Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 47
  • Öğe
    İnmeli hastalarda fonksiyonel durum ile depresyon, anksiyete ve kişilik özellikleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Ekici, Sema Nur Mutlu; Uğurlu, Hatice
    Amaç: Bu çalışmada inme sonrası fonksiyonel durumun depresyon, anksiyete ve D tipi kişilik ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon polikliniğine Mayıs 2022-Mayıs 2023 tarihleri arası müracaat eden inme tanısı ile gelen hastalar dahil edildi. İnme tanısı almış hastaların fonksiyonel durumları; depresyon, anksiyete ve kişilik özellikleri ile değerlendirildi. Bilgilendirilmiş onam formu alındı. Hastalara Barthel Günlük Yaşam Aktiviteleri (GYA) İndeksi, Fonksiyonel Bağımsızlık Ölçeği (FBÖ), Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HADS), Beck Depresyon Ölçeği, D Tipi Kişilik Ölçeği (D14) uygulanarak veriler kaydedildi. Demografik bilgiler (cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi, çalışma durumu, medeni hal), lezyon lokalizasyonu, inme üzerinden geçen zaman, dominant ekstremite, komorbidite varlığı hasta değerlendirme formuna kaydedildi. Bulgular: Hastaların inme öncesine göre inme sonrası psikiyatrik ilaç kullanımı istatistiksel olarak anlamlı saptandı. Beck Depresyon Ölçeği ve HADS skorları ile FBÖ ve Barthel GYA İndeksi skorları inme üzerinden geçen süreyle korele olmadığı sonucuna varıldı. Kadınların Beck Depresyon Ölçeği, HADS-Anksiyete ve HADS-Depresyon skorları erkeklere göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek saptandı. Kadınlarda D tipi kişilik özellikleri erkeklere göre istatistiksel olarak fazla görüldü (p=0,005). Beck Depresyon Ölçeği, HADS skorları, D tipi kişilik varlığı, FBÖ ve Barthel GYA İndeksi skorları ile lezyon lokalizasyonu arasında anlamlı bir bulgu saptanmadı. Çalışan hastalarda FBÖ ve Barthel GYA İndeksi skorları ev hanımı ve emeklilere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptandı (p=0,025) HADS-Depresyon skoru da diğer gruplara göre anlamlı derecede düşük bulundu (p=0,013). Beck Depresyon Ölçeği, HADS-Anksiyete, HADS-Depresyon ve D tipi kişilik özellikleri ile fonksiyonel durum ölçekleri olan FBÖ ve Barthel GYA İndeksi skorları arasında negatif yönde korelasyon saptandı. Sonuç: Çalışmamız sonucunda inmeli hastalarda fonksiyonel durum ve iyileşme sürecinde depresyon ve anksiyetenin etkisi olduğu ortaya kondu. D tipi kişilik özellikleri taşıyan inmeli hastaların fonksiyonel durumlarının daha kötü olduğu sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Diz osteoartritinde yüksek yoğunluklu lazer tedavisinin eklem hareket açıklığı, ağrı, yaşam kalitesi, kas gücü ve femoral kıkırdak kalınlığı üzerine etkisinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Ekici, Burak; Ordahan, Banu
    Bu çalışmada diz osteoartriti olan hastalarda yüksek yoğunluklu lazer tedavisinin (YYLT) eklem hareket açıklığı, ağrı, yaşam kalitesi, kas gücü ve femoral kıkırdak kalınlığı üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Kasım 2021-Nisan 2022 tarihleri arasında başvuran anamnez, fizik muayene ve görüntüleme yöntemleriyle diz osteoartriti tanısı alan 60 çalışmaya alındı. Çalışma şartlarını oluşturan hastalar randomize edilerek her grupta 30'ar hasta olacak şekilde iki gruba ayrıldı. İlk gruba 3 hafta (haftada 5 gün toplam 15 seans) süre ile hotpack, transkutanöz elektriksel sinir stimülasyonu (TENS), egzersiz ve yüksek yoğunluklu lazer tedavisi (YYLT) (haftada 3 gün toplam 9 seans), ikinci gruba 3 hafta (haftada 5 gün toplam 15 seans) süre ile hotpack, TENS, egzersiz ve plasebo lazer tedavisi uygulandı. Hastalar belirlenen ölçeklerle tedavi öncesi, tedavi bitimi ve tedaviden 3 ay sonra değerlendirildi. Eklem hareket açıklığı ölçümü için gonyometre, ağrı için vizüel analog skala (VAS), ağrı ve fonksiyonu değerlendirmek için WOMAC Osteoartrit İndeksi, yaşam kalitesi için SF-36 Yaşam Kalitesi ölçeği, diz fleksiyon ekstansiyon kas gücü ölçümü için Biodex System 3 izokinetik cihaz ve femoral kıkırdak kalınlığı ölçümü için ultrasonografi cihazı kullanıldı. Bulgular: Tedavi sonrası her iki tedavi grubunda da diz fleksiyon açısı, VAS, WOMAC Osteoartrit İndeksi, SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği, izokinetik kas gücü ve femoral kıkırdak kalınlığı ölçümlerinde düzelme gözlendi. Diz fleksiyon açısı YYLT grubunda istatistiksel olarak anlamlı artış gösterdi, sham lazer grubunda ise tedavi sonrası-3.ay karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı saptanmadı. Femoral kıkırdak kalınlığında YYLT grubu tedavi öncesi-sonrası karşılaştırma hariç her iki grupta da istatistiksel olarak anlamlı artış sağlandı. SF-36 fiziksel komponent ölçümlerinde YYLT grubu tedavi öncesi-sonrası karşılaştırma hariç diğer karşılaştırmalarda her iki grupta da istatistiksel olarak anlamlı iyileşme saptandı. SF-36 mental komponent ölçümlerinde ise her iki grupta da tedavi öncesi-sonrası karşılaştırmalar hariç istatistiksel olarak anlamlı iyileşme görüldü. WOMAC Osteoartrit İndeksi ağrı alt ölçeği, sertlik alt ölçeği ve total skorlarında sham lazer grubunda tedavi öncesi-sonrası karşılaştırma hariç her iki grupta da istatistiksel olarak anlamlı iyileşme saptandı. WOMAC Osteoartrit İndeksi fiziksel fonksiyon alt ölçeği skorlarında ise her iki grupta da tedavi öncesi-sonrası karşılaştırmalar hariç diğer skorlarda istatistiksel olarak anlamlı iyileşme gözlendi. VAS puanlarında her iki grupta da tüm zamanlarda istatistiksel olarak anlamlı gelişme sağlandı. İzokinetik kas gücü ölçümlerinde Peak Tork ve Peak Tork/Vücut Ağırlığı fleksiyon 60° açısal hızda tedavi öncesi-sonrası iki grupta da istatistiksel olarak anlamlı diğer tüm zamanlarda anlamlı saptanmadı. Peak Tork ve Peak Tork/Vücut Ağırlığı ölçümlerinde ekstansiyon 60°, ekstansiyon 180° ve fleksiyon 180° açısal hızlarda istatistiksel olarak anlamlı fark oluşmadı. Ortalama Peak Tork ekstansiyon 60° açısal hızda sham lazer grubunda tedavi öncesi-3.ay karşılaştırmada anlamlı saptandı, fleksiyon 60° açısal hızda her iki grupta da tedavi öncesi- sonrası ve tedavi öncesi-3.ay karşılaştırmalarda istatistiksel olarak anlamlı tespit edildi. Ekstansiyon ve fleksiyon 180° açısal hızlarda ortalama Peak Tork değerlerinde iki grupta da istatistiksel anlamlı farklılık oluşmadı. Sonuç: Diz osteoartriti tedavisinde kanıt düzeyi yüksek olan egzersiz her zaman ön planda olmalıdır. Hastalara uygulanan hotpack ve TENS tedavisi de diz osteoartriti tedavisinde etkilidir. YYLT tedavisi ve sham lazer tedavisinin etkinliğinde belirgin faklılık saptanmadı.
  • Öğe
    Romatoid artrit hastalarında ultrasonografik median sinir kesit alanının elektrofizyolojik ölçümler ve hastalık aktivitesi ile ilişkisinin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Özden, Huriye Çelik; Ecesoy, Hilal
    Bu çalışmada Romatoid Artrit hastalarında ultrasonografik median sinir kesit alanının elektrofizyolojik ölçümler ve hastalık aktivitesi ile ilişkisinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Klinik ve elektrofizyolojik incelemelerle Karpal Tünel Sendromu (KTS) tanısı konan 30 romatoid artrit (RA) hastası, KTS olmayan 30 RA hastası ve 30 idiyopatik KTS kontrol grubu çalışmaya alındı. Hastaların yaş, cinsiyet, VKİ, hastalık süresi, kullandıkları ilaçlar, RF, anti CCP, ESH ve CRP değerleri kaydedildi. RA’lı hastalarda hastalık aktivitesi, DAS-28 ile değerlendirildi. Hastaların KTS semptom şiddeti ve fonksiyonel değerlendirilmesi için Boston KTS anketi, sağlıkla ilişkili yaşam kalitelerini ölçmek için Sağlık Değerlendirme Anketi (HAQ) kullanıldı. Ultrasonografik olarak tüm katılımcıların proksimal karpal tünel seviyesinde median sinir kesit alanı (MSKA) ölçümü yapıldı. Hastalar USG ile değerlendirildikten en geç 1 hafta sonra nörofizyolojik olarak değerlendirildi. Bulgular: KTS+ RA olan grubun yaş ortalaması diğer iki gruba göre anlamlı derecede yüksek saptandı (p=0,023), diğer sosyodemografik veriler açısından gruplar arasında fark yoktu. RA tanılı KTS+ ve KTS- grupların cinsiyet, kullandıkları RA ilaçları, RF ve anti-CCP pozitifliği ve DAS-28 skorları benzer iken, KTS+ RA’lı hastaların median sinir kesit alanı (12,95±2,35 vs 9,45±2,47 mm2, p<0,001) ve HAQ skorları (1,22±0,58 vs 0,80±0,62, p=0,006) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. KTS olan gruplar birbiriyle ile karşılaştırıldığında, VKİ, KTS süresi, Boston semptom şiddet skoru, Boston fonksiyonel durum skoru ve HAQ skorları yönünden gruplar arasında fark yoktu. İdiyopatik KTS’li hastaların median sinir kesit alanı (15,13±3,32 mm2), KTS+RA’lı hastalardan (13,26±2,44 mm2) istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptandı (p=0,048). Duyusal elektrofizyolojik ölçümler açısından KTS grupları arasında fark yok iken KTS+ RA’lı hastaların median sinir motor iletim hızı (52,64±6,55 vs 58,97±6,64 m/sn, p<0,001) ve median sinir motor amplitüdü (4,51±1,05 vs 4,96±0,18 mV, p=0,021) idiyopatik KTS grubuna göre anlamlı derecede düşük idi. v Sonuç: Çalışmamızın sonuçları, median sinir kesit alanının RA’lı hastalardaki KTS'de zayıf tanı potansiyeline sahip olduğunu ve hastalık aktivitesi ile korele olmadığını göstermektedir. Bu hastalarda USG’nin patofizyolojiyi aydınlatmak ve bölgenin anatomik yapısını değerlendirmek amacıyla kullanılması daha uygun görünmektedir.
  • Öğe
    İnme sonrası gelişen plantar fleksör spastisitesinin tedavisinde yüksek yoğunluklu lazer tedavisi ile ekstrakorporal şok dalga tedavisinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Uslu, Kaan; Küçükşen, Sami
    Bu çalışmada ayak bileği plantar fleksör kaslarına yönelik uygulanan ESWT ve HILT tedavilerinin,inme geçiren hastalarda plantar fleksör kaslardaki spastisite ve fonksiyonel yürüme parametreleri üzerine etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı. Yöntem: İnme sonrası rehabilitasyon amacıyla Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniğine yönlendirilen ve plantar fleksör kaslarda modifiye Ashworth skalasına göre 1-3. derecede spastisitesi olan 42 hasta rastgele olarak 3 gruba ayrıldı: Yalnızca rehabilitasyon,ESWT+rehabilitasyon, HILT+rehabilitasyon. Rehabilitasyon grubuna haftada 5 gün, her gün 1 saat, toplam 3 hafta süreyle standardize rehabilitasyon programı uygulandı. ESWT+rehabilitasyon grubuna rehabilitasyon programına ek olarak haftada 1 gün, gastroknemius kas kütlesine, 15 mm aplikatör ile 5 Hz frekans, 0.340 mJ/mm2 enerji yoğunluğu, 2000 atış ile ardışık 3 hafta toplamda 3 seans ESWT uygulandı. HILT +rehabilitasyon grubuna ise rehabilitasyon programına ek olarak haftada 3 gün, her gün 4 dakika süreyle gastroknemius kas kütlesi üzerine longitudinal hareketler ile 5 watt 50 j/cm2 enerji yoğunluğu ile biyostimulan modda, ardışık 3 hafta toplamda 9 seans HILT uygulandı. Hastaların demografik özellikleri, inme tipi, inme süresi, dominant taraf ve etkilenen tarafları belirlendi. Her hasta çalışmaya başlamadan önce, başlangıçtan 1 ve 3 ay sonra modifiye Ashworth skalası, Brunnstrom evresi, pasif ayak bileği dorsifleksiyon açısı, zamanlı kalk ve yürü testi, 10 metre yürüme testi,Fugl–Meyer testi ve Berg denge testi ile değerlendirildi. Bulgular: Başlangıçta tüm sosyodemografik ve klinik parametreler açısından gruplar arasında fark yoktu.Rehabilitasyon grubunda başlangıca göre 1. ve 3. ay ayak bileği dorsifleksiyon eklem hareket açıklığı (p=047)ve MAS skorlarında (p=0,21); ESWT+ Rehabilitasyon grubunda ise başlangıca göre 1. ve 3. ay ayak bileği dorsifleksiyon eklem hareket açıklığında(p=0,080) anlamlı iyileşme görülmezken, Brunnstrom evreleri, Fugl-Meyer testi sonuçları, Berg denge ölçeği, zamanlı kalk ve yürü testi ve 10 metre yürüme hızları açısından her üç grupta da 1. ay ve 3. ay değerlerinde başlangıca göre anlamlı düzelme gözlendi. Bununla birlikte, tedavi sonrasında gruplar arasında tüm sonuç ölçütleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmedi. Sonuç: Çalışma sonunda inme sonrasında rehabilitasyon programına ayak bileği plantar fleksör kaslarına yönelik ESWT ya da HILT modalitelerinin eklenmesinin, spastisiteyi azlatma yönünden anlamlı faydası olsa da motor iyileşme, yürüme ve denge fonksiyonları üzerinde istatiksel olarak anlamlı bir katkısı olmadığını gördük.
