Makale Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Medical students' knowledge of the disease, frequency of depression, anxiety, stress symptoms, and related factors in the COVID-19 pandemic: A web-based questionnaire(Marmara University School of Medicine, 2023) Tanrıverdi, Esra Çınar; Bayraktar, Mustafa; Sincan, Suat; Kasalı, Kamber; Çayır, Yasemin; Şahingöz, Mine; Özkurt, ZülalObjective: In this study, it was aimed to determine the level of knowledge of medical students about coronavirus disease 2019 (COVID-19), to investigate the frequency of depression, anxiety, stress symptoms and related factors.Materials and Methods: The study is a cross-sectional study conducted with 904 volunteer medical students. Data were collected with an online questionnaire, including sociodemographic characteristics, knowledge about COVID-19, the Depression, Anxiety, and Stress Scale.Results: Mean age was 21.3 +/- 2.2 years, and 54% of them (n=488) were female. Fifty five percent (n=497) thought that their level of knowledge about COVID-19 was sufficient, and 94.6% (n=846) were concerned about the disruption of their education. Their knowledge level was found to be 15.09 +/- 2.43 points out of 23 points. The depression, anxiety and stress symptoms were found in 64.9%, 70.4% and 34.1% of participants, respectively. The risk of anxiety (OR=0.51, 95%CI=0.94, p=0.020) and depression (OR=0.95, 95%CI=1.15, p=0.025) were higher in women. Those with a high fear of transmitting the COVID-19 infection to their relatives had higher symptoms of depression, anxiety, and stress. (p<0.001).Conclusion: Medical students have a good knowledge level of COVID-19. However, they experience high levels of anxiety, stress and depression symptoms; and concerned about the disruption of their education.Öğe Türk-Ermeni sorununun psikolojik boyutu(2013) Göka, Erol; Beyazyüz, MuratTürkler ile Ermeniler arasında çözüme kavuşamamış bir sorunun varlığı, her iki toplumun ve uluslararası alanda bu toplumları temsil eden devletlerin müzminleşmiş bazı sıkıntılar yaşamasına sebep olmaktadır. İki toplumu da olumsuz olarak etkileyen bu sorun, şimdiye kadar çeşitli sosyal bilim disiplinlerinin araçlarıyla irdelenmeye çalışıldıysa da elde edilen sonuçlar derde deva olamamıştır. Sorunu münferit barış girişimleri, kardeşlik söylemleri, kültürel ortak paydaların öne çıkarılması gibi yollarla çözebileceğine inanan duyarlı bazı insanlar da çabalarının neticesinde umduklarını elde edememişlerdir. Gelinen nokta ve devam etmekte olan, çözüm vaat etmeyen süreç, konunun daha farklı bir perspektiften ele alınması gerektiğinin ve farklı tetkik araçlarıyla incelenmesinin şart olduğunu düşündürmektedir. Psikoloji biliminin sosyal psikoloji, politik psikoloji gibi alt disiplinleri, son elli yılda gerek teorik birikim ve gerek pratik araştırmalar bakımından oldukça ilerleme göstermiştir. Bu ilerlemeler sayesinde psikoloji biliminin toplumsal-politik konuların ele alınmasında farklı bir perspektif sunmak ve farklı tetkik araçları sağlamak bakımından oldukça faydalı hale geldiğini iddia etmek mümkündür. Psikolojik bakış açısı, makro düzeyde analizler yerine kişiiçi (intrapersonal) süreçlerden başlayarak, kişilerarası (inter-personal), grup-içi ve gruplar-arası ilişkileri belli bir sıra ile mikro düzeyden makro düzeye doğru analiz etme yolunu seçtiği için toplumsal-politik sorunların daha detaylı biçimde anlaşılmasına aracılık edebilir. Türk ve Ermeni toplumları arasındaki sorunu psikolojik perspektiften ele alan birkaç çalışma mevcutsa da psikolojinin konu hakkında ufuk açıcı bir rol oynayabilmesi için bu tür çalışmaların sayısının artması gerekmektedir. Bu yazıda Türk ve Ermeni toplumları arasındaki sorun, psikoloji biliminin araçlarıyla ve çözüme ulaşmanın ön şartının sorunun doğru anlaşılması olduğunu benimseyen bir bakış açısıyla ele alınmaya çalışılacak ve çözüm yolunda atılması gereken ilk ve en doğru adımın ne olması gerektiği tartışılacaktır.