Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi

DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.




 

Güncel Gönderiler

Öğe
Gaitada gizli kan pozitifliğinin klinik korelasyonunun retrospektif analizi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Gün, Neslihan Nazik Öztürk; Demir, Ali
Amaç: Gaitada Gizli Kan Testi (GGK), gastrointestinal sistem (GİS) kaynaklı gizli kanamaları saptamak için kullanılan, basit ve noninvaziv bir tarama testidir. Kolorektal kanser taramasında önemli bir rol oynar. Kolorektal kanser, dünyada en sık görülen kanserlerden biridir. Tarama programları ile kansere bağlı ölümler anlamlı oranda azaltılabilmektedir. Guaiac tabanlı testler, diyet kısıtlaması gerektirirken; son dönemde fekal immünokimyasal testler (FIT), daha hassas ve özgül oldukları için tercih edilmektedir. Bu çalışmada GGK testi yapılan hastaların aldığı endoskopik ve histopatolojik tanıların incelenmesi ve GGK testi pozitifliğinin klinik korelasyonun analizinin retrospektif olarak yapılması amaçlanmıştır. Bir diğer amaç ise GGK testi pozitif kolorektal kanser tanısı alan hastalar gösterilerek testin erken teşhisteki önemini vurgulamak, erken teşhis edilen hastalarda sağ kalımın çok daha iyi olduğunu ve tedavi maliyetlerinin düşebileceğini hatırlatmaktır. Yöntem: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi yetişkin Gastroenteroloji Polikliniğine 01 Ocak 2023-30 Haziran 2024 tarihleri arasında başvuran GGK testi vermiş olan ve çalışmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan 306 hasta katılmıştır. GGK testi hastanemizde bulunan fekal immunohistokimyasal test (Alfresa Pharma Corporation, FIT Hemoglobin NS-Prime Test)’tir ve 100 ng/ml'nin üzerindeki sonuçlar pozitif kabul edilmiştir. Hastaların demografik verileri (yaş, cinsiyet, ek hastalık, antikoagülan/antiagregan kullanımı), epikrizleri, klinik seyirleri, laboratuvar değerleri, endoskopik ve histopatolojik tanıları hastane otomasyon sisteminde retrospektif olarak incelenmiştir. Bulgular: Çalışmada 306 hastanın 145 (%47,4)’i erkek, 161 (%52,6)’i kadındır. Hastaların yaş ortalaması 51,5 yıldır. 156 (%51,0) hastanın GGK testi pozitif, 150 (%49,0) hastanın GGK testi negatiftir. GGK testi negatif olan hastaların yaş ortalaması 51,90 ± 16,11 yıl, pozitif olan hastaların 51,20±17,20 yıldır. GGK testi pozitif olanlarda en sık üst GİS patolojisi kronik gastrit (42), en sık alt GİS patolojisi ülseratif kolit (62) olarak bulundu. 6’sında midede malignite (5 mide kanseri, 1 mide lenfoması) görülürken 12’sinde kolorektal kanser görüldü. GGK testi negatif olanlarda en sık üst GİS patolojisi kronik gastrit (73), en sık alt GİS patolojisi polip (16) olarak bulundu. 2’sinde midede malignite (1 mide kanseri, 1 mide lenfoması) görülürken kolorektal kanser hiç görülmedi. 65 yaş ve üzeri hastalarda GGK testi pozitif (10) ve negatif (7) olanlarda en sık kolon polipi görüldü. 65 yaş ve üzeri GGK testi pozitif hastaların 6’sında kolorektal kanser görüldü. 65 yaş ve üzeri GGK testi pozitif 3 hastada mide kanseri görülürken GGK testi negatif hastalarda midede malignite görülmedi. Tüm hastalarda GGK testi pozitif ve negatif grup karşılaştırıldığında wbc, neu, sedimantasyon, crp ve demir parametreleri arasında anlamlı farklılık görüldü. Fekal hemoglobin konsantrasyonu ile Hgb ve SDBK (serum demir bağlama kapasitesi) arasında negatif yönlü, INR arasında pozitif yönlü düşük derecede anlamlı korelasyon bulundu. GGK titresi arttıkça prekanseröz lezyon ve kolorektal kanser sıklığında artış saptanmadı. Sonuç: Çalışmamızda GGK testi yapılan hastaların aldığı endoskopik ve histopatolojik tanılar incelenmiş ve testi pozitif hastaların klinik korelasyonunun retrospektif analizi yapılmıştır. GGK testi çeşitli GİS patolojilerinde pozitif olabilse de en önemlisi kolorektal kanserdir. En sık pozitiflik ülseratif kolitte görülse de hastaların önemli bir kısmında da kolorektal kanser görülmüştür. Çalışmamızda GGK testi negatif olan hiçbir hastada kolorektal kanser görülmemiştir.
Öğe
Son 10 yıl içerisinde merkezimizde evre 3-4 kronik böbrek hastalığı (KBH) tanısı alan hastalarda progresyona etki eden faktörlerin retrospektif olarak değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Argun, Ayşenur; Tombul, Halil Zeki
Amaç: Kronik Böbrek Hastalığı (KBH), genellikle ilerleyici bir hastalık olup tedavi edilmediğinde son dönem böbrek yetmezliğine (SDBY) yol açabilir. Hastalığın ilerlemesinde birçok faktör etkili olmaktadır. Bu çalışmada KBH progresyonuna sebep olan faktörleri tespit edip farkındalığı artırmak amaçlanmaktadır. Böylece KBH'nin erken teşhisi ve uygun tedavi yaklaşımlarının uygulanması, hastalığın ilerlemesini engellemeye ve tedavi maliyetlerini azaltmaya yardımcı olabilecektir. Yöntem: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji polikliniğine başvuran 100 adet Evre 3-4 KBH’li olgu dahil edilmiştir. Hastaların ilk muayenesinde demografik özellikleri (yaş, cinsiyet, boy, kilo) ve laboratuvar değerleri kaydedilmiştir. Hastaların 10 yıllık seyrindeki 3-6 ayda bir olan poliklinik takipleri not edilmiştir ve son muayenedeki laboratuvar değerleri de çalışmaya eklenerek hastaların bu 10 yıllık süreçteki değerleri kıyaslanmıştır. Bulgular: Çalışmamızda Evre 3 veya Evre 4 KBH tanılı toplam 100 hasta ile yürütülen çalışmada hastaların 55’i erkek, 45’i kadındır. Hastaların yaş ortalaması 64.75∓13,40 yıldır. Progresif hastaların yaş ortalaması stabil hastalardan daha düşük bulunmuştur (p=0.001). 10 yıllık süre içinde durumu progrese olan hastaların sayısı 74, stabil olanların sayısı 26’dır. Hastaların 60’ı Evre 3, 40’ı ise Evre 4 hastasıdır. Progresif hastaların intakt Parathormon (iPTH), (p=0.000), ferritin (p=0.042) ve proteinüri (p=0.000) değerleri, stabil hastalardan daha yüksek bulunurken, HCO3 (p=0.010) değerleri daha düşük bulunmuştur. Diyabetik hastalarda hipertansiyon (p=0.024) ve hiperlipidemi (p=0.006) daha fazla görülmüştür. Diyabetik hastaların yaş ortalamaları daha büyük bulunmuştur (p=0.003). Diyabetik hastalarının EF değerleri daha düşük (p=0.014) ve PAB değerleri daha yüksek bulunmuştur (p=0.002). Diyabetes mellitus (DM) hastalarının altta yatan hastalık süresi DM olmayanlara göre daha yüksek bulunmuştur (p=0.001).DM hastalarının potasyum (K) değerleri (p=0.006), sedimantasyon değerleri DM hastası olmayanlara göre daha yüksek bulunmuştur (p=0.011). Bivariate logistik regresyon analizi sonucu incelendiğinde yaşın artması hastanın progresyon riskini azaltmaktadır. KBH’ye sebep olan altta yatan hastalık süresinin artması, ürenin artması ve proteinüri progresyon riskini arttırmaktadır. Sonuç: Çalışmamızda KBH progresyonunda etkili faktörler değerlendirilmiştir. Progresyon riskini arttıran faktörler altta yatan hastalık süresinin artması, ürenin artması ve proteinüri olarak sonuçlanmıştır. Yaşın artması ise progresyonu azalttığı tespit edilmiştir. Bu nedenle hastalarda KBH progresyonunu yavaşlatmak için bu faktörlere yönelik tedbir ve tedavinin sağlanması önemlidir.
