Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi
DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.

Güncel Gönderiler
Çocukluk çağı aşılarını yaptıran ailelerin aşı reddi hakkındaki düşünceleri ve önerileri: Konya örneği
 (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Karaveli, Arif Sami; Karaoğlu, Nazan
Amaç: Bireysel ve toplumsal sağlık için en etkili bir koruyucu yöntem olan aşı maliyet etkin bir yöntemdir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de aşılara karşı olan tereddüt ve güvensizlik giderek artmaktadır. Bu tereddütler nedeniyle aşı karşıtlığı yaygınlaşmaktadır. Bu çalışmanın amacı aşı yaptıran ailelerin aşı reddine yönelik algıları, reddin nedenlerine ilişkin değerlendirmeleri ve aşı reddi yapan bireylere karşı duygularını ve çözüm önerilerini belirleyebilmektir.
Gereç ve Yöntem: Bu tanımlayıcı, kesitsel tipteki araştırmanın evrenini, Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Polikliniği’ne başvuran ve çocuğuna ulusal aşı takvimindeki çocukluk çağı aşılarını yaptıran veya yaptırmayı planlayan ebeveynler oluşturdu. Örneklem büyüklüğü %5 hata payı ve %95 güven aralığında en az 377 olarak hesaplandı. Olası eksik veriler göz önünde bulundurularak yaklaşık 400 kişiye ulaşılması hedeflendi. 01.06.2023–01.09.2023 tarihleri arasında online (Google Forms) ve yüz yüze anket yöntemi ile veri toplandı. Veri toplama aracı, sosyodemografik bilgi formu ve 10 maddelik, 5’li Likert tipinde, araştırmacılar tarafından geliştirilen aşı kararsızlığı ölçme aracı (AKÖA) oluştu. AKÖA’ da 4. ve 6. maddeler ters puanlandı; toplam puan aralığı 10–50 olup yüksek puanlar olumlu tutumu gösterdi. Ölçeğin güvenilirlik katsayısı 0,726 bulundu. Veriler SPSS 20.0 programında analiz edildi. Tanımlayıcı istatistikler sayı, yüzde, ortalama, standart sapma ile ifade edildi. Karşılaştırmalı istatistiklerde normal dağılıma uyan ikili gruplarda Student-t testi, üç ve üzeri gruplarda One Way ANOVA kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışmada 462 katılımcıdan veri toplandı. Eksik doldurulmuş verileri olan 34 anket çıkarılarak 428 ebeveynin verisi analiz edildi. Ebeveynlerin yaş ortalaması 39,08±7,87 yıldı. Katılımcıların %47,4’ü (n=203) kadın, %89,3’ü (n=382) evli, %74,5’i (n=314) yüksekokul/üniversite mezunu, %77,3’ü (n=331) çalışmakta, %54,2’sinin (n=232) geliri giderine eşit, %77,8’i (n=333) ilçede yaşamaktaydı. Çocuklarının yalnızca Sağlık Bakanlığı’nın ücretsiz temin ettiği aşıları yaptıranlar %67,8 (n=290) iken, ek olarak ücretli aşıları da yaptıranlar %32,2 (n=138) oranındaydı. Ebeveynlerin %21,7’sinin (n=93) çevresinde çocuğuna aşı yaptırmayan kişiler bulunmaktaydı. Aşıların hastalıklara karşı etkili %87,7 (n=375) ve toplum sağlığı açısından önemli olduğunu düşünenler %87,6 (n=375), aşı yaptırmayanlara caydırıcı yaptırım uygulanmasını destekleyenler %45,7 (n=197) oranındaydı. Ebeveynlerin %60’ı (n=257) aşı programı ile ilgili verilen bilgileri güvenilir bulmaktaydı. AKÖA puan ortalaması, yalnız ücretsiz aşıları yaptıranlarda 37,24±5,73 iken ücretsiz ve ücretli aşı yaptıranlarda 38,31±4,88 puandı (p=0,046). “Çevremizde aşı yaptırmayan yok” diyen katılımcıların puanı (37,96±5,28), olanlara göre (36,25±6,04) anlamlı derecede yüksekti (p=0,015). Diğer sosyodemografik değişkenlere göre ölçek puanlarında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.