Öğe Travma sonrası stres bozukluğunun kognitif yıkım ve psikotik belirtiler ile giden yeni bir alt grubu mu? Olgu sunumu(2014) Ak, Mehmet; Bilgen, Ali Emrah; Beyazıt, Garip; Zincir, Serkan; Özmenler, Kamil Nahit; Özşahin, AytekinTravma sonrası stres bozukluğu (TSSB) olgularındaki dissosiyatif belirtiler, flaşbekler ve kaçınma belirtileri sıklıkla psikotik belirtiler olarak değerlendirilebilmektedir. Son dönemdeki yayınlarda, travmaya maruz kalmış ve TSSB tanısı konan kişilerde süreçte ortaya çıkan psikotik belirtilerde özellikle dissosiyasyonun rolü ve ayrımındaki zorluklar üzerinde durulmuştur. TSSB'nun bir alt tipi olarak psikotik belirtilerle giden tipi vurgulanırken bazı olgularda görülen kognitif yıkım hala açıklanabilmiş değildir. Burada savaş travmasına maruz kalmış TSSB tanılı bir olgunun belirti ve bulguları üstünden travma, psikoz ve kognitif yıkım ilişkisi tartışılacaktırÖğe Mevlana Penceresinden Bilişsel Terapiler(2014) Ak, Mehmet; Eşen, Elif; Özdengül, FaikPsikoterapi kişilerin yaşadıkları duygusal çatışmaları çözümlemeyi, ruh sağlıklarının geliştirilmesi ve korunmasını amaçlayan tekniklerin genel adıdır. Psikoterapide iyileştirici en önemli unsurlardan biri ilişkidir. Terapistin hastayı anlaması, hastanın terapisti anlaması en temel gerekliliktir. Bu nedenle psikoterapötik müdahalelerde etkili olabilmek için o kişinin geçmişi, kültürü, inancı gibi bazı kavramları göz önünde bulundurarak lisanı kullanmak gerekir. Zengin bir kültüre sahip olunduğu halde yalnızca batı penceresinden psikoterapiyi görmek ve uygulamaya çalışmak başarı şansını düşürür. Her ne kadar psikoterapi ülkemizde batılı eserler çerçevesinde kabul edilip öğretiliyor ise de kendi kültürümüzün zenginlikleri ortaya çıkarılmalı ve pratikte kullanılmalıdır. Psikoterapi pratiğini öğrenme, uygulama ve öğretme dönemlerinde modern psikoterapinin kültürel mirasla entegrasyonunu sağlamanın aynı zamanda zengin kültürel mirasa sahip topraklarda yetişmiş biz psikoterapistlerin bir sorumluluğu olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda psikoterapötik öğeleri içeren eserler konusunda önemi yeteri kadar geçmişte anlaşılmamış ancak bu günlerde üçüncü kuşak olarak tanımlanan psikoterapi akımlarına ilham kaynağı olmuş Mevlana'nın, özellikle Bilişsel Terapiler üzerindeki etkisini ele alarak bu eserlerin psikoterapi pratiğinde kullanılabilirliğine yönelik farkındalığı arttırmayı hedefledik. (Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi 2014; 3: 133-141)Öğe Postiktal psikoz(2012) Tokgöz, Serhat; Akpınar, Zehra; Uğuz, Faruk; Seren, BehiçPostiktal psikoz epileptik hastalarda görülen psikozların % 25'ini oluşturur. Tipik olarak tonik klonik veya kompleks parsiyel nöbet kümeleri sonrası ortaya çıkar. Bilateral bağımsız epileptik aktivite postiktal psikozlu hastalarda sıklıkla görülmektedir. Olguda postiktal psikoz gelişen ve risperidon ile tedavi edilen epileptik bir hasta sunulmuştur.Öğe Dissociative Symptoms Secondary to Piracetam: A Case Report(2013) Aydın, Adem; Güzel Özdemir, Pınar; Selvi, Yavuz; Uğuz, Faruk; Çetinkaya, NuralayPirasetam nöroloji pratiğinde sık kullanılan gama-ami- nobütirik asit türevi bir ilaçtır. Pirasetamın antitrom- botik, nöroprotektif ve bilişsel işlevleri düzeltici bir özellikleri vardır. Vertigo pirasetamın kullanım endikasyonlarından biridir. Disosiyasyonun etyolojisi tam olarak aydınlatılamamıştır. Yapılan ilaç çalışmalarında ortaya çıkan temel disosiyatif semptom depersonali- zasyondur. Bu yazıda periferik vertigo tanısı alan ve ekleme tedavisi olarak pirasetam eklenmiş ancak kullanımından hemen sonra depersonalizasyon ve derealizasyon gibi disosi- yatif semptomlar gelişen ve pirasetamın kesilmesinden sonra bu şikâyetlerin kaybolduğu bir olgu sunumu yapılmıştır.