Fen Bilimleri Enstitüsü Tez Koleskiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Farklı kurutma yöntemleriyle üretilen Bifidobacterium bifidum kültürlerinde klinoptilolit kullanımının etkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Jararah, Ruqaia Jamal Abood; Üçok, GamzeGünümüzde, probiyotik mikroorganizmaların kurutma ve depolama süreçleri boyunca canlılıklarını koruyabilmeleri, fonksiyonel gıda ve farmasötik uygulamalar açısından önemli bir zorluk oluşturmaktadır. Bu çalışmada, klinoptilolit (zeolit), yağsız süt tozu ve bunların kombinasyonunun, Bifidobacterium bifidum kültürlerinin canlılığı üzerindeki koruyucu etkileri; dondurarak kurutma ve vakum kurutma yöntemleri kullanılarak araştırılmıştır. Deneysel gruplarda; %20 süt tozu (a/h), %20 (a/h) zeolit ve %10 (a/h) süt tozu + %10 (a/h) zeolit kombinasyonu kullanılmıştır. Örneklerin başlangıçtaki mikroyapısal özellikleri alan emisyonlu taramalı elektron mikroskobu (FE-SEM) ile karakterize edilmiş, ardından 4 °C'de 90 gün boyunca depolanarak mikrobiyal canlılık, nem içeriği, su absorbsiyonu, pH ve toplam titredilebilir asitlik (TTA) parametreleri periyodik olarak izlenmiştir. Elde edilen bulgular, hem kurutma yönteminin hem de taşıyıcı bileşiminin probiyotik stabilitesi üzerinde önemli etkileri olduğunu göstermiştir. Dondurarak kurutulmuş süt tozu içeren örneklerde (LS), canlılık en yüksek seviyede korunumuş (0,03 log kob/g kayıp), buna karşılık, yalnızca zeolit içeren vakum kurutulmuş örneklerde (VZ) en fazla canlılık kaybı görülmüş ve probiyotik etki için kabul edilen minimum düzeyin (10⁶ kob/g) altına inmiştir. Süt tozu zeolitin kombinasyonundan oluşan matris (LK) ise sinerjik bir koruyucu etki göstererek 0,47 log kob/g canlılık kaybı ile yüksek koruma sağlamış, pH stabilitesini korumuş ve depolama süresince nem absorbsiyonuna karşı dirençli bir yapı sergilemiştir. FE-SEM görüntüleri, bu bileşik matrisin hücre bütünlüğü ve fiziksel yapısı üzerindeki koruyucu etkisini doğrulamıştır. Çalışma, zeolitin nem düzenleyici ve pH tamponlama özellikleri ile süt tozunun biyokimyasal koruyucu sinerjistik birleşiminin, B. bifidum'un canlılığını etkili şekilde koruduğunu ortaya koymuştur. Bu bulgular, protein-şeker bazlı ve mineral bazlı koruyucuların entegrasyonunun, ticari olarak kullanılabilecek stabil probiyotik tozlarının geliştirilmesine katkı sağlayabileceğini göstermektedir.Öğe Afet durumunda baraj yıkılması değerlendirilmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Kaplan, Huzeyfe; Eryürük, Kağan; Kumcu, Şerife YurdagülTaşkınlar, iklim değişikliğinin güncel etkileriyle birlikte, kentleşmiş bölgelerde giderek artan bir tehdit oluşturmaktadır. Bu tez çalışması, mevcut taşkın koruma yapılarının yetersiz kalması veya olası bir yapısal arıza nedeniyle yıkılması durumunda ortaya çıkabilecek kritik durum senaryolarını incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma kapsamında, arazi verilerinin toplanması ve nokta bulutu oluşturulması süreçlerinde DJI Terra ve 3D Survey programlarından faydalanılmıştır. Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) tabanlı NETCAD yazılımı kullanılarak topografik detaylar ve mevcut altyapılar yüksek hassasiyetle modellenmiştir. Akışkanlar dinamiği simülasyonları için ise FLOW-3D Hesaplamalı Akışkanlar Dinamiği (CFD) yazılımları kullanılarak, baraj veya set yıkılması gibi ani su hareketlerinin üç boyutlu yayılımı, taşkın derinliği ve hız hidrolik parametreler ile tahmin edilmiştir.Öğe Medikal ve endüstriyel sıvılar için manyetik sıvı akış-hava kabarcığı sensörünün geliştirilmesi ve uygulanması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Elhan, Yasin; Tabak, Abdülsamed; Yavşan, EmrehanBu tez çalışması, medikal ve endüstriyel sıvı hatlarında hava kabarcıklarını ve metal partikülleri tespit etmek amacıyla, manyetik algılama prensibine dayalı, temassız ve yüksek hassasiyetli bir sensör sistemi geliştirmeyi amaçlamaktadır. İntravenöz (IV) sıvılarda hava kabarcıklarının yol açtığı hava embolisi riski ile endüstriyel sıvılardaki metal partiküllerin sistem verimliliğini düşürmesi gibi kritik güvenlik ve kalite sorunlarına çözüm sunulması hedeflenmiştir. Mevcut optik ve mekanik yöntemlerin; sıvı rengi, bulanıklığı veya viskozitesi gibi dış etkenlerden kolayca etkilenmesi, yüksek maliyet ve karmaşık kurulum gereksinimleri, manyetik alan temelli yaklaşımı daha cazip kılmaktadır. Geliştirilen düzende, akış hattının üst ve altına yerleştirilen “iç içe seri” düzlemsel PCB bobinleri bir LC rezonatör oluşturarak, algılama bölgesinde kararlı bir manyetik tünel alanı üretmektedir. Kabarcık veya partikül geçişi bu alanı bozarak rezonans frekansında ölçülebilir bir kayma yaratmaktadır. Frekans değişimleri, LDC1612 tabanlı frekans-dijital dönüştürücü ile sayısallaştırılmakta, STM32F103 mikrodenetleyicide işlenmekte ve ESP32 Wi-Fi modülü aracılığıyla yerel LCD ekran ile C# tabanlı uzak arayüze gerçek zamanlı olarak aktarılmaktadır. Deneyler, 19,6–47 mL/dk debilerde 1,76 mm³’e kadar küçük kabarcıkları ve 0,095 mm³ hacmindeki metal parçacıkları güvenilir biçimde algılandığını göstermiştir. Yüksek Q faktörü ve düşük gürültü seviyesine sahip bobin tasarımı, algılama hassasiyetini belirgin biçimde artırmıştır. Laboratuvar düzeneğinden, 3B yazıcıyla üretilen kompakt ve Faraday kaplamalı nihai prototipe uzanan geliştirme sürecinde; otomatik başlangıç kalibrasyonu ve hareketli ortalama–yüksek geçiren filtre tabanlı anomali tespit algoritması eklenerek çevresel değişkenliklere karşı sistem kararlılığı güçlendirilmiştir. Elde edilen bulgular, önerilen manyetik sensörün hem IV tedavi hatlarında hem de endüstriyel proseslerde düşük maliyetli, kolay entegre edilebilir ve gerçek zamanlı bir izleme çözümü sunduğunu ortaya koymaktadır.