Sonuç: Konya’da çocukluk çağı aşılarını yaptıran ailelerin büyük çoğunluğu, aşıların hem çocuk sağlığı hem de toplum sağlığı açısından etkili ve önemli olduğuna inanmaktadır. Çevresinde aşı reddi olmayan ailelerin tutum puanlarının daha yüksek olması, çevresel faktörlerin ve bilgiye erişimin aşıya yönelik olumlu tutum geliştirmede önemini gösteren dikkat çekici bir bulgudur.
Aile hekimlerinin öz anlayışlarının defansif tıp uygulamalarına etkisinin incelenmesi
 (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Uzun, Erhan; Karaoğlu, Nazan
Amaç: Defansif tıp, hekimlerin klinik olarak aslında gerekli olmayan veya optimal kabul edilmeyen tıbbi prosedürler, testler ve tedavileri uygulamasıdır. Defansif tıp uygulamalarının yaygınlığı ve nedenleri üzerine yapılan önceki araştırmalar genellikle yasal düzenlemeler, hasta beklentileri ve sağlık politikaları gibi dışsal faktörlere odaklanmıştır. Ancak hekimin kendi yetkinliğine, mesleki rolüne, sorumluluklarına ve mesleki kimliğine ilişkin algıları ve öz anlayışları bu uygulamaların ortaya çıkışında belirleyici bir rol oynayabilir. Özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerinin temel taşı olan aile hekimliği, geniş bir hasta profiline hizmet sunması, kronik hastalık yönetimi ve koruyucu hekimlik gibi çok yönlü görevleri içermesi nedeniyle defansif tıp uygulamalarının araştırılması gereken önemli bir alandır. Bu sebeplerle sunulan çalışmanın amacı, aile hekimlerinin öz anlayışlarının defansif tıp uygulamalarına etkisini incelemektir.
Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı nitelikteki bu çalışmanın evrenini aile sağlığı merkezlerinde çalışan aile hekimleri oluşturdu. Örneklem grubu %5 hata payı, %95 güven aralığı ile en az 385 aile hekimi olarak belirlendi. Oluşturulan Google forms online anket formu sosyal medya grupları aracılığıyla uygulandı. Anket formu; sosyodemografik özellikler ile hekimlerin çalışma ortamları, gelir durumları, hekimlikte ve aile hekimliğinde geçirdikleri süre, günlük ortalama muayene sayıları, meslek seçiminden memnuniyetleri, görevden tatminiyetleri, malpraktis kavramı ve zorunlu mali sorumluluk sigortasına bakışları ile ilgili sorularla başlamaktaydı. Anketin devamında Öz Anlayış Ölçeği (ÖAÖ), Defansif Tıp Uygulamaları Tutum Ölçeği (DTUTÖ) ankette yer almaktaydı. ÖAÖ. 24 sorudan ve altı alt boyuttan (kendine yönelik merhamet, ortak paydaşım, bilinçli farkındalık, kendini yargılama, soyutlanma, aşırı özdeşim kurma) oluşan pozitif ve negatif olmak üzere iki yönlü bir ölçektir. Pozitif yöndeki ölçek alt boyutları: ‘kendine yönelik merhamet” (4,11,18,21,24. maddeler), “ortak paydaşım” (2,6,9,14.maddeler) ve “bilinçli farkındalık” (8,13,16. maddeler) alt boyutlarıdır. Negatif yöndeki ölçek alt boyutları: ‘kendini yargılama” (7,10,15,20.maddeler), “sorgulama” (3,12,17,23. maddeler), ve “aşırı özdeşim” alt boyutlarıdır (1,5,19,22. maddeler). Toplam ölçek puanı arttıkça kişinin öz anlayışı o ölçüde fazladır denir. DTUTÖ 18 soru ve üç alt boyuttan oluşmaktadır. Ölçekteki ilk dokuz ifade ‘pozitif tıp uygulamaları’, ikinci beş ifade ‘negatif tıp uygulamaları’ ve son dört ifade ise ‘defansif tıp hakkındaki bilgi düzeylerini ölçmeyi amaçlar. Ölçekten alınan toplam puan çok iyi (70-56 puan), iyi (55-42 puan), orta (41- 28 puan), zayıf (27-14 puan) olarak değerlendirilir.
