Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 17 / 17
  • Öğe
    Diyafragma rüptürlerinde intraperitoneal uygulanan metilen mavisi ve/veya urografin'in erken teşhisteki yeri (Deneysel çalışma)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2008) Tartar, Hasan; Arıbaş, Olgun Kadir
    Diyafragma rüptürlerinde intraperitoneal uygulanan metilen mavisi ve/veya urografin®in erken teşhisteki yeri (Deneysel Çalışma)Amaç: Diyafragma yaralanmasında çoğu kez hayatı tehdit edici ciddi yaralanmaların eşlik etmesi ve tüm dikkatin buna odaklanması yanı sıra erken dönemde herniasyonun spesifik muayene ve görüntüleme bulgularının olmaması yüzünden diyafragma rüptürünün erken tanısı güçtür. 1/3'ü geç dönemde tanı alabilmektedir. Bu çalışmada diyafragma rüptürü düşünülen hastalarda intraperitoneal olarak metilen mavisi ve/veya urografin® vererek metilen mavisinin toraks tüpünden drenajı, urografin®in ise direk akciğer grafisine yansımasını değerlendirerek bu zorluğun aşılabileceğini göstermeyi amaçladık.Gereç ve yöntem: Çalışmada 24 adet dişi Yeni Zelenda tavşanı kullanıldı. Biri kontrol grubu olmak üzere toplam dört grup oluşturuldu. Her grup 6 tavşandan oluştu. Bütün tavşanlara sol torakotomi yapıldı. Kontrol grubuna frenetomi işlemi yapılmadı, toraks dreni yerleştirip kesi yeri kapatıldı. Çalışma gruplarında ise 2. gruba anterior, 3. gruba sentrum, 4. gruba posterior lokalizasyonlu üçer cm'lik frenetomi insizyonu yapıldı, akabinde toraks direni yerleştirip torakotomi hattı kapatıldı. Daha sonra tavşan, supin-trandelenburg pozisyonuna getirildi. Batın bölgesinden intraperitoneal olarak metilen mavisi (7 mg/kg) verilerek toraks direninden gelip gelmediği 1 saat gözlendi. Daha sonra aynı kateterden meglumin amidotrizoat (Urografin® 7 mg/kg) verildi. 0, 15 ve 60. dakikalarda akciğer grafisi alındı. En anlamlı pozitiflik veren diyafragma rüptür lokalizasyonu (anterior, centrum ve posterior) ve intraperitoneal metilen mavisi ve/veya urografin® uygulamanın etkinliği belirlendi.Sonuçlar: Posterior frenetomi yapılan grupta (4.grup) metilen mavisi geçişi 4/6 ( % 66.7 ) ve urografin® geçişi 5/6 ( % 83.3 ) idi. Metilen mavisi ve urografin® geçişi bu grupta diğer gruplara göre daha anlamlı bulundu (p<0.05). İki maddenin geçiş süreleri arasında bir fark görülmedi (p>0.05). Ayrıca istatistiksel olarak birbirlerine karşı rüptürden geçiş üstünlüğü saptanmadı (p>0.05).Sonuç: Posterior diyafragmatik rüptürlerde intraperitoneal olarak uygulanan metilen mavisi ve/veya urografin® tanısaldır.
  • Öğe
    Tanı konulamayan plevral effüzyonlu vakalarda video yardımlı torakoskopi tekniği ile plevral biyopsinin tanı değeri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1998) Şanlı, Aydın; Ceran, Sami
    Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Kliniğinde Haziran 1995- Aralık 1997 tarihleri arasında kapalı plevra biyopsisi ile tanı konulamayan 10 hastaya VATS uygulanmıştır. Vakaların 5'i kadın 5'i erkektir. En genç vaka 28 yaşında, en yaşlı vaka ise 80 yaşında olup yaş ortalaması 55.7'dir. Vakaların 5 (%50)'ine sağ,5 (%50)'ine sol hemitoraksta VATS ile biyopsi alma işlemi uygulanmıştır. 10 vakanın 9(%90)'unda biyopsi alınabilmiş, 1(%10) vakada VATS ile biyopsi alınamamış ve torakotomiye geçilerek açık biyopsi alınmıştır. VATS ile biyopsi alınan 10 vakanın 9 (% 90)'unda kesin tanıya ulaşılmıştır. Bu vakaların 4'ündc malign mczotelyoma, 3'ünde Tbc, 2'sinde ise kronik nonspesifik plörit tanısı konulmuştur. Torakotomi uygulanan hastada ise adenokarsinom metastazı rapor edilmiştir. Hiçbir vakada operatif komplikasyon ve mortalite gözlenmemiştir.
  • Öğe
    Dekortikasyon ameliyatlarında aprotinin kullanımı
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1994) Sunam, Güven Sadi; Solak, Hasan
    Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Kliniği'nde dekortikasyon ameliyatı yapılan 40 hasta per ve postoperatif değerlendirmeye tabi tutulmuş olup, 20 hastaya aprotinin uygulanmış olup, postoperatif drenlerden olan kanama miktarı karşılaştırılması yapılmıştır. Aprotinin uygulanan grupta ortalama drenaj miktarı 210 ± 142 cc, kontrol grubunda ise 562.5 ± 230 cc. bulunmuştur (p < 0.05). Sonuçların istatistiksel açıdan anlamlı olduğu, aprotinin kullanımının homolog kan transfüzyonunu azalttığı ve komplikasyonlardan koruduğu vurgulanmıştır.
  • Öğe
    Kliniğimize yatarak tedavi gören akciğer hidatik kistli vakaların retrospektif değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2002) Poyraz, Ahmet Serhan; Ceran, Sami
    1988 ve 2001 yıllan arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Kliniği'mizde yatarak tedavi gören 136 akciğer hidatik kistli olguyu, cerrahi tekniklerimizi değerlendirerek gözden geçirdik. Bunların 43 'ü çocuk (24 erkek, 19 kız), 93 'ü erişkin (45 erkek, 48 kadın) idi. Olguların çoğu, 1 1-25 yaş grupları arasındaydı. Semptomların ve göğüs radyografilerinin klinik değerlendirmesi, 126 olguda doğru tam koymaya yeterli olmuştur. Ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme yöntemleri de tanıda kullanılmıştır. Tüm olgularda hemogram ve idrar tetkikleri de, rutin olarak yapılmıştır. Kistlerin yoğun olarak alt loblarda lokalize oldukları, tespit edildi. Onaltı olgu dışında torakotomi uygulandı. Bu 1 6 olgudan 3 olguya median sternotomi 12 olguya torakofrenolaparatomi ve 1 olguya da drenaj uygulandı. Wedge rezeksiyonu 7 olguda, segmentektomi 4 olguda, lobektomi 7 olguda, kistotomi+kapitonaj 109 olguda, kistektomi+kapitonaj 7 olguda ve dekortikasyon 30 vakada uygulandı. Lobektomi, segmentektomi ve wedge rezeksiyonu gibi radikal yöntemlere nazaran kistotomi veya kistektomi+kapitonaj gibi parankim koruyucu cerrahi yöntemler öncelikli olarak tercih edilmiştir. Akciğer hidatik kistlerin esas tedavisi cerrahidir. Medikal tedaviler, cerrahi tedavileri takiben gelişebilecek rekürrensleri önlemek için kullanılır. Hastaların çoğunda, akciğer parankim koruyucu cerrahi yaklaşımlar tercih edilir. Radikal cerrahi uygulamaların, ancak büyük akciğer hidatik kistli ve irreversibl akciğer hasan oluşmuş olgularda yapılması uygundur. Akciğer yerleşimli hidatik kistli olgularda ilave olarak karaciğer kubbesinde yerleşmiş karaciğer hidatik kisti mevcut ise torakofrenolaparatomi, aynı seansta kistlerin çıkarılmasını sağlar.
  • Öğe
    Spontan pnömotoraksta cerrahi tedavi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1998) Özpınar, Cevat
    Bu tezin özeti bulunmamaktadır.
  • Öğe
    Açık kalp ameliyatlarında antikoagülasyon ve nötralizasyon
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1991) Özpınar, Cevat; Solak, Hasan
    Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs-Kalp-Damar Cerrahisi Kliniğinde açık kalp ameliyatı yapılan 42 hastanın heparin ile yapılan antikoagülasyonları ve protamin sülfat ile yapılan nötra lizasyonlarında elde edilen değerleri özetleyecek olursak^ 42 has tanın preoperatif ACT değerleri incelendiğinde sonuçların 80 sn ile 170 bix arasına dağıldığı ve yoğunluğun 32 hastada IOO-I4O sn arasında olduğu gözlenmiştir. Hastalara kg1 a 3 mgr heparin I.V. bolus tarzında yapıldığında, 37 hastada istenilen ACT sınırına ulaşılmıştır. İstenilen ACT sınırı olan 4OO sn' ye ulaşılamayan 5 hastaya ise ilave heparin dozu yapılmıştır. Yeterli antikoagü lasyon sağlandıktan sonra EKD süresince yalnızca 7 hastaya ilave heparin dozu yapılmış, diğer 35 hastada EKD süresince ilave heparin dozuna hiç gerek kalmamıştır. İlave heparin dozu yapılan hastaların toplam by-pass sürelerinin hepsinin de 105dk'nın üzerinde olduğu dikkati çekmiştir. Tüm bu çalışmalar ve ulaşılan sonuçlarda kriter ACT'dir. ACT, hastaları antikoagülasyon için gereğinden fazla heparin ve nötralizasyon için gereğinden fazla protamin sülfat dozlarından korumaktadır.
  • Öğe
    Trakea rekonstrüksiyonu: Deneysel olarak Dakron ve PTFE greflerinin primer uç uca anastomozla karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2000) Öncel, Murat; Arıbaş, Olgun Kadir
    Tavşanlarda uzun trakeal segment rezeksiyonunu takiben rekonstrüksiyon yöntemlerinden uç uca anastomoz ile protez greft olarak kullanılan Dakron ve PTFE' nin birbirlerine olan üstünlüklerini kıyaslamak. Gereç ve yöntem : Herbir grupta 10 tavşan bulunan 3 grup oluşturuldu l.Grup kontrol grubu olup 8 trakeal halka rezeksiyonunu takiben primer anastomoz uygulandı. 2. Grup l.Grup'taki benzer rezeksiyonu takiben trakeal anastomozda Dakron greft uygulandı. 3. Grupta ise 2. Grupta kullanılan greft yerine PTFE ile anastomoz yapıldı. Bulgular : 1. Grupta hiç stenoz görülmedi Hafif derecede stenoz gösteren 2. Grup 3. Gruba kıyasla daha az stenotik bulundu. Epitelizasyon ve neovaskülarizasyon protez uygulanan gurupta(2. ve3.Grup) en iyi Dakron'da görüldü. Sonuç : Trakea rekonstrüksiyonlannda primer anastomoz öncelikle uygulanacak yöntem olmalı, primer anastomoza olanak vermeyen daha uzun segment rezeksiyonlannda ise protez uygulanacaksa Dakron tercih edilmelidir.
  • Öğe
    Deneysel pulmoner parankim yaralanması yapılan tavşanlarda ankaferd® uygulamasının parankimal kanama kontrolü, yara iyileşmesi, hava kaçağı ve plevral yapışıklık üzerinde etkileri (Deneysel Çalışma)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2010) Metin, Bayram; Altınok, Tamer
    Deneysel pulmoner parankim yaralanması yapılan tavşanlarda Ankaferd® uygulamasının parankimal kanama kontrolü, yara iyileşmesi, hava kaçağı ve plevral yapışıklık üzerinde etkileri (Deneysel Çalışma)Amaç: Biz çalışmamızda deneysel pulmoner parankim hasarı yapılan tavşanlarda kanama kontrolü, yara iyileşmesi, hava kaçağı ve plevral yapışıklık üzerinde geleneksel Türk hekimliğinde hemostatik ajan olarak kullanılmış bir bitkisel ekstrakt olan Ankaferd® uygulamasının etkinliğini değerlendirmeyi amaçladık.Gereç ve yöntem: Bu çalışmada 16 adet Yeni Zellanda türü albino erkek veya dişi tavşan kullanıldı. Tavşanlar iki gruba ayrıldı. İki grupta da birer tavşan anestezi sırasında eksitus oldu. Her iki grupta da 7 adet tavşan mevcuttu. Her iki gruptaki tüm tavşanların sol alt loblarına eşit büyüklükte wedge rezeksiyon yapıldı. Daha sonra çalışma grubundaki tüm tavşanların rezeksiyon alanına 5 puf(1cc) ABS sprey uygulanırken, kontrol grubundakilere herhangi bir ek müdahele yapılmadı. İki grupta da göğüs tüpü konularak torakotomileri kapatıldı. Postoperatif 6 saat boyunca drenaj ve hava kaçağı takipleri yapıldıktan sonra drenleri aspire edilerek çekildi ve 8 günlük takibe alındı. Sekiz gün sonra tavşanlar yüksek doz anestezi ile sakrifiye edilerek sol hemitorakstaki yapışıklıklar makroskobik ve mikroskobik olarak incelendi. Biyokimyasal olarak doku MDA ve HPR düzeyleri ölçüldü.Bulgular: İstatistiksel olarak kontrol grubunda Postoperatif hava kaçağı ve drenaj miktarı daha fazla idi (Kanama miktarı P<0.05, hava kaçağı P<0.001). Makroskopik ve mikroskopik fibrozis açısından çalışma grubunda daha fazla fibrozis ile karşılaşıldı (P<0.0001). Doku MDA düzeyi açısından iki grup arasında fark bulunmadı ve bu durum serbest oksijen radikallerinin dokulardaki olası zararlı etkilerinin, Ankaferd®'ce artırılmadığının göstergesi olarak değerlendirildi. HPR düzeyleri iki grup arasında farklı bulunmadığı için akciğer dokusunda ABS'in yara iyilşemesi üzerinde net bir etkinliği gösterilemedi. Bunun nedeni olarakta analizler için tercih edilen postoperatif gün ve vaka sayılarının farklılıklarından kaynaklı olabileceğini düşünmekteyiz.Sonuç: ABS toksik etkiye yol açmadan postoperatif kanamaları ve uzamış hava kaçaklarını azaltmakta ve plevral fibrozis düzeyini arttırarak etkin bir plörodezis yapmaktadır.Anahtar Kelimeler: Ankaferd®, Toraks Cerrahisi, Reoperasyon.
  • Öğe
    Koroziv özofagus oluşturulan ratlarda subakut yara iyileşmesinde alfa lipoik asitin metilprednisolon ve sukralfatla karşılaştırmalı çalışması (deneysel çalışma)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) Gültekin, Mustafa; Ceran, Sami
    Koroziv maddelerin özellikle alkali solüsyonların yanlışlıkla veya suisit amaçlı içilmesi özofagusta yanık sonucu ülser, perforasyon veya ölümle sonuçlanabilen ciddi sağlık problemlerine neden olabilmesi sebebiyle günümüzde ciddi bir sağlık problemi oluşturmaktadır. Koroziv özofagus yanığında yapılan çeşitli klinik ve deneysel çalışmalar ile koroziv özofagus darlığının azaltılması amaçlanmıştır. Bizde çalışmamızda KÖY sonrası subakut dönem yara iyileşmesinde kuvvetli bir antioksidan olan alfa lipoik asit'i, halen KÖY tedavisinde kullanılan metilprednisolounu, mukoza koruyucu özelliği olan sukralfat tedavisinin etkinliğini karşılaştırmayı amaçladık.Çalışmada 40 adet 8-10 haftalık dişi spraque-dawley dişi sıçan kullanıldı. Sıçanlar eşit sayıda olmak üzere dört gruba ayrıldı (N=10). Birinci grup kontrol, ikinci grup alfa lipoik asit, üçüncü grup metilprednisolon ve dördüncü grup sukralfat grubu idi. Bütün gruplarda %10'luk pH:12 NaOH ile KÖY oluşturuldu. Kontrol grubuna tedavi verilmezken, ALA grubuna 100 mg/kg/gün intraperitoneal ALA, metilprednisolon grubuna 30 mg/kg/gün metilprednisolon ve sukralfat grubuna 150 mg/kg/gün sukralfat tedavisi postoperatif dönemde başlandı ve sakrifiye edilen gün dahil olmak üzere tedavileri düzenli olarak verildi. Sekizinci gün tüm gruplar kan GSH düzeyi için örnekleme alındıktan sonra sakrifiye edildi ve KÖY oluşturulan segment histopatolojik inceleme ve doku hidroksiprolin ölçümü için çıkarıldı.Sonuç olarak, ALA'nın koroziv özofagusta subakut dönemde ülserasyonu, inflamasyon şiddetini ve yaygınlığını, fibrozis şiddeti ve yaygınlığını azaltığını, kan GSH düzeyini arttırdığını böylelikle doku hasarını azalttığı ve uzun dönem sonuçlarında striktürü azaltacağı kanaatindeyiz. Halen klinik deneyimlerinde kullanılmakta olan steroid tedavisinin subakut dönemde yara iyileşmesini bozması nedeni ile kullanılmaması gerektiğini düşünmekteyiz. Deneysel olarak kullandığımız ALA'nın KÖY vakalarında kullanılması için ileri klinik çalışmaların yapılması gerekmektedir.
  • Öğe
    Akut arteriyel embolinin acil cerrahideki yeri ve sonuçları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1990) Göktoğan, Tayfun; Solak, Hasan
    1983-1990 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Kliniğine periferik akut arter embolosi teşhisi ile 124 hasta yatırılarak tedavi edil miştir. Hastaların fizik muayenesinde "SP" belirtisi denilen Pain, Pallor, Pulselessness, Paralysis, Paresthesia esas alındı. Tam kan, tam idrar, EKG, telekardiograf i rutin olarak yapıldı. Cerrahi tedavi uyguladığımız toplam 98 hastanın 69 'una embolektomi, 29 'una da embolektomi+lokalize tromboendarterek tomi uygulandı, ileri periferik lokalizasyon gösteren 26 has tamıza tıbbi tedavi uygulandı. Hem postoperatif dönemde hem de cerrahi tedavi dışında kalan ileri periferik lokalizasyonlu hastalarımızda, tıbbi tedavi olarak dekstran-40, asetil şalisi lik asit, dipiridamol ve vazodilatör ilaçlar kullanıldı. Embolektomi uyguladığımız 98 hastanın 75' i şifa ile ta burcu olurken, 11' inde düşük ayak, motor -his kusuru gibi kalıcı sekel oluştu, 6' sına ilgili eksremite amputasyonu uygu landı, 1 hastamız serebral emboli, 3 hastamız revaskülarizas yon sendromu, 2 hastamız myokard inf arktüsü sonucu olmak üzere toplam 6 hastamız eks oldu. Tıbbi tedavi uyguladığımız ileri periferik yerleşimli 26 vakamızdan 19 'u iyileşme ile taburcu edilirken 7 hastamıza el veya ayak parmağı amputasyonu yapıldı.
  • Öğe
    Son 12 yılda akciğer karsinomu ön tanısı ile anabilim dalımıza başvuran olguların retrospektif değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2002) Duran, Ferdane Melike; Sunam, Güven Sadi
    Çalışmamızda Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi kliniğinde 1990 -2001 yılları arasında, 12 yıl süresince akciğer karsinomu ön tanısı ile yatırılan 208 olgu retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Olguların 177'si ( % 85) erkek, 3 Fi (14.91) kadındır. Yaş ortalaması erkeklerde 55.7 kadınlarda 52.6 olmuştur. Olgular 51-60 ve 61-70 yaş gruplarında yoğunlaşmıştır. Erkek olguların % 86'sının, kadın olguların % 15'inin sigara içtiği saptamıştır. Olguların semptomatolojisinde öksürük sık rastlanan bir semptom olup bunu göğüs ağrısı, balgam ve nefes darlığı izlemektedir. Lezyonların % 52.8 sağ, % 41.8 sol ve % 5.2 oranında bilateral yerleştiği, radyolojik değerlendirmelerinde ise olguların çoğunluğunda periferik ve hiler kitle görünümünün ağırlıklı olduğu bunu atelektazi ve pnömonik infiltrasyonun izlediği görülmüştür. Olguların % 84. Fine cerrahi, % 14.9'una tıbbi tedavi uygulanırken cerrahi tedaviyi; pnömonektomi (%31.4) lobektomi( % 20.59) diyagnostik torakotomi ( % 16.1 ), wedge rezeksiyon (%12.2 ), anterior mediastinostomi ( % 7.4) segmentektomi ( % 3) oluşturmaktadır. Olguların % 76'sında hücre tipi tayini yapılabilmiştir. Skuamöz hücreli karsinom % 39.9, küçük hücreli karsinom % 6.25, adenokarsinom % 9.61, büyük hücreli karsinom % 0.96 ,diğer hücre tipleri % 19.2 şeklindedir. Olguların % 13.7'sinin inoperabl olduğu tesbit edilmiştir. Daha sık olarak erkek olgularda ve 61 yaş üzerinde, operasyon sonrasında % 12.5 oranında komplikasyon izlenirken, mortalite oranı % 6.2 56 bulunmuştur. % 23.5 vakada prognoz değerlendirilmesi yapılmıştır. Çalışmamız kliniğimize akciğer karsinoması ön tanısıyla yatırılan hastalar hakkında , retrospektif, tanımlayıcı nitelikte olup, preoperatif dönemde evrelendirmeye yönelik invaziv girişimlerin uygulanması ayrıca bu vakalar için özel bir arşivleme sistemi ile takım çalışmasını içeren takip programı oluşturulması gerekliliğini ortaya koymaktadır.
  • Öğe
    Tavşanlarda plevral sklerozan ajan olarak heterolog kan, Rifamycin ve Talk'ın etkinliğinin karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) Döngel, İsa; Sunam, Güven Sadi
    Tavşanlarda plevral sklerozan ajan olarak heterolog kan, rifamycin ve talk'ın etkinliğinin karşılaştırılması (Deneysel çalışmaAmaç: Bu çalışmada plörodezisde etkin olabileceğini düşündüğümüz kolay bulunabilir, düşük maliyetli ve yan etki potansiyeli olmayan iki yeni ajan olarak rifamycin ve heterolog kanın plörodezis etkinliğini talk ile karşılaştırmayı amaçladıkGereç ve yöntem: Çalışmada 21 adet Yeni Zelanda türü albino erkek veya dişi tavşan kullanıldı. Tavşanlar 4 gruba ayrıldı. Her bir gruptaki tavşan sayısı eşitti (N=5). Bir adet tavşan taze kan temininde kullanıldı. Birinci grup kontrol, ikinci grup heterolog kan, üçüncü grup rifamycin, dördüncü grup talk grubu idi. Sol hemitoraksa 16F toraks kateteri takılıp kontrol PA akciğer filmleri alındı. Her gruba ayrı ayrı ilaçları verildi. Bir saatlik gözlemin ardından dren aspire edilerek çekildi ve 28 günlük takibe alındı. Tavşanlar yüksek doz anestezi ile sakrifiye edilerek sol hemitorakstaki yapışıklıklar sternotomi yapılarak makroskobik ve mikroskobik olarak incelendiBulgular: Kontrol grubunun hepsinde makroskobik incelemede skor 0, mikroskobik incelemede üçünde skor 0, ikisinde skor 1 bulundu. Heterolog kan grubunda makroskobik incelemede ikisinde skor 0, ikisinde skor 1 birinde skor 2, mikroskobik incelemede ikisinde skor 0, ikisinde skor 1, birinde skor 2 bulundu. Rifamycin grubununda makroskobik incelemede dördünde skor 4, birinde skor 3, mikroskobik incelemede dördünde skor 4, birinde skor 3 bulundu. Talk grubununda makroskobik incelemede ikisinde skor 4, birinde skor 3, ikisinde skor 2, mikroskobik incelemede üçünde skor 4, ikisinde skor 3 bulundu. Fakat talk grubunda makroskobik ve mikroskobik tam obliterasyon gösteren iki tavşanda akciğer absesi geliştiği gözlendiİstatistiksel olarak makroskobik kontrol grubu ile heterolog kan, rifamycin ve talk grubu arasında anlamlı fark vardı (P = 0,04). Talk grubu ile rifamycin grubu arasında anlamlı fark tespit edilmedi (P > 0,05). İstatistiksel olarak makroskobik ve mikroskobik kontrol grubu ile heterolog kan grubu arasında anlamlı fark yoktu (P > 0,05). Kontrol grubu ile rifamycin ve talk grubu arasında anlamlı fark vardı (P = 0,04). Talk grubu ile rifamycin grubu arasında anlamlı fark tespit edilmedi (P > 0,05Sonuç: Rifamycin'in makroskobik ve mikroskobik olarak diğer grublara göre plevral aralıkta daha iyi yapışıklık, inflamasyon ve fibrozis oluşturduğunu, rifamycin'in doz ayarı ve klinik kullanımı konusunda yapılacak olan yeni çalışmalar ışığında, plörodezisde kullanılabilecek ajanlar arasında yer alması gerektiği kanısına vardıkAnahtar kelimeler: Plörodezis; Rifamycin; Heterolog kan; Talk.
  • Öğe
    Kostal kartilaj rezeksiyonu yapılan tavşanlarda toraks duvar gelişminin morfometrik değerlendirmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2005) Çalık, Mustafa; Arıbaş, Olgun Kadir
    Bu çalışmadaki amacımız, kostal kartilaj rezeksiyonu yapılan genç tavşanlarda büyümeye bağlı olarak hemitoraks gelişiminin etkilenip etkilenmediğinin araştırılması ve varsa bunu etkileyen faktörleri belirlemektir. 6 haftalık 50 tane erkek Yeni Zelanda beyaz tavşanı beş eşit gruba ayrıldı. Kontrol grubunda (n=10) her hangi bir cerrahi müdahale yapılmadı. Normal toraks gelişimi izlendi. İki adet kostal kartilajın subperikondrial rezeksiyonu Grup 2'de parsiyel (Sağ 3 ve 4); Grup 3'de aynı kostal kartilajların total rezeksiyonu yapıldı. Grup 4'de dört adet kostakondral rezeksiyonu (Sağ 3- 6 arası) parsiyel ve sonunda Grup 5'de bu kostal kartilajın total gerçekleştirildi. Tavşanların göğüs duvarı ön-arka (anteroposterior), sağ-sol (horizantal) ve yukarı-aşağı (vertikal) çapları ölçüldü. Karşılaştırma hem kendi hem de gruplar arasında yapıldı. Ön-arka göğüs çapı yan grafide dördüncü (D3) ve yedinci (D4) vertebradan diafragmaya paralel olarak ölçüldü. PA akciğer grafisinden, dördüncü ve yedinci vertebradan her iki hemitoraks için sağ-sol çap (horizantal- torasik genişlik) ölçüldü ( D6; sağ dördüncü vertebra, D7; sağ yedinci vertebra, D8; sol dördüncü vertebra, D9; sol yedinci vertebra). 6. ve 24. haftada yapılan ölçümlerin farkının yüzde değişimleri arasında D3, D4, D8 ve D9 parametrelerinde farklılık istatistiksel olarak anlamlıydı. Rezeksiyonun gerçekleştirildiği sağ hemitoraksa ait D6 (Grup 3 hariç) ve D7 (Grup 2 hariç) parametrelerinde bütün gruplarda azalma göstermiştir. Rezeksiyon yapılamayan sol hemitoraksa ait simetrik D8 ve D9 parametrelerinde ise tersine bütün gruplarda büyümede artış istatistiksel olarak anlamlıydı. Sonuç olarak, toraks gelişimi ve kemik maturasyonunun henüz tamamlanmadığı genç tavşanlarda yaptığımız rezeksiyonlar; toraks duvar gelişimini bütün boyutlarda rezeksiyon yapılamayan alanlara kıyasla az veya çok etkilemiştir. Özellikle ön-arka ve sağ-sol yönde bu etkilenme daha belirgindir. Kostal kartilaj rezeksiyonları zararsız bir işlem değildir. Büyüme merkezinin korunmadığı ve/veya rezeke edilen kosta sayısının en az dört olduğu durumlarda bu etkilenme daha belirgindir. Bu sonuçlara göre, göğüs duvarı rezeksiyonlarının yapılma yaşı ile ilgili kanaatimiz aksi bir zorunluluk 55yoksa kemik gelişiminin tamamlanmasından sonra yapılması yönündedir. Eğer daha erken yapılacaksa da hem büyüme merkezi mutlaka korunmalı hem de rezeke edilecek kosta sayısı mümkün olduğu kadar kısıtlı tutulmalıdır.
  • Öğe
    Toraks travmalarına bağlı gelişen hemotoraksta tedavi yöntemleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1996) Avvuran, Naciye Simsen; Ceran, Sami
    Göğüs duvarı travmaları Türkiyede ve dünyada tüm insanlar için önemli bir problemdir. Geçmişte toraks yaralanmalarına genellikle savaşta rastlanmaktaydı. Fakat son zamanlarda trafik kazalarından dolayı sivil yaşamda da sıklıkla görülmektedir. Kunt veya penetre yaralanmalar toraks travmasına sebeb olabilir. Penetre yaralanmalarda teşhis daha kolaydır. Kunt travmalarda daha fazla tanı metodlarına ihtiyaç duymaktayız. Toraks travmalı bir hastada çok dikkatli olunmalıdır. Önce süratle hava yolu sağlanmalı, trakeobronşiyal sekresyonlar aspire edilmeli, hastanın bilinci kapalı ise endotrakeal entübasyon yapılmalıdır. Sonra majör kanamalar kontrol edilmeli ve durdurulmalıdır. Toraks travması sonrası oluşan hemotoraksın tedavisi, ponksiyon, drenaj, erken veya geç torakotomidir. Toraks travmalı vakaların büyük bir kısmı konservatif yöntemle tedavi edilebilir. Eğer hastanın kanamasını bu yolla kontrol altına alamazsak torakotomi yapılır. Bu çalışmada Ocak 1983, Aralık 1995 yıllan arasında kliniğimizde yatırılarak tetkik ve tedavisi yapılmış 1201 toraks travmalı hastada komplikasyon olarak gelişen hemotoraks ve hemopnömotorakslı 617 hastanın tedavi yöntemleri incelenerek sonuçlar retrospektif araştırılmıştır. 617 hastanın 587'sine (%95.14) konservatif tedavi edildi. 30 vaka (%4,86) erken veya geç dönemde operasyona alındı.
  • Öğe
    Yenidoğan pnömotorakslarının değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2005) Apilioğulları, Burhan; Sunam, Güven Sadi
    Göğüs duvarının iç yüzeyini ve akciğerin dış yüzeyini saran pariyetal veya viseral plevranın bütünlüğünün bozulması sonucu, plevral alana hava girmesi ile pnömotoraks oluşur. Çocuklarda pnömotoraks gibi hava kaçağı sendromlarının en sık görüldüğü dönem yenidoğan dönemidir. Çalışmalar ilk günlerde özellikle ilk 48 saatin pnömotoraks gelişmesi açısından en tehlikeli dönem olduğunu göstermiştir. Pnömotorakslı hastaların çoğunda altta yatan bir akciğer patolojisi olduğu, incelendiğinde yüksek ventilasyon oranı ile pnömotoraks arasında yakın ilişki olduğu bilinmektedir. Erkek çocuklarda, prematür bebeklerde, AC hastalığı olan, RDS'li, mekonyum aspirasyon sendromu olan CPAP ve mekanik ventilasyon alanlarda, böbrek anomalisi olanlarda daha sıklıkla pnömotoraks görülebilir. Tek taraflı pnömotoraksın üçte ikisi sağ tarafta görülmekte ve vakalarının %15-25'i çift taraflı olarak karşımıza çıkmaktadır. Nadir karşılaşılan bu patoloji zamanında teşhis ve tedavi edilmez ise mortalite ve morbiditesi yüksektir. Pnömotoraksın kesin tanısı akciğer grafileri ile konur. Yoğun bakımda sırtüstü yatmakta olan bebekte hava, retrosternal bölgede toplanacağı için, bebeğin pozisyonunu bozmadan lateral çekilecek akciğer grafisi ile tanı konulabilir. Acil durumlarda ve radyolojik tetkikin geciktiği hallerde, kuvvetli bir fiberoptik ışık kaynağı kullanılarak transilluminasyon yapılabilir. Pnömotoraks olan tarafta aydınlanma daha fazla olurken, normal olan taraf karanlık olarak görülür. Bu yöntemle tanı konan vakalarda, radyolojik incelemeyi beklemeksizin derhal dekompresyon yapılması hayat kurtarıcıdır. Asemptomatik pnömotorakslıların tedavi edilmesine gerek yoktur. Hafif semptomları olan term bebekte ise %100 oksijen verilerek alveol dışındaki havanın 38absorbsiyonuna çalışılır (azot yıkama tekniği). Pnömotoraksın kesin tedavisi göğüs tüpü yardımı ile sualtı drenajı yapılmasıdır. Göğüs tüpü, lokal anestezi altında, ön koltukaltı çizgisinin hemen yanında altıncı interkostal aralıktan konur. Biz bu çalışmamızda Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesinde, Göğüs Cerrahisi ve Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniğinin, yenidoğan yoğun bakım ünitesinde ortak olarak takip edilen pnömotorakslı olguları genel olarak bir değerlendirmeye tabi tuttuk. Fakültemizde takip ve tedavi edilen yenidoğan pnömotorakslı olgularda, etiyoloji, klinik, prognoz ve tedavi olarak literatür bilgileri ile paralellik gösterdiğini tespit ettik.
  • Öğe
    Tavşanlarda preoperatif kemoterapi ve beta glukan'ın bronş anastomozuna etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2008) Altuntaş, Bayram; Ceran, Sami
    Tavşanlarda preoperatif kemoterapi ve beta glukanın bronş anastomozuna etkisi (Deneysel çalışma)Amaç: Onkolojik torasik cerrahide, hastaya preoperatif dönemde verilen neoadjuvan kemoterapi bronş anastomoz hattı veya güdüğünde yara iyileşmesini bozabilir. Yara iyileşmesinde rol alan periferik kan elemanlarının fonksiyonlarının bozulması kötü yara iyileşme sebeplerinden biridir. Beta glukan, kanser kemoterapisinde kemoterapiyle kombine edilerek kullanılabilen, ayrıca immün sistemle ilgili bir çok çalışmaya konu olmuş olan immünstümülan bir ajandır. İmmünstimülan etkisi nedeniyle yara iyileşmesini olumlu yönde etkilemektedir. Bizim amacımız preoperatif verilen kemoterapinin bronşiyal yara iyileşmesini bozduğunu ve bu etkinin beta glukan ile azaltılacağını görmektir.Gereç ve yöntem: Çalışmada 45 adet Yeni Zelanda türü albino erkek tavşan kullanıldı. Tavşanlar üç gruba ayrıldı her bir grup eşit sayıda tavşandan oluşuyordu (N=15). Birinci grup kontrol, ikinci grup kemoterapi ve üçüncü grup kemoterapi+beta glukan grubu idi. Bütün guplara sol ana bronşa sleeve rezeksiyon benzeri tam kesi sonrası bronş anastomozu yapıldı. Kemoterapi grubuna preoperatif 1.günde 4 mgr/kg sisplatin ve preoperatif 1,2 ve 3. günde 4.8 mgr/kg etoposid verildi. Kemoterapi+beta glukan grubuna ise aynı kemoterapi protokolüne ilaveten preoperatif 7 gün önceden ve postoperatif dönemde sakrifiye edilinceye kadar enteral yoldan 10 mgr/kg/gün dozunda beta glukan verildi. Gruplar postoperatif 3, 5 ve 7. günde beşerli alt gruplar halinde sakrifiye edilmeden önce kan numuneleri alındı, daha sonra anastomoz hatları çıkarıldı. Doku örnekleri H.E ile boyandı.Bulgular: Kemoterapi grubunda istatiksel olarak anlamlı derecede; tüm postoperatif dönemde en düşük lökosit seviyesi vardı, serum albumin düzeyleri postoperatif 7. gün hariç diğer dönemlerde düşüktü ve serum total protein düzeyleri diğer iki grupla kıyaslandığında tüm dönemlerde en düşük düzeye sahipti. Ağırlık değişimi değerlendirmesinde ise postoperatif 2. ve 3. günde kemoterapi grubu kontrol grubuna göre daha fazla ağırlık kaybetmişti. Beta glukan verilen deneklerde 7. günde lökosit ve albumin düzeyinde, 3. ve 5. günde ise total protein düzeyinde fark yoktu. Patolojik olarak 7. günde kontrol-kemoterapi, kemoterapi-kemoterapi+beta glukan grupları arasında anlamlı derecede fark vardı. Kontrol-kemoterapi+beta glukan grupları arasında ise fark yoktu.Sonuç: Kemoterapiyle beraber beta glukan kullanımının istatiksel olarak kan parametreleri ve patolojik skorlamada iyileşme sağladığını tesbit ettikAnahtar kelimeler: Kemoterapi; beta glukan; bronş anastomozu.
  • Öğe
    İntratorasik lezyonlarda mediastinoskopi ve anterior mediastinostominin tanı değeri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1996) Akyol, Kazım Gürol; Solak, Hasan
    Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Kliniğinde 1994 Ocak 1996 Eylül tarihleri arasında 16 vakaya mediastinal eksplorasyon uygulanmıştır. Vakaların 1 l'i erkek, 5'i kadındır. En küçük hastamız 35, en yaşlı hastamız ise 68 yaşında olup yaş ortalaması 53.8 dir. Bunların 13 (%81.25)'üne sağ anterior mediastinotomi, 2(% 12.4)'sine sol anterior mediastinotomi, 1(% 6.25)'inede servikal mediastinoskopi uygulanmıştır. Sağ anterior mediastinotomi uygulanan vakaların Tinden biopsi alınamamış, biopsi için torakotomi gerekmiştir. 16 vakanın 14(% 87.50)'ünde mediastinal eksplorasyonla patolojik tanıya ulaşılabilmiştir. Anterior mediastinotomi uygulanan vakaların 3 'ünde epidermoid karsinom, 3'ünde sarkoidoz, 2'sinde küçük hücreli Ca, 2'sinde lenfoma, 2'sinde tüberküloz ve Tinde kronik nonspesifik iltihap tanısı konmuştur. Torakotomi uygulanan bir hastada sonuç sarkoidoz olarak alınmıştır. Servikal mediastinoskopi uygulanan bir vakada da patolojik sonuç antrakozis olarak tespit edilmiştir. Hiçbir vakada operatif komplikasyon ve mortalite gözlenmemiştir.