Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 43
  • Öğe
    Hz. Peygamber'in müşriklerle yaptığı bazı andlaşmalar
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1986) Kapar, Mehmet Ali
    Hz. Peygamber'in İslâm'ı tebliği sırasında Mekke ve Medine'de muhtelif din mensuplarıyla münasebeti olmuştur. İslâm bir sulh dini olduğu için Rasûlüllah da muhataplarını İslâm'a davette daha çok andlaşma yolunu tercih etmiştir. Arabistan toplumunun ekseriyetle müşriklerden meydana geldiği dikkate alınırsa Hz. Peygamber'in de nübüvveti boyunca en çok müşriklerle meşgul olduğu görülür...
  • Öğe
    Hz. Peygamber'in ümmiliği
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1986) Önkal, Ahmet
    Hz. Peygamber'in hayatı boyunca okuma ve yazmayı bilip bilmediği, ta öteden beri tartışılmış bir meseledir. Elimizde bu konuya kesin ve son çözüm şeklini getirecek sarîh bir nass bulunmadığından bu tartışmalar günümüze kadar uzayıp gelmiş, âlimler arasında bazen oldukça sert münakaşalar cereyan etmiş, bu yüzden taraflar arasında ağır suçlamalar ve aşırı ithamlar yapılmış, bu arada özellikle müsteşrikler tarafından konu ve bu tartışmalar fırsat bilinerek İslâm'a ve O'nun peygamberine hücum ve iftiralarda bulunulmuştur. Yani çoğu kez, tartışma zemini olan bu meseleye peşin his ve hükümlerle yaklaşılmış, bunun tabiî bir neticesi olarak da peşinen kabul edilen bir sonuca varılmıştır. Biz, gözleri önünde belki de her gün vahyin yazılması, mektuplar, emirnâmeler, sulh antlaşmaları gibi binlerce yazışma cereyan etmiş bir peygamber ve âdeta okuma-yazma seferberliği ilân etmiş bir devlet başkanı olarak Rasûlüllâh'ın okuma yazmaya vâkıf olup olmadığı meselesini, tarihte bir hayli tartışma ve suçlamalara sebep teşkil etmiş nazik bir konu olmasına rağmen -katiyetle kesin ve değişmez bir neticeye varma iddiası taşımaksızın- objektif bir şekilde araştırmaya şâyân görüyoruz.
  • Öğe
    İbrahim, Mahmood. Merchant Capital and Islam. University of Texas Press, Austin
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1994) Yüksel, Ahmet Turan
    Girişte çalışmasının amacını açık bir şekilde ifade eden yazar, Hz. Peygamber'in vefatından sonra Halifeliğin giderek geliştiğini, sosyal ve ekonomik alanlarda kökten değişikliklerin meydana geldiğini; bu değişikliklerin tarihi sürecin bir bölümü veya da yalnız doğrudan İslâm'a bağlı olarak meydana gelip gelmediği gibi konulan ele alacağını ifade etmiştir.
  • Öğe
    Yakın Doğu’da ticaret merkezleri ve panayırlar
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1994) Yüksel, Ahmet Turan
    Bu çalışmamızda islam öncesi Arabistan ve panayırları, H. IV/M, X. yüzyıl sonuna kadar önemli ticaret merkezlerinden Mekke, Bağdad ve Basra ile Fatımiler dönemi Mısır üzerinde duracağız.
  • Öğe
    Hz. Peygamber döneminde Bey‘at
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1994) Kapar, Mehmet Ali
    Hz. Peygamber davet görevine başladığı ilk günden itibaren muhataplarına islam'ı bildirmiş. buna mukabil din ve millet ayırımı gözetmeden Müslüman olanlara kucak açmış imkan nisbetinde onların 'bütün ihtlyaçlarını karşılamaya çalışmıştır. Ancak buna mukabil Müslüman olanların Müslümanlığını kabul etmiştir.
  • Öğe
    Mevlevi Derviş Ahmet Dede’nin et-Tuhfetu’l-Behiyye adlı eseri ve çevirisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1994) Kayaoğlu, İsmet
    Evliya menkıbelerinin kültür tarihimizdeki yerine çeşitli vesilelerle yazarlar ve menkıbe yayını hazırlayanlar tarafından temas edilmiştir. Orta Asya Türk kültüründe Manas, Ergenekon v.b. gibi destan'lar geleneğinin islam dininin bu toplum ve alanlarda yayılmasından sonra menakıbe name türüne dönüştüğüne şahid olmaktayız.
  • Öğe
    İslâm’da bey‘at (Seçim usulü)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1991) Kapar, Mehmet Ali
    Alışverişin zıddı olan el-Bey'at karşılıklı anlaşmak ve akidde bulunmak anlamına gelmektedir. İtaat, ahid ve akid anlamına gelen e-Bey'at iki taraf arasındaki anlaşmanın ortaya çıkması, iki tarafın herhangi bir şeyi değiştirilmeleri ve karşılılklı rızadır
  • Öğe
    Ensâb’la ilgili eserler
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1991) Önkal, Ahmet
    Bir önceki yazımızda Araplarda ensab ilminin doğuşu. islamın ensab ilmine ve lslam Tarihi açısından ensab ilminin önemi üzerine durmuştuk. Bu araştırmamızda ise tarihi seyri içerisinde ensab ilminin gelişimi ve ensabla ilgili eserleri tespit etmeye calışacağız.
  • Öğe
    Hz. Peygamber’in savaşlarına genel bir bakış
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1990) Kapar, Mehmet Ali
    Hz. Muhammed'in Medine'ye hicretinden sonra devlet hüviyeti kazanan islam toplumu içtimai, siyasi, iktisadi vb. konulardaki haklarını müdafaa ile davet mevzuunda yeni bir döneme girmiştir. Cihad ayetinin nüzulüne kadar harp etmeyen Hz. Muhammed, müşriklere karşı harp yapıl­masını isteyenlere de sabır tavsiye etmiştir.
  • Öğe
    Günümüzde din ihtiyacı ve din eğitimi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1990) Cilâcı, Osman
    Din, fert ve toplum için fıtri bir müessesedir. Hak dinlerde bu vakıa, insanın ruhuyla sezdiği, aklı selimiyle kabul ettiği ilahi kanunlar manzumesi olarak ele alınmaktadır.
  • Öğe
    Araplarda ensâb ilmi ve islâm tarihi açısından önemi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1990) Önkal, Ahmet
    İslâm öncesi Arap toplumunda gelişmiş, şûbe lere ayrılmış ve tedvin edilmiş ilimlerden söz etmek elbette mümkün değildir. Ama bu, Ahmed Emin'in iddia ettiği gibi (1) Câhiliye Araplarında ilim ve felsefenin eser ve tesirlerinin hiç bulunmadığına da delâlet etmez.
  • Öğe
    Yavuz Sultan Selim'in Şam'da yaptırdığı ilk Osmanlı vakfı ve vakfiyesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1986) Ceylan, İbrahim
    Osmanlı vakıf müesseselerinden bilhassa Harameyn ve Suriye vakıfları hakkında şumüllü bir araştırma maalesef yok gibidir. Bunun nedeni kaynak ve dökümanların olmayışından ziyade, mezkür konu üzerinde bilim adamlarımızın bigâne kalmış olmalarından olsa gerektir. Halbuki, arşivlerimizde hassaten Başvekalet ve Topkapısarayı arşiv hazinesinde, bu konuyla ilgili yüzlerce elyazmaları (manuscripts) ve çeşitli tarihi vesikalar mevcuttur. Bu nedenle, Ortadoğunun merkezi sayılan Harameyn (Mekke-Medine) ve Suriye'deki vakıflar hakkında derin bir ilmi çalışmaya cidden büyük ihtiyaç vardır. İtiraf edelimki bu bir kişinin değil, entellektüel seviyede bir ilim heyetinin işidir. Buhususta anakaynak ve materyaller boldur. Mevcut, sanat ve mimari eserler, camii, mescit, mektep, medrese, han, hamam, imarethaneler, kervansaraylar, sebil ve çeşmeler, vakfiye veya vakıf-nameler, kitabeler, şeriye sicilleri, tahrir veya tapu defterleri, evkaf kütük kayıtları, muhasebe, tamirat, inşaat, temlik, tayin ve tevcihat defterleri, vakıflar hakkında yazılmış kadı raporları, sultanların hüküm ve fermanları, sürre defterleri, muasir tarihler, seyahat nameler, mimarların hatıratı, arkeolojik kazılar, özel araştırma ve etütler vardır... İşte, elimizdeki vakfiye bunlardan biridir. Ümit ederiz ki konumuza bir nebze olsun ışık tutacaktır. Bu araştırma, Yavuz Sultan Selim'in (1512-1520) Şam'da yaptırdığı ilk Osmanlı vakfına ait bir vakfiye'nin tanıtılması ve vakfın kuruluşu hakkında kısa bir etüttür.
  • Öğe
    Abdülbaki Arif Efendi'nin Mi'raciyyesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 1986) Ayan, Hüseyin
    Kur'ân-ı Kerim'in İsrå sûresinde haber verdiği ve bütün Müslümanların inandığı Mi'râc hâdisesi, İslâm ilim dünyâsını yakından ilgilendirmiş, gerek vukûu, gerek şekli üzerinde nakle ve akla dayanan görüşlerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Mi'racın ulviliği bütün Müslüman milletlerin edebiyatlarına bitmez, tükenmez bir ilham kaynağı olmuş, Türk-İslâm edebiyatına nazmın her şeklinden meyvelerini vermiştir. Şairler, nâzımlar, edipler ve kendinde Mi'râc konusunu yazma gücünü bulanlar, ''İsrâ''yı işlemişlerdir. Mi'râc'ın şiirde bir remiz ve mazmûn olarak kullanılması gayet yaygındır. Kaside ve gazelde bunun örnekleri saymakla bitmez. Büyük ve küçük mesnevîlerde ise ''Mirâc''a ayrılan bölümler vardır. Şairler arasında, divanını ''Mi'râc''la süslemeyen yok gibidir. Eli kalem tutanlardan bâzıları da ''Mi'râciyye''lerin toplandığı mecmüalar meydana getirmişlerdir. Mi'râciyye'lerin toplandığı mecmûalar arasında şöhret bulanlardan birisi Süleymaniye (Hamidiye) Kütüphanesinde 1200 numara ile kayıtlı ''Mecmû'a-i Nü'ût-i Nebeviyye''dir. 174 yapraklık bu mecmûanın 112b-148b sahifeleri ''Mi'râciyye''lere ayrılmıştır. Mecmuûadaki ''Mi'râciyye''lerin başında Abdülbâki Arif Efendi'nin (112b - 120a) sahifelerini kaplayan mesnevîsini görürüz. Ardından gelen yapraklarda Nâdiri'nin (120a - 121b), Riyâzi'nin (121b-123b), Sâbit'in (123b-126a), Atâyi'nin (126a - 127b) kasidelerini; Neşâti'nin (127b- 128b), Atâyi'nin (128b-132b), (132b-134a) ve (134a - 135a) olmak üzere üç, Fuzuli'nin (135a - 136a), yine Atâyî'nin (136a - 137a), Azeri'nin (137a - 138a), şairi belli olmayan (138a - 140a), Yahyâ'nin (140a - 141a), Hâleti'nin (10-142b), Cenâni'nin (142b-144a), şâiri belli olmayan (144a-145b) mesnevisi, Yahyâ'nın (145b-147a) ve (147a-148b) sahifeleri arasındaki mesnevileri vardır. Bunların hepsi de ''MI'RACİYYE''dir. Mecmuada toplanan ''19 Miraciyye'' arasında, Abdülbâki Arif Efendi'nin Mi'raciyyesi şekil bakımından olduğu kadar muhtevâ yönünden de üzerinde durmağa değer.
  • Öğe
    II. Abdülhamid’in tanzimat dönemi Maarif Nazırı Münif Paşa’nın siyaset tasavvuru
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2022) Gürman, Sadettin
    Münif Paşa (1830-1910) Tanzimat devrinin siyasî ve kültürel konjonktüründe yetişen Osmanlı Devleti’nin modernleşmesi ve batılılaşması süreçlerinde siyasal, kültürel ve eğitimsel etkinliklerde, kritik görevler alan entelektüel bir isim olarak karşımıza çıkar. O, batının hızlı tekâmülü karşısında gerileyen Osmanlı Devleti’nin yüzleşme ve hesaplaşma sürecinde gerçekçi tavrı, dirâyetli duruşu, teknik önerileri ve raporlarıyla siyaset, eğitim ve düşünce dünyamızda mühim bir yer işgal eder. Münif Paşa doğu-batı karşılaşmasında içe dönüp yüzleşmemizi en rasyonel bir biçimde izleyebildiğimiz şahsiyetlerden biridir. Kendisi Sultan II. Abdülhamid Han tarafından zor zamanlarda üst seviye görevlere atanmıştır. Bu görevlerden biri olan Maârif Nâzırlığı vazifesinden olsa gerek daha çok eğitimci kişiliği ile tanınan Münif Paşa, içinde bulunduğu çalkantılı dönemin siyasî sorunları hakkında da imâl-i fikirde bulunmuştur. Ancak bu siyasî yönünün daha ziyade geri planda kaldığı görülmektedir. Oysa o, maarifi sadece okur yazarlık faaliyeti olarak görmemiş insan yetiştirmenin de ötesinde hedeflere namzet telakkî etmiştir. Münif Paşa’ya göre maârif terakkînin anahtarı, milletçe terakkî kurtuluşun reçetesidir. Bu doğrultuda ilk sıraya pozitif bilgiyi koyarak eğitimi yaygınlaştırmayı, bilgi edinmeyi ve bilinç kazanmayı amaçlamış böylece milletçe terakkîyi gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. Bu yöndeki gayretleri ilk cemiyet çalışmaları, ilk mecmua çalışmaları ve ilk felsefi çeviriler gibi öncü çalışmalarla bezelidir. İlim ve fikir dünyasına ait izleri ve sosyal hayata yansımalarını matbuatında, çevirilerinde ve hatıratında bulmak mümkündür.
  • Öğe
    Şî’î Müfessir Tabâtabâî’nin Mübhemâtü’l - Kur'ân yaklaşımı
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2021) Erkoç, Hatice
    Kur'ân-ı Kerîm’de kişi, olay, yer, zaman ve mekân isimlerinden genel geçer olarak bahsedilmiş, teferruata evrensellik gereği girilmemiştir. Ancak Kur'ân-ı Kerîm’in muhatapları mübhem ayetleri aydınlatmak için günlerce, yıllarca uğraş vermiştir. İlk zamanlarda merakla başlayan bu çabalar zamanla şahsi görüş belirtmeye, israiliyyât vasıtasıyla kapalılığı gidermeye kadar vardırılmış, daha da ileri gidilerek siyasî fırkaların kendi meşruiyetlerini sağlama zeminine dönüştürülmüştür. Mübhemâtı farklı yorumlayan Tabâtabâî, bir filozof olmasının yanı sıra, Şiî geleneği temsil eden çağdaş bir müfessirdir. On dört asırlık Şî’a geleneği ile İslâmî bilimler ve modern bilimleri; kelâm, fıkıh, tasavvuf vb. ile felsefe, tarih, psikoloji, sosyolojiyi vb. bir araya getirmeyi tahlil-terkipteki yüksek muvaffakiyetiyle başarmış, farklı düşünce ve yaklaşımlar arasında köprüler kurabilmiştir. Tefsiri, el-Mîzân, birçok ilim dalında açıklamalar yapması sebebiyle ansiklopedik özellik taşıyan bir tefsirdir. el-Mîzân’ın en önemli özelliği Kur’ân’ı Kur’ân ile tefsir etme metoduyla yazılmış olmasıdır. el-Mîzân’da İmâmiyye - İsnâ Aşeriyye inanç esaslarını savunan Tabâtabâî, tefsirinde bazı ayetleri siyak-sibakından kopararak Ehl-i Beyt’le alakalandırmıştır. Kur'ân’ı, mübhem ayetleri tefsir ederken akidesini Kur'ân’a onaylatma yoluna gitmiştir. Tabâtabâî’nin, mübhemât hususunda genel olarak mezhebi ile benzer görüşleri paylaşmakta olduğu, ayetleri tarihsel ve metinsel bağlamından kopararak birçok kapalı bırakılan hususu, mezhebî akideleri doğrultusunda Hz. Ali, Ehl-i Beyt, imâmet ile yorumladığı görülmektedir
  • Öğe
    Uluslararası ilişkiler bağlamında Hz. Muhammed’in gayrimüslim unsurlarla olan ilişkilerindeki örnekliği
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2019) Kapar, Mehmet Ali
    Devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin tümünü içine alan ve çoğu zaman dış politika kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılagelen diplomasinin kökenlerini çok eskilere kadar götürmek mümkündür. Diplomasi, topluluklar arasındaki ilişkilerin mümkün olduğunca barışçıl yöntemler ve müzakereler yolu ile çözülmesini hedef alır. Temel görevleri arasında yeryüzünde hakkı, iyiliği, barışı ve adaleti sağlamak olan peygamberler, kendisine inanan insanlar ile diğer topluluklar arasında ilişkilerini bu doğrultuda düzenlemeye çalışmışlardır. İslam dininin peygamberi olan Hz. Muhammed de Medine’ye hicretinin akabinde meydana getirdiği İslam toplumu ile diğer toplumlar arasındaki ilişkileri bahsedilen ilkeler üzerine bina etmeye çalışmış, gayri müslim unsurlar ile ilişkilerde uygulanacak siyasetin temellerini de şekillendirmiştir. Günümüz İslam toplumlarının yöneticileri, dış ilişkilerinde bunları göz önünde bulundurmalıdır. Hz. Peygamber, gayri müslimler ile olan münasebetlerinde mutlaka iletişimi sürdürmüş, onlardan kendisini soyutlayarak yalnızlaştırmamış, İslamiyet’i tebliğ etmek, barış imzalamak, Müslümanların güvenliğini tesis etmek, ticaret yapmak ve Müslümanlara yapılan kötü muamelelerin tazminini sağlamak gibi birçok nedenle onlarla irtibata geçmiştir. Mekke döneminde ihtiyaç hâlinde çevresindeki zora düşen Müslümanların hicret etmesine izin vermiş, onların güvenliklerini sağlamak için gerekli tedbirleri almıştır. Yine devlet sınırlarının fetihlere paralel olarak genişlediği ya da sefere çıkıldığı dönemlerde de hem merkezde hem de diğer bölgelerde önce güvenliği sağlamaya önem vermiştir. Bu çalışmada Hz. Muhammed’in gayri müslim unsurlar ile ilişkileri ve bu esnada izlediği temel ilkeler, onun örnekliği çerçevesinde ortaya konulacaktır.
  • Öğe
    Karacaoğlan’ın şiirlerinde dinî ve tasavvûfî kavramlar
    (2016) Atik, Hikmet
    XVII. yüzyılın önemli saz şairlerinden Karacaoğlan; hakkında yapılan birçok araştırma, bilimsel yayın bulunmasına ve söylemiş olduğu şiirleri türkü olarak dilden dile dolaşmasına rağmen hayatı ile ilgili kesin bilgilere sahip olamadığımız bir şairdir. Araştırmacılar, şairin Toroslar ve Güney Anadolu'da, özellikle Adana, Maraş, Antep dolaylarında yaşadığını söylemekle beraber, Kırşehir, Kilis ve Rumeli'de de yaşamış olabileceğini söyler. Karacaoğlan 500 civarında olan şiirleriyle halk şairleri arasında çok büyük bir şöhrete sahiptir. Şiirlerinde sade bir dil ile söyleyiş ve mahallî unsurları ustalıkla kullanma özelliği de öne çıkmaktadır. Karacaoğlan'ın şiirlerdeki hâkim özellik şairin tabiata, dış dünyaya ve özellikle gittiği her yerde âşık olduğu sevgilisinin güzelliğini büyük bir samimiyetle dile getirmesidir. Karacaoğlan'da pek çok halk şairinin ulaşamadığı bir seviyede âşık edebiyatının en belirgin özelliklerinden biri olan irticali söyleyiş yeteneği bulunmaktadır. Onda yine sade bir dil ile söyleyiş ve mahalli unsurları ustalıkla kullanma özelliği de öne çıkmaktadır. Şiirlerinde dinî motiflere çok az yer vermiş olduğu iddia edilse de, yaptığımız bu çalışmada onun birçok dinî kelime, kavram ve motifi samimi bir söyleyişle kullandığını gördük. Karacaoğlan, mutasavvıf şairler kadar olmasa da şiirlerinde, Allah, melek, kitap, Kur'an, peygamber, âhiret, ölüm, cennet, cehennem ve sırât gibi kelime ve kavramları işlemiştir. Çalışmamızda Karacaoğlan'ın şiirlerini tek tek ele alıp incelemek suretiyle bu dini kavramları nasıl kullandığı ele alınıp anlatılacaktır.
  • Öğe
    Tarihte İslam dünyasını hedef alan Viking saldırıları
    (2015) Dadan, Ali
    Vikingler Ortaçağ tarihinde büyük bir rol oynamışlardır. VIII. yüzyılın sonlarında anavatanları İskandinavya'dan çıkan Vikingler tüm Avrupa'yı yağmalamaya ve yakıp yıkmaya başladılar. Vikinglerin yağma ve istilalarına İslam dünyası da maruz kalmıştır. Bu nedenle Endülüs üzerine Vikinglerin bir takım istila hareketlerinde bulundukları görmekteyiz. Nitekim Vikinglerin İslam dünyasına beş kez saldırı düzenlediklerini tespit edebildik. Bunların dört seferi Endülüs üzerine bir seferi Hazar Denizi ve çevresine yapılmıştır. İslam Tarih kaynaklarında Vikingler için Mecûs ve Rûs ifadelerinin kullanıldığını görmekteyiz. İki farklı kullanılışın sebebi Normanlar ile Varegler'i birbirinden ayırmak olmalıdır. Normanlar söz konusu edilirken Mecûs kullanılırken, Varegler'den bahsedilirken Rûs kullanıldığını görürüz. Bu makalede Vikinglerin İslam dünyasına düzenlemiş olduğu beş saldırının üzerinde durularak ayrıntılarla bahsedilecektir.
  • Öğe
    Saraybosna İsa Bey Camii ve haziresindeki bir grup mezar taşı
    (2016) Utlu, Eyüp; Yıldırım, Mustafa
    Türk mezar taşları, tarihimizin en sessiz şahitleridir. Mezar taşlarımız, mimari varlıklarımız içerisinde bir dünya mirasıdır. Türkler tarih sahnesinde var olduklarından beri mezar taşlarına çok önem vermişlerdir. Mezar yerleri kaybolmasın diye bunlara belli işaretler koymuşlardır. Bu işaretleri zaman içerisinde amaçlarına yönelik olarak kullanmışlardır. Anıt mezar geleneği Türklerin İslamiyet'i kabulünden sonra da devam etmiştir. Türbe, kümbet tipi anıt mezarlar yapmışlardır. Mezar taşları yapıldıkları çevrenin ve dönemin inançlarının, sanat geleneklerinin, iktisadi ve sosyal şartlarının ortak ürünüdür. Ayrıca mezar taşları, eski Türk şehirlerinin geçmişine şahitlik eden birer belge niteliğindedir. Kitabelerinde yer alan bilgilerin yanı sıra süsleme özellikleri açısından da büyük önem teşkil eden mezar taşları, gün geçtikçe çeşitli faktörlerden dolayı yok olmaktadır. Bilinçli çalışmalar sonucunda, mezar taşları günümüze ulaşan birer kaynak niteliğindedir.Bu çalışmada; üzerine çok sınırlı araştırma yapılan Bosna Hersek'in başkenti olan Saraybosna'da bulunan, İsa bey camii haziresinde ki bir grup mezar taşının incelenip kayıt altına alınması, İsa Bey Camii ile ilgili bilgilerin araştırılması ve kayıt altına alınması öncelikli amacımızdır.
  • Öğe
    Şanlıurfa Ulu Cami Haziresi mezar taşlarında bulunan şiirler
    (2018) Atik, Hikmet
    Tarih boyunca her toplumun sahip olduğu farklı dini inançları vardır. Buinançlar o toplum üzerinde çok önemli etkilere sahiptir. Ölü defnetme ve mezargeleneği de bu inançların şekillendirdiği davranış şekillerinden oluşmaktadır.Türklerin İslâmiyet’i kabulü ile ölü defnetme ve mezar geleneği çok önemliaşamalar göstererek günümüze kadar gelmiştir. Osmanlı dönemine aitmezarlıklar ve mezar taşları da Anadolu için bir tapu niteliği taşımakla berabergerek mimarisi gerekse sanatsal yönü ile araştırmacıların ilgisini çekmektedir.Bu mezar taşlarındaki kitâbeler hem ihtiva ettiği yazı hem de yapıları itibariylede sanat ve estetiğin konusu olmuşlardır. Sahip oldukları çok ince taş işçiliği,farklı formlarda olan başlıkları, taşıdıkları edebî ifadeler, üzerlerinde bulunanher biri Divan Edebiyatı için de önem arz eden şiirler ve yazı sanatının çok güzelörnekleri bu taşları değerli kılmaktadır. Türk Edebiyatı sahasında Nâbî’yiyetiştiren Sanlıurfa, onun kadar şairliği güçlü olmayan ama dîvân tertib edecekkadar şiirleri bulunan Abdî, Şevket, Mihrî ve Kıratoğlu Emîn gibi birçok şairyetişmiştir. Bu şairler tarafından kaleme alınan şiirler mezar taşlarınaişlenmiştir. Bu makale, Divan edebiyatı için değerli olduğunu düşündüğümüzmezar taşlarına işlenmiş şiirleri günümüz araştırmacıları ile paylaşılmakamacıyla hazırlanmıştır.