Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 31
  • Öğe
    Medical students' knowledge of the disease, frequency of depression, anxiety, stress symptoms, and related factors in the COVID-19 pandemic: A web-based questionnaire
    (Marmara University School of Medicine, 2023) Tanrıverdi, Esra Çınar; Bayraktar, Mustafa; Sincan, Suat; Kasalı, Kamber; Çayır, Yasemin; Şahingöz, Mine; Özkurt, Zülal
    Objective: In this study, it was aimed to determine the level of knowledge of medical students about coronavirus disease 2019 (COVID-19), to investigate the frequency of depression, anxiety, stress symptoms and related factors.Materials and Methods: The study is a cross-sectional study conducted with 904 volunteer medical students. Data were collected with an online questionnaire, including sociodemographic characteristics, knowledge about COVID-19, the Depression, Anxiety, and Stress Scale.Results: Mean age was 21.3 +/- 2.2 years, and 54% of them (n=488) were female. Fifty five percent (n=497) thought that their level of knowledge about COVID-19 was sufficient, and 94.6% (n=846) were concerned about the disruption of their education. Their knowledge level was found to be 15.09 +/- 2.43 points out of 23 points. The depression, anxiety and stress symptoms were found in 64.9%, 70.4% and 34.1% of participants, respectively. The risk of anxiety (OR=0.51, 95%CI=0.94, p=0.020) and depression (OR=0.95, 95%CI=1.15, p=0.025) were higher in women. Those with a high fear of transmitting the COVID-19 infection to their relatives had higher symptoms of depression, anxiety, and stress. (p<0.001).Conclusion: Medical students have a good knowledge level of COVID-19. However, they experience high levels of anxiety, stress and depression symptoms; and concerned about the disruption of their education.
  • Öğe
    Wonca Bilimsel Toplantıları İçin Cinsiyet Eşitliği Standartları
    (2014) Cihan, Fatma Gökşin; Haphap, Murat
    Wonca Kadın ve Aile Hekimliği Çalışma Grubu 2001de Durbanda düzenlenen 16. Uluslararası Wonca Konferansında kuruldu. Çalışma grubunun amacı Aile Hekimliği/Genel Pratisyenlikte kadın doktorları ilgilendiren konular ve kadın sağlığı konusunda liderlik etmektir. Hedeferine ulaşmak amacıyla, kadın aile hekimliği doktorlarının rolünü tanıtmak ve yükseltmek için özel katkılarının altını çizen ve karşılaştıkları engelleri azaltmaya çalışarak tam potansiyellerine erişmelerini sağlayan, tüm dünyadaki Aile Hekimi/Genel Pratisyenlerin klinik bakım, kadın sağlığı, eğitim, araştırma ve aile hekimliğinde liderlikle ilgili katkılarını geliştiren çalışmalar yapar. 2010-2013 Eylem Planında bundan sonra düzenlenecek Wonca Bilimsel toplantılarında cinsiyet eşitliği sağlanması ön planda tutulmuştur. Bu amaçla 2 Temmuz 2009da Norwich, Birleşik Krallıkta düzenlenen 3 yıl ortası toplantıda Wonca Kadın ve Aile Hekimliği Çalışma Grubu tarafından Wonca Bilimsel Toplantıları için Cinsiyet Eşitliği Standartları hazırlanmış ve 2010da Wonca Konseyi tarafından kabul edilmiştir. 2015 Wonca Avrupa Kongresinin İstanbulda düzenlenecek olması sebebiyle Wonca Kadın ve Aile Hekimliği Çalışma Grubunun desteği ve izniyle bu metin Türkçeye çevrilmiş olup, düzenlenecek Wonca uyumlu ulusal ve uluslararası toplantılarda göz önüne alınması önerilir.
  • Öğe
    Olgu Sunumu: Memenin Paget Hastalığı
    (2015) Saylam Kurtipek, Gülcan; Cihan, Fatma Gökşin
    Paget hastalığı (PH) tüm meme kanserlerinin yüzde 3ten azını oluşturan ve sıklıkla meme dokusunda altta yatan bir in situ veya invaziv karsinomla birliktelik gösteren meme başı-areola bölgesinin nadir bir malinitesidir. Klinik olarak PH meme başı-areola bölgesinde malin ülserleşme veya kabuklanmanın yanı sıra, sürekli ağrı veya kaşıntının eşlik ettiği kronik egzamalı değişiklikler ile kendini göstermektedir. Memede kitle veya mammografide anormal bulgular eşlik edebilir. Hastalığın erken dönem bulguları benin cilt lezyonlarına benzediği ve nadir görülen bir meme kanseri türü olduğu için tanı kolaylıkla atlanabilir. Tanının erken konulması hastaya total mastektomi yerine meme koruyucu cerrahi ile daha uzun süre kaliteli yaşam şansı sağlayacaktır. Bu olgu sunumunda, birinci basamak hekimlerinin konuyla ilgili farkındalığını artırmak amacıyla, ilk belirtilerden 2 yıl sonra tanı konan, sol meme Paget hastalığı ve intraduktal karsinomu olan 55 yaşındaki bir kadın hasta sunulmuştur.
  • Öğe
    Evaluation of Breast Cancer Risk Levels and Its Relation with Breast Self-Examination Practices in Women
    (2017) Kutlu, Ruhuşen; Biçer, Ümmüye
    Objective: ftis study was performed to determine the breast cancer risk levels and its relation with the frequency of breast self-examination practices in women who were 20 years old and over. Materials and Methods: ftis descriptive study was conducted on 867 women, who were 20 years old and over presenting to a family medicine outpatient clinic for any reasons. fte participants filled in the “Breast Cancer Risk Assessment Form” which is recommended to assess the risk of breast cancer by the Ministry of Health. fte participants’ risk levels have been classified as low, medium, high, and the highest risk. Results: fte mean age of the participating women was 38.213.4 years, 69.7% (n604) were married, 54.8% (n475) were housewives, 33.9% (n294) were working, 42.7% were graduated from primary school. fte average risk score of the patients for breast cancer was 131.26 45.11 (50- 325). As a result of this study, 87.3% (n757) of the women were identified as having a low breast cancer risk, 12.6% (n109) medium and 0.1% (n1) of them were identified as having a high risk. fte data demonstrated that 75.5% (n655) of the women weren’t doing breast self-examination (BSE). fte rate of previous breast USG or mammography screening was 33.7% (n292). ftere were no statistical relations between the breast cancer risk levels and BSE (p0.396). Conclusion: fte risk of developing breast cancer was low among the women in the study group and breast self-examination rates were insufficient. In addition to training women by emphasizing the importance of breast self-examination in early diagnosis, the breast cancer risk questionnaire -an easy to implement, simple and costless tool- is recommended to be administered in the primary health care centers.
  • Öğe
    İnfertil Kadınlarda Metabolik Sendrom ve Uzun Dönem Kronik Sağlık Sorunları Sıklığı
    (2017) Kutlu, Ruhuşen; Işıklar Özberk, Derya; Görkemli, Hüseyin
    İnfertilite hiç korunmadan düzenli cinsel ilişkiye rağmen bir yıl içinde gebelik olmaması durumudur. Bu çalışmada infertil kadın hastalarda metabolik sendrom (MetS) görülme sıklığı ve uzun dönem kronik sağlık sorunlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntemler: Kesitsel ve analitik tipteki bu çalışma aile hekimliği polikliniğine kadın infertilitesi yakınması ile sağlık raporu almak için mü- racaat eden 701 kadının dosyaları retrospektif olarak incelenerek yapılmıştır. Dosyalardan elde edilen bilgilere göre katılımcıların ağırlık, boy, bel çevresi, kan basıncı ve laboratuar sonuçları kaydedilmiştir. Ulusal Kolesterol Eğitim Programı Erişkin Tedavi Paneli III - National Cholesterol Education Program (NCEP) Adult Treatment Panel III (ATP III) de yayınlanan kriterlere göre MetS varlığı değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya dahil edilen 701 infertil kadının yaş ortalaması 29,94,4 (20-42) yıl, %81,6'sı (n572) ev hanımı, %56,8'i (n398) ilköğretim ve altı eğitimli olduğu tespit edilmiştir. Hastaların %78,9'u (n553) primer infertilite nedeniyle başvurmuştur. Çalışmamıza katı- lan hastalarda MetS sıklığı %19,8 bulunmuştur. Obez olanlarda MetS gelişme sıklığı obez olmayanlara göre 6,389 kat daha fazla saptanmıştır [OR6,389, %95 CI;(4,260-9,581)], bu fark istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p0,001). MetS bileşenleri içinde en sık trigliserid (TG) yüksekliği (%59,6) ve açlık kan glukozu yüksekliği (%55,0) tespit edilmiştir. Hipertansiyon (HT) tespit edilen hastaların %50,3'ünde MetS saptanmıştır. Kadınların %22,8'inde hipotiroidi ve %2,7'sinde brucella seropozitifliği tespit edilmiştir. Sonuç: İnfertilite ile ilişkili değiştirilebilir faktörler arasında yer alan obezite, uzun vadeli sağlık sorunları, sigara ve bazı bulaşıcı hastalıkların infertilite tedavisi öncesi ekarte edilmesi gerekmektedir. Dengeli ve doğru beslenme, fiziksel aktivite, sigara ve alkol bağımlılığı ile mü- cadele gibi sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri obezite riskini azaltacak, infertilite tedavi şansını arttıracaktır.
  • Öğe
    Kistik fibrozisli çocukta düzelmeyen öksürük nedeni olarak Pseudomonas aeruginosa pnömonisi: Olgu sunumu
    (2013) Kutlu, Ruhuşen; Pekcan, Sevgi; Işıklar Özberk, Derya
    Kistik fibrozis (KF), transmembran ileti regulator genindeki mutasyon sonucu oluşan ve otozomal resesif kalıtım gösteren bir hastalıktır. Kistik fibrozis transmembran regulator protein (KFTR) ter, sindirim sıvıları ve mukus bileşenlerinin düzenlenmesinde gereklidir. Hastalığın sıklığı beyaz ırkta 1/2500-1/3500 civarındadır. Kistik fibrozisin ülkemizdeki sıklığı ise bilinmemektedir. Kistik fibrozis çocukluk yaşlarında ortaya çıkan ve tüm ekzokrin bezlerin fonksiyon bozukluğu ile seyreden kalıtsal bir hastalıktır. Temel bozukluk ter, tükrük, solunum sistemi, kalın barsak, ürogenital sistem ve pankreas ekzokrin bezlerinden anormal sekresyonların oluşumudur. Önde gelen klinik belirtiler, kronik obstrüktif akciğer hastalığı ve pankreas yetersizliğine ait bulgulardır. Pseudomonas aeruginosa KF hastalarında kolonizasyona, kronik ve tekrarlayan enfeksiyonlara neden olan bir bakteridir. Bu yazıda kalıcı öksürüğünün sebebi olarak, Pseudomonas aeruginosa kolonizasyonuna bağlı kronik akciğer enfeksiyonunun akut alevlenmesi tespit edilen kistik fibrozis tanısı almış 10 yaşında bir kız çocuğu sunulmuştur.
  • Öğe
    Tek doz Doksisiklin kullanımına bağlı gelişen özofagus ülseri: Bir olgu sunumu
    (2014) Sayın, Seher; Kutlu, Ruhuşen; Sayın, Serhat; Ataseven, Hüseyin
    İlaca bağlı özofagus ülseri literatürde sık görülmemekle birlikte yol açabileceği komplikasyonlar açısından önemlidir. Doksisiklin yeterli miktarda su ile alınmaz ise veya alındıktan kısa süre sonra yatılırsa özofagusta mukozal hasara neden olur. Bu olguda akne nedeniyle doksisiklin tedavisi başlanmış 24 yaşındaki kadın hasta sunuldu. Hasta ilacın ilk dozundan sonra retrosternal yanma, disfaji semptomlarıyla başvurdu. Yapılan üst gastrointestinal sistem endoskopisinde özofagus 1/3 orta bölümünde 2 santimetrelik bir segmentte yüzeyel ülserasyonlar görüldü. Anamnez ve endoskopik bulgularla, hastaya doksisiklin kullanımına bağlı ilaç özofajiti teşhisi konuldu. Doksisiklin tedavisi ve oral alımı kesildi. İntravenöz sıvı tedavisi, sukralfat ve lansoprazol tedavisi başlandı. İlerleyen günlerde hastanın şikâyetleri azalarak kayboldu. Olgumuzda olduğu gibi, ilacın süresinden bağımsız olarak tek doz kullanım sonrasında dahi özofageal ülser gelişebilmektedir.
  • Öğe
    El ayak ve ağız hastalığı: olgu sunumu
    (2018) Kutlu, Ruhuşen; Uzun, Latife
    El, ayak ve ağız hastalığı özellikle 5 yaş altı çocuklarda görülen oldukça bulaşıcı bir viral hastalıktır. Nadiren daha büyük çocuklarda ve yetişkinlerde de hastalık görülebilmektedir. Bu hastalar sıklıkla birinci basamak sağlık kurumlarına başvururlar. Deri ve zührevi hastalıklar uzmanları ve bazı ilgili dal uzmanları dışındaki hekimler tarafından çok iyi bilinmemektedir. Halkın bu hastalık ile ilgili bilgisi de yetersizdir. Bu hastalığa tanı koyup, takip ve tedavisini birinci basamak sağlık kuruluşlarında yönetebildiğimiz zaman aileleri gereksiz stresten, zaman kaybından, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarını da gereksiz muayenelerden kurtarırız. Birinci basamak sağlık kurumlarında tedavi edilebilecek bir hastalığın tanınması için iki olguyu sunmak istedik.
  • Öğe
    Sigara bırakma tedavisi sırasında Bupropion Hcl’e bağlı gelişen Serum Hastalığı benzeri reaksiyon: Olgu Sunumu
    (2017) Kutlu, Ruhuşen; Karademirci, M. Merve; Kahraman Denizhan, Tuğba
    Dünyada önlenebilir erken ölüm ve sakatlık nedenlerinin başında sigara kullanımı yer almaktadır. Nikotin replasman tedavisi (NRT), vareniklin ve bupropion HCL başlıca sigara bırakma ilaçlarıdır. Bupropion HCL hem depresyon, hem de sigara bırakma tedavisinde kullanılan bir preparattır. Bupropion; norepinefrin ve dopamin geri alım inhibitörü olarak etki eden ve yan etki profili bakımından oldukça güvenli sayılabilecek bir antidepresan ilaçtır. Pek çok ilaç cilt reaksiyonlarına sebep olabilir. Tüm dünyada antidepresanlara bağlı gelişen dermatolojik yan etkiler oldukça fazladır. Bupropion’un en sık görülen yan etkileri; uykusuzluk, konstipasyon, baş ağrısı ve ağız kuruluğu şeklindedir. Yazımızda bu yan etkilerden farklı olarak, terapötik dozda yavaş salınımlı bupropion kullanımı sırasında ortaya çıkan bir serum hastalığı benzeri reaksiyon olgusu sunuldu.
  • Öğe
    Periyodik ateş, aftöz stomatit, farenjit ve servikal adenit (PFAPA) sendromu: Bir olgu sunumu
    (2018) Kutlu, Ruhuşen; Büyükyörük, Cennet
    Çocuklarda tekrarlayan veya periyodik ateş şikayetlerine daha sık rastlanmaktadır. PFAPA sendromu, etiyolojisi bilinmeyen, ani başlayan yüksek ateş, aftöz stomatit, farenjit ve servikal lenfadenopati ile seyreden ve tekrarlayıcı özellik gösteren çocukluk çağındaki periyodik ateşin yaygın bir nedenidir. Genellikle 5 yaşından küçük çocuklarda ve erkeklerde daha sık görülen bu sendrom selim seyirlidir, uzun dönemde sekel bırakmaz. Klinik tablo oldukça iyi tanımlanmasına rağmen hastalığa özgü laboratuvar bulgularının olmaması tanıyı güçleştirmektedir. Hastalar gereksiz yere antibiyotik tedavisi almaktadırlar. Tedavide tek doz steroid ve bazı vakalarda tonsillektomi uygulanmaktadır. Genellikle PFAPA sendromu ergenlik döneminde düzelir, ancak bu durumun yetişkinliğe kadar devam edeceğine dair kanıtlar artmaktadır. Burada, aile hekimliği polikliniğimize tekrarlayan yüksek ateş, tonsillit ve aftöz stomatit şikayeti ile başvuran 4 yaşında bir erkek çocuk olgusu sunuldu. Bu makalede PFAPA sendromu ile ilgili bilgiler gözden geçirilmiş ve birinci basamakta tanı koymanın önemi vurgulanmıştır.
  • Öğe
    Anemi etiyolojisi ile 56 yaşında tespit edilen Çölyak hastalığı
    (2015) Kutlu, Ruhuşen; Büyükyörük, Cennet; Oltulu, Pembe
    Çölyak hastalığı genetik yatkınlığı olan bireylerde, glutene karşı sıradışı bağışıklık yanıtı olarak tanımlanır. Çocuklarda ve infantlarda görülen malabsorbsiyonun en sık görülen nedenlerindendir. Emilim bozukluğu buğday, çavdar, arpa ve yulaftaki gliyadin varlığına bağlıdır. İnce bağırsak mukozasında gliyadin peptitleri ile "Human leucocyte antigen" sınıf II moleküllerinin konjugasyonu, klinik bulgulara yol açan immünolojik reaksiyonları tetiklemektedir. Çok geniş bir klinik yelpazesi olmakla birlikte, 6-12 aylar arasında ishalin başlaması karakteristik özelliklerindendir. Demir eksikliği anemisi de çölyak hastalığının sık görülen bulgularındandır. Antig- liyadin, antiendomizyum ve doku transglütaminaz antikorları tanıda yardımcı olmakla birlikte, kesin tanı için ince bağırsak biyopsisi gereklidir. Biyopside total villus atrofisinin olması tanıda altın standarttır. Tedavi amaçlı glutensiz diyet verildiğinde bariz bir iyileşme görülür. Bu yazıda anemi etiyolojisi araştırılırken tespit edilen gluten enteropatili bir olgudan yola çıkılarak anemi ile çölyak hastalığı ilişkisi incelenmiştir.
  • Öğe
    Sağlık Taraması İçin Başvuran Hastane Personelinde Serum HbsAg ve AntiHbs Düzeyleri İle Hepatit B Aşılanma Durumu
    (2016) Kutlu, Ruhuşen; Demirbaş, Nur
    Bu çalışma, sağlık taraması için aile hekimliği polikliniğine başvuran hastane personelinde serum HBsAg ve anti-HBs düzeyleri ile, hepatit B aşılanma durumlarını araştırmak için yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu araştırma, 03.10.2015-30.12.2015 tarihleri arasında, sağlık taraması için polikliniğimize başvuran 519 hastane personelinde yapılmıştır. Katılımcıların sosyodemografik özellikleri ve hepatit B aşılanma durumları, araştırmacılar tarafından önceden hazırlanan formlara kaydedilmiştir. Serum HBsAg ve anti-HBs düzeyleri ölçüldü. Antikor titresi 10 mIU/mL ve altındaki değerler negatif olarak kabul edildi ve bu personeller 3 doz Hepatit B aşı programına alınmıştır Bulgular: Katılımcıların %35,6'sı (n185) kadın, %64,4'ü (n334) erkek, yaş ortalaması 35,248,35 yıl idi. Yüz altmış iki kişide (%31,2) anti-HBs düzeyi 0-10 mIU/mL arasında, %14,5'inde (n75) 10-100 mIU/mL arasında, %54,3'ünde (n282) 100 mIU/mL idi. Serum HBsAg düzeyi, hastane personelinin %97.7'sinde (n507) negatif, % 2.3'ünde (n12) pozitif bulundu. HBsAg pozitifliğinin cinsiyetle değil, yaşla anlamlı farklılık gösterdiği tespit edilmiştir (p0,001). Sonuç: Hepatit B virüsü (HBV), hastane çalışanlarının risk altında olduğu bir patojendir ve tüm hastane personeli hepatit B virüsüne karşı bağışık olmalıdır. Hepatit B enfeksiyonundan korunmada en etkili yöntem aşılamadır. Bu çalışmada bulunan % 68,8 oranında antikor titresi pozitifliği ve % 2,3 oranında hepatit B taşıyıcılığı, ülkemizde yapılan diğer çalışmalarla uyumludur.
  • Öğe
    Yürüme Bozukluğuyla Başvuran Hastada Brusella Sakroileiti
    (2017) Cihan, Fatma Gökşin; Karademirci, Medine Merve
    Bruselloz, enfekte hayvanlardan insanlara doğrudan temas, süt ve süt ürünlerinin taze olarak tüketilmesi ve/veya enfekte damlacıkların inhalasyonu ile bulaşabilen bir enfeksiyon hastalığıdır. Bu hastalık hayvancılığın yoğun, çiğ süt ve süt ürünlerinin tüketiminin yaygın olduğu ülkemizde ve gelişmekte olan ülkelerde halen önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Bruselloz, Türkiye'de endemik olarak görülen bildirimi zorunlu bir hastalıktır. Önlenebilir bir hastalık olduğu için, toplumu korunma yöntemleri hakkında bilgilendirmek ve komplikasyonların erken teşhisi özellikle önemlidir. Tipik olarak ateş, halsizlik, terleme, kilo kaybı, hepatosplenomegali görülür. Klinikte en sık %20-60 sıklıkla sakroileit olmak üzere kemik ve eklem komplikasyonları karşımıza çıkar. Brusella sakroileiti, aile hekimlerine ateş, bel ağrısı ve yürüme güçlüğü nedeniyle başvuran hastalarda ayırıcı tanıda akla getirilmesi gereken önemli bir sağlık problemidir. Bu yazımızda halsizlik, bel ve kalça ağrısı yakınmaları ile polikliniğimize başvuran bir brusella sakroileiti olgusu sunulmuştur.
  • Öğe
    Beta-talasemi major komplikasyonu olarak gelişen diabetesmellitus ve hipoparatiroidi
    (2014) Kutlu, Ruhuşen; Kılıçaslan, Ayşe Özlem; Mustafa , Kulaksizoğlu
    Beta-talasemi major ilk defa Cooley ve Lee tarafından tanımlanmış olup, ?-globin zincir sentezinde azalma ile giden, resesif karakterli bir hemoglobin bozukluğudur. Homozigot olgular düzenli kan transfüzyonu gerektiren ağır anemi ile seyreder. Şelasyon ve transfüz- yon tedavisi kombinasyonu yaşam beklentisini 40-50'li yaşlara kadar dramatik olarak uzatır. Diğer yandan sık kan transfüzyonları vücutta fazla demir birikimine yol açarak hipogonadizm, diabetes mellitus, hipotiroid, hipoparatiroid ve diğer endokrin bozukluklara neden olabilir. Bu yazıda talasemi major komplikasyonu olarak diabetes mellitus ve hipoparatiroidi gelişen bir olgu sunumu takdim edilmiştir.
  • Öğe
    Uluslararası Değişim Programları Genç Aile Hekimlerinin Kişisel ve Profesyonel Gelişimlerine Olumlu Etki Etmektedir
    (2016) Coşkun, Demet Merder; Çopurlar, Candan Kendir; Mut, Hakan; Atalay, Süheyla; Onat, Tuğba; Tekayak, Halil Volkan; Toplu Öztürk, Hilal; Şahin, Saliha; Karademirci, Merve; Makara, Kübra; Şengül, Ozan
    Amaç: Vasco da Gama Hareketi (VdGM), Dünya Aile Hekimliği Birliği (WONCA)'nin Avrupalı genç aile hekimleri için kurulmuş bir çalışma grubudur. VdGM, değişim programları düzenleyerek genç aile hekimlerine farklı ülkelerdeki sağlık sistemlerini gözlemleme imkânı sağlamaktadır. VdGM Prekonferans 2015 Değişim Programı İstanbul'da gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmanın amacı, VdGM Prekonferans 2015 Değişim Programı katılımcılarının değişim programlarından beklentilerini, değişim programlarından elde ettikleri deneyimleri ve bu deneyimlerin günlük hayatlarına etkilerini değerlendirmektir. Gereç yöntem: Bu çalışma niteliksel bir çalışmadır. Veriler, çoktan seçmeli ve açık uçlu sorulardan oluşan bir anket aracılığıyla ve yüz yüze görüşme yöntemiyle elde edilmiştir. Analizlerde tematik analiz yöntemi kullanılmıştır. Bulgular: Bu çalışmaya 9 kadın, 8 erkek olmak üzere toplam 17 kişi katıldı. Katılımcıların %52.9'u (n:9) aile hekimliği asistanı, %47.1'i (n: 8) aile hekimliği uzmanıydı.Değişim programına katılımları sırasında katılımcıların %58,8'i (n:10) en az bir konuda zorluk yaşamıştı. Zorluk yaşayan grup ile yaşamayan grup arasında cinsiyet, yaş, asistan veya uzman olma, daha önce benzer bir değişim programına ev sahipliği yapma açısından anlamlı bir ilişki saptanmadı. Katılımcıların tamamı "kültürel deneyim kazanma", "arkadaş edinme", "uluslararası bağlantı oluşturma" ile "farklı sağlık sistemlerini öğrenme" kişisel ve profesyonel hedeflerini karşılamıştı. Katılımcıların %82,3'ü (n:14) değişim programının kişisel gelişimini pozitif yönde etkilediğini belirtti. Sonuç: Bu çalışma, değişim programlarının genç aile hekimlerine kişisel ve profesyonel katkılarını, programların geliştirilmesi gereken yönlerini ve genç aile hekimlerinin bu programlara katılımının önündeki çeşitli engelleri ortaya koymaktadır
  • Öğe
    Traditional Patient Misconceptions about the Causes and Care of the Common Cold
    (2016) Yayla, Muhteşem Erol; Cihan, Fatma Gökşin; Yavuz, Erdinç
    Amaç: Soğuk algınlığına sıklıkla rhinovirüsler neden olur. Hafif ve kendi kendini sınırlayan ve çoğunlukla spontan olarak geçen bir hastalıktır. Soğuk algınlığının günümüzde etkili bir tedavisi yoktur ve soğuk algınlığı için rutin antibiyotik tedavisi önerilmemektedir.  İnsanların soğuk algınlığına ilişkin bilgi ve inanışları güncel tıbbi görüşle uyuşmayabilir. Bilgi ve inanış, kişinin etnik kökeni veya sosyoekonomik düzeyi ile değişebilir. Bu çalışmanın amacı Türk halkının soğuk algınlığı sebep ve yönetimi hakkındaki inanışlarını araştırmaktır.   Materyal ve Metotlar: Bu çalışma Türkiye'nin Akdeniz Bölgesi'nde yer alan Adana ilindeki bir aile sağlığı merkezinde yapılmıştır. Bu tanımlayıcı çalışmaya 146 katılımcı katıldı. Katılımcılar araştırmacılar tarafından hazırlanan soru formunu doldurdu.   Bulgular: Katılımcıların % 73,28'i kadın ve ortalama yaşları 37,1312,01 yıldı. İstatistiksel olarak erkek ve kadın katılımcıların meslekleri (p0,001) ve eğitim seviyeleri (p0,01) arasında anlamlı fark vardı. Katılanlar kondüksiyon veya konveksiyon ile ısı transferinin soğuk algınlığına yol açtığına inanıyordu. 42(%28,76) kişi ısı iletiminin ateşe neden olduğuna inanıyordu. Erkek ve kadın katılımcılar arasında "Terliyken soğuk su içmek soğuk algınlığına neden olur" kanısına inanışta istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı (p0,044). 30 (%20,54) katılımcı soğuk algınlığı için antibiyotik kullanmaktaydı.   Sonuç: Türkiye'de soğuk algınlığı hakkında batıl inanışlar yaygındır. Toplum soğuk algınlığının sebepleri hakkında ve yerinde antibiyotik kullanımı hakkında bilgilendirilmelidir.
  • Öğe
    Sigaranın Trombosit Sayısı, Ortalama Trombosit Hacmi ve Kardiyovasküler Risk Faktörleri Üzerine Etkileri: Bir Olgu Kontrol Çalışması
    (2017) Kutlu, Ruhuşen; Demirbaş, Nur
    Amaç: Sigara ve kolesterol düzeyleri aterosklerozun iki önemli bileşenidir. Ortalama trombosit hacmi (OTH) trombosit fonksiyon ve aktivasyonunun göstergesi olup kardiyovasküler hastalıkların potansiyel bir belirtecidir. Bu çalışmada sigaranın trombosit sayısı, OTH ve kardiyovasküler risk faktörleri üzerine olan etkilerini araştırmayı planlandık.Yöntemler: Bu araştırma tanımlayıcı, kesitsel tipte analitik bir çalışma olarak planlandı. Aile hekimliği polikliniğine 2013-2016 yılları arasında periyodik sağlık muayenesi için başvurmuş hastalar alındı. Hastaların sosyodemografik özellikleri, sigara içme durumları, antropometrik ölçümleri, hematolojik ve biyokimyasal parametreleri tam olanlar kaydedildi. Bulgular:Çalışmamıza katılan 880 hastanın yaş ortalaması 35,8511,6 idi, %54,5'i (n480) sigara içiyor, %45,5'i (n400) sigara içmiyordu. Sigara içme düzeyi erkeklerde kadınlara göre daha fazla bulundu (p0,001). Çalışanlar çalışmayanlara göre daha fazla sigara içmekte idi. Hastaların hematolojik parametreleri incelendiğinde sigara içen katılımcıların beyaz kan hücresi, hemoglobin hematokrit, kırmızı kan hücresi, ortalama eritrosit hacmi ve MPV değerleri içmeyenlere göre daha yüksek iken, platelet sayısı içmeyenlerde daha fazla bulundu (p0,001). Sigara içen hastaların günlük sigara içme sayısı ile OTH düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki (p0,014) varken, trombosit sayıları arasında bir ilişki yoktu (p0,05).Sonuç:Sigara içen hastaların MPV düzeyleri içmeyenlere göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Trombosit sayısı ve MPV düzeyinin ateroskleroz ve tanımlanmış diğer kardiyovasküler risk faktörleri açısından daha geniş ölçekli hasta gruplarında araştırılarak, klinik uygulamada hak ettiği yeri alması gerekmektedir.
  • Öğe
    Sigaranın Metabolik Sendrom ve Plazma Aterojenite İndeksi Üzerine Etkisi: Bir Olgu Kontrol Çalışması
    (2018) Kutlu, Ruhuşen; Öksüz, Ahmet
    Amaç: Sigara kanser, kalp ve akciğer hastalıkları başta olmak üzereçeşitli sağlık sorunları için önemli bir risk faktörüdür. Plazma aterojeniteindeksi (PAİ) koroner ateroskleroz/kardiyovasküler riskini yansıtır.Bu çalışma sigaranın, metabolik sendrom ve PAİ üzerine etkisinideğerlendirmek için yapılmıştır.Yöntemler: Olgu-kontrol tipindeki bu çalışma 18 yaş ve üzeri 1110hastanın dosyaları retrospektif olarak taranarak yapıldı. Çalışmayauygun olan 900 hastanın dosyası incelendi (900/1110). Metaboliksendrom tanısı Ulusal Kolesterol Eğitim Programı (NCEP) Yetişkin TedaviPaneli III (ATP III) kriterlerine göre konuldu. PAİ’leri hesap makinesikullanılarak hesaplandı.Bulgular: Katılanların yaş ortalaması 36,0211,72 idi. Katılımcıların%51,2’si (n461) kadın, %72,6’sı (n653) evli, %35,6’sı (n320)üniversite mezunu, %32,0’ı memur (n288), %53,6’sı (n482) sigaraiçmekteydi. Metabolik sendrom sıklığı %26,4 olarak (n238) bulundu.Metabolik sendrom ile sigara içme durumu arasında istatistikselolarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (p0,05). PAİ sigara içen bireylerdeiçmeyenlere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptandı(p0,001). Metabolik sendromu olanlarda PAİ’nin istatistiksel olarakdaha yüksek olduğu bulundu (p0,001).Sonuç: Sigara içiciliği ateroskleroz ve kardiyovasküler açısından ciddibir risk faktörüdür. Çalışmamızda PAİ sigara içen bireylerde içmeyenleregöre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptandı. Fakatmetabolik sendrom ile sigara içme durumu arasında istatistiksel olarakanlamlı bir fark saptanmadı.
  • Öğe
    Osteoporozu Olan ve Olmayan Postmenopozal Kadınlarda QUALEFFO-41 Ölçeği ile Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi
    (2014) Pamuk, Gülseren; Kutlu, Ruhuşen; Çivi, Selma
    Amaç: Osteoporoz (OP) kemik mineral yoğunluğunda (KMY) azalmaya, kemik mikro mimarisinde bozulmaya ve kırık riskinde artmaya yol açan bir kemik hastalığıdır. Bu çalışmada osteoporozu olan ve olmayan postmenopozal kadınlarda QUALEFFO-41 ölçeği ile yaşam kalitesinin değerlendirilmesini amaçladık.Gereç ve Yöntemler: Kesitsel tipteki bu analitik araştırma menopozda olan 280 kadında yapıldı. Hastaların KMY'si ölçüldü ve yaşam kalitesini değerlendirmek için osteoporoza özgü yaşam kalitesini belirleyen QUALEFFO-41 ölçeği uygulandı. Bulgular: Çalışmamızda kadınların yaş ortalamaları 56,98,3 idi. Olguların KMY'leri değerlendirildiğinde 38'sinde (%13,6) osteoporoz, 156'sında (%55,7) osteopeni bulundu, 86'sı (%30,7) normal idi. Yaş ve menopoz süresi arttıkça osteoporoz sıklığı artarken (p0,001), beden kütle indeksi (BKİ) arttıkça osteoporoz sıklığı azalıyordu (p0,001). Aktiviteleri arttıkça osteoporoz sıklığı azalıyordu (p0,006) ve geçirilmiş kırık öyküsü olanlarda osteoporoz daha fazla idi (p0,015). Kadınların KMY değerleri ile yaşam kalitesi karşılaştırıldığında negatif yönde, orta derecede anlamlı bir ilişki bulundu. İleri yaş ve düşük eğitimlilerde yaşam kalitesi azalıyordu. Çalışanlarda, gelir düzeyi yüksek olanlarda, düzenli egzersiz yapanlarda ve aktivitesi fazla olanlarda yaşam kalitesi daha yüksekti (p0,001). Sonuç: Yaş, menopoz süresi, geçirilmiş kırık öyküsü OP'u arttırırken, BKİ ve aktivitenin fazla olması OP'yi azaltıyordu. Çalışanlarda, geliri fazla olanlarda, düzenli spor yapanlarda yaşam kalitesi artarken, ileri yaşlarda, OP olanlarda ve düşük eğitimlilerde yaşam kalitesi azalıyordu.
  • Öğe
    Yaşlılıkta yaşam kalitesi değerlendirilmesi: kamu hastanesine başvuranlar örneği
    (2018) Durduran, Yasemin; Okka, Berrin; Şafak, Şadiye; Karaoğlu, Nazan; Uyar, Mehmet
    Amaç: Günümüzde yaşlılık dönemi sadece kronolojik yaş olarak kabul edilmekle kalmayıp, aynı zamanda yaşlılık çağında sağlıklı yaşlanmanınve yaşam kalitesinin önemi vurgulanmaktadır. Çalışmada, bir kamu hastanesine başvuran 65 yaş ve üzeri kişilerin sağlıklailgili yaşam kalitesi durumu ve yaşam kalitesini etkileyebilecek faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Çalışma, Konya’da bir kamu hastanesine başvuran ve çalışmaya katılmayı kabul eden 65 yaş ve üstü bireylerle yapıldı.Veri toplanmasında, sosyodemografik özellikleri ve hekim tanılı kronik hastalıklarının varlığını sorgulayan bir anket ile YaşamKalitesi Kısa Form-36 ölçeği kullanıldı. Veriler, uygun istatistiksel testlerle analiz edildi.Bulgular: Katılımcıların % 78,3’ü 65-74 yaş grubunda olup; % 54,0’ının kronik hastalığı, %7,2’sinin engeli vardı. Yaşlılıkla ilgili mutsuzeden bir olay varlığını belirten % 27,0 katılımcı olurken; katılımcıların % 42,2’sinin uyku problemi vardı. Çalışma grubunun sosyalfonksiyonellik alt boyut puan ortalaması 48,52 20,48, mental-ruh sağlığı 47,15 15,33, genel sağlık alanındaki ortalama puanı46,56 18,06 idi. Ağrı skoru, yaşlılık ile ilgili üzüntü yaşayanlarda (p0,04) ve uyku problemleri olanlarda (p 0,001) diğerlerindenyüksekti.Sonuç: Yaşam kalitesi alt boyutlarına ait puan ortalamaları düşüktür. Yaşlılıkla ilgili, yaşlıları mutsuz edici davranışlar vardır. Yaşlılardakronik hastalıklar, uyku sorunları ve psikososyal sorunlar birlikte düşünüldüğünde, yaşlı bireylerde izleme ve koruyucu hizmetlereyönelik çalışmaların önemine bir kez daha dikkat çekilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.