Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 31
  • Öğe
    Fıgo grade 1 endometrioid tip endometrial karsinomlarda immünhistokimyasal pole, mismatch repair(MMR) ve p53 mutasyonlarının myometrial invazyon ile ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Tekecik, Zülal Taflıoğlu; Esen, Hacı Hasan
    Endometrial Karsinomlar (EK) en sık görülen jinekolojik tümörlerden biridir. The International Agency for Research on Cancer (IARC)' ın bir parçası olan The Global Cancer Observatory (GCO)’ nin GLOBOCAN 2020 veri tabanına göre EK 417.000 yeni vaka ve 97.000 ölümle kadınlarda en sık teşhis edilen altıncı kanserdir ve kadın tümörlerinin %4,5’ ini oluşturmaktadır. İnsidans oranlarının son yirmi yılda düştüğü diğer birçok kanser türünün aksine, endometriyum kanserinin küresel insidansı artmaya devam etmektedir. EK’nin ilk alt tip sınıflandırması, 1983' te Bokhman tarafından, klinik ve hormonal özelliklere dayalı olarak Tip I ve Tip II EK olarak yapılmıştır. 2013 yılında, EK’ lerin Kanser Genom Atlası (TCGA) tarafından entegre bir moleküler karakterizasyonu, mutasyon yükü ve somatik kopya sayısı varyasyonlarına dayalı olarak dört gruba bölünebileceğini gösterilmiştir. Bu 4 alt grup; POLE Ultra mutasyonu, Mismatch repair eksikliği (MMRd), P53 mutasyonu (p53abn) ve Spesifik moleküler profili olmayan karsinomlar (p53 wild type-p53wt) olarak belirlenmiştir. Çalışmamızda Meram Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalında grade 1 endometrioid tip EK tanısı almış olgular yeniden değerlendirildi. Olgulara immünhistokimyasal olarak POLE, P53, MMR(MLH-1,MSH-2,MSH-6,PMS-2) boyaları uygulandı. Elde edilen veriler klinikopatolojik parametrelerle istatiksel olarak karşılaştırıldı. Çalışmamızda olguların hiçbirinde immünhistokimyasal olarak POLE ekspresyonu görülmedi. P53 final skor sonuçları ile MMRp/MMRd grupları arasında istatiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p=0,005). P53 final skoru negatif olan 21 olguda, MMR proteinlerinden herhangi birinde ekspresyon kaybı izlenmedi. Çalışmamızdaki 50 olgunun %40’ ı (n=20) MMRd grubunda, %60’ ı MMRp (N=30) grubunda saptanmıştır. 2 MMRd grubunda olan 20 adet olgunun %75’ inde (n=15) MLH-1 ve PMS-2 ile ekspresyon kaybı, %15’inde (n=3) MSH-2 ve MSH-6 ile ekspresyon kaybı, %5’ inde (n=1) ise sadece PMS-2 ve sadece MSH-6 ile ekspresyon kaybı izlenmiştir. Klinik ve histopatolojik parametlerden yaş ile myometrial invazyon arasında pozitif yönde düşük korelasyon izlendi (r=0,373, p=0,008). Lenf nodu metastazı ile adneksiyel tutulum arasında orta derecede korelasyon izlendi (r=0,484, p=0,00). Evre ile myometrial invazyon arasında pozitif yönde kuvvetli korelasyon izlendi (r=0,818, p=0,00). Evre ve alt uterin segment tutulumu ile pozitif yönde orta derecede, serviks tutulumu ile arasında pozitif yönde iyi derecede korelasyon izlendi (r değerleri sırasıyla; r=0,520 r=0,664; p değerleri sırasıyla p=0,00 p=0,00). EK’lerin immunhistokimyasal POLE, p53 ve MMR ekspresyonuna göre alt tiplendirme yapılmasının cerrahinin adjuvan tedavilerin ve hedefe yönelik tedavilerin planlanması açısından önemli olduğunu düşünmektekteyiz.
  • Öğe
    Ürotelyal Karsinomlar Ve Çevre Non Tümöral Mukozalarında Cd133, Cd44, Cox-2'nin İmmunhistokimyasal Analizi Ve Non Tümöral Mukozaların Malignite Potansiyelinin Belirlenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Karakaya, Hatice Beyza; Avunduk, Mustafa Cihat
    Mesane kanseri dünyada en sık görülen 10. kanser türü olup kansere bağlı ölümler arasında 13. sırada yer almaktadır. Yüksek nüks riski mevcudiyeti dolayısıyla ve yaşam boyu takip gerektimesi diğer tümörlere nazaran tedavi maliyetlerini artırmaktadır. Son zamanlarda kanser kök hücreleri ile yapılan çalışmalar kök hücrelerin prognoz, nüks ve tedaviye cevapta kuvvetli ilişkinin olduğunu göstermiştir. Organizmada kanser kök hücrelerine dönüşüm, doku rejenerasyonu esnasında, toksinlere, enfeksiyonlara, radyasyona veya mutasyonlara neden olan metabolik etkilere cevap olarak başlayabilir veya hızlanabilir. CD133, CD44 kanser kök hücreleri içerisinde tanımlanan önemli belirteçlerdir. COX-2 inflamasyonla PGE2 aracılı kök hücrelerini aktive edebilir. Çalışmamızda Meram Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalında ürotelyal karsinom (ÜK) ve kronik sistit (KS) tanısı almış olgular yeniden değerlendirildi. Olgulara immünhistokimyasal olarak CD133, CD44, COX-2 boyaları uygulandı. Elde edilen veriler klinikopatolojik parametrelerle istatiksel olarak karşılaştırıldı. CD133 boyaması ile papiller ürotelyal karsinom (PÜK) olgularında tümör içermeyen komşu mukozada, tümör alanına göre istatiksel olarak anlamlı pozitif ekspresyon saptandı (p=0,020). 60 yaş ve üzeri olguların tümöral alanlarında CD133 negatif ekspresyon oranı 60 yaşın altındaki olgulara göre istatiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptandı (p=0,021). Yüksek dereceli tümörlerde CD133 boyanma şiddetinin güçlü olması istatiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p=0,028). CD44 ile PÜK ve KÜK olgularında tümör içermeyen komşu mukozalarda, tümöral alana göre istatiksel olarak anlamlı pozitif ekspresyon saptandı (p<0,001, p=0,037). Yüksek dereceli tümörlerde ve lenf nodu metastazı olan olgularda CD44 boyanma şiddetinin güçlü olması istatiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p=0,035, p=0,015). Kronik sistit tanılı olgularda ise ürotelyal karsinomların normal komşu mukozalarına göre COX-2 boyanma şiddeti ve nihai ekspresyonu istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek idi (p=0,003). PÜK tanılı olguların normal mukozalarında COX-2 ekspresyon oranı KÜK tanılı olguların tümör içermeyen mukozaları ve kronik sistit tanılı olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı olarak düşük saptandı (p<0,001). KÜK tanılı v olguların tümöral alanında PÜK olgularının tümöral alanına göre COX-2 boyana şiddetinin güçlü olması istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0,028). Yüksek dereceli tümörlerde COX-2 boyanma şiddetinin güçlü olması istatiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p= 0,027). Bütün bu veriler eşliğinde CD133, CD44, COX-2 moleküllerinin kötü prognozla ilişkili olabileceğini düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinde immunhistokimyasal CMTM6 ve PD-L1 'in klinikopatolojik ve prognostik önemi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Ayçiçek, Seda Taş; Fındık, Sıdıka
    Akciğer kanseri dünya çapında en sık görülen 2. kanserdir ve kanser nedenli ölümlerin en sık nedenidir. İmmün kontrol noktalarının tespit edilmesi ve immünoterapinin geliştirilmesiyle birlikte akciğer kanseri tedavisinde umut verici gelişmeler meydana gelmiştir. Programlanmış ölüm 1 (PD-1) / Programlanmış ölüm ligandı 1 (PD-L1) yolu, tümör mikroçevresi içinde immün toleransın başlatılmasını ve sürdürülmesini kontrol eder. CKLF-like MARVEL transmembrane domain containing 6 (CMTM6) bir tip 3 transmembran proteini olup PD-L1 protein düzenleyicisi olarak rol alır. Çalışmamızda Meram Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalında 2015-2021 yılları arasında tanı almış 100 adet küçük hücreli dışı akciğer karsinomu (KHDAK) vakası değerlendirildi. Vakalara immünhistokimyasal CMTM6 ve PD-L1 boyaları uygulanarak veriler klinikopatolojik parametrelerle istatiksel olarak karşılaştırıldı. Çalışmaya dahil edilen tüm hastaların H- PD-L1 skoru ortancası 10,00 (1. çeyrek:0,00- 3. Çeyrek:70,00), H-CMTM-6 skoru ortancası ise 40,00 (1. çeyrek:10,00- 3. Çeyrek:100,00) olarak tespit edildi. Tümör çapı ≥5 cm olan hastaların H-PD-L1 ve H-CMTM6 skorları tümör çapı <5 cm olan hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı yüksekti (p=0,014, p=0,013). Histolojik tipi adenokarsinom olan hastaların hem H-PD-L1 hem de H-CMTM6 skorları skuamöz hücreli karsinom ve diğer karsinom tiplerine göre istatistiksel olarak anlamlı düşük saptandı (p=0,004, p=0,001). Tüm KHDAK vakaları için Grade 1 hastaların H-PD-L1 ve H-CMTM6 skorlarının, Grade 2 ve Grade 3 hasta gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı düşük olduğu bulundu (p=0,011, p=0,043). Klinik evre 1 hastaların H-PD-L1 skoru diğer evre (evre 2-3-4) hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı düşük saptandı (p=0,020). H-PD-L1 ve H-CMTM6 skorları arasında pozitif yönde iyi derecede korelasyon saptandı (r=0,636, p<0,001).Visseral plevra invazyonu olan hastaların visseral plevra invazyonu olmayan hastalara göre 2,478 kat (%95 GA=1,086-5,658, p=0,031), uzak metastazı olan hastaların ise uzak metastazı olmayan hastalara göre 2,202 kat (%95 GA=1,026-4,727, p=0,043) daha fazla ölüm riski olduğu belirlendi. Literatürde PD-L1 ile ilgili çok sayıda çalışma mevcut olup PD-L1’in düzenlenmesiyle ilgili sınırlı bilgi mevcuttur. Çalışmamızda H-PD-L1 ve H-CMTM6 skorları arasında pozitif yönde iyi derecede korelasyon saptanmıştır. Akciğer kanserinde CMTM6’yı prognostik bir belirteç ya da terapötik bir ajan olarak kullanabilmek için daha kapsamlı çalışmalar yapılması önemlidir.
  • Öğe
    Rozasea, diskoid lupus eritematosus ve polimorf ışık erüpsiyonu lezyonlarının morfolojik ve immunhistokimyasal (CD4/CD8 T hücre ve CD123(+) plazmositoid dentritik hücre oranları) açıdan karşılaştırmalı analizi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Kızıltan, Özge; Kılınç, Fahriye
    Histopatolojik olarak benzer bulgular içeren Polimorf Işık Erüpsiyonu (PIE), Diskoid Lupus Eritematozus ve Rozasea vakalarında histopatolojik analiz ile birlikte immünohistokimyasal olarak CD123 oranı ile plazmositoid dentritik hücre (PDH) varlığının ve lenfositlerdeki CD4/CD8 oranlarının karşılaştırılması, böylece doğru tanıya ulaşmada immünohistokimyanın katkısının araştırılması ve literatüre katkı sağlanmasını amaçladık. Yöntem: 2015-2020 yılları arasında Meram Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı laboratuarında incelenerek tanı almış 27 adet DLE, 27 adet PIE ve 29 adet Rozasea olgusuna ait preparatlar histopatolojik olarak tekrar gözden geçirildi. Parafin bloklardan kesitler alınarak, immunohistokimyasal boyama cihazında CD4, CD8 ve CD123 boyamaları yapıldı, lezyonlardaki lenfositik infiltrasyonların CD4/CD8 oranları ve CD123 pozitif PDH oranları değerlendirildi. Sonuçlar hasta gruplarına göre listelenip istatistiksel olarak uyumluluk ve farklılıklar ortaya konuldu. Bulgular: İstatistiksel sonuçlarda histopatolojik bulgulardan olan folliküler plugging, Demodeks varlığı, ödem, spongioz, müsin birikimi, bazal membran kalınlaşması açısından vakalar arasında anlamlı fark tespit edildi (sırasıyla; p=0,003; p=<0,001; p=0,001; p=0,027; p=<0,001; p=<0,001). Demodeks varlığı Rozasea'da PIE ve DLE'ye göre, ödem ve spongioz PIE'de DLE'ye göre, folliküler plugging DLE ve Rozasea'da PIE'ye göre, müsin birikimi ve bazal membran kalınlaşması DLE'de Rozasea ve PIE'ye göre anlamlı olarak daha fazla izlendi. İmmunhistokimyasal bulgulardan CD123 oranları açısından vaka grupları arasında istatiksel olarak anlamlı fark tespit edildi (p=0,006). Vakalarda izlenen CD123 oranları açısından bu anlamlılık değeri Rozasea ve DLE arasından kaynaklandığı (p=0,005) izlendi. Buna göre DLE'de CD123+ plazmositoid dentritik hücre oranları Rozasea'ya göre anlamlı derecede yüksek bulundu. Ayrıca en az CD123+ 20 hücreli grup içeren vaka sayıları açısından anlamlı bir fark tespit edildi (p=0,005). Bu anlamlı farkı DLE'de PIE ve Rozasea'ya göre daha fazla en az CD123+ 20 hücreli grup içermesi oluşturmaktadır. CD4/CD8 oranları açısından vaka v grupları arasında istatiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi (p=0,058). P değerinin 0.05'in hafif üstünde olması dikkati çekti. Sonuç: Bu çalışmamızda DLE, PIE ve Rozasea vakalarında histopatolojik ayrımda folliküler plugging, Demodeks varlığı, ödem, spongioz, müsin birikimi, bazal membran kalınlaşması gibi histolojik bulguların vurgulanması yanısıra histopatolojik ayrımda zorlandığımız vakalarda immunhistokimyasal bulgulardan CD123 oranının DLE ile Rozasea ayrımında bir seçenek olarak kullanılabileceği kanaatine varılmıştır. Yine en az CD123+ 20 hücreli grup içerip içermemesi DLE'yi PIE ve Rozasea'dan ayırımında kullanılabileceği düşünülmüştür.
  • Öğe
    Mikst tipte hücre morfolojisine sahip gastrointestinalstromal tümörlerde mitoz sayısının hücre tipi ile ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Gökalp, Fulya; Esen, Hacı Hasan
    Gastrointestinalstromal tümörlerde (GİST) hastalık progresyonunu veprognozu belirleyen en önemli parametre tümörün risk grubudur. Risk grubu; tümör çapı, mitoz sayısı ve tümör yerleşim yeri verileri kullanılarakbelirlenir. Bu çalışmada daha önce literatürde örneğine rastlamadığımız mikst tipte hücre morfolojisine sahip GİST' lerde hücre tipi (iğsi-epiteloid) ile mitoz sayısı arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı Laboratuarında 2008–2019 yılları arasında "Mikst Tip Gastrointestinal Stromal Tümör" olarak raporlanmış 35 adet vakanın Hematoksilen&Eozin ve immunhistokimyasal PHH3 (mitozu gösterir) boyalıpreparatları arşivden çıkarıldı. Klinik ve patolojik verilerinde eksiklik tespit edilen 2 olgu çalışmadan çıkarıldı. Toplam 33 olgu ışık mikroskobu altında tekrar değerlendirildi. İmmunhistokimyasal PHH3 boyalı preparatlardatümörlerde iğsi ve epiteloid alanlardaki mitoz sayısı (5 mm2 - 25 büyük büyütme alanında)hücre tiplerine göre ayrı ayrı sayılıp not edildi. Elde edilen mitoz sayısı baz alınarak, hücre tiplerine göre risk gruplandırmaları yeniden yapıldı. Ayrıca olguların demografik (yaş ve cinsiyet) ve diğer patolojik verileri (tümör boyutu ve anatomik lokalizasyonu) kaydedildi. Elde edilen veriler SPSS (Statistical PackagefortheSocialSciences) 24.0 paket programı kullanılarak analiz edildi. Tüm değişkenler için frekans (sayı), yüzde (%), aritmetik ortalama (mean) ± standart sapma (x±ss), ortanca (median), en düşük- en yüksek (min- max) değerler gibi tanımlayıcı istatistikler kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya toplamda 33 mikst hücreli GİST vakası dahil edilmiştir. Vakaların 16 tanesi kadın (%48,5), 17 tanesi erkek (%51,5) tir. Vakaların ortalama yaşı61,69±13,63, ortanca yaş 63 (min: 29, max: 85) olarak bulunmuştur.Vakaların 13 tanesi ince barsak (%39,4), 12 tanesi mide (%36,4), 7 tanesi batın içi (%21,2), 1 tanesi rektum (%3) yerleşimlidir. Vakaların ortalama tümör çapı 11,07±6,39 cm, ortanca tümör çapı 9,5 cm (min: 3 cm- max: 30 cm)dir.İğsi alandaki ortalama mitoz sayısı 9,51±13,14, ortanca mitoz sayısı 6 (min: 1, max:74) dir. Epiteloid alandaki ortalama mitoz sayısı 15,03±16,42, ortanca mitoz sayısı 11 (min: 2, max:88) dir.Epiteloid alandaki ortalama ve ortanca mitoz sayısı iğsi alana göre daha yüksek tespit edilmiştir. 33 vakanın 31'inde epiteloid alandaki, 2 tanesinde ise iğsi alandaki mitoz sayısı daha yüksek tespit edilmiştir. İğsi ve epiteloid alanlardaki mitoz sayılarına göre risk gruplaması yapıldığında iğsi alandaki mitoz sayısı yüksek çıkan 2 olguda epiteloid alan ile karşılaştırıldığında risk grubu değişmezken, epiteloid alandaki mitoz sayısı yüksek çıkan 31 olgunun 8 tanesinde risk grubu iğsi alana göre daha yüksek tespit edilmiştir. Sonuç:Mikst tipte hücre morfolojisine sahip GİST'lerdeepiteloid hücre morfolojisindeki alanlarda mitoz sayısı,iğsihücre morfolojisindeki alanlardaki mitoz sayısına göre daha yüksek olduğundan tümörün risk sınıflaması yapılırken mitoz sayımının epiteloid alandan yapılmasını önermekteyiz. Anahtar Kelimeler: Gastrointestinal stromal tümör, Mitoz sayısı, Hücre tipi, Risk grubu
  • Öğe
    Alt dudak skuamoz hücreli karsinomlarda tümör tomurcuklanmasinin prognostik önemi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Alakuş, Rabia; Oltulu, Pembe
    Dudak kanserleri, oral kavite kanserlerinin yaklaşık %25-30 unu oluşturur. Larinks kanserlerinden sonra baş-boyun bölgesinde en sık görülen ikinci kanserdir. Dudak kanserlerinin yaklaşık %90'lık kısmını skuamöz hücreli karsinom oluşturmakta ve bunların da yaklaşık %90'ı alt dudak yerleşimli olarak izlenmektedir. Tümör tomurcuklanması (TT), tümörün invaziv sınırında beşten az hücreden oluşan küçük hücre kümelerinin gözlenmesi ile tanımlanan histopatolojik bir bulgudur. Kolorektal kanserlerde tümör tomurcuklanması kapsamlı olarak çalışılmış ve lenf nodu metastazı, kötü prognoz veya nüks ile ilişkili histopatolojik bir bulgu olduğu bildirilmiştir. Biz de baş boyun bölgesi tümörlerinde de çalışılmaya başlanan bu histopatolojik bulguyu alt dudak skuamoz hücreli karsinomlarında çalışarak prognostik faktörlerle ilişkisini belirlemeyi amaçladık. Çalışmamıza Meram Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı' nda 2013-2018 yılları arasında skuamoz hücreli karsinom tanısı alan alt dudak wedge rezeksiyon yapılmış 30 vaka dahil edildi. Hastane bilgi sisteminden klinik ve patoloji raporlarına ulaşılan hastaların, H&E ve PanCK boyalı lamları incelendi. 5'ten az tümör tomurcuğu bulunan vakalar düşük riskli grup, 5 ve 5' ten fazla tümör tomurcuğu bulunanlar yüksek riskli grup olarak belirlendi. Bu sonuçların prognostik faktörlerden yaş, cinsiyet, histolojik derece, lenfovasküler invazyon, perinöral invazyon, tümör çapı, tümör derinliği, lenf nodu metastazı varlığı ve lokal rekürrens/nüks varlığı ile ilişkileri istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Verilerin analiz edilmesinde IBM SPSS 22.0 programından yararlanıldı. Tüm analizler için anlamlılık seviyesi p<0,05 olarak kabul edildi. 30 alt dudak skuamoz hücreli karsinomlu olgunun 14' ünün (%46,7) düşük, 16' sının (%53,3) yüksek TT' ye sahip olduğu tespit edildi. Düşük riskli gruptaki 6 vakada tümör tomurcuğu hiç yoktu. PNİ saptanan 6 vakanın tamamı TT yüksek riskli grupta idi. TT düşük vakaların tamamı grade 1; TT yüksek olan vakaların 2' si (%12,5) grade 1, 9' u (%56,3) grade 2, 5' i (%16,7) grade 3 idi. Tümör tomurcuklanması ile perinöral invazyon, histolojik grade ve tümör çapı arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif ilişki saptandı. Literatür taramamıza göre; çalışmamız alt dudak skuamoz hücreli karsinomlarında tümör tomurcuklanmasının prognostik faktörlerle ilişkisini inceleyen ilk çalışmadır. Vakaların ortalama takip süreleri 1 yıl olup bu süre içinde 5 vakada lokal rekürrens/ nüks saptandı. Nüks görülen 5 vakanın 4' ü yüksek TT içermesine rağmen TT ile nüks arasında istatistiksel olarak anlamlı sonuç elde edilmedi. Bunun sebebinin vaka sayısının az olması ile ilişkili olduğu düşünülmüştür. Tümör tomurcuklanmasının prognozla ilişkisi daha geniş serilerle, prospektif ve standardize edilmiş yöntemlerle çalışılarak söylenebilir. Ancak bu çalışmanın sonuçları, TT' nin dudak SHK' lerde prognostik bir faktör olarak kullanılabileceğini düşündürmektedir. Anahtar kelimeler: Alt dudak, skuamöz hücreli karsinom, tümör tomurcuklanması, prognoz
  • Öğe
    İskemi ve reperfüzyonda alfa-tokoferolun koruyucu etkisi (Renal iskemi modelinde histopatolojik ve biyokimyasal çalışma)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2000) Yavuz, Ayşe; Avunduk, Mustafa Cihat
    îskemi ve reperfüzyonla meydana gelen akut renal yetmezlik; glomeruler fîltrasyon oranında büyük azalmalar, yaygın tubuler hasar, tubulus hücre nekrozları, hyalin debrislerle oluşan tubuler obstruksiyonla karakterize klinik ve deneysel bir sendromdur. Klinikte suprarenal anevrizma tedavisi, renal arter rekonstrüksiyonu ve renal transplantasyon; iskemi ve onu takip eden reperfttzyonun oluşturduğu hasara iyi birer örnek oluşturmaktadırlar. Bu çalışmada renal iskemi-reperfüzyon hasarında ve öncesinde uygulanabilecek bir tedavi yöntemi araştırıldı. Her grupta 10 rat bulunan 4 grup oluşturuldu. Laparatomi yapılan ratların sağ böbrekleri çıkartıldı. Sol böbrek arteri mikroskop altında klempe edildi. 40 dakikalık iskemi, 60 dakikalık reperfüzyon uygulandı. E vitamini yağda çözündüğünden dolayı laparatomiden 3 saat önce ratlara im. enjekte edildi. îşlem sonunda sol böbreklerden histopatolojik değerlendirmeler için ve biyokimyasal değerlendirmeler için doku örnekleri alındı. İskemi, iskemi-reperfüzyon hasarı ve kullanılan E vitamini etkileri histopatolojik ve biyokimyasal olarak değerlendirildi. Histopatolojik değerlendirme için Paller ve arkadaşlarının tanımladığı skorlama sistemi, biyokimyasal değerlendirme için doku Ca+2 değerleri kullanıldı. Sonuç olarak E vitaminin; iskemi-reperfüzyon hasarında ciddi düzelmeler oluşturduğu ve hatta bu düzelmenin sadece iskemik hasarında az altına düştüğü gözlemlendi(p<0,05). İskemi-reperfüzyon hasarının olabileceği operasyonlar öncesinde profilaktik olarak ve hasarın olduğu durumlarda tedavi edici olarak E vitamini kullanılabileceği sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Mast hücrelerinin iltihap ve tümörlerle olan ilişkileri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1990) Vural, Özden; Yılmaz, Osman
    Mast hücrelerinin iltihap ve tümörlerle olan iliş kilerini incelemek amacıyla histopatolojik bir araştırma yapıldı. Mast hücresi ve özellikleri, akut ve kronik ilti haplar, selim ve habis tümörlerle ilgileri hakkında bilgi verildi. 1987-1989 yılları arasında Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Laboratuvarına gönde rilen 200 vakaya ait biyopsi materyali kullanıldı. Materyaller Hematoksilen-Eozin ile boyanarak, akut apandisit, kronik kolesistit, uterus kaynaklı leiomyom, derinin bazal hücreli karsinomuna ait 40' ar vaka, deney grubu, normal apandiks, safra kesesi, myometrium ve deriye ait 10 ar vaka kontrol grubu olarak ayırıldı.Toluidin ma visi ile boyanarak, bir immersiyon objektifi sahasına düşen mast hücre sayısı ortalamaları bulunup değerlen dirildi. Kontrol grubu olarak seçilen normal dokular ile, deney grubu olarak seçilen dokularda mast hücresi sayısı karşılaştırıldığında, mast hücresi sayısının akut apandi sitlerde azaldığı, kronik kolesistitlerde arttığı, leiom yomlarda azaldığı, bazal hücreli karsinomlarda arttığı tespit edildi. Bu bulgular değerlendirildiğinde mast hücrelerinin iltihap ve tümörlerde rolleri olduğu, akut iltihaplarda, sayılarının azaldığı, kronik iltihaplarda arttığı,48 tümörlerde ise, tümörün kendi özellikleri ile ilişkili o larak, bazı tümörlerde az, bazı tümörlerde ise çok sayıda bulundukları sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Mesanenin noninvaziv ve invaziv ürotelyal karsinomlarında B7-H3, tim-3, BTLA'nın immunhistokimyasal analizi, grade ve lenf nodu tutulumu ile ilişkisinin belirlenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2019) Türk, Nazlı; Tavlı, Lema
    Mesane ürotelyal karsinomu en sık görülen 9. kanser tipidir. Yüzeyel mesane karsinomlarında 5 yıllık sağkalım %90'ın üzerindeyken kasa invaze mesane karsinomlarında bu oranın %45 ile %55 arasında bildirilmiştir. Bu durum immün kontrol noktalarını bloke eden antikorlar gibi yeni tedavi yöntemlerini araştırmaya yönlendirmiştir. İmmun kontrol noktaları bağışıklık tepkisinin tipini, büyüklüğünü, süresini düzenlemekle görevli hem uyarıcı hem de inhibe edici yollardan oluşur. BTLA, TİM-3 ve B7-H3 immun kontrol noktalarından olup T hücre ilişkili inhibitör reseptörlerdir. Çalışmamızda mesane ürotelyal karsinomlarında tümör hücrelerinde B7-H3, TIM-3 ve BTLA reseptörlerinin ekspresyon durumları ile bunların prognostik faktörlerle ilişkisini irdelemeyi ve neticede gelecekte bu moleküller üzerinden etki edecek ilaçların mesanenin ürotelyal karsinomlarında kullanımı ile ilgili ipucu elde edebilmeyi amaçladık. Çalışmamıza Meram Tp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalında 2013-2018 yıllarında noninvaziv veya invaziv ürotelyal karsinom tanılı 90 adet vaka dahil edildi. 13 adet normal görünümlü mesane dokusu kontrol grubu olarak belirlendi. Tüm olgulara immünohistokimyasal yöntem ile BTLA, TİM-3 ve B7-H3 çalışıldı. İmmunhistokimyasal çalışmanın sonuçları prognostik faktörlerden yaş, cinsiyet, histolojik derece, invazyon derinliği, lenf nodu metastazı varlığı ile ilişkileri istatistiksel olarak karşılaştırıldı. 90 adet ürotelyal karsinom olgusunun 60 tanesinde (%67,4) BTLA ekspresyonu tespit edilirken, 11 tanesinde (%12,2) yüksek ekspresyonu mevcuttu. BTLA ekspresyonu ile yaş, cinsiyet, histolojik grade, invazyon derinliği ve lenf nodu metastazı varlığı arasında istatiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. TİM-3 ekpresyonu ile ileri Tevre arasında anlamlı ilişki mevcutken (p=0,001) histolojik derece ve lenf nodu metastazı varlığı ile arasında istatiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmadı. B7-H3 ekspresyonu ile histolojik grade ve ileri Tevre arasında anlamlı korelasyon saptanırken lenf nodu metastazı varlığı ile arasında anlamlı fark tespit edilmedi. 17 olguda primer tümör dokusunda ve metastatik lenf nodu dokusunda BTLA, TİM-3 ve B7-H3 ekpsresyonları arasında anlamlı fark saptanmadı. Çalışmamız literatürde mesanenin ürotelyal karsinomlarında tümör hücrelerinde BTLA ekspresyonunu immunhistokimyasal yöntemle gösteren ve B7-H3 ekspresyonu ile yüksek histolojik derece ve ileri Tevre korelasyonunu gösteren ilk araştırmadır.
  • Öğe
    Seröz ve müsinöz over tümörlerinde c-erbB-2, cyclin D1 ve survivın ekspresyonlarının değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2010) Turan, Gülay; Tavlı, Lema
    Bu çalışmada 153 primer seröz ve müsinöz over tümörü olgusunda yaş, tümör çapı ve sağ yada sol overde yerleşim paramatrelerinin tespiti sonrasında 60 olgunun ameliyat materyallerinde survivin, siklin D1, cerbB-2'nin immunhistokimyasal ekspresyonları incelenmiştir. Benign, borderline ve malign gruplar arasında ekspresyon farklılıkları yanısıra; malign grupta evre, derece gibi prognostik faktörlerle ilişkisi araştırılmıştır.Benign lezyonlardan malign lezyonlara doğru gidildikçe survivin ve cerbB-2 pozitif olgu sayısındaki artış istatistiksel olarak anlamlı bulundu( p=0,001, p=0,004).Karsinom olgularında survivin, siklin D1 ve cerbB-2 ekspresyonları ile evre ve derece karşılaştırıldı. Hiçbir parametre ile istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (p>0,05).Survivin ve cerbB-2 boyanma yaygınlığı ve şiddeti seröz ve müsinöz borderline tümör ile karsinomlar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Ancak siklin D1 boyanma yaygınlığı ve şiddeti seröz ve müsinöz borderline tümör ile karsinomlar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir.Survivin, siklin D1ve cerbB-2 pozitifliği yönünden seröz tümörler ile müsinöz tümörler arasındaki fark anlamlı bulunmadı.Bizim bulgularımız over kanserinin biyolojik potansiyelini belirlemede survivin, siklin D1ve cerbB-2'nin güçlü belirleyiciler olduğunu ve bu belirleyicilerin agresiv gidişi belirlemede yararlı olabileceğini göstermiştir.
  • Öğe
    Meme karsinomlarında aksiller lenf nodlarındaki metastazların özellikleri ve mikrometastazların tesbit edilmesinde seri kesitlerin etkinliği
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2001) Şahinbay, Züleyha; Yılmaz, Osman
    1988-2001 yıllan arasında Selçuk Üniversitesi Patoloji Anabilimdalı'nda 39'u İDK, 2'si Paget Hastalığı, 2'si Paget + ÎDK, 3'ü İLK ve Vi de medüller karsinom tanısı almış 47 modifiye radikal mastektomi materyalinden 777 aksiller lenf nodu retrospektif olarak incelendi. Herbir lenf nodunun eski kesitleri tekrar gözden geçirildi metastaz içerenler ayrıldı. Metastaz içermeyenlerin parafin bloklarına 20 um aralıklarla seri kesitler uygulandı. Bunlar HE ile boyandı. Rutin incelemede 777 lenf nodunun 136 (% 17.5)'sında metastaz tesbit edilmesine karşılık seri kesitler sonrasında bu 165 (% 21)'e çıkmıştır. Arada tesbit edilen % 3.5'lik fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Bu 47 vakadan 19'u daha önceden lenf nod negatif olarak rapor edilmiştir. Seri kesitlerden sonra bu 19 vakanın 2 (% ll)'sinde mikrometastaz tesbit edilmiştir. Bu oranın literatürlerle uyumlu olduğu görüldü. Seri kesitlerle tesbit edilen metastazların % 93 'ü mikrometastaz (<2mm) olup bunlarında % 83'ü kapsül altı sinüsler yada kapsüler lenfatikler içinde yerleşmiş izole tümör trombüsleri şeklindedir. % 14'ü parankim içinde, % 3'ü de hem parankim içinde hem de kapsül altı sinüslerinde yerleşmiştir. Tesbit edilen metastazların % 48'i 1. kesitte, % 4'ü 2. kesitte, % 7'si 3. kesitte, % 27'si 4. kesitte, % 14'ü 5. kesitte gözlenmiştir. Kesit sayısı arttıkça metastaz sayısı azalmaktadır bu sonuç literatürle uyumlu değildir. Bu çalışmada sonuç olarak seri kesit tekniğinin rutin incelemere göre metastazları tesbit etmede daha etkili olduğunu ortaya koyduk ve rutin incelemelerde 20\ım kesit aralıklarında 6 kesit yapmanın metastazları daha yüksek oranlarda tesbit edebileceği kanısına vardık.
  • Öğe
    İnvaziv duktal meme karsinomlarında immünhistokimyasal İnterselüler adezyon molekülü-1, Vasküler adezyon molekülü-1, Siklin D1 ve Katepsin D ekspresyonunun aksiller lenf nodu metastazları ve prognostik faktörlerle ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2010) Külahcı, Özgür; Esen, Hacı Hasan
    Bu çalışma 153 adet invaziv duktal meme karsinomu olgusunda yaş, sağ veya sol memede yerleşim,tümör çapı, Paget hastalığı, metastatik aksiller lenf nodu sayısı, metastatik lenf nodlarında kapsül invazyonu, histolojik grade, odak sayısı, DKİS, kadran yerleşimi paramatrelerin tespiti sonrasında İHK yöntem ile belirlenen İCAM-1, VCAM-1, SD1, KD ve daha önceden İHK olarak boyanan ER, PR, cerb-B2 ekspresyonlarının ilişkilerini ve varsa birbirlerine olan üstünlüklerini değerlendirmeyi amaçlamıştır.Aksiller lenf nodu metastazı ve kapsül invazyonu olanlar (grup 1), aksiller lenf nodu metastazı olup kapsül invazyonu olmayanlar (grup 2) ve aksiller lenf nodu metastazı olmayanlar (grup 3) olmak üzere 3 grup oluşturulmuştur.İCAM-1 boyanması negatif vakalarda cerb-B2 negatifliği dikkati çekmiş olup, cerb-B2 ile VCAM-1, SD1 ve KD arasında ilişki tespit edilmedi.ER pozitifliğinin kuvvetli olduğu vakalarda VCAM-1 pozitifliğinin belirgin olduğu dikkati çekmiş olup, ER ile İCAM-1, SD1 ve KD arasında ilişki tespit edilmedi.PR pozitifliğinin kuvvetli olduğu vakalarda VCAM-1 pozitifliğinin belirgin olduğu dikkati çekmiş olup, PR ile İCAM-1, SD1 ve KD arasında ilişki tespit edilmedi.Metastatik aksiller lenf nodlarında kapsül invazyonu olan vakalarda KD pozitifliğinin belirgin olduğu izlenmiş olup, metastatik lenf nodlarında kapsül invazyonu ile İCAM-1, VCAM-1 ve SD1 arasında ilişki tespit edilmedi.Grup 1'de metastatik aksiller lenf nodu sayısının daha fazla ve KD pozitifliğinin belirgin olduğu dikkati çekmiştir.Yaş, sağ veya sol memede yerleşim, tümör çapı, Paget hastalığı, metastatik aksiller lenf nodu sayısı, histolojik grade, odak sayısı, DKİS, kadran yerleşimi paramatreleri ile İCAM-1, VCAM-1, SD1 ve KD negatif ve pozitif boyanan gruplar arasında istatiksel olarak ilişki tespit edilmedi.Anahtar kelimeler: İnvaziv duktal meme karsinomu, prognostik faktörler, İCAM-1, VCAM-1, SD1, KD
  • Öğe
    Mesanenin ürotelyal tümörlerinde immunhistokimyasal CerbB-2, P53, P27, IGF-1 ve Survivin ekspresyonunun tümör histolojik derecesi ve invazivliği ile ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2010) Sönmez, Fatma Cavide; Esen, Hacı Hasan
    Üç derecelendirme sistemi birbirlerine genel olarak uygunluk göstermektedir.2. Üç derecelendirme sisteminde derece arttıkça p27 indeksinin anlamlı olarak arttığı görüldü. WHO1973 sisteminde derece 1 ve 3 karsinomu, WHO/ISUP1998 sisteminde PUNLMP' la düşük ve yüksek dereceli karsinomları, WHO/ISUP1999 sitemine göre ise PUNLMP' la derece 1, 2, 3 karsinomları ayırmada faydalıydı.3. Üç sistemde derece arttıkça p53 indeksi anlamlı olarak artmaktaydı. WHO1973 sisteminde derece 1 ile 3, 2 ile 3 karsinomu ayırmada faydalıydı. WHO/ISUP1998' de PUNLMP'ta düşük ve yüksek dereceli karsinomlara göre, düşük derecelide yüksek dereceli karsinoma göre anlamlı olarak düşüktü. WHO/ISUP1999'da PUNLMP ile derece 1,2,3 karsinomları ayırmada, derece 2, 3 ve derece 1, 3 karsinomları ayırmada faydalıyken, derece 1, 2 arasında anlamlı fark yoktu.4. Üç sistemde C-erbB-2 boyanma oranları değerlendirildiğinde, gruplar arası fark anlamlıydı. WHO1973 sisteminde derece 1' de 3' e göre, WHO/ISUP1998 sisteminde düşük dereceli karsinomda, yüksek dereceli karsinoma göre anlamlı olarak daha düşük değerler bulundu. WHO/ISUP1999 sisteminde PUNLMP ile derece 3, derece 1 ile 3 arasında anlamlı fark tespit edildi.5. Üç sistemde survivin boyanma oranları değerlendirildiğinde, WHO1973 dışındaki sistemlerde gruplar arası fark anlamlıydı. WHO/ISUP1998'de düşük ve yüksek dereceli karsinomlardaki boyanma indeksi PUNLMP'deki indeksten anlamlı olarak daha yüksekti. WHO/ISUP1999'da PUNLMP ile derece 1 ve 3 karsinomlar arasındaki fark anlamlıydı.6. Üç sistemde IGF-1 boyanma oranları değerlendirildiğinde, gruplar arası fark anlamlıydı. WHO1973'de derece 1 ve 2, 1 ve 3, 2 ve 3 tümörler arasındaki fark anlamlı bulundu. Derece arttıkça indeks de artmaktaydı. WHO/ISUP1998'de PUNLMP ve yüksek dereceli karsinom, düşük ve yüksek dereceli karsinom arasındaki fark anlamlıydı. WHO/ISUP1999'da PUNLMP ile derece 2 ve 3, derece 1 ile 2 ve 3 karsinomlar arasındaki fark anlamlı bulundu.7. İnfiltrasyon derinlik dereceleri ile p27, p53, C-erbB-2, IGF-1 ekspresyon oranları arasında pozitif korelasyon saptandı. Survivin dışındaki boyanma indeksleri PT2 tümörlerde PTa tümörlere göre anlamlı olarak yüksek bulundu. p53 ve C-erbB-2 indeksleri PT2 olgularda PT1'lere göre, p27 indeksi PT1 tümörlerde PTa'lara göre anlamlı olarak yüksekti.8. Tümör evresi ile mitotik indeks, yaş ve anjiolenfatik invazyon arasında, yaş ile tümör derecesi, anjiolenfatik invazyon ve IGF-1 ekspresyonu arasında pozitif korelasyon tespit edildi.9. Mitotik indeksle p27, p53, IGF-1 boyanma indeksleri arasında pozitif korelasyon saptandı.10. Anjiolenfatik invazyonu olan hastalarda her beş boyanın boyanma indeksleri anlamlı olarak daha yüksekti.Anahtar Kelimeler: Ürotelyal tümör, histolojik derece, invazivlik, immunhistokimya
  • Öğe
    Kolorektal adenom ve karsinomlarda immunohistokimyasal COX-2, P53, CD10 ve E- cadherin ekspresyonunun tanısal yararı
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2016) Örkan, Gülşah Şafak; Güngör, Salim
    Kolorektal karsinomlar gastrointestinal sistemin en sık rastlanan tümörleridir. İnsidans, ilerlemiş yaşla birlikte artmaktadır. Kolorektal karsinomların çoğunun, onların prekürsör lezyonu olan adenomlardan geliştiği kabul edilmektedir. Bunun patolojik temeli adenom-karsinom sekansıdır. Ancak her adenomdan karsinom gelişmemektedir Adenomdan karsinoma geçişin, progresif olduğuna inanılmaktadır. Aynı zamanda bazen bir adenomatöz polipteki atipik gland kümesi muskularis mukozanın altında görülmekte ve yanlış malign transformasyon tanısına neden olmaktadır. Kolorektal karsinomlar tanı ve tedavideki yeniliklere rağmen, mortalite ve morbidite yönünden hala ciddi problem oluşturmaya devam etmektedir. Bu çalışmada Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı arşivinde bulunan Ocak 2010-Ağustos 2015 yılları arasında kolorektal adenom (hafif, orta ve ağır derecede displazi) ve kolorektal karsinom (iyi, orta derecede ve kötü diferansiye) tanısı almış, polipektomi veya kolorektal rezeksiyon yapılmış 60 olgu ve 10 adet normal kolon mukozasını içeren parafin blok çalışma kapsamına alındı. İmmunohistokimyasal belirleyiciler olan COX-2, p53, CD10 ve E-cadherin ekspresyonunun tanısal değerinin olup olmadığı ve birbirlerine olan üstünlükleri değerlendirildi. Non-neoplastik kolon mukozası ile adenokarsinomlar arasında ve adenomlarla adenokarsinomlar arasında COX2 ekspresyonunun pozitifliği ve yaygınlığı açısından anlamlı farklılık saptandı(p<0,01).Kolorektal adenomlar ve adenokarsinomlar ile non-neoplastik mukoza arasında p53 ekspresyonu açısından anlamlı farklılık tespit edilmiştir (p<0,005), p53 ekspresyon şidddeti ile kolorektal adenomlardaki yüksek displazi derecesi arasındaki ilişki anlamlı bulunmuştur (p=0,03). Bütün gruplarda uygulanan CD10 antikoru ile epitelyal hücrelerde herhangi bir ekspresyon izlenmemiştir. Normal kolon mukozası ile karşılaştırıldığında grade III adenokarsinomlarda grade I ve grade II adenokarsinomlara oranla E-cadherin boyanma şiddetinde belirgin azalma izlendi(p<0,001). Bulgular E-cadherin boyanmasının hücre membranından sitoplazmaya geçmesiyle, karsinogenezin birlikte ilerlediğini işaret etmekte idi.
  • Öğe
    Gestasyonel trofoblastik hastalıklarda AgNor yönteminin önemi ve bazı klinik parametrelerle karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2004) Oltulu, Pembe; Yılmaz, Osman
    Gestasyonel Trofoblastik Hastalıklar' m (GTH) persistans kabiliyetinin önceden belirlenip tedavisine erkenden başlanması, kullanılacak kemoterapotik ilaçların miktarının azalmasını ve dolayısı ile hastaların yaşam kalitesinin artmasını sağlayacaktır. Bu çalışmanın amacı hücre basma düşen ortalama AgNOR sayılarının GTH'lann persistans kabiliyetini önceden belirleyen prognostik bir parametre olarak kullanılır olup olmayacağım tespit etmek, ayrıca GTH'lann tam ve takibinde kullanılan önemli bir klinik parametre olan |3-hCG düzeyleri ile AgNOR değerleri arasındaki ilişkinin trofoblastik hastalıkların seyrinde nasıl etkili olabileceğini araştırmaktır. Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı'nda 1997-2003 tarihleri arasında tam alan, 14 term plasenta ve 14 spontan abortus vakasından oluşan kontrol grubu ile 18 komplet hidatiform mol, 15 parsiyel hidatiform mol ve 15 persiste hidatiform vakasından oluşan GTH grubu çalışma kapsamına dahil edildi ve her birine AgNOR yöntemi uygulandı. Değerlendirme 1000 büyütmede immersiyon yardımıyla ışık mikroskobunda yapıldı. Her bir vakada uygun görülen alanlardaki tesadüfen seçilmiş 100 sinsityotrofoblastik hücrenin nükleusunda Crocker' m önerdiği sayım sistemi kullanıldı ve hücre basma düşen AgNOR sayılan belirlendi. Tüm verilerin istatistiki değerlendirmeleri yapıldığında, en yüksek AgNOR ortalamalan persiste mol grubunda en düşük ortalamalar ise plasenta grubunda saptandı. GTH gruplarının AgNOR ortalamalan kontrol gruplanndan daha fazlaydı (P<0,05). Persiste mol vakalanmn AgNOR ortalamalan komplet mol vakalanndan daha fazla bulundu (P<0,05). Ancak komplet ve parsiyel mol vakalanmn AgNOR ortalamalan arasında fark yoktu (P>0,05). Vakalann serum |3-hCG seviyeleri ile AgNOR ortalamalan arasında anlamlı korelasyon bulunmazken, AgNOR ortalamalan arttıkça serum (3-hCG seviyelerinin normale inme sürelerinin uzadığı görüldü. Bu bulgular, AgNOR yönteminin, GTH'larda persistans kabiliyeti ve prognozu belirlemede klinik açıdan önemli bir parametre olan p-hCG seviyelerinin yükselmesinden daha önce bilgi verebilecek ekonomik ve kullanımı kolay bir yöntem olduğunu ancak parsiyel mol ile komplet mol ayranının yapılmasında kullanılamayacağını göstermektedir.
  • Öğe
    Primer akciğer adenokarsinomu ile skuamöz hücreli karsinom ayırımında ve akciğerin metastatik adenokarsinomlarında P40, P63, MADL ve TTF-1'in rolü
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2015) Kökbudak, Naile; Tavlı, Lema
    Akciğer kanseri (AK) kadın ve erkekte en sık görülen ve en fazla ölüme yol açan kanser tipidir. AK tedavi ve prognoz açısından küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) ve küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) olarak sınıflandırılır. Tedavideki farklılıktan dolayı olgularda kesin ayırıcı tanı önemlidir, bazen kullanılan çeşitli immunohistokimyasal (İHK) belirteçlere rağmen zorluklar yaşanmaktadır bu nedenle patoloğa yardımcı olabilecek yeni İHK belirteçlere ihtiyaç vardır. Bunun için de daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir. Bu çalışmada primer akciğer adenokarsinomu (ADK), skuamöz hücreli karsinom (SHK) ve akciğerde metastatik ADK tanısı almış 62 olguda İHK belirteçler olan p40, p63, MAdL ve TTF-1 ekspresyonunun tanısal değerleri ve birbirlerine olan üstünlükleri araştırıldı. İstatistiksel olarak verilerin (testin) validitesi ölçüldü. Bu sayede; spesifite, sensivite, pozitif prediktif ve negatif prediktif değerlerle, yalancı negatif ve yalancı pozitif değerler hesaplandı. Çalışma sonucundaki veriler ışığında her dört belirtecin de tanıda ve ayırıcı tanıda çok yüksek değerlere sahip olduklarını gördük fakat p40 ve TTF-1'in beraber kullanımının primer ADK ve SHK ayırıcı tanısında daha önemli ve doğru belirteçler oldukları ortaya çıktı. Metastatik ADK'larda bu dört belirteçten hiçbiri ile boyanma saptanmadı. Yeni bir belirteç olan MAdL, TTF-1 gibi primer ADK'lar için %100 spesifik bulunmasına rağmen TTF-1'e göre daha düşük sensitiviteye sahip olduğundan, ADK'larda tanıda en faydalı belirtecin TTF- 1 olduğu görüldü. p63 ise SHK'lar için %100 sensitivite göstermesine rağmen primer ADK'larda düşük yoğunlukta boyanma gösterdiğinden ayırıcı tanıda zorluklara yol açabilmektedir. p40 SHK'lerde hem yüksek sensivite (%89), hem de yüksek spesifiteye (%100) sahip olduğundan SHK için tanı ve ayırıcı tanıda en faydalı belirteç olarak değerlendirilmiştir.
  • Öğe
    Tiroid papiller karsinomunda immunohistokimyasal ezrin, moesin, survivin, ICAM-1, NCAM ekspresyonunun tanısal yararı ile tümör invazyonu ve metastazıyla ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2014) Kozacıoğlu, Sümeyye; Yılmaz, Osman
    Tiroid Papiller Karsinomunda İmmunohistokimyasal Ezrin, Moesin, Survivin, ICAM-1, NCAM Ekspresyonunun Tanısal Yararı İle Tümör İnvazyonu Ve Metastazıyla İlişkisi Endokrin sistemin en sık görülen malignitesi olan tiroid kanserlerinin en yaygın formu papiller tiroid karsinomudur (PTK). Son yıllarda ülkemizde ve tüm dünyada insidansında belirgin artış izlenen PTK'unun prognozunu etkileyen klinik ve patolojik özellikler pek çok çalışmada bildirilmektedir. Bunun yanısıra bazı olgularda tanı güçlüğü hala devam etmektedir. Ezrin, moesin, survivin, ICAM-1 ve NCAM birçok malignitenin tanısında ve prognozunda yardımcı olan ve olma potansiyeline sahip rutinde kullanılmayan belirteçlerdir. Çalışmamızda bu belirteçlerin PTK tanısındaki yararı ve prognostik faktörlerle ilişkisi araştırılmıştır. Bu çalışmada 43 adet PTK olgusu ilk aşamada yaş, cinsiyet, histolojik alt tip, makroskopik tümör çapı, tümör odak sayısı, lenfovasküler invazyon, kapsül invazyonu, lenf nodu metastazı ve uzak metastaz yönünden incelenmiştir. Daha sonra her olguya immunohistokimyasal olarak Ezrin, moesin, survivin, ICAM-1 ve NCAM antikorları uygulanmış ve boyanma yaygınlıkları değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlar birbiri ile karşılaştırılıp immunohistokimyasal verilerin prognostik verilerle arasındaki ilişki istatistiksel olarak araştırılmıştır. Sonuç olarak papiller tiroid karsinomunda immunohistokimyasal olarak ezrin, moesin, survivin, ICAM-1 ve NCAM ekspresyonları ile bunların tümör çapı, tümör odak sayısı, lenfovasküler invazyon, tiroid kapsül invazyonu ve lenf nodu metastazını içeren prognostik faktörlerle ilişkisi değerlendirildiğinde tüm belirteçlerin tümör tanısında istatistiksel olarak anlamlı ekspresyon gösterdiği bulunmuştur. Ancak survivin ekspresyonu ile lenf nodu metastazı arasındaki korelasyon ve ICAM-1 ekspresyonu ile kapsül invazyonu arasındaki korelasyon dışında prognozla herhangi bir ilişki saptanmamıştır. Anahtar Kelimeler: Papiller tiroid karsinomu, ezrin, moesin, survivin, ICAM-1, NCAM
  • Öğe
    Meme kanserlerinde histolojik grade ve elastozis ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1998) Koral S. Hilal; Tavlı, Lema
    Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Ana Bilim Dalında 1990-1992 yılları arasında meme kanseri tanısı almış 103 vaka retrospektif olarak incelenmiştir. Bu vakalarda yaş, histopatolojik tip, histolojik grade, elastozis ve aksiller lenf bezi tutulumu değerlendirdi. Parafin bloklardan yapılan seri kesitler önce H.E. boyası ile boyanarak histolojik grade'leme yapıldı, daha sonra ise Verhoff un elastik boyası uygulanarak elastozis yönünden değerlendirildi. Elastik fibriller fokal (periduktal- perivasküler) ve stromal (diffuz) olmak üzere iki ayrı lokalizasyonda incelendi ve grade'lendi. Vakaların en genci 25, en yaşlısı 75 yaşmda olup ortalama yaş 48.64±11.56 dür. Histolojik grade değerlendirilmesinde 29 vaka (% 28.2) grade I, 54 vaka (%52.4) grade II, 20 vaka (%19.4) grade III olarak saptandı. Elastotik grade değerlendirildiğinde vakaların 32'si (% 31) grade I, 55'i (% 53.4) grade II, 16 sı (%15.6) grade III olarak tespit edildi. Histolojik tip ile elastozis miktarı incelendiğinde infiltratif duktal karsinom tanısı almış 98 vakanın elastotik grade'i; 29'unda (% 29.6) grade I, 53'ünde (%54) grade II, 16'smda (%16.4) grade III olarak değerlendirildi. Tek vakalık intraduktal karsinom grade II olarak saptanmış olup, infiltratif lobuler karsinomun bir vakası (%50) grade I, diğeri grade II olarak, müsinöz karsinomun her iki vakasıda grade I olarak değerlendirildi. infiltratif duktal karsinom vakalarında elastozis miktarı literatürle uyumlu olarak yüksek bulunmuştur. Diğer histolojik tipler, vaka sayısı azlığı nedeniyle değerlendirmeye alınmamıştır. Aksiller diseksiyon yapılan meme kanseri tanısı almış 30 mastektomi materyalinin 5 tanesinde lenf bezi tutulumu bulunmazken, 25 vakada ise35 lenf bezi tutulumu mevcuttur. Lenf bezi metastazı bulunan 25 vakanın 10'unda (%40) elastotik grade III, 13'ünde (%52) grade II, 2'sinde (%8) ise grade I olarak değerlendirildi. Aksiller lenf bezi metastazı gösteren 23 (%92) vaka fazla miktarda elastozis gösterirken, 2(%8) vakada ise elastozis çok az veya hiç yoktur. Bu çalışmamızda literatürle uyumlu olarak meme kanserlerinde, özellikle infiltratif duktal karsinomlarda, elastozis varlığının histolojik grade ile ters ilişki gösterdiği ve düşük grade'li tümörlerde elastozisin daha belirgin olduğu sonucuna varıldı. Elastozis rutin patoloji laboratuvarlarında kolayca uygulanabilen, Verhoff boyası ile değerlendirilen basit, hızlı ve ucuz bir yöntemdir. Bu avantajları nedeniyle meme kanseri vakalarında rutin uygulamaya girmesi, hastanın tedavisi ve prognozu açısından yol gösterici olacaktır.
  • Öğe
    Endometrial hiperplazi ve karsinomunda nükleus boyutunun karşılaştırmalı morfometrik analizi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2017) Kılınç, Ayşe Nur Uğur; Fındık, Sıdıka
    Ülkemizde ve tüm dünyada sıklığı giderek artmakta olan endometrial karsinomların öncül lezyonları endometrial hiperplazilerdir. Histopatolojik özellikleri tanımlanmış olmasına rağmen kriterlerin objektif olmaması ve immünohistokimyasal tekniklerin sınırlı olması hiperplazi olgularında gözlemciler arasında uyumsuzluk ortaya çıkarmaktadır. Çalışmamızda atipili ve atipisiz endometrial hiperplazi ileatipili hiperplazi ve Grade-I karsinomlarda gland epitel hücrelerinde en kısa nukleus çapı ölçülerek tanıya yardımcı olabilecek farklılık ve oran bulmayı amaçladık. Çalışmamıza; küretaj ve histerektomi materyallerinde proliferatif endometrium, endometrial hiperplazi ve adenokarsinom tanısı almış 100 vaka dahil edildi. Her bir olguda 50adet gland epitel hücresi nükleuslarının enkısa çapı görüntü analiz programı ile (BAB Bs200Pro Image Analysis Software) manuel olarak ölçüldü. Her olgu için en kısa nükleus çapı ortalaması değişkeni hesaplandı. Elde edilen sonuçlar istatistiksel olarak incelendi.
  • Öğe
    Mesanenin değişici epitel hücreli karsinomlarında AgNOR ve mitotik indeks yöntemlerinin tümör grade'i ve stage'i ile ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2003) Kayaçetin, Serra; Tavlı, Lema
    Bu çalışma mesanenin DEHK tanısı alan olgularında proliferatif belirleyiciler olarak kabul edilen AgNOR ve MI yöntemini karşılaştırmayı grade ve stage ile korelasyon ve regresyonunu incelemeyi, grade ve stage' in tespitinde ve prognoz hakkında kesin yorumda bulunmayı mümkün kılacak bir eşik değerin bulunup bulunamayacağım araştırmak amacı ile planlandı. Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı'nda 01 Ocak 2000 ve 31 Ocak 2003 tarihleri arasında mesanenin DEHK tanısı alan 102 olgu çalışmada kullanıldı. Ayrıca kontrol grubu amacıyla normal mesane mukozasından biyopsi alma imkanımız olmadığından, yüzey epiteli normal görünümdeki, sistit tanısı almış olan 30 olgu çalışmaya dahil edildi. Olguların patoloji raporlarında bulunan klinik bilgileri ve mikroskopik özellikleri son literatür bilgileri ışığı altında retrospektif olarak yeniden değerlendirildi. DEHK tanısı almış olan olguları grade'lemek için Ash, stage'lemek için Jewett'in önerdiği sistem esas alındı ve olgular eski tanılarından bağımsız olarak yeniden değerlendirildi. AgNOR yöntemi için Crocker' in önerdiği boyama ve sayım sistemi kullanıldı. Bu metodda AgNOR solüsyonu ile boyanmış preparatlar mikroskop altında kontrol edilerek nükleolus içindeki beneklerin net sayılabildiği süre, boyama zamanı olarak kabul edildi. AgNOR beneklerini sayarken büyüklük ve dağılım özelliklerine bakılmaksızın her olgu için 100 hücrede gümüş ile siyah boyanmış nükleolus içindeki toplam AgNOR benekleri (AgNOR I) ile, nükleolus içi + nükleus içi toplam AgNOR benekleri (AgNOR II) sayıldı. Simpson' un önerdiği MI yöntemini uygularken nekroz, fibrozis ve yoğun iltihabi reaksiyon içermeyen, hücreden ve mitozdan zengin tesadüfi olarak seçilmiş 10 farklı mikroskop sahasındaki tahmini hücre sayısı ve mitoz sayısı hesaplandı ve toplam mitoz sayısının tahmini hücre sayısına oram (MI: mitoz/tahmini hücre sayısı) sonucu elde edilen değer MI olarak kabul edilip payda 1000 olacak şekilde ifade edildi.110 Çalışmaya dahil edilen olguların yaşlan 30 ile 93 arasında dağılım göstermekle birlikte 35'inin (%34.3) 50 ile 69 yaş arasında olduğu görüldü. Olguların 90'ı erkek, 12' si kadın olup erkek/kadın oram 7.5/1 olarak tespit edildi. Mesanenin DEHK'larmda noninfîltran tümörlerden başlayarak, grade ve stage arttıkça ortalama AgNOR ve MI değerlerinin arttığı görüldü. Bununla birlikte aynı histolojik grade'deki tümörlerde saptanan MI değerlerinin de geniş bir aralığa yayıldığı dikkati çekti. Grade arttıkça AgNOR değerinin artmasıyla birlikte MI ile arasında anlamlı bir ilişki olmadığı, diğer taraftan stage ile MI arasında anlamlı bir ilişki olduğu görüldü. Bulgular sonucunda mesanenin DEHK olgularında grade ve stage arttıkça AgNOR ve MI değerlerinin arttığı, fakat bu değerlerin grup içinde geniş bir aralığa yayıldığı, sadece AgNOR ve MI değerleri göz önüne alınarak olgunun grade ya da stage'lemesinin yapılamayacağı, ancak uzun süre takibi yapılabilen geniş serilerde çalışıldığında ve yöntemler standardize edildiğinde prognostik açıdan anlamlı AgNOR ve MI değerlerinin bulunabileceği sonucuna varıldı.