaktadır. Tiroid kanserine yakalanma riski, 50 yaş sonrasında belirgin şekilde artış göstermektedir. Kadınlarda bu risk daha yüksek oranlarda seyretmektedir. Papiller tiroid karsinomları genellikle tiroid bezi ve servikal lenf nodları ile sınırlı kalmakta ve nadiren uzak organ metastazı yapmaktadır. İnce iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB), tiroid kanserlerinin tanısında temel bir yöntem olmakla birlikte, teknik sınırlılıkları nedeniyle folliküler lezyonlar ile folliküler karsinomların ayırt edilmesinde yetersiz kalabilmektedir. PTK'nin esas tedavisi cerrahidir. Cerrahi tedavi sonrası nihai histopatoloiji sonucuna göre her hastada evreleme ve rekürens riskinin belirlenmesi gerekmektedir. Tümör çapı ve lenf nodu metastazı PTK hastalarında rekürens riski üzerinde etkili olabilecek en önemli prognostik faktörlerdendir. Papiller tiroid mikrokarsinomu (PTMK), 1 cm ya da daha küçük çaplı papiller tiroid kanserlerini tanımlayan, genellikle yavaş seyirli ve prognozu iyi olan bir tümör grubudur. Ancak bazı olgularda lenf nodu metastazı gibi klinik açıdan önemli durumlar gelişebilmekte ve bu durum tedavi yaklaşımını etkileyebilmektedir. Bu çalışmada, Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Polikliniği’nde PTMK tanısı ile takip edilen hastalarda lenf nodu metastaz sıklığının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metot: Bu çalışma 2018–2023 yılları arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde PTMK tanısı almış 136 hastanın tıbbi kayıtlarının retrospektif olarak incelenmesiyle gerçekleştirilmiştir. Hastaların yaş, cinsiyet, lenf nodu metastazı durumu, lenfatik invazyon, ekstratiroidal yayılım, çıkarılan lenf nodu sayısı ve patolojik lenfadenopati (LAP) varlığı gibi klinik ve patolojik özellikleri değerlendirilmiştir. Lenf nodu metastazı ile ilişkili faktörleri belirlemek amacıyla çok değişkenli lojistik regresyon analizi yapılmış, modelin öngörü performansı ROC analizi ile test edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya dâhil edilen hastaların %80,1’i kadın, %19,9’u erkek olup yaş aralıkları 23–91 yıl arasında değişmektedir. Olguların %16.9’unda lenf nodu metastazı saptanmıştır. Lenfatik invazyon oranı metastazı olanlarda %30,4 iken, metastazı olmayanlarda %2,7 olarak bulunmuştur (p<0,05). Benzer şekilde, ekstratiroidal yayılım metastaz grubunda %13,0 oranında gözlenmiş, metastazı olmayanlarda bu oran %0,9’dur (p=0,015).Preoperatif patolojik LAP, metastazı olan hastalarda anlamlı şekilde daha yüksek oranlarda tespit edilmiştir. Lojistik regresyon analizine göre çıkarılan lenf nodu sayısı ve lenfatik invazyon varlığı, metastaz öngörüsünde en belirleyici değişkenler olarak öne çıkmıştır. ROC analizi sonucunda modelin AUC değeri yüksek bulunmuş ve 6,5 çıkarılan lenf nodu eşiği metastazı öngörmede anlamlı bir sınır olarak belirlenmiştir. Sonuç: Bu çalışma, PTMK tanılı hastalarda lenf nodu metastazı ile ilişkili klinik ve patolojik belirleyicileri ortaya koymuştur. Elde edilen bulgular, özellikle lenfatik invazyon, ekstratiroidal yayılım, çıkarılan lenf nodu sayısı ve preoperatif patolojik LAP varlığının lenf nodu metastazı ile anlamlı düzeyde ilişkili olduğunu göstermektedir. Lojistik regresyon ve ROC analizleri sonucunda, 6,5’in üzerinde lenf nodu çıkarılması, metastaz varlığı için önemli bir eşik değeri olarak belirlenmiştir. Bu sonuçlar, PTMK hastalarının risk sınıflamasında bu değişkenlerin dikkate alınmasının, daha doğru tanı, evreleme ve bireyselleştirilmiş izlem stratejileri açısından klinik karar süreçlerine değerli katkılar sağlayabileceğini göstermektedir.