Makale Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Assessment of Serum Galectin-3 Levels in Patients with Gestational Diabetes Mellitus(Medknow Publications, 2023) Baldane, Süleyman; Çelik, Murat; Körez, Muslu Kazım; Baldane, Emine Gül; Abuşoğlu, Sedat; Ünlü, Ali; İpekçi, Süleyman; Kebapçılar, LeventObjective: This study was aimed to compare serum galectin-3 (Gal-3) levels in gestational diabetes mellitus (GDM) and healthy pregnant women and to evaluate the relationship between insulin resistance parameters and serum Gal-3 levels. Materials and Methods: Fifty-nine pregnant women who were screened for GDM with oral glucose tolerance tests (OGTT) at the 24th-28th gestational weeks were included in the study. According to the results of OGTT, 34 pregnant women were included in the GDM group and 25 pregnant women were included in the control group. Results: Serum Gal-3 value was found to be similar in the GDM and control group (P < 0.471). However, there was a significant positive association between Gal-3 and fasting insulin (r = 0.509, P < 0.001) and homeostasis model assessment of insulin resistance (HOMA-IR) (r = 0.479, P < 0.001) in the whole pregnancies, and between Gal-3 levels and fasting insulin (r = 0.608, P < 0.001), HOMA-IR (r = 0.609, P < 0.001), and OGTT 60 min glucose (r = 0.444, P = 0.016) in the GDM patients. Conclusions: There was no difference in the last trimester serum Gal-3 levels between GDM and healthy pregnant women. However, a significant positive correlation was determined between Gal-3 and fasting insulin, HOMA-IR, and OGTT 60 min glucose values in the GDM group, and fasting insulin and HOMA-IR values in whole pregnancies. The results of our study support previous data reporting the relationship between Gal-3 and GDM through insulin resistance.Öğe Two Different Presentation of C3 Glomerulonephritis Treated with Eculizumab: Two Cases and Brief Overview(Aves, 2023) Öztürk, Yasin; Özer, Hakan; Baloğlu, İsmail; Türkmen, KültiginC3 glomerulopathy is a newly defined glomerular disease dominated by C3 complement storage and uncertain C1, C4, and immunoglobin accumulations. Hereditary mutations associated with Complement Factor H (CFH) causing hyperactivation of the alternative complement pathway were identified. Most mutations associated with C3 glomerulopathy are associated with the N-terminal end. Whether mutations are pathogenic or not will direct diagnosis and treatment. We present 2 cases, one 61-year-old and one 24-year-old attending our clinic at different times with hematuria, proteinuria, edema, and kidney failure. Both patients had C3 glomerulopathy diagnosed based on the results of kidney biopsy and were treated with eculizumab. Both cases had CFH-associated mutations.Öğe A Rare Case: Improved Heart Failure with Anti-Complement Therapy in Complement-Dependent Hemolytic Uremic Syndrome(AVES, 2023) Özer, Hakan; Öztürk, Yasin; Türkmen, Kültigin; Tonbul, Halil Zeki; Selçuk, Nedim Yılmazxtrarenal involvement occurs in approximately 20% of patients with complement-mediated hemolytic-uremic syndrome. The involvement is usually of the nervous system, and cardiac involvement occurs in 3%-10% of patients. Cardiac manifestations vary, including myocardial infarction, cardiomyopathy, and acute decompensated heart failure. Among these patients, thrombotic microangiopathy-related cardiac dysfunction is mainly due to the continuous activation of the complement system, which leads to endothelial damage and thrombosis in the coronary microvessels. We wanted to highlight the importance of cardiac evaluation at the time of diagnosis or during follow-up in thrombotic micro-angiopathy patients by presenting a case of heart failure with low ejection fraction in a 24-year-old young patient in whom we detected complement-mediated hemolytic-uremic syndrome, a secondary mutation of complement factor H receptor. It is still an unknown issue because of the rarity of cardiac involvement in complement-mediated hemolytic-uremic syndrome patients. Primary myocardial involvement is increasingly recognized as a possible concomitant feature of hemolytic-uremic syndrome. Failure to perform a detailed cardiac evaluation both at diagnosis and during follow-up in complement-mediated hemolytic-uremic syndrome patients can lead to fatal outcomes. Anti-complement therapy can also lead to good cardiac outcomes in these patients.Öğe Serum ischemic modified albumin (IMA) concentration and IMA/albumin ratio in patients with hepatitis B-related chronic liver diseases(2017) Yavuz, Fatma; Bıyık, Murat; Asıl, Mehmet; Dertli, Ramazan; Demir, Ali; Polat, Hakkı; Uysal, Saliha; Ataseven, HüseyinBackground/aim: Albumin is the most important protein synthesized by the liver. Posttranscriptional changes occur in the molecular structure of albumin due to various factors and isoforms arise. Ischemic modified albumin (IMA) is one such isoform. This study was conducted to evaluate serum IMA concentrations in patients with hepatitis B virus (HBV)-related chronic liver diseases. Materials and methods: This study included 74 treatment-naive chronic hepatitis B patients, 25 patients with HBV-related cirrhosis, and 49 healthy controls. Serum IMA concentration was measured spectrophotometrically using the albumin cobalt binding test. Results: The mean IMA concentrations in the chronic hepatitis B group and healthy controls were 0.33 ± 0.11 ABSU and 0.27 ± 0.70 ABSU, respectively, and the difference was statistically significant. Mean IMA/albumin ratios (IMAR) in the chronic hepatitis B and control groups were 0.08 ± 0.04 and 0.06 ± 0.17, respectively, and the difference was also statistically significant (P > 0.001). Higher serum IMA concentrations and IMAR were detected in patients with advanced fibrosis. Conclusion: Serum IMA concentration and IMAR are increased in patients with HBV-related chronic liver diseases and IMA and IMAR are associated with the degree of liver fibrosis. IMA and IMAR may have potential use as noninvasive markers of fibrosis in chronic hepatitis B patients.Öğe Neutropenia Due to Very Long Time Propylthiouracil Usage in Toxic Multinodular Goiter(2016) Turan, Elif; Kaya, Ahmet; Mustafa, Kulaksızoğlu; Kandemir, Bahar; Erayman, İbrahimTirotoksikoz çeşitli yollarla hemtopoezi etkiler ve tionamidlerle birlikte miyelosupresyona neden olabilir. Toksik multinodüer guatra bağlı 20 yıl gibi uzun bir süre propiltiourasil kullanan ve febril nötropeni nedeniyle hastaneye yatışı yapılan hipertirodili bir hasta sunduk. Total tiroidektomi olduktan sonra hasta ötiroid iken nötropenisi düzeldi. Postoperatif patoloji ise mikropapiller tiroid karsinomu olarak değerlendirildi.Öğe Tibia Platosunun Spontan Osteonekrozu: Olgu Sunumu(2014) Çubukçu, Murat; Ordahan, Banu; Adem, Küçük; Kaya, BuğraTibia platosunun spontan osteonekrozu: Olgu sunumuOsteonekroz nedeni tam olarak bilinmeyen eklemin yapısını bozan ve ilerleyici fonksiyon kaybına neden olan bir hastalıktır. Osteonekroz kalça ekleminde sık görülmesine karşın, diz ekleminde oldukça seyrek rastlanan patolojik bir durumdur. En sık görülen diz osteonekroz tipi idiyopatik (spontan) tiptir. Altmış yaş üstünde daha sık görülür. Bu olgu sunumunda otuz dokuz yaşında kadın hastada aniden gelişen diz ağrısı sonrasında saptanan spontan osteonekroz olgusu sunulmuştur.Öğe Yüksek Serum İmmünglobulin E Düzeyi Her Zaman Allerjiye Bağlı Değildir: Etiyolojik Değerlendirmede İpuçları(2017) Arslan, Şevket; Çalışkaner, Ahmet ZaferTıp biliminin her geçen gün ilerleme kaydediyor olması, hekimlikte spesifik konularda ihtisas yapma gerekliliğini doğurmuştur. Günümüzde özellikle dahili branşlarda ve onu takiben cerrahi branşlarda çok sayıda yeni bilim dalları kurulmuştur.Ancak bazı konular vardır ki, hekimler hangi uzmanlık alanına yönlenmiş olurlarsa olsunlar pek bir değişikliğe uğramadan kalır. Bunlara en iyi örnek; eozinofil sayısı yüksek ya da IgE düzeyi yüksek hastalarda, birinci sıradaki ön tanının "ALLERJİ" olmasıdır. Bu yazıda, yüksek IgE düzeyi ile gelen hastalarda ayırıcı tanı konusu ele alınmakta, IgE yüksekliğinin nedenleri, ne zaman araştırılmalı, IgE yüksekliğinin araştırılmasını şekillendirecek klinik bulgular ve değerlendirmeleri konularına değinilmektedir.Öğe Evaluating the clinicopathologic characteristics and survival outcome of breast cancer patients with isolated brain metastases after adjuvant treatment or at initial diagnosis(2012) Börüban, Cem; Gulyer, Hüseyin; Altundağ, Kadri; Artaç, Mehmet; Güler, Tunç; Cengiz, MustafaSSS metastazı meme kanserinin geç dönemlerinde ortaya çıkar. Klasik yaklaşım, semptomatik olunca tedavi etmektir. Adjuvan tedavi sonrası veya başlangıçta tanıda, yalnızca beyin metastazı olan hastaların, klinikopatolojik karekteristiklerini inceledik ve sağkalımı değerlendiridik. Yazarlar, retrospektif olarak iki üniversite hastanesinden 3600 meme kanserli hastayı değerlendirip, içlerinden sadece ve tek olarak beyin metastazlı olan 31 hastayı çalışmaya aldılar. ER, PR, cerbB2 durumu, T , N evresi , grad, adju van taksan, trastuzumab, hormonal tedaviler, trastuzumab ve palatinin beyin metastazından sonra kullanımı sağ kalımı etkileme di. Cerrahi ve tüm beyin ışınlaması cerbB2 negatif hastlarda, tüm beyin ışınlaması ise cerB2 pozitif hastlarda daha etkili olabilir. (p0.06). Sağ kalım pre ve perimenapozallerde daha iyi olabilir. mOS pre ve perimenapozallerde 17.7 ay postmenapozallerde 10.3 ay bulundu. (p0.06) Lapatinib izole beyin metastazlı hastlarda mOSı etkileyebilir. Bazı prognostic faktörler, hangi tadaviden, hangi hasta gurubunun faydalanacağını öngörmemizi sağlayabilir. Daha çok hasta içeren çalışmalara olan ihtiyaç açıktır.Öğe Kronik lenfositik lösemi tanısını maskeleyen primer immün yetmezlik: Bir selektif immünglobulin A eksikliği olgusu(2015) Arslan, Şevket; Uçar, Ramazan; Çalışkaner, Ahmet ZaferPrimer immün yetmezliklerin erişkin hastalarda da görülebileceği konusunda farkındalık düzeyi giderek artmaktadır. Ancak erişkinde primer immün yetmezlik tanısını kesinleştirmeden önce ayırıcı tanıların dikkatlice yapılması gereklidir. Bu yazıda tekrarlayan akciğer infeksiyonları ve selektif IgA eksikliği nedeniyle primer immün yetmezlik ön tanısı almış, ancak son tanısı kronik lenfositik lösemi olarak belirlenen bir hasta sunulmuştur.Öğe Duodenal varices diagnosed by endoscopic ultrasound: A case report(2017) Asıl, Mehmet; Dertli, Ramazan; Bıyık, Murat; Ataseven, Hüseyin; Polat, Hakkı; Demir, AliPortal hypertension and associated complications cause significant morbidity and mortality in cirrhotic patients. Variceal development is the most important portal hypertension related complication. Varices most commonly occur around the gastroesophageal junction, but ectopic varices may develop in many gastrointestinal and extra-gastrointestinal localizations. Duodenum is one of the most common localizations for ectopic varices. Diagnosis of duodenal varices is usually made by upper gastrointestinal endoscopy, but endoscopic appearance is not diagnostic and usually further investigations are required in order to make accurate diagnosis. Endoscopic ultrasound is the gold standard method for the examination of gastrointestinal submucosal lesions therefore it is alsouseful in the work up of suspected duodenal varices. Here we present a patient with cryptogenic liver cirrhosis followed in our clinic, whom duodenal lesions suspected of duodenal varices were noticed during upper gastrointestinal endoscopic examination and endoscopic ultrasound was used to confirm the presence of duodenal varices.Öğe İntratorasik paratiroid karsinomu(2013) Erikoğlu, Mehmet; Kulaksızoğlu, Mustafa; Çolak, Bayram; Gönen, Mustafa SaitParatiroid karsinomu primer hiperparatiroidizmin oldukça nadir nedenlerindendir. Bütün primer hiperparatiroidilerin % 0,41inin nedenini paratiroid karsinomları oluşturur. 64 yaşında bayan hasta primer hiperparatiroidizm tanısı ile opere edilmek üzere kliniğimize yatırıldı. Yapılan klinik incelemelerde intratorasik uzanım gösteren paratiroide ait kitle tespit edildi. Hastaya yapılan paratiroid eksizyonu sonrasında patolojik inceleme sonrasında paratiroid kanseri tespit edilmesi üzerine sağ tiroid lobektomi ve santral boyun diseksiyonu uygulandı ve hasta sorunsuz olarak taburcu edildi.Öğe Adrenal İnsidentalomalı Hastalarda Metabolik Parametreler(2015) Turan, Elif; Kulaksızoğlu, Mustafa; Karakurt, Feridun; Kaya, AhmetAmaç: İnsidental olarak tespit edilen adrenal kitlesi olan hastalarda metabolik durumu belirlemek. Gereç ve Yöntemler: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim dalında Ocak 2010 ve Şubat 2014 tarihleri arasında yatırılarak fonksiyonel tarama yapılan adrenal insidentaloması olan 67 hasta çalışmaya dahil edildi. Bulgular: 67 hastanın 34ü erkek, 33ü kadındı. Hastaların yaş ortalaması 57.1 12, tüm hastaların vücut kütle indeksi 29.16 kg/m2 idi. Çalışmaya dahil edilen hastalara fonksiyonel tarama olarak; Cushing Sendromu, feok- romasitoma ve primer hiperaldesteronizme yönelik tarama testleri uygulandı. 67 hastanın 8 tanesi fonksiyone olarak (6 feokromasitoma, 1 Cushing Sendromu, 1 primerhiperaldesteronizm) tespit edildi. Hastaların 38 tane- sinde bozulmuş açlık glikozu veya tip 2 Diabetes Mellitus tespit edildi. Tüm hastaların ortalama glukoz değeri 127.618 mg/dl, fonksiyone olmayan hastaların ortalama glukozu 12962 mg/dl, fonksiyone olan hastaların glukoz ortalaması ise 117.232 mg/dl olarak ölçüldü. Tüm hastalarda sistolik kan basıncı 12518 mm/Hg, dias- tolik kan basıncı ise 7710.9 mm/Hg olarak ölçüldü. Fonksiyone hastaların ortalama sistolik basıncı 13510.4 mm/Hg iken, fonksiyone olmayan hastalarda 12419 mm/Hg tespit edildi. Tüm hastaların trigliserit, HDL, LDL kolesterol ölçümleri alındı. Sırasıyla ortalama değerleri; 157.583 mg/dl (normal 150mg/dl), 39.39.5 mg/dl (normal 40mg/dl), 120.137 mg/dl (normal 100mg/dl) bulundu. Sonuç: Çalışmamızda sürrenal insidentaloma hastalarının % 56sında insülin direncini gösteren bozulmuş açlık glukozu ve Tip 2 DM tespit edilmiştir. Klinik olarak fonksiyonel olmayan adrenal adenomların neden olduğu hafif kortizol fazlalığı tam olarak cushingoid görüntü gelişmesi için yeterli değilse de, insülin direnci ve bunun klinik sonuçlarına neden olabilmektedir. Bu artmış vücut kütle indeksi ve/veya insidentalomalı hastalarda subk- linik cushing sendromu sıklığı ile de ilişkili olabilir.Öğe Diabetik hastalarda bel ve boyun çevresi ölçümü ile glukoz, lipid ve HBA1C parametreleri arasındaki ilişki(2015) Turan, Elif; Savut, Bülent; Kulaksızoğlu, Mustafa; Uyar, Mehmet; Turan, Yaşar; Kaya, AhmetAmaç: Diyabet olan hastalarda bel çevresi ve boyun çevresinin; glukoz, HBA1c lipid parametreleri ve kan basıncı üzerine etkisini tespit etmek. Gereç ve Yöntemler: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Endokrinoloji Kliniğine son 6 ayda başvuran 264 Tip 2 Diabetes Mellitus tanısı olan hasta çalışmaya dahil edildi. Bu hastaların kan basıncı, boy, kilo, bel çevresi ve boyun çevresi (BÇ) ölçüldü. Ölçüm sonuçları ile açlık plazma glukoz (APG), A1c lipid para- metreleri ve kan basıncı arasında verilerin korelasyonuna bakıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan 264 hastanın 141i (%53.4) kadın, 123i (%46.6) erkekti. Hastaların ortalama yaş 55.7 10, VKİ 31.1 5.5 kg/m2, A1c %8.72.4, APG 18182 mg/dL, trigliserit 182111.7 mg/dL, HDL 42.911.7 mg/dL, LDL 111.834 mg/dL, sistolik kan basıncı (SKB) 13120 mmHg, diastolik kan basıncı (DKB) 81.612 mmHg, kadında bel çevresi ortalama 10614 cm, BÇ 36.22.8 cm, erkekte bel çevresi ortalama 105.912.8 cm, BÇ 37.95.1 cm olarak ölçüldü. Kadınlarda ve erkeklerde ayrı ayrı analizde BKİ ile bel çevresi, BÇ, SKB, DKB arasında anlamlı pozitif korelasyon bulundu (her biri için p0.001). Hem kadında hem erkekte boyun çevresi ile SKB, DKB trigliseritte pozitif korelasyon (sırasıyla p0.001, p0.001, p0.02) tespit edilirken, boyun çevresi ve HDL arasında negatif yönde korelasyon bulundu (p0.09). Kadın ve erkekler diyabetik hastalarda bel çevresi ile SKB ve DKB arasında pozitif korelasyon varken (sırasıyla p0.001, p0.001) ve HDL arasında negatif yönde korelasyon tespit edildi (p0.049). Bel çevresi ve boyun çevresi A1C, APG ve LDL-kolesterol arasında korelasyon tespit edilmedi. Sonuç: Bel çevresinin yanında boyun çevresi ölçümü takibi diyabetik hastalarda metabolik değişiklikleri yan- sıtan önemli ve basit fizik muayene bulgusu olarak kullanılabilir.Öğe The Relationship Between Osteoprotegerin/RANKL Axis and Arterial Stiffness in Osteopenic/Osteoporotic Renal Transplantation Recipients(2015) Koçyiğit, İsmail; Türkmen, Kültigin; Doğan, Ender; Güngör, Özkan; Örsçelik, Özcan; Karakükcü, Çiğdem; Eroğlu, Eray; Ünal, Aydın; Doğan, Ali; Sipahioğlu, Murat Hayri; Tokgöz, Bülent; Oymak, OktayAMAÇ: Kardiyovasküler hastalıklar böbrek transplantasyonu (Btx) olan hastalarda mortalitenin ana nedenleri arasındadır. Osteoprotegerin (OPG), osteoblastlar tarafından üretilir ve BTxli hastalarda artmış kardiyovasküler risk ile bağlantılıdır. Normal popülasyonda OPG, serumda NF-?B ligandının (RANKL) bir reseptörü olarak davranır ve bu etkileşimin kemik erimesi ve vasküler fonksiyonlar üzerinde önemli bir rol oynadığı tespit edilmiştir. Literatürde Btxli hastalarda bu etkileşimle ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu nedenle, çalışmamızda Btxli hastalarda OPG, RANKL, osteoporoz ve arteriyel sertlik arasındaki ilişki araştırılmıştır. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Bu kesitsel çalışmaya 80 erişkin Btxli hasta dahil edilmiştir. Femur boynu mineral yoğunluğu dual-enerji X-ışını soğurma (DEXA) yöntemiyle elde edildi. Serum OPG ve RANKL ELISA yöntemi ile ölçüldü. Nabız dalga analizi karotid ve nabız dalga hızı (NDH) makinesi kullanılarak femoral arterlerden ölçüldü. BULGULAR: Hastalar osteopeni/osteoporoz grubu (n:56) ve normal (n: 24) olarak iki gruba ayrıldı. Vücut kitle indeksi normal gruba göre osteopenik/osteoporotik grupta anlamlı olarak daha düşüktü. Nabız dalga hızı ile yaş (r: 0,204, p: 0,072), OPG (r: 0,219, p: 0,052), kalsiyumxfosfat çarpımı (r: 605, p 0,001) ve sistolik kan basıncı (r: 0,198 , p: 0,058) arasında pozitif korelasyon saptanırken, NDH ile RANKL (r: -0,261, p: 0,020) ve kreatinin klirensi (r: -0,220, p: 0,051) arasında negatif korelasyon tespit edildi. Lineer regresyon analizinde nabız dalga hızının bağımsız belirleyicisi olarak kalsiyum x fosfat çarpımı bulundu. Ancak kreatinin klirensi, RANKL osteoprotegerin ve sistolik kan basıncı NDHnın bağımsız öngördürücüsü olarak tespit edilmedi. SONUÇ: Çalışmamızda, böbrek nakilli hastalarda arteriyel sertliği gösteren nabız dalga hızı OPG ve RANKL ile değil fakat kalsiyum ve fosfor çarpımı ile bağımsız olarak ilişkili bulunmuştur.Öğe Multipl miyelom hastalarında nefropati sıklığı: Tek merkez deneyimi(2017) Savut, Bülent; Baloğlu, İsmail; Tonbul, Halil Zeki; Selçuk, Nedim Yılmaz; Türkmen, KültiginMultipl miyelom (MM); anemi, tekrarlayan enfeksiyonlar, serum ve/veya idrarda monoklonal protein artışı, osteolitik kemik lezyonları, hiperkalsemi ve böbrek yetmezliği ile karakterize neoplastik bir plazma hücre diskrezisidir. MM ilişkili böbrek yetmezliği erken mortaliteye neden olan önemli bir prognostik faktördür ve MM’da böbrek hastalığı sıklığı tanıma bağlı olarak %20-50 arasında değişmektedir. Bu çalışmada, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Hematoloji ve Nefroloji Kliniklerine başvuran MM hastalarında, nefropati sıklığı ve ilişkili faktörler araştırıldı. Son beş yıl içerisinde hastanemizde MM tanısı ile takip edilen toplam 104 hasta (K/E: 55/49) retrospektif olarak incelendi. Hastaların ortalama takip süresİ 29ay, yaş ortalaması 6410.6 yıldı. Takip süresince hastaların %30.8’i ölmüş, %58’i ise halen yaşamaktaydı. Hastaların %10.6’sının ise akıbeti öğrenilemedi. Kreatinin değeri 2 mg/dL olan hastalar miyelom nefropatili olarak kabul edildi. Başlangıç tedavisi olarak vinkristin-adriyamisin-deksametazon veya melfelan-metilprednizolon (65 yaş hastalar için) verilmişti. SPSS 15.0 programı ile istatistiksel analizler yapıldı. Çalışmaya katılan 104 hastanın %31.7’sinde (n33), miyeloma bağlı böbrek yetmezliği tespit edildi. Serum kreatinini 2 mg/dL olanlarda hipovolemi ve oligüri oranları daha yüksek bulundu (p0.001). Miyeloma bağlı böbrek yetmezliği olanların ortalama ürik asit (p0.002) ve kalsiyum (p0.037) değerleri, böbrek yetmezliği olmayanlardan yüksekti. Başlangıçta 31 hastada (%29.8) hemodiyaliz (HD) ihtiyacı varken bunların 19’unda (diyaliz yapılan hastaların %61.2’si, tüm hastaların %18.2’si) HD kalıcı oldu. Böbrek tutulumu olan MM hastalarında mortalite %42.4 iken böbrek tutulumu olmayanlarda %25.3 oranındaydı (p0.034). Multipl miyelomda böbrek yetmezliği kötü prognositik belirteçler arasında yer almaktadır. Hastaların yaklaşık üçte birinde miyeloma bağlı böbrek hastalığı saptandı. Böbrek yetmezliği, esas olarak monoklonal hafif zincir nefropatisine bağlı olarak gelişse de hipovolemi gibi geri dönüşümlü nedenlerin dikkatli değerlendirilmesi ve böbrek yetmezliği olan grupta artmış mortalite riski nedeniyle, MM’da bu alt gruba özellikle dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.Öğe Metamizole Karşı IgE Aracılı Reaksiyon: Ağır Anafilaksili Bir Hastanın Değerlendirilmesi(2016) Arslan, Şevket; Uçar, Ramazan; Çalışkaner, Ahmet ZaferMetamizol, temel olarak analjezik ve antipiretik etkili, ayrıca kısmen antiinflamatuvar ve spazmolitik etkileri de olan bir ilaçtır. Metamizole bağlı birçok istenmeyen etki tanımlanmıştı. Erken ya da geç başlangıçlı sistemik reaksiyonlara ve kemik iliği baskılanması ile ilişkili reaksiyonlara neden olabilir. Bu makalede, parenteral metamizol (Novalgin ampul; Sanofi aventis, İstanbul, Türkiye) uygulanmasını takiben sistemik reaksiyon gelişen bir hastada reaksiyonun mekanizmasına yönelik araştırmalar sunularak tartışılmaktadır.Öğe Partial Splenic Embolization may be an Option to Overcome Thrombocytopenia Interfering with Triple Therapy in HCV (+) Cirrhotic Patients: A Case Report(2015) Asıl, Mehmet; Bıyık, Murat; Çifçi, Sami; Sayın, Serhat; Uçar, Ramazan; Özbek, Orhan; Ataseven, Hüseyin; Polat, Hakkı; Demir, AliKronik hepatit C nedeniyle interferon içeren tedavi rejimleri uygulanan hastalarda ilaçlara bağlı yan etkilerle sıklıkla karşılaşılmaktadır. Bu yan etkiler bazen ilaçların suboptimal dozlarda verilmesine hatta tedavinin kesilmesine neden olabilmektedir. İnterferon alan hastalarda trombositopeni sık görülür ve tedaviyi zorlaştırır. Biz burada Pegile interferonribavirintelaprevir üçlü tedavisi alan ve tedaviyi etkileyen trombositopeni tedavisi için splenik embolizasyon uygulanılan hepatit C virüs (HCV) () sirotik bir hastayı sunmayı amaçladık. Kırk yedi yaşında kadın hasta kliniğimizde HCV() siroz nedeniyle 6 yıldır takip edilmekteydi. Altı yıl önce 48 hafta pegylated interferon (PEGIFN)ribavirin tedavisi almış ve tedavi sonrası relaps saptanmıştı. Proteaz inhibitörü içeren 3'lü tedavi protokollerinin genotip 1b hastalarda ülkemizde de onaylanmasından sonra hastaya telaprevir içeren 3'lü tedavi protokolü planlandı. Hastanın tedavi öncesi laboratuvar tetkikleri Child A sirozla uyumluydu. Abdominal ultrasonografide kronik karaciğer hastalığı bulguları ve splenomegali saptandı. Tedavi öncesi HCV RNA 756000 copy/ml, Hb: 11,8 g/dL, WBC: 4600/?L, Trombosit: 64000/?L idi. Hastaya Peg IFN ?-2a 135 mcg/hafta, ribavirin 1000 mg/gün ve telaprevir 3x750 mg/gün başlandı. İki hafta içerisinde trombosit sayımı önce 42000 /?L ve ardından 14000 /?L'ye kadar düştü. PEG-IFN dozu kademeli olarak 67,5 mcg/haftaya kadar azaltıldı. Trombositopeni nedeniyle hastaya parsiyel splenik embolizasyon uygulandı. Bir hafta içerisinde trombosit sayısı 45000/?L'ye yükseldi ve PEG-IFN dozu tekrar 135 mcg/haftaya arttırıldı. Tedavinin geri kalan kısmında trombosit sayısı yaklaşık 60000/?L civarında seyretti ve hasta 48 haftalık tedaviyi başarıyla tamamladı. Hastaya tedavi sonu ve tedavi bitiminden 12 hafta sonra bakılan HCV RNA (-) olarak saptandı. PEG-IFN içeren üçlü tedavi tedavi protokolleri uygulanacak olan sirotik hastalarda trombositopeni tedavisinde splenik embolizasyon minimal invaziv bir seçenek olarak kullanılabilir.Öğe İbrutinib sonrası gelişen dev ekimoz ve hematom: Olgu sunumu(2017) Demircioğlu, Sinan; Çipil, Handan; Çeneli, Özcan; Uğur Bilgin, AynurKronik lenfositik lösemi ve Mantle hücreli lenfoma da yeni bir tedavi seçeneği olan ibrutinib, yüksek etkinliği ile günümüzde sık kullanılmaya başlanmıştır. Hedefe yönelik monoklonal antikorların yan etkileri sitotoksik tedavilere göre daha hafif seviyede görülmektedir. İbrutinibin de ishal, bitkinlik, ateş, bulantı, kanama, sitopeniler, alerjik reaksiyonlar gibi yan etkileri görülmektedir. Kanama %50 den fazla vakada görülmüştür. Çoğunluğu peteşiyal kanamalar olmasına rağmen hayati tehdit eden kanamalara da yol açmaktadır. Bizde ibrutinibin kanamaya eğilimi olan hastalarda dikkatli kullanılmasını vurgulamak amacıyla, ibrutinib sonrası kanama gelişen vakamızı sunduk.Öğe Serum Soluble TWEAK Concentration is Decreased in Patients with Hepatocellular Cancer and Low Blood Levels of sTWEAK are Associated with Poor Survival(2017) Asıl, Mehmet; Dertli, RamazanKötü Sağkalımla İlişkilidirTumor necrosis factor-like weak inducer of apoptosis (TWEAK) tümör nekrozis factor ailesinin bir üyesidir ve birçok kanserin patogenezinde rol oynadığı öne sürülmüştür. Bu çalışmada hepatoselüler kanser (HCC) hastalarında serum sTWEAK düzeylerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yirmi sekiz HCC hastası, 28 siroz hastası ve 30 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edilerek serum sTWEAK konsantrasyonları ELISA yöntemiyle hazır kitler kullanılarak çalışılmıştır. HCC, siroz ve sağlıklı kontrol gruplarında ortalama serum sTWEAK konsantrasyonları 174.069.9 pg/ml, 221.461.2 pg/ml ve 288.068.4 pg/ml olup gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p 0.001). HCC grubundaki ortalama sTWEAK konsantrasyonunun gerek siroz (p 0.009) gerek de sağlıklı kontrol (p 0.001) gruplarından daha düşük olduğu görüldü. ROC analizinde, sTWEAK için 1 yıllık mortaliteyi öngörme açısından eğri altında kalan alan 0.836 (%95CI: 0.684-0.987) ve belirlenen148,1 pg/ml eşik değeri için duyarlılık ve özgüllük %66.7 ve %92.3 olarak bulundu. Kaplan-Meier sağkalım analizi ile serum sTWEAK konsantrasyonu 148,1 pg/ml olan hastalarda 1 yıllık sağkalım hızının anlamlı olarak daha düşük olduğu görüldü (log-rank testi, ?2 11.75, p 0.001). Cox regresyon analizinde de serum sTWEAK konsantrasyonunun mortaliteyi öngören bağımsız bir risk faktörü olduğu görüldü (Hazard oranı 4.325, %95 CI: 1.080-17.326, p 0.025). HCC hastalarında serum sTWEAK konsantrasyonu azalmıştır. Düşük serum sTWEAK düzeyleri, HCC hastalarında kötü prognoz ve yüksek bir yıllık mortalite oranlarıyla ilişkilidir.Öğe Asymmetric Dimethylarginine and Homocysteine Levels in Dialysis Patients(2013) Erdem, S. Sami; Yerlikaya, Fatma Hümeyra; Tonbul, Zeki; Türkmen, Kültigin; Erdur, Fatih Mehmet; Taner, Alpaslan; Çiçekler, Hümeyra; Mehmetoğlu, İdrisKardiyovasküler hastalıklar ve endotelyal disfonksiyon son dönem böbrek yetmezliği hastalarında en önemli ölüm nedenleridir. Periton diyalizi ve hemodiyaliz gibi tedavi yöntemlerinin farklı parametreler üzerine farklı etkileri vardır. Asimetrik dimetilarjinin endojen nitrik oksit sentaz inhibitörüdür ve kronik böbrek yetmezliğinin progresyonunda yeni bir belirteç olduğu gösterilmiştir. Homosistein endotel hasarı, damar düz kas hücre proliferasyonu ve koagülasyon anormallikleri yoluyla trombogenez ve atero- geneze neden olur. Daha önceki çalışmalarda periton diyalizi (PD) ve hemodiyalizin (HD) oksidan ve antioksidan sistemler üzerine etkisiyle ilgili çelişkili bulgular vardır. Bu çalışmada HD, PD ve sağlıklı kişilerde ADMA, homosistein ve CRP düzeylerini belirlemeyi amaçladık. Çalışmaya 44 PD (23E,21K), 26HD (13E,13K) hastası ve 29 (15E,14K) sağlıklı kişi katıldı. ADMA, homosistein, arjinin ve CRP düzeyleri ölçüldü. Son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) hastalarının ADMA, homosistein ve CRP düzeyleri sağlıklı kontrol grubuna göre yüksek (p0.001), arjinin düzeyleri düşük olarak bulundu(p0.001). HD ve PD gruplarında ADMA, homosistein ve CRP seviyeleri açısından farklılık bulunamadı (sırasıyla p:0.287, p: 0.587, p: 0.835) Bizim sonuçlarımız HD,PD hastalarında sağlıklı kontrole göre ADMA ve homosistein düzeylerinin yüseldiğini gösterdi. Bu bulgular; diyaliz hastalarında endotel disfonksiyonu, inflamasyon ve oksidatif stresin arttığını ve ADMA ve homosistein düzeylerinin diyaliz tedavi yönteminden etkilenmediğini göstermektedir.