Temel Tıp Bilimleri Bölümü
Bu bölüm için kalıcı URI
Başlık Temel Tıp Bilimleri Bölümü seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 192
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe 18-45 Yaş Grubu Kadınlarda, Trichomonas Vaginalis Ve Diğer Mikroorganizmaların Vajinal Akıntı Örneklerinden Mikroskobik Olarak İncelenmesi(2012) Keşli, Recep; Pektaş, Bayram; Özdemir, Mehmet; Günenç, Oğuzhan; Coşkun, Erkan; Baykan, Mahmut; Baysal, BülentAmaç: Trichomonas vaginalis vajinal mukozada nekrotik ülserler ve yüzeysel defektlerle beraber köpüklü, yeşilimsi kötü kokulu akıntı ile karekterize olan trichomoniasise neden olan bir protozoondur. Trichomoniasis insandan insana seksüel temasla taşınır ve hemen hemen dünyanın her tarafında görülür. Bu çalışmanın amacı 18-45 yaş grubu vajinal akıntı şikayeti olan ve 1 Eylül-15 Aralık 2003 tarihleri arasında Konya Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği'ne başvuran 70 kadında Trichomonas vaginalis sıklığının belirlenmesidir. Yöntemler: Örnekler bir spekulum ve steril pamuklu eküvyonlu çubuklar yardımı ile vajen posterior forniksinden alındı. Bütün örnekler ışık mikroskobu altında nativ preparat, Gram ve Giemsa boyama metodları ile incelendi. Bulgular: Yetmiş örneğin 6'sı (%9) Trichomonas vaginalis, 9'u (%13) Gardnerella vaginalis biri Mobilincus spp. ve 11'i (%16) Candida spp. pozitif bulundu. Sonuç: Ttrichomoniasis kesin tanısı kültür metodu ile yapılmasına rağmen direkt mikroskobi ile vajinal smear incelemesinin enfeksiyonun tanısında önemli bir role sahip olduğu söylenebilir. Direkt mikroskobik inceleme trichomoniasis tedavisine başlamaya karar vermekte yardımcı olacaktır.Öğe 3. Uluslararası Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi(NEÜ Yayınları, 2022) Editörler: Erdoğan, Ender; Akbulut, Mehmet; Çiftci, İlhan; Vatansev, Hüsamettin; Erdoğan, Ender; Akbulut, Mehmet; Çiftci, İlhan; Vatansev, HüsamettinŞimdiye kadar biri ulusal (2011, Ankara) diğeri uluslararası (2013, Konya) olmak üzere 2 kongre ile İstanbul, Konya, Aydın ve Isparta gibi çeşitli illerde 9 çalıştay ve çok sayıda panel ve konferans düzenlenmiştir. Uluslararası 2. Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi için ana temayı "Helal ve Sağlıklı Beslenmede Farkındalık ve Sürdürülebilirlik" olarak belirlenmiştir. Bu kitapta üretici, tüketici, diyetisyen, gıda mühendisi, aile hekimi ve psikiyatristler kadar eğitimciler, psikologlar NLP uzmanları ile fıkıh, hadis ve tasavvuf alanları başta olmak üzere ilahiyatçıların söyleyeceği önemli şeyler olacağını, helal gıda sektöründeki uzmanların sürdürülebilir helal gıda teminindeki güncel sorunları mali ve siyasi boyutlarıyla tartışarak çözüm önerileri sunulan kongre bildilerini bulabilirsiniz.Öğe According to the normal weight, overweight and obese comparison of bioelectric impedance analysis method with the other methods(2015) Çakmakçı, Evrim; Arslan, Fatma; Vatansev, Hüsamettin; Ayrancı, MeryemWomen are faced with the problem of obesity because of over-nutrition, still life and birth weight. To Assess overweight and obesity are used with Body mass index (BMI), waist circumference, waist/hip ratio and skinfold thickness measurement method and Bioelectrical impedance analysis method. The purpose of this study was to compare of the methods used to assess body composition in normal weight, overweight and obese in adults women. In this study participated adult women that the mean age of normal weight 25.70 ± 7.85 (N 17), overweight 32.47 ± 8.22 (N 36), obese 38.12 ± 8.95 (N 40) and total N 93. Subjects body composition were evaluated with Body mass index, waist circumference, waist/hip ratio and skinfold thickness measurements and measured using bioelectric impedance analysis. For statically analysis, One Way Anova and Tukey tests were performed. Significance level was accepted as 0.05 for all tests. According to the results of anthropometric measurements was found BMI, waist circumference, and bioelectrical impedance analysis method for all the groups differ (p >0.05), waist / hip ratio values were found to be different between normal weight and obese groups (p >0.05) that participated in the research. Body mass index and bioelectric impedance are important methods to detect of obesity, and the waist circumference be used together these methods to determine the abdominal obesity may be more useful.Öğe Acinetobacter baumannii izolatlarında blaOXA genlerinin dağılımı: Çok merkezli bir çalışma(2013) Çiftci, İhsan HakkI; AşIk, Gülşah; Karakeçe, Engin; Öksüz, Lütfiye; Yağcı, Server; Sesli Çetin, Emel; Özdemir, Mehmet; Atasoy, Ali Rıza; Koçoğlu, Esra; Gül, Mustafa; Kurtoğlu, Muhammet Güzel; Köksal Çakırlar, Fatma; Seyrek, Adnan; Berktaş, Mustafa; Gültepe, Bilge; Ayyıldız, AhmetAcinetobacter cinsi içerisinde hastane enfeksiyonlarının en önemli etkeni Acinetobacter baumannii’dir. Bu gram-negatif kokobasil, antimikrobiyal tedavide kullanılan çoğu antibiyotiğe dirençli olup aynı zamanda karbapenemlere de direnç geliştirme kapasitesindedir. Bu çalışmanın amacı, A.baumannii’nin OXA alt grupları için multipleks gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (qPCR) kiti tasarlamak ve Türkiye'nin farklı bölgelerinden toplanan A.baumannii izolatlarında OXA alt gruplarının dağılımını araştırmaktır. Çalışmaya, çeşitli illerdeki (Afyonkarahisar, Ankara, Bolu, Elazığ, Erzurum, Isparta, İstanbul, Kahramanmaraş, Konya, Sakarya, Van) 13 üniversite ve devlet hastanesinin mikrobiyoloji laboratuvarlarında, 2008-2011 tarihleri arasında izole edilen toplam 834 A.baumannii klinik izolatı dahil edilmiştir. İzolatlar, konvansiyonel yöntemler ve otomatize sistemler [Vitek2 (bioMerieux, ABD) ve Phoenix (BD Diagnostic, MD)] kullanıla- rak tanımlanmış; duyarlılık testleri otomatize sistemler ve disk difüzyon yöntemiyle yapılmıştır. Tüm örnek- lere blaOXA-51-like, blaOXA-23-like ve blaOXA-58-like genleri için qPCR uygulanmış; ayrıca, blaOXA-24-like geni araştırılmasında konvansiyonel PCR yöntemi kullanılmıştır. Çalışmamızda saptanan antibiyotik direnç oranları; amoksisilin-klavulanat için 96.8, siprofloksasin için 86.8, gentamisin için 74.7, amikasin için 71.7, sefaperazon-sulbaktam için 73.5, imipenem için 72.1 ve meropenem için 73 olarak izlenmiştir. Altı yüz iki izolat hem imipenem hem de meropeneme dirençli bulunmuştur. A.baumannii izolatları için en etkili antibiyotiğin, 100 duyarlılık oranı ile kolistin olduğu görülmüştür. İzolatların tümünde bla-geni pozitif bulunmuş; ancak blaOXA-24-like geni hiçbir izolatta gösterilememiştir. Toplam blaOXA-23- OXA-51-like ve blaOXA-58-like gen pozitiflikleri sırasıyla 53.7 ve 12.5 olarak saptanmıştır. Karbapeneme dirençli izolike latların blaOXA-23-like ve blaOXA-58-like gen pozitiflikleri ise sırasıyla 74.4 ve 17.3 olarak tespit edilmiştir. Yir- mi beş izolat hem blaOXA-23-like hem de blaOXA-58-like gen pozitifliği göstermiştir. blaOXA-24-like hariç, karbapeneme dirençli izolatların tamamında OXA tipi genler saptanmıştır. Çalışmaya katılan merkezlerin blaOXA-23- ve blaOXA-58-like gen pozitiflik oranları farklı bulunmuştur. Ek olarak, çalışma sürecinde blaOXA-58-like gen like pozitifliği azalırken, blaOXA-23-like gen pozitifliği ile birlikte karbapenem direncinin arttığı belirlenmiştir. So- nuç olarak, karbapenemler dahil antimikrobiyal tedavide kullanılan çoğu antibiyotiğe yüksek direnç gös- teren A.baumannii izolatlarının kolistine duyarlılığı devam etmektedir. Hem blaOXA-23-like hem de blaOXA-58- genleri karbapeneme dirençli A.baumannii klinik izolatlarında oldukça yaygın olmakla birlikte, yıllar için- like deki blaOXA-23-like pozitif izolatların artışı dikkat çekicidir. Günümüzde, hastane kaynaklı enfeksiyonların ön- lenmesi için dirençli bakterilerin hızlı tanısında, multipleks qPCR en uygun yöntemdir. Bu çalışmada geliştirilen multipleks qPCR kiti karbapeneme dirençli A.baumannii klinik izolatlarında blaOXA-23-like, blaOXA-58-like ve blaOXA-51-like genlerinin hızlı tanısı ve sıklığının ortaya konmasında yararlı olabilir.Öğe Adipoz doku kaynaklı mezenkimal kök hücre kültürlerinde hücre yüzey markırlarının immunositokimyasal değerlendirmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2017) Çiçek, Gülsemin; Dumani SelçukAdipoz doku kaynaklı stromal kök hücreler kendini yenileyebilen, çoğalabilen, farklılaşabilen, multipotent hücrelerdir. Organizmada hasarlanan dokuların in vivo tamir mekanizmasında rol oynayan mezenkimal kök hücrelerin farklı kaynakları olabilmektedir. Yağ dokusu eldesi bulundurduğu kök hücre sayısı açısından en çok tercih edilen kaynaktır. Erişkin insanda yağ dokusunun barındırdığı stromal vasküler fraksiyonda preadipositler, mezenkimal kök hücreler, endotelyal hücreler, makrofajlar ve düz kas hücreleri bulunur. Etkinliği bir çok rejeneratif tamirde ifade edilen kök hücrelerin in vitro koşullarda kültürleri yapılmaktadır. Kültürde plastiğe yapışabilen kök hücreler iğsi bir morfoloji gösterirler. Kültüre ekilen hücreler özelliklerini koruyarak sayıca çoğalırlar. Hücresel tedavilerde tedavinin etkinliği için yüksek hücre sayısına ulaşmak gerekmektedir. Hücre sayısı artışı ise ancak ilerleyen kültür pasajları ile sağlanabilmektedir. Bununla beraber yağ dokusu kaynaklı mezenkimal kök hücrelerinin spesifik yüzey belirteçlerinde ilerleyen kültür pasajlarında azalma olup/olmadığı düşünülmektedir. Bunun manası kök hücre etkinliğinin azalmasıdır ve bu da tedavinin etkinliğinin azalmasına sebep olabilir. Bu araştırmada ilerleyen kök hücre kültür pasajları sonucu elde edilen kök hücre yüzey belirteçlerinin durumunu immunositokimyasal yöntemlerle ortaya koymaya çalıştık. Çalışmamızda liposuction yöntemiyle alınan insan kaynaklı yağ dokusundan mezenkimal kök hücre elde edildi. Kök hücrelerin kültürleri yapıldı ve ilerleyen 3 pasajda immunositokimyasal olarak yüzey markerları değerlendirildi. Ayrıca embriyonik markerlar açısından da immunositokimyasal olarak boyama yapılarak değerlendirme yapıldı. İlerleyen pasajlarda yüzey markırları açısından anlamlı bir farklılık saptanmadı.Öğe Aeginalı Paul: Bizans döneminde ünlü bir cerrah ve tıp doktoru(2015) Okka, BerrinAeginalı Paul (MS.625-690), Aegina adasında doğmuş ve tıp eğitimini İskenderiye'de almıştır. Hayatı ile ilgili fazla bilgi bulunmayan Paul'un çok fazla seyahat yaptığı bilinmektedir. Yetenekli bir cerrah olan Paul, Bizans doktorlarının en ünlülerinden biri olarak kabul edilmektedir. Zamanının tıp ansiklopedisi olan ve yedi kitaptan oluşan Epitom'u yazmıştır. Kitabının orijinal adı "Epitomes iatrikes biblio hepta" (Latince adıyla "Epitomae medicae libri septem")'dır. Aeginalı Paul, Yunan ve Roma tıbbının korunmasında önemli bir rol oynamıştır. Özellikle cerrahi işlemlerle ilgili olan altıncı kitabının cerrahi tarihi için ayrı bir önemi vardır. Cerrahi ile ilgili olan altıncı kitabında litotomi, herniotomi, parasentez, meme amputasyonu ve trakeostomi gibi cerrahi işlemlerin orijinal anlatımları bulunmaktadır. Paul kitabında, göz ameliyatları, diş çekimi, tonsillektomi ameliyatı, burundan polip alınması gibi diğer bazı cerrahi işlemleri de açıklamıştır. Epitom'un yedinci kitabında sadece ilaçlardan söz edilmektedir. Kitap 600 adet bitki ve 80 adet botanik ol- mayan karışımlardan oluşan bir alfabetik katalogu içermekte ayrıca bu ilaçların farmakolojik özellikleri anlatılmaktadır. Aeginalı Paul, Hipokrat'ın ayak izlerini takip etmiş, görüşlerinde Galen'in yazılarını temel almıştır. Sadece kendi dönemini değil sonraki za- manları da etkilemiştir. Bir tıp ansiklopedisi olan kitabı Epitom ile batı ve doğu tıbbı arasında bir iletişim kurmuş, bilgisini ve pek çok cerrahi deneyimini günümüze kadar taşımıştır.Öğe Ailesel Akdeniz Ateşininin Atak ve Remisyon Dönemlerinde Sitokin Düzeyleri(2015) Köçeroğlu, Ruşen; Şekeroğlu, Mehmet Ramazan; Balahoroğlu, Ragıp; Çokluk, Erdem; Dülger, HalukAmaç: Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA) otozomal resesif bir hastalık olup, periyodik karın ağrısı, ateş ve eklem ağrısına yol açan seröz membranların tekrarlayan inflamatuar ataklarıyla karakterizedir. MEFV genindeki mutasyonların hastalıktan sorumlu olduğu gösterilmişse de hastalığın fizyopatolojisi bilinenden daha karmaşık görünmektedir. Hastalığın patogenezinde çeşitli sitokinlerin de rol oynadığı düşünülmektedir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Van yöresinde AAA tanısı alan çocuklarda hastalığın aktif ve pasif dönemlerinde sitokin düzeylerinin kontrollerle karşılaştırılarak hastalığın gelişiminde sitokinlerin rolünün değerlendirilmesi amaçlandı. Bu amaçla 5-15 yaşlarında 157 hasta çalışmaya alındı. Hastalar klinik bulgularına göre aktif (n=81) ve pasif (n=76) grup olarak ikiye ayrıldı. Ayrıca kontrol grubu olarak 30 çocuk çalışmaya alındı. Hasta ve kontrol gruplarında IL-1?, IL-6, IL-8, IL-10, TNF-? ve CRP düzeyleri ölçüldü. Bulgular: IL-1? seviyeleri aktif grupta kontrol grubundan yüksek bulunurken, IL-8, TNF-? ve CRP seviyeleri hem aktif hem de pasif grupta kontrollerden daha yüksekti (p<0,05). IL-6 seviyeleri ise hem aktif hem de pasif grupta kontrol grubundan yüksekken aynı zamanda aktif grubun seviyesi pasif gruptan da anlamlı olarak daha yüksekti (p<0,001). Sonuç: Bu çalışmanın sonucunda, başta IL-6 olmak üzere IL-8, TNF-? ve CRP düzeylerinin akut atak tanısı ve tedaviye yanıtın izlenmesinde kullanılabileceğini düşündürmektedir. Yine pasif dönemde artmış sitokin düzeyleri bu hastalarda subklinik inflamasyonun devam ettiği görüşünü desteklemektedir.Öğe Akciğer hastalıklarında serum ile plevral sıvıda IGF ve IGFBP seviyeleri(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2001) Gederet, Yavuz Turgut; Tiftik, Ali MuhtarIGF' 1er GH' un periferik etkilerine aracılık eden polipeptid yapıda proteinlerdir. IGF' 1er özellikle hücre proliferasyonunda ve farklılaşmasında GH' a aracılık ederler. Malignitede ki etkilerini araştırmak amacıyla S.Ü.T.F. Göğüs ustalıkları ABD' ye müracaat eden ve akciğer kanseri, tüberküloz plörezi, nonspesifik plörezi tanısı alan toplam 60 hasta çalışmaya dahil edildi. Akciğer kanserli grupta 20 (6K,14E), tüberküloz plörezi20(10K,10E), nonspesifik plörezili grupta ise 20(10K,10E) hasta bulunmaktaydı. Akciğer kanserli hasta grubunda serum IGF-I, IGF-II, IGFBP-I, IGFBP-II, insülin, C-peptid ve GH değerleri sırasıyla 46,88 ±21,57 ng/ml, 456,04 ± 79,36 ng/ml, 39,74 ± 11,68 ng/ml, 40,21 ± 10,55 ng/ml, 15,92 ± 6,02 ulU/ml, 3,75 ± 1,91 ng/ml, 0,6 ± 0,35 ng/ml, tüberküloz plörezili grupta serum IGF-I, IGF-II, IGFBP-I, IGFBP-II, insülin, C-peptid ve GH değerleri sırasıyla 80,67 ± 35,82 ng/ml, 388,72 ± 124,65 ng/ml, 21,70 ± 1 1,52 ng/ml, 33,10 ± 15,99 ng/ml, 1 1,31 ± 3,77 ulU/ml, 6,17 ± 2,28 ng/ml, 0,97 ± 0,55 ng/ml, nonspesifik plörezili grupta serum IGFI, IGF-II, IGFBP-I, IGFBP-II, insülin, C- peptid ve GH değerleri ise sırasıyla 37,15 ± 15,34 ng/ml, 167,30 ± 55,89 ng/ml, 35,96 ± 13,93 ng/ml, 35,19 ± 10,09 ng/ml, 5,09 ± 2,76 ulU/ml, 5,21 ± 1,98 ng/ml, 0,92 ± 0,60 ng/ml olarak bulundu. Akciğer kanserli hasta grubunda plevral sıvıda IGFI, IGF-II, IGFBP-I, IGFBP-II, insülin, C-peptid ve GH değerleri sırasıyla 70,51 ± 12,29 ng/ml, 240,79 ± 44,45 ng/ml, 8,74 ± 2,59 ng/ml, 33,01 ± 8,95 ng/ml, 6,65 ± 2,54 ulU/ml, 5,79 ± 2,84 ng/ml, 0,51 ± 0,47 ng/ml, tüberküloz plörezili grubun plevral sıvıda ki IGFI, IGF-II, IGFBP-I, IGFBP-II, insülin, C-peptid ve GH değerleri sırasıyla 98,36 ± 36,66 ng/ml, 192,47 ± 45,59 ng/ml, 36,80 ± 14,76 ng/ml, 20,24 ± 6,02 ng/ml, 6,32 ± 2,12 ulU/ml, 6,23 ± 1,80 ng/ml, 0,82 ± 0,51 ng/ml, nonspesifik plörezili grupta plevral sıvı IGFI, IGF-II, IGFBP-I, IGFBP-II, insülin, C-peptid ve GH değerleri ise sırasıyla 33,39 ± 9,29 ng/ml, 66,42 ± 18,86 ng/ml, 44,59 ± 13,82 ng/ml, 8,06 ± 2,44 ng/ml, 7,13 ± 2,08 ulU/ml, 5,94 ± 2,67 ng/ml, 0,46 ± 0,29 ng/ml olarak bulundu. 53IGF-I serum ve plevra sıvısı değerleri malign grupta diğer gruplara göre anlamlı şekilde düşük bulundu. Serum IGFBP-I ve IGFBP-II malign grupta yüksek iken plevral sıvıda IGFBP-I düşük IGFBP-II ise yüksek bulundu. Malign grupta serum IGF-II seviyesindeki yükseklik istatistiksel açıdan anlamlı değilken plevral sıvıdaki IGF-II düzeylerinin artışı istatistiksel açıdan anlamlı bulundu(p<0,01).Öğe Akut apandisitte Ca125, CA19.9 ve karsinoembriyonik antijenden oluşan tümör belirteçlerinin rolü(2015) Kurban, Sevil; Köksal, HandeBu çalışmada, CA125, CA19.9 ve karsinoembriyonik antijen (CEA) gibi tümor belirteçlerinin serum değerlerinin akut apandisit (AA) tanısında herhangi bir değerinin olup olmadığı araştırıldı. Gereç ve yöntem: Akut apandisit tanısı ile ameliyat edilmiş 74 hasta ile 30 sağlıklı kişi bu çalışmaya dahil edildi. Histopatolojik inceleme sonrasında hastalar: akut fokal apandisit (AFA), süpüratif, flegmenöz ve gangrenöz apandisiti içeren ilerlemiş akut apandisit (AİA) ve akut perfore apandisit (APA) olarak sınıflandırıldı. Tümör belirteçleri için kan örnekleri ameliyat öncesi dönemde alındı. Bulgular: Hastaların ve kontrol grubunun CA125, CA19.9 ve CEA düzeyleri sırasıyla 13,349,26 ve 13,338,73; 20,1529,63 ve 12,7517,6; 1,330.97 and 1,120,57 idi. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. CEA düzeyleri hem hastalarda hem de kontrol grubunda normal sınırlar içerisindeydi. Serum Ca125 düzeyi; 74 hastanın 3'ünde, 30 sağlıklı kişinin 1'inde; serum CA19.9 düzeyi ise hastaların 15'inde, sağlıklı kişilerin 2'sinde yüksekti. Ancak bu aradaki farklar istatistiksel olarak anlamlı değildi. CA125, CA19.9 ve CEA düzeyleri lökosit sayısı, nötrofil oranı, semptomların süresi ve patolojik alt gruplara göre değerlendirildiğinde ise CA 19.9 seviyesi semptom süresi 24 saat olan hastalarda; 24 saat olanlara göre ve histopatolojik olarak AFA tanısı alanlarda APA tanısı alanlara göre daha yüksek bulundu. Sonuç: AFA ve semptom süresi 24 saat olan hastalarda serum CA 19.9 düzeyleri yüksek olmasına karşın, AA tanısında hala hikaye ve fizik muayenenin ana tanı yöntemi olduğu kanısına vardıkÖğe Akut viral hepatitlilerde interferon tedavisi görmüş kronik viral hepatitlilerde oksidatif stresin araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1999) Dikici, İsmail; Akkuş, İdrisAKUT HEPATİTLİLERLE INTERFERON TEDAVİSİ GÖRMÜŞ KRONİK VİRAL HEPATİTLİLİRDE OKSİDATİF STRESİN ARAŞTIRILMASI Akut ve kronik viral hepatitlilerdeki oksidatif stres ile kronik viral hepatilitlerde interferon tedavisinin oksidatif stres üzerine olan etkisini göstermek amacıyla, Konya ve çevresinde yaşayan 15-54 yaşları arasında 23 (8K,15E) akut viral hepatit, 16-61yaşlan arasında 25 (9K,16E) kronik viral hepatit ve 15-58 yaşları arasında 23 (11K,12E) sağlıklı kontrol vakalarında plazma MDA, konjuge dien, p-karoten, tam kan GSH, serum ALT, AST, total bilirubin (TB) ve direk bilirubin (DB) düzeyleri ölçüldü. Bu parametrelere kronik hepatitlilerde tedavi öncesi ve sonrası bakıldı. MDA, konjuge dien, GSH, P-karoten, ALT, AST, TB ve DB değerleri kontrol vakalarında sırası ile 3.46 ± 0.64 nmol/ml, 112.5 ± 39.8 nmol/ml, 6.06 ± 0.84 umol/gr.Hb, 134.4 ± 29.5 ugr/dl, 20 ± 8 U/L, 18 ± 7 U/L, 0.58 ± 0.22 mg/dl ve 0.22 ± 0.02 mg/dl, olarak akut hepatit hastalarında 5.47 ± 0.88 nmol/ml, 475.6 ± 297.9 nmol/ml, 3.78 ± 1.26 umol/gr.Hb, 71.8 ± 16.2 ugr/dl, 1391 + 714 U/L, 1188 ± 779 U/L, 8.40 ± 4.35 mg/dl, 5.47 ±3.31 mg/dl, olarak, kronik hepatitlilerde tedavi öncesi 4.74 ± 0.63 nmol/ml, 275.6 ± 216.3 nmol/ml, 3.73 ±1.89 umol/gr.Hb, 105.0 ± 46.5 ugr/dl, 157 ± 100 U/L, 102 ± 63 U/L, 0.69 ± 0.24 mg/dl, 0.31 ± 0.12 mg/dl, olarak ve tedavi sonrası 3.72 ± 0.81 nmol/ml, 130.1 ± 34.9 nmol/ml, 5.50 ± 1.39 umol/gr.Hb, 125.8 ± 32.7 ugr/dl, 41 ± 21 U/L, 36 ± 15 U/L, 0.3 ± 0.02 mg/dl ve 0.17 ± 0.02 mg/dl olarak ölçüldü. Sonuçlar ortalama ± standart sapma olarak gösterildi. Bu bulgulardan, akut ve tedavi öncesi kronik viral hepatitlilerde lipid peroksidasyon ürünleri olan MDA ve konjuge dienin pazma düzeyleri ile serum DB seviyesi ve aminotransferaz aktivitelerinin kontrol grubuna göre oldukça anlamlı yüksek (p<0.001), antioksidan savunmanın elamanlarından olan GSH ve beta-karoten düzeylerinin ise kontrol grubuna göre anlamlı derecede (p<0.001) düşük olduğu görülmüştür. Yine, akut viral hepatitte MDA, konjuge dien, ALT,AST ve bilirubin seviyeleri, kronik viral hepatite göre oldukça anlamlı derecede (p<0.01) yüksek bulunurken, GSH düzeyleri arasında istatistiki olarak anlamlı bir fark görülmemiştir (p>0.05). Beta karoten değerleri ise, akut viral hepatitte kronik viral hepatite göre daha düşüktür (pO.01). Kronik viral hepatit grubunda, IFN-a tedavisine başlanmadan önce ve sonrası MDA ile konjuge dien seviyeleri tedavi öncesine göre anlamlı derecede düşük bulunurken, GSH ve P-karoten değerleri ise anlamlı derecede yüksek bulundu. Aminotransferaz aktiviteleri ile bilirubin düzeyleri ise tedavi öncesine göre, tedavi sonrasında anlamlı derecede düşük bulunmuştur. Sonuç olarak, akut ve kronik viral hepatitte oksidatif stres artmaktadır. Kronik viral hepatitte interferon tedavisi sonucunda ise oksidatif streste azalma meydana gelmektedir.Öğe Allerjik hastalıklar ve solaklık arasındaki ilişki(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1998) Bilgili, Tülin; Çalışkan, SadettinAllerjik bronşial astma, allerjik rinit, ürtiker, egzema vb. allerjik hastalığı bulunan 129 kişi ve allerjik hastalığı bulunmayan 51 kişi üzerinde yapılan bu çalışmada; hasta ve kontrol grubunun el tercihleri,-Oldfield'in Edinburg el tercihi anketi ile belirlendi. Hasta gruptan 41 kişiye ve kontrol grubunun tamamına (peg moving) çivi takma testi uygulandı, el kavrama kuvvetleri ölçüldü. Bu testlerin sonuçları, hasta grubun serum total IgE (IU/ml) ve eozinofil sayısı (mm3 kanda) değerleri istatistik yönden incelendi. El tercihi gruplarına dağılımın literatür bulgularıyla uyumlu olduğu görüldü. Geschwind skorlarının sağa yığılma gösterdiği ve dağılımın J şeklinde olduğu tesbit edildi. Hasta ve kontrol grubu arasında, lateralite gruplarına dağılım açısından anlamlı fark bulunmadı. Erkek ve kadınlar arasında da el tercihi gruplarına dağılım açısından anlamlı fark olmadığı görüldü. Çivi takma süresi ve el kavrama kuvveti ile Geschwind skorları arasında korelasyon olduğu görüldü. Hasta ve kontrol grubu arasında sol-sağ çivi takma süresi ve sağ-sol el kavrama kuvveti açısından anlamlı bir fark saptanmadı. Ailesel allerji ve ailesel solaklığın hasta grupta anlamlı olarak fazla olduğu tesbit edildi. Ayrıca ailesel solaklığı bulunan grupta Geschwind skorlarının sola kaydığı görüldü.Öğe Alüminyum endüstrisinde çalışan işçilerde solunum fonksiyon testleri(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1995) Şan, Lütfiye Nur; Uysal, HüseyinBu çalışma, 1994 yılı Haziran ve Ağustos aylarında, Konya Seydişehir alüminyum fabrikasında çalışan yaşları 24-48 arasında değişen 55 erkek işçi ve alüminyum tozundan uzakta ı Konya' da) yaşayan değişik meslek gruplarından yaşları 25-46 arasında değişen 30 sağlıklı erkek birey üzerinde gerçekleştirildi. Araştırmaya katılan işçilerin 38' i elektroliz bölümünde, 17' si aynı fabrikanın farklı bölümlerinde çalışmaktaydı. Çalışmanın amacı, alüminyum fabrikasında çalışan ve alüminyum tozuna maruz kalan işçilerin serum Al düzeyleri ile solunumsal parametreler (FVC, FEV1, FEV1 / FVC, FEF 25-75, PEF. MVV, RV, TLC, DLCO, DLCO / VA ) arasındaki ilişkiyi araştırmaktı. Yapılan çalışmada, alüminyum fabrikasının, elektroliz ünitesinde ve diğer bölümlerinde çalışan işçilerin serum Al düzeylerinin, kontrol grubunun serum Al düzeylerinden daha yüksek olduğu belirlendi (p < 0.001). Elektroliz bölümünde çalışan işçilerin serum Al düzeyleri, diğer bölümlerde çalışan işçilerin serum Al değerlerine göre daha yüksek bulundu (p < 0.001). Solunumsal parametrelerden FVC, FEV, FEV1 / FVC, FEF 25-75 PEF, MVV, RV, TLC, DLCO, / VA parametreleri, ayrı ayrı kontrol grubu ile elektroliz grubu, kontrol grubu ile diğer bölümlerde çalışan grup ve tüm araştırma grubu ile kontrol grubu arasında t testi yapılarak değerlendirildiğinde p < 0.001 seviyesinde anlamlı bulundu. RV ile ilgili değerler ise aynı gruplarda değerlendirildiğinde p < 0.01 seviyesinde anlamlı bulundu. Serum Al düzeyi ile çalışma süresi arasında pozitif anlamlı bir ilişki bulunurken f p < 0.001), serum alüminyumu ve çalışma süresi ile FVC, FEV1, FEV1 / FVC, FEF 25-75, PEF, MVV,'TLC, DLCO, DLCO / VA değerleri arasında negatif anlamlı bir ilişki bulundu (p < 0.001). Ayrıca serum Al düzeyi ile RV arasında p < 0.01 seviyesinde, çalışma süresi ile RV arasında p<0.05 seviyesinde negatif anlamlı bir ilişki bulundu. Serum alüminyum düzeyi yükseldikçe, solunumsal parametrelerin azalmakta olduğu tespit edildi. Kullanılan sigara ile SFT bozuklukları arasındaki ilişki, her grup için istatistiksel olarak önemsiz bulundu.56 Yapılan çalışmada, fabrikada çalışıp, çalışma ortamında alüminyum tozuna maruz kalan işçilerin serum alüminyum düzeyleri ve SFT' leri değerlendirilerek alüminyumun akciğer fonksiyonlarını olumsuz yönde etkilemiş olduğu sonucuna varıldı. Elde edilen bu bilgiler ışığında, alüminyum tozunun solunum sistemine olan toksisitesinin değerlendirilmesi açısından, fabrika çalışanlarının belli periyodlarla SFT' leri yapılarak akciğer fonksiyonları yönünden takip edilmesinde yarar görülmektedir.Öğe Anaerop bakterilerin tanımlanmasında çeşitli yöntemlerin karşılaştırılması ve bazı antibiyotiklere karşı duyarlılıkların araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Uğraklı, Selin; Doğan, MetinBu çalışmada hastanemizin değişik kliniklerinden anaerop enfeksiyon şüphesiyle laboratuvara kabul edilen klinik örneklerde anaerop bakterilerin izolasyonu, çeşitli yöntemlerle tanımlanması ve antibiyotik duyarlılık profillerinin belirlenmesi hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi, Merkez Mikrobiyoloji laboratuvarına anaerop enfeksiyon şüphesi ile kabul edilen 197 klinik örnek çalışmaya dahil edilmiştir. Numunelerin hem aerop hem de anaerop ortam şartlarında ekimi yapılmıştır. Anaerop kültür için numunelerin %5 defibrine koyun kanı ve vitamin K1 eklenmiş Scheadler besiyeri ve tiyoglikolatlı besiyerine ekimi yapılmıştır. Kan örnekleri Bactec Plus Anaerobic F şişelerine inoküle edilmiş ve otomatize sistemde inkübe edilmştir. İzole edilen anaerop bakteriler konvansiyonel yöntemler, AnIdent Discs testleri, API 20A ve VITEK 2 ANC testleri kullanılarak identifiye edilmiştir. İzolatların penisilin G, sefoksitin, klindamisin, metronidazol, piperasilin / tazobaktam, imipenem, seftolozan / tazobaktam duyarlılıkları gradient difüzyon test metodu ile belirlenmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan 197 klinik örnekten 46 anaerop bakteri izole edilmiştir. Bu çalışmada soyutlanan 46 anaerop izolatın %69.6' sını Gram pozitif anaeroplar, %30,4 ünü Gram negatif anaerop bakteriler oluşturmaktaydı. Gram negatif anaeroplardan en fazla Prevotella spp. (7) ve B. fragilis grup (5) izole edilmiştir. Gram pozitif anaeroplardan ise en sık Clostridium spp. (n=9) ve Peptostreptococcus spp. (n=8) izole edilmiştir. İzolatların 43'ünde her iki sistemden en az biri ile identifikasyon sağlanmıştır. API 20A ile VITEK 2 ANC arası cins düzeyinde uyumluluk 35/44 (%79.5) oranında saptanırken; tür düzeyinde uyum %43.2 (19/44) olarak tespit edilmiştir. En yüksek direnç penisiline (%38.6) karşı bulunurken; sefoksitin, klindamisin, metronidazol, piperasilin/ tazobaktam ve imipenem duyarlılık oranları ise sırasıyla %93.2; % 65.9; % 84.1; % 93.2 ve %100 olarak bulunmuştur. Seftolozan tazobaktamın MİK değerinin bakteri türüne göre geniş bir aralıkta (0.032-12 mg /L) değişim gösterdiği tespit edilmiştir. MİK50 değeri 2 mg / L olarak bulunmuştur. Sonuç: Bu çalışmada API 20A panel ve VITEK 2 ANC yarı otomatize ticari sistemlerinin anaerop bakteri identifikasyonu konusundaki performansları ve konvansiyonel yöntemlerle uyumunun değerlendirilmesi hedeflenmiştir. API 20A'nın Gram negatif anaerop basillerin tanımlanmasında VITEK 2 ANC karta göre konvansiyonel yöntemlerle daha fazla uyum gösterdiği tespit edilmiştir. Öte yandan Vitek 2 ANC yarı otomatize sistemi ise rutin laboratuvar iş akışı içinde uygulayabilme ve pratiklik imkanları sağlamaktadır. Çalışmamızda yüksek oranda penisilin ve klindamisin direnci görüldüğünden ampirik tedavide bu antibiyotikler tercih edilmemelidir. Sonuçlarımıza göre sefoksitin ve metranidazol ampirik tedavide tercih edilebilir ancak antibiyotik duyarlılık testlerinin yapılması daha uygun olacaktır. Bu çalışmada yeni antibiyotiklerden seftolozan tazobaktamın anaerop bakteriler üzerindeki etkinliğinin saptanması hedeflenmiştir. Seftolozan tazobaktamın MİK değerinin bakteri türlerine göre değişkenlik göstermesi sebebiyle; bu antibiyotiğin anaerop bakteriler üzerindeki etkisini belirleyebilmek için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.Öğe Anjiografi ile teşhis edilen koroner arter hastalarında eritrosit zarı lipid peroksidasyonu ve antioksidan savunma sistemlerinin araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1995) Sağlam, Nesrin Irmak; Çağlayan, OsmanBu çalışma, koroner anjiografi ile koroner arter hastası veya sağlıklı olarak ayırd edilen toplam 77 vaka üzerinde gerçekleştirildi. Anjiografide damar tıkanıklık derecesi %50 ve üzeri olanlar hasta, bu değerden küçük olanlar ise sağlıklı olarak kabul edildi. Koroner arter hastaları 41-77 yaşları arasında 42 kişi (31 erkek, 11 kadın), kontrol vakaları ise 40-69 yaşları arasında 35 kişi (21 erkek, 14 kadın) idi. Vakalarda, eritrosit zarı lipid peroksidasyonu, eritrosit SOD, GSH-PX enzim aktiviteleri ile serum E vitamini, C vitamini, TK, HDL ve LDL seviyeleri araştırıldı. Ayrıca HDL / TK ve LDL / HDL oranları hesaplandı. Kontrol grubunda lipid peroksidasyonu (TBARS) 1,719±0,709 nM / 10io eritrosit, GSH-PX 69,29±14,74 U / gHb, SOD 0,871±0,232 U / mgHb, E vitamini 463,44±1 97,83 u,g / di ve C vitamini 1,187±0,531 mg / di, KAH grubunda lipid peroksidasyonu (TBARS) 2,471±1.023 nM / 10io eritrosit, GSH-PX 49,57±21,52 U / gHb, SOD 0,732± 0,152 U / mgHb, E vitamini 343, 28±145,79 u,g /di ve C vitamini 0.876±0,468 mg / di olarak bulundu. Bu bulgulara göre hasta grubuna ait eritrosit zarı lipid peroksidasyonu kontrol grubuna göre, istatistik! açıdan önemli oranda yüksek (p<0.005), GSH-PX, SOD aktiviteleri ile serum E ve C vitamini düzeyleri anlamlı derecede düşük bulundu (p<0.001, p<0.005, p<0.005, p<0.01). HDL / TK oranı hasta grubunda anlamlı olarak düşük, LDL / HDL oranı da anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.01, p<0.05). Çalışılan parametrelerden; kontrol grubunda SOD ile HDL (r=0.39, p<0.05) KAH grubunda ise GSH-PX ile SOD, E vitamini, TK ve LDL / HDL ve lipid peroksidasyonu ile TK arasında anlamlı pozitif korelasyon bulunurken ( sırasıyla r=0.44 p<0.02, r=0.55 p<0.002, r=0.37 p<0.05, r=0.35 p<0.05, r=0.16 p<0.05), yine KAH grubunda GSH-PX ile LDL arasında negatif korelasyon bulundu69 (r=-0.45 p<0.02). Bu korelasyonlar, antioksidan maddelerin diğer risk faktörleriyle ilişkili olduğunu göstermektedir. Ayrıca koroner arter hastalığında eritrositlerin serbest radikallerden önemli oranda etkilendikleri anlaşılmaktadır. Sonuç olarak, KAH grubunda görülen eritrosit lipid peroksidasyonundaki artışın ve antioksidan savunma sistemlerindeki yetersizliğin hastalığın sebebi mi yoksa sonucu mu olduğunun ve bu oksidasyonla antioksidan sistemlerdeki yetersizliği engelleyici metodların araştırılmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz.Öğe Anjiografi ile teşhis edilen koroner arter hastalarında serum lipid, lipoprotein ve apolipoprotein seviyelerinin araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1994) Koçyiğit, Abdurrahim; Akkuş, İdrisINVESTIGATION OF SERUM LEVELS OF LIPIDS, LIPOPROTEINS AND APOLIPOPROTEINS IN ANGIOGRAPHICALLY ASSESSED CORONARY ARTERY DISEASE In the present study serum total cholesterol (TC), trigliseride (TG), phospholipids (PL), low densty lipoprotein- cholesterol (LDL-C), high densty lipoprotein-cholesterol ( HDL-C), HDL2-C, HDL3-C, total free cholesterol (T-FC), HDL-free cholesterol (HDL-FC), HDL3-FC, apolipoprotein A-l (Apo A-l), apolipoprotein B (Apo B) and lipoprotein (a) (Lp (a)) levels of totally 108 subjects were determined as control or patients with coronary artery disease according to angiography. Of the subjects 47 were women between 45-72 years of age and 61 were men between 31-73 years of age. Subjects were grouped as follows: female patients group, male patient group, all patients with coronary artery disease (CAD), single, double and triple vessel disease groups. In the female group Lp(a), Apo B, T-FC levels and Apo B/ Apo A-l ratio of the patients were significantly higher than those of controls while HDL2-K level and HDL2-C/HDL3-C and HDL2-C/HDL-C ratios were decreased. There was no significant difference between TG, Apo A-l, PL, HDL-C, LDL-C, and HDL3-FC levels and HDL-C/TC ratio of both groups. In the male group Lp(a), and TC levels and Apo B/Apo A-l and LDL-C/HDL- C ratios were significantly higher than those of controls. HDL2-C, HDL-C and Apo A-l levels and HDL2-C/HDL-C, HDL2-C/HDL3-C and HDL-C/TC ratios were lower. There was no signifiant difference between Apo B, TG, PL, LDL-C, HDb-C, T-FC, HDL-FC and HDL3-FC levels of both groups. Lp(a) and TC levels and LDL-C/HDL-C ratio of single dauble and triple vessel groups were significantly higher compared to those of controls. HDL2-C68 level and HDL2-C/HDL-C and HDL2-C/ HDb-C ratios were lower. Apo A-l and HOL-C levels of triple vessel group were significantly lower those that of controls. Apo B and LOL-C were significantly increased and HDL-C/TC decreased in double and triple vessel groups. There was no significant difference between the other parameters of vessel groups and controls. Regardles to their sexes, Lp(a) LDL-C, Apo B and TC levels and LDL- C/HDL-C ratio of all patients with CAD were significantly higher than those of controls and HDL2-C/HDL3-C, HDL2-C/HDL-C and HDL-C/TC ratios were lower. There was no significant difference between the other parameters of both groups. No correlation was found between Lp(a) and the other parameters levels of both controls and patients. There was a negative correlation between TG and HDL-C levels of patients. From these findings, Lp(a) was concluded to be an independent risk factor and TG was significant together with low levels of HDL-C On the other hand, a negative correlation was found between body mass index ( BMI) and Apo A-l levels in both controls and patients. Also, in the patient group TC, HDL-C levels were positively and BMI was negatively correleted with age.Öğe Antibiyotikle ilişkili ishal olgularında Clostridium difficile' nin araştırılması(2010) Gündem, Nadire Seval; Özdemir, MehmetSelçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi hastanesinde yatan, antibiyotiğe bağlı ishal düşünülen hastalarda C.difficile varlığı araştırılarak, risk faktörlerinin ve epidemiyolojisinin belirlenmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Mart 2009-Mayıs 2010 tarihleri arasında, çeşitli kliniklerde yatan, son 3 hafta içinde antibiyotik kullanan, antibiyotiğe bağlı ishal düşünülen 250 hastanın gaita örneği makroskopik ve mikroskopik olarak incelendi. ELISA yöntemiyle C.difficile toksin A-B varlığı araştırıldı ve pozitif bulunan örnekler CCFA besiyerine ekildi. Ekimleri yapılan örnekler hemen jara yerleştirilerek anaerop ortam sağlandı ve 37oC'de 48 saat inkübe edildi. CCFA besiyeri, C.difficile'ye özgü 2-5 mm çapında, kenarları yuvarlak, sarı-yeşilimsi kolonilerin varlığı açısından değerlendirildi. Bu kolonilerden Gram boyama yapıldı. Gram pozitif terminal ve subterminal sporlu basiller görüldü. API 20A paneli kullanılarak bakterinin biyokimyasal özellikleri araştırılarak tanı konuldu.Bulgular: Toplam 250 gaita örneğinin 10 (%4)'unda toksin A-B pozitif olarak saptandı. Bakterilerin oksijene maruziyeti sonucunda 10 suşun 4'ünde üreme görülmedi. Pozitif bulunan 10 hastanın 8'i (%80) erkek, 2'si (%20) kadındır. Bu hastalara ait gaita örneklerinin 4'ü (%40) pediatrik kliniklerden, 3'ü (%30) dahili kliniklerden, 3'ü (%30) yoğun bakım ünitelerinden gönderilmiştir. Toksin A-B pozitif bulunan 10 hastanın 4'ü 0-4, 1'i 10-24, 1'i 25-44, 1'i 45-64 yaş grubunda ve 3 hasta da 65 yaş üstündedir. Pozitif bulunan hastalardan 3'ü immün yetmezlik, 2'si malignite, 1'i pnömoni, 1'i gastroenterit, 1'i sepsis, 1'i menenjit, 1'i C.difficile ile ilişkili hastalık tanısı almıştır. Bu hastaların en sık kullandığı antibiyotiğin 3. kuşak sefalosporinler olduğu; bunu meropenem, amikasin, teikoplanin, netilmisin ve tigesiklin gibi antibiyotiklerin izlediği saptanmıştır.Sonuç: Günümüzde C.difficile ile ilişkili hastalık geniş spektrumlu antibiyotiklerin yaygın ve uygunsuz biçimde kullanıldığı hastanede yatan hastalarda önemli bir sağlık sorunu oluşturmaktadır. Klinik mikrobiyoloji laboratuvarlarında bu mikroorganizmayı saptayan tetkiklerin rutin tanı testleri arasında yer almaları gereklidir. Hastanelerde C.difficile ile ilişkili hastalık oranını azaltmanın başlıca yolu akılcı antibiyotik kullanımı ve infeksiyon kontrol önlemlerine gereken önemin verilmesidir.Anahtar kelimeler: Clostridium difficile, antibiyotikle ilişkili ishal, toksin A-BÖğe Assessment of Data Regarding Thalassemias and Hemoglobin Variants From a Tertiary Referral Hospital Laboratory in Turkey(2017) Özer, Nejla; Uysal, Saliha; Güngören, Merve Sibel; Aköz, Mehmet; Balcı, TevfikAmaç: Hemoglobinopatiler, globin fonksiyonlarını bozan bir grup hastalıktır. HPLC, hemoglobinopati taramalarında tüm dünyada en sık kullanılan tekniktir. Çalışmada, Türkiye'de bir üçüncü basamak hastane laboratuvarında 3 yıllık retrospektif hemoglobinopati sıklığı değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Üniversite hastanemize başvuran 2461 hastanın 3 yıllık laboratuvar ve hastane kayıtları incelenmiştir. Hemoglobinopati taramasında Tosoh G8 HPLC cihazı kullanılmıştır Bulgular: HbA2%3,5 olan 668, %3,5HbA2%4 olan 19 sonuç saptanmıştır.19 sonuçtan 10'u betatalasemi minör olarak kabul edilmiştir. HbA2 %4 olan 649 sonuç vardır ve sonculara göre 602 hasta beta-talassemi minör olarak kabul edilmiştir. HbA2 düzeylerine göre, hastaların %25'i beta-talasemi minör olarak değerlendirilmiştir. HbF%2 olan 391 hasta saptanmış ve HbA2%3,5 olan 138 kayıt ayrıntılı incelemeye alınmıştır. Varyant analizi veri kümesi, 53 hasta içermektedir. HbA2%3,5 ve HbF%2 olan, varyant pikleri mevcut kayıtlar incelenmiş ve 28 vaka saptanmıştır. En sık görülen Hb varyantları sırasıyla HbH, HbS, HbD, HbC, HbE ve HbO-Arab'dır. Sonuç: Çalışmada en sık varyantlar sırasıyla HbH, HbAS, HbAD, HbAC, HbAE ve HbO-Arab olarak bulunmuştur. Beta talasemi minör sıklığı ülkemizin gelen popülasyonundan yüksek olarak %25 bulunmuştur. Özellikle hematolojik malignensiler, herediter sferositoz ve demir eksikliği anemisi gibi eşlik eden durumlar hemoglobinopati değerlendirmesinde akılda tutulmalıdır.Öğe Association Between Fasting Plasma Glucose and Routine Coagulation Tests(2013) Kural, Alev; Seval, Hatice; Toker, Aysun; Turkal, Rana; Koldaş, MacitObjective: The main goal of this study was to determine relationship between activated partial thromboplastin time (APTT), prothrombin time (PT), fibrinogen levels and fasting plasma glucose levels (FPG). Methods: In 5602 patients APTT, PT, fibrinogen and FPG levels were measured by routine methods. Patients were divided into three groups according to their FPG levels (euglycemic, impaired fasting glucose group (IFG) and diabetic group). Results: We found significantly shorter APTT values and increased fibrinogen levels in both diabetic group and IFG group when compared with the euglycemic group. Conclusion: Shortened APTT and increased fibrinogen levels in both diabetic group and IFG group could be a useful marker for evaluation of hemostatic state.Öğe Astımı olmayan obez olan ve olmayan çocuklarda egzersizle oluşan bronkospazm(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1996) Ataş, Şerife; Gökbel, HakkıBu çalışmada, astımı olmayan obez çocuklarda egzersizle oluşan bronkospazmın (EIB) derecesi ve sıklığının normal ağırlıktaki çocuklarla karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya yaşlan 11-15 arasında değişen, astım veya başka allerjik hastalığı olmayan 24 obez ve 26 kontrol olmak üzere toplam 50 erkek çocuk katıldı. Çocuklara önce istirahat solunum fonksiyon testleri (SFT) yapıldı. Bisiklet ergometresinde maksimum kalp hızının %85'ine ulaşacak şekilde 8 dakikalık egzersiz testi uygulandı. Egzersizin bitiminden 5 ve 15 dakika sonra SFT tekrarlandı. Elde edilen SFT değerleri, istirahat değerleri ile karşılaştırılarak azalma yüzdeleri hesaplandı. Obezlerde egzersiz sonrası 5. ve 15. dakikalarda FVC, FEVı/FVC, FEF25-75% ve PEFR değerlerinde meydana gelen azalmaların anlamlı olduğu; kontrol grubunda ise 5. dakikadaki FE Vı/FVC azalması dışında anlamlı değişiklik olmadığı tespit edildi. EIB oluşan vaka sayısı yönünden obezlerle kontrol grubu arasında fark bulunmazken egzersiz sonrası FVC, FEVı/FVC, FEF25-75% ve PEFR değerlerinde azalmanın obez grupta daha fazla olduğu görüldü. Obezite parametrelerinden BMI, subskapular deri kıvrım kalınlığı ve biseps deri kıvrım kalınlığının, egzersiz sonrası SFT değişiklikleri ile ters yönde anlamlı korelasyon gösterdiği tespit edildi (p<0.05). EIB'ın derecesi ve sıklığının, obez çocuklarda daha fazla olduğu, egzersiz sonrası SFT değişikliklerinin BMI ve deri kıvrım kalınlığı ile ilişkili olduğu, bu nedenle astımı olmayan genç populasyonda, özellikle obez çocuklarda EIB teşhisi ve tedavisinin egzersize tahammül gücünü, performansı ve sportif faaliyetlere katılımları düzeltebileceği düşünüldü.Öğe Baskın El ile Baskın Olmayan El Medyan Sinir Dallarının Uyarılabilirlik Özelliklerinin Karşılaştırılması(2018) Tuncer, Seçkin; Burat, İlksen; Dalkılıç, NizamettinAmaç: Eşik izleme “threshold tracking” yöntemi sinir uyarılabilirlik özelliklerinin detaylı olarakbelirlenmesini sağlaması nedeniyle son yıllarda sıklıkla tercih edilmektedir. Yapmış olduğumuzçalışma ile bu non-invazif yöntem kullanılarak temel ve klinik çalışmalara bir altyapı oluşturmak içinsağ eli baskın gönüllülerin her iki elinin medyan sinirinin uyardığı baş, orta ve işaret parmaklarınuyarılabilirlik özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Aynı zamanda, sağ ve sol el parmaklarıarasındaki olası uyarılabilirlik farklılıkları da karşılaştırmalı olarak araştırılmıştır.Gereç ve Yöntemler: Çalışmada, eşik izleme yöntemi protokolleri sağ el baskın 21 sağlıklı gönüllüdeneğe uygulanmıştır. Uyarılabilirlik ölçümlerini gerçekleştirmek amacıyla medyan sinir el bileğindenuyarılarak, halka biçimindeki kayıt elektrotları ile sağ ve sol el baş, işaret ve orta parmaklarındanbileşik sinir aksiyon potansiyelleri kaydedilmiştir. Her bir deneyde, eşik izleme protokollerine ait eşikelektrotonus, toparlanma döngüsü, eşik akım uyaran-yanıt ilişkisi ve eşik yük-uyaran süresi ilişkisiverileri toplanmıştır.Bulgular: Şiddet süre zaman sabiti, 2. ms’deki refraktörlük (%), dinlenim akım-voltaj eğimi, reobazve maksimal yanıtın %50’sini elde etmek için gerekli uyaran şiddeti ortalamaları karşılaştırılmış, sağve sol el parmakları arasında fark görülmemiştir (p0,05). Uyaran-yanıt, şiddet-süre ilişkisi, % 40 eşikelektrotonus, akım-eşik ilişkisi ve toparlanma döngüsü eğrilerinin karşılaştırılmasında da anlamlı farkbulunmamıştır (p0,05).Sonuç: Bulgularımız, parmak kaslarını innerve eden medyan sinire ait zardaki hem Na kanallarıhem de hızlı, yavaş ve doğrultucu K kanallarının aktivitelerinin benzer olduğunu göstermiştir. Sonuçolarak, hangi elin baskın olduğunun distal motor ünitelerde yani nöromüsküler düzeyde herhangibir farka neden olmadığını, aksine el baskınlığında insan motor kontrolünün daha üst seviyelerininve motor öğrenmenin (davranışsal seviyede) rolü olduğunu göstermesi açısından önem taşımaktadır.