Öğe Mevlananın Düşünceye Yaklaşımının Bilişsel Terapi Bağlamında Değerlendirilmesi(2017) Ak, MehmetMevlana'nın eserlerinde, insan yaşantısının sosyal, dini ve felsefi boyutları ele alındığı gibi psikolojik yönü de irdelenmiştir. Dünyada en yaygın kullanılan ve hakkında bilimsel araştırmaların yapıldığı terapi yöntemi, bilişsel davranışçı terapilerdir. Bilişsel modele göre, kişi karşılaştığı nesnel durumu, mevcut bilişsel alt yapısı nedeniyle çarpıtabilir. Bu çarpıtma sonucunda ortaya çıkan otomatik düşünceler, işlevsiz bir takım duyguların ve çoğunlukla bu duygularla ilişkili davranışların ortaya çıkmasına neden olur. Otomatik düşünceler; kendiliğinden ortaya çıkan, kişiye doğru gelen, sorunlu davranış veya rahatsız edici duygularla ilişkili olan düşüncelerdir ve en yüzeyde yer alır. İnsan, kendi deneyimleri üzerine yorum yapma, düşünme üzerine düşünme özelliğiyle yaşantıların etkisini yok edebilme ya da azaltma potansiyeline sahip olduğu için, bilişsel terapinin odak noktasının bireyin düşünceleri ve inançları olması gerektiği öne sürülür. Mevlana'nın eserlerinde, düşünce-duygu ve davranış ilişkisini vurgulayan ve çeşitli ruhsal sıkıntılardan kurtulmak için farkındalık ve bilişsel değişimi öneren birçok tavsiye yer almaktadır. Bu gözden geçirmede, Mevlana'nın düşünceye yaklaşımını bilişsel terapi bağlamında incelemek amaçlanmıştır. Mevlana'nın başlıca eserleri olan, Mesnevi, Fihi-Ma-Fih ve Divan-ı Kebir incelenerek, düşünce ile ilgili bölümler irdelenip, tartışılmıştır.Öğe Anxiety, Mood, and Personality Disorders in Patients with Benign Paroxysmal Positional Vertigo(2018) Kozak, Hasan Hüseyin; Dündar, Mehmet Akif; Uca, Ali Ulvi; Uğuz, Faruk; Turgut, Keziban; Altaş, Mustafa; Aziz, Suhayb Kuria; Tekin, GoncaIntroduction: This study presents the current prevalence of anxiety,mood, and personality disorders as well as factors associated with theexistence of psychiatric disorders in patients with benign paroxysmalpositional vertigo (BPPV).Methods: The study sample comprised 46 patients with BPPV and 74control subjects. Anxiety and mood disorders were ascertained via theStructured Clinical Interview for the Diagnostic and Statistical Manual(DSM) of Mental Disorders, Fourth Edition/Clinical Version. Personalitydisorders were diagnosed via the Structured Clinical Interview for DSM,Revised Third Edition, Personality Disorders.Results: Of the 46 patients, 18 (39.1%) had at least one mood or anxietydisorder and 13 (28.3%) had at least one personality disorder. The mostcommon Axis I and Axis II disorders in the patient group were majordepression in 8 (17.4%) and obsessive–compulsive personality disorderin 10 (21.7%) patients, respectively. It was found that major depression(p0.021), generalized anxiety disorder (p0.026) and obsessive–compulsive personality disorder (p0.001) were more prevalent in theBPPV group compared with the control group.Conclusion: Results suggest that psychiatric disturbances should becarefully checked in patients with BPPV due to the relatively high rateof comorbidity.Öğe Validation of the Turkish Version of the Obsessive-Compulsive Inventory-Revised (OCI-R) in Clinical and Non-Clinical Samples(2014) Aydın, Adem; Boysan, Murat; Kalafat, Temel; Selvi, Yavuz; Beşiroğlu, Lütfullah; Kağan, MücahitIntroduction: The Obsessive-Compulsive Inventory-Revised (OCI-R) is a widely used self-report instrument developed to overcome the problems with the available instruments. The aim of this study was to assess the psychometric properties of the revised Obsessive Compulsive Inventory (OCI-R) in Turkish sample. Methods: The psychometric properties of the Turkish version of the Obsessive-Compulsive Inventory-Revised (OCI-R) were assessed in clinical samples (n44 for patients with obsessive-compulsive disorder (OCD), and n44 for patients with major depression (MD) and a non-clinical student sample (n287). Results: The confirmatory factor analysis demonstrated that the original six-factor structure was valid in the Turkish