Öğe Mimaride hakikat mekan ilişkisine eleştirel yaklaşım: Parantezde mekan(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Sayar, Gevher; Arat, YavuzMekan hem insanın kendi yaşamı boyunca aralıksız bir biçimde deneyimlediği hem de insanlık tarihi ve mimarlık tarihi boyunca varlığını hep sürdürmüş olan bir kavramdır. Bu kavram birçok farklı disiplin tarafından yorumlanmış ve sayısız görüş dile getirilmiştir. Mekan her dönemin paradigmasına göre farklı biçimlerde tanımlanmıştır. Son yüzyılda değişen yaşam koşulları, küreselleşmenin ve neoliberal ekonominin getirdiği hızla tüketilen/yenilenen gereksinimler ve paradigma kaymaları ile mekan üretim biçimi hızla yön değiştirerek başkalaşmıştır. Çalışma kapsamında 21. yüzyılın paradigması olarak Post Hakikat Dönem kabul edilmiştir. Bu dönem ile birlikte postmodernizmden itibaren ele alınmaya başlanan gerçeklik ve hakikat kavramları yeni bir boyuta ulaşmış; gerçeklik ve hakikatin yerini söylemler almıştır. Tez kapsamında mekan kavramı ve bu kavramın Post Hakikat Dönem ile kurduğu ilişki incelenmiştir. Bu bağlamda çalışma postmodernizmden sonra yoğun eleştirilen mimarlık ortamında mekan üretimine etki eden yeni dinamikleri ortaya koyarak oluşabilecek olumlu gelecek senaryoları için bir aralık açmayı, bu aralığı oluştururken disiplinler arası diyalogla 21. yüzyılın paradigmasının etkili şekilde eleştirilebilmesi için kavramsallaştırılarak mimarlık ortamına aktarılmasını, Post Hakikat Dönemin mekan üretimindeki pozisyon ve potansiyellerini tespit ederek tartışma ortamı oluşturmayı amaçlamıştır. Tezde üç katmanlı bir söküm üzerinden bir izlek oluşturulmuştur. İlk katmanda postmodern dönemde mekan üretim biçimlerinin nasıl olduğunu tespit edebilmek için dönemin kuramları üzerinden bir söküm yapılmıştır. Bu kuramlar arasından seçilenler Post Hakikat Dönem ile bağlantılı olabilecekler ve mekan üzerine söylem geliştirilenler ile sınırlandırılmıştır. Sökümün sonucunda döneme yön veren unsurlar (teknoloji, imaj ve söylem) ve bu dönemde kullanılan araçlar üzerinden temalar (siyasi, hedonizm, sırada/günlük ve deney(im)sel) belirlenmiştir. İkinci katmanda Post Hakikat Dönem kavramsallaştırılmaya çalışılmış; bu dönemi oluşturan etmenler üzerinden dönemin dinamikleri (teknoloji, manipülasyon ve propaganda, gerçek yerine kullanılanlar, teyit ve fanatizm) elde edilmiştir. Bu doğrultuda mekanın gerçek ve hakikat bağlamında aldığı pozisyonlar üzerine bir tartışma başlatılmıştır. Post Hakikat Dönemin mekanı ise [mekan] olarak adlandırılmıştır. Üçüncü katmanda ise postmodern döneme yön veren unsurlar örneklendirilerek belirlenen dinamikler üzerinden [mekan]ın sökümü gerçekleştirilmiş; seçilen örnekler siyasi [mekan], hedonist [mekan], günlük [mekan] ve deneyim(sel) [mekan]lar olarak ele alınmıştır. Siyasi [mekan] başlığında Neom-The Line ve Kanal İstanbul projeleri; Hedonist [mekan] başlığında Galataport İstanbul ve Land of Legends projeleri incelenmiştir. Günlük [mekan] başlığı Post Hakikat Dönemin, günlük hayatın rutininde kullanılan konuta ne kadar sızdığını gözlemleyebilmek için konut örnekleri üzerinden değerlendirilmiştir. Deneyim(sel) [mekan]ar ise deneyimlenme fırsatı bulunan ve bağlamının öncüsü olanlar ile v sınırlandırılmıştır. Sonuç olarak [mekan]lar aralıklı sınırsız, kesintili, üretilmeden tüketilen, üretildiğinde de vaatleri ile uyuşmayan, üreticisinin ihtiyacına göre dinamik bir pozisyon alan, izleyicinin algıları aracılığıyla var olan, teknoloji özellikle en büyük aracı ve sorunsalı yeni medya olan, etik ilkeleri önemsemeyerek manipülasyon ve propaganda gibi söylemler aracılığıyla varmış gibi algılanan, rasyonellik yerine fanatizmin ön planda olduğu, bir kimlik vaadi sunarak dijital alegoride izleyici konumundaki bireye bir topluluğa dahil olma imkanı sağlayan, teyit alarak algılar oluşturan ama ne ontolojik gerçekliği ne de epistemolojik hakikati önemsenmeyen gerçek yerine kullanılan hiper gerçek görüntüler ve simülasyonların söylemleri desteklediği mekanlardır. Bu mekanlarda izleyici konumuna geçmiş birey deneyimleyici bireye dönüştüğü anda mekan paranteze alınsa da yepyeni bir gerçeklik oluşturarak hakikatin de çoğullaşmasına imkan sağlayabilmektedir; fakat bu noktada bireyin aldığı pozisyona göre tüketim dünyasının bir metasına dönüşme potansiyeli de bulunmaktadır. Bu dönemin olumlu bir geleceğe dönüşebilmesi için dönemi oluşturan tüm dinamikler paranteze alınarak özellikle tasarımcıların bağımsız bir biçimde kendi hakikatlerini üretebilmeleri ve deneyimleyici bireylerin de sorgulayarak mekanı içkin bir hale dönüştürmeleri gerekmektedir. Son olarak [mekan]lar siyasilerin, gücü elinde tutanların ve söylemlerin mekanlarıdır.Öğe Kule vinç sisteminin yapısal analizi ve kontrolü(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Çoban, Ali; Tınkır, MustafaKule vinçler, yüksek yapılarda ağır yüklerin taşınmasında kullanılan ve hem yapısal hem de dinamik açıdan karmaşık davranışlar sergileyen sistemlerdir. Bu tez çalışmasında, flat top (tepesiz) tipi bir kule vinç sisteminin yapısal analizi, modal analizi ve vincin kule dönüş açısal konum kontrolü gerçekleştirilmiştir. Çalışma kapsamında, öncelikle kule vincin üç boyutlu katı modeli SolidWorks yazılımı ile tasarlanmış ve elde edilen model ANSYS sonlu elemanlar analiz (FEA) ortamına aktarılmıştır. Statik analizler kapsamında, vinç yapısının farklı yükleme durumlarında maruz kaldığı gerilme dağılımları ve deplasman değerleri belirlenmiştir. Ayrıca, sistemdeki elemanların serbest titreşim davranışları incelenmiş ve modal analizler sonucunda doğal frekanslar ile mod şekilleri belirlenmiştir. Yapısal analizlerin yanı sıra, literatürde benzeri bulunmayan 17 serbestlik dereceli ayrık sistem modeli oluşturulmuş, hareket denklemleri elde edilmiş ve kule vinç sisteminin matematiksel modeli oluşturulmuştur. Kule vincin matematiksel modelinde kullanılmak üzere, her bir yapısal bileşene ait rijitlik (k) katsayıları ANSYS programında yapılan analizler ile Hook Kanununa göre ayrı ayrı belirlenmiştir. Sönüm katsayısı (c) ise matematiksel yöntemlerle hesaplanarak modele dahil edilmiştir. Ayrıca, tasarımı yapılan kule vinç modeli, Matlab/Simmechanics ortamına aktarılmış ve sistemin üç boyutlu elastik modeli elde edilmiştir. Matematiksel model ile MATLAB/SimMechanics ortamında geliştirilen 3 boyutlu modelin en uç (sekizinci bomuna) kısmına 2 ton statik yük uygulanmış ve yer değiştirme (sehim) değerleri hesaplanmış ve her iki modelin sehim sonuçları karşılaştırılmıştır. Ayrıca çalışmada; kule dönüşünün açısal konum kontrolü Oransal+İntegral+Türev (PID) kontrol ve yapay sinir ağı tabanlı bulanık mantık (ANFIS) kontrolcüler ile gerçekleştirilmiş, kontrolcü performansları karşılaştırılmış ve yorumlanmıştır. Elde edilen bulgular, geliştirilen kapsamlı modelin hem yapısal analizde hem de otomatik kontrol uygulamalarında güvenilir ve geçerli sonuçlar sunduğunu göstermektedir. Gerçekleştirilen yapısal analizler sonucunda sistemde gerilme ve yer değiştirme açısından herhangi bir problem olmadığı ortaya koyulmuştur. Oluşturulan matematiksel model ile Matlab/Simmechanics model üzerinde gerçekleştirilen bom ucu kritik yer değiştirme durumu kıyaslanmış ve her iki modelin sonuçlarının birbiri ile uyumlu olduğu ortaya koyulmuştur. Yapılan kontrol çalışmaları sonucunda hem PID hem de yapay sinir ağı tabanlı bulanık mantık kontrolcünün sistemi istenilen referans konuma hassas bir şekilde ulaştırabildiği ancak yapay sinir ağı tabanlı bulanık mantık kontrolcünün daha başarılı bir şekilde konum kontrolünü gerçekleştirdiği belirlenmiştir. Çalışmanın, kule vinçlerin yapısal analizi, matematiksel modellenmesi ve akıllı kontrol stratejilerinin geliştirilmesi konularında literatüre ve benzer mühendislik uygulamalarına katkı sağlayacağı düşünülmektedir.Öğe Yavaş salınımlı azot gübresinin toz formda hazırlanması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Adams, Abdulrauf Adeiza; Sırıt, AbdulkadirBu tezin amacı, üreaz inhibitörleri, nitrifikasyon inhibitörleri ve polimer bazlı azot kaynaklarının bir arada kullanımıyla katı formda yavaş salınımlı yeni nesil azot gübre (YSAG) formülasyonlarının geliştirilmesidir. Araştırma, geleneksel gübrelerin verimsizliklerini ve çevresel etkilerini ele alarak, azot kayıplarını en aza indirirken besin maddelerinin uzun süreli kullanılabilirliğini sağlayan alternatif formülasyonlar sunmayı amaçlamaktadır. Formülasyonlarda üç ana bileşen kullanılmıştır: üreaz inhibitörü olarak N-(n-bütil) tiyofosforik triamid (NBPT), nitrifikasyon inhibitörü olarak disiyandiamid (DCD) ve yavaş salınımlı azot matrisi olarak üre-formaldehit (UF) reçinesi. Ayrıca, besin profillerini zenginleştirmek ve fiziksel stabiliteyi artırmak amacıyla amonyum nitrat, monoamonyum fosfat (MAP) ve maltodekstrin gibi çeşitli bağlayıcılar da formülasyonlara dahil edilmiştir. Çalışma kapsamında, DCD veya MAP içeren kompozit granüller, maltodekstrin ve diğer katkı maddeleriyle kaplanmış üre dahil olmak üzere çeşitli gübre tipleri sistematik olarak formüle edilmiş ve değerlendirilmiştir. UF reçineleri ise polimerizasyon reaksiyonları yoluyla sentezlenmiştir. Her bir formülasyon, kimyasal bileşimi (toplam azot, CWIN, HWIN), fiziksel özellikleri (kaplama homojenliği, doku) ve azot salınım davranışı açısından analiz edilmiştir. Özellikle F9 ve F10 numaralı formülasyonlar, yaklaşık %38,5–38,6 toplam azot içeriği, kontrollü çözünürlük gösteren üre-formaldehit reçinesi ve %73,0 ile %79.7,0 arasında değişen etki indeksleriyle güçlü yavaş salınım performansı sergilemiştir. Çalışma, inhibitörlerin polimer taşıyıcılarla entegrasyonunun gelişmiş YSAG üretimi için uygulanabilir bir strateji olduğunu doğrulamaktadır. Bu formülasyonlar, besin salınımını bitki alımıyla senkronize ederek azot kullanım verimliliğini (NUE) artırmakta ve sürdürülebilir tarım uygulamalarını desteklemektedir. Sonuç olarak, polimerik ürenin nitrifikasyon ve üreaz inhibitörleriyle birlikte kullanılması, ileri düzey yavaş salınımlı azot gübrelerinin üretimi için etkili bir yaklaşımdır. Bu yöntem, yalnızca besin verimliliğini artırmakla kalmayıp aynı zamanda azotun aşırı kullanımına bağlı çevresel sorunlara da çözüm sunmaktadır. Araştırmanın, iklim dirençli ve kaynak etkin tarım için tasarlanmış yeni nesil gübrelerin geliştirilmesine önemli katkı sağlayacağı düşünülmektedir.Öğe Görüntü steganografisinde doku tabanlı optimal piksel seçimi için dinamik alt-bölge tabanlı geliştirilmiş yapay alg algoritması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Omar, Ahmad; Eroğlu, AlperenGörüntü steganografisi, hassas bilgilerin yetkisiz erişimden korunmasında kritik bir öneme sahiptir. Ancak, gizli bilgilerin gömülmesi için en uygun piksellerin seçilmesi sırasında algılanamazlık, gömme kapasitesi ve sağlamlık arasında denge kurmak bu alandaki temel zorluklardan biridir. Bu tez, bu sorunu ele almak amacıyla görüntü dokusu özelliklerinden yararlanan dinamik alt bölge tabanlı uygulanmış bir Geliştirilmiş Yapay Alg Algoritması önermektedir. Bu çalışmada önerilen yöntem, bulanık Cortalamalar kümeleme, Canny kenar algılama, entropi filtreleme ve Gauss yumuşatma tekniklerini entegre ederek, kaplayıcı görüntünün yapısal ve dokusal niteliklerini yansıtan bir piksel önemi haritası üretmektedir. Elde edilen bu harita, optimizasyon (piksel seçimi) sürecine rehberlik eden bir uygunluk fonksiyonu olarak kullanılmaktadır. Seçilen en uygun pikseller, en az anlamlı bit kullanılarak gizli verilerin gömülmesinde kullanılmaktadır. Önerilen yöntem, çeşitli örtü görüntü boyutları ve gizli veri kapasiteleri kapsamında, mevcut tekniklerin birçoğuna kıyasla üstün bir performans sergilemektedir; yüksek Tepe Sinyal-Gürültü Oranı ve yüksek başarıma sahip yapısal benzerlik değerleri elde ederek, algılanamazlık ile gömme kapasitesi arasında başarılı bir denge sağlamaktadır. Yöntemin dayanıklılığı, Düzenli-Tekil analizi, Ki-kare saldırısı, Histogram L1 farkı, Bhattacharyya mesafesi ve histogram korelasyonu gibi klasik steganaliz testleriyle doğrulanmıştır. Ayrıca, optimizasyon açısından önerilen yaklaşım, orijinal Geliştirilmiş Yapay Alg Algoritmasına kıyasla tutarlı bir biçimde daha üstün nihai optimal piksel seçimlerine ulaşmakta ve daha yüksek genel uygunluk değerleri üretmektedir. Nicel olarak, önerilen yöntem ortalama %11 oranında daha yüksek Piksel Önem Skoru değerleri elde ederek çözüm kalitesinde etkili bir iyileşme sağlamıştır; yaklaşık %74 daha kısa yürütme süresiyle de önemli ölçüde daha verimli çalışmıştır. Bu sonuçlar, biyolojik esinli optimizasyonun doku tabanlı analizle dinamik biçimde birleştirilmesinin etkinliğini ortaya koymakta ve steganografik uygulamalar için güçlü ve güvenli bir çözüm sunmaktadır.Öğe Protein çeşidi ve ısıtma şartlarının nanofibrile proteinlerin özelliklerine etkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Kuru, Canan; Tontul, İsmailBu çalışmanın amacı, farklı kaynaklı (peynir altı suyu proteini, pirinç proteini izolatı, bezelye proteini izolatı ve glüten) proteinleri asidik ortamda belirli sürelerle ısıtarak düz ve kıvrımlı nanofibriller oluşturmak ve bu nanofibrile proteinlerin ikincil yapısal dönüşümlerini, fizikokimyasal özelliklerini ve fonksiyonel performanslarını kapsamlı olarak değerlendirmektir. FTIR ve dairesel dikroizm spektroskopisi sonuçları, nanofibrilasyonun özellikle β-plaka ve antiparalel β-plaka oranlarını artırdığını ve peynir altı suyu ile pirinç proteininin bu dönüşümde en başarılı profili sergilediğini göstermiştir. Bezelye proteini, yüksek sıcaklığa karşı daha duyarlı bulunmuş, glüten ise tüm sürelerde tutarlı fibril özellikleri ortaya koymuştur. Morfolojik optimizasyon açısından düz fibril oluşumu için 36 saatlik ısıtma, kıvrımlı fibril oluşumu için ise 24 saatlik ısıtma en elverişli koşullar olarak belirlenmiştir. 48 saatlik uzun süreli işlem bazı örneklerde fibril yapının bozulmasına yol açmıştır. Fizikokimyasal analizler, kıvrımlı nanofibrillerin daha yüksek yüzey hidrofobisitesi, higroskopisite ve yoğunluk değerlerine; düz nanofibrillerin ise daha iyi akışkanlık ve düşük kohezifliğe sahip olduğunu ortaya koymuştur. Emülsiyon aktivite ve stabilite testleri, özellikle peynir altı suyu proteini nanofibrillerinin üstün performans sergilediğini ve 36 saatlik ısıtmanın stabiliteyi maksimize ettiğini göstermiştir. Sonuç olarak, protein kaynağı ve ısıtma süresi nanofibril özelliklerini belirlemede kritik rol oynamaktadır. Elde edilen bulgular, fonksiyonel gıda ve yüzey‐aktif ajan uygulamalarında nanofibril tasarımı için yol gösterici niteliktedir.Öğe Kimyasal aktivasyon yöntemi ile üretilmiş olan çeşitli aktif karbonların adsorpsiyon kapasitelerinin karşılaştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Yalman, Üzeyir; Bülbül, ŞabanEvsel, sanayi vb. sektörlerin atıksularının doğaya zarar vermeden kullanılması gittikçe önemli hale gelmiştir. Kullanmış olduğumuz ve atıksu haline gelmiş olan suların geri kullanımı ya da doğaya zarar vermeyecek şekilde doğaya salınması önem arz etmektedir. Bu çalışmada atıksu tesisi girişinden alınan numuneler üzerinde kimyasal aktivasyonla ile üretilmiş olan 5 farklı aktif karbon ile 2 dakika 150 devir/dak, 20 dakika 40 devir/dak karıştırılıp 60 dakika bekletilerek deneyler yapılmıştır. Hazırlanan bu numuneler üzerinde Kimyasal Oksijen İhtiyacı (KOİ), pH, elektrik iletkenliği, bulanık ve renk değerlerinin tespiti için deneyler yapılmıştır. Ayrıca Yüzey Analiz ve Porozite (BET ), yoğunluk, Fourier Dönüşümlü Kızılötesi Spektroskopisi (FT-IR) analizi, Alan Emisyonlu Taramalı Elektron Mikroskopu (FE-SEM) görüntüleri yorumlanmıştır. Yüzey analiz sonuçlarına göre yüzey alanı en geniş olan OT ( Karakavak Tuz) numunesidir. Bunları sırasıyla OA (Karakavak Asit), AKT (Atık Kağıt Tuz), AKA (Atık Kağıt Asit) ve hazır aktif karbon izlemiştir. Gözenek hacim analizine göre mikro gözenekler arası sıralama yapıldığında hazır aktif karbon (% 63), OA (% 69), OT (% 84), AKA (% 74) ve AKT (% 91) numunelerinde olduğu görülmüştür. FE-SEM görüntülüleri incelendiğinde, numunelerin yüzeylerinde farklı gözenek yapıları ve morfolojik özellikler olduğu görümektedir. OA ve OT numunleri incelendiğinde daha belirgin net bir şekilde gözeneklerin oluştuğunu ve daha homojen bir şekilde dağıldığı görülürken, hazır aktif karbon AKT ve AKA numunelerinde daha az belirgin makro gözenekler ortaya koymuştur. Aktif karbonların yoğunluk analizleri incelendiğinde, gözeneklilik oranı ile yoğunluk arasında ters bir ilişki olduğu görülmüştür. En düşük yoğunluğa sahip numune OT iken, bunu sırasıyla OA, AKA, AKT ve hazır aktif karbon numuneleri takip etmiştir. Atıksu arıtımı çalışmaları, OT numunesinin KOİ gideriminde % 19, bulanıklık gideriminde % 61 ve renk gideriminde % 13 ile en yüksek verimi sağladığını göstermiştir. OA ve AKA numunelerinde adsorpsiyon kapasitesinin düşük olması, fosfat türlerinin gözenekleri tıkamasıyla ilişkilidir. Bununla birlikte, pH ve elektrik iletkenliği değerlerinde tüm numunelerde anlamlı bir değişiklik gözlenmemiştir. Bu çalışma sonuçları, çinko klorür ile aktivasyonun mikro ve mezo gözenek yapısını geliştirmede fosforik aside kıyasla daha etkili bir yöntem olduğunuda ortaya koymuştur. Özellikle OT numunesi, yüksek mikro gözenekliliği ve geniş yüzey alanı sayesinde atıksu arıtımı için en uygun numune olarak öne çıkmıştır. Bu bulgular, aktif karbon üretiminde kullanılan aktivasyon ajanlarının ve süreç parametrelerinin malzeme özellikleri üzerindeki kritik etkisini bir kez daha göstermiştir. Ayrıca bu çalışma kapsamında atık ürünlerin daha ekonomik ürünlere dönüşmesi sağlanmış olup üretilen aktif karbonların ticari aktif karbonlara kıyasla daha kullanılabilir olduğu ortaya konulmuştur.Öğe Csp³-Csp³ kenetlenme reaksiyonları için yeni katalitik yöntemlerin geliştirilmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Tırnaksız, Gülten; Mengeş, NurettinAldehitler ve ketonlar biyokütle kaynaklarında bol miktarda bulunur ve organik madde kimyasında önemli bir rol oynar. Her yerde bulunmalarına rağmen, C(sp³)-C(sp³) bağları oluşturmak için aldehitlerin veya ketonların α-CH2 biriminin doğrudan homo-bağlanması önemli bir bilimsel zorluk olmaya devam etmektedir (Cao D ve ark., 2021; Zhao WT ve ark., 2023). Bu zorluk, bu türevlerde C(sp³)-C(sp³) bağı oluşumunu sağlamadaki doğal zorlukların yanı sıra, genellikle uzun ve karmaşık süreçlerle birleşmekte ve yenilikçi metodolojiler geliştirmek için kapsamlı Ar-Ge çalışmalarına duyulan ihtiyacın altını çizmektedir. Araştırmamızda, bu zorluğun üstesinden gelmek için yeni bir yaklaşıma öncülük ettik. Heterojen katalizörler kullanarak, C(sp³)-C(sp³) eşleşmesi için verimli, uygun maliyetli ve basit bir yöntemi başarıyla geliştirdik. Bu buluş sadece uzun süredir devam eden bilimsel bir soruna pratik bir çözüm sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda organik sentez alanında dönüştürücü bir bakış açısı sunarak C(sp³)-C(sp³) hibrit karbon bağı oluşumunu ilerletmenin yolunu açıyor. C(sp³)-C(sp³) türünde elde ettiğimiz kenetlenme türevlerinin elde edilmesinde öncelikle anilin ve propargil bromür, baz olarak K2CO3 ve çözücü olarak CH3CN kullanılarak oda sıcaklığında reaksiyona tabi tutularak N-fenil-propargilamin elde edildi. İkinci aşamada ise asetofenon türevleri ticari saflıkta Br2 ile 0 ◦C’de reaksiyona tabi tutularak bromoasetofenon türevleri elde edildi. Üçüncü aşamada ise N-fenil- propargilamin; bromoasetofenon, baz olarak K2CO3 ve çözücü olarak CH3CN kullanılarak, N2 altında, 60 ◦C’de reaksiyona tabi tutularak çıkış bileşikleri elde edildi. Elde edilen çıkış bileşikleri; %2 Ag/NiFe2O4 heterojen nano katalizör ve TEMPO kullanılarak, kapalı sistemde, EtOH içerisinde, N2 gazı altında, 79 ila 80 ◦C sıcaklıkta çok fonksiyonlu mikrodalga cihazı içerisinde, UV (365 nm), 400 rpm, (250-300) W’da reflux yapılarak C(sp³)-C(sp³) türünde kenetlenme türevleri elde edilmiştir. Keton ve aldehit fonksiyonel grup içeren çıkış bileşikleri ve bu bileşiklerin C(sp³)-C(sp³) türünde elde ettiğimiz kenetlenme türevleri ince tabaka kromatografisi ile izlenerek tepkimeler saflaştırıldı ve ürünlerin verimleri belirlendi. Yapı karakterizasyonu ise 1H ve 13C NMR spektroskopisi ile X-ışını kristalografisi ile belirlendi.Öğe Yurtta barınan üniversite öğrencilerinin sıfır atık yönetimi ile ilgili farkındalık düzeylerinin belirlenmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Biçer, Ayşegül; Aydın, SenarGünümüzde artan nüfus, kentleşme ve sanayileşme, çevresel sorunları derinleştirmiş; özellikle katı atıkların yönetimi çevre sağlığı açısından kritik bir öncelik haline gelmiştir. Bu bağlamda geliştirilen “Sıfır Atık” yaklaşımı, atık oluşumunun azaltılması, kaynakların etkin kullanımı ve çevreye duyarlı atık yönetimi hedeflerini içeren bütüncül bir strateji sunmaktadır. Türkiye’de 2017 yılında başlatılan Sıfır Atık Projesi kapsamında, birçok kurum bu sisteme entegre edilmiş; 12 Temmuz 2019 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Sıfır Atık Yönetmeliği ile uygulamalar yasal bir zemine oturtulmuştur. Bu çalışma, Konya ili Selçuklu ilçesinde bulunan üç kız öğrenci yurdunda kalan üniversite öğrencilerinin sıfır atık konusundaki bilgi düzeylerini, farkındalıklarını ve uygulama alışkanlıklarını belirlemeyi amaçlamaktadır. Araştırma kapsamında elde edilen bulgular, öğrencilerin sıfır atık konusunda genel olarak yüksek bir farkındalık düzeyine sahip olduklarını göstermektedir. Katılımcıların %91’i geri dönüşebilir atıkları bildiğini ifade etmiş; en çok tanımlanan atık türleri arasında kağıt (%95), plastik (%86) ve cam (%84) yer almıştır. Öğrencilerin %63’ü yurtlarında sıfır atık sisteminin uygulandığını belirtirken, %75’i yurt içerisindeki atık ayrımına gönüllü katkı sağladığını ifade etmiştir. Ancak %17’lik bir kesimin uygulamalar hakkında bilgi sahibi olmaması, bilgilendirme faaliyetlerinin yeterli olmadığını düşündürmektedir. Ayrıca, öğrencilerin %73’ü sıfır atık konusunda en çok sosyal medyadan bilgi edindiğini, %89’u ise projenin ülke ekonomisine katkı sağladığını belirtmiştir. Elde edilen veriler, sıfır atık sistemlerinin tüm yurtlarda daha görünür, sistemli ve öğrenci katılımını teşvik eden biçimde uygulanması gerektiğine işaret etmektedir. Elde edilen bulgular, öğrencilerin sıfır atık hareketine istekli ve duyarlı olduklarını; ancak bilgilendirme, yönlendirme ve uygulamaya aktif katılım açısından çeşitli eksikliklerin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca anket sonuçları öğrencilerin çevresel farkındalıklarının yüksek olmasına rağmen, bu farkındalığın her zaman düzenli ve bilinçli davranışlara dönüşmediğini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, öğrenciler sıfır atık konusunda temel bilgiye ve farkındalığa sahip olmakla birlikte, bu bilincin davranışa dönüşebilmesi için sistemli yönlendirmelere, bilgilendirme çalışmalarına ve kurumsal destek mekanizmalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Kurumların yalnızca çevresel politikaları uygulamakla yetinmeyip, bu politikaları öğrencilere etkin biçimde tanıtması ve katılımlarını teşvik etmesi, sürdürülebilir bir sıfır atık kültürünün yerleşmesi açısından büyük önem taşımaktadır.Öğe Farklı kimyasal boşluk sıvısına sahip kumların biyolojik yöntemle iyileştirilmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) N'diaye, Demba; Yenginar, YavuzSunulan tez çalışması ile farklı kimyasal boşluk sıvısına sahip kumlu zeminler biyolojik esaslı Mikrobiyal Kalsiyum Karbonat Çökelmesi (MKKÇ) yöntemiyle iyileştirilmiştir. Farklı konsantrasyonlardaki temiz su (çeşme suyu), tuzlu su (NaCl), sülfatlı su (MgSO4) ve asitli su (HCl) ortamlarındaki iyileştirilmiş zeminlerin fiziksel, mekanik ve mineralojik özellikleri belirlenmiştir. Temiz su ortamındaki kumlu zeminlerde, sıkılık derecesi (%30-50-70), ortam sıcaklığı (20-30- 45°C) ve bakteri yoğunluğunun (107 -108 -10⁹ hücre/ml) iyileştirilmiş zemin performansına etkileri incelenmiştir. %50 sıkılık derecesi, 20°C ortam sıcaklığı ve 10⁹ hücre/ml bakteri yoğunluğu optimum parametreler olarak belirlenmiştir. Temiz su ortamındaki iyileştirilmiş kum zeminlerde CaCO3 miktarı %11.3-18.1 arasında olurken, basınç dayanımı 1.7-4.1MPa arasında değişmektedir. Tuzlu su (1-100 g/lt) ortamındaki iyileştirilmiş kum zeminlerin CaCO3 miktarı %16.1-20.7 arasında ve basınç dayanımı 2.6-4.5MPa arasında değişmektedir. Sülfatlı su (0.3-2g/lt) ortamındaki iyileştirilmiş kum zeminlerin CaCO3 miktarı %18.0-23.6 arasında iken basınç dayanımı 4.0-5.2MPa arasında değişmektedir. Asitli su (pH=4.6-6.6) ortamındaki kumlarda, CaCO3 miktarı %22.1-26.2 arasında iken basınç dayanımı 4.9-5.4MPa arasında değişmektedir. Kumlu zeminlerin mekanik özelliklerindeki iyileşme, MKKÇ sürecinde çökelen kalsit miktarıyla doğru orantılıdır. Serbest basınç dayanımı (qu) ile çökelen kalsit (CaCO3) miktarı arasında qu=260(%CaCO3)-984.5 (R2=0.93) şeklinde bir ilişki kurulmuştur. Temiz, tuzlu ve sülfatlı su ortamlarında sekant modülü E50, 45qu-70qu arasında iken, asitli su ortamlarında 25qu-45qu arasında olmaktadır. SEM ve FTIR analizleri ile MKKÇ süreci sonunda tespit edilen kalsit ve vaterit kristallerinin miktarı ve boyutu boşluk sıvısının kimyasal özelliğine göre değişmektedir. Temiz su ortamında daha büyük boyutlu ama az miktarda biyo-çimentolanma ürünleri oluşurken, ortamın sırasıyla tuzlu, sülfatlı ve asitli olması halinde biyo-çimentolanma ürünlerinin boyutlarının küçüldüğü ama miktarlarının arttığı belirlenmiştir. Tez çalışması ile Sporosarcina pasteurii bakterisinin tuzlu, sülfatlı veya asitli boşluk sıvısının olduğu kumlu zeminlerde hücresel faaliyetlerini devam ettirebildiği, yüksek oranda kalsit çökeltisi oluşturabildiği ve yeterli mukavemete ulaşıldığı (qu>1MPa) belirlenmiştir. Etkili bir MKKÇ süreci için, zemin-bakteri enjeksiyonu karışımında başlangıç pH değerinin 6.7-6.9 arasında olması gerektiği anlaşılmıştır. Sonuç olarak, farklı kimyasal boşluk sıvısının olduğu kumlu zeminlerin MKKÇ tekniği ile iyileştirilebileceği sonucuna ulaşılmıştır.Öğe Tarımsal sulamada yapay zeka teknikleri ve uygulamaları(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Qayaji, Ayoob Ghufran Ihsan; Özcan, MucizTarım sektörü, iklim değişikliği, su kaynaklarının azalması ve artan gıda ihtiyacı gibi küresel zorluklar karşısında daha verimli ve sürdürülebilir teknolojik çözümlere ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlamda sulama sistemlerinin akıllı, enerji verimli ve otonom hale getirilmesi, tarımsal üretimin sürekliliği açısından büyük önem arz etmektedir. Bu tez çalışmasında, çevresel koşullara duyarlı, dağıtık karar verebilen ve hem çevrimdışı hem de çevrimiçi çalışabilen bir akıllı sulama sistemi geliştirilmiştir. Sistem, yapay zeka destekli karar mekanizması, kablosuz sensör ağları (WSN), zaman bölmeli haberleşme protokolü (TDMA) ve bulut-tabanlı veri yönetimiyle bütünleşik bir yapıda tasarlanmış ve hem simülasyon hem de fiziksel ortamda uygulanmıştır. Önerilen mimaride, toprak nemi ve ortam sıcaklığı gibi temel çevresel parametreler yerel düğümler aracılığıyla izlenmekte ve bu veriler düğümler arasında doğrudan paylaşılmaktadır. Dağıtık karar verme süreci, NBIA (Network-Based Intelligent Algorithm) algoritmasıyla desteklenmiş, böylece düğümler, merkezi bir birime ihtiyaç duymaksızın, en uygun sulama zamanını ve gerekliliğini ortaklaşa değerlendirebilir hale getirilmiştir. TDMA protokolü ile yapılandırılan haberleşme altyapısı sayesinde zaman çakışmaları önlenmiş, veri bütünlüğü artırılmış ve enerji tüketimi minimize edilmiştir. Geliştirilen sistem, çevrimdışı senaryolarda da sorunsuz şekilde çalışabilmekte; düğümler arası iletişim ve sulama kontrolü internet bağlantısı olmaksızın sürdürülebilmektedir. Bununla birlikte, herhangi bir düğüm internet erişimi kazandığında, sistemdeki tüm veriler senkronize biçimde bulut ortamına (Firebase Realtime Database) aktarılmakta ve bu verilere mobil uygulama aracılığıyla kullanıcı erişimi sağlanmaktadır. Bu yapı, hem çevrimdışı sahalarda güvenilirlik sağlamakta hem de uzaktan izleme ve müdahale olanağı sunmaktadır. Sistem tasarımı, MATLAB ortamında simülasyonlar yoluyla analiz edilmiş ve ardından fiziksel prototip üzerinde uygulanmıştır. Simülasyon sonuçları; ağ gecikmesinin azaldığını, çakışma oranının minimize edildiğini, paket kayıplarının düşürüldüğünü ve ağ güvenilirliğinin önemli ölçüde artırıldığını göstermektedir. Fiziksel uygulama ise, sistemin saha koşullarında çalışabilirliğini ve gerçek zamanlı karar alma yeteneğini başarıyla ortaya koymuştur. Ayrıca, sistemin enerji tasarrufu sağlaması ve su tüketiminde %30 ila %50 oranında azalma elde etmesi, uygulamanın tarımsal verimliliğe doğrudan katkı sunduğunu göstermektedir. Bu çalışma, yapay zeka tabanlı, esnek haberleşme altyapısına sahip, düşük maliyetli ve dağıtık bir sulama kontrol sistemi geliştirerek, özellikle internet altyapısının yetersiz olduğu kırsal bölgelerde uygulanabilir akıllı tarım teknolojileri için önemli bir örnek sunmaktadır.Öğe Jeotermal ve biyokütle kaynakları ile hidrojen üreten yeni bir güç sisteminin ileri ekserji ve eksergo-ekonomik analizleri(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Çağlı, Yağmur; Özen, Dilek NurBu çalışma, sürdürülebilir hidrojen üretimi sorununa çözüm olarak, ısı talebini karşılarken yeşil hidrojen üretimi sağlayan biyokütle gazlaştırması ve jeotermal enerjiyi entegre eden hibrit bir güç sistemi önermektedir. Sistemin yeniliği, iki yenilenebilir enerji kaynağının bir proton değişim membranlı (PEM) elektrolizör ile birleştirilmesi ve verimsizliklerin belirlenmesinde ileri ekserji tabanlı tekniklerin uygulanmasında yatmaktadır. Yöntem kapsamında geleneksel ve ileri ekserji ile eksergo-ekonomik analizler gerçekleştirilmiş; bunlara ek olarak, maliyet ve verimlilik iyileştirmelerini hedefleyen duyarlılık analizleri ve tek amaçlı optimizasyon çalışmaları yapılmıştır. Sonuçlara göre, en yüksek geri döndürülemezlik ve maliyete sahip bileşenler gazlaştırıcı (76.26 MW), genleşme vanası-2 (4.01 MW), ısı değiştirici-4 (3.83 MW) ve ısı değiştirici-1 (1.16 MW) olmuştur. İleri analiz sonucunda, iyileştirme açısından en kritik bileşenler gazlaştırıcı (4.60 MW), türbin-1 (0.27 MW), kompresör-1 (0.21 MW) ve kompresör-2 (0.12 MW) olarak belirlenmiştir. Optimizasyon sonucunda ekserji verimi (𝜂𝑒𝑘𝑠𝑒𝑟𝑗𝑖) %8.69’dan %14.99’a yükselmiş, ortalama birim ürün maliyeti (𝑐𝑝,𝑎𝑚𝑎ç,𝑡𝑜𝑝𝑙𝑎𝑚) ise 34.28 $/GJ’den 18.04 $/GJ’ye düşürülerek sırasıyla %72.38 ve %47.37 oranlarında iyileştirme sağlanmıştır. Bu bulgular, önerilen sistemin yenilenebilir enerji kaynaklarını birleştirerek düşük emisyonlu ve maliyet etkin hidrojen üretimi için etkili olduğunu doğrulamaktadır. Kullanılan yöntem ve elde edilen sonuçlar, gelecekteki sürdürülebilir enerji tasarımları için pratik bir rehber sunmaktadır.Öğe Eğrilerin ve yüzeylerin Backlund dönüşümü üzerine bir çalışma(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Çalış, Mümine; Erdoğdu, MelekBu tezde, eğriler ve yüzeyler için yapılmış olan Backlund dönüşümü incelenmiştir. İlk olarak, üç boyutlu Öklid ve Minkowski uzaylarında eğri ve yüzeylerin temel özellikleri açıklanmıştır. Ardından, Öklid uzayında eğri ve yüzeyler için tanımlanan Backlund dönüşümüne dair çalışmalar sunulmuş; devamında ise Backlund dönüşümü Minkowski uzayında ele alınmıştır. Eğriler üzerine yapılan çalışmalarda, Backlund dönüşümünün sabit burulmalı eğrilere kısıtlandığı ve bu dönüşümle yeni eğrilerin tanımlandığı görülmüştür. Yüzeyler üzerine yapılan çalışmalarda ise, sabit Gauss eğriliğine sahip yarı küresel yüzeylerden yine aynı türden yüzeylerin elde edildiği ifade edilmiştir. Minkowski uzayındaki çalışmalarda, eğriler ve yüzeyler timelike ya da spacelike olmalarına göre ayrı ayrı incelenmiş; elde edilen farklılıklar çalışmanın sonuç kısmında tablolar yardımıyla karşılaştırılmıştır.Öğe LL-37 antimikrobiyal peptit ile işlevselleştirilmiş PHB/Kolajen elektroeğrilmiş yara örtüsünün geliştirilmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Sayaner Taşçı, Beyza Nur; Kars, GökhanYanık ve yaraların tedavisinde cilt onarımı önemlidir. Yaralanma sonrasında cilt fonksiyonunu yeniden sağlamak ve yara iyileşmesini kolaylaştırmak için doku mühendisliği kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu, biyolojik olarak parçalanabilen ve biyouyumlu malzemelerin sıklıkla doku yenilenmesi için ana iskeleyi oluşturmak üzere kullanıldığı bir alandır. Biyopolimerler, biyoaktivite, tekrar üretilebilirlik, biyoemilebilirlik, biyouyumluluk, biyobozunurluk ve hidrofiliklik gibi mükemmel benzersiz özelliklerinden dolayı biyomalzemelerin üretimi için uygundurlar. Bu tezde, elektroeğirme yöntemiyle LL37 antimikrobiyal peptitle işlevselleştirilmiş PHB/Kolajen yara örtüsü prototipi geliştirildi. PHB/Kolajen yara örtüsü prototipi için Cereibacter sphaeroides’ten ekstrakte edilen polihidroksibütirat (PHB) biyopolimeri, ticari PHB biyopolimeri ve bir diğer doğal biyopolimer olan marin kolajen hekzafloroizopropanol (HFIP) ile çözündürülerek polimer çözeltileri elde edildi. Hazırlanan polimer çözeltileri bakteriyel PHB oranları %0 bakteriyel PHB, %25 bakteriyel PHB ve %50 bakteriyel PHB olacak şekilde farklı oranlarda hazırlandı. Bu polimer çözeltileri, 1.8 mL/saat akış hızı, 18 cm çalışma mesafesi ve 27 kV uygulanan voltaj gibi optimize edilmiş elektroeğirme parametreleri kullanılarak nanofiber formunda elektroeğrildi. Elde edilen nanofiberler Alan Emisyonlu Taramalı Elektron Mikroskobu (FESEM), Termogravimetrik Analiz Cihazı (TGA), X-Işını Difraktometresi (XRD) ve Optik Tensiyometre kullanılarak karakterize edildi. Staphylococcus aureus (ATCC 29213), Escherichia coli (ATCC 25922) üzerinde antibakteriyel aktivite değerlendirmesi, DMEM besiyerinde biyobozunurluk çalışması, L929 fibroblast hücre hattı üzerinde sitotoksisite testleri ve HS2 keratinosit hücre hattı üzerinde yara iyileştirici etkisi araştırıldı. Tasarlanan malzeme özelliklerini in vitro koşullarda değerlendirmek için nanofiber üzerindeki hücrelerin morfolojisi ters ışık mikroskopu ile incelendi. Çalışman sonucunda nanofiberlerin in vitro olarak biyouyumlu olduğu ve toksik bir etkisinin olmadığı gözlemlendi. Geliştirilen nanofiberin test edilen bakterilere karşı antibakteriyel etkinliğinin olduğu ve LL-37 ile işlevselleştirildiğinde yara iyileştirici etkisinin daha fazla olduğu tespit edildi.Öğe Kırmızı floresan protein geninin klonlanması ve Cereibacter sphaeroides O.U.001'de ekspresyonu(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Altınkaya, Ayşenur; Kars, GökhanCereibacter sphaeroides, fotosentetik, fakültatif anaerob ve gram-negatif bir bakteridir. Metabolik çeşitliliği ve genetik olarak manipüle edilebilme yeteneği sayesinde biyoteknolojik uygulamalarda potansiyel bir konak hücre olarak değerlendirilmektedir. Floresan proteinler, belirli dalga boylarında ışığı emerek daha uzun dalga boylarında ışık yayabilmektedir. Bu özellikleri sayesinde biyoteknoloji ve moleküler biyoloji alanında geniş bir kullanım alanına sahiptirler. Kırmızı Floresan Protein (RFP), uzun dalga boyunda emisyon yapması nedeniyle biyomedikal görüntüleme ve hücre içi analizlerde önemli bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu tez çalışmasında, C. sphaeroides’in rekombinant protein üretimi için bir hücre fabrikası olarak kullanılabilirliğini test etmek amacıyla fruktoz ile indüklenebilen bir ekspresyon vektörü geliştirildi. Vektörün çalışabilirliğini değerlendirmek için RFP geni kullanıldı. Bu kapsamda, rfp geni, fruktoz ile indüklenebilen pFRU2 ekspresyon vektörüne klonlandı ve klonlama işleminin doğrulanması için moleküler biyolojik yöntemler kullanıldı. Çalışma kapsamında, rfp geni uygun restriksiyon enzimleri ile kesilerek pFRU2 vektörüne entegre edilmiş ve bu işlem hem geleneksel klonlama yöntemi hem de Gibson Assembly yöntemi ile gerçekleştirildi. Rekombinant vektör, C. sphaeroides O.U.001 suşuna konjugasyon ile aktarıldı ve başarılı klonların belirlenmesi amacıyla koloni PCR, restriksiyon enzimi kesim analizi ve dizileme yöntemleri kullanıldı. Elde edilen sonuçlar, rfp’nin pFRU2 vektörüne başarıyla klonlandığını ve rekombinant suşların doğrulandığını gösterdi. RT-qPCR analizleri, hedef genin transkripsiyon seviyelerinin belirlenmesine yönelik gerçekleştirildi ve rfp transkriptlerinin varlığı tespit edildi. Ancak, protein düzeyinde yapılan değerlendirmelerde herhangi bir floresan sinyal elde edilemedi. Ayrıca, fruktoz varlığı ve yokluğu arasında rfp transkripsiyon seviyelerinde belirgin bir fark gözlemlenmedi. Bu bulgular, fruktoz ile indüklenebilen ekspresyon sisteminde promotör aktivitesinin beklenen seviyede indüksiyon ile çalışmadığını ve transkripsiyon sürecinin translasyona dönüşmediğini göstermiştir. Çalışma, fruktoz ile indüklenebilen ekspresyon sistemlerinin etkinliği üzerine yapılan araştırmalara katkı sağlamakta ve genetik düzenleyici elemanların optimizasyonuna yönelik yeni çalışmalar için temel oluşturmaktadır. Gelecekte yapılacak çalışmalar, rfp geninin kodon optimizasyonu ile ekspresyon seviyesinin artırılması, farklı promotör sistemlerinin kullanılması ve farklı floresan proteinlerinin kullanım potansiyelinin araştırılması yönünde ilerleyebilir.Öğe Farklı düzlemsel bobin tiplerinde kalite faktörünün iyileştirilmesi için optimizasyon algoritmalarının performans değerlendirmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2024) Coşdu, Rümeysa; İlhan, İlhanNikola Tesla ile başlayan kablosuz güç transferi araştırmaları temelde iki ana gruba ayrılmaktadır. Bunlar yakın alan ve uzak alan güç transferi teknolojileridir. Uzak alan enerji transferi yüksek frekanslarda elektromanyetik dalgaların yayınımı ile gerçekleşmektedir ve uzak mesafelere enerji transferi için uygun bulunmaktadır. Ancak uzak alan teknolojisi 10 MHz ve üzeri frekanslarında çalışacak güç elektroniği devre teknolojileri gerektirdiğinden pahalı ve verimi düşük olarak nitelendirilmektedir. Buna karşın yakın alan güç transferi, çok kısa mesafelerde ve düşük frekanslarda endüktif kuplaj yoluyla gerçekleşmektedir. Bu teknoloji nispeten daha verimli ve düşük maliyetli olduğundan kablosuz şarj uygulamalarında özellikle tercih edilmektedir. Kablosuz şarj uygulamalarında tercih edilen bu teknolojide düzlemsel bobinler kullanılmaktadır. Özellikle güç elektroniği devresi ve kuplajlı sargıların optimum tasarımı oldukça önemlidir. Düzlemsel bobinlerin tasarımında temelde maksimum olması beklenen kalite faktörü parametresi bobinde biriken enerji ile bobin tarafından kaybedilen enerjinin oranı olarak ifade edilmektedir. Kalite faktörünün maksimum olması güç aktarım verimliliğini doğrudan etkilediğinden tasarım noktasında dikkate alınması gereken temel parametrelerden biri olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmada farklı geometrik tasarımlara sahip düzlemsel bobinlerin maksimum kalite faktörüne sahip olması için bobinlerin tasarım geometrisini etkileyen anahtar parametrelerin optimum değerlerini hesaplayan optimizasyon algoritmalarının başarı oranları incelenmiştir. Önerilen optimizasyon algoritmaları için çeşitli geometrideki düzlemsel bobinler üzerinden bir amaç fonksiyonu oluşturulmuştur. Amaç fonksiyonu ile, anahtar tasarım parametrelerinin sınırlarına ve bağımlı-bağımsız parametrelerine karar verilmiştir. Kare, dairesel ve çokgen şekillerdeki bobinler için kalite faktörleri parçacık sürü optimizasyon algoritması, genetik algoritma ve gri kurt optimizasyon algoritması kullanılarak ayrı ayrı hesaplanmış ve elde edilen sonuçlar açık kaynak olarak sunulan hesaplama araçları üzerinden doğrulanmıştır.Öğe Özellik seçim problemi için ikili orka yırtıcı algoritmasının geliştirilmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2024) Güven, Hamide Sena; İlhan, İlhanOptimizasyon, bir problemin olası çözüm kümesinden en iyi sonucu veren çözümün bulunması sürecidir. Optimizasyon problemlerinin çözümünde klasik ve metasezgisel yöntemler olmak üzere iki temel yaklaşım kullanılmaktadır. Gerçek hayatta karşılaşılan karmaşık, doğrusal olmayan ve geniş çözüm kümesine sahip problemler için klasik yöntemler her zaman yeterli olmayabilir. Bu tür problemler için doğadan ilham alınarak geliştirilen metasezgisel algoritmalar, hızlı ve doğru çözümler sunmaktadır. Bu algoritmalar, canlıların sürü davranışları gibi doğal süreçlerden esinlenerek geliştirilmiştir. Orka yırtıcı algoritması (Orca Predation Algorithm - OPA), sürekli optimizasyon problemlerini çözmek amacıyla, orka sürüsünün avlanma davranışlarının incelenmesiyle geliştirilmiş yeni ve güncel bir metasezgisel algoritmadır. Bu çalışmada, ikili optimizasyon problemlerini çözmek için OPA'nın ikili versiyonu geliştirilmiş ve ikili orka yırtıcı algoritması (Binary Orca Predation Algorithm-BOPA) olarak adlandırılmıştır. Transfer fonksiyonları kullanılarak geliştirilen algoritma, ikili optimizasyon problemlerinden biri olan özellik seçim (FS) problemine uygulanmıştır. Algoritmanın sınıflandırma doğruluğunu değerlendirmek için birini dışarıda bırak çapraz doğrulama (Leave-One-Out Cross Validation- LOOCV) yöntemi kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlar, gri kurt optimizasyon (Grey Wolf Optimization-GWO), parçacık sürü optimizasyon (Particle Swarm Optimization-PSO) ve yapay arı kolonisi (Artificial Bee Colony-ABC) algoritmaları gibi popüler metasezgisel algoritmaların ikili versiyonlarıyla karşılaştırılmış ve çeşitli performans metrikleri açısından analiz edilmiştir. Deneysel çalışmalar sonucunda, S-şekilli transfer fonksiyonları kullanılarak geliştirilen BOPA varyantlarının, yedi veri setinden beşinde, aynı transfer fonksiyonları kullanılarak geliştirilen diğer algoritmaların varyantlarına eşit veya daha iyi sonuçlar elde ettiği tespit edilmiştir.Öğe Ters sarkaç modelinin reaksiyon tekeri ile kontrolü(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Bayram, Hikmet Kübra; Çopur, Engin HasanTers sarkaç modeli bir nokta etrafında serbestçe dönebilen ve doğrusal olmayan bir sistem örneğidir. Doğrusal olmayan yapısı nedeniyle kontrolünde yaşanan zorlukları aşmak için literatürde çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Yapılan çalışmalardan bazıları ters sarkacın reaksiyon tekeri ile farklı denetleyiciler kullanılarak kontrol edilmesine yöneliktir ve bu tez çalışmasının konusunu oluşturmaktadır. Ters sarkaç modeli uydu araçları başta olmak üzere robotik-insansı araçlara kadar birçok sistemde kullanılmakta olduğundan bu tez çalışmasının farklı çalışmalara katkıda bulunması amaçlanmıştır. Çalışmada, ters sarkaç sisteminin matematiksel denklemleri sistemin doğrusal olmayan ve karmaşık yapısından dolayı Lagrange Mekaniğine kullanılarak oluşturulmuştur. Matematiksel denklemleri oluşturulan sistem MATLAB Simulink programında modellenmiştir. Model PID ve LQR kontrolcü ile kontrol edilmek istenmiş ve kontrolcü parametreleri Yanıt Optimizasyonu ve Uygunluk Fonksiyonu yöntemleri ile optimize edilmiştir. Optimize edilmiş parametreler modele uygulandığında, sistemin farklı açılardaki konumları için kontrolcülerin modeli istenilen konuma getirdiği ve bu konumda sistemi dengede tuttuğu gözlemlenmiştir. Daha sonra enerji tabanlı yaklaşım ile Lyapunov Fonksiyonu kullanılarak sistemin salınım kontrolü PID ve LQR denetleyiciler ile yapılmıştır. Sonuç olarak sistemi istenilen konumda dengede tutmak ve sistemin salınım kontrolünü gerçekleştirmek için kullanılan yöntemlerin ve denetleyicilerin etkin bir performans gösterdiği görülmüştür.