  • Öğe
    Lomber disk hernili hastalarda yüksek yoğunluklu lazer ve egzersiz tedavisinin lomber kas gücü, ağrı, fonksiyonel durum, depresyon ve anksiyete üzerine olan etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Sak, Nihal İrem; Uğurlu, Hatice
    LOMBER DİSK HERNİLİ HASTALARDA YÜKSEK YOĞUNLUKLU LAZER VE EGZERSİZ TEDAVİSİNİN LOMBER KAS GÜCÜ, AĞRI, FONKSİYONEL DURUM, DEPRESYON VE ANKSİYETE ÜZERİNE OLAN ETKİSİ Amaç: Bu çalışmada subakut ve kronik lomber disk hernisi olan hastalarda lazer ve egzersiz tedavisinin lomber kas gücü, ağrı, fonksiyonel durum, depresyon ve anksiyete üzerine olan etkisini değerlendirmek amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Ekim 2020- Mart 2021 tarihleri arasında 4 haftadan uzun süreli bel ağrısı şikayeti ile Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon polikliniklerine başvuran anamnez, fizik muayene ve uygun görüntüleme yöntemleriyle lomber disk hernisi tanısı alan 20-60 yaş arasında 30 bayan-30 erkek hasta tedaviye alındı. Çalışma şartlarını oluşturan hastalar randomize edilerek her grupta 10 kadın ve 10 erkek olacak şekilde üç gruba ayrıldı. İlk gruba 4 hafta (haftada 5 gün toplam 20 seans) süre ile hotpack (HP), transkutanöz elektriksel sinir stimülasyonu (TENS), egzersiz ve yüksek yoğunluklu lazer tedavisi (YYLT) (haftada 3 gün toplam 12 seans), ikinci gruba 4 hafta (haftada 5 gün toplam 20 seans) süre ile HP, TENS, egzersiz ve plasebo lazer tedavisi, üçüncü gruba HP, TENS ve YYLT uygulandı. Hastalar belirlenen ölçeklerle tedavi öncesi, tedavi bitimi ve tedaviden 3 ay sonra değerlendirildi. Ağrı için vizüel analog skala (VAS), disabilite için Oswestry Bel Ağrısı Skalası, yaşam kalitesi için Nothingham Sağlık Profili (NSP), anksiyete için Beck Anksiyete Ölçeği, depresyon için Beck Depresyon Ölçeği, lomber izokinetik kas gücü ölçümü için Biodex System 3 izokinetik cihaz kullanıldı. Bulgular: Tedavi sonrası her üç tedavi grubunda da VAS, el parmak zemin (EPZ) mesafesi, Oswestry Skalası, NSP bölüm 1 ve 2 toplam skoru, beck depresyon ve anksiyete ölçeği değerleri açısından düzelme gözlendi. VAS açısından; tedavi sonrası ve tedavi sonrası 3. ayda 1. ve 3. gruplar arasında anlamlı fark varken, 1. ve 2. gruplar arasında anlamlı fark yoktu. Tedavi öncesi, tedavi sonrası ve tedaviden 3 ay sonra EPZ, Beck Depresyon ve Anksiyete değerleri açısından anlamlı fark yoktu. Oswestry değerleri açısından tedavi öncesi 1. ve 3. gruplar arasında fark varken, 1. ve 2. gruplar arasında fark yoktu. Tedavi sonrası ve tedaviden 3 ay sonra 1. ve 3. gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark varken, 1. ve 2. gruplar arasında istatistiksel olarak fark bulunmadı. Gruplar birbirleriyle kıyaslandığında, tedavi öncesi, tedavi sonrası ve tedaviden üç ay sonra Peak Tork, Peak Tork/VA ve AVG Peak Tork açısından anlamlı fark bulunmadı. Gruplar kendi içlerinde değerlendirildiğinde, tedavi öncesi ve tedavi sonrası 3. ayda Tepe Tork, Tepe Tork/VA ve AVG Tepe Tork skorları açısından tedavi öncesine göre anlamlı farklılık gözlendi. VAS azalmasıyla peak tork artışı gruplar ve cinsiyetler arasında anlamlı bulundu. Sonuç: Lomber disk hernisi tedavisinde egzersiz primer tedavi olmalıdır. Uzun vadede etki devamını arttırmak ve ağrı azalmasıyla birlikte kas gücündeki artışı artırmak için egzersiz tedavisi yüksek yoğunluklu lazer tedavisi ile kombine edilebilir. Anahtar Sözcükler: Lomber disk hernisi, biofotomodülasyon, lazer, YYLT, TENS, egzersiz, kronik bel ağrısı, depresyon, anksiyete
  • Öğe
    Tendon iyileşmesinde plateletten zengin plazma ve düşükyoğunluklu pulse ultrason tedavilerinin etkinliği: Deneysel çalışma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Yarar, Behiye Kuşoğlu; Sami Küçükşen
    Amaç: PRP ve LIPUS tedavilerinin tendon iyileşmesi üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada birlikte kullanıldığında tendon iyileşmesi üzerinde sinerjik bir etki oluşturabileceği düşünülen PRP ve LIPUS tedavilerinin onarılmış sıçan aşil tendonları üzerinde etkinliğinin değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Otuz iki adet Wistar Albino sıçan randomize olarak 4 eş gruba ayrıldı (kontrol grubu, PRP grubu, LIPUS grubu, PRP + LIPUS grubu). Tüm gruplarda sıçanların her iki aşil tendonları kesilip aynı seansta tekrar onarıldı. Onarım sonrası (0. gün) PRP tedavi gruplarına (PRP ve PRP + LIPUS grupları) kan merkezinde hazırlanan havuzlanmış trombositlerden elde edilen 0.1 cc PRP operasyon bölgesine enjekte edildi. PRP enjeksiyonu 14. ve 28. günlerde PRP tedavi gruplarında tekrarlandı. LIPUS tedavi gruplarına (LIPUS ve PRP + LIPUS grupları) onarım sonrası 7. günde başlamak üzere haftada 5 seans, toplam 10 seans, 1 Mhz frekansta, günlük 5 dakika süreyle, %50 pulse modda, 0.5 w/cm² yoğunlukta ultrason tedavisi etkin ışınım alanı 1 cm olan prob ile uygulandı. 8. haftada her sıçanın randomize edilen bir bacağında biyomekanik, diğer bacağında histopatolojik inceleme yapılmak üzere örnekler alındıktan sonra tüm hayvanlar sakrifiye edildi. Örnekler alınmadan önce Tang ve ark. tanımladığı makroskopik adezyon kriterlerine göre adezyon değerlendirildi. Tendon örnekleri biyomekanik olarak maksimum kopma kuvveti (N) ve maksimum gerilme miktarı (mm) açısından, histopatolojik olarak ise enflamasyon şiddeti, vaskülarizasyon, tenosit sınıflaması ve müsin birikimi açısından değerlendirildi. Bulgular: Makroskopik adezyonun derecesi değerlendirildiğinde kontrol grubunda orta ve ileri derecede adezyonun olduğu görülürken, PRP + LIPUS grubunun tamamında adezyonun hafif derecede olduğu, PRP ve LIPUS gruplarında ise adezyonun hafif ve orta derecede olduğu görüldü. Adezyon derecesi açısından kontrol grubunun diğer gruplarla
  • Öğe
    Pulmoner arteriyel hipertansiyon ön tanısı olan ve olmayan sistemik skleroz hastalarında dispne, yorgunluk ve yaşam kalitesinin karşılaştırılması
    (2020) Özdemir,Zeynep; Ecesoy,Hilal
    Sistemik skleroz hastalarında pulmoner sistem tutulumu önemli morbidite ve mortalite sebebidir. İnterstisyel akciğer hastalığı ve pulmoner arteriyel hipertansiyon başta gelen tutulum şeklidir. Bu hastalarda nefes darlığı, halsizlik, yorgunluk yaygın semptomlardır. Bu çalışmadaki amacımız pulmoner arteriyel hipertansiyon ön tanısı olan ve olmayan sistemik skleroz hastalarında dispne, yorgunluk ve yaşam kalitesinin karşılaştırılmasıdır. GEREÇ VE YÖNTEM Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon ve Dahiliye Anabilim Dalları Romatoloji Bilim Dalı, poliklinik ve servislerinde takipli 2013 ACR/EULAR klasifikasyon kriterlerine göre tanısı konmuş 49 sistemik sklerozlu hasta dahil edildi. Hastaların yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, hastalık süresi gibi demografik bilgileri alındıktan sonra anamnez ve fizik muayene ile hastalığın tutulum tipi diffüz yada sınırlı olarak belirlendi. Hastane kayıtlarından yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi raporlarına göre interstisyel akciğer hastalığı var veya yok şeklinde kaydedildi. Hastalar son bir yılda yapılmış olan ekokardiyografilerindeki pulmoner arter basıncına (PAB) göre iki gruba ayrıldı. Grup 1, PAB ≥25 mmHg olup pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) ön tanısı olan grup; Grup 2 ise PAB <25mmHg olup PAH ön tanısı olmayan grup şeklindeydi. Her iki grup dispnenin değerlendirilmesi için Medical Research Council Scale (MRCS, Medikal Araştırma Kurulu Skalası), yorgunluğun değerlendirilmesi için Functional Assessment of Chronic Illness Therapy-Fatigue (FACIT-F,Kronik Hastalık Tedavisi-Yorgunluğun Fonksiyonel Değerlendirmesi) ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesi için de Short Form-36 (SF-36,Kısa Form-36) kullanılarak karşılaştırıldı. BULGULAR Karşılaştırılan gruplar arasında yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, hastalık süresi, tutulum tipi ve akciğer tutulumu açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Hastalar dispne açısından karşılaştırıldığında ise iki grup arasında MRCS skorları benzer olup istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı(p=0,424). Aynı zamanda dispne skorları ile yorgunluk ve SF-36 fiziksel komponent skalası (FKS) ve mental komponent skalası (MKS) skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon mevcuttu.(sırasıyla p=0,003, p<0,001, p=0,012) Gruplar arasında yorgunluk ve yaşam kalitesi açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardı;Grup 1'de yorgunluk değerleri daha yüksek, yaşam kalitesi değerleri daha düşüktü. Yorgunluk ve SF-36 FKS ve MKS skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon mevcuttu. (p<0.001) SONUÇLAR Yaptığımız çalışma sonucunda artan pulmoner arter basınçlarının yorgunluk düzeyinde artışa sebep olduğu ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediği görüldü. Hissedilen nefes darlığı derecesi ve pulmoner arter basınçları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı. Gözardı edilebilecek, genel bir semptom olan yorgunluğun sistemik skleroz hastalarında önemli bir komplikasyon olan pulmoner arteriyel hipertansiyon için uyarıcı olabilecegini düşünmekteyiz. Ayrıca hastaların yaşam kalitesini de oldukça düşürmektedir. Bu sebeple hastaların yorgunluk şikayetinin dikkate alınması ve bu açıdan gözlemlenmelerini önermekteyiz. Anahtar kelimeler: Sistemik skleroz, Pulmoner arteriyel hipertansiyon, Yorgunluk, Yaşam kalitesi
  • Öğe
    Plantar fasiit tedavisinde kortikosteroid enjeksiyonunun etkinliğinin değerlendirilmesi
    (2010) Yücel, Ufuk; Sallı, Ali
    Plantar Fasia (PF), ayak tabanı ortasında yer alan kalın bir fibröz kılıf olup, longitüdinal arka destek olur. Plantar Fasiit (PFs), topuk ağrısının en sık sebebidir.Amaç:Bu çalışmada plantar fasiit tedavisinde ultrasonografi eşliğinde yapılan kortikosteroid enjeksiyonu ile ayak ortezi kullanımının etkinliklerinin karşılaştırılmasını amaçladık.Materyal ve Metod: Bu çalışmaya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı'nda, ayaktan ve yatarak tedavi gören, 1 ay veya daha uzun süreli topuk ağrısı olan, palpasyonla kalkaneal tuberositanın medialinde lokalize hassasiyeti olan plantar fasiitli 40 hasta alınmıştır. Hastalar randomize olarak iki gruba ayrıldı. Birinci gruba ultrason eşiliğinde kortikosteroid enjeksiyonu uygulandı. İkinci gruba tabanlık verildi. Hastalar başlangıçta ve birinci ayda ultrasonografik plantar fasia kalınlığı, Ayak-ayak bileği araştırma skalası (FAOS), Vizüel analog skala (VAS), Topuk hassasiyet indeksi (THİ)ile değerlendirildi.Bulgular:Her iki grubun da yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, meslekleri birbirleriyle uyumluydu. Enjeksiyon grubu ile silikon tabanlık grubu karşılaştırıldığında vizüel analog skaladaki iyileşme enjeksiyon grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazlaydı (p<0. 05). Her iki grup karşılaştırıldığında FAOS parametrelerinden GYA, Spor ve Ağrıda enjeksiyon grubundaki iyileşme silikon tabanlık grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede üstün olarak saptandı (p<0.05). Her iki grup karşılaştırıldığında ultrason ile ölçülen plantar fasia kalınlığındaki azalma enjeksiyon grubunda silikon tabanlık grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazlaydı (p<0. 05).Sonuç:Bu çalışmanın sonucunda PFs'li hastalara ultrason eşliğinde yapılan kortikosteroid enjeksiyonunun tedavideki etkisinin kısa dönemde silikon tabanlık kullanılmasına göre daha üstün saptanmıştır.
  • Öğe
    Tıbbi rehabilitasyon yönünden özürlülük epidemiyolojisi
    (1990) Yöndemli, Hatice
    Bu araştırma Konya îli Karaaslan bölgesi 9 No'lu Sağlık Ocağı hinterlandında yaşayan 3518 kişi üzerinde yapılmış tır. Araştırmanın amacı toplumdaki özürlü prevalansını tesbit ederek, bunların toplumdaki dağılımlarını bulmak, özürlülüğe yol açan etkenleri incelemek ve rehabilitasyona ihtiyaç gösteren özürlüleri ortaya çıkarmaktır. Bu amaçla 652 hanede oturan 3518 kişi sorgulanmıştır. Hane halkında özürlülüğün araştırılması için WHO'nun özür lülük Prevalans Anket Formları esas alınarak hazırlanan ¦formlar kullanılmıştır. Tarama yapılan herkes için sosyode mografik özelliklerin kaydedildiği Form I doldurulmuştur. Herhangi bir özürün varlığı halinde detaylı bilgi taşıyan ve özürlünün günlük yaşam aktivitelerini sorgulayan Form II doldurulmuş, sonuçlar bilgisayarda değerlendirilmiştir. Bölge halkının çoğunluğunu yerliler teşkil etmekte olup Bozkır, Had im, Ermenek, Çumra gibi çevre ilçelerden iç göçle gelenler de bulunmaktadır. Bölge halkının okur-yazar oranı Türkiye ortalamasına yakın olduğu halde eğitim görme oranı yüksek değildir. Halkın Çoğunluğu gecekondu ve betonarme tipi konutlarda oturmakta olup ekonomik açıdan iyi durumda değildir. Bölgede akraba evliliği oranı %22.3'tür.Sağlıklı kişilerle özürlülerin sosyodemografik özellik leri karşılaştırılarak risk faktörleri araştırılmıştır. Yaşlılığın özürlülük açısından risk oluşturduğu ve kadın larda özürlülüğe daha -Fazla oranda rastlandığı gözlenmiş tir, özürlülülerde eğitim düzeyindeki düşüklük, göze çarpı cıdır. Ekonomik durum bozukluğu bir risk -Faktörü olup, göç durumu da özürlülüğü etkilemektedir. Bölgede toplam özürlülük prevalansı 7.6.9 olarak bulun muştur, özürler 8 ana gruba ayrılarak incelendiğinde en büyük grubu kronik hastalıklara bağlı grubun teşkil ettiği görülmüştür. Bu gruptaki kronik hastalıklar sıklıkla hiper tansiyon, kalp ve akciğer hastalıkları olup prevalansı 7.4. 3 'tür. Kas iskelet sistemi bozuklukları arasında en sık görü lenler osteoartroz,hemipleji ve disk hernisine bağlı özür lerdir (7.1.0). Görme bozukluklarından en çok strabismus ambl i op i ve katarakta bağlı özürler bulunmakta olup prevalansı %0.5'- tir. Davranış bozukluklarında ise 7.0.5 sıklıkla psikoz, nöroz ve epilepsi yer almaktadır. Konuşma bozuklukları başlıca zeka geri ligi, cerebral palsy ve hemipleji gibi durumlara bağlı olup sıklığı 7.0.4'- tür.83 İşitme kayıpları yapan özürler arasında en çok kronik otite bağlı işitme kayıpları ve doğuştan işitme engelliler bulunmaktadır {7.0. 4). öğrenme bozuklukları ise hafif ve ağır zeka gerilikle ri, cerebral palsy ve menenjit sekeline bağlı zeka gerilik leri olmak üzere 4 ana grupta toplanmaktadır. Toplumdaki prevalansı '/.a 4 'tür. Diğer bozukluklar başlığı altındaki grupta ise beslenme bozuklukları ile periferik nöropati bulunmaktadır. Özürlülerin %14.0'ınm doğuştan, XS6.0 ' ı ise sonradan gelişmiştir. özürlüler günlük yaşam aktiviteleri açısından değerlen dirildiğinde %90.2'sinin tam bağımsız olduğu gözlenmiştir. Rehabilitasyon hizmetine ihtiyaç duyan grup 29.8 kadardır. Buna göre toplumdaki 1000 kişiden 7 'sine rehabilitasyon hizmeti gerekmektedir. Günlük yaşam aktivitelerini en fazla bozan özürler kas iskelet sistemi ve öğrenme bozukluklarıdır. Bu gruptaki hemiplej i, paraplej i, cerebral palsy, polio sekeli,ağır zeka geriliği, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, kalp hastalı ğı ve osteoartroz gibi durumlar günlük yaşam aktivitelerin- de engelli lik yaratan özürlerdendir. Böyle kimseler kendine bakım, iletişim, mobilite, sosyal ve mesleki aktivitelerini yerine getirebilmek için yardıma muhtaçtır.84 Günlük yaşam aktiviteleri arasında yer alan kendine bakım, mob i lite, iletişim, sosyal ve mesleki aktiviteler içinde en çok bozulanın sosyal aktiviteler olduğu, bütün özürlülerin sosyal rehabilitasyon ihtiyacı duyduğu anlaşıl mıştır.
  • Öğe
    Diz osteoartritinde transkutanöz elektrik stimülasyonu ile ınterferansiyel akımın etkinliğinin karşılaştırılması
    (2020) Yılmaz, Yusuf Emre; Uğurlu, Hatice
    Osteoartrit (OA) en yaygın görülen dejeneratif eklem hastalığı olup özellikle yaşlı popülasyonu etkilemektedir. Diz OA tedavisinde interferansiyel akım (İFA) ve transkütanöz elektriksel sinir stimülasyonu (TENS) gibi elektroterapotik modaliteler kullanılmaktadır. Diz OA hastalarında TENS'in ağrı ve diz fonksiyonları üzerinde etkisi olduğu bildirilmiştir. TENS'in aksine, diz OA'da İFA'nın etkinliği hakkında yeterli düzeyde kanıta dayalı veri bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı, diz OA tedavisinde İFA ve TENS'in etkinliğini karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem 2010 "American College of Rheumatology" kriterlerine göre bilateral diz OA'sı olan 50 hasta ile randomize tek kör çalışma gerçekleştirildi. Hastalar iki tedavi grubuna randomize edildi: Hotpack, ultrason ve TENS (TENS grubu), hotpack, ultrason ve İFA (İFA grubu). Tüm hastalara izometrik kuadriseps güçlendirme egzersizleri önerildi. Tedavi haftada 5 defa uygulandı, 3 hafta boyunca devam etti. Hastalar tedavi öncesinde, tedaviden sonra ve üçüncü ayda eklem hareket açıklığı (EHA), ağrı için vizüel analog skala (VAS istirahat ve günlük yaşam aktiviteleri sırasındaki VAS), yaşam kalitesi için Nottingham Health Profile (NHP) ve Western Ontario and McMaster University Osteoarthritis Index (WOMAC) ile değerlendirildi. Bulgular TENS grubunun ortalama yaşı 57,8 ± 5,2 yıl, İFA grubunun 55,8 ± 7,5 yıldı. TENS grubunun %72'si, İFA grubunun %64'ü kadındı. Tedavi sonrasında her iki tedavi grubunda diz fleksiyonu, istirahat VAS, aktivite VAS ve WOMAC total skor ve NHP total skor açısından gelişme izlendi. NHP total skoru tedavi sonrasında (p=0,029) ve üçüncü ayda (p=0,009) İFA grubunda TENS grubuna kıyasla daha iyiydi. Ancak, tedavi sonrasında ve üçüncü ayda istirahat VAS, aktivite VAS, ROM, WOMAC skorları gruplar arasında farklılık tespit edilmedi. Sonuç Diz OA'da hem İFA hem de TENS etkin bulunmuştur. Ancak, diz OA hastalarında İFA yaşam kalitesi açısından TENS'ten üstün bulunmuştur.. Bu nedenle diz OA tedavisinde İFA iyi bir tercih olabilir.
  • Öğe
    Fibromiyalji sendromlu hastalarda kas performansı
    (2006) Yılmaz, Halim; Uğurlu, Hatice
    Bu çalışmada FMS'lu kadınlar ile sağlıklı kadınların kas performansı karşılaştırılmıştır. Çalışmaya Ağustos 2005- Ocak 2006 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı polikliniğine yaygın ağrı yakınması ile başvuran ve FMS tanısı konulan 100 kadın hasta ve 50 sağlıklı kadın alındı. Hastalar ve sağlıklılarda dominant diz ekstansör ve fleksörlerinin, dominant kalçanın fleksör ve ekstansörlerinin ve dominant omuzun abduktör ve adduktörlerinin maksimum PT'nu belirlemek için software destekli izokinetik test ve egzersiz sistemi (Biodex System 3 Pro, ABD) kullanıldı. Hastalar ve sağlıklılarda toplam işi belirlemek amacıyla 180° açısal hızda ve 90°'lik bir hareket aralığında, dominant dizin maksimal yoğunlukta izokinetik fleksiyonları ve ekstansiyonları 30 kez tekrar edildi. Fleksör ve ekstansörler tarafından gerçekleştirilen toplam iş belirlendi.Hastalarda ve sağlıklılarda Bar cinsinden ölçüm yapan bir manometre kullanılarak dominant elin kavrama kuvveti belirlendi. Statik kas enduransını belirlemek amacıyla hastaların ve sağlıklıların, verilen bir postürü ne kadar süre koruyabildiği saptandı. Bu amaçla supin posizyonda iken, dominant kalçanın 30° fleksiyonu, ayaktayken, her iki omuzun 90° fleksiyonu ve sırtım dayamış şekilde ayaktayken dominant dizin 90° fleksiyonu pozisyonlarında çalışıldı. Sonuçlar saniye cinsinden kaydedildi. Hastalarda ve sağlıklılarda bir vizüel anolog skala kullanılarak hissedilen genel ağrı ve statik endurans testi sonrası hissedilen ağrı belirlendi. Sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldığında, FMS'li hastalarda bütün kas değişkenleri daha düşüktü. Aerobik egzersizlerdeki düşüş, anaerobik egzersizlere göre daha belirgindi. İzokinetik kas gücü; kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, FMS'lu hastalarda tüm izokinetik kas parametreleri belirgin şekilde daha düşüktü ve aradaki fark % 26 ile %41 arasında değişmekteydi (p<0.05). İzokinetik dinamometre ile belirlenen total işte FMS'lu hastalarda %36'lık düşüş vardı. Bir vizüel anolog skala kullanılarak değerlendirilen hissedilen genel ağrı ve statik endurans sonrası hissedilen ağrı FMS'li hastalarda daha belirgindi. El kavrama kuvveti FMS'li hastalarda daha düşük olarak belirlendi. El kavrama kuvvetinde FMS'li hastalarda %33'lük düşüş vardı. (p<0.05 Bu çalışma FMS'li hastalarda kas performansında yetersizlik olduğunu göstermektedir. FMS'lu hastalarda tedavi planlanırken aerobik egzersizler öncelikli olarak göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Öğe
    Toplumda yaşayan kronik hemiplejik hastalarda üst ekstremite fonksiyonları ve gövde kontrolü ile düşme, düşme korkusu, denge ve yaşam kalitesi arasındaki ilişki
    (2010) Yeşilyurt, Selçuk; Levendoğlu, Funda
    Bu çalışmada, toplumda yaşayan kronik hemiplejik hastalarda gövde kontrolü ve üst ekstremite fonksiyonları ile düşme, düşme korkusu, denge ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmaktadır.Materyal ve metod: Bu çalışmaya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı'nda, ayaktan veya yatarak tedavi gören 1yıldan uzun süreli SVO tanısı almış 50 hasta ve 50 sağlıklı gönüllü birey alınmıştır. Hastaların dengesini değerlendirmek için Berg denge skalası(BBS), gövde kontrolü için gövde kontrol testi(TKT), üst ekstremite fonksiyonlarını değerlendirmek için üst ekstremite aktivite testi kullanıldı. Hasta ve sağlıklı kontrollerin yürümesi zamanlı ayağa kalkma ve yürüme testi (ZAKYT), merdiven çıkma testi (MÇT) ve 6 dakika yürüme testleri ile değerlendirildi. Hastalarda dengenin güvenilirliği aktiviteye özel denge güvenlik sakalasıyla (ABC) ölçülürken yaşam kalitesini değerlendirmek amacıyla Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu Türkçe Versiyonu (WHOQOL-BREF-TR) kullanıldı.Bulgular: Her iki grubun da yaş, cinsiyetleri birbiriyle uyumluydu. Hasta grubu ile kontrol grubu karşılaştırıldığında yürüme testlerinin hepsinde iki grup arasında anlamlı farklılık vardı. (p<0.001). Üst ekstremite fonksiyonları ile düşme sayısı ve düşme korkusu arasındaki ilişkiye bakıldığında üst ekstremite fonksiyonları iyi olanlarda hem düşme sayısı hem de düşme korkusu daha az olarak bulundu (p<0.001). ayrıca üst ekstremite fonksiyonları iyi olan hasta grubunun gövde kontrolü daha iyi ve yaşam kalitesi skoru yüksek bulundu. Benzer şekilde gövde kontrolü iyi olan hasta grubunda düşme sayısı ve düşme korkusu daha az, denge ve yaşam kalitesi skoru daha fazla bulundu.Sonuç: Bu çalışmanın sonucunda inmeli hastalarda üst ekstremite fonksiyonları ve gövde kontrolü ile düşme, düşme korkusu, denge ve yaşam kalitesi arasında anlamlı ilişki olduğunu saptadık. Dolayısıyla inmeli hastalarda üst ekstremite disfonksiyonun değerlendirilmesi ve tedavi stratejilerinin erken dönemde belirlenmesi esastır. Yine hastanın dengesini geliştirecek egzersiz programları da rehabilitasyon programının içinde yer almalıdır.
  • Öğe
    Lomber spinal stenozda fizik tedavinin etkinliği
    (2008) Yararoğlu, Nagihan; Özerbil, Önder
    Lomber spinal stenozlu hastalarda fizik tedavinin ağrı, fonksiyonel durum ve kas kuvveti üzerine etkisiMateryal ve Metod: Çalışmaya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Kliniğinde takip edilen, NİK tanımlayan, LSS tanısı konulan, 122 hasta alındı. LSS tanısını doğrulamak ve stenozun derecesini ölçebilmek için hastalara lomber MR görüntüleme yapıldı. İntervertebral disk seviyesinden dural alan, ön-arka çap ölçümleri, sağ-sol lateral reses ölçümleri yapıldı. Dural alan ölçümlerine göre hastalar hafif-orta ve ağır stenoz olarak ikiye ayrıldı. Hastaların ayrıntılı fizik muayeneleri yapıldı. Hastalar randomize olarak iki gruba ayrıldı. Fizik tedavi grubuna 15 seans fizik tedavi, ev egzersiz programı ve NSAİİ'ler verildi. Kontrol grubuna sadece ev egzersiz programı ve NSAİİ'lar verildi. Fizik tedavi ve kontrol grubunda VAS, Oswestry Disabilite indeksi, yürüme bandında NİK ortaya çıkıncaya kadar total yürüme süresi, izokinetik cihazla 60°/sn ve 120°/sn hızında lomber ekstansiyon ve fleksiyon kas gücü ölçümleri başlangıç, 2. hafta, 12. hafta ve 24. haftada tekrarlandı.Bulgular: Tüm FT ve ağır stenozlu FT grubunda VAS ölçümünde, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı fark vardı (p<0,001). Hafif-orta stenozlu FT grubunda VAS ölçümünde, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı fark yoktu (p>0,05). Hafif-orta ve ağır stenozlu FT grubunda Oswestry Disabilite İndeksi ölçümü, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Tüm FT grubunda, hafif-orta ve ağır stenozlu FT grubunda yürüme bandında NİK ortaya çıkma süresi ölçümü kontrol grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). FT grubu ile kontrol grubu karşılaştırıldığında 60º/sn ve 120º/sn hızında fleksiyon ve ekstansiyon pik torku arasında anlamlı farklılık yoktu (p>0,05).Sonuç: Fizik tedavinin LSS'li hastalarda ağrı üzerine etkisi olurken, yürüme kabiliyeti, sakatlık ve günlük yaşam kalitesi, gövde kas gücü üzerine etkisi olmadığı sonucuna ulaştık.
  • Öğe
    Halluks valgus ile diz ve ayak bileği dizilim bozuklukları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
    (2017) Yalçın, Şevket; Küçülşen, Sami
    Bu çalışmada halluks valgus (HV) ile diz ve ayak bileği dizilim bozuklukları arasında ilişki olup olmadığını saptamayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Haziran 2016-Mart 2017 yılları arasında ayak ön kısmında ağrı şikâyeti ile Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi FTR polikliniklerine müracat eden 18 yaş üzeri hastalar arasından klinik ve radyografik olarak halluks valgus tanısı konan 40 hasta ile yaş ve cins uyumlu 40 kontrol grubu çalışmaya alındı. Hastaların yaş, cinsiyet, boy, kilo, vucut kitle indeksi (kg/m2), meslek, eğitim düzeyi, hastalık süresi, ağrı düzeyleri (vizüel anolog skala: VAS ile) ve fonksiyonel durumları (Manchester-Oxford Ayak Anketi:MOFA ile) belirlendi. PACS (Picture archiving and communication systems) yazılımı ile bilgisayar üzerinde grafilerden halluks valgus açısı (HVA), intermetatarsal açı (IMA), interfalangeal açı (IPA), birinci metatars protruzyon mesafesi (FMPD), kalkeneal inklinasyon açısı (CIA), naviküler yükseklik (NH) , medial proksimal tibial açı (MPTA) , lateral distal tibial açı (LDTA) ölçüldü. Klinik olarak anatomik tibiafemoral açı (ATFA) , Q açısı, kalkeneal tibia açı (CTA), tibia dış rotasyon açısı (ETTA), naviküler kemik düşme testi (NKDT) ölçüldü. Hastaların klinik ve radyografik ölçüm değerleri, kontrol grubunun ölçüm değerleri ile karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya katılan 40 hastanın %80'i kadın (n=32), %20'si (n=8) erkek, yaş ortalaması 56.4 ± 10.4 yıl ve ortalama VKİ 29.3 ± 4.6 idi. Kontrol grubunun ise %75'i kadın (n=30), %25'i (n=10) erkek, yaş ortalaması 58.4 ± 8.9 yıl ve ortalama VKİ 29.6 ± 4.6 idi. Hasta ve kontrol grubu yaş (p=0.361), cinsiyet (p=0.790) ve VKİ (p=0.789) açısından benzerdi. Hastalarda ortalama hastalık süresi 7.5 ± 10.1 yıl, ortalama VAS skoru 5.2 ± 2.1 ve ortalama MOFA skoru 23.8 ± 13.6 (0-100 arası metrik sisteme göre 37.2 ± 21.3) idi. Hasta grubunda ortalama HVA 27.60 ± 8.5, ortalama IMA 14.60 ± 2.8, ortalama IPA 8.10 ± 6.2, ortalama FMPD mesafesi 2.5 ± 1.2 mm, ortalama CIA 21.80 ± 3.9, ortalama NH 44.2 ± 8.5 mm idi. Kontrol grubunda ise ortalama HVA 10.20 ± 2.4, ortalama IMA 8.00 ± 1.2, ortalama IPA 5.90 ± 4.9, ortalama FMPD mesafesi 1.6±0.8 mm, ortalama CIA 22.20 ± 3.8, ortalama NH 45.9 ± 6.2 mm idi. Hastaların HVA ve IMA açıları ile FMPD mesafesi kontrollerden anlamlı derecede daha yüksekken, MPTA açısı hasta grubunda daha düşüktü (p=0.024). LDTA, CIA ve NH hasta ve kontrol grubunda benzer düzeydeydi. Klinik ölçümlere bakıldığında ise hastaların ATFA (p<0.001), QA (p=0.005), CTA (p<0.001) ve NKDT (p=0.014) değeri kontroller grubundan yüksekken, ETTA (p=0.019) değeri kontrol grubuna göre daha düşüktü. Hastalarda HVA açısıyla diğer ölçümlerin korelasyonuna bakıldığında, HVA ile IMA, FMPD, ETTA ve NKDT arasında pozitif yönde korelasyon (sırasıyla p=0.001, p=0.005, p=0.004, p=0.021, p=0.043), IPA ve CIA ile negatif yönde korelasyon olduğu (sırasıyla p=0.007, p=0.005) görüldü. Radyografik ölçümler ile demografik ve klinik özellikler arasında korelasyon değerlendirildiğinde, HVA ile VAS (p=0.013) ve MOFA (p=0.031) değerinin pozitif yönde korele olduğu görüldü. Bununla birlikte HVA ile yaş (p=0.196), cinsiyet veya VKİ (p=0.596) arasında ilişki tespit edilemedi. Sonuç: Araştırmamızda halluks valgusu olan hastalardaki diz ve ayak bileğindeki sajittal düzlem dizilim ölçümleri kontrol grubundakilerle karşılaştırıldı. Çalışmamızın sonucunda HV hastaları ile kontrol grubu arasında, diz ekleminde MPTA, ATFA, Q açısı ve ETTA'nın; ayak-ayak bileğinde ise IMA, FMPD, CTA, NKDT ölçümlerinin farklılık gösterdiği görüldü. Bulgularımız ayak-ayak bileği ve diz dizilim bozuklukları ile HV arasında ilişki olduğunu göstermektedir. Bu nedenle dinamik bir deformite olarak kabul edilen HV, lokal bir deformite yerine daha proksimaldeki dizilim bozuklukları ile ilişkisi olan bir patoloji olarak ele alınmalıdır. Diz ve ayak bileğindeki dizilim bozukluklarına engel olunabilir veya düzeltilebilirse HV gelişiminin önlenebileceğini düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Farklı açılarda yapılan izometrik dirençli egzersizin kuadriseps kasına etkileri
    (1999) Yalçın, Özgür Evren; Oğuz, Hasan
    Farklı diz açılarında yapılan izometrik dirençli egzersizin kuadriseps kası başlarındaki hipertrofık ve kuvvetlendirici etkilerini saptamak ve ağrı düzeyi, fonksiyonel durum ve vücut kitlesinde yaptığı değişiklikleri ölçmek. Hastalar ve Metod: Diz osteoartrozu olan 61 kadın hasta rastgele yöntemle seçildi. Hastalar 6 gruba ayrılarak 4 hafta süreyle tedavi edildi. Kontrol grubu egzersiz yapmadı. Diğerleri farklı diz fleksiyon açılarında (0°, 15°, 30°, 60° ve 90 °) egzersiz yaptılar. Tedavi başlangıcında ve sonunda uyluktan bilgisayarlı tomografik kesitler alındı. Kuadriseps kası başlarının sınırları belirlenerek kesit alanları (CSA) ölçüldü. Program başlangıcı ve sonunda 90° diz fleksiyon açısındaki kas gücü belirlendi. Ayrıca, her hastanın program öncesi ve sonrası 10 cm vizüel analog skala, Jette fonksiyonel status indeksi ve vücut kitle indeksi saptandı. Bulgular: Egzersiz gruplarmda kuadriseps kası başlarının CSA'larındaki artış kontrol grubundakinden açıkça daha belirgindi. Egzersiz grupları ve kontrol grubu istatistiksel olarak kıyaslanınca, vastus medialiste 0° (p < 0.01), 15° (p < 0.05), 30° (p < 0.01) ve 90° (p < 0.01), vastus intermediusta 15° (p < 0.05) ve 90° (p < 0.05) ve rektus femoriste 60o,de (p < 0.01) belirgin hipertrofık etki görüldü. Kas kuvvetindeki kazanç hipertrofîdekinden daha dikkat çekiciydi. Ağrı düzeyi ile kas kuvveti arasmda istatistiksel olarak belirgin bir ilişki (p = 0.01) vardı, ağrı azaldıkça kas gücü arttı. Kontrol grubu dışındaki hastaların fonksiyonel durum indeksleri arttı (p < 0.05). Bütün grupların vücut kitle indeks ölçümleri program sonunda istatistiksel olarak belirgin azalma (p < 0.05) gösterdi. Sonuç: Bulgular, dört hafta süreyle farklı diz açılarında yapılan düzenli egzersizin diz osteortrozlu hastalarda hipertrofi ve kuvvet artışı sağladığını göstermektedir. Vastus medialis ve vastus lateralis 0°, vastus intermedius 90° ve rektus femoris 60° fleksiyon açısında en fazla hipertrofıye olmaktadır, izometrik dirençli egzersizle birlikte fizik tedavi ve ağrının azaltılması fonksiyonel aktivitelerdeki güçlüğü azaltmaktadır. Bu tür bir egzersiz programı şişman kişilerde vücut kitle indeksini de bir miktar azaltabilmektedir.
  • Öğe
    Hemiplejik hastalarda egzersizin beyin kan akımına etkisi
    (2002) Tüfekçi, Osman; Uğurlu, Hatice
    Egzersiz tüm rehabilitasyon programlarının temel taşlarından birisidir. Bu çalışmada egzersizin normal insanlarda ve inmeli hastalarda beyin kan akımı üzerine olan etkilerini araştırdık. Bu amaçla çalışmaya 13 sağlıklı kişi ve 8 inmeli hasta alındı. İnmeli hastaların 2' si sağ 6' sı sol lezyonluydu. İnmeli hastaların nörolojik durumu NIH strok skalasına göre değerlendirildi. Çalışmaya yalnızca iskemiye bağlı inme geçiren iskemik lezyonu bilgisayarlı beyin tomografisi ve/veya manyetik rezonans görüntüleme ile belirlenen hastalar dahil edildiler. Hasta ve kontrol olmak üzere iki grup oluşturuldu. Tüm gruplara aynı hareketleri içeren pasif egzersiz yaptırıldı. Egzersizler normal grupta sağ üst ekstremiteye inmeli hastalar grubunda ise inmeli ekstremiteye aynı fizyoterapist tarafından yaptırıldı. Egzersiz süresi 2 hafta olarak belirlendi. Her iki gruba egzersiz programı öncesi ve sonrası SPECT çekildi. İnmeli hastalarda NIH strok skalası değerleri azalma(iyileşme yönünde) gösterdi. Kontrol grubuna yaptırılan egzersizler sonucunda beyin sol yarım küresinde bölgesel kan akımında anlamlı artış bulundu.(p<0.01) Beynin sağ yarım küresinde ise anlamlı artış bulunamadı. (P<0,41) İnmeli hasta grubunda ise beynin sağ hemisferinde parasentral lobulusta bölgesel kan akımında anlamlı artış bulundu. (p<0.05) Beynin sol hemisferinde parasentral lobulusta anlamlı artış tespit edilemedi. (p<0,035) İnmeli hastaların tümünde egzersizin yaptırıldığı ekstremitenin karşı tarafındaki santral lobulusta kan akımında artış tespit edildi. Her iki grupta da egzersizin beyin kan akımında artış neden olduğu ve bu artışın her iki parasentral lobulusta da olduğu tespit edilmiş ancak artışın yalnızca egzersizin yaptırıldığı karşı hemisferde anlamlı olduğu bulunmuştur. 48İnmeden sonra meydana gelen iyileşmede öne sürülen en önemli mekanizmalardan biri;yeni kollateral damarların oluşması veya önceden var olan fakat fonksiyonel olmayan damarlarda kan akımının anarak fonksiyonel hale gelmesidir. Egzersiz beyin kan akımında artışa neden olduğundan;egzersizin inmeden sonra ortaya çıkan fonksiyonel iyileşmeye katkıda bulunabileceği sonucuna varılmıştır.
  • Öğe
    Adeziv kapsülitli hastalarda supraskapular sinir blokajı, intraartiküler steroid enjeksiyonu ve yüksek volümlü enjeksiyonun etkinliğinin karşılaştırılması
    (2008) Tekin, Levent; Uğurlu, Hatice
    Adeziv kapsülitli hastalarda supraskapular sinir blokajı, intraartiküler steroid enjeksiyonu ve yüksek volümlü enjeksiyonun etkinliğinin karşılaştırılması. HASTALAR VE METOD: Çalışmamıza omuz ağrısıyla beraber iki düzlemde EHA'da kısıtlılığı olup adeziv kapsülit tanısı alan 80 omuz 74 hastayı randomize şekilde dört gruba ayırarak aldık. Fizik tedavi ile birlikte; birinci gruba kortikosteroid ve lokal anestezik kullanılarak yapılan supraskapular sinir blokajı, ikinci gruba intraartiküler kortikosteroid ve lokal anestezik enjeksiyonu, üçüncü gruba intraartiküler volüm oluşturacak şekilde kortikosteroid, lokal anestezik ve salin enjeksiyonu uyguladık. Dördüncü gruba ise sadece fizik tedavi verdik. Standart gonyometre ile hastaların tüm düzlemlerde aktif ve pasif olarak EHA'larını ölçtük. Omuz ağrı ve dizabilitesinin değerlendirilmesinde Omuz Ağrısı ve Dizabilite İndeksi'nin (SPADI) Türkçe versiyonunu kullandık. İstirahat ve hareketteki ağrıları 10 cm Vizüel Analog Skala (VAS) kullanarak değerlendirdik. Hastaların EHA ölçümleri, SPADI ve VAS değerlendirmeleri; sadece fizik tedavi alan grupta başlangıca göre 10. ve 90. günlerde, diğer enjeksiyon yapılan üç grupta ise başlangıca göre 1,10 ve 90. günlerde yapıldı. Hastaların psikolojik durumunu başlangıçta ve 90. günde Beck Depresyon Ölçeği kullanarak değerlendirdik. BULGULAR: Dört tedavi grubu da EHA'da artış, ağrı ve dizabilitede azalma, Beck Depresyon ölçümünde düzelme bakımından istatistiksel anlamlı olacak şekilde etkili bulundu. Sadece üçüncü grupta ikinci gruba göre 90. gün aktif eksternal rotasyon ölçümünde istatistiksel anlamlı artış saptandı. Bunun dışında gruplar arası karşılaştırmada tedavi etkinliği açısından istatistiksel bir fark saptamadık. SONUÇ: İyi düzenlenmiş ve denetimli egzersiz içeren fizik tedavi programı adeziv kapsülit tedavisinde tek başına etkilidir. Fizik tedavi programına supraskapular sinir blokajı, intraartiküler kortikosteroid enjeksiyonu veya volümlü intraartiküler kortikosteroid enjeksiyonu ilave edilmesinin çalışmamızda anlamlı katkısı saptanmamış olmakla beraber tek başına fizik tedavinin etkili olmadığı dirençli hastalarda girişimsel tekniklerin ilavesi göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Öğe
    Lomber spinal stenozlu hastalarda postürün nörojenik intermitan klodikasyon üzerine etkisi
    (2006) Tekin, Ayşenur; Oğuz, Hasan
    LSS'li hastalarda postürün nörrojenik intermitan klodikasyon üzerine etkisini incelemek. METOD: Çalışmaya LSS'li klodikasyon tarif eden 49 hasta çalışmaya alındı. Hastalar 0°, +10° -10° eğimlerdeki yürüme bandına yürütüldüler. Hastaların mevcut dizabilite ve depresyon durumlarını belirlemek için Oswestry ve Beck Depresyon ölçeği kullanıldı, Beck Depresyon İndeksleri kullanıldı. Her yürüme sırasında semptom başlama zamanı ve klodikasyondan dolayı durma zamanlan belirlendi. Hastaların tanılarının radyolojik olarak teyidi ve radyolojinin klinikle korelasyonunu belirlemek için MR'leri yapıldı.Ll vertebra üst end-plate' inden itibaren L5-S1 diskine kadar olan dural kesitlerden alan, ön-arka çap ölçümleri, sağ-sol lateral reses ölçümleri yapıldı. Hastaların ayrıntılı fizik muayeneleri yapıldı, hastalara hastalıkları hakkındaki sorgulama formu dolduruldu. SONUÇ: LSS'li nörojenik intermitan klodikasyonu olan hastalarda Yürüme bandında negatif ve pozitif eğimlerde yapılan yürüyüşlerde yürüme zamanı üzerine her iki postürde etkili olmakla birlikte pozitif eğim daha etkin olmuştur. Pozitif eğimde hastalar genel literatür bilgisinin tersine daha az yürümüşlerdir. Pozitif eğimde hastaların daha az yürümesi hastaların kendi ifadeleri ile de uyumlu şekildeydi.
  • Öğe
    Karpal tünel sendromlu hastalarda kinezyobantlama tedavisinin ağrı, fonksiyonel durum ve el kas gücüne etkisi
    (2019) Şen, Nadide; Ordahan, Banu
    Bu çalışmada Karpal Tünel Sendromu (KTS) hastalarında kinezyobantlama tedavisinin ağrı, fonksiyonel durum ve kas gücü üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniklerine müracaat eden fizik muayene ve elektrofizyolojik bulgularla hafif ve orta şiddette KTS tanısı almış olan 18 yaş ve üzeri 80 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş, cinsiyet, dominant el, hasta el, vücut kitle indeksi ve meslek gibi demografik özellikleri kaydedildi. Hastaların semptom süresi, eldeki uyuşma ve güçsüzlük hissi, noktürnal semptomlar, elektronöromiyografi (ENMG) bulguları kaydedildi. Fizik muayene bulguları olarak el ve el bileği eklem hareket açıklığı, tenar atrofi, baş parmak abduksiyon kas gücü, ilk 3 parmakta duyu kusuru, tinel testi, phalen testi ve ters phalen testi bilgileri kaydedildi. Değerlendirme parametreleri olarak Vizüel Analog Skala (VAS), Boston KTS Anketi (BCTQ) ve Jamar Hidrolik El Dinanometresi kullanıldı. Hastalar splint ve splint + kinezyobantlama tedavi grupları olarak randomize şekilde iki gruba ayrıldı. Sadece splint grubundaki hastalara nötral pozisyonda ve volar destekli bir splint verildi. Hastalardan splintleri özellikle gece sürekli ve gündüz mümkün olduğunca 3 hafta boyunca giymeleri istendi. Splint + kinezyobantlama grubuna ise splint uygulamasına ek olarak kinezyobantlama tedavisi uygulandı. Uygulama tekniği olarak nöral teknik ve alan düzeltme teknikleri uygulandı. Bantlama işlemi aynı kişi tarafından haftada 2 defa 3 hafta boyunca tekrarlandı. Bulgular Hastaların demografik verileri Tablo 4.1 de verilmiştir. Her iki grupta tedavi öncesiyle kıyaslandığında, tedavi sonrası 3. haftada VAS, BCTQ-Semptom Şiddet Skalası (SSS), BCTQ- Fonksiyonel Kapasite Skalası (FDS) ve El Dinamometresi (kg) ölçümlerinde istatistik olarak anlamlı düzelme tespit edildi(p<0,01). Tedavi öncesiyle kıyaslandığında VAS, BCTQ-SSS, BCTQ-FDS ve El Dinamometresi (kg) ölçümleri bakımından gruplar arasında istatistik olarak anlamlı farklılık tespit edilmedi (p˃0,01). (Tablo 4.3, 4.4, 4.5, 4.6). Sonuç KTS' nin konservatif tedavisinde splint tedavisinin VAS, BCTQ-SSS, BCTQ-FDS ve el kas gücü üzerine olumlu etkisi gösterilmiştir. Splint ile beraber kinezyobantlama tedavisinin sadece splint uygulamasına kısa dönemde üstünlüğü gösterilememiştir. Anahtar kelimeler: Karpal Tünel Sendromu, splint, kinezyobantlama
  • Öğe
    Omuz impingement (subakromiyal sıkışma) sendromlu hastalarda manipülasyon tedavisinin etkinliği
    (2017) Sodalı, Emre; Küçülşen, Sami
    Bu çalışma, omuz impingement (subakromiyal sıkışma) sendromu olan hastalarda tek başına uygulanan konvansiyonel fizik tedavi ile, fizik tedavi ile birlikte uygulanan manipülasyon tekniklerinin etkinliklerini karşılaştırmak için yapıldı. YÖNTEM: Haziran 2015 ve Haziran 2016 yılları arasında, Necmettin Erbakan Üniversitesi Merap Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı polikliniklerine, 3 aydan uzun süredir olan omuz ağrısı şikayeti ile başvuran ve subakromiyal sıkışma sendromu tanısı konan, 60 hasta çalışmaya alındı. Hastalar kapalı zarf yöntemi ile rastgele olarak 2 gruba ayrıldı. İlk gruba 12 seans fizik tedavi (HP,US, TENS) programı uygulandı. İkinci gruptaki hastalara 12 seans fizik tedavi programı ile birlikte 4 hafta boyunca haftada iki gün toplam 8 seans klaviküler abduksiyon için mobilizasyon, klavikula fleksiyonu için mobilizasyon ve glenohumeral eklem itme'den oluşan manipülasyon teknikleri uygulandı. Hastaların tedavi öncesi, tedavi sonrası erken dönem ve tedavi sonrası 3. ayda ağrı skorları(Vizüel Analog Skala, VAS), omuz eklem hareket açıklıkları, fonksiyonel durumları (Disabilities of the Arm, Shoulder and Hand, (DASH) questionnaire ve günlük yaşam kaliteleri (Short Form-12, SF-12)değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmaya alınan hastaların yaşı 22 ile 78 arasındaydı. Fizik tedavi (FT) grubunun 15'i (%50) erkek, 15'i(%50) kadın yaş ortalaması 55,06 ±14,28 iken FT+manüpilasyon grubunun 13'ü (%43,3) erkek, 17'si (%56,7) kadın ve yaş ortalaması 49,7 ±12,44 idi. Hastaların 28 (%46,7)' i erkek, 32 (%53,3)'i kadın idi. Hastaların VKI'leri 17,01 kg/m2 ile 41,8 kg/m2 arasındaydı. FT grubunun VKI ortalaması 27,61 ±4,00 kg/m2 iken FT + MP grubun VKI ortalaması 27,00 ±5,19 kg/m2 idi ve demografik veriler açısından gruplar birbirine benzer idi. Tedavi sonrasında her iki gruptaomuz fleksiyon ve skapular abduksiyon derecelerinde, VAS ile değerlendirilen istirahat, gece ve baş üstü aktiviteler sırasında görülen ağrda, DASH ile gösterilen omuz fonksiyonlarında ve SF-12 ile gösterilen yaşam kalitelerinde anlamlı bir iyileşme mevcut idi. Tedavi sonrası 3. ayda, istirahat, gece ve baş üstü VAS, DASH skorları manipülatif tedavi eklenen grupta daha düşük, ağrısız omuz fleksiyon ve skapular abduksiyon dereceleri daha yüksek idi.SF-12 ile değerlendirilen yaşam kalitesi alt ölçeklerinin hepsinin de her iki tedavi grubunda tedavi sonrasında artış gösterdiği görülmüştür. Ancak manipülasyon grubunda SF-12 alt ölçeklerinden sadece FFS (Fiziksel fonksiyonel skor) ve FRS (fiziksel rol kısıtlılığı) iv konvansiyonel tedavi grubuna kıyasla yüksek bulunmuştur. İki grup arasında genel yaşam kalitesi skorları olan FSS (fiziksel sağlık skoru) ve GMS (genel mental sağlık skoru) ve diğer alt ölçekler açısından anlamlı farklılık görülmemiştir. SONUÇ: Çalışmamızda gerek tek başına fizik tedavinin gerekse fizik tedavi ile kombine edilen manipulatif tedavinin SaSS'u olan hastalarda ağrı, eklem hareket açıklığı, fonksiyonel durum ve yaşam kalitesi üzerine olumlu etkisinin olduğu gösterilmiştir. Tedaviden hemen sonra her iki tedavi grubu benzer özellikte iken, tedavi sonrası 3. ayda manipülasyon eklenen grupta istirahat, gece ve baş üstü VAS değerlerinin ve DASH skorunun daha düşük olması, ağrısız fleksiyon ve skapular abduksiyon derecelerinin daha yüksek olması; manüplasyon ile ağrı, EHA ve fonksiyonel durum üzerine daha uzun süre etkinlik sağlanabileceğini göstermektedir. Rekürenslerin yüksek, tedavi başarısızlığının sık ve tedavi süresinin uzun olduğu omuz impingement sendromunda çalışmamız klavikula ve glenohumeral eklem manipülasyonunun tedavi yelpazesi içerisinde dikkate değer bir yeri olduğunu göstermiştir. Maliyetinin ihmal edilebilir düzeyde olması, ekipman gereksiniminin oldukça az olması, tecrübeli ve ehliyetli hekimler tarafından uygulandığında hızlı ve güvenilir olması, ağrı, hareket açıklığı ve fonksiyonlarda belirgin fayda sağlaması nedeniyle manuel tedavinin tedavi protokoluna eklenmesi önemli fayda sağlayacaktır.