Veriler Statistical Package for Social Sciences for Windows (SPSS) 20.0 programı kullanılarak analiz edildi. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Eksiksiz doldurulan 422 anket analiz edildi. Katılımcıların %51,2’si (n=216) 41 yaş ve üstünde, %56,6’sı (n=239) kadın, %79,9’u (n=337) evliydi. Aile hekimlerinin %33,6 (n=142) pratisyen hekim, %54’ü (n=228) Sözleşmeli Aile Hekimliği Uzmanlığı (SAHU) araştırma görevlisi ve %12,4 (n=52) Aile Hekimliği Uzmanlığı (AHU) araştırma görevlisiydi. Aile hekimi olarak 10 yıl ve altında çalışanların oranı %65,2 (n=275), ortalama günlük hasta muayene sayısı 51 ve üstü olanlar %66,8’di (n=282). Aile hekimlerinin %79,9’u (n=337) tıbbi hata yapmaktan korktuğunu belirtmişti. Öz anlayış toplam puanı kadınlarda (79,68±15,93) erkeklerden (76,06±16,03), evlilerde (78,94±16,41) bekarlardan (74,78±14,18) yüksekti (sırasıyla p=0,022, p=0,033). Hekimlikte geçirdiği süre 15 yıldan fazla olanların (79,88±15,37) 15 yıl ve altında hekimlik yapanlardan (76,35±16,56), günde 51 hastadan fazla muayene edenlerin (79,88±15,37), 50 hasta ve altı muayene yapanlardan (76,35±1,56) öz anlayış puanı yüksekti (p=0,024).
DTUTÖ toplam ve 'negatif defansif tıp' puanı erkeklerde (40,33±9,02; 13,28±4,73) kadınlardan (38,33±8,59; 11,91±4,94) yüksekti (sırasıyla p=0,020, p=0,004). Bekar aile hekimlerinin 'negatif defansif tıp' alt boyut puanı (13,75±4,78) evli olanlardan farklıydı (12,19±4.88) (p=0,009). DTUTÖ puanlarının çalışma ortamı, unvan, yaş, hekimlik tecrübesi ve muayene sayısı gibi mesleki özelliklerden anlamlı düzeyde etkilenmediği görüldü.
ÖAÖ toplam puanı ile DTUTÖ toplam puanı arasında korelasyon tespit edilmezken (p=0,996), ÖAÖ’nün 'bilinçli farkındalık' alt boyutu ile DTUTÖ toplam puanı arasında negatif yönde zayıf korelasyon tespit edildi (r=−0,181, p<0,001).
Sonuç: Bu çalışma, aile hekimlerinin öz anlayışlarının defansif tıp uygulamaları üzerindeki etkisinin olduğunu ama korelasyon açısından alt boyutların bazılarını kapsasa da önem arz ettiğini göstermektedir. Hekimlerin öz anlayışlarını geliştirmeye yönelik eğitimler, malpraktis kaygısını azaltacak hukuki destek ve danışmanlık hizmetleri, mesleki dayanışmayı güçlendirici programlar defansif tıp uygulamalarının azaltılmasında etkili olabilir. Bu bulgular, sağlık politikaları geliştirilirken hekimlerin psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarının göz önünde bulundurulması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu sonuçlar, defansif tıp uygulamalarının sadece dışsal faktörler (medikolegal ortam, hasta beklentileri) tarafından değil, aynı zamanda hekimlerin kendi psikolojik durumları ve mesleki kimlik algıları tarafından da şekillendiğini göstermektedir. Dolayısıyla, defansif tıp problemine yönelik çözüm arayışlarında, hekimlerin öz anlayışlarını güçlendirmeye yönelik stratejilerin göz ardı edilmemesi gerektiği anlaşılmıştır. Alt boyutlar değerlendirildiğinde bilinçli farkındalık azaldıkça defansif tıp uygulamaları artmaktadır.
Aile sağlığı merkezi çalışanlarının yaşlanmaya yönelik algılarının yaşlılara karşı tutumlarına etkisinin araştırılması
 (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Yalım, Ahmet Faruk; Küçükceran, Hatice
Amaç: Günümüzde tıp ve teknolojideki gelişmeler sayesinde yaşam süresi uzamakta, buna bağlı olarak yaşlı nüfus hızla artmaktadır. Türkiye’de 65 yaş ve üzeri bireylerin oranı %10,6’ya ulaşmış, bu oranın 2040’ta %16,3’e çıkması beklenmektedir. Yaşlı nüfustaki artış; sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim gibi alanları derinden etkilemektedir. Sağlık hizmetlerinin yaşlı bireylerin ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi ve bu alanda görev yapan sağlık personelinin tutumları önemli bir hâl almıştır. Bu çalışmanın amacı, aile sağlığı merkezlerinde görev yapan sağlık çalışanlarının yaşlanmaya yönelik algılarının yaşlılara karşı tutumlarına etkisinin araştırılmasıdır.
Gereç ve yöntem: Bu çalışma, Konya’daki aile sağlığı merkezlerinde (ASM) görev yapan aile hekimleri ve sağlık çalışanlarının yaşlı bireylere yönelik tutumlarını inceleyen tanımlayıcı bir araştırmadır. Evren 704 aile hekimi biriminden oluşurken, örneklem büyüklüğü OpenEpi programıyla en az 332 kişi olarak hesaplanmıştır. Veri toplama sosyal medya ve internet aracılığıyla 01 Ağustos 2023 - 01 Şubat 2024 tarihleri arasında yapılmış ve 359 verileri tam olan anket değerlendirmeye alınmıştır. Veriler, sosyodemografik form, UCLA Geriatrik Tutum Ölçeği (UCLA-GTÖ) ve Yaşlılık ve Yaşlanmaya İlişkin Tutum Ölçeği (YYTÖ) ile toplanmıştır. UCLA-GTÖ 14 sorudan oluşmakta (en düşük puan:14, en yüksek puan;70), puanın artması tutumun pozitif olduğu anlamını taşımaktadır. YYTÖ ise 45 maddeden oluşan (en düşük puan:45, en yüksek puan;225) ve puan değerlerinin artması olumsuz tutum lehinedir. İstatistiksel analizler IBM SPSS 22 programıyla yapılmış; tanımlayıcı istatistikler, t-testleri, ANOVA ve Pearson korelasyon analizleri uygulanmıştır. Anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak belirlenmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan 359 katılımcının ortalama yaşı 40,61±9,22 (min: 22, maks: 69) yıl olup, %52,6’sı (n= 189) kadın, %78,8’i (n= 283) evli ve %64,3’ü (n= 231) yüksek lisans veya doktora mezunuydu. Katılımcıların %71’i (n= 255) hekim olup, %59,1’i (n= 212) il merkezinde yaşamaktaydı. %87,7’si (n= 315) çekirdek aile yapısına sahip olup, %52,6’sı (n= 189) daha önceden ya da halen 65 yaş üzeri bir bireyle yaşamaktaydı. Aile hekimleri ve ASM çalışanları yaşlı insanlarla olan ilişkilerine ortalama 5,83±1,09 puan (1: En olumsuz ilişki, 7: En olumlu ilişki) verdi ve %90,8’i (n= 326) beş ve üzeri olarak puanladı. Katılımcılar YYTÖ’den ortalama 133,95±33,07 (min: 50-maks: 220) puan, UCLA-GTÖ’den ortalama 47,99±5,59 (min: 33, maks: 65) puan aldı. YYTÖ toplam puanı ile demografik veriler arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmedi (p<0,05). UCLA-GTÖ toplam puanı meslekte 16 yıl ve üzeri aktif çalışma süresi olanlarda (48,96±5,10) daha az çalışma süresi olanlara (47,27±5,83) göre daha yüksek bulundu (p=0,005). UCLA-GTÖ toplam puan ile YYTÖ toplam puan arasında negatif yönde zayıf düzeyde anlamlı bir korelasyon mevcuttu (r= -0,269) (p<0,001). Doğrusal regresyon analizi yapıldığında YYTÖ toplam puanındaki düşüklüğün %7’si UCLA-GTÖ toplam puanındaki yüksekliğe atfedilmektedir. (R2= 0,072) (p<0,001).