Öğe
EBUS yapılan hastaların mediastinal ve hiler LAP'lerin doppler özellikleri, toraks bt görünümleri ve patoloji sonuçları değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Ünal, Büşra; Vatansev, Hülya
Amaç. Çalışmamızda mediastinal LAP ön tanısı ile Endobronşiyal Ultrasonografi (EBUS) yapılan hastalarda mediastinal ve hiler lenf nodlarının doppler özelliklerini, toraks bilgisayarlı tomografi (BT) bulgularının patoloji sonuçları ile ilişkisini incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem. Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği Bronkoskopi Ünitesinde Mediastinal LAP endikasyonu ile EBUS işlemi yapılan 52 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların demografik verileri, geçmiş sigara dumanı-biomass maruziyet öyküsü, toraks BT Mediastinal LAP boyutları kayıt altına alınmıştır. EBUS işlemi sırasında her biyopsi alınan lenf nodu ayrı ayrı Nakajima ve ark tarafından yapılan vaskularızasyon sınıflama yöntemine göre sınıflandırıldı. 104 adet lenf nodunun EBUS ultrason görünümleri ve toraks BT boyutlarının patoloji sonucu ile malignite açısından ilişkisi incelendi. Bulgular. Çalışmaya 52 hasta dahil edildi ve 104 LAP biyopsi örneği alındı. Çalışmaya katılan hastaların 18 (% 34,6)’i kadın, 34 (% 65,4)’ü erkeklerden oluşmaktadır. Alınan örnekler en fazla 40 (% 38,5)’ı subkarinal alandan, 19 (% 18,3)’u sağ alt paratrakeal alandan, 18 (% 17,3)’i sağ interlober alandan alınmıştır. Biyopsi sonucuna göre 38 antrakotik, 35’i epitelyal-fibrotik doku, 16 ’sı granülomatöz inflamasyon bulguları gösteren benign karakterde 89 adet LAP saptandı. Malign özellik gösteren 15 LAP ise 6 ’sı adenokarsinom, 2 ’si scc, 4’ü küçük hücreli karsinom, 3’ü lenfoma olarak saptandı.LAP vaskularitesine göre sınıflandığında 63 tanesi Grade-1, 26 tanesi Grade- 2 ve 15 tanesi Grade-3 olarak sınıflandı. Grade 1 lenf nodlarının boyut ortancasının 1,50 cm den düşük olması ve Grade 2 lenf nodu boyut ortancasının 1,75 cm den düşük olmasından dolayı boyut ve vaskülaritesinin evreleri arasında istasitiksel olarak anlamlı fark bulundu (p=0,019). Malignite ve vaskularite ilişkisi incelendiğinde ise Grade-1 olarak sınıflanan LAP lerin 56 (%88,90)’sının bening, 7 (%11,10)’sinin maling olduğu; Grade 2/3 vaskülaritesi olan hastalar değerlendirildiğinde 33 (%80,50)’ünün bening, 8 (%19,50)’inin malign olduğu görülmüştür. Vaskülarite ve malignite durumu karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p=0,233). EBUS lenf nodu büyüklükleri bening ve malign olarak karşılaştırıldığında malign lenf nodları boyut ortancası 2 cm den, benign olanlar ise 1cm den büyük olması nedeniyle aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p=0,004). Malign lenf nodu toraks bt boyutları 2.4cm den , benign olanlar ilse 1.5cm den büyük olması nedeniyle toraks bt boyut ve malignite arasında anlamlı fark saptandı. (p=0,001) Sonuç. Çalışmamızda hem EBUS hem toraks BT ile değerlendirilen lenf nodu boyutlarının malignite ile anlamlı ilişkili olduğu, ancak Doppler vaskülarite sınıflamasının maligniteyi öngörmede sınırlı değer taşıdığı görülmüştür. Lenf nodlarının karakterinin değerlendirilmesinde Toraks bt boyutu ve EBUS doppler sonografik özellikleri yol gösterici olmakla birlikte kesin tanı için patolojik örnekleme yapılmalıdır.
Öğe
COVİD-19 pandemisi sonrasındaki dönemde viral pulmoner enfeksiyon nedeniyle hastane yatışı olan hastaların retrospektif değerlendirilmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Şahin, Şeyma; Teke, Turgut
Amaç: Solunum yolu enfeksiyonları dünya genelinde en sık görülen enfeksiyonlar arasındadır. Son yıllarda solunum yolu enfeksiyonlarında viral etkenler daha sık görülürken Covid-19 pandemisiyle birlikte bu durum daha da netleşmiştir. Solunum yolu viral enfeksiyonlarının prognozunun önceki dönemlere kıyasla daha kötü olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Covid-19 pandemisi immün sistem, solunum sistemi gibi birçok sistemi etkilemiş olup pandemi sonrasında da post-covid semptom ve etkilerin devam ettiği görülmektedir. Pandeminin ilerleyen dönemlerde de etkilerinin devam edeceği düşünülmektedir. Çalışmamızda pandemi sonrasındaki dönemde viral pulmoner enfeksiyonları nedeniyle hastane yatışı verilen hastaların retrospektif değerlendirilmesiyle pandeminin solunum yolu viral enfeksiyonlar üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Servis ve Yoğun Bakım Ünitesinde Kasım 2022- Nisan 2025 tarihleri arasında yatarak tedavi edilen ve solunum yolu viral enfeksiyonu şüphesiyle alınan burun ve boğaz sürüntülerinde solunum yolu viral panel testinde pozitiflik saptanan hastalar dahil edilmiştir. Hastaların yaş, cinsiyet, yaşadığı yer ve meslekleri kaydedilmiştir. Hastaların hastaneye başvurusunda ve taburculuk kararı öncesindeki enfektif parametreleri, üre, elektrolit ve karaciğer fonksiyon testleri gibi bazı laboratuvar değerleri ve vital bulguları karşılaştırılmıştır. Hastaların merkeze başvurusu sırasındaki radyolojik bulguları, steroid tedavisi alma durumları, solunum destek ihtiyacı, hastanede kalış süresi ve tedavi sürecinde yoğum bakım ihtiyacı gelişme durumu belirtilmiştir. Hastaların grip aşısı, Pnömokok aşısı ve Covid-19 aşısı ülkemizdeki aşı takip sisteminden kontrol edilmiştir. Bulgular: Çalışmamızda 74’ü kadınlardan, 65’i erkeklerden oluşan solunum yolu viral panelinde pozitiflik saptanan 139 hasta incelenmiştir. Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 64,41± 15,11’ dir. 139 hastanın 135’ inde en az bir ek hastalık bulunmaktadır. Hastaneye başvuru sırasında en sık görülen semptom nefes darlığı, öksürük, balgam, ateş, miyalji, baş ve boğaz ağrısıdır. Hastaların solunum muayenesinde en sık işitilen oskültasyon bulgusu ral ve ronküstür. Hastalarda radyolojik bulgu olarak en sık bilateral infiltrasyon izlenmiştir. Araştırmaya katılan hastaların yatış esnasındaki lökosit ortalaması 10,89×10³ u/l ± 5,15×10³ u/l, nötrofil ortalaması 8,43×10³ u/l ± 4,70×10³ u/l, lenfosit ortalaması 1,56×10³ u/l ± 1,42×10³ u/l, trombosit ortalaması 261,32×10³ u/l ± 109,27×10³, u/l sedimantasyon ortalaması 26,26 ±21,50, Crp ortalaması 98,30 ± 95,64 mg/l, üre ortalaması 50,04 ± 35,62 mg/dl, kreatinin ortalaması 1,33 ± 1,34 mg/dl, AST ortalaması 42,56 ± 122,23 U/l, ALT ortalaması 30,13 ± 64,07 U/l’ dir. Çalışmaya katılan hastaların 72’ si Covid-19 enfeksiyonu geçirmiştir. Çalışmaya katılan hastalarda en sık Rhinovirüs ve İnfluenza saptanmıştır. Covid-19 enfeksiyonu geçiren ve geçirmeyen hastalar kıyaslandığında viral enfeksiyonların sıklığında, yoğun bakım ihtiyacı ve komplikasyon gelişme oranında anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Ancak Biontech aşısı yaptıranlarda daha az komplikasyon geliştiği görüldü (p<0,05). Lenfopeni ve trombositopeni izlenen hastalarda prognozun daha kötü olduğu gözlemlendi (p<0,05). Prokalsitonin değeri yüksek olan hastalarda diğerlerine kıyasla yoğun bakım destek ihtiyacının daha fazla olduğu görüldü (p<0,05). Sonuç: Bu çalışmada, Kasım 2022- Nisan 2025 tarihleri arasında hastanede yatarak tedavi alan solunum yolu viral panelinde viral solunum yolu enfeksiyonu tespit edilmiş 139 hastanın klinik, radyolojik ve demografik özellikleri incelenmiştir. 65 yaş üstü ve gençler arasında komplikasyon gelişme oranında fark saptanmamıştır. Prokalsitonin değeri yüksek olanlarda daha fazla yoğun bakım destek ihtiyacı olduğu gözlemlenmiştir (p<0,05). Lenfopeni ve trombositopeni izlenen hastalarda daha yüksek oranda yoğun bakım destek ihtiyacı olduğu gözlemlenmiştir (p<0,05). Bu durum trombosit, lenfosit ve prokalsitonin değerinin prognostik faktör olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Covid-19 enfeksiyon geçirme durumuna göre hastalar ikiye ayrıldığında virüs çeşitliliği, komplikasyon gelişme oranı ve yoğun bakım destek ihtiyacı açısından anlamlı fark bulunmamıştır. Ancak Biontech aşısı yaptırmış olanlarda yaptırmayanlara kıyasla daha az komplikasyon geliştiği görülmüştür (p<0,05). Çalışmamızda İnfluenza Ocak-Mart, RSV ve Rhinovirüs Ocak-Nisan ayları arasında daha sık görülmüştür. Pandemi öncesi döneme kıyasla virüs tiplerinin daha erken zirve yaptığı gösterilmiştir. Bu bilgilere ek olarak influenza ağustos ayında ikinci pikini yapmıştır. Çalışmamızdaki veriler pandeminin solunum yolu virüslerinin mevsimselliğini değiştirdiğini göstermektedir.
