Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 56
  • Öğe
    Koroner arter hastalığı olanlarda sağlık algısı ve sigara bırakma yorgunluğunun değerlendirilmesi
    (2024) Tuncer, Abdullah; Cihan, Fatma Gökşin
    Bu çalışmada; Kardiyoloji Polikliniğine başvuran sigara içen hastalarda sigara bırakma aşamasındaki sağlık algısı ve sigara bırakma yorgunluğu düzeyini belirlemek amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Kesitsel ve tanımlayıcı tipte bir çalışma olarak planlanan bu araştırmanın evreniniTıp Fakültesi Kardiyoloji Polikliniklerine01.03.2022-31.05.2022 tarihleri arasında başvuran koroner kalp hastalığı (KAH) olup sigara içen bireyler oluşturdu.Çalışmada araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda hazırlanan sosyodemografik bilgi formu, Fagerström nikotin bağımlılık testi (FNBT), Sigara Bırakma Yorgunluğu Ölçeği(SBYÖ)ve Sağlık Algısı Ölçeği (SAÖ)'nin yer aldığı bir anket formu kullanıldı. Veriler Statistical PackagefortheSocialSciences (SPSS) versiyon 22.0 istatistik paket programında değerlendirildi. İstatistiksel anlamlılık p<0.05 olarak kabul edildi. Bulgular:Çalışmaya dahil edilen 180 katılımcının yaş ortalaması 47,57±10,96 (22- 65) yıl ve KAH tanı süresi ortalaması 5,47±5,26 (1-35) yıl idi. Kadınların SBYÖ'nün duygusal tükenme alt boyutu ortalama puanı (18,16±6,32), erkeklerin ortalama puanından (15,49±6,22) yüksekti (p=0,006). SBYÖ'nün karamsarlık alt boyutunda ise erkeklerin ortalama puanı (10,73±2,98), kadınların ortalama puanından (9,04±2,83) anlamlı şekilde yüksekti (p=0,001). SBYÖ'nün değersizleşme alt boyutunda çekirdek aile yapısına sahip olanları ortalama puanı (16,31±4,25), parçalanmış aileye sahip olanların (12,61±5,24) puanından yüksekti (p<0.001). Yine çekirdek aile yapısına sahip olanların SBYÖ toplam puanı ortalaması (43,02±7,45), parçalanmış aileye sahip olanlardan(38,29±8,68) istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksekti (p=0,007). Duygusal tükenme alt boyutunda çalışan bireylerin ortalama puanı (15,57±6,25), çalışmayanlardan (17,96±6,35) anlamlı olarak daha düşüktü (p=0,014). Karamsarlık alt boyutunda ise çalışan bireylerin ortalama puanı (10,57±2,76), çalışmayanlardan (9,32±3,28) anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,008). SBYÖ toplam puanı ortalaması sigaraya başlama nedeni arkadaş etkisi olanlarda (43,93±6,52), askerlik (40,05±9,37) ve merak olanlardan(40,67±8,92) anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla p=0,028; p=0,042). Karamsarlık alt boyutunda KAH tanısı sonrası sigarayı bırakıp tekrar başlayanların ortalama puanı (10,54±3,04), hiç bırakmamış olanlardan anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,045). Duygusal tükenme alt boyutu puanları, FNBT'ye göre bağımlılık düzeylerine göre karşılaştırıldığında; yüksek bağımlılık düzeyine sahip bireylerin ortalama puanı (18,63±7,72), orta bağımlılık düzeyine sahipler (17,14±5,95) ve düşük bağımlılık düzeyine sahip bireylerden (15,61±5,79) anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,031). FNBT skorlarına göre duygusal tükenme alt boyutu ortalamaları karşılaştırıldığında düşük bağımlılık düzeyinde olan bireylerin ortalamaları (15,61±5,79), yüksek (18,63±7,72) bağımlılık düzeyindekilerden daha düşüktü. (p=0,028). Sonuç: Bu çalışma; sigaraya başlangıç aşamasında en büyük etkenin arkadaş etkisi olduğunu ve bu bireylerde bırakma yorgunluğunun daha belirgin olduğunu, cinsiyet, çalışma durumu ,sigara bırakma sürecinde bırakma yorgunluğu toplam puanında olmasa da karamsarlık ve duygusal tükenme gibi önemli alt boyutlarda anlamlı etkenler olduğunu göstermektedir. Sigara bırakma yorgunluğu hakkında daha geniş çalışmalar yapılarak bu ölçeğin sigara bırakma polikliniklerinde kullanımının yararlı olacağına inanıyoruz.
  • Öğe
    Genç yetişkinlerde boyun çevresi, viseral adipozite indeksi velipit birikim ürünü indeksinin prehipertansiyon ile ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Kurnaz, Aysel; Kutlu, Ruhuşen
    Amaç: Boyun çevresi, klasik antropometrik ölçümler olan bel çevresi, kalça çevresi ve belkalça oranından bağımsız olarak birçok kardiyovasküler, metabolik ve endokrin patolojilerle ilişkilendirilen yeni bir antropometrik ölçümdür. Dünyada örnekleri mevcut olsa da ülkemizde henüz bu yeni ölçümle ilgili çalışmalar kısıtlıdır. Viseral adipozite indeksi (VAİ), adipoz doku disfonksiyonuna işaret eden hem laboratuvar hem antropometrik ölçümleri bir arada kullanan bir formülasyondur. Lipit birikim ürünü indeksi (LAP), obeziteyi sadece ağırlık artışı olarak değerlendirmek yerine lipitlerin aşırı birikimi ile ilişkilendiren bel çevresi ve kan trigliserid düzeyi kullanılarak hesaplanan bir indekstir. Bu çalışmanın amacı boyun çevresi, viseral adipozite indeksi ve lipit birikim ürünü indeksinin prehipertansiyonla ilişkisini araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Bu araştırmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Polikliniğine başvuran 18-45 yaş aralığında 528 hasta dâhil edildi. Çalışma kriterlerine uyan hastaların sosyodemografik verileri hastalara çalışmacı tarafından sorularak anket formuna kaydedildi. Hastaların boyun, bel ve kalça çevresi ölçümleri, sistolik ve diyastolik kan basıncı ölçümleri yapıldı ve kaydedildi. Açlık kan şekeri ve kan lipit profili değerleri hasta kayıtlarından bakılarak yazıldı. Elde edilen bulgular SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 20.0 programı kullanılarak analiz edildi. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Katılımcıların %56,6’sı (n=299) kadın, %32,7’si (n=173) 18-24 yaş arasında, %36,4’ü (n=192) 25-34 yaş arasında, %30,9’u (n=163) 35-45 yaş arasındaydı. Çalışmada iv katılımcılar tansiyon değerlerine göre incelendiğinde, %67,8’si normotansif (n=358), %17,2’si prehipertansif (n=91), %15’i hipertansif (n=79) olarak bulundu. Boyun çevresi ve sistolik kan basıncı erkeklerde (r=0,272 ve p<0,001) ve kadınlarda (r=258 ve p<0,001) pozitif ilişkiliydi. Normotansif bireylerde boyun çevresi ortalaması 36,7 cm iken, prehipertansiflerde 37,7 cm idi ve aralarında anlamlı fark vardı (p=0,034). VAİ ortalaması normotansiflerde 2,2 iken, prehipertansiflerde 2,3’tü ve aralarında anlamlı bir fark yoktu (p=0,06). LAP indeksi ortalaması normotansiflerde 43,2, prehipertansiflerde 53,6, hipertansiflerde 71,2 idi. Normotansif ve prehipertansif grup arasında anlamlı bir fark bulunmadı fakat hipertansif ve normotansif grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,001). Sonuç: Sunulan çalışmada, VAİ ve LAP indeksi prehipertansiyon ile ilişkili bulunmazken, boyun çevresi yüksekliği prehipertansiyon ile ilişkiliydi. Bu çalışmanın sonucuna göre boyun çevresi prehipertansiyonu öngörmede yeni bir antropometrik ölçüm olarak kullanılabilir. Ayrıca boyun çevresi, VAİ ve LAP indeksi birbiri ile ilişkili üç parametre olarak dikkati çekmektedir.
  • Öğe
    NEÜ Meram Tıp Fakültesi intern hekimlerinin prekonsepsiyonel bakım hakkındaki farkındalıklarının değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Kaplan, Merve; Cihan, Fatma Gökşin
    Amaç: Prekonsepsiyonel (gebelik öncesi) bakım gebelik, anne ve çocuk sağlığı için risk oluşturabilecek faktörlerinin gebelik öncesi dönemde tespit edilip en aza indirilmesi için uygun müdahalelerin sağlanmasıdır. Bireylerin sağlıklı yaşam tarzı edinmesi, gelecek nesillerin ve toplumun sağlıklı bireylerden oluşmasına katkıda bulunur. Prekonsepsiyonel bakım koruyucu sağlık hizmetlerinin bir parçasıdır ve hekimlere bu bakımın sağlanmasında büyük görev düşmektedir. Bu çalışmada Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi son sınıf öğrencilerinin prekonsepsiyonel bakım hakkındaki bilgi, tutum ve farkındalıklarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu çalışmanın evrenini 2022-2023 akademik yılı Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 6 öğrencileri oluşturmaktadır. Bel�����rt�����len sürede Necmett�����n Erbakan Ün�����vers�����tes����� Tıp Fakültes����� Dönem 6’da 227 öğrenc����� mevcuttu. Çalışmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden ve çalışmaya alınma kriterlerini karşılayan 208 öğrenci (%91,6’sı) çalışmaya dahil edildi. Katılımcılara araştırmacılar tarafından literatür taranarak oluşturulan ilk bölümünde katılımcıların sosyodemografik bilgilerini sorgulayan, ikinci bölümünde ise prekonsepsiyonel bakım hakkında soruların olduğu bir anket uygulandı. Elde edilen verilerin analizinde SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 20.0 programı kullanıldı. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Katılımcıların %59,1’i kadın olup yaş ortalaması 23,83±1,24 (min=22; maks=32) yıldı. Katılımcıların %96,6’sı bekar, %99’u çocuksuzdu. İntern hekimlerin %78,8’i prekonsepsiyonel bakım kavramını duymamış, %21,2’si duymuştu; prekonsepsiyonel bakım kavramını duyanların %79,5’i fakülte derslerinde duyduğunu belirtmiştir. İntern hekimlerin %91,8’i prekonsepsiyonel bakım hakkında daha önce eğitim almamış, %8,2’ si eğitim almıştı; eğitim alanların %94,1’i fakülte derslerinde eğitim aldığını belirtmiştir. Cinsiyet ile prekonsepsiyonel bakımı duyma ve eğitim alma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmamıştır (sırasıyla p=0,858, p=0,067). Katılımcıların %48,1’i prekonsepsiyonel bakım tanımını doğru bilmiştir. Prekonsepsiyonel bakımı duyma ile prekonsepsiyonel bakımın tanımını doğru bilme arasında anlamlı ilişki saptanmış olup daha önce prekonsepsiyonel bakım kavramını duyanlar duymayanlara göre prekonsepsiyonel bakım tanımının sorulduğu soruya daha çok doğru cevap vermişlerdir(p<0,001). Prekonsepsiyonel bakımda ele alınan konulardan en çok doğru bilinenler sırasıyla beslenme-egzersiz-kilo yönetimi (%82,2), sigara-alkol-madde kullanımı (%77,9), aile öyküsü-genetik hastalıklar (%76,0), aile planlaması (%75,0), ilaç kullanımı (%71,6), kronik hastalıklar (%71,6), enfeksiyonlardır(%65,9). Katılımcıların %79,3’ü folik asit desteğine ideal başlama zamanının gebelik öncesi olduğunu bilmiştir. Sonuç: Çalışmanın sonuçlarına göre intern hekimlerin prekonsepsiyonel bakımı duyma ve eğitim almış olma oranları oldukça düşüktür. İntern hekimler olumsuz gebelik sonuçlarına neden olabilecek risk faktörlerinin genel olarak farkındadırlar fakat prekonsepsiyonel bakımın önemi, risk faktörlerine sadece gebelikte değil gebelik öncesi dönemde de önlem alınması gerektiği ve nasıl müdahale edilmesi gerektiği konusunda bilgi ve farkındalıklarının arttırılmasına ihtiyaçları vardır.
  • Öğe
    Tıp Fakültesi öğrencilerinde impostor fenomeni ve mükemmelliyetçilik ile ilişkisi: Kesitsel çalışma
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Dinç, Yasir; Cihan, Fatma Gökşin
    Amaç: İmpostor fenomeni, bireyin somut delillere rağmen başarısını dış nedenlere bağladığı bir durumdur. Tıp fakültesi öğrencilerinde sık görüldüğü belirtilmekte ve anksiyete, depresyon, tükenmişlik gibi psikiyatrik rahatsızlıklarla olan ilişkisi bulunmaktadır. Çalışmanın amacı impostor fenomeninin tıp fakültesi öğrencileri üzerinde olan etkisini ve mükemmeliyetçilik ile olan ilişkisini değerlendirmektir. Gereç ve yöntem: Bu çalışma, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi dönem 1, dönem 4 ve dönem 6 öğrencilerinin katılımı ile yürütülen kesitsel ve tanımlayıcı tipte bir araştırmadır. Katılımcılara araştırmacılar tarafından oluşturulan sosyodemografik bilgi formu, Clance İmpostor Fenomeni Ölçeği (CIPS) ve Olumlu-Olumsuz Mükemmeliyetçi Ölçeği’ni (APS-R) içeren anket formu yüz yüze uygulandı. Elde edilen veriler değerlendirilirken istatistiksel analizler için SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 20.0 programı kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık p<0,05 olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya Tıp Fakültesi dönem 1, dönem 4 ve dönem 6 öğrencilerinden gönüllü 386 hekim adayı katıldı. Katılımcıların %29,0’u (n=112) dönem 1, %35,9’u (n=138) dönem 4 ve %35,2’si (n=136) dönem 6 öğrencisiydi. Yaş ortalaması dönem 1 öğrencilerinde 18,9±1,0 iken dönem 4 öğrencilerinde 21,8±1,2 ve dönem 6 öğrencilerinde 24,4±1,8 yıl idi. Katılımcıların %63’ü (n=243) kadındı. Kadın öğrencilerin CIPS puan ortalaması (47,2±13,5), erkek öğrencilerin CIPS puan ortalamasına (41,6±12,5) göre yüksek bulundu (p<0,001). Çalışmada tıp fakültesini bırakmak isteyen katılımcıların CIPS puanları (48,1±13,5), bırakmak istemeyenlerin CIPS puanından (43,1±13,0) yüksek olup istatistiksel açıdan anlamlı bulundu (p<0,001). Katılımcılardan sosyal medya kullanmayanların ölçek puan ortalamaları (50,3±12,1) kullananlardan daha yüksek saptandı (p=0,009). Sosyal medyada kendini başkaları ile kıyaslayanların ölçekte almış oldukları puan ortalamaları (48,8±13,7) kıyaslamayanlardan yüksek olarak bulundu (p<0,001). APS-R Uyuşmazlık alt iv boyutu ile CIPS arasında orta düzeyde pozitif yönde korelasyon tespit edildi (r=0,570, p<0,001). Sonuç: Çalışma dönem1, dönem 4 ve dönem 6 öğrencilerinin katılımı ile yapıldı. Çalışmada impostor fenomeni etkilerinin en çok dönem 4 öğrencileri tarafından yaşandığı görüldü. Yapılan çalışmada kadın öğrencilerin erkek öğrencilere göre daha fazla impostor etkisi altında olduğu tespit edildi. Çalışmada katılımcıların aileleri tarafından yapılan kıyaslamanın impostor hisleri ile ilişkili olmadığı fakat kendilerini kıyaslamalarının impostor hisleri ile ilişkili olduğu bulundu. İmpostor fenomeni ile psikiyatrik rahatsızlıklar arasında ilişki tespit edildi. Çalışmada psikiyatrik rahatsızlığı olan katılımcıların çoğunda anksiyete ya da depresyon mevcuttu. Yapılan çalışmada impostor fenomenin tıp fakültesini bırakma isteğinde etkili de olabileceğini de düşünüyoruz. İmpostor fenomeni ile olumsuz mükemmeliyetçilik arasında pozitif yönde ilişki bulundu.
  • Öğe
    Geleceğin hekimlerinin sürdürülebilir tüketim davranışları ve ekolojik ayak izi farkındalıklarının belirlenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Gökşan, İrem; Cihan, Fatma Gökşin
    Amaç: Sağlıklı bir insan sağlıklı bir çevre ile mümkündür. Sağlık hizmetinin başında yer alacak, bireylerin ve çevrenin sağlığından sorumlu olacak olan geleceğin hekimlerinin fakülte sürecindeki çevre ve tüketim bilinci hakkında bilgilerinin, farkındalıklarının ve sürdürülebilir yaşam ilkelerinin davranışlarını değiştirmesi günümüzün ve geleceğin sürdürülebilir Dünya’sı için büyük önem arz etmektedir. Sürdürülebilir hayat şeklinin bir göstergesi olarak ekolojik ayak izi, insanlığın yeryüzündeki gereksinimleri ile dünyanın bunu karşılama kapasitesi arasındaki ilişkiyi değerlendirme aracıdır. Bu çalışmada Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin sürdürülebilir tüketim davranışlarının ve ekolojik ayak izi farkındalıklarının belirlenmesi, çeşitli sosyodemografik değişkenler açısından değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu çalışmanın evrenini 2022-2023 akademik yılı Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri oluşturmaktadır. 15 Mart 2023-30 Haziran 2023 tarihleri arasında her bir dönemdeki öğrenci sayısının en az dörtte birine toplam 386 kişiye ulaşılması hedeflenmiştir. Belirlenen sürede öğrencilerden birinci sınıflardan:80 (n=313), ikinci sınıflardan:67 (n=254), üçüncü sınıftalardan:63 (n=238), dördüncü sınıflardan:67(n=258), beşinci sınıflardan:68(n=262), altıncı sınıflardan:60 (n=229) öğrenciye ulaşılarak toplamda 405 öğrenci çalışmaya dahil edilmiştir. Katılımcılara içeriğinde sosyodemografik bilgi formu, Sürdürülebilir Tüketim Davranışları Ölçeği (STDÖ) ve Ekolojik Ayak İzinin Azaltılmasına Yönelik Farkındalık Ölçeği (EAİFÖ) bulunan bir anket uygulanmıştır. Elde edilen verilerin analizinde SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 20.0 programı kullanıldı. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Öğrencilerin %61,0 ‘ını kadınlar %39,0’ını ise erkekler oluşturmakta olup yaş ortalaması 21,80±2,12 (min=18, maks=32) yıldır. STDÖ ihtiyaç dışı satın alma alt boyutunda erkeklerin aldığı puan kadınların aldığı puana göre daha yüksek bulunmuştur (p<0,001). Yine bu alt boyutta anne eğitim düzeyinde lise ve altı olanların aldığı puan üniversite ve üzeri olanların puanından daha yüksek saptanmıştır (p<0,026). STDÖ’den tıp fakültesi 1., 2., 3. sınıfların 4., 5., 6. sınıflardan daha yüksek puan aldığı (p<0,011), sigara içmeyenlerin puanının sigara içenlere göre daha yüksek olduğu (p=0,002) bulunmuştur. EAİFÖ’den kadınların aldığı puanın erkeklere göre daha yüksek olduğu (p=0,001), tıp fakültesi 1., 2., 3. sınıfların 4., 5., 6. Sınıflardan daha yüksek puan aldığı (p=0,045), aile/akraba ile aynı evde yaşayanların puanı aileden ayrı evde yaşayanların puanına göre yüksek olduğu (p=0,005) saptanmıştır. EAİFÖ ulaşım ve gıda alt boyutunda ise baba eğitim düzeyinde lise ve altı olanların aldığı puan üniversite ve üzeri olanların puanından daha yüksek saptanmıştır (p=0,018), (p=0,021). Geliri giderine denk olan katılımcıların ulaşım alt boyutu puanı, geliri giderinden fazla olanların puanından yüksek olduğu bulunmuştur (p=0,012). EAİFÖ’ den sigara kullanmayanların puanının kullananlara kıyasla yüksek olduğu (p=0,003), çevreyle ilgili eğitim alanların eğitim almayanlardan yüksek puan aldığı (p=0,031) tespit edilmiştir. STDÖ ile EAİFÖ toplam puanları arasında pozitif yönde güçlü bir ilişki tespit edilmiştir (r=0,550, p<0,001). STDÖ toplam puan yüksekliğinin %30,2’si EAİFÖ alınan toplam puana atfedilmektedir (R2 = 0,302 p<0,001). Sonuç: Çalışmaya göre tıp fakültesi 1., 2., 3. Sınıfta olmak, sigara kullanmamak, diş fırçalarken suyu açık bırakmamak, yiyecekleri çöpe atmamak sürdürülebilir tüketim davranışını artıran durumlardandı. Ekolojik ayak izi farkındalığını artıran durumlar ise kadın cinsiyet, Tıp fakültesi 1., 2., 3. Sınıfta olmak, aile/akraba ile yaşamak, baba eğitim düzeyinin lise ve altı olması, sigara içmemek, çevreyle ilgili bir eğitimi almak, haftada 1-4 kez duş yapmak, diş fırçalarken suyu açık bırakmamak, yiyecekleri çöpe atmamak olarak bulundu. Ekolojik ayak izi farkındalığının sürdürülebilir tüketim davranışı üzerinde güçlü bir etkisi olduğu tespit edilmiştir. Sağlıklı ve sürdürülebilir bir dünya için tüketim ve çevre farkındalıklarının artırılması amacıyla bireylere ve özellikle de sağlık hizmetinin başında yer alacak geleceğin hekimlerine yönelik çevre eğitimleri, çevre dostu organizasyonlar düzenlenmeli, yazılı ve görsel ve sosyal medya ile desteklenmelidir.
  • Öğe
    Postpartum dönemde COVİD-19 fobisinin yalnızlık ve depresyon üzerine etkisinin incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Özsöz, İzgi Elpeze; Küçükceran, Hatice
    Amaç: Yeni doğum yapmış hayatının çok önemli ve zorlu bir döneminden geçen, salgın gibi olağan dışı durumlar olmadığı zaman bile depresyon riskinin arttığı postpartum kadınlarda COVID-19 pandemisinin yol açtığı korku duygusunun ve doğumda, doğum sonrasında hastalığın bulaşma riskinden dolayı hiçbir yakınından yeterince destek görememesinin sebep olduğu yalnızlık duygusunun depresif duygu durumunu daha da arttırabileceği ve bu dönemi daha zorlu geçirmelerine sebep olabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı da birinci basamağa başvuran 4-8 haftalık bebeği olan postpartum dönemdeki kadınlarda COVID-19 fobisinin, depresyon ve yalnızlık üzerine etkisinin araştırılmasıdır. Gereç ve yöntem: Bu çalışma Konya ilinin üç merkez ilçesinden (Meram, Selçuklu, Karatay) seçilen toplam 6 Aile Sağlığı Merkezine 01.06.2021-01.09.2021 tarihleri arasında başvuran doğumunun üzerinden 4-8 hafta geçmiş kadınlar dahil edilerek gerçekleştirildi. Katılımcıların sosyodemografik özelliklerini ve bebeğiyle alakalı özelliklerini değerlendirmeye yönelik sosyodemografik bilgi formu, postpartum depresyon durumunu değerlendirmeye yönelik “Edinburgh Postpartum Depresyon Ölçeği”, COVID-19 fobisini değerlendirmeye yönelik “COVID-19 Fobi Ölçeği”, yalnızlık düzeylerini değerlendirmek için ise “UCLA Yalnızlık Ölçeği” uygulandı. İstatiksel analizler için SPSS 20.0 (Statistical Package for Social Sciences) programı kullanıldı. İstatiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya katılan 425 kişinin yaş ortalaması 28,57±4,59 (min=18; maks=42) yıl olarak hesaplandı. Katılımcıların %56,4’ü (n=240) üniversite mezunuydu, %48,5’i (n=206) doğum öncesinde çalışıyordu. Katılımcıların %21,9’unun (n=93) geliri giderinden çok, %55,3’ünün (n=235) geliri giderine eşit, %22,8’inin geliri giderinden azdı, %95,1’i il ix merkezinde yaşıyordu. Katılımcıların %88,2’sinin son gebeliği istenilen bir gebelikti ve %22’si bebek bakımı konusunda hiçbir yardım almıyordu. Katılımcıların %22,3’ünde (n=95) postpartum depresyon belirtisinin olduğu bulundu, EPDÖ puanlarıyla öğrenim durumu (p<0,001) ve doğum öncesi çalışma durumu (p<0,001) arasında anlamlı ilişki saptandı, öğrenim durumu lise ve altı olanların ve doğum öncesinde çalışmayanların ortalamaları daha yüksekti. Algılanan gelir düzeyi ile EPDÖ toplam puanı arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki saptandı (p<0,001). Geliri giderinden az olan katılımcıların PPD sıklığı geliri giderine eşit ve geliri giderinden çok olanlardan daha yüksekti. Plansız gebe kalan (p=0,004) ve doğum öncesi COVID-19 geçiren annelerde (p=0,001) PPD sıklığı daha fazlaydı. Katılımcıların çocuk sayısı (p=0,001), öğrenim durumu (p<0,001) ve doğum öncesi çalışma durumu (p=0,004) ile yalnızlık düzeyi arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki bulundu. Algılanan gelir düzeyi ile UCLA-YÖ toplam puanı arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki saptandı (p<0,001). Geliri giderinden az olan annelerin ortalamaları daha yüksekti. Gebe kalmayı isteme durumu ve bebek bakımında yardımcı olunma durumu (p=0,034) ile annelerin yalnızlık düzeyi arasında anlamlı ilişki olup (p=0,012) istemeyerek gebe kalan ve bebek bakımında yardımcı olunmayan anneler kendini daha yalnız hissediyordu. Katılımcıların C-19FÖ toplam puan ortalaması 46,94±13,49 (min:20, maks:79) idi. C-19FÖ toplam puanı ve tüm alt boyut puanları ile öğrenim durumu, meslek, algılanan gelir düzeyi, gebe kalmayı isteme durumu, bebek bakımında yardımcı olunma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı. C-19FÖ psikolojik alt boyut puanı ile doğum öncesi çalışma durumu arasında anlamlı ilişki saptandı (p=0,025), doğum öncesi çalışmayanlarda ortalama daha yüksekti. Katılımcıların COVID-19 geçirme durumuyla C-19FÖ somatik alt boyut (p=0,002), sosyal alt boyut (p=0,003), ekonomik alt boyut skorları (p=0,002) ve ölçeğin toplam skoru (p=0,001) arasında anlamlı ilişki saptandı. Katılımcıların EPDÖ toplam puanı ile UCLA-YÖ toplam puanı arasındaki korelasyon incelendiğinde pozitif yönde ve güçlü derecede istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptandı (r=0,615) (p<0,001). Katılımcıların EPDÖ toplam puanı ile C19-FÖ toplam puanı arasındaki korelasyonda pozitif yönde orta derecede anlamlı korelasyon saptandı (r=0,300) (p<0,001), UCLA-YÖ toplam puanı ile C-19FÖ toplam puanı arasındaki korelasyon incelendiğinde pozitif yönde zayıf derecede anlamlı bir korelasyon saptandı (r=0,150) (p=0,002). Sonuç: Postpartum dönemdeki kadınlarda COVID-19 pandemisinin yol açtığı korku duygusunun ve doğumda, doğum sonrasında hastalığın bulaşma riskinden dolayı yakınlarından yeterince destek görememesinin sebep olduğu yalnızlık duygusunun postpartum depresyon belirtilerini daha da arttırdığı sonucuna varılmıştır. Bizler birinci basamak hekimleri olarak gebelikte ve doğum sonrasında kontrole gelen anneleri postpartum depresyon açısından değerlendirilmeli ve hem anne hem bebek sağlığı için bu konuda erken önlemler almalı, gerekirse sevk etmeliyiz.
  • Öğe
    Sigara içmenin serum immünglobülin seviyeleri üzerine etkisinin incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Akbulut, Ülkü Hüma; Demirbaş, Nur
    Amaç: Sigara dumanında bulunan çok sayıda toksik madde, sigara içenlerde ve sigara dumanına maruz kalanların vücudunda birçok sistemin çalışmasını etkiler ve patolojilerin meydana gelmesine neden olur. Bu çalışmanın amacı sigaranın serum immünglobülin seviyeleri üzerine etkisini incelemektir. Gereç ve Yöntem: Vaka-kontrol çalışması olarak tasarlanan bu araştırma 01.11.2020-31.01.2021 tarihleri arasında yapılmıştır. Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Sigara Bırakma Polikliniği’ne sigara bırakmak için başvuran ve çalışmaya dahil edilme kriterlerine uyan bireyler vaka grubunu oluşturdu. Aile Hekimliği Polikliniği’ne periyodik sağlık muayenesi için başvuran, sigara içmeyen ve çalışmaya dahil edilme kriterlerine uyan bireyler de kontrol grubu olarak alındı. Sigara içen bireylerin Fagerström Nikotin Bağımlılık Testi (FNBT)’ne göre bağımlılık düzeyleri kaydedildi. Her iki grubun İmmünglobülin G, immünglobülin A, İmmünglobülin M, İmmünglobülin E düzeyleri ölçüldü. .Veriler Statistical Package for the Social Sciences (SPSS) versiyon 22.0 istatistik paket programında değerlendirildi. Bulgular: toplam 300 kişiyle tamamlanan çalışmada katılımcıların yaş ortalaması 34,28±11,10 (18-65) yıl ve %30,3’ü (n=91) kadın, %41,5’i (n=83) erkekti.. Katılımcıların %19,7’sinin (n=59) kronik hastalığı vardı.. vaka grubunda 27 kadın (%17,6), 126 erkek (%82,4) vardı ve sigara içme oranı erkeklerde anlamlı olarak daha yüksekti (p<0,001). IgM düzeyi tüm katılımcılar içinde kadınlarda erkeklerden anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,001). IgG düzeyi hiç sigara içmemişlerde daha yüksek bulundu (p=0,002). IgM, IgA, IgE düzeylerinde hiç sigara içmemişlerle sigara içenler arasında anlamlı fark yoktu (p=0,080). Sonuç: Sigara içen bireylerde IgG düzeyinin hiç içmeyenlere göre daha düşük olduğu görüldü. IgA, IgM, IgE düzeylerinde sigara içenlerle hiç içmeyen bireyler arasında anlamlı fark saptanmadı. Yapılan çalışmayla sigaranın IgG seviyesini negatif etkilediği sonucuna varılabilir, ancak bu konuyla ilgili ek çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
  • Öğe
    Bir üniversite hastanesine başvuran hastalarda siberkondri ve sağlık okuryazarlığı düzeylerinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Teken, Muhammed Tahir; Demirbaş, Nur
    Amaç: Siberkondri genel olarak "sağlık ve tıbbi web sitelerini ziyaret ederek sağlığının durumu ile ilgili asılsız endişe duymak" olarak tanımlanmaktadır. Sağlık okuryazarlığı ise bireylerin sağlık risklerini azaltmak ve yaşam kalitelerini artırmak için, sağlıkla ilgili bilgi ve kavramları aramaya, anlamaya, değerlendirmeye ve kullanmaya yönelik sahip olduğu beceriler olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada amaç Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesine başvuran hastalarda siberkondri şiddeti ve sağlık okuryazarlığı düzeylerinin belirlenmesi, hastaların sosyodemografik özellikleri ile siberkondri ve sağlık okuryazarlığı arasındaki ilişkinin ortaya konmasıdır. Gereç ve yöntem: Bu çalışma 2022-2023 akademik yılları arasında yapılmış tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir çalışmadır. Çalışmaya Meram Tıp Fakültesi Hastanesine herhangi bir nedenle başvurmuş 18-65 yaş aralığındaki 381 hasta dahil edildi. Hastalarla yüz yüze görüşme sağlanarak ve sözlü onamları alınarak anket formları dolduruldu. Anket formu; sosyodemografik bilgi formu, Siberkondri Şiddeti Ölçeği Kısa Formu (SSÖ) ve Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği- Kısa Formu (SOY)'dan oluşmaktaydı. Elde edilen veriler SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 22 programı kullanılarak analiz edildi. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Katılımcıların %32,54 (n=124)'ü erkek, %53,28 (n=203)'i yüksekokul/üniversite eğitim düzeyinde ve %49,34'ü halen çalışmaktaydı. Hastaların ortalama yaşı ise 32,55±11,0 (min=18 maks=65) yıl idi. Katılımcıların %46,19'u (n=176) hekiminden tetkik istediklerini, %46,71(n=178)'sı COVID-19 nedeniyle internet sağlık araştırmalarının arttırdığını ifade etti. Hastalık ve şikayetleri ile ilgili internette her zaman araştırma yapanların oranı %57,48 (n=219), bazen araştırma yaptığını ifade edenlerinki ise %23,88(n=70) idi. İnternette sağlıkla ilgili edinilen bilgilere güvenmeyenlerin oranı %33,85 (n=129), emin olmayanların da %48,81 (n=186) idi. Hastaların toplam %91,59 (n=349)'u sosyal medya kullanmaktaydı. Eğitim düzeyi ilkokul-ortaokul olanların siberkondri şiddeti, hem lise mezunu olanlardan (p=0,033) hem de eğitim düzeyi yüksekokul-üniversite olanlardan (p=0,010) daha düşük idi. Dahili bölümlere kıyasla cerrahi bir bölüme başvurmuş olanların (p=0,045), hastane ve doktor seçiminde internetten yararlanmayanlara göre yararlananların (p=0,011), şikayetiyle ilgili internette araştırma yapmayanlara göre yapanların (p<0,001), internetteki sağlıkla ilgili bilgilere güvenmeyenlere göre güvenenlerin (p<0,001), hekiminden tetkik istemeyenelere göre isteyenlerin (p=0,010), hekim önerisi dışında ilaç kullanmayanlara göre kullananların (p=0,002), COVID-19'dan etkilenmeyenlere göre etkilenmiş olanların (p<0,001), tanısı konulmamış bir hastalığı olduğunu düşünmeyenlere göre düşünenlerin (p=0,032) siberkondri şiddeti ölçeğinden aldığı puan daha yüksek idi. Sağlık okuryazarlığı ise evli olanlara göre bekar olanlarda (p=0,004), cerrahi bölümler değil de dahili bir bölüme başvurmuş olanlarda (p=0,022), tanısı konulmamış bir hastalığı olduğunu düşünenlere göre olmadığını düşünenlerde (p=0,002) ve genel sağlığını daha iyi tanımlayanlarda (p=0,004) daha yüksek idi. Sağlık okuryazarlığı ile siberkondri şiddeti arasında p=0,001 anlamlılık düzeyinde ve düşük derecede (r=-0,165) negatif bir korelasyon vardı. Sonuç: Sağlık okuryazarlığı ile siberkondri arasındaki negatif ilişki vardır ve bu ilişkinin büyük oranda internetteki bilgi kirliliğinden kaynaklandığını düşünmekteyiz. Sağlık okuryazarlığı genel sağlığını daha iyi tanımlayan ve bir hastalığı olmadığını düşünenlerde daha yüksekti. Ayrıca sağlık okuryazarlığının; siberkondrinin azalmasıyla ve internetin erken kullanılmaya başlanmasıyla artacağı görüldü. Siberkondriyi azaltmanın en iyi yolu ise sağlık okuryazarlığını arttırmak, internet kullanımını azaltmak veya bilinçli kullanımı teşvik etmek, internetin güvenilir bir bilgi kaynağını olmadığını öğrenmek/öğretmek ve hekime olan güveni arttırmaktan geçmektedir. Anahtar kelimeler: Siberkondri, sağlık okuryazarlığı, internet bilgi kirliliği
  • Öğe
    Genç erişkinlerde (19-25 yaş) sosyal medya bağımlılığının görünüş kaygısı ve beden saygısı ile ilişkisinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Cengiz, Çiğdem; Karaoğlu, Nazan
    Sosyokültürel boyutları olan sosyal medyanın en önemli etkilerinden biri kullanıcılara ideal bedeni sunması ve diğerlerinin bedenleriyle kendi bedenini karşılaştırmaya imkân tanımasıdır. Bu çalışmada sosyal medya kullanan 19-25 yaş arası genç erişkinlerin sosyal medya bağımlılık düzeyleri ile fiziksel görünüşleri ile ilgili kaygıları ve beden saygıları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı nitelikteki bu çalışmaya yüzde beş hata payı %95 güven aralığı ile en az 377 genç erişkinin dahil edilmesi planlandı. Oluşturulan anket formu, bu yaş grubunun yoğun olarak bulunduğu üniversite kampüsü ve şehir merkezinde yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulandı. İlaveten Google Forms ve online anket formu da sosyal medya ile paylaşıldı. Anket formu; sosyodemografik bilgiler, ilgi-istek kaybı soruları ile yeme bozukluğu riskine yönelik sorular, Sosyal Medya Bağımlılık Ölçeği Erişkin Formu, Sosyal Görünüş Kaygısı Ölçeği, Ergenler ve Yetişkinler İçin Beden Saygısı Ölçeği’ni içermekteydi. SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 20.0 programı kullanılarak analiz edildi. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmada eksiksiz doldurulan 385 anket formu analiz edildi. Yaş ortalaması 22,14±1,79 yıl olan katılımcıların %67,3’ü (n=259) kadındı. En sık kullanılan üç sosyal medya ağı sırasıyla; Whatsapp, İnstagram ve Youtube uygulamalarıydı. Günlük sosyal medya kullanım süresi 3,29±1,75 saat, sosyal medyayı sadece takip edenler %47,5 (n=183), görüntü paylaşanlar %52,4 (n=202) oranındaydı. Kendi resmini (selfie) paylaşma sıklıkları; nadiren %61,3 (n=236), hiçbir zaman %28,8 (n=111) ve sıklıkla %9,9 (n=38) paylaşırım şeklindeydi. Sosyal medyada görüntü paylaşanların SMBÖ (55,77±11,40) ve BSÖ puanları (27,86±6,33), sosyal medyayı sadece takip edenlerin SMBÖ (51,09±11,51) ve BSÖ puanlarından (26,49±7,09) daha yüksek bulundu (p<0,001; p=0,045). Kadınların sosyal görünüş kaygısı puanı (40,27±15,91), erkeklerinkinden (33,09±14,47) anlamlı olarak yüksekti (p<0,001). iv Sosyal medyayı sadece takip edenlerin BS-kilo puanı (9,61±5,52) ise sosyal medyada görüntü paylaşan grubun puanından (10,74±5,13) daha düşük olup, fark anlamlıydı (p=0,038). Günlük sosyal medya kullanım süresi ile SMBÖ arasında (r=0,422, p<0,001), ve SGKÖ ile SMBÖ arasında (r=0,427, p<0,001) orta düzeyde pozitif yönde anlamlı korelasyon saptandı. Sonuç: Bu çalışmada cinsiyet farkının sosyal medya bağımlılığını etkilemediği, günlük sosyal medya kullanım süresi arttıkça sosyal medya bağımlılığının arttığı, sosyal medyada görüntü ve selfie paylaşanların sosyal medya bağımlılıklarının ve beden saygılarının daha fazla olduğu bulundu. Ayrıca Sosyal medya bağımlılığı arttıkça sosyal görünüş kaygısının arttığı ve kadınların sosyal görünüş kaygısının daha fazla olduğu bulundu.
  • Öğe
    Eser elementlerin obezite ve framingham risk skoru üzerine etkisinin incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Oğuz, Doğanay; Demirbaş, Nur
    Obezite ve fazla kilo baĢta kardiyovasküler ve endokrinolojik olmak üzere pek çok hastalığa yatkınlık oluĢturmaktadır. Bu çalıĢmanın amacı, obez olan ve olmayan bireylerde serum eser element [bakır(Cu), çinko(Zn), demir(Fe) ve selenyum(Se)] düzeylerini tespit etmek ve bu bireylerdeki Framingham risk skorunu belirleyerek eser elementler ile arasındaki iliĢkiyi incelemektir. Gereç ve yöntem: Kesitsel tipte planlanan bu araĢtırmanın evrenini Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Polikliniği’ne 01.03.2022-31.04.2022 tarihleri arasında baĢvuran bireyler oluĢturdu. Katılımcılar beden kitle indeksi (BKĠ) değerlerine göre 3 ayrı gruba ayrıldı. Gruplar arasında yaĢ dağılımı, kadın ve erkek birey sayısı ve sigara içen-içmeyen birey sayıları benzer tutulmaya çalıĢıldı. Bireylerin sosyodemografik özellikleri, beden kitle indeksleri, sistolik ve diyastolik kan basıçları, hemogram, lipit paneli parametreleri, Framingham risk skoru değerleri kaydedildi. Katılımcıların serum demir, çinko, bakır ve selenyum düzeyleri Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı laboratuvarında spektrofotometri yöntemiyle analiz edildi. Veriler Statistical Package for the Social Sciences (SPSS) versiyon 22.0 istatistik paket programında değerlendirildi. Ġstatistiksel anlamlılık p<0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: ÇalıĢmaya toplam 180 kiĢi dahil edildi ve bireylerin %50,0’ı erkek (n=90) idi. Katılımcıların Framingham Risk Skoru (FRS) ortalamaları 9,31±7,99 (1-37), bel çevresi ortalaması 95,63±15,08 (61-132) cm ve BKĠ ortalaması 27,58±5,70 (18-60,55) kg/m2 idi. Bireylerin %33,9’u (n=61) normal kilolu, %33,3’ü (n=60) fazla kilolu ve %32,8’i (n=59) obez idi. Normal kilolu bireylerin yaĢ ortalamaları (41,39±9,12), obez bireylerden (45,69±7,60) daha düĢüktü (p=0,016). Normal kilolu bireylerin ortalama FRS’leri(7,84±3,05) fazla kilolu (8,80±3,39) ve obez (13,39±6,24) grubun ortalama FRS değerlerinden daha düĢük saptandı v (p<0,001). DüĢük FRS değerine sahip bireylerin bel çevresi (p<0,001) daha düĢüktü. Serum bakır düzeyleri ve BKĠ arasında pozitif yönde zayıf korelasyon saptandı (r=0,176 p=0,018). Ölçülen diğer eser element düzeylerinin BKĠ ve FRS ile olan iliĢkileri incelendiğinde anlamlı bir iliĢki saptanmadı. Sonuç: Normal kilolu bireylerde kardiyovasküler risk düzeyinin daha düĢük olduğu tespit edildi. Ayrıca bireylerin serum bakır düzeyleri ile BKĠ değerleri arasında pozitif yönlü iliĢki olduğu saptandı. Serum Se, Zn ve Fe değerlerinin BKĠ ve FRS değeri ile iliĢkisi olmadığı görüldü. Dolayısıyla serum eser element düzeyi tayininin obezite ve kardiyovasküler hastalık tanı ve takibinde klinik pratiğe girmesi için halen randomize kontrollü çalıĢmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Üniversite hastanesine başvuran hastaların ilk başvuruda aile sağlığı merkezi veya üçüncü basamak sağlık kuruluşu tercihlerinin incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) İlhan, Ömer Adil; Karaoğlu, Nazan
    Birinci basamak sağlık hizmetleri; önleyici ve koruyucu sağlığı barındıran, erişilebilir ve uygun maliyetli sağlık hizmetleridir. Bu çalışmada; üniversite hastanesine başvuran hastaların ilk başvuruda aile sağlığı merkezi (ASM) veya üçüncü basamak sağlık kuruluşu tercihlerini etkileyen faktörler incelenerek sağlık sistemi basamaklarının etkin ve sevk zincirine uygun kullanımının değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipte yapılan bu çalışmanın evrenini, Meram Tıp Fakültesi Hastanesi’ne başvuran 18 yaş ve üzeri erişkinler oluşturdu. Çalışmada; sosyodemografik bilgi formu, genel sağlık sistemi ile ilgili sorular ve aile hekimliği ile ilgili önermelerin olduğu beşli Likert tablo içeren bir anket formu kullanıldı. Anket formu, 28 Aralık 2021- 15 Şubat 2022 tarihleri arasında Meram Tıp Fakültesi Hastanesi’ndeki hastalara uygulandı. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 41,5±15,84 yıl, %65,1’i (n=239) kadın ve %72,2’si (n=265) evliydi. Çalışmaya katılanların %41,4’ü (n=152) ev hanımı ve %62,4’ü (n=229) ise çalışmayan gruptaydı. Anketi cevaplayanların %31,1’i (n=114) acil durumlar dışında ilk başvuruda aile sağlığı merkezlerini tercih ederken %24,8’i (n=91) en sık ASM’den faydalandığını belirtti. Çalışmaya katılanların %62,4’ü (n=229) ASM’ye genellikle ilaç yazdırmak için başvururken %46,3’ü (n=170) muayene amaçlı başvurdu. “Bir sağlık sorunum olduğunda ilk aklıma gelen doktor aile hekimimdir” önermesine katılımcıların %55’i (n=202) katıldı ve bu önerme ile ASM’ye başvuru sıklığı arasında anlamlı fark vardı (p=0,026). “Aile hekimimle tüm sorunlarımı paylaşabilirim” önermesine katılımcıların %59,4’ü (n=218) katıldı. “ASM’de şikâyetimle ilgili etkin çözüm sunulmaktadır” önermesine katılımcıların %56,4’ü (n=207) katıldı. Katılımcıların %70’i (n=257) ASM’deki çalışanların ilgisinden memnundu. Sonuç: Bu çalışma üç hastadan birinin acil durumlar dışında ilk başvuruda ASM’yi tercih etmesine rağmen üçüncü basamak hastaneye başvuranların neredeyse yarısının birinci veya vi ikinci basamakta çözülebilecek sorunlar için geldiğini göstermesi açısından önemlidir. Aile hekimliği sisteminin ve sevk zincirinin daha iyi uygulanması durumunda bu oranların değişeceği kesin gibi görülmektedir. Bu da sağlık maliyetini ve çıktılarını olumlu yönde destekleyeceği kanaatindeyiz.
  • Öğe
    Erken lohusalık döneminde eş desteğinin anne sütü üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Altunhan, Hatice; Cihan, Fatma Gökşin
    Amaç: Anne sütünün anneye ve bebeğe yararları konusunda hala birçok çalışma yürütülmekte, anne sütünün önemi her gün yeni bir boyut kazanmaktadır. Anneye en yakın kişi olan babanın bu konuda etkisi olduğu literatürdeki birçok çalışma ile desteklenmiştir. Literatürde algılanan eş desteğinin genellikle emzirme öz yeterliliği üzerine etkisi incelenmiş, süt miktarına ve süt algısına etkisini direk inceleyen çalışmaya rastlanmamıştır. Sunulan çalışmada annenin algıladığı eş desteğinin süt miktarına ve annenin süt algısına etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Bu çalışma, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Yenidoğan Polikliniği’ne 1 Şubat 2022- 29 Nisan 2022tarihleri arasında başvuran erken lohusalık dönemindeki emziren kadınlar ile yapılan kesitsel ve tanımlayıcı tipte bir araştırmadır. Katılımcılara araştırmacılar tarafından oluşturulan sosyodemografik bilgi formu, Bebeğin Aldığı Anne Sütü Miktarını Puanlama Sistemi (İMDAT), Erken Lohusalık Sürecinde Kadınların Algıladıkları Eş Desteğini Belirlemeye Yönelik Ölçek Formu (ELSKAEDÖ), Yetersiz Süt Algısı Ölçeğini (YSAÖ) içeren anket formu yüz yüze uygulandı. Elde edilen veriler değerlendirilirken istatistiksel analizler için SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 20.0 programı kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık p<0,05 olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışmada 312 anne değerlendirildi. Annelerin yaş ortalamasının 28,69±5,88 yıl, babaların yaş ortalamasının ise 31,72±5,66 yıl olduğu görüldü. Katılımcıların %50,0’ı lise ve altı eğitim düzeyine sahip iken %50,0’ının eğitim düzeyi üniversite ve üstü idi. Katılımcıların %15,7’si kronik bir hastalığa, %19,9’u ise gebelikte tanı alınan hastalığa sahipti. Annelerin % 23,7’si, babaların ise %97,4’ü çalışıyordu.Gebeliklerin %79,2’si planlı gebelikti. Katılımcıların %73,1’inin doğum şekli sezaryendi. Bebeklerin %76’sı matüre, %80,8’i ise normal doğum ağırlığındaydı. Katılımcıların erken lohusalık döneminde eş desteği algısının iyi düzeyde olduğu tespit edildi. iv Araştırmaya katılan annelerin anne sütü miktarını puanlama sistemi (İMDAT) puan ortalamalarının 8,32±1,81 olduğu tespit edildi. %71,8’inin süt miktarı ise yeterliydi. Katılımcıların %81,7’si bebeğini doyuracak kadar süt ürettiğine inanmaktaydı. Yetersiz süt algısı ölçeği toplam puan ortalaması ise 41,65±8,03’tü. Anne ve baba yaşı 30’un altında olanlarda, geliri giderine denk olanlarda, beş yıldan kısa süredir evli olanlarda ve ilk gebeliği olanlarda algılanan eş desteği daha yüksek bulundu. Sonuç: Erken lohusalık sürecinde kadınların algıladıkları eş desteğinin düzeyi ve kalitesi annenin ve bebeğin sağlığı, emzirme motivasyonu sağlanması için oldukça önemlidir. Eşlerin bu zor süreçte bebek bakımına katılımları sağlanmalı, anne sütünün verilmesinin ve bunun için babanın desteğinin önemi anlatılmalı, bunun için gebelikten başlanarak anne ve babaya birlikte eğitim verilmelidir.
  • Öğe
    Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ile Meram Tıp Fakültesi öğrencilerinin sağlık algısı, ölüme karşı tutum ve ölüm anksiyetesi düzeyleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Solak, Burcu; Karaoğlu, Nazan
    Amaç: Bu çalışmanın amacı mesleki açıdan hastalık, ölüm ve oluşturdukları etkilerle ile sıklıkla karşı karşıya kalacak olan iki farklı alanda eğitim görmekte olan üniversite öğrencilerinde ölüm anksiyetesi, ölüme karşı tutum ve sağlığa karşı tutumları belirleyerek, bunları etkileyen faktörleri analiz edebilmektir. Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir çalışmanın evrenini 2018-2019 akademik yılında Necmettin Erbakan Üniversitesi'nde okumakta olan Meram Tıp Fakültesi ve İlahiyat Fakültesinde öğrencileri oluşturmaktadır. Çalışma gönüllü olan her iki fakültenin, her sınıfından en az 30 öğrenci olmak üzere toplam 479 öğrenci ile yapıldı. Çalışmada; Sağlık Algısı Ölçeği (SAÖ), Abdel Khalek Ölüm Anksiyetesi Ölçeği (AÖAÖ), Ölüme Karşı Tutum Ölçeği (ÖKTÖ) ile sosyodemografik veri elde etmeyi amaçlayan bir soru formu kullanıldı. Elde edilen veriler SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 22 programı kullanılarak analiz edildi. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Katılımcıların %66,8'i (n=320) tıp fakültesi, %33,2'si (n=159) ilahiyat fakültesi öğrencisiydi. Yaş ortalaması 21,40±2,40 (Min:18-Maks:39) yıl olan öğrencilerin %66'sı (n=316) kadındı. Yaşı 22 ve üzeri olanların ölüme karşı tutum puanı (136,13±18,46) daha olumlu olduğu tespit edildi (p=0,021). İlahiyat fakültesi kadın öğrencilerinin ölüm anksiyetesi puanı (53,78±14,98) aynı bölümdeki erkeklerden (46,83±14,30) ve tıp fakültesi öğrencilerinden (kadın=51,17±14,14, erkek=52,02±16,71) yüksekti (p<0,01). Evlilik (44,18±11,35) ölüm kaygısını azaltmaktaydı (p=0,049). Ekonomik açıdan kendini çok iyi-iyi gören tıp fakültesi öğrencilerinin sağlık algısı puanları (50,00±6,44) diğerlerinden yüksekti (p=0,025). Kronik hastalık varlığı, tüm öğrenciler için sağlık algısı puanlarını (46,64±6,75) azaltan bir durumdu (p<0,01). Kendini çok dindar-dindar olarak tanımlayan tüm öğrencilerin sağlık algısı puanları (49,64±5,96) yüksek (p<0,01), ölüm anksiyetesi puanları (50,05±13,96) düşüktü (p<0,01). Okumakta olduğu okuldan memnun olan tüm öğrencilerin sağlık algısı puanı (49,90±5,83) kısmen memnun olan ve memnun olmayanlardan (46,62±7,07; 47,97±5,99) farklıydı (p<0,01). Kendini yalnız hisseden (47,11±6,98) öğrencilerin sağlık algısı yalnız hissetmeyenlerden (49,45±5,92) daha düşüktü (p<0,01). Önceki iki haftada bitkin, çökkün ya da umutsuz hisseden öğrencilerin sağlık algısı puanları (47,31±6,04) diğerlerine (50,45±6,04) kıyasla farklıydı (p<0,01). Önceki iki hafta boyunca, daha önce yaptığı şeylere karşı ilgide ve aldığı zevkte azalma olmayan öğrencilerin puanları (49,80±5,75) yüksekti (p<0,01). Ölüm kaygısı puanları ölümü olumsuz ifade ile tanımlayan öğrencilerde (54,31±16,85) ve ölümü sıcak renk olarak tanımlayan tıp fakültesi öğrencilerinde (49,60±5,83) yüksek bulundu (p=0,024). Ölümü nötr (tarafsız) renk olarak tanımlayan tüm öğrencilerin ölüm anksiyetesi puanları (52,89±15,63) diğerlerine kıyasla yüksek saptandı (p=0,022). Sonuç: Çalışmada 22 yaş ve üzeri olma, akademik düzey artması ve ekonomik durumun iyi olması ölüme karşı tutumu olumlu yönde etkilemekteydi. Okunan bölümlerin farklı olması sağlık algısını, ölüm anksiyetesini değiştirmezken ölüme karşı tutum ilahiyat fakültesi için daha olumlu bulundu. Ekonomik durumun kötü olması, yaşam memnuniyetinin azlığı ve anksiyete ve depresyon kaynağı olabilecek durumların ( yalnız hissetme, depresyon, yas gibi) varlığı sağlık algısına olumsuz etki yapmıştı. Kronik hastalık ve madde kullanım öyküsü sağlık algısını azaltan durumlardı. Kendini dindar olarak tanımlama benlik algısını arttırmakta ve sağlık algısına olumlu etki yapmaktaydı. Kadın cinsiyet, bölümlerin üçüncü sınıfları, kötü ekonomik koşullar, yaşam memnuniyetinin olmaması ve kendini dindar olarak tanımlamak ile anksiyete kaynağı olabilecek durumlar (okuduğu okuldan memnun olmama, depresyon gibi) öğrencilerin ölüm anksiyetesini arttıran durumlardı. Konusu sağlık ve ölüm olan meslek gruplarının müfredatına ölümün anlamı, ölüm algısı, ölüm korkusu ve ölüm anksiyesi ile baş etme gibi eğitimlerin verilmesi gereklidir. Bu eğitimler hem ölümle en sık karşılaşan bu meslek gruplarının kendi bütünlüklerini koruyabilmesi hem de profesyonel olarak kendilerinden yardım isteyenlere yardım edebilmeleri açısından son derece önemli olacaktır. Anahtar kelimeler: Sağlık algısı, ölüme karşı tutum, ölüm kaygısı
  • Öğe
    Bir üniversite hastanesi sağlık personelinin COVID 19 pandemisürecinde sağlık algısı ve beslenme alışkanlıklarınındeğerlendirilmes
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Bıçakcı, Habibe Sümeyra; Cihan, Fatma Gökşin
    Bu çalışmada üçüncü basamak bir hastanede çalışan sağlık personelinin pandemi sürecindeki sağlık algılarını, beslenme alışkanlıklarını ve bunlarla ilişkili faktörleri değerlendirmek amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Kesitsel tipte bir araştırma olan bu çalışma, 01.05.2021-31.08.2021 tarihleri arasında NEÜ Meram Tıp Fakültesi Hastanesinde görev yapan sağlık çalışanları ile yapıldı. Katılımcılara araştırmacılar tarafından oluşturulan sosyodemografik bilgi formu, Sağlık Algