Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 98
  • Öğe
    Kardiyak cerrahi yapılan hastalarda arteriyel stiffness değerinin hemodinamik parametrelerle ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2023) Aydemir, Mustafa; Sarkılar, Gamze
    Amaç: Genel anestezi indüksiyonu ile cerrahi başlangıcı arasındaki sürede daha çok görülen hipotansiyon hem kardiyak hem de kardiyak dışı cerrahi yapılan hastalarda olumsuz sonuçlarla ilişkilidir. Çalışmamızın amacı doppler ultrasonografi (USG) ile karotis/femoral nabız dalga hızı ölçümlerinden elde edilen arteriyel stiffness (sertlik) değerinin kardiyak cerrahi yapılan hastalarda başlıca hipotansiyon olmak üzere hemodinamik parametreler, hastanede ve yoğun bakım ünitesinde kalış zamanı ve mortalite ile ilişkilerinin incelenmesidir. Yöntem: Çalışmaya kardiyak cerrahi yapılacak 121 hasta dahil edildi. Hastalara rutin monitörizasyona ek olarak USG’nin 3 lead elektrokardiyogram (EKG) kabloları da bağlandı. Ölçüm öncesi tüm hastalara sedasyon uygulandı. Supin pozisyonda sağ ana karotis arter ve femoral arterden doppler akım ölçümleri ile karotis/femoral nabız dalga hızı elde edildi. USG M modu ile sağ ana karotis arter ve internal juguler ven (İJV) maksimum ve minimum çap ölçümleri yapıldı. Parametreler arteriyel sertlik, sertlik indeksi, İJV kollapsibilite indeksi ve İJV/karotis indeksi olarak belirlendi. Nabız dalga hızı ölçümleri için hem ana karotis arter hem de femoral arterde doppler dalgasının başlangıç noktası ile EKG’de R dalgası arasındaki gecikme süresi belirlendi. Daha sonra görüntülemenin yapıldığı ana karotis arter ve femoral arter arası mesafe ölçüldü. İki nokta arasındaki mesafe gecikme süresi ile oranlandı. Üç ardışık dalga üzerinde ölçümler yapılarak ortalaması alındı. Elde edilen sonuçlar nabız dalga hızı metre/saniye olarak nitelendirildi. Bu değer arteriyel sertlik derecesi olarak kabul edildi. USG M mod ile ana karotis arter ve internal juguler ven maksimum ve minimum çaplarından sertlik indeksi, İJV kollapsibilite indeksi ve İJV/karotis indeksi hesaplandı. Tüm hastalara standart anestezi indüksiyonu sağlandı. Hipotansiyonu tanımlamak için çeşitli sistolik arter basıncı ve ortalama arter basıncının mutlak ve bazal eşik değerlerinde azalma kullanıldı. Operasyon boyunca hemodinamik yanıt analizleri vazoaktif inotropik skor (VİS) ile yapıldı. Postoperatif hastanede, yoğun bakım ünitesinde kalış süreleri ve mortalite oranları da kaydedildi. Bulgular: Arteriyel sertlik ile yaş ve minimum karotis çapı arasında ve sertlik indeksi ile bazal sistolik arter basıncı ve minimum karotis çapı arasında zayıf korelasyon görülmüştür (p˂0,05). Arteriyel sertlik, sertlik indeksi ve İJV/karotis indeksi parametrelerinin mortalite üzerindeki etki düzeyleri incelenmiş ve anlamlı bir etki profili veya anlamlı bir prediktif özellik tespit edilmemiştir (p>0,05). Arteriyel sertlik değerinin hipotansiyon üzerindeki etki düzeyleri ve hipotansiyona yönelik prediktif kabiliyetleri analiz edilmiş, parametrelerin her biri için ayrı ayrı olarak lojistik regresyon analizi gerçekleştirilmiştir. Hipotansiyon için belirlenmiş sınırlar baz alınarak yapılan incelemelerde parametrelerde anlamlı bir etki düzeyi ve/veya prediktif özellik görülmemiştir (p>0,05). Eksitus olan hastalarda toplam vazoaktif inotropik skor (p=0,012) ve yoğun bakım ünitesinde kalış süreleri (p=0,019) daha yüksek olarak görülmüş ve anlamlılık teşkil etmiştir. Sonuç: Kardiyak cerrahi hastalarında yapılan bu çalışmada USG ile değerlendirilen arteriyel sertlik, sertlik indeksi, İJV/karotis indeksi ve İJV kollapsibilite indeksi ile hipotansiyon, yoğun bakım ünitesinde ve hastanede kalış süreleri ve mortalite arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Arteriyel sertlik ölçümünde USG kullanımı ve arteriyel sertlik değerinin hemodinamik bir indeks göstergesi olarak kullanılabilmesi için daha geniş kapsamlı, prospektif, randomize kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Total Abdominal Histerektomi Yapılan Hastalarda İntraoperatif Ketamin İnfüzyonu Ve Deksketoprofen Uygulamalarının Akut Postoperatif Ağrı Ve Kronikleşen Ağrı Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Karakaya, Hatice Betül; Reisli, Ruhiye
    Amaç: Bu çalışma ile total abdominal histerektomi cerrahisi geçiren hastalarda intraoperatif kullanılan ketamin ve dekstketoprofen ile; oluşacak akut ağrıyı azaltmayı, intraoperatif opioid kullanımını azaltarak hiperaljezi ve nöropatik ağrı geli şme insidansını azaltmayı, iki ajanın akut ve kronikleşen ağrı üzerine etkilerini karşılaştırmayı amaçladık. Yöntem: Etik Kurul onayı alındıktan sonra ASA 1-2 grubunda yer alan, VKİ<30 olan, 18-65 yaş aralığında toplam 96 hasta; deksketoprofen (D), ketamin (K) ve ketamin-deksketoprofen (K-D) olmak üzere randomizasyon yöntemi ile 3 gruba ayrıldı. Kontrol grubu yoktu. Rutin genel anestezi monitörizasyonu yapıldı giriş değerleri kaydedildi ve tüm hastalara rutin genel anestezi yöntemi uygulandı. 0,5-1 MAC sevofluran inhalasyonu ve 0,1-0,25 μg/kg/dk remifentanil infüzyonu ile idame sağlandı. Tüm hastalara postoperatif analjezi için 1 mg/kg tramadol uygulandı ve antiemetik uygulandı.1.Grup (ketamin)’a rutin anestezi uygulamalarına ek olarak indüksiyon aşamasında 0,25 mg/kg ketaminbolus yapıldı, cerrahi kesiden önce 5mcg/kg/dk ketamin infüzyonu açıldı. 2.Grup (deksketoprofen)’a indüksiyon aşamasında 0,25mg/kg ketamin ve 50 mg=2ml deksketoprofen bolus yapıldı, cerrahi kesiden önce 5mcg/kg/dk ketamin infüzyonu açıldı. 3.Grup (ketamin-deksketoprofen)’a indüksiyon aşamasında 2 ml serum fizyolojik, 50 mg deksketoprofen bolus yapıldı, serum fizyolojik infüzyonu açıldı. Cerrahi sonunda cilt kapatmaya geçilirken ketamin infüzyonu sonlandırıldı. Hastaların intraoperatif 1-5-30- 60.dakikadaki tansiyon, nabız, satürayon değerleri, toplam remifentanil - sevofluran tüketim miktarları kaydedildi. Postoperatif tüm hastalara tramadol ile hazırlanmış hasta kontrollü analjezi cihazı takıldı. Postoperatif ilk 24 saat VAS (Visual Analog Scale ) değerleri ve ilaçlara bağlı gelişen yan etkiler kaydedildi. Hastalarla telefon görüşmesi yapılarak tüm hastaların postoperatif 1-2-3.ay ağrısı DN4 (Doluer Neuropathique 4 Questions) kriterlerine göre sorgulandı. Bulgular: Hastaların demografik verileri gruplar arası karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. (p>0,05) Postoperatif VAS skorları gruplar arasında karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı. (p<0,05) Postoperatif 1 gün boyunca yapılan takipte 1-4-8-12-24. saatlerde grup 3 (deksketoprofen) hastalarında ketamin infüzyonu yapılan grup 1-2 ye göre genelde VAS skoru yüksek bulundu. Grup 2 (ketamindeksketoprofen) ‘de ise VAS skoru grup 1-3 e göre anlamlı daha düşük seyretti. ( p<0,05) Toplam cerrahi süresi ve toplam anestezi süresi gruplar arasında karşılaştırıldığında anlamlı fark yoktu. (p>0,05) Toplam remifentanil, sevofluran, ketamin miktarı grup 1-2-3 arasında karşılaştırıldığında elde edilen sonuçlar istatiksel olarak anlamlı bulundu. (p>0,05) Postoperatif 1. ayda nöropatik ağrı açısından gruplar karşılaştırıldığında DN4 skoru ketamin grubunda (grup 1) anlamlı en düşük bulundu. Grup 1 (ketamin) ve grup 3 (deksketoprofen) 1.aydaki DN4 skorları karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bulundu. (p<0,05) Tüm gruplarda postoperatif 1.ay ve 3.aydaki DN4 skoru karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bulundu. (p<0,05) Sonuç: İntraoperatif subanestetik dozda ketamin postoperatif akut (VAS) ve kronik ağrı (DN4) skorlarını düşürerek ağrı gelişme insidansını azalttı; deksketoprofen ile birlikte kullanıldığında bu etki daha güçlüydü. Aynı zamanda intraoperatif uygulanan ketamin,
  • Öğe
    Akut herpes zoster geçiren diabetes mellitus'lu hastalarda immünolojik belirteç seviyelerinin postherpetik nevralji gelişimindeki etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Demiralp, Numan; Uzun, Sema Tuncer
    Amaç: Nöropatik ağrı somatosensöriyel sistemin bir lezyonu veya hastalığından kaynaklanan bir ağrıdır ve patogenezi halen net olarak ortaya konulamamıştır. Tüm dünyada yapılan son çalışmalar immünolojik mekanizmaların etkin rol oynadığını düşündürmektedir. Bu çalışmada Akut Herpes Zoster (AHZ) geçirmekte olan hastalarda, bir nöropatik ağrı sebebi olan Postherpetik Nevralji (PHN)’ ye ilerlemesinde immün mekanizmaların rolü ve Diyabetes Mellitus’ un immün belirteçler üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Yöntem: Akut Herpes Zoster sonrası nöropatik ağrısı olan 20 hasta çalışmaya alındı. Diyabetes mellitusu olan 10 hasta grup I ve diyabetes mellitusu olmayan 10 hasta grup II olarak iki gruba ayrıldı. İlk başvuru anında hemogram, C- Reaktif Protein (CRP), sedimentasyon (ESR), hemoglobin A1c, kan glukozu ölçümleri çalışıldı. Aynı kan örneklerinden, immünolojik belirteç seviyeleri çalışıldı. Hastalar düzenli aralıklarla kontrollere çağırılarak 3. aydaki kontrol muayenesinde alınan kan örneklerinde kontrol kan değerleri ve immünolojik belirteç seviyeleri çalışıldı.Hastaların ağrı şiddetini ölçmek için nümerik derecelendirme skalası (NRS), ağrının uykuya etkisini ölçmek için uyku interferans skorlaması (SIS) ve nöropatik ağrının değerlendirilmesinde DN4 ağrı skorlaması kullanıldı. Çalışmamızda nöropatik ağrının oluşumunda ve kronikleşmesinde immünolojik mekanizmaların rolünü değerlendirmek amacıyla literatüre uygun olarak, CD3+, CD4+, CD8+, T regülatuar (Foxp3), NK (defektif, sitotoksik ve regulatuar subünitleri) NK CD56 (bright ve dim subünitleri) ve NK CD57 hücre düzeyleri çalışıldı. Bulgular: Çalışmamıza alınan grup I ve II deki hastaların demografik özellikleri benzerdi. Rutin laboratuvar tetkikleri arasında grup II’ deki hastaların tedaviyle crp ve sedimentasyon (ESR) değerleri anlamlı olarak azalırken; diyabetik grupta anlamlı değişim olmadı. İmmünolojik belirteçlere bakıldığında ise grup I ve II’ deki hastaların değerleri kıyaslandığında NK defektif subset başlangıç anında ve tedavi sonunda çalışılan değerler istatistiksel olarak farklıydı. Grup içinde başlangıç ve 3.aydaki immün belirteç değişimlerine bakıldığında ise; diyabetik grupta CD3+, CD4+, CD8+ değerleri tedaviyle anlamlı olarak azalırken, diyabetik olmayan grupta NK hücre alt grupları olan defektif subset ve regülatuar subset değerleri anlamlı olarak azaldı. Bunun dışındaki grup I ve II deki diğer immünolojik marker seviyelerin değişimi istatistiksel olarak anlamlı değildi. Sonuç: Çalışmamızda diyabetes mellitus varlığının, zona ağrısının kronikleşerek postherpetik nevraljiye dönüşmesinde ve sitokinler üzerinde etkisinin gösterilmesi hedeflenmiştir. Diyabetes mellitus varlığından bağımsız olarak hastalığın erken döneminde uygun tedavi başlanan hastalarda ağrının kronikleşmesinin önüne geçilebilir. Postherpetik Nevralji gelişen hastalarda diyabetes melltiusun immün belirteçler üzerindeki etkisinin araştırılması için daha geniş çaplı randomize prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. Ayrıca AHZ’ ye bağlı nöropatik ağrı semptomlarının kontrol altına alınmasında kullanılan gabapentinoid türü adjuvan ajanların sitokin düzeyleri üzerine inhibisyon yapma olasılığı da göz önünde bulundurulmalı ve sağlıklı kontrol grubunu da içeren geniş çaplı çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Konvansiyonel hemodiyaliz hastalarında volüm durumunun ve akciğer sıvısının akciğer ultrasonografisi ile değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Eseroğlu, Hacer; Gök, Funda
    Amaç: Son dönemböbrek yetmezliği (SDBY) ve anürisi olan hastalarda konvansiyonel hemodiyaliz (HD) ve ultrafiltrasyon (UF) en sık uygulanan tedavilerden biridir. Bu çalışmada HD ve UF uygulanan hastalarda akciğer ultrasonografisi (LUS) ve inferior vena kava (İVK) ölçümlerinin UF ile ilişkisinin ve hastaların sıvı durumu değerlendirilmesinde kullanılabilirliğinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmayaNEÜ MTF Hastanesi, İç Hastalıkları AD, Nefroloji Bilim Dalı, Diyaliz Ünitesinde SDBY tanılı, en az 6 aylık süre boyunca haftada 3 kez 4 saatlik HD uygulanan anürik, ultrafiltrasyon yapılan 40 hasta dahil edildi. Katılımcılar çalışma öncesinde, çalışma ile ilgili tüm detaylar hakkında bilgilendirildikten sonra yazılı aydınlatılmış onamları alındı. Ultrasonografik değerlendirme, hem LUS hem de İVK ölçümleri için supin pozisyonda HD’den hemen önce ve sonrasında yapıldı. LUS her hasta için her iki hemitoraks anterior,lateral ve posterior bölgede toplamda 12 alan taranarak gerçekleştirildi. Her bir alanda B çizgi algoritmaya göre puanlandı; 0: normal akciğer havalanması olacak şekilde 0’dan 3’e kadar tüm akciğer segmentlerine ayrı ayrı puan verilerek total B çizgisayısı hesaplandı. Her hasta için HD öncesi ve sonrası B çizgileri sayısındaki değişim delta B çizgisi olarak kaydedildi. İVK incelemesisubkostal yaklaşımla gerçekleştirildi. Ekspiryum (İVK maks) ve inspiryum (İVK min) sonrasında görüntü dondurularak çapları ölçüldü. Kollapsibilite indeksi (İVK-Kİ) = (İVK maks-İVK min)/İVK maks x 100 formülüne göre hesaplandı. Bulgular:Diyaliz öncesi Bçizgi sayısı, diyaliz sonrası B çizgi sayısından anlamlı olarak daha yüksekti(p <0,001). Diyaliz öncesi ve sonrası bakılan anterolateral B çizgi ve anterior B çizgi sayısı arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardı (p <0,001).UF miktarı ile diyaliz öncesi ve sonrası hesaplananB çizgisayısı değişimi arasında düşük orta derecede korelasyon vardı (p =0,014;r=+0,387). HD öncesi ve sonrası B çizgi sayısındaki değişim ile hastaların kilo değişimi arasında düşük orta düzeyde bir korelasyon vardı(p = 0,013, r=+0,389).Hastaların diyaliz öncesi İVK min ve İVK maksortalamaları diyaliz sonrası İVK min ve İVKmaksortalamalarına göre anlamlı daha yüksekti(p <0,001).HD öncesi İVK maks v ölçümü ile HD öncesi B çizgi sayısı arasında mükemmel derecede korelasyon saptandı (r=0,998, p<0,001).Diyaliz öncesi ve sonrası ölçülen İVK kollapsibilite indeksi ortalamadeğerlerinde anlamlı fark yoktu(p değeri=0,421). Sonuç:Bu çalışmada LUS ile belirlenen B çizgi sayıları ve İVK çap ölçümlerininhemodiyaliz öncesi değerlere göre hemodiyaliz sonrasında azaldığı belirlenmiştir. Bu parametrelerin hastanın fazla sıvı yükünün belirlenmesinde faydalı olabileceğini ve birlikte kullanılması gerektiğini düşünüyoruz.
  • Öğe
    Kalça kırığı cerrahisinde perikapsüler sinir grup bloğu ve quadratus lumborum bloğu yöntemlerinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Aslan, Mustafa; Kılıçaslan, Alper
    Amaç: Kalça cerrahisi için optimal postoperatif analjezik tekniği hala tartışmalıdır. Bu çalışmada total kalça protezi (TKP) cerrahisi geçiren hastalarda quadratus lumbroum bloğu (QLB) ile perikapsüler sinir grup (PENG) ve lateral femoral kutanöz sinir (LFKS) bloğunun analjezik etkinlik, kuadriceps motor koruma ve yan etkiler açısından karşılaştırılması amaçlandı. Yöntem: Bu prospektif çift kör çalışmada, yerel etik kuruldan onay alındıktan sonra TKP cerrahisi geçiren 80 hastaya (ASA I –III), 30 ml %0.25 bupivakain kullanılarak QLB (n=40) ve 30 ml % 0.25 bupivakain kullanılarak PENG (25 ml) ile LFKS (5 ml) bloğu (n=40) uygulandı. Spinal anestezi sonrası postoperatif multimodal analjezi rejimi uygulanan hastalarda birincil sonuç ölçütü grupların postoperatif morfin tüketimi olarak belirlendi. İkincil sonuçlar ağrı skorlarını (statik ve dinamik), kuadriceps kas gücünü, hasta memnuniyetini ve postoperatif komplikasyonların insidansını içermektedir. Bulgular: İlk 12 saatteki morfin tüketimi ve ağrı skorları açısından iki grup arasında anlamlı fark yoktu (p>0,05). PENG ve LFKS bloğu birlikte uygulanan hastalar QL bloğuna kıyasla 6.saatte daha yüksek kuadriceps kas gücüne ve 24.saatte daha az morfin tüketimi ve daha düşük statik ağrı skorlarına sahipti (p<0,05). Hasta memnuniyeti, dinamik ağrı skorları ve bloğa bağlı komplikasyonlar gruplar arasında benzerdi (p >0.05). Sonuç: PENG ve LFKS bloğu, TKP’den sonra daha uzun analjezi ve kuadriseps gücünün daha iyi korunmasını sağlar. Bununla birlikte, bu farklılıkların klinik olarak anlamlı olup olmadığını belirlemek için daha büyük örneklem boyutlarıyla daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Kardiyak cerrahide ketaminin antiinflamatuar etkisinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Atay, Turgay; Sarkılar, Gamze
    Amaç: Ketamin antiinflamatuar etkisi bilinen bir anestezik ajandır. Çalışmamızda kardiyak cerrahi hasta popülasyonunda intraoperatif ketamin infüzyonu ile bu özelliğin rutin immün-inflamatuar laboratuvar veri analizleri ile doğrulanıp doğrulanamayacağı test edildi. İntraoperatif parametreler, postoperatif ağrı skorları, analjezi gereksinimi ve hasta sonuçları üzerine etkileri araştırıldı. Yöntem: Toplam 160 hasta kontrol grubu (n=80) ve ketamin grubu (n=80) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Ketamin grubunda indüksiyonda (1 mg/kg bolus) ve operasyon boyunca (idamede) (2,4 mg/kg/saat infüzyon) ketamin verildi. Operasyon odasına alındıktan sonra sedoanaljezi yapıldı. Standart noninvaziv (elektrokardiyogram, periferik oksijen satürasyonu) ve lokal anestezi altında invaziv arteriyel kan basınç monitörizasyonları uygulandı. Düzeltilmiş vücut ağırlığına göre intravenöz anestezik ajanlar midazolam (0,1 mg/kg), fentanil (3 μg/kg), rokuronyum (0,6 mg/kg) indüksiyon ve remifentanil (0,1-0,3 μg/kg/dk) ve sevoflurane (0,5-1 minimal alveolar konsantrasyonda) idamede kullanıldı. Hemodinamik takipler bazal değerlerin %20 altında ya da üstünde olmasına göre yapıldı. Postoperatif analjezi için operasyonun sonunda morfin (0,1 mg/kg) ve yoğun bakımda sedoanaljezi için ekstübasyona kadar remifentanil (0,05-0,1 μg/kg/dk) ve deksmedetomidin (0,5-1 μg/kg/saat) infüzyonu uygulandı. Yoğun bakımda parasetamol (3x1 g) ve kurtarma (ek) analjezisi olarak tramadol (1 mg/kg) verildi. İntraoperatif hemodinamikleri değerlendirmek için vazoaktif inotropik skor (VIS) hesaplandı. Preoperatif ve postoperatif 1. gün rutin kan tetkikleri değerlendirilerek immüninflamatuar parametreler [lökosit, nötrofil, lenfosit ve trombosit sayıları, C reaktif protein (CRP)] ve bunlardan hesaplanan parametreler [(nötrofil/lenfosit oranı (NLR), NLR-indeksi, delta-NLR, trombosit/lenfosit oranı (PLR), PRL-indeksi, delta-PLR, SIRI (sistemik inflamasyon yanıt indeksi) ve SII (sistemik immün-inflamasyon indeksi)] kaydedildi. Postoperatif ekstübasyondan sonra ilk 24 saatte ağrı şiddeti [nümerik rating skala (NRS) ve Prince Henry Hospital Ağrı Skoru (PHHS)], analjezi gereksinimi, ekstübasyon zamanı, yoğun bakım ve hastanede kalış süreleri ve ilk 28 günlük mortalite oranları değerlendirildi. Bulgular: Preoperatif immün-inflamatuar parametreler, gruplar arasında benzerdi. Postoperatif CRP, nötrofil, NLR, NLR-indeksi, delta-NLR, PLR, delta-PLR, PLR-indeksi, SIRI ve SII ketamin grubunda anlamlı derecede daha düşüktü (p<0,05). Postoperatif lenfosit, ketamin grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (p<0,05). Bununla birlikte lökosit, trombosit, delta-CRP ve CRP-indeksi gruplar arasında benzerdi (p>0,05). Ketamin grubunda yoğun bakım ve hastane kalış süreleri anlamlı derecede daha kısa bulunmuş ve 28 günlük mortalite görülmemiştir (p<0,05). Postoperatif ağrı şiddeti ketamin grubunda daha düşük olmasına rağmen (p<0,05) ek analjezi ihtiyacı gruplar arasında benzerdi (p>0,05). Ketamin grubunda entübasyondan sonra ilk 5 dakikada ölçülen sistolik ve ortalama arter basınçları kontrol grubuna göre daha yüksekti (p>0,05). Bununla birlikte intraoperatif VIS gruplar arasında benzer bulundu (p>0,05). Sonuç: Kardiyak cerrahide ketaminin antiinflamatuar etkinliği NLR ve PLR hesaplamaları ile de gösterildi. Bu hasta hastalarda operasyon boyunca ketamin infüzyonu inflamatuar yanıtı azaltmakta etkin bulundu. Ayrıca ketamin postoperatif akut ağrı, yoğun bakım ve hastanede kalış süreleri ve mortalite üzerine olumlu etkilere sahip gibi gözükmektedir.
  • Öğe
    Yoğun bakım ihtiyacı olan COVİD-19 hastalarında akut böbrek hasarı prevelansının saptanması, özelliklerinin ve laboratuar parametreleri ile olan ilişkisinin belirlenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Oğuz, Ahmet; Yosunkaya, Alper
    Yaptığımız çalışmamızda yoğun bakım ünitesinde yatan COVID-19 hastalarının akut böbrek hasarı (ABH) prevelansını, KDIGO sınıflmasına göre evrelemesini, CRRT gereksinimini, evrelere göre mortalite oranlarını, özelliklerinin belirlenmesini ve laboratuvar parametreleriyle olan ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem:Çalışmamız 2019 Mart- 2020 Aralık ayları arasında COVID-19 Yoğun Bakım Ünitesine (YBÜ) yatmış hastaların retrospektif, tek merkezli bir çalışma olarak yapıldı. Çalışmamıza 18 yaşın üstünde, son dönem böbrek yetmezliği ve renal transplantasyon öyküsü olmayan hastalar dahil edildi. Hastalar geriye doğru taranarak demografik verileri, komorbiditeleri, CRRT alma durumu, laboratuvar verileri tarandı ve kaydedildi.Kreatinindeğererine göre KDIGO evrelemesi yapıldı. Bulgular:Çalışmamızın toplam süresi boyunca 266 hasta değerlendirildi, 33 hasta son dönem böbrek yetmezliği olması ve 4 hasta da renal transplantasyon yapılan hasta olması nedeni ile çalışmaya dahil edilmedi. 229 hasta çalışmaya dahil edildi. ABH gelişme prevelansı %56,3 olarak bulundu. ABH gelişenlerin %62,3’ü erkekti. Yaş ortalaması 68’di. KDIGO evlemesine göre %19,4 evre 1, %27,9 evre 2, %52,7 evre 3 olarak bulundu. Evre arttıkça mortalite oranı arttı. ABH gelişen grupla gelişmeyen grup mortalite oranları arasında anlamlı fark olduğu bulundu. ABH gelişenlerde CRRT alanların oranı %38,8 olarak tespit edildi ve mortalitesi %96’ydı. Laboratuvar değerlerinden ABH gelişenlerde giriş kreatinin, d-dimer, ferritin, AST değerleri yüksek, lenfosit yüzdesinin düşük olduğu istatiksel olarak anlamlı bulundu. Sonuç:Çalışmamızda yoğun bakımda yatan COVID-19 hastalarında ABH çok sık gözlendiği ve mortalite ile direk ilişkisinin olduğu saptanmıştır. Bazal kreatinin, d-dimer, ferritin, AST ve lenfosit yüzdesi değerinin ABH gelişmesini tahmin edebileceği saptandı.
  • Öğe
    Kronik ağrı nedeniyle başvuran hastaların sosyodemografiközellikleri ve uygulanan girişimsel ağrı tedavisinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Ünal , Tuğçe Gonca Albeni; Arıcan, Şule
    Çalışmamızda kronik ağrı ile kliniğimize başvuran hastaların sosyodemografik özelliklerini, uygulanan medikal ve invaziv tedavilerinin ve tedaviye yanıtlarının değerlendirilmesini amaçladık. Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Algoloji Kliniğine Ocak 2021-Aralık 2022 tarihleri arasında kronik ağrı nedeniyle başvuran hastalar retrospektif olarak tarandı. Tekrarlanan başvurular tek başvuru olarak kaydedildi. Hastaların sosyodemografik özellikleri, ağrı tipi, başvuru öncesi ve uygulanan tedavi sonrası ilk başvuruda VAS skorları, önceden aldığı tedaviler, uygulanan medikal ve girişimsel işlemler kaydedildi. Ağrı tipi; kanser ve kanser dışı olarak; kanser dışı ağrılarda kendi içinde ağrının oluştuğu vücut bölgesine göre ayrıldı. Bulgular: Çalışmaya 2707 hasta dahil edildi. Hastaların 1697’si (%62.7) kadın, 1010’u (%37.3) erkekti. Yaşları 18 ila 95 arasında değişmekte ve yaş ortalaması 55.7±15.7 idi. 1954’ü (%72.2) evli, 326’sı (%12) dul, 427’si (%15.8) bekar; 261’i (%9.6) düşük, 1972’si (%72.8) orta, 474’ü (%17.5) yüksek seviye gelirli idi. Kanser dışı en sık başvuru nedenleri; bel ağrısı (%37), nöropatik ağrı (%14.2) ve eklem ağrısı (%10.1) idi. Kanser, bel, baş ve nöropatik ağrıyla başvuran hastaların tedavi öncesi ağrı şiddetleri ile tedavi sonrası ağrı şiddetleri karşılaştırıldığında tedavi sonrası ağrı şiddetlerindeki azalma istatistiksel olarak anlamlı idi. Hastaların %45.7’ (n:1236)sine medikal tedaviyle birlikte invaziv işlem uygulanırken, en sık uygulanan girişimsel işlem epidural steroid işlemi oldu. Başvuran tüm hastalarda invaziv işlem yapılan grupta ağrı şiddetlerinin azalması istatistiksel olarak anlamlıydı. iii Sonuç: Bu çalışma ile Algoloji polikliniğimize başvuran kronik ağrılı hastaların sıklıkla erişkin yaş grubunda ve kanser dışı ağrılarının olduğu, başvuru öncesi tedavide NSAİİ başta olmak üzere öncelikle zayıf opioidlerin tercih edildiği tespit edildi. Ağrı düzeylerinin hem medikal hem de medikal/invaziv uygulamalar ile kabul edilebilir sınırlara gerilediği görüldü.
  • Öğe
    Ultrasonografi ile ölçülen arteriyal kan akımının radiyal arterkateterizasyonuna etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Kolsuz Erdem, Feyza; Tavlan, Aybars
    Çalışmada, genel ve lokal anestezi sonrası invaziv arteriyal monitörizasyon planlanan hastalarda, USG ile radiyal arter akım ölçümleri yapılarak arteriyal kataterizasyonun ilk geçiş başarısına, kataterizasyon süresine ve cilt perforasyon sayısına olan etkisi araştırıldı. Yöntem: Çalışma; anestezisti tarafında invaziv arteriyal monitörizasyonu uygun görülmüş ve kataterizasyonu USG eşliğinde yapılmış hastalar dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastalar, lokal anestezi sonrası arter kanülasyon grubu (Grup L), indüksiyon sonrası arter kanülasyonu grubu (Grup G) olarak ayrıldı. Hastaların demografik özellikleri, vital bulguları ve kateteriasyon öncesi radyal arter akım ve çapları kaydedilip bu hastalarda radial artere ilk geçiş başarısı, kullanılan katater sayısı, cilt perforasyon sayısı, başarılı kanülasyona ulaşma süresi (saniye) değerlendirildi. Bulgular: Grup L’nin kanülasyon sırasındaki sistolik kan basınçları, diyasyolik kan basınçları, ortalama arter basınçları ve SPO2 değerleri Grup G’den yüksek bulundu (p<0,001). İki grup arasında arter çapları arasında anlamlı fark görülmedi (p:0,872; p:0,239). Grup L’de akım parametleri daha yüksek olarak bulundu (p<0,001; p:0,003). İki grup arasında kateterizasyon başarısı açısından fark görülmedi (p:0,152; p:0,152; p:0,152; p:0,212). Ancak diyabetes mellitus (OR: 2,043, P: 0,027, CI %95: 1,26-46,9), hipertansiyon (OR:1,603, P:0,042, CI %95: 1,05- 23,29) ve end diyastolik akım düşüklüğü (OR: 0,221, P:0,023, CI %95: 0,662-0,970) kateterizasyon başarızlığında risk faktörü olarak belirlendi. Sonuç: Radial arter akımlarına bakıldığında; lokal anestezi ile kanülasyon sırasında ölçülen Pik Sistolik ve End-Diyastolik arter akımlarının genel anestezi sonrası ölçülen akımlardan yüksek görüldü. Genel anestezi ile meydana gelen MAP düşüşü arter kan akışı yanıtının ana belirteçlerinden olabilir. Çalışmada lokal anestezi ile genel anestezi gruplarının kataterizasyon başarılarına bakıldığında anlamlı fark bulunmadı. Diyabetes mellitus, hipertansiyon, end diyastolik arter akımı ilk geçiş başarısızlığına etki eden risk faktörleri olarak bulundu. Pik sistolik radiyal arter akımı için cut off değer 33.6 cm/s; end diyastolik radiyal arter akımı için cut-off 7.6 cm/sn olarak bulundu.
  • Öğe
    Laparoskopik Kolesistektomi Operasyonlarında Pnömoperitonyum Öncesi Ve Sonrası Uygulanan Recruitment Manevrasının Postoperatif Atelektaziye Etkisinin Akciğer Ultrasonografisi İle Değerlendirilm
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Ahmadova, Aysel; Topal, Ahmet
    Çalışmada laparoskopik kolesistektomi operasyonlarının farklı zamanlarda uygulanan recruıtment manevrasının postoperatif dönemde atelektaziye etkisinin akciğer USG vasıtasıyla değerlendirildi. Yöntem: Çalışmaya 18-65 yaş aralığında ASA fiziksel statüsü I-Ⅱ olan elektif laparoskopik kolesistektomi operasyonu geçiren 105 hasta dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastalar rastlantısal olarak 3 grupta değerlendirildi: Grup 1 kontrol grubu olarak alındı. Diğer 2 grupta alınan hastalara Recruitment manevrası (RM) uygulandı. İkinci grupta (Grup 2) alınan hastalara RM pnömoperitoneum öncesi, üçüncü grupta (Grup 3) alınan hastalara RM pnömoperitoneum sonrası uygulandı. Böylelikle Grup 1 (KONTROL), Grup 2 (PPÖNCESİ), Grup 3 (PPSONRASI) olarak değerlendirildi. Recruitment manevrası % 30 FiO2, 30 cmH2O basınçla, 30 sn süreyle mekanik ventilatörde otomatik olarak uygulandı. Hastaların demografik özellikleri, vital bulguları, dinamik akciğer kompliyans değerleri ve akciğer USG skorları kaydedilip uygulanan recruitment manevrasının bu veriler üzerinde etkisi değerlendirildi. Bulgular: Hastaların demografik verileri ve vital değerleri arasında anlamlı fark görülmedi(p>0,05). Dinamik akciğer kompliansının giriş, intraoperatif, ekstübasyon öncesi dönemde bakılan değerlerinde gruplar arasında anlamlı fark görülmedi(p>0,05). Grup içi değerlendirilme zamanı Grup 1 (KONTROL) azalma olarak ve Grup 3 (PPSONRASI) de yer alan hastaların giriş ve ekstübasyon öncesi dinamik komplians değerleri arasında artma olarak anlamlı fark bulundu (p=0,001/p<0,001). Hastaların postoperatif dönemde bakılan akciğer ultrasonografi skorları değerlendirildiğinde gruplar arası karşılaştırma zamanı istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p<0,001). Sonuç: Grup 1’de yer alan hastalarda atelektaziyi destekler yönde akciğer USG skorlarında yükselme görüldü. Bununla beraber bu grupta yer alan hastaların dinamik komplians değerleri de azaldı. İkinci grupta yer alan hastalarda postoperatif akciğer USG skorlarında azalma, doku havalanması yönünden iyileşme tespit edildi, dinamik komplians değerleri giriş değerlerine eşitlendi. Üçüncü grupta yer alan hastalarda postoperatif akciğer USG skorlarında atelektazinin gerilemesi sonucu azalma görüldü, dinamik komplians değerleri giriş değerlerine göre yüksek görüldü.
  • Öğe
    Total abdominal histerektomi yapılan hastalarda farklı volümlerde uygulanan erektör spina düzlem bloğunun postoperatif opioid tüketimi ve analjezi üzerine etkinliğinin karşılaştırılması: randomize, prospektif, çift kör çalışma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Çekdemir, Hasan; Arıcan, Şule
    Amaç; Bu araştırma total abdominal histerektomi geçiren hastalarda etkinliği kanıtlanmış olan erektör spina düzlem bloğunun farklı volümlerde uygulanmasının postoperatif opioid tüketimi ve ağrı üzerine etkisi araştırıldı. Çalışmanın birincil amacı postoperatif ilk 24 saatte toplam morfin tüketimi olacaktır. İkincil amacı; 5 farklı zaman noktasında (postoperatif 30.dakika, 2.saat, 6.saat, 12.saat ve 24.saat) istirahat ve dinamik NRS skorları, intraoperatif remifentanil tüketimi ve postoperatif ilk 24 saatte toplam kurtarma analjezik gereksinimi olacaktır. Yöntem; Çalışmaya 18-65 yaş arası Amerikan Anestezistler Derneği (ASA) fiziksel statüsü I-III olan, elektif total abdominal histerektomi cerrahisi geçirecek olan hastalar dahil edildi. Hastalar iki gruba randomize edildi. Preoperatif bilateral erektör spina düzlem bloğu %0,25 lik 20 ml bupivakain ile yapılan hastalar Grup I’i; %0,25 lik 30 ml bupivakain ile yapılan hastalar Grup II’yi oluşturdu. Hastaların postoperatif 30.dakika, 2.saat, 6.saat, 12.saat ve 24.saatteki NRS değerleri ve 30.dk, 2.saat, 6.saat, 12.saat, 24.saat morfin tüketimleri kaydedildi. NRS 4 ve üstü değerde ise yetersiz analjezi olarak kabul edildi ve kurtarıcı analjezik uygulandı. Bulgular; Değerlendirilen gruplarda Grup II’deki hastalarda Grup I hastalara göre postoperatif NRS skorları daha düşük ve istatiksel olarak anlamdı fark bulundu(p<0,05). Postoperatif değerlendirilen zamanlarda morfin tüketimi Grup II de Grup I den daha az ve istatiksel olarak anlamlı fark bulundu(p<0,05). Tutulan dermatom sayıları Grup II de daha fazla iken istatistiksel olarak anlamlı idi(p<0,05). Postoperatif bulantı kusma ve kurtarıcı analjezik ihtiyacı açısından da anlamlı fark tespit edilmedi (p>0,05). Sonuç; Total abdominal histerektomi cerrahisi geçiren hastalarda aynı konsantrasyonda farklı volümlerde uygulanan erektör spina düzlem bloğu opioid tüketimi ve postoperatif analjezi üzerinde fark oluşturmuştur. Optimal doz konsantrasyon ve hacim değerlerin bulunabilmesi için daha geniş kapsamlı, prospektif, randomize ve kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Migren tipi baş ağrısında major oksipital sinir bloğununuyku ve yaşam kalitesine etkisinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Kocadağ, Gökhan; Uzun, Sema Tuncer
    AMAÇ: Migren toplumda yeti kaybına yol açan en önemli nörolojik bozukluktur. Çalışmamızın amacı Uluslararası Başağrısı kriterleri-3’e göre migren tanısı almış hastalarda, daha önce birçok çalışmayla etkinliği gösterilmiş olan major oksipital sinir bloğunun migrenli hastaların yaşam ve uyku kalitesini nasıl etkilediğini ortaya çıkarmak. YÖNTEM: Çalışmamıza bire bir görüşme ile 45 hasta dahil edilmiştir. Algoloji polikliniğimize başvurmuş ve migren tanısı alıp, major oksipital blok prosedürü uygulanma kararı alınan hastalara blok öncesinde ve blok prosedürü tamamlandıktan 1 ay sonra polikliniğe kontrole geldiğinde, Pittsburg uyku kalitesi indeksi (PUKİ) ve SF-36 yaşam kalitesi ölçeği anketleri yapıldı. Hastaların tedavi öncesinde ve major oksipital sinir blok prosedürü tamamlandıktan 1 ay sonraki aylık atak sayısı ve atak sırasındaki baş ağrısı şiddeti Numerical Rating Scale (NRS) skorları kaydedildi. Hastalarımız değerlendirilirken olguların antropometrik ölçümleri (yaş, boy, kilo, cinsiyet) ve sosyodemografik özellikleri(sigara kullanım öyküsü, medeni durum, eğitim durumu) değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmada sosyo-demografik özelliklerine göre kadın cinsiyet, evli, eğitim düzeyi ilkokul, ağrı süresi 10 yıl ve üzeri olan bireyler çoğunluğu oluşturmakta idi. Tedavi sonrası aylık atak sayısı ve NRS değerleri, öncesine göre azaldı (p<0,05). İlk değerlendirmede bireylerin kötü uyku kalitesine sahip oldukları, tedavi sonrasında ise Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksinin tüm alt parametrelerinde düzelme olduğu görüldü (p<0,05). SF-36 skalasının tüm alt parametrelerinde tedavi öncesi ve sonrası karşılaştırmada istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmüştür (p<0.05). SONUÇ: Major oksipital sinir bloğu ağrı tedavisi sağlamanın yanı sıra hem uyku kalitesinin ve uyku parametrelerinin hem de yaşam kalitesinin artırılmasında önemli bir seçenek olarak durmaktadır.
  • Öğe
    Postoperatif dönemde yoğun bakımda takip edilen hastaların akciğer ultrasonografisi ile değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Çelik, Halime; Gök, Funda
    Postoperatif dönemde gelişen pulmoner komplikasyonlar hasta morbidite ve mortalitesini etkileyen önemli komplikasyonlardır ve atelektazi, pnömotoraks, pulmoner ödem, pnömoni başlıca komplikasyonlar arasında yer alır. Bu komplikasyonların erken tanı ve tedavisi oldukça önemlidir. Tanıda hastanın oskültasyonla muayenesi, akciğer grafisi sıklıkla kullanılan araçlardır. Fakat supin pozisyonda yatan bir hastada çekilen akciğer radyografisinin (APAG) doğruluğu sınırlıdır. Bilgisayarlı tomografi (BT) pulmoner patolojiler için altın standart olsa da önemli miktarda iyonize radyasyon riski içerir ve bir yoğun bakım hastasının radyografi ünitesine transferi oldukça güçtür. Ultrason, son yıllarda yoğun bakımda birçok alanda yaygın olarak kullanılan bir tanı aracıdır. Noninvaziv olması, radyasyon içermemesi, maliyet etkin bir yöntem olması ve yatakbaşında hastanın hızlı değerlendirilmesini sağlaması gibi birçok avantaj içerir. Postoperatif dönemde akciğer ultrasonografisi (USG) oldukça uygulanabilir bir yöntem olarak karşımıza çıkar ve her geçen gün önemi artmaktadır. Çalışmamızın amacı postoperatif dönemde herhangi bir nedenle yoğun bakımda takip edilmesi gereken hastaları akciğer ultrasonu ile incelemek, gelişen pulmoner komplikasyonları tanımlamak ve sonografinin bu anlamda etkinliğini değerlendirmektir. Yöntem: Hastalar Anesteziyoloji ve Reanimasyon Yoğun Bakım Kliniği’ne alındı ve monitörize edilerek tedavisi düzenlendi. Çalışma sırasında elde edilen veriler hasta özellikleri, perioperatif ve postoperatif dönemde takip edilen parametreleri içeriyordu. Hastanın kendisi, yakınları ya da elektronik hasta veri yönetim sisteminden hasta özellikleri öğrenilerek kaydedildi. Bunlar: cinsiyet, yaş, vücut kitle indeksi (BMI), yandaş sistemik hastalık, kullanılan ilaçlar, sigara, alkol veya madde kullanımından oluşuyordu. Perioperatif kaydedilen çalışma verileri ameliyat türü, ameliyat süresi, anestezi yöntemi, perioperatif idrar miktarı, toplam perioperatif kan kaybı, transfüze edilen sıvı ve kan ürünü miktarından oluşuyordu. Postoperatif veriler ise nabız oksimetresi, kalp hızı, elektrokardiyografi (EKG), noninvaziv ya da invaziv kan basıncı değerleri bazal değerler olarak kaydedildi. Akciğer ultrasonu sırasındaki solunum verileri: arteriyel kan gazındaki parsiyel oksijen basıncı (PaO2), parsiyel karbondioksit basıncı (PaCO2), periferik oksijen satürasyonu (SpO2), bikarbonat (HCO3-) ve laktat, mekanik ventilasyon modu, pozitif ekspirasyon sonu basıncı (PEEP), serbest oksijen fraksiyonu (FiO2) ya da serbest oksijen akış miktarını (L/dakika) içeriyordu. Ayrıca diğer bazı parametrelerde çalışma formuna kaydedildi. Bu parametreler Glaskow Koma Skalası (GKS), Acute Physiology and Chronic Health Evaluation (APACHE-II) skoru, vücut sıcaklığı, postoperatif idrar miktarı, toplam postoperatif kan kaybı, postoperatif sıvı ve kan ürünü III transfüzyonları, Alanin Aminotransferaz (ALT), Aspartat Aminotransferaz (AST), albümin, sodyum, potasyum, üre, kreatinin, hemoglobin seviyeleri, beyaz kan hücresi sayımı, laktat, C-reaktif Protein (CRP), prokalsitonin düzeyleri ve yoğun bakım ünitesi(YBÜ)’de hastanın takip edildiği süreyi (saat) içeriyordu. Hasta yoğun bakıma alındıktan sonra ilk 12 saat içinde akciğer ultrasonografisi ile değerlendirildi. APAG hasta yoğun bakım ünitesine kabul edildikten sonra herhangi bir zamanda çekildi. Elektronik hasta veri yönetim sisteminden alınan bu grafiler daha sonra hasta verilerine kör olan bir göğüs hastalıkları doktoru tarafından yorumlandı. Ayrıca varsa hastanın BT bulguları da kaydedildi. Çalışmamızın örneklem büyüklüğünün hesaplaması için, planlama aşamasında 10 hastaya akciğer USG’si yapıldı. 1 hastada patoloji yoktu. 9 hastada ise postoperatif pulmoner komplikasyon (PPC) tespit edildi. Bu verilere göre yapılan power analizinde %5 hata payı, %80 güç orta etki büyüklüğü (0.15) ile 90 hasta sayısından oluşan bir örneklem büyüklüğü hesaplandı. Bulgular: Postoperatif dönemde yapılan akciğer ultrasonu değerlendirmesine göre 90 hastanın %90’ında (n=81), akciğer grafisine göre ise %54,4’ünde (n=49) pulmoner komplikasyon mevcuttu. USG’nin patoloji tespit oranı APAG’ye göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek belirlendi (p<0,001). USG’ye göre hastaların %48,9‘unda (n=49), APAG’ye göre %4,4’ünde (n=4) atelektazi mevcuttu. USG’nin atelektazi tespit oranı APAG’ye göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu (p<0,001). USG ile APAG’nin plevral efüzyon, pulmoner ödem, pnömoni ve pnömotoraks tanılarını tespit oranı istatistiksel olarak benzer bulundu (p=0,099). Sonuç: Akciğer ultrasonografisi postoperatif dönemde yoğun bakımda takip edilen hastalarda özellikle atelektazi ve plevral efüzyon gibi komplikasyonların erken ve kolay tespit edilmesini ve böylece gerekli tedavilerin düzenlenmesini sağlayan bir yöntemdir.
  • Öğe
    COVID-19 enfeksiyonu geçiren hastalarda baş ağrısı özellikleri ve risk faktörleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Dağlı, Çağdaş; Reisli, Ruhiye
    Baş ağrısı COVID-19 ile ilişkili en yaygın nörolojik semptomdur. COVID-19 enfeksiyonu için baş ağrısının tanısal ipuçlarını ortaya koymayı ve pandemi sırasında primer baş ağrılarının seyrini araştırmayı amaçladık. Yöntem: Çalışmamız Aralık 2020-Haziran 2021 tarihleri arasında hastanemizde yatırılarak takip ve tedavi gören, güncel Sağlık Bakanlığı COVID-19 rehberi temel alınarak COVID-19 tanısı alan olgular teletıp yöntemi ile aranarak gerçekleştirildi. Hasta grubu olarak 18-95 yaş arası COVID-19’a yakalanmış olup hastalığı sırasında baş ağrısı olan 102 hasta, kontrol grubu olarak 18-95 yaş arası COVID-19’a yakalanan ve hastalığı sırasında baş ağrısı olmayan 96 hasta çalışmaya dahil edildi. Veri toplama için standartlaştırılmış bir anket formu kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmamızda 198 olgunun (Hasta:102, Kontrol:96) 102’si (%51,5) erkek ve 96’sı (%48,5) kadındı. Baş ağrısı grubunun yaş ortalaması 56,48±14,73, kontrol grubunun yaş ortalaması ise 57,81±15.89 olduğu saptandı. Baş ağrısı ve kontrol grubu arasında cinsiyet ve yaş açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Olguların 102’sinde (%51,5) kilo kaybı, 85’sinde (%42,9) tat kaybı, 84’te (%42,4) koku kaybı saptandı. Tat kaybı derecesine bakıldığında hastaların 50’sinde (%25,3) tam tat kaybı mevcutken 113’ünde (%57,1) tat kaybı yoktu. Koku kaybı derecesine bakıldığında, v hastaların 50’sinde (%25,3) tam koku kaybı varken, 114’ünde(%57,6) koku kaybı yoktu. Baş ağrısı grubunda kilo kaybı, tat kaybı, koku kaybı, koku kaybı derecesi ve enfeksiyon şiddetinin ciddiyeti anlamlı olarak yüksek saptandı (p<0,05). Gruplar arasında tat kaybı derecesi açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Çalışmamızda baş ağrısı grubunda kilo kaybı ve cinsiyetin bağımsız risk faktörü olduğu saptandı. Koku kaybı olan bireylerde kilo kaybı, cinsiyet ve tat kaybının bağımsız değişken olduğu saptandı. Laboratuvar değerlerinden baş ağrısı grubunda D-dimer ve fibrinojen anlamlı olarak yüksek saptandı (p<0,05). Ek hastalıklar açısından incelendiğinde baş ağrısı grubunda solunum patolojisi olan hasta sayısı anlamlı olarak yüksek saptandı (p<0,05). Baş ağrısı grubunda ek baş ağrısı sıklığı ve COVID-19 ile baş ağrısında artış anlamlı olarak yüksek saptandı (p<0,05). Lokalizasyonuna göre hastaların 23’ünde (%22,5) frontal bölgede, 33’ünde (%32,4) temporal bölgede, 17’ sinde (%16,7) parietal bölgede, 58’inde (%56,9) oksipital bölgede baş ağrısı mevcuttu. Hastaların 23’ünde (%22,5) yaygın, 10’unda (%9,8) bilateral, 9’unda (%8,8) tek taraflı bir baş ağrısı mevcuttu. Baş ağrısı özelliğine baktığımız zaman 74’ünde(%72,5) zonklayıcı, 22’sinde(%21,6) sıkıştırıcı karakterdeydi. Hastalarımızın baş ağrısı şiddeti değerlendirilmesinde kullanılan NRS (Nümerik Derecelendirme Ölçeği) skoru ortancası 7 (IQR 3) olarak saplandı. Hastalarımızın 76’sında (%74,5) baş ağrısı ile ateş arasında ilişki yoktu. 70’inde (%68,6) baş ağrısı ile öksürük arasında ilişki yoktu. 86’sında (%84,3) bulantı kusma eşlik etmiyordu. 83’ün de (%81,4) baş ağrılarının olduğu dönem de ışığa ve sese karşı hassasiyetleri mevcut değildi. 79’u (%77,5) ağrı kesiciye orta düzeyde yanıt vermişti. 57’sinde (%55,9) baş ağrısının fiziksel aktivite ile değişmediği tespit edildi. Sonuç: Baş ağrısı COVID-19’un çok yaygın bir semptomudur. COVID-19 enfeksiyonlu hastaları takip eden klinisyenler bu hastalarda görülebilecek baş ağrısı özelliklerine dikkat etmeliler ve baş ağrısının erken COVID-19 enfeksiyon göstergesi olabileceğini akıllarında tutmalılardır.
  • Öğe
    Ultrosonografi rehberliğinde interskalen brakial pleksus bloğu sonrası hemodinamik parametrelerin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Sert, Nurcan Özcan; Kılıçaslan, Alper
    Amaç:İnterskalen blok (İSB), artroskopik omuz cerrahisi için etkin bir anestezi tekniğidir. İSB sonrası kısa süreli hipertansiyon çok az sayıdaki çalışmada rapor edilmiştir. Gelişen HT cerrahi sahada kanama riskini artırarak operasyonu zorlaştırmaktadır. Bu çalışmada, lateral dekübit pozisyonda uygulanan artroskopik omuz cerrahisi anestezisi için USG rehberliğinde İSB sonrası hemodinamik parametrelerin ve bloğa bağlı yan etkilerin retrospektif olarak gözden geçirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Elektif artroskopik omuz cerrahisi anestezisi için İSB uygulanan 18-80 yaş arası ASA 1-3 hastaların dosyaları ve anestezi takip formları retrospektif olarak incelendi. USG rehberliğinde 10 ml 0,5 bupivakain, 5 ml %2 prilokain karışımı ile uygulanan İSB sonrası, sistolik arteriyel basınç (SAB), diyastolik arteriyel basınç (DAB), kalp hızı (HR) ve SpO2 blok performansından önce (0) ve 5, 10, 15, 20, 30, 45 ve 60 dk. değerleri ve ameliyat sonrası servis hemşire gözlem dosyasından 3,6,12,24. saat tansiyonları kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya 99 hasta dahil edildi. İSB sonrası ilk 30 dakikada 12 hastada başlangıç tansiyonuna göre %20 değişim görülmüştür. Hastaların %7,07’sinde SAB >140 mmHg olduğu bulunmuştur. Yaş, cerrahi taraf, ek hastalıklar, cerrahi süre, ASA ve cinsiyetin hipertansiyon üzerine istatistiksel olarak anlamlı etkisinin olmadığı saptanmıştır. (p=0.284,p=0.679, p=0.879, p=651, p=0.640p=0.096). Sonuç: USG eşliğinde gerçekleştirilen İSB uygulaması kan basıncı değerinde yükselme ile sonuçlanabilir. Bu durum İSB yapılması düşünülen kardiyovasküler hastalıkları veya kötü kontrollü hipertansiyonu olan hastalarda göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Öğe
    Meme cerrahisinde farklı volümlerde uygulananerektör spina düzlem bloğunun intraoperatif opioid tüketimi vepostoperatif analjezi üzerindeki etkinliğinin araştırılması:Randomize, prospektif, çift kör çalışma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Demirel, Hasibe Solmaz; Hacıbeyoğlu, Gülçin
    Amaç;Bu çalışmada meme cerrahisinde etkinliği kanıtlanmış erektör spina düzlem bloğunun farklı volümlerde, aynı konsantrasyonda lokal anestezik ile uygulanması durumunda intraoperatif opioid tüketimi ve postoperatif analjezi üzerindeki etkinliği araştırıldı. Yöntem; Çalışmaya 18-70 yaş arası ASA I-III, elektif meme cerrahisi geçirecek hastalar dahil edildi. Hastalar iki gruba randomize edildi. Grup I’deki 35 hastaya % 0.375lik bupivakain hidroklorür 20 ml ile Grup II’deki 35 hastaya % 0.375 lik bupivakain hidroklorür 30 ml ile ultrasonografi eşliğinde unilateral erektör spina düzlem bloğu yapıldı. Ameliyat süresince cerrahi pletismografik indeks ile hastaların analjezik ihtiyacı monitörize edildi. SPI 30-50 arasında olacak şekilde remifentanil infüzyon dozu % 10 oranında değiştirilerek ayarlandı. Hastaların postoperatif 10.dakika, 1.saat,6.saat,12.saat ve 24.saatteki NRS değerleri kaydedildi. NRS 4 ve üstü değerde ise yetersiz analjezi olarak kabul edildi ve kurtarıcı analjezik uygulandı. Postoperatif ilk 24 saatteki toplam opioid tüketimi ve toplam kurtarıcı analjezik ihtiyacı kaydedildi. Bulgular; Hemintraoperatif hem de postoperatif opioid tüketimi gruplar arasında benzerdi(p>0,05). Tutulan dermatom sayıları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edildi (p<0,05). Postoperatif NRS skorları arasında istatistiksel fark saptanmadı (p>0,05). Postoperatif bulantı kusma ve kurtarıcı analjezik ihtiyacı açısından da anlamlı fark tespit edilmedi (p>0,05). Sonuç;Elektif meme cerrahisinde aynı konsantrasyonda farklı volümlerde uygulanan erektörspina düzlem bloğu opiod tüketimi ve postoperatif analjezi üzerinde fark oluşturmamaktadır.
  • Öğe
    Kardiyak cerrahi hastalarında erektör spina plan bloğunun akut ve kronik ağrı skorları açısından değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Yüce, Muhammet Sait; Sarkılar, Gamze
    Çalışmamızın birincil amacı kardiyak cerrahi hastalarında Erektör Spina Plan Bloğunun (ESPB) postoperatif analjezik etkisinin dinamik akut ağrı skorlarını da içeren farklı ağrı skorları aracılığıyla araştırılması ve bu çerçevede literatürde eksikliğini gözlemlediğimiz ESPB'nin kardiyak cerrahi hastalarında kronik ağrı tablosuna etkisinin ortaya konulmasıdır. Çalışmamızın ikincil amacı ise ESPB'nin ekstübasyon zamanına, oral alım zamanına, taburculuk zamanına ve yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) kalış zamanına etkisinin araştırılmasıdır. YÖNTEM: Çalışma, 01 Aralık 2019 – 01 Aralık 2020 tarihleri arasında Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği'nde Açık Kalp Cerrahi'si operasyonu geçirmiş hastalarda, postoperatif analjezi amaçlı Ultrasonografi (USG) eşliğinde ESPB uygulanmış ve ESPB uygulanmamış hastaların kayıt altına alınan verileri incelenerek yapılmıştır. Hastalar, dosya kayıtlarına bakılarak uygulanan analjezi yöntemine göre Grup ESP ve Grup Kontrol olmak üzere iki gruba ayrıldı. Hastaların kayıt altına alınan demografik verileri, intraoperatif verileri, YBÜ' de ekstübasyon sırası (0.saat) ve sonrası 2-4-6-12-24-48. saat, taburculuk dönemi, 3.ay istirahat-dinamik ağrı takip skorları ve YBÜ'de hastalara uygulanan kurtarma analjezikleri değerlendirmeye alındı. Ayrıca hastaların entübe kaldıkları süreler, bulantı-kusma verileri, oral alım zamanları, YBÜ' de kalış ve taburculuk zamanları da incelenerek değerlendirmeye alındı. BULGULAR: Grupların değerlendirmeye alınan 0-2-4-6-12-24. saat NRS, VRS, FPRS ve PHHPS skorları, kurtarma analjezikleri, preoperatif ve intraoperatif verileri, entübasyon süreleri, bulantı-kusma insidansları, oral alım zamanları, yoğun bakımda kalış ve taburculuk zamanları açısından her iki grup arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark saptanmamıştır (p>0.05). Bununla birlikte yaş, 48.saat, taburculuk ve 3.ayda ağrı skorları ve şiddeti; ESP grubunda, kontrol grubuna göre istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur (p<0.001). SONUÇ: Bu retrospektif, randomize, kontrollü çalışma; kalp cerrahisi uygulanan hastalarda ESPB'nin akut ve kronik ağrı skorlarına etkisinin birlikte değerlendirildiği ve kronik ağrıda etkinliğinin gösterildiği ilk çalışmadır. Kardiyak cerrahide lokal anestezik seçimi, volüm ve konsantrasyonu konusunda net bir yargıya ulaşılamamıştır. Sternotomi eşliğinde uygulanan kardiyak cerrahide ESPB'nın bilateral uygulanmış olması nedenli "Sistemik Lokal Anestezi Toksisite" riski çalışmamızı kısıtlayan en önemli sebeplerden biri olmuştur. Bu bağlamda kardiyak cerrahilerde ESPB'de lokal anestezik ajan ve adjuvan seçimi, volüm ve konsantrasyonun araştırıldığı ve kataterle devamlı infüzyon şeklinde uygulamaları içeren daha geniş kapsamlı, prospektif, randomize ve kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Anestezi teknikerlerinin lokal anestezik toksisitesi ve tedavisi hakkındaki bilgi düzeyleri: Anket çalışması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Sert, Selim; Erol, Atilla
    Anestezi teknikerlerinin sıklıkla kullandıkları ve takiplerini yaptıkları lokal anesteziklerin tanı ve tedavisi, toksisite anında ne yapacaklarını ve LATS ile karşılaştıklarında tedavide intralipid kullanımı hakkında bilgi ve tecrübe düzeylerini araştırmak, güncel kılavuzlar ışığında gerekli hazırlıklarının olup olmadığını değerlendirerek konu hakkındaki duyarlılığın artmasına katkı sağlamaktır. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmada veri toplama aracı olarak anket yöntemi kullanılmıştır. Anket soruları daha önceden yapılan çalışmalar dikkate alınarak hazırlanmıştır. Çalışma ile ilgili bilgi verilip yazılı onayları alınan, Konya ilinde çalışan, 18-65 yaş arası, 217 gönüllü anestezi teknikeri çalışmaya dahil edildi. Anketteki sorular ankete katılan herkesin anlayabileceği şekilde hazırlanmış olup 24 adet sorudan oluşmaktadır. Sorular anestezi teknikerlerinin lokal anestezikler, lokal anestezik toksisitesi ve tedavisi hakkındaki bilgi ve deneyimlerini incelemek, lokal anestezikler hakkında farkındalığını artırmaya yöneliktir. BULGULAR: Toplam 217 anestezi teknikeri anketimize katılmış olup çalışanların %20,7'si Devlet Hastanelerinde, %37,8'i Üniversite Hastanelerinde, %22,1 Özel Hastanelerde, %19,4'ü Eğitim ve Araştırma Hastanesinden çalışmaktaydı. Katılımcıların yaş ortalaması 29,99±8,16'idi. Katılımcıların %49,8 erkek, %50,2'sini bayanlar oluşturmaktaydı. Anestezi teknikerlerinin %57,6'sı lokal anestezikler hakkında eğitim almışlardı. Lokal anestezikleri %87,6 oranda anestezi teknikerleri hazırlamaktaydı. Katılımcıların lokal anestezik toksisitesi ile karşılaşma oranları %14,7 olarak bulunmuştur. Toksisite geliştiği zaman hastalarda %20 lipid solüsyonu kullanılacağını anestezi teknikerlerinin %36,8'i bilmekteydi. LATS tedavisinde %20 lipid solüsyonu kullanımına en fazla yanıt verenler üniversite hastanesinde (%59,7) çalışan anestezi teknikerleri olmuştur. SONUÇ: Çalışmamıza katılan anestezi teknikerlerinin tanı ve tedavi konusunda bilgi düzeylerinin düşük olduğu görülmüştür. Bu konu hakkında farkındalığının artırılması gerekmektedir. Mezuniyet öncesi eğitimlerin ve hizmet içi verilen eğitimlerin kalite ve yeterlilik açısından yeniden gözden geçirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: lokal anestezik, toksisite, %20 lipid solüsyonu, farkındalık
  • Öğe
    Gastrointestinal sistem kanama tanısı ile takip edilen hastaların ilk alınan kan gazındaki hemoglobin ile hemogramdaki hemoglobin arasındaki ilişki
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Demirtaş, Mahmut; Dündar, Zerrin Defne
    GİS kanama gibi; çeşitli nedenlere bağlı ciddi kanamalarda tedaviye başlamak için laboratuvar sonuçlarının beklenmesi hasta için zaman kaybına neden olmaktadır. Acil servislerde yakın hemoglobin takibi gerektiren hastalar için güvenilir ve hızlı laboratuvar sonuçlarına ihtiyaç vardır. Acil servislerde ve yoğunbakım ünitelerinde kan gazı cihazlarının sayısı giderek artmaktadır. Ancak, kan gazı cihazları ile hematoloji laboratuvarı arasında, hemoglobin ölçümleriyle ilgili olarak farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Bu çalışma, kan gazı ve hematoloji hemoglobin sonuçlarının birbiri yerine kullanılıp kullanılamayacağını belirlemek için yapılmıştır. Yöntem: Çalışmaya, 15 Mart 2020 - 31 Aralık 2020 tarihleri arasında acil servise GİS kanama semptomları ile başvurup takiplerinde GİS kanama tanısı kesinleşen hastalardan, ilk başvurusunda hemogram ve kan gazı örneği alınan hastalar dahil edildi. Bulgular: Çalışmaya dahil ettiğimiz 237 hastanın hematoloji laboratuvarındaki ortalama hemoglobin değeri 8,86±2,88 g/dl iken kan gazındaki ortalama hemoglobin değeri 9,43±3,84 g/dl çıkmıştır. Hemogramın ortalama çıkış süresi 14,04±11,27 dakika iken kan gazları için bu süre 8,05±7,84 dakika olarak hesap edilmiştir. Kan gazı ve hemogramlardan elde edilen hgb değerlerinin Pearson korelasyon katsayısı 0,837 olarak hesaplandı (p<;0,001, çok yüksek düzeyde pozitif ilişki). Elde edilen hgb değerleri arasındaki ortalama fark (kan gazı hgb– hemogram hgb) 0,58±2,13 g/dl olarak tespit edildi. Ortalama hgb farkının % 95 güven aralığı 0,31-0,85 olarak tespit edildi. Sonuçlanan hgb değerleri arasındaki ortalama yüzde fark %2,95±26,06 olarak tespit edildi. Sonuç: İki ölçüm yöntemi ile elde edilen hemoglobin sonuçlarının yüksek korelasyon katsayısı ile desteklenmesinden dolayı kan gazındaki hemoglobinin, hastanın hemoglobini hakkında fikir verebileceğini düşünüyoruz. Ancak hematoloji laboratuvar sonuçları elimize ulaştığında tedavi kontrol edilmeli ve buna göre tanı, tedavi ve gözlem basamaklarına yön verilmelidir. Anahtar kelimeler: kan gazı, hemoglobin, gastrointestinal kanama
  • Öğe
    Preoperatif hasta anksiyete düzeyleri ile sağlık okuryazarlığı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Yediyıldız, Merve Bulun; Tavlan, Aybars
    Giriş ve Amaç: Anksiyete, bireyin kendini güvende hissetmediği durumlara karşı geliştirdiği doğal bir tepkidir. Yaş, cinsiyet, medeni durum ve eğitim gibi bazı sosyodemografik özellikler anksiyete ile ilişkili faktörlerdir. Çalışmada, sağlık okuryazarlığının preoperatif anksiyete ve eğitim düzeyi arasında saptanan farklı sonuçlarda etkili olabileceği düşüncesinden yola çıkarak, preoperatif dönemde hasta sağlık okuryazarlığı ile anksiyete düzeyleri ve eğitim düzeyleri arasında ilişki olup olmadığı, sekonder olarak da anksiyete ve sağlık okuryazarlığı ile demografik ve temel sağlık durumu ile ilgili verilerin etkileşiminin araştırılmasını amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Anket çalışması, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Kulak Burun Boğaz Bölümü’nde Eylül-Kasım 2019 tarihleri arasında elektif operasyon planlanan, ASA I-II grubu, 18-65 yaş arası 155 gönüllü hasta üzerinde prospektif olarak gerçekleştirildi. Operasyondan bir gün önce, hastalara Durumluk Kaygı Ölçeği (STAI-D) ve Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği (SOYÖ) uygulanarak sosyodemografik ve temel sağlık durumu ile ilgili veriler kaydedildi. Bulgular: Hastaların cinsiyet, medeni durum, meslek, sigara kullanma, ASA (American Society of Anesthesiology), geçirilmiş cerrahi ve eğitim durumuna göre STAI-D puan ortalamalarında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Eğitim durumlarına göre SOYÖ ile bilgiye erişim, bilgiyi anlama ve değer biçme alt boyutu puan ortalamalarında istatistiksel açıdan ileri derecede anlamlı bir fark olduğu saptanırken (p<0,01), uygulama alt boyutu puan ortalamasında anlamlı fark tespit edilmedi (p>0,05). STAI-D ölçeği ile SOYÖ (r=-0,424) ve uygulama alt boyutu (r=-0,482) puan ortalamaları arasında negatif yönde orta düzeyli bir ilişki ve STAI-D ölçeği ile bilgiye erişim (r=-0,335), bilgiyi anlama (r=-0,368) ve değer biçme (r=-0,353) alt boyutları arasında negatif yönde düşük düzeyli bir ilişki olduğu tespit edildi. Sonuç: Hastalardaki preoperatif anksiyete düzeylerindeki artışta düşük sağlık okuryazarlığı seviyesinin etkili olabileceği bu konu ile ilgili daha ileri çalışmaların yapılması gerektiği kanaatine varıldı.