sample. The overall and each of the subscales showed moderate to good internal consistency and convergent validity as well as test-retest reliability. However, the Cronbachs alpha was excessively low for the hoarding subscale in the OCD group. The total and subscale scores of the OCI-R satisfied at discriminating patients with OCD from both patients with MD and healthy controls, with an exception of the neutralizing subscale. Conclusion: The Turkish version of the OCI-R did not reveal sound psychometric properties. Findings are discussed in the light of current theoretical considerations.Öğe Bisoprolol-induced delirium in a patient with ischemic stroke: A case report(2015) Kozak, Hasan Hüseyin; Uca, Ali Ulvi; Uğuz, FarukDeliryum yaygın bilişsel bozukluk, hallüsinasyonlar, duygu-durum değişiklikleri ve uyku-uyanıklık döngüsünde bozulmalar gibi çok sayıda belirtiyi içeren yaygın bir nöropsikiyatrik klinik sendromdur. Hastaneye yatan tüm hastaların %10-30'unda görülmektedir. Ayrıca, Deliryum morbidite, mortalite ve sağlık hizmetlerinin kullanılmasında artmayı içeren kötü sonuçlarla ilişkili yaygınbir durumdur. Kognitif yetersizliğin etiyolojisi multifaktöriyel olarak düşünülse de, ilaçların da deliryumun önemli bir nedeni olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada, bisoprololün neden olduğu akutdeliryum tablosuyla gelen ve bisoprololün kesilmesiyle deliryum semptomlarının tamamen kaybolduğu bir hastayı sunuyoruz. Bisoprolol kardiyologlar tarafından hipertansiyon ve aritmi tedavisi için yaygın olarak kullanılmaktadır. Beta blokör ajanların bazen santral sistemi etkilerinin olabildiği ve bu nedenle yaygın psikiyatrik sendromların istenmeyen bir nedeni olabildikleri belirlenmiştir.Öğe Lityum Tedavisine Bağlı Gelişen Kalıcı Sere Sendrom: Olgu Sunumu(2013) Şahingöz, Mine; Dağıstanlı, Adnan AlperBu yazımızda iki uçlu bozukluğu olan 23 yaşındaki bir erkek hastada normal aralıktaki serum lityum düzeylerine rağmen kalıcı serebellar sendrom gelişen bir olguyu sunduk. Lityum tedavisi başlanmasından 1 yıl sonra hastada dizartri, ataksi, tremor gibi serebellar bulgular gelişti. 2 yıl sonra, hastanın serebellar bulgularının kalıcı olduğu gözlendi. Olgumuzda gelişen serebellar sendrom en büyük olasılıkla lityum tedavisiyle birlikte antipsikotik kullanılmasına bağlıdır.Öğe Şizofreni ve Kronik Böbrek Yetersizliği Hastalarına Evde Bakım Veren Aile Üyeleri ve Bakım Rolü Olmayan Bireylerde Suçluluk ve Utanç Düzeylerinin Karşılaştırılması(2015) Ceylan, Burcu; Çilli, Ali SavaşBu çalışma, şizofreni ve kronik böbrek yetersizliği hastalarına evde bakım veren aile üyeleri ile bakım rolü olmayan bireylerde suçluluk ve utanç düzeylerinin karşılaştırılması amacı ile yapıldı.Gereç ve Yöntem: Şizofreni hastalarına evde bakım veren 32, kronik böbrek yetersizliği (KBY) hastalarına evde bakım veren 56 aile üyesi ve hastalarına evde bakım veren aile üyeleriyle yaş açısından homojen, şizofreni ve KBY hastalarına bakım veren aile üyeleriyle aynı çevrede yaşayan 60 bakım rolü olmayan birey kontrol grubu olarak toplam 148 birey çalışmaya alındı. Veri toplama aracı olarak sosyodemografik bilgi formu ve suçluluk-utanç ölçeği (SUTÖ) kullanıldı.Bulgular: Şizofreni hastalarına evde bakım veren aile üyelerindeki suçluluk ve utanç puanı 51.46.79, KBY hastalarına evde bakım veren aile üyelerinde 44.311.13 ve kontrol grubunda 34.90.10 bulundu. Kontrol grubuna göre şizofreni ve KBY hastalarına evde bakım veren aile üyelerinde suçluluk ve utanç puanı anlamlı idi. Bu çalışmada ele alınan sosyo-demografik değişkenler ile suçluluk ve utanç puanı arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Şizofreni hastalarına evde bakım veren aile üyelerindeki suçluluk ve utanç düzeyinin sosyo-demografik değişkenlerden bağımsız olarak KBY hastalarına evde bakım veren aile üyelerinden yüksek olduğu bulundu.Sonuç: Şizofreni ve KBY hastalarına evde bakım veren aile üyelerinde