Öğe
Pulmoner arteriyel hipertansiyon hastalarında HİF yolağındaki protein düzeylerinin ve ilişkili genlerdeki polimorfizmlerin hastalığın kliniği ve prognozuyla ilişkisinin incelenmesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Kan, Hasan; Alsancak, Yakup
Amaç: Bu çalışmada, pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) tanılı hastalarda hipoksi ile ilişkili hücresel yanıt mekanizmalarını düzenleyen HIF-1α, HIF-2α, HIF-3α ve VHL protein düzeylerinin periferik kanda değerlendirilmesi ve HIF-1α genindeki rs11549465, rs2057482 ile HIF-2α genindeki rs13419896 tek nükleotid polimorfizmlerinin varlığının araştırılması ve bunların klinik ve prognostik göstergelerle olan ilişkilerinin ortaya konması hedeflenmiştir. Yöntem: Çalışmaya sağ kalp kateterizasyonu ile pulmoner arteriyel hipertansiyon tanısı doğrulanan 71 erişkin hasta ile yaş-cinsiyet olarak eşlenik 93 sağlıklı kontrol grubu dahil edilmiştir. Tüm hastalarda fonksiyonel sınıf, 6 dakikalık yürüme testi, NT-proBNP düzeyi, sağ kalp kataterizasyonu parametreleri ve transtorasik ekokardiyografi ile sağ ventrikül fonksiyonları kaydedilmiştir. Kan örneklerinden elde edilen serumlarda HIF-1α, HIF-2α, HIF-3α ve VHL protein düzeyleri ELISA yöntemiyle ölçülmüştür. Ayrıca, HIF-1α genindeki rs11549465, rs2057482 ile HIF-2α genindeki rs13419896 tek nükleotid polimorfizmlerinin genetik analizi gerçekleştirilmiştir. Elde edilen biyokimyasal ve genetik veriler, hastaların klinik ve hemodinamik bulguları ile ilişkilendirilerek analiz edilmiştir. Bulgular: PAH grubunda HIF-1α [1,39 ng/mL (0,9–1,9) vs. 4,06 ng/mL (2,89–7,84); (p<0,0001)], HIF-2α [5,73 ng/mL (5,09–6,5) vs. 7,95 ng/mL (4,87–18,2); (p=0,002)], HIF-3α [109 ng/mL (73,2–141) vs. 264 ng/mL (124–825); (p<0,0001)] ve VHL [506 ng/mL (361–716) vs. 654 ng/mL (352–1555); (p=0,0295)] düzeyleri anlamlı olarak düşük saptanmıştır. PAH 4 Katmanlı Risk Değerlendirmesine göre 1-2 puan alan hastalar düşük-orta risk, 3-4 puan alan hastalar orta-yüksek risk olarak sınıflandırıldığında riski düşük olan grubun HİF-2α seviyesi (6 (5,42- 6,82)) ile riski yüksek olan grubun HİF-2α seviyesi (5,42 (4,86-6,27)) arasında anlamlı farklılık olduğu (p=0,0449) görülmüştür. Sonuç: PAH hastalarında HIF-1α, HIF-2α, HIF-3α, VHL protein düzeyleri sağlıklı bireylere kıyasla anlamlı düzeyde düşüktür. Özellikle HIF-2α düzeyi hastalığın şiddeti ile ilişkili olabilir. Ancak, bu bulguların daha net mekanistik bağlantılarla desteklenebilmesi ve klinik uygulamalara entegrasyonunun değerlendirilebilmesi için daha geniş örneklem gruplarında, çok merkezli ve prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.