Yazar "Kutlu, Ruhuşen" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 22
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Anemi etiyolojisi ile 56 yaşında tespit edilen Çölyak hastalığı(2015) Kutlu, Ruhuşen; Büyükyörük, Cennet; Oltulu, PembeÇölyak hastalığı genetik yatkınlığı olan bireylerde, glutene karşı sıradışı bağışıklık yanıtı olarak tanımlanır. Çocuklarda ve infantlarda görülen malabsorbsiyonun en sık görülen nedenlerindendir. Emilim bozukluğu buğday, çavdar, arpa ve yulaftaki gliyadin varlığına bağlıdır. İnce bağırsak mukozasında gliyadin peptitleri ile "Human leucocyte antigen" sınıf II moleküllerinin konjugasyonu, klinik bulgulara yol açan immünolojik reaksiyonları tetiklemektedir. Çok geniş bir klinik yelpazesi olmakla birlikte, 6-12 aylar arasında ishalin başlaması karakteristik özelliklerindendir. Demir eksikliği anemisi de çölyak hastalığının sık görülen bulgularındandır. Antig- liyadin, antiendomizyum ve doku transglütaminaz antikorları tanıda yardımcı olmakla birlikte, kesin tanı için ince bağırsak biyopsisi gereklidir. Biyopside total villus atrofisinin olması tanıda altın standarttır. Tedavi amaçlı glutensiz diyet verildiğinde bariz bir iyileşme görülür. Bu yazıda anemi etiyolojisi araştırılırken tespit edilen gluten enteropatili bir olgudan yola çıkılarak anemi ile çölyak hastalığı ilişkisi incelenmiştir.Öğe Beta-talasemi major komplikasyonu olarak gelişen diabetesmellitus ve hipoparatiroidi(2014) Kutlu, Ruhuşen; Kılıçaslan, Ayşe Özlem; Mustafa , KulaksizoğluBeta-talasemi major ilk defa Cooley ve Lee tarafından tanımlanmış olup, ?-globin zincir sentezinde azalma ile giden, resesif karakterli bir hemoglobin bozukluğudur. Homozigot olgular düzenli kan transfüzyonu gerektiren ağır anemi ile seyreder. Şelasyon ve transfüz- yon tedavisi kombinasyonu yaşam beklentisini 40-50'li yaşlara kadar dramatik olarak uzatır. Diğer yandan sık kan transfüzyonları vücutta fazla demir birikimine yol açarak hipogonadizm, diabetes mellitus, hipotiroid, hipoparatiroid ve diğer endokrin bozukluklara neden olabilir. Bu yazıda talasemi major komplikasyonu olarak diabetes mellitus ve hipoparatiroidi gelişen bir olgu sunumu takdim edilmiştir.Öğe Bir aile planlaması polikliniğine başvuran kadınların rahim içi aracı terk etme nedenleri(2014) Kutlu, Ruhuşen; Kılıçaslan, Ayşe ÖzlemAmaç: Rahim içi araç (RİA) uygulaması aile planlamasında yaygın olarak kullanılan, güvenilir, ekonomik bir metottur. Bu çalışmada, bir aile planlaması polikliniğine başvuran kadınlarda RİAyı terk etme nedenlerini ve etkileyen faktörleri araştırmayı amaçladık. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu çalışma 01.12.2012- 31.12.2012 tarihleri arasında, Konya Faruk Sükan Çocuk Hastalıkları ve Doğumevi aile planlaması polikliniğine RİA çıkarılmak üzere başvuran 18 yaş ve üstü 190 kadında yapıldı. Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda geliştirilen katılanların sosyodemografk özellikleri ve RİAyı terk nedenlerini sorgulayan bir anket formu kullanıldı. Bulgular: Katılanların yaş ortalaması 33,528,78 yaş (20-58) idi. Kadınların %64,2si ilköğretim, %23.2si ortaokul-lise mezunu ve bunların %92,1i ev hanımı idi. Kullanılan RİA tipi %97,8 sıklıkta en fazla bakırlı RİA idi. RİA kullanımı sırasında karşılaşılan şikayetler sorgulandığında %52,6sı RİA öncesine göre menstrüel kanama miktarının arttığını, %51,6sı kanama süresinin uzadığını, %40,0ı menstrüel siklusunun ağrılı olduğunu, %51,6sı kötü kokulu akıntının, %35,8i cinsel ilişki sırasında ağrısının olduğunu bildirdi. RİA kullanmayı terk etme nedenleri incelendiğinde; sıklık sırasıyla %34,2si çocuk istedikleri için, %17,9u menstrüel kanamanın uzaması, %14,2si uterin enfeksiyon, %10,5i RİAnın spontan atılması nedeni ile RİAyı terk ettiklerini bildirmişlerdi. Yaş, çocuk sayısı ve evlilik süresi arttıkça RİAyı terk etme sıklığı da artmakta idi. Bu fark istatistiksel olarak önemli idi (p0,001). RİA kullanma süresi ile çıkarılma nedenleri arasındaki ilişki incelendiği RİA kullanma süresi özellikle çocuk isteyen kadınlarda daha kısa süreli iken, menopozdaki kadınlarda daha uzun süreli idi (p0,001). Sonuç: RİA kullanımının bırakılmasında çocuk sahibi olma isteği birinci neden olarak yer alırken uzun ve ağrılı menstrüel kanama, uterin enfeksiyon, RİAgebelik olması diğer nedenler arasında yer alıyordu.Öğe El ayak ve ağız hastalığı: olgu sunumu(2018) Kutlu, Ruhuşen; Uzun, LatifeEl, ayak ve ağız hastalığı özellikle 5 yaş altı çocuklarda görülen oldukça bulaşıcı bir viral hastalıktır. Nadiren daha büyük çocuklarda ve yetişkinlerde de hastalık görülebilmektedir. Bu hastalar sıklıkla birinci basamak sağlık kurumlarına başvururlar. Deri ve zührevi hastalıklar uzmanları ve bazı ilgili dal uzmanları dışındaki hekimler tarafından çok iyi bilinmemektedir. Halkın bu hastalık ile ilgili bilgisi de yetersizdir. Bu hastalığa tanı koyup, takip ve tedavisini birinci basamak sağlık kuruluşlarında yönetebildiğimiz zaman aileleri gereksiz stresten, zaman kaybından, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarını da gereksiz muayenelerden kurtarırız. Birinci basamak sağlık kurumlarında tedavi edilebilecek bir hastalığın tanınması için iki olguyu sunmak istedik.Öğe Evaluation of Breast Cancer Risk Levels and Its Relation with Breast Self-Examination Practices in Women(2017) Kutlu, Ruhuşen; Biçer, ÜmmüyeObjective: ftis study was performed to determine the breast cancer risk levels and its relation with the frequency of breast self-examination practices in women who were 20 years old and over. Materials and Methods: ftis descriptive study was conducted on 867 women, who were 20 years old and over presenting to a family medicine outpatient clinic for any reasons. fte participants filled in the “Breast Cancer Risk Assessment Form” which is recommended to assess the risk of breast cancer by the Ministry of Health. fte participants’ risk levels have been classified as low, medium, high, and the highest risk. Results: fte mean age of the participating women was 38.213.4 years, 69.7% (n604) were married, 54.8% (n475) were housewives, 33.9% (n294) were working, 42.7% were graduated from primary school. fte average risk score of the patients for breast cancer was 131.26 45.11 (50- 325). As a result of this study, 87.3% (n757) of the women were identified as having a low breast cancer risk, 12.6% (n109) medium and 0.1% (n1) of them were identified as having a high risk. fte data demonstrated that 75.5% (n655) of the women weren’t doing breast self-examination (BSE). fte rate of previous breast USG or mammography screening was 33.7% (n292). ftere were no statistical relations between the breast cancer risk levels and BSE (p0.396). Conclusion: fte risk of developing breast cancer was low among the women in the study group and breast self-examination rates were insufficient. In addition to training women by emphasizing the importance of breast self-examination in early diagnosis, the breast cancer risk questionnaire -an easy to implement, simple and costless tool- is recommended to be administered in the primary health care centers.Öğe Göğüs cerrahisi servisinde yatan hastalarda depresyonun ve yaşam kalitesinin kısa form 36 ile değerlendirilmesi(2015) Kutlu, Ruhuşen; Demirbaş, Nur; Çivi, Selma; Can, AtillaAmaç: Bu çalışmada Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Kliniği'nde yatarak tedavi gören hastaların depresyon durumu ve yaşam kaliteleri değerlendirildi. Çalışma planı: Bu kesitsel, analitik çalışmaya 15 Haziran 2012-15 Şubat 2013 tarihleri arasında Göğüs Cerrahisi kliniğinde yatarak tedavi gören 170 hasta (124 erkek, 46 kadın, ort. yaş 45.718.2 yıl; dağılım 7-80 yıl) dahil edildi. Depresyon durumu Beck Depresyon Ölçeği ile yaşam kalitesi ise 36 maddelik Kısa Form Sağlık Anketi (kısa form 36) ile değerlendirildi. Bulgular: Beck depresyon puanı ortalaması 11.068.79 idi. Kısa form 36'nın alt ölçeklerinden fiziksel rol kısıtlılıkları, emosyonel güçlük ve genel sağlık puan ortalamaları düşük; mental sağlık ve sosyal fonksiyon puan ortalamaları en yüksek idi. Yaşam kalitesi puanları ile depresyon durumu karşılaştırıldığında, kısa form 36'nın tüm alt ölçeklerinde depresyonu olanlarla olmayanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar var idi. Depresyonu olmayanlarda yaşam kalitesi puanları daha yüksek idi. Hastalar akciğer kanseri, akciğer enfeksiyonu ve göğüs acilleri olarak üç tanı grubunda incelendiğinde, tüm gruplarda erkek hasta sayısı kadınlara göre daha yüksek idi; bu durum, tanı ile cinsiyet arasında anlamlı ilişki olduğuna işaret ediyor idi (p0.004). Akciğer kanseri tanısı en çok fiziksel fonksiyon ve emosyonel güçlüğü etkiler iken, göğüs acilleri en çok genel sağlığı, yaşama gücünü ve emosyonel güçlüğü etkiliyor idi. Akciğer enfeksiyonları ise en çok emosyonel güçlüğü etkiliyor idi. Sonuç: Tüm kronik hastalıklarda yaşam kalitesi, sosyal ve fiziksel işlevsellik olumsuz etkilenmekte ve bireylerin yaşamdan aldıkları doyum azalmaktadır. Hastaların depresyon düzeylerinin ve yaşam kalitelerinin ölçülmesi hastalığı daha iyi tanımamıza yardımcı olmakla kalmayıp tedavi yanıtlarının da daha iyi değerlendirilmesini sağlayacaktır.Öğe İnfertil Kadınlarda Metabolik Sendrom ve Uzun Dönem Kronik Sağlık Sorunları Sıklığı(2017) Kutlu, Ruhuşen; Işıklar Özberk, Derya; Görkemli, Hüseyinİnfertilite hiç korunmadan düzenli cinsel ilişkiye rağmen bir yıl içinde gebelik olmaması durumudur. Bu çalışmada infertil kadın hastalarda metabolik sendrom (MetS) görülme sıklığı ve uzun dönem kronik sağlık sorunlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntemler: Kesitsel ve analitik tipteki bu çalışma aile hekimliği polikliniğine kadın infertilitesi yakınması ile sağlık raporu almak için mü- racaat eden 701 kadının dosyaları retrospektif olarak incelenerek yapılmıştır. Dosyalardan elde edilen bilgilere göre katılımcıların ağırlık, boy, bel çevresi, kan basıncı ve laboratuar sonuçları kaydedilmiştir. Ulusal Kolesterol Eğitim Programı Erişkin Tedavi Paneli III - National Cholesterol Education Program (NCEP) Adult Treatment Panel III (ATP III) de yayınlanan kriterlere göre MetS varlığı değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya dahil edilen 701 infertil kadının yaş ortalaması 29,94,4 (20-42) yıl, %81,6'sı (n572) ev hanımı, %56,8'i (n398) ilköğretim ve altı eğitimli olduğu tespit edilmiştir. Hastaların %78,9'u (n553) primer infertilite nedeniyle başvurmuştur. Çalışmamıza katı- lan hastalarda MetS sıklığı %19,8 bulunmuştur. Obez olanlarda MetS gelişme sıklığı obez olmayanlara göre 6,389 kat daha fazla saptanmıştır [OR6,389, %95 CI;(4,260-9,581)], bu fark istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p0,001). MetS bileşenleri içinde en sık trigliserid (TG) yüksekliği (%59,6) ve açlık kan glukozu yüksekliği (%55,0) tespit edilmiştir. Hipertansiyon (HT) tespit edilen hastaların %50,3'ünde MetS saptanmıştır. Kadınların %22,8'inde hipotiroidi ve %2,7'sinde brucella seropozitifliği tespit edilmiştir. Sonuç: İnfertilite ile ilişkili değiştirilebilir faktörler arasında yer alan obezite, uzun vadeli sağlık sorunları, sigara ve bazı bulaşıcı hastalıkların infertilite tedavisi öncesi ekarte edilmesi gerekmektedir. Dengeli ve doğru beslenme, fiziksel aktivite, sigara ve alkol bağımlılığı ile mü- cadele gibi sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri obezite riskini azaltacak, infertilite tedavi şansını arttıracaktır.Öğe İntörn Doktorların Stresle Başa Çıkma Durumları ile Gelecek Kaygı Düzeyleri(2017) Cihan, Fatma Gökşin; Kutlu, Ruhuşen; Karademirci, Medine MerveAmaç: Bu çalışma intörn doktorların gelecek ile ilgili kaygı durumları yanı sıra etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.Yöntemler: Kesitsel tipteki bu analitik araştırma Eylül 2015- Şubat 2016 tarihleri arasında aile hekimliği stajı yapan 296 son sınıf öğrencisinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmacılar tarafından hazırlanan sosyo-demografik bilgileri içeren anket formu ile Algılanan Stres Ölçeği (ASÖ), Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeği 2 (State-Trait Anxiety Inventory - STAI TX-2) uygulanmıştır.Bulgular: Çalışmaya katılanların %47,3'ü (n140) kız ve %52,7'si (n156) erkek olup kız ve erkek öğrencilerin yaş ortalaması sırasıyla 23,831,18 ve 24,131,18 yıl olarak bulunmuştur. Öğrencilerin %51,8'i (n142) arkadaşıyla birlikte, %34,3'ü (n103) ailesiyle birlikte, %12,8'i (n38) ise yurtta kalmaktadır. Katılımcıların %81,8'i (n242) meslek kaygısı taşımaktadır. Mesleki kaygı taşıyan kız öğrencilerin sıklığı, erkek öğrencilerden anlamlı olarak daha fazla idi (?2 5,167, p0,05). Tıp eğitimi sırasında öğrencilerin %68,9'u (n204) sözlü sınavlar, %18,9'u (n56) kıdemli personel ile iletişim kuramama, %27,0'ı (n80) vizitlerde hasta sunulması, %22,3'ü (n66) yanlış tanı koyma, %15,9'u (n47) psikiyatrik hastadan anamnez alma, %16,6'sı (n49) vaka sunma konusunda zorlandıklarını belirtmişlerdir.Sonuç: Hekimlik toplum tarafından yüksek gelirli ve iş garantili bir meslek olarak görülmektedir. Ancak tıp fakültesi son sınıf öğrencilerinin gelecekle ile ilgili mesleki kaygılarının yüksek oranda olduğu ortaya konmuştur. Nedenleri ve çözümleri ile ilgili daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardırÖğe Kadınların sosyodemografk özelliklerine göre kontraseptif yöntem kullanma durumları ve bu yöntemleri tercih nedenleri(2014) Kutlu, Ruhuşen; Sayın, Seher; Uçar, Mehmet; Aslan, Raziye; Demirbaş, OğuzAmaç: Bu araştırmanın amacı 18-49 yaş grubu evli kadınların sosyodemografik özelliklerine göre kontraseptif yöntem kullanma durumları ve bu yöntemleri tercih nedenlerini belirlemektir. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu araştırma 2 Ekim - 2 Kasım 2012 tarihleri arasında Konya il merkezinden rasgele seçilen 3 Aile Sağlığı Merkezinde yapılmıştır. Çalışma bu zaman diliminde Aile Sağlığı Merkezlerine herhangi bir nedenle başvuran 416 evli kadında yapılmıştır. Standart bir ankette katılımcıların sosyodemografik özellikleri ve kontraseptif yöntem ile ilgili deneyimleri sorgulandı. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 30,7±6,9, ortalama çocuk sayısı 2,2±1,4, ortalama evlilik süresi 10,1±7,2 ve evlenme yaşı 20,6±2,5 yıl idi. Katılımcıların %11,1’i okuryazar değil, %22,4’ü okuryazar, %34,6’sı ilkokul, %8,2’si ortaokul, %13,7’si lise ve %10,1’i üniversite mezunu idi. Yüzde 66’sı (s=252) şehir merkezinde yaşıyor, %80,8’i ev hanımı ve tamamı evli idi. Katılımcıların %71,4’ü (s=297) modern bir yöntem, %13,5’i (s=56) geleneksel yöntem kullanıyor, %15,1’i (n=63) ise herhangi bir yöntem kullanmıyordu. En sık kullanılan yöntemler kondom (%42,3), rahim içi araç (RİA) (%17,1) ve hap (%8,9) idi. İlkokul ve üzeri eğitim sahibi olmak, şehirde yaşamak ve eşin eğitimi ile modern yöntem kullanımı anlamlı olarak artarken (p<0,001); yaş, gravida, ekonomik statü, aile tipi ve eşinin mesleği ile bir ilişkisi yoktu (p>0,05). Sonuç: Kadınlar arasında aile planlaması yöntemleri kullanma oranı oldukça yüksekti. Çalışmamızda hem kadınların hem de eşlerinin eğitim seviyeleri yükseldikçe modern aile planlaması yöntemlerinin kullanımının arttığı görülmüştür.Öğe Kardiyoloji yoğun bakım ünitesinde yatan hastalarda anksiyete ve depresyon sıklığı ve etki eden faktörler(2016) Kutlu, Ruhuşen; Demirbaş, Nur; Gök, Hasan; Işıklar Özberk, DeryaAmaç: Bu çalışmada Kardiyoloji Yoğun Bakım Kliniğinde yatarak tedavi gören hastalarda anksiyete ve depresyon sıklığı ile beraber etki eden faktörler değerlendirildi. Çalışma planı: Bu kesitsel, analitik çalışmaya yatarak tedavi gören 245 hasta (148 erkek, 97 kadın; ort. yaş 63.513.8 yıl; dağılım 20-98 yıl) dahil edildi. Tüm hastalara sosyodemografik bilgi formu ve hastane anksiyete ve depresyon ölçeği uygulandı. Sigara bağımlılığı Fagerström nikotin bağımlılık testi ile değerlendirildi.Bulgular: Halen sigara içmekte olan hastaların Fagerström bağımlılık puan ortalaması 5.61.9 ve %40'ı orta bağımlılık düzeyinde idi. Erkek hastaların %45.9'u ve %17.6'sı sırasıyla miyokard enfarktüsü ve unstabil angina pektoris tanısı ile takip edilmekte idi. Kadın hastaların %30.9'u, %26.8'i ve %22.7'si sırasıyla aritmi, miyokard enfarktüsü ve kalp yetmezliği tanısı ile takip edilmekte idi. Hastaların %53.9'unda (n132) ve %86.1'inde (n211) sırasıyla anksiyete ve depresyon belirlendi. Yaş, ekonomik durum ve sigara kullanımı ile anksiyete ve depresyon puanları arasında anlamlı ilişki bulunmadı (p0.05). Anksiyete puanları evli hastalarda (11.64.3) evli olmayan hastalardan (9.83.7) anlamlı derecede daha yüksek idi (p0.008). Sırasıyla anksiyete ve depresyon puanları çalışan bireylerde (11.64.2-10.04.0; p0.013) (12.03.8-9.73.9; p0.001), ilkokul ve altı eğitimlilerde (11.74.3-10.13.9; p0.009) (12.23.9-9.83.7; p0.001) ve kadın cinsiyette (12.14.6-10.63.8; p0.005) (12.34.211.03.8; p0.009) anlamlı derecede daha yüksek idi. Sonuç: Anksiyete ve depresyon kardiyoloji yoğun bakım ünitesinde yatan hastalarda sık karşılaşılan sorunlardır. Hastalar klinisyenler tarafından biyopsikososyal özellikler yönünden bütüncül olarak değerlendirilmelidir. Depresyon düzeylerinin ve ilişkili faktörlerin tespiti tedaviye uyumu kolaylaştırabilmekte, anksiyeteyi azaltabilmekte ve yaşam kalitesini artırabilmektedir.Öğe Kistik fibrozisli çocukta düzelmeyen öksürük nedeni olarak Pseudomonas aeruginosa pnömonisi: Olgu sunumu(2013) Kutlu, Ruhuşen; Pekcan, Sevgi; Işıklar Özberk, DeryaKistik fibrozis (KF), transmembran ileti regulator genindeki mutasyon sonucu oluşan ve otozomal resesif kalıtım gösteren bir hastalıktır. Kistik fibrozis transmembran regulator protein (KFTR) ter, sindirim sıvıları ve mukus bileşenlerinin düzenlenmesinde gereklidir. Hastalığın sıklığı beyaz ırkta 1/2500-1/3500 civarındadır. Kistik fibrozisin ülkemizdeki sıklığı ise bilinmemektedir. Kistik fibrozis çocukluk yaşlarında ortaya çıkan ve tüm ekzokrin bezlerin fonksiyon bozukluğu ile seyreden kalıtsal bir hastalıktır. Temel bozukluk ter, tükrük, solunum sistemi, kalın barsak, ürogenital sistem ve pankreas ekzokrin bezlerinden anormal sekresyonların oluşumudur. Önde gelen klinik belirtiler, kronik obstrüktif akciğer hastalığı ve pankreas yetersizliğine ait bulgulardır. Pseudomonas aeruginosa KF hastalarında kolonizasyona, kronik ve tekrarlayan enfeksiyonlara neden olan bir bakteridir. Bu yazıda kalıcı öksürüğünün sebebi olarak, Pseudomonas aeruginosa kolonizasyonuna bağlı kronik akciğer enfeksiyonunun akut alevlenmesi tespit edilen kistik fibrozis tanısı almış 10 yaşında bir kız çocuğu sunulmuştur.Öğe Mental health problems in children with uncomplicated epilepsy; relation with parental anxiety(2016) Kutlu, Ruhuşen; Cihan, Fatma Gökşin; Gökgöz-Durmaz, Funda; Uzun, MeltemMental health problems and parental anxiety in children with epilepsy were investigated. Parents of 83 children with epilepsy and 172 healthy children were asked to complete Strengths and Difficulties Questionnaire for their children and State-Trait Anxiety Inventory for themselves. In those with epilepsy, 39.8% (n: 33) were girls, 60.2% (n: 50) were boys and their mean age was 9.34±3.99 years. Control group was more successful in school (p<0.001). Emotional problems score in children with epilepsy was higher than control group (p<0.001). Case group’s behavior problems and attention deficit hyperactivity scores were higher (p<0.001, p=0.009 respectively). Prosocial behavior scores of the control group were significantly higher (p=0.004). State (p=0.001) and trait (p=0.001) anxiety levels of parents of children with epilepsy were higher. Children with epilepsy have more neuro-behavioral problems; and their parents have greater anxiety levels. Physicians should be in contact with children with epilepsy for the psychological health of the family besides seizure control.Öğe Osteoporozu Olan ve Olmayan Postmenopozal Kadınlarda QUALEFFO-41 Ölçeği ile Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi(2014) Pamuk, Gülseren; Kutlu, Ruhuşen; Çivi, SelmaAmaç: Osteoporoz (OP) kemik mineral yoğunluğunda (KMY) azalmaya, kemik mikro mimarisinde bozulmaya ve kırık riskinde artmaya yol açan bir kemik hastalığıdır. Bu çalışmada osteoporozu olan ve olmayan postmenopozal kadınlarda QUALEFFO-41 ölçeği ile yaşam kalitesinin değerlendirilmesini amaçladık.Gereç ve Yöntemler: Kesitsel tipteki bu analitik araştırma menopozda olan 280 kadında yapıldı. Hastaların KMY'si ölçüldü ve yaşam kalitesini değerlendirmek için osteoporoza özgü yaşam kalitesini belirleyen QUALEFFO-41 ölçeği uygulandı. Bulgular: Çalışmamızda kadınların yaş ortalamaları 56,98,3 idi. Olguların KMY'leri değerlendirildiğinde 38'sinde (%13,6) osteoporoz, 156'sında (%55,7) osteopeni bulundu, 86'sı (%30,7) normal idi. Yaş ve menopoz süresi arttıkça osteoporoz sıklığı artarken (p0,001), beden kütle indeksi (BKİ) arttıkça osteoporoz sıklığı azalıyordu (p0,001). Aktiviteleri arttıkça osteoporoz sıklığı azalıyordu (p0,006) ve geçirilmiş kırık öyküsü olanlarda osteoporoz daha fazla idi (p0,015). Kadınların KMY değerleri ile yaşam kalitesi karşılaştırıldığında negatif yönde, orta derecede anlamlı bir ilişki bulundu. İleri yaş ve düşük eğitimlilerde yaşam kalitesi azalıyordu. Çalışanlarda, gelir düzeyi yüksek olanlarda, düzenli egzersiz yapanlarda ve aktivitesi fazla olanlarda yaşam kalitesi daha yüksekti (p0,001). Sonuç: Yaş, menopoz süresi, geçirilmiş kırık öyküsü OP'u arttırırken, BKİ ve aktivitenin fazla olması OP'yi azaltıyordu. Çalışanlarda, geliri fazla olanlarda, düzenli spor yapanlarda yaşam kalitesi artarken, ileri yaşlarda, OP olanlarda ve düşük eğitimlilerde yaşam kalitesi azalıyordu.Öğe Periyodik ateş, aftöz stomatit, farenjit ve servikal adenit (PFAPA) sendromu: Bir olgu sunumu(2018) Kutlu, Ruhuşen; Büyükyörük, CennetÇocuklarda tekrarlayan veya periyodik ateş şikayetlerine daha sık rastlanmaktadır. PFAPA sendromu, etiyolojisi bilinmeyen, ani başlayan yüksek ateş, aftöz stomatit, farenjit ve servikal lenfadenopati ile seyreden ve tekrarlayıcı özellik gösteren çocukluk çağındaki periyodik ateşin yaygın bir nedenidir. Genellikle 5 yaşından küçük çocuklarda ve erkeklerde daha sık görülen bu sendrom selim seyirlidir, uzun dönemde sekel bırakmaz. Klinik tablo oldukça iyi tanımlanmasına rağmen hastalığa özgü laboratuvar bulgularının olmaması tanıyı güçleştirmektedir. Hastalar gereksiz yere antibiyotik tedavisi almaktadırlar. Tedavide tek doz steroid ve bazı vakalarda tonsillektomi uygulanmaktadır. Genellikle PFAPA sendromu ergenlik döneminde düzelir, ancak bu durumun yetişkinliğe kadar devam edeceğine dair kanıtlar artmaktadır. Burada, aile hekimliği polikliniğimize tekrarlayan yüksek ateş, tonsillit ve aftöz stomatit şikayeti ile başvuran 4 yaşında bir erkek çocuk olgusu sunuldu. Bu makalede PFAPA sendromu ile ilgili bilgiler gözden geçirilmiş ve birinci basamakta tanı koymanın önemi vurgulanmıştır.Öğe Sağlık Taraması İçin Başvuran Hastane Personelinde Serum HbsAg ve AntiHbs Düzeyleri İle Hepatit B Aşılanma Durumu(2016) Kutlu, Ruhuşen; Demirbaş, NurBu çalışma, sağlık taraması için aile hekimliği polikliniğine başvuran hastane personelinde serum HBsAg ve anti-HBs düzeyleri ile, hepatit B aşılanma durumlarını araştırmak için yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu araştırma, 03.10.2015-30.12.2015 tarihleri arasında, sağlık taraması için polikliniğimize başvuran 519 hastane personelinde yapılmıştır. Katılımcıların sosyodemografik özellikleri ve hepatit B aşılanma durumları, araştırmacılar tarafından önceden hazırlanan formlara kaydedilmiştir. Serum HBsAg ve anti-HBs düzeyleri ölçüldü. Antikor titresi 10 mIU/mL ve altındaki değerler negatif olarak kabul edildi ve bu personeller 3 doz Hepatit B aşı programına alınmıştır Bulgular: Katılımcıların %35,6'sı (n185) kadın, %64,4'ü (n334) erkek, yaş ortalaması 35,248,35 yıl idi. Yüz altmış iki kişide (%31,2) anti-HBs düzeyi 0-10 mIU/mL arasında, %14,5'inde (n75) 10-100 mIU/mL arasında, %54,3'ünde (n282) 100 mIU/mL idi. Serum HBsAg düzeyi, hastane personelinin %97.7'sinde (n507) negatif, % 2.3'ünde (n12) pozitif bulundu. HBsAg pozitifliğinin cinsiyetle değil, yaşla anlamlı farklılık gösterdiği tespit edilmiştir (p0,001). Sonuç: Hepatit B virüsü (HBV), hastane çalışanlarının risk altında olduğu bir patojendir ve tüm hastane personeli hepatit B virüsüne karşı bağışık olmalıdır. Hepatit B enfeksiyonundan korunmada en etkili yöntem aşılamadır. Bu çalışmada bulunan % 68,8 oranında antikor titresi pozitifliği ve % 2,3 oranında hepatit B taşıyıcılığı, ülkemizde yapılan diğer çalışmalarla uyumludur.Öğe Sigara bırakma tedavisi sırasında Bupropion Hcl’e bağlı gelişen Serum Hastalığı benzeri reaksiyon: Olgu Sunumu(2017) Kutlu, Ruhuşen; Karademirci, M. Merve; Kahraman Denizhan, TuğbaDünyada önlenebilir erken ölüm ve sakatlık nedenlerinin başında sigara kullanımı yer almaktadır. Nikotin replasman tedavisi (NRT), vareniklin ve bupropion HCL başlıca sigara bırakma ilaçlarıdır. Bupropion HCL hem depresyon, hem de sigara bırakma tedavisinde kullanılan bir preparattır. Bupropion; norepinefrin ve dopamin geri alım inhibitörü olarak etki eden ve yan etki profili bakımından oldukça güvenli sayılabilecek bir antidepresan ilaçtır. Pek çok ilaç cilt reaksiyonlarına sebep olabilir. Tüm dünyada antidepresanlara bağlı gelişen dermatolojik yan etkiler oldukça fazladır. Bupropion’un en sık görülen yan etkileri; uykusuzluk, konstipasyon, baş ağrısı ve ağız kuruluğu şeklindedir. Yazımızda bu yan etkilerden farklı olarak, terapötik dozda yavaş salınımlı bupropion kullanımı sırasında ortaya çıkan bir serum hastalığı benzeri reaksiyon olgusu sunuldu.Öğe Sigaranın akciğer yaşı ve solunum fonksiyon testleri üzerine olan etkisi(2018) Demirbaş, Nur; Kutlu, RuhuşenAmaç: Akciğer yaşı cinsiyete, hastanın boyu ve bir saniye içinde zorlu ekspiratuvar hacim (FEV1)’e göre hesaplanan, akciğerlerdeki sigara içimine bağlı erken değişiklikleri göstermek ve hastaları sigara bırakmaya motive etmek için kullanılan bir kavramdır. Bu çalışmanın amacı sigaranın akciğer yaşı ve solunum fonksiyon testleri üzerine olan etkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 85 sigara içen ve 85 sigara içmeyen bireyde yapılmıştır. Katılımcıların yaş, cinsiyet, eğitimleri, medeni durumu, mesleği, karbon monoksit (CO) değerleri, Fagerström bağımlılık puanları ve solunum fonksiyon testi sonuçları kaydedildi. Akciğer yaşı, cinsiyete göre ayrı ayrı boy ve solunum fonksiyon testi ile ölçülen FEV1 değeri kullanılarak hesaplandı. Bulgular: Sigara içenlerin ortalama kronolojik yaşı 35.81 12.27 yaş, ortalama akciğer yaşı 57.15 23.54 idi. Sigara içmeyenlerin kronolojik yaş ortalaması 34.93 10.85 yıl ve akciğerlerin yaş ortalaması 44.17 16.23 yıl idi. Sigara içen hastaların akciğer yaşı ile paket/yıl arasında pozitif yönde orta derecede anlamlı bir korelasyon vardı. Sigara içen katılımcıların CO düzeyi ortalaması 12.225.87 ppm, Fagerström sigara bağımlılığı ortalaması 6.612.28 puan, sigara içilen paket/yıl ortalaması 21.8214.69 idi. Sigara içenlerin FEV1 ve zorlu vital kapasite (FVC) değerleri sigara içmeyenlere göre anlamlı olarak daha düşük bulundu. Sonuç: Çalışmamızda sigara içenlerin akciğer yaşı sigara içmeyenlere göre daha yüksek bulundu. Sigara bırakma polikliniklerinde kılavuzların önerdiği davranışsal bilişsel yöntemler, motivasyonel destek ve farmakolojik tedavi birlikte uygulanmaktadır. Bunların yanısıra, kişilere akciğer fonksiyon testlerinin sonuçlarını, kronolojik yaş ile kişinin akciğer yaşı arasındaki farklılıkları anlatmak onları sigara bırakmak için motive edecektir.Öğe Sigaranın akciğer yaşı ve solunum fonksiyon testleri üzerine olan etkisi(2018) Demirbaş, Nur; Kutlu, RuhuşenAmaç: Akciğer yaşı cinsiyete, hastanın boyu ve bir saniye içinde zorlu ekspiratuvar hacim (FEV1)'e göre hesaplanan, akciğerlerdeki sigara içimine bağlı erken değişiklikleri göstermek ve hastaları sigara bırakmaya motive etmek için kullanılan bir kavramdır. Bu çalışmanın amacı sigaranın akciğer yaşı ve solunum fonksiyon testleri üzerine olan etkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 85 sigara içen ve 85 sigara içmeyen bireyde yapılmıştır. Katılımcıların yaş, cinsiyet, eğitimleri, medeni durumu, mesleği, karbon monoksit (CO) değerleri, Fagerström bağımlılık puanları ve solunum fonksiyon testi sonuçları kaydedildi. Akciğer yaşı, cinsiyete göre ayrı ayrı boy ve solunum fonksiyon testi ile ölçülen FEV1 değeri kullanılarak hesaplandı. Bulgular: Sigara içenlerin ortalama kronolojik yaşı 35.81 12.27 yaş, ortalama akciğer yaşı 57.15 23.54 idi. Sigara içmeyenlerin kronolojik yaş ortalaması 34.93 10.85 yıl ve akciğerlerin yaş ortalaması 44.17 16.23 yıl idi. Sigara içen hastaların akciğer yaşı ile paket/yıl arasında pozitif yönde orta derecede anlamlı bir korelasyon vardı. Sigara içen katılımcıların CO düzeyi ortalaması 12.225.87 ppm, Fagerström sigara bağımlılığı ortalaması 6.612.28 puan, sigara içilen paket/yıl ortalaması 21.8214.69 idi. Sigara içenlerin FEV1 ve zorlu vital kapasite (FVC) değerleri sigara içmeyenlere göre anlamlı olarak daha düşük bulundu. Sonuç: Çalışmamızda sigara içenlerin akciğer yaşı sigara içmeyenlere göre daha yüksek bulundu. Sigara bırakma polikliniklerinde kılavuzların önerdiği davranışsal bilişsel yöntemler, motivasyonel destek ve farmakolojik tedavi birlikte uygulanmaktadır. Bunların yanısıra, kişilere akciğer fonksiyon testlerinin sonuçlarını, kronolojik yaş ile kişinin akciğer yaşı arasındaki farklılıkları anlatmak onları sigara bırakmak için motive edecektir.Öğe Sigaranın Metabolik Sendrom ve Plazma Aterojenite İndeksi Üzerine Etkisi: Bir Olgu Kontrol Çalışması(2018) Kutlu, Ruhuşen; Öksüz, AhmetAmaç: Sigara kanser, kalp ve akciğer hastalıkları başta olmak üzereçeşitli sağlık sorunları için önemli bir risk faktörüdür. Plazma aterojeniteindeksi (PAİ) koroner ateroskleroz/kardiyovasküler riskini yansıtır.Bu çalışma sigaranın, metabolik sendrom ve PAİ üzerine etkisinideğerlendirmek için yapılmıştır.Yöntemler: Olgu-kontrol tipindeki bu çalışma 18 yaş ve üzeri 1110hastanın dosyaları retrospektif olarak taranarak yapıldı. Çalışmayauygun olan 900 hastanın dosyası incelendi (900/1110). Metaboliksendrom tanısı Ulusal Kolesterol Eğitim Programı (NCEP) Yetişkin TedaviPaneli III (ATP III) kriterlerine göre konuldu. PAİ’leri hesap makinesikullanılarak hesaplandı.Bulgular: Katılanların yaş ortalaması 36,0211,72 idi. Katılımcıların%51,2’si (n461) kadın, %72,6’sı (n653) evli, %35,6’sı (n320)üniversite mezunu, %32,0’ı memur (n288), %53,6’sı (n482) sigaraiçmekteydi. Metabolik sendrom sıklığı %26,4 olarak (n238) bulundu.Metabolik sendrom ile sigara içme durumu arasında istatistikselolarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (p0,05). PAİ sigara içen bireylerdeiçmeyenlere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptandı(p0,001). Metabolik sendromu olanlarda PAİ’nin istatistiksel olarakdaha yüksek olduğu bulundu (p0,001).Sonuç: Sigara içiciliği ateroskleroz ve kardiyovasküler açısından ciddibir risk faktörüdür. Çalışmamızda PAİ sigara içen bireylerde içmeyenleregöre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptandı. Fakatmetabolik sendrom ile sigara içme durumu arasında istatistiksel olarakanlamlı bir fark saptanmadı.Öğe Sigaranın Trombosit Sayısı, Ortalama Trombosit Hacmi ve Kardiyovasküler Risk Faktörleri Üzerine Etkileri: Bir Olgu Kontrol Çalışması(2017) Kutlu, Ruhuşen; Demirbaş, NurAmaç: Sigara ve kolesterol düzeyleri aterosklerozun iki önemli bileşenidir. Ortalama trombosit hacmi (OTH) trombosit fonksiyon ve aktivasyonunun göstergesi olup kardiyovasküler hastalıkların potansiyel bir belirtecidir. Bu çalışmada sigaranın trombosit sayısı, OTH ve kardiyovasküler risk faktörleri üzerine olan etkilerini araştırmayı planlandık.Yöntemler: Bu araştırma tanımlayıcı, kesitsel tipte analitik bir çalışma olarak planlandı. Aile hekimliği polikliniğine 2013-2016 yılları arasında periyodik sağlık muayenesi için başvurmuş hastalar alındı. Hastaların sosyodemografik özellikleri, sigara içme durumları, antropometrik ölçümleri, hematolojik ve biyokimyasal parametreleri tam olanlar kaydedildi. Bulgular:Çalışmamıza katılan 880 hastanın yaş ortalaması 35,8511,6 idi, %54,5'i (n480) sigara içiyor, %45,5'i (n400) sigara içmiyordu. Sigara içme düzeyi erkeklerde kadınlara göre daha fazla bulundu (p0,001). Çalışanlar çalışmayanlara göre daha fazla sigara içmekte idi. Hastaların hematolojik parametreleri incelendiğinde sigara içen katılımcıların beyaz kan hücresi, hemoglobin hematokrit, kırmızı kan hücresi, ortalama eritrosit hacmi ve MPV değerleri içmeyenlere göre daha yüksek iken, platelet sayısı içmeyenlerde daha fazla bulundu (p0,001). Sigara içen hastaların günlük sigara içme sayısı ile OTH düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki (p0,014) varken, trombosit sayıları arasında bir ilişki yoktu (p0,05).Sonuç:Sigara içen hastaların MPV düzeyleri içmeyenlere göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Trombosit sayısı ve MPV düzeyinin ateroskleroz ve tanımlanmış diğer kardiyovasküler risk faktörleri açısından daha geniş ölçekli hasta gruplarında araştırılarak, klinik uygulamada hak ettiği yeri alması gerekmektedir.