suçluluk ve utanç puanı kontrol grubuna göre yüksek bulundu. Ayrıca şizofreni hastalarına evde bakım veren aile üyelerinde suçluluk ve utanç puanı diğerlerine göre daha yüksekti. Kronik hastalığı olan hastalarla çalışan hemşirelerin ve diğer sağlık personelinin, hasta ve ailelerinin yaşadığı sıkıntı ve güçlükleri anlayabilmesi, onlara nasıl yardımcı olabilecekleri konusunda eğitim, bakım, danışmanlık ve rehabilitasyon rollerini geliştirici hizmet içi eğitim programlarının düzenlenmesi, evde bakım programlarının geliştirilmesi ve toplumu bilinçlendirme çalışmaları önerilmektedir.Öğe Mutluluğun Önündeki Engel: Erken Dönem Uyumsuz Şemalar(2018) Yalçın, Süleyman Barbaros; Kavaklı, Mehmet; Kesici, Şahin; Ak, MehmetBu araştırmada, bireylerin erken dönem uyumsuz şemalarının mutluluk düzeylerini yordayıp yordamadığı ve hangi erken dönem uyumsuz şemaların mutluluğun önünde engel olabileceğinin tespit edilmesi amaçlanmıştır. Araştırma, ilişkisel tarama modelinde yapılmıştır. Araştırmanın çalışma grubu 198'ü (%78,3) kız, 55'si erkek (%21,7) olmak üzere toplamda 253 üniversite öğrencisinden oluşmaktadır. Verilerin toplanmasında Hills ve Argyle, (2002) tarafından geliştirilen ve Türkçe uyarlaması Doğan ve Çötok (2011) tarafından yapılan Oxford Mutluluk Ölçeği Kısa Formu ile Young (1994) tarafından geliştirilen Türkçe geçerlik ve güvenirliği Soygüt, Karaosmanoğlu ve Çakır (2009) tarafından yapılan Young Şema Ölçeği-Kısa Form 3 kullanılmıştır. Bu araştırmada elde edilen sonuçlara göre, mutluluk ile tehditler karşısında, dayanıksızlık, karamsarlık, başarısızlık, sosyal izolasyon, duyguları bastırma, onay arayıcılık ve yetersiz özdenetim erken dönem uyumsuz şemaları arasında negatif yönde anlamlı düzeyde ilişki olduğu saptanmıştır. Üniversite öğrencilerinin karamsarlık ve başarısızlık erken dönem uyumsuz şemalarının ise mutluluk düzeylerini yordadığı sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmanın katılımcıları olan genç öğrencilerin karamsarlık ve başarısızlık erken dönem uyumsuz şemalarının giderilmesi için aileler, öğretmenler ve ruh sağlığı çalışanları birlikte çalışmalı, koruyucu tedbirler anlamında ise eğitim sistemlerinin gözden geçirilmesinin gerektiği düşünülmektedir.Öğe Association of Delivery Type with Postpartum Depression, Perceived Social Support and Maternal Attachment(2014) Hergüner, Sabri; Çiçek, Erdinç; Annagür, Ali; Hergüner, Arzu; Örs, RahmiAmaç: Yazında doğum şeklinin, doğum sonrası depresyon ve anne-bebek etkileşimi üzerine etkilerini inceleyen çalışmalarda farklı sonuçlar bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı doğum şekli ile doğum sonrası depresyon, algılanan sosyal destek ve maternal bağlanma arasındaki ilişkiyi incelemektir. Yöntem: Vajinal doğum yapan 40 kadın ve sezaryen doğum yapan 40 kadın çalışmaya alınmıştır. Depresif belirtilerinin taranmasında Edinburg Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği (EDSDÖ), maternal bağlanmanın incelenmesinde Maternal Bağlanma Ölçeği (MBÖ) kullanılmıştır. Sosyal destek Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ) ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Doğum sonrası depresyon ve algılanan sosyal destek puanları açısından iki grup arasında fark bulunmamıştır. Diğer yandan MBÖ puanları SD yapan kadınlarda anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızın sonuçları doğum şeklinin doğum sonrası depresyon gelişimi üzerine bir etkisinin olmadığını desteklemektedir. Bunun yanında SD'nin maternal bağlanma üzerine olumsuz bir etkisi olabilirÖğe Psychiatric symptoms in women with polycystic ovary syndrome(2013) Harmancı, Hatice; Hergüner, Sabri; Toy, HarunAmaç: Yayınların çoğunda polikistik over sendromuna (PKOS) psikiyatrik hastalıkların eşlik ettiği, özellikle depresyon ve kaygı bozukluklarının daha yüksek düzeyde görüldüğü bildirilmiştir. PKOS’da artan testosteron miktarı sebebiyle kıllanmada artış, adet