Sonuç: Aile Sağlığı Merkezi çalışanlarının genel olarak yaşlılarla olumlu ilişkiler içinde olduklarını ifade ettiği ve olumlu tutumlar sergiledikleri görüldü. Yaşlanmaya yönelik olumlu algının ve yaşlılara yönelik tutumu da olumlu yönde etkilediği tespit edildi, ama bu etki çok güçlü değildi. Sağlık çalışanlarının yaşlanmaya karşı farkındalıklarının demografik özelliklerden etkilenmemesi bu tutumu etkileyen başka faktörlerin olduğunu ve bu nedenle daha ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşündürmektedir.
Konjenital alt ekstremite yetmezliklerinde bilgisayar destekli eksternal fiksatörler ile deformite düzeltmelerin radyolojik sonuçlarının değerlendirilmesi
 (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Gezer, Mehmet; Korucu, İsmail Hakkı
Amaç: Bu çalışmanın amacı konjenital alt ekstremite yetmezliklerinde bilgisayar destekli eksternal fiksatörler ile deformite düzeltmelerin radyolojik sonuçlarının değerlendirilmesidir
Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi hasta arşivinden 2014 ile 2024 tarihleri arasında fokal femoral yetmezlik, tibia hemimelia ve fibula hemimelia tanısı konup bilgisayar destekli eksternal fiksatör uygulanan hastalar retrospektif olarak tarandı. Çalışmamıza dahil edilme kriterleri18 yaş altı hastalar, konjenital anomaliler temelinde gelişen tibia hemimeli, fibula hemimeli ve fokal femoral yetmezlik tanısı alan hastalar olarak belirlendi. Dışlama kriterleri ise; Geçirilmiş alt ektremite kırığı veya travması, immun suprese hasta, seri takipleri olmayan veya klinik kayıtları yetersiz olan hastalar olarak belirlendi. Çalışma kriterlerini karşılayan 15 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların preop ve postop radyolojik xray grafilerinde femur tip-notch mesafesi, tibia apeks-pilon mesafesi ve fibula baş-lateral malleol tip ölçümleri yapılarak alt ekstremite boy farkının radyolojik ölçümü yapıldı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların 11’i(%73,3) erkek, 4’ü(%26,7) kadındı. Hastaların 7’sine (%46,6) sağ, 8’ine (%53,4) sol deformite düzeltme cerrahisi uygulanmıştı. Hastaların 6‘sı (%40) fibula hemimelia, 4’ü tibia hemimelia (%26,6) , 5’i (%33,4) fokal femoral yetmezlik tanısı alan hastalardan oluşmaktadır. Hastaların preop yetmezlik olan kemik uzunluğu ( femur, tibia ) sağlam taraf ile oranlanarak postop son grafilerde yapılan aynı ölçüm ile kıyaslandı. Fibula hemimeli olan 6 hastada fiksatör süresi ortalama 175 gün (dağılım 92 ile 418) boyunca olmuştur. Tibia hemimeli olan 4 hastada fiksatör süresi 240 gün (dağılım 95 ile 570) boyunca olmuştur. Ffy olan 5 hastada fiksatör süresi 192 gün (dağılım 93 ile 422) boyunca olmuştur.
Femur uzatma yapılan 5 hastanın femur trokanter major tipi- femur notch esafesindeki artış ortalaması 5,6 cm (dağılım 3,1 ile 10,2) idi. Tibia uzatma yapılan 4 hastanın tibia apeks-pilon mesafesi mesafesindeki artış ortalaması 5,5 cm (dağılım 3,2 ile 7,3) idi. Fibula uzatma yapılan 6 hastanın tibia apeks-pilon mesafesi mesafesindeki artış ortalaması 8,8 cm (dağılım 5,2 ile 17,9) idi.
Tüm hastalarda BDFU tekniği ile ortalama 6,8 cm bacak uzunluk artışı sağlandı. 4 olguda (%26) eksternal fiksatörler çıkarıldıktan sonra rejenere kırık komplikasonu görüldü. Sonuç: Bu çalışma, bilgisayar destekli eksternal fiksatör ile ektremite uzatmanın radyolojik sonuçlarını değerlendirmiştir. Pc destekli eksternal fiksatörün konjenital alt ekstremite yetmezliği vakalarında ektremite uzatmada uygun, faydalı ve güvenilir bir cerrahi teknik olduğunu düşünmekteyiz.
Ön çapraz bağ rüptürü olan hastalarda medial ve lateral posterior tibial eğim farkının lateral menisküs yırtığı oluşmasına etkisi
 (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Rüzgar, Hasan; Türkmen, Faik
Amaç: Günümüzde diz eklemi yaralanmalarının sıklığı giderek artmakta olup, belirli anatomik faktörler menisküs yırtıkları ve ön çapraz bağ (ÖÇB) rüptürleri için predispozan risk faktörleri arasında yer almaktadır. Tibia posterior eğimi (PTS), bu yaralanmaların oluşumunda önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışmada, menisküs yırtığı veya ÖÇB rüptürü nedeniyle artroskopik cerrahi uygulanan hastalar yedi farklı gruba ayrılarak değerlendirilmiş ve posterior tibial eğim açısı (PTS) kontrol grubu ile kıyaslanarak menisküs yırtıkları ve ÖÇB rüptürüne olan etkisi araştırılmıştır.
Yöntem: Çalışma, 2015-2024 yılları arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde, ön çapraz bağ (ÖÇB) rüptürü veya menisküs yırtıkları nedeniyle opere edilen 344 hastanın preoperatif radyolojik görüntülerinin retrospektif olarak değerlendirilmesiyle gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, diz şikayetleri ile başvuran ve manyetik rezonans görüntülemelerinde (MRG) eklem içi yapıları ve bağları doğal olarak tespit edilen 54 hasta kontrol grubu olarak belirlenmiş ve radyolojik görüntüleri retrospektif olarak analiz edilmiştir. Çalışmaya dahil edilme kriterleri arasında hastaların medial menisküs yırtığı, lateral menisküs yırtığı, lateral ve medial menisküs yırtığı, ön çapraz bağ rüptürü (ÖÇBR), ÖÇBR ve medial menisküs yırtığı, ÖÇBR ve lateral menisküs yırtığı veya ÖÇBR ve her iki menisküs yırtığı tanılarından birine sahip olması, tıbbi kayıtlarına ve radyolojik görüntülerine tam ve eksiksiz ulaşılabilir olması, 18-40 yaş arasında olması ve menisküs yırtığı ile ÖÇB rüptürü dışında ek bağ veya ligament yaralanmasının olmaması yer almaktadır. Çalışmadan dışlanma kriterleri ise diskoid menisküs varlığı, medial veya lateral menisküslerde kök yırtığı bulunması, menisküs yırtığına eşlik eden kemik kırıkları, bacak uzunluk eşitsizliği, alt ekstremite dizilim bozuklukları (varus,valgus deformitesi), patellofemoral instabilite, patellar tendon hasarı öyküsü, majör travma veya geçirilmiş alt ekstremite kırığı, daha önce alt ekstremite cerrahisi geçirmiş olmak, 18 yaş altı veya 40 yaş üstü olmak, revizyon ÖÇB rekonstrüksiyonu yapılan hastalar ve kontrol grubunda daha önce aynı dizinden cerrahi işlem geçirmiş bireyler olarak belirlenmiştir. Ayrıca, hastane görüntüleme (PACS) sisteminde eksik kayıt veya görüntüsü bulunan hastalar da çalışma dışı bırakılmıştır. Tibial posterior eğim ölçümleri, MRG kesitleri üzerinde tibial longitudinal eksenin tanımlanması ve bu eksen referans alınarak medial ve lateral tibial platoların posterior eğimlerinin ayrı ayrı değerlendirilmesine olanak tanıyan yöntem kullanılarak gerçekleştirilmiş olup elde edilen veriler doğrultusunda gruplar arasındaki istatistiksel farklılıklar analiz edilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 398 hastanın 272’si (%68,3) erkek, 126’sı (%31,7) kadındı. Hastaların 173’ü (%43,5) sağ diz, 225’i (%56,5) sol dizdi. Yaş ortalaması 29,2 ± 6,9 olup, erkeklerde 28,7 ± 6,5, kadınlarda 30,2 ± 7,4 olarak hesaplandı. ÖÇB rüptürü bulunan gruplar (4, 5, 6 ve 7. gruplar) ile kontrol grubu karşılaştırıldığında, medial posterior tibial eğim (MPTS) ve lateral posterior tibial eğim (LPTS) açısından her iki parametre için de anlamlı farklılık tespit edilmiştir (p = 0.000). Bu bulgu, ÖÇB yaralanmalarının tibial eğim ile ilişkisini desteklemektedir. Menisküs yırtıkları açısından değerlendirildiğinde, MPTS açısından kontrol grubu (8.40 ± 4.28) ile kıyaslandığında, medial menisküs yırtığı (MMY) (9.97 ± 3.57), lateral menisküs yırtığı (LMY) (10.39 ± 3.22) ve her iki menisküs yırtığını içeren grup (MMY + LMY) (10.98 ± 3.75) anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Özellikle MMY + LMY grubunda bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p = 0.002). Ayrıca MMY grubu (p = 0.046) ve LMY grubu (p = 0.009) da kontrol grubuna kıyasla anlamlı fark göstermiştir. LPTS açısından kontrol grubunun ortalama değeri 5.99 ± 3,46 olarak ölçülmüştür. MMY grubunda bu değer 6.93 ± 3.61 olup, kontrol grubuyla istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p> 0.05). Ancak LMY grubunda LPTS değeri 9.38 ± 4,01 olarak ölçülmüş ve kontrol grubuna kıyasla anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p = 0.000). MMY + LMY grubunda ise LPTS değeri 7.42 ± 3.91 olup, kontrol grubuna göre anlamlı bir fark tespit edilmiştir (p <0.05). MPTS-LPTS farkı değerlendirildiğinde, kontrol grubunun ortalama değeri 2.41 ± 3,38 olarak bulunmuştur. Buna karşın, ÖÇB rüptürü ve lateral menisküs yırtığı (ÖÇBR + LMY) bulunan grupta bu fark 0.66 ± 3.02, ÖÇB rüptürü ile birlikte medial ve lateral menisküs yırtığı (ÖÇBR + LMY + MMY) bulunan grupta ise 0.63 ± 2.59 olarak ölçülmüştür. Diğer gruplarda kontrol grubuna göre MPTS-LPTS açısından anlamlı fark bulunmamıştır. Kontrol grubu ile 6. ve 7. gruplar arasında anlamlı derecede düşük olduğu gözlemlenmiştir. Bu farkın azalması, tibial platoların eğimlerinin birbirine yaklaştığını göstermekte olup, ÖÇB rüptürüyle birlikte lateral menisküs yırtıklarının varlığında bu farkın anlamlı derecede düşük bulunması çalışmamızın en önemli bulgusudur.
Sonuç: Çalışmamızda, MPTS-LPTS farkı açısından gruplar arasındaki değerlendirmede, özellikle ÖÇB rüptürü ile lateral menisküs yırtığının birlikte bulunduğu gruplarda (6. ve 7. gruplar) kontrol grubuna kıyasla anlamlı bir fark tespit edilmiştir (p = 0.007 ve p = 0.004). Ayrıca, lateral menisküs yırtığı (2. grup) ile kontrol grubu arasındaki farkın anlamlılığa yakın olduğu belirlenmiştir (p = 0.075). Bu bulgular, lateral menisküs yırtığı bulunan hastalarda MPTS-LPTS farkının azaldığını ve bunun önemli bir risk faktörü olabileceğini göstermektedir. Özellikle ÖÇB rüptürü ile birlikte lateral menisküs yırtığı bulunan hastalarda farkın belirgin şekilde düşük olması, tibial eğim asimetrisinin lateral menisküs yaralanmalarının oluşum mekanizmasında kritik bir rol oynayabileceğini göstermektedir.




