düzensizlikleri, sivilcelenme, kısırlık, obezite gibi semptomlar görülmektedir. Bu şikayetler, çoğunlukla olumsuz duygulanıma sebep olurlar. Bunlarla birlikte, psikiyatrik belirtilerin görülme riski artar. Biz, çalışmamızda PKOS tanısı alan hastalarda, diğer kadınlara oranla psikiyatrik belirtilerin görülme düzeyini ve bunun cinsiyet yönelimiyle ilişkisini araştırdık. Yöntem: Çalışmaya, Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Doğum Hastalıkları Polikliniği’ne gelen 42 PKOS tanısı almış hasta ve kıyaslama yapabilmek için, 42 sağlıklı veya adet düzensizliği, sivilcelenme veya kıllanma artışı olmayan gönüllü kadın alındı. Kontrol grubu ve çalışma grubunun sosyodemografik özellikleri birbirine benzemekteydi. Her iki gruba da araştırmacıların hazırladığı sosyodemografik form, Kısa Semptom Envanteri ve Bem Cinsiyet Rolü Envanteri uygulandı. Bulgular: PKOS tanılı hastalarda, kontrol grubuna kıyasla depresyon, kaygı bozukluğu, somatizasyon, kişilerarası ilişkilerde duyarlılık artışı, obsesif kompulsif bozukluk, fobik anksiyete, paranoid düşünce düzeyi daha yüksek bulunurken, hostilite ve psikotik bulguların düzeyleri arasında fark bulunamamıştır. Psikiyatrik belirtilerin görülmesinde cinsiyet yöneliminin etkisi olmadığı görülmüştür. Sonuç: PKOS tanılı hasta grubunda, literatür bilgilerini destekler biçimde, kontrol grubuna göre daha fazla düzeyde psikiyatrik belirtiler görülmektedir. Kadın hastalıkları ve doğum polikliniklerinde bu hastaların daha dikkatli incelenerek psikiyatri polikliniklerine yönlendirilmeleri hastaların yaşam kalitelerini olumlu yönde etkileyecektir.Öğe Uyku Yoksunluğunun Duygudurum Profili ve Dissosiyasyon Üzerine Etkisi ve Biyokimyasal Değişimlerle İlişkisi(2015) Selvi, Yavuz; Kılıç, Sultan; Aydın, Adem; Güzel Özdemir, PınarAmaç: Uyku yoksunluğu hem uykunun fonksiyonlarının anlaşılması için sağ-lıklı bireylerde hem de depresif hastalarda tedavi amacıyla uzun yıllardır uygulanan bir yöntemdir. Çalışmamız, sağlıklı bireylerde bir gecelik uyku yoksunluğunun duygudurum, dissosiyasyon ve düşünce supresyonu üzeri-ne etkisi ile bu değişkenlerle ilişkili olduğu bilinen hormonal değerler ara-sındaki ilişkiyi incelemeyi amaçlamaktadır. Yöntem: Çalışmaya katılım şartlarını taşıyan 16'sı erkek 16'sı kadın 32 sağ-lıklı bireye bir gecelik total uyku yoksunluğu uygulandı. Bireylerden uyku-suzluk öncesi ve sonrası kortizol, Dihidroepiandosteron-Sülfat (DHEA-S) ve Tiroid Fonksiyon Testleri (TFT) için kan örnekleri alındı. Uyku yoksunlu-ğunun duyguduruma etkisinin değerlendirilmesi için Duygudurumları Pro-fili (DDP), dissosiyatif belirtiler için Dissosiyatif Yaşantılar Ölçeği (DES) ve düşünce supresyonunun değerlendirilmesi amacıyla Beyaz Ayı Supresyon Envanteri (BASE) uygulandı. Bulgular: Uyku yoksunluğu uygulanan bireylerde DDP'nin depresyon ve dinçlik-aktivite alt ölçek puanlarında düşme, yorgunluk puanlarında yük-selme görüldü. DES puanları uyku yoksunluğu sonrası istatistiksel olarak önemli derecede artarken, BASE puanlarında anlamlı bir azalma tespit edildi. Uyku yoksunluğu sonrası kortizol seviyesinde istatistiksel olarak an-lamlı bir değişim elde edilememişse de; Tiroid Stimülan Hormon (TSH), serbest T3 ve T4 (sT3, sT4) ve DHEA-S seviyelerinde anlamlı derecede artış tespit edildi. DDP depresyon alt ölçek puanında azalma ve yorgunluk alt ölçek puanında artma, uyku yoksunluğu sonrası sT4 seviyesi artan bi-reylerde istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Sonuç: Çalışmamızın sonuçlarına göre bir gecelik uyku yoksunluğu dep-resif duygudurumda azalma, dissosiyatif belirtilerde artış ve istenmeyen düşüncelerin bilinçli olarak bastırılması eğiliminin azalmasına yol açmıştır. Uyku yoksunluğu sonrası DHEA-S seviyeleri artan bireylerde daha düşük depresyon puanlarının elde edilmesi, yüksek DHEA-S seviyelerinin stresin olumsuz etkisine karşı koruyucu etkisi olabileceği bilgisiyle örtüşmektedir.Öğe İki Uçlu Bozukluğu Olan Kadınların Sosyal ve Üreme Yaşamları: Türkiyeden Tanımlayıcı Bir Çalışma(2013) Annagür, Bilge Burçak; Bozkurt, Selma Zincir; Bez, Yasin; İnanlı, İkbal; Şahingöz, Mine; Ateş, NazlıAmaç: İki uçlu bozukluk (İUB) cinsiyetler arasında bazı farklılıklar göstermektedir. Kadın hastaların tedavileri hamilelik, doğum ve emzirme gibi nedenlerle sıklıkla aksamaktadır. Ülkemizde İUB tanısı olan kadınların durumu henüz yeterince incelenmemiştir. Bu çalışmanın amacı, İUB tanısı olan kadınların evlilik yaşamı, fertilite durumu ve sosyal yaşamı ile ilgili özelliklerini ortaya koymaktır. Yöntem: Çalışma Türkiyenin üç bölgesinden beş farklı merkezde Ocak Haziran 2011 ayları arasında gerçekleştirildi. İUB tanısı olan toplam 231 kadın çalışmaya dâhil edildi. İUB tanısı DSM-IV Eksen I bozuklukları için yapılandırılmış klinik görüşme ile doğrulandı. Sosyodemografik ve klinik özellikler önceden yazarlarca hazırlanmış yarı yapılandırılmış bir form kullanılarak kaydedildi. Bulgular: Yaşları 18-73 arasında olan hastaların yaş ortalaması 39.1911.2 yıldı. Hastalık başlangıç yaşı ortalama 24.227.5 yıl idi. Hastaların 220si İUB Tip-I (%95.2), 11i ise İUB Tip- II (%4.8) olarak saptandı. Depresyon atak sayısı ortalama 3.363.4, manik atak sayısı ortalama 3.753.6, hipomanik atak sayısı ortalama 1.682.0 olarak saptandı. Hastaneye yatış sayısı ortalama 3.433.8 idi ve hastaların %92.3ü (n 213) en az bir kez hastaneye yatmıştı. Hastaların %32.5i (n 75) en az bir kez özkıyım girişiminde bulunmuştu. Hastaların %18.2si (n42) gebelik döneminde en az bir kez atak geçir- mişti, %20.7sinde (n48) ise geçirilmiş puerperal atak öyküsü mevcuttu. Hastaların neredeyse beşte biri (%18.6) hastalığı nedeniyle eğitimine ara vermek zorunda kalmışken, %12.1si eğitimini hiç sürdüremediği tespit edildi. Hastaların %19.5i düzenli bir işte çalışmayı halen sürdürüyordu. Tüm hastaların %23.8i bekâr, %51.1i evli, %2.2si nikahsız olarak birlikte yaşıyor, %20.3ü boşanmış ve %2.6sı ise dul idi. Kadınların %11.3i hastalık etiketi nedeni ile evlenemediklerini, %16sı hastalık nedeniyle boşandıklarını belirttiler. Ortalama gebelik sayısının 3.022.0 olduğu, sahip olunan çocuk sayısının orta- lama 2.181.4 olduğu saptandı. Hastaların %51.5i ilaca bağlı menstrüel düzensizlikleri olduğunu belirtti. Hastalık sürecinin bir döneminde kullandıkları ilaca bağlı amenorenin %13.9, galaktorenin ise %22.5 oranında olduğu saptandı. Hastaların yalnızca %28.6sı doktoru tarafından kontrasepsiyon hakkında bilgilendirildiğini belirtti. Sonuçlar: Sosyal yaşama etkileri ve üreme yaşamı ile ilişkisi göz önüne alındığında İUB kadın hastalar açısından incelenmesi ve akılda tutulması gereken birçok özel durumu içerisinde barındırmaktadır. Bu çalışma, Türkiyede yaşayan ve İUB tanısı olan kadınların sosyal ve üreme yaşam özelliklerini kesitsel olarak ortaya koymuştur. Bu konuda ülkemizde yapılmış ilk geniş ölçekli çalışma olması açısından bulguları itibariyle önemlidir.Öğe The Comparison of Socio-Demographic and Clinical Variables of Inmates Using Gabapentin For Medicinal Purposes and Those Abusing The Drug(2017) Çicekçi, Faruk; Yüksekkavas, Dinçer; Aydın, Adem; Karaibrahimoğlu, Adnan; Uca, Ali UlviAmaç: Gabapentini tedavi amaçlı-endikasyonlu kullanan mahkumlar ile kötüye kullanan mahkumlar arasındaki sosyodemoğrafik ve klinik verileri karşılaştırmak. Metod: Bu çalışmaya Haziran 2012-Aralık 2014 yılları arasında Konya E Tipi Cezaevinde kalan, cezaevi polikliniğine başvuran ve ağrı polikiliniğimize sevkedilen gabapentin kullananlar mahkumlar dahil edildi. Gabapentini mevcut şikayetlerinden dolayı endikasyonsuz kullananlar (Grup 1), hastalığa bağlı olarak endikasyonlu kullananlar (Grup 2) DSM IV-TR ye göre madde bağımlılığı, madde kötüye kullanımı ve gabapentin kötüye kullanımı yönünden araştırıldı. Bulgular: Endikasyonsuz gabapentin kullanan mahkumların (Grup 1) tamamına yakını (n:21) gabapentini kas ağrıları, nöropatik ağrı, uyku bozukluğu, anksiyete belirtileri, terleme, titreme ve bulantı-kusma için kullandığını belirtirken, endikasyonlu olarak gabapentini kullanan mahkumlar (Grup 2) daha çok mevcut hastalıklarının belirtilerini baskılamak için (diyabetik nöropati, ve epilepsi) kullandıkları tespit edilmiştir. Endikasyonsuz kullanan grubun birinci derece yakınlarında alkol/madde kullanımının daha yüksek olduğu belirlenmiştir (P0.001). Grup 1 için madde bağımlılığı (n10) ve madde kötüye kullanımı (n13) anlamlı olarak Grup 2den yüksek bulunmuştur (P0.001). Sonuç: DSM IV-TRye göre madde bağımlılığı ve madde kötüye kullanımı tanısı alan mahkumların cezaevine girdikten sonra özellikle opioid çekilme belirtilerini engellemek için gabapentin kullandıkları ve gabapentin kötüye kullanımı tanımına uydukları görülmüştür.Öğe Pregnancy-Onset Panic Disorder: Incidence, Comorbidity and Associated Factors(2015) Güler, Özkan; Kaya, Veli; Gezginç, Kazım; Kayhan, Fatih; Çiçek, Erdinç; Sönmez, Erdem ÖnderAmaç: Çalışmamızda öncelikle gebelik başlangıçlı panik bozukluğun insidans oranının saptanması amaçlanmış olup, ilave olarak bağımsız sosyo-demografik ve klinik risk faktörlerinin panik bozuklukla ilişkisinin olup olmadığı araştırılmıştır. Yöntem: Örneklem araştırma merkezi olan 2 obstetri polikliniğine ard arda gelen 1475 gebeden oluşmuş olup, bu 1475 gebeden gebelik baş- langıçlı panik bozukluk saptananlar (Grup 1, n20, %1,3) 1. grubu oluş- turmuştur. Kontrol grubu ise gebelik başlangıçlı depresyon ya da herhangi bir anksiyete bozukluğu olmayan 250 gebeden (Grup 2) oluşturulmuştur. Eksen I ve II tanıları yapılandırılmış klinik görüşme ölçekleri (Structured Clinical Interview for DSM-IV SCID ve Structured Clinical Interview for DSM-III-R Personality Disorders SCID II) kullanılarak saptanmıştır. Bulgular: Panik bozukluk için insidans %1,3 (n20) saptanmış olup, bu 20 kişiden 11'nin ilave anksiyete ya da duygudurum bozukluğuna sahip olduğu görülmektedir. Herhangi bir c kümesi kişilik bozukluğuna sahip olma oranı grup 1'de kontrollere göre anlamlı ölçüde yüksek saptanmıştır. Sonuç: Gebelik başlangıçlı panik bozukluğa sahip gebelerin kontrollere göre anlamlı derecede yüksek eksen II kişilik bozukluklarına ve gebelik öncesi anksiyete ve duygudurum bozukluklarına sahip olduğu anlaşılmıştırÖğe Bir Üniversite Hastanesi Acil Servisine İntihar Girişimiyle Başvuran Hastaların Analizi(2013) Şahingöz, Mine; Tekin, Gonca; Yılmaz, Emre; Sönmez, Erdem Önder; Böke, Şeyma Gül; Güncü, Hatice; Soyak, Murat; Kaya, NazmiyeAmaç: Çalışmamızda bir üniversite hastanesi acil servisine intihar girişimiyle başvuran olguların sosyodemografik özelliklerinin, konulan psikiyatrik tanıların, intihar girişim nedenlerinin ve yöntemlerinin ve incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servisi tarafından 2010-2013 yılları arasında intihar girişimi nedeniyle psikiyatri konsültasyonu istenen hastaların kayıtları geriye dönük olarak incelenmiştir. Bulgular: Çalışmaya 78 kadın (%63.4), 45 erkek (%36.6) olmak üzere toplam 123 hasta alınmıştır. Hastaların yaş ortalaması 28.42 ± 9.75'dir. Olguların çoğunluğu ilköğretim mezunu (%61), evli (%60), 18-24 yaş (%47) grubundadır. İntihar girişiminde bulunanların 18'i (%14.6) ise daha evvel en az bir kez intihar girişiminde bulunmuştur. İntihar girişimlerinin yaklaşık yarısının (%54.5) psikososyal bir stresi takiben gerçekleşirken, aile içi geçimsizlik (%28.8), hastalık (%13.2) ve ekonomik güçlükler (%6.5) en sık intihar girişim nedenleri olarak sıralanmıştır. Girişimlerin %45.5'i en az bir psikiyatrik tanı alırken, en sık konulan psikiyatrik tanı major depresyon (%20.3) olmuştur. İntihar girişimlerinin çoğunluğu kimyasal madde alımı ile (%57) gerçekleşmiştir. Sonuç: İntihar girişimleri ile ilişkili risk etkenlerinin epidemiyolojik çalışmalarla araştırılması hem tedavi edici, hem de koruyucu sağlık hizmetlerinin gelişmesi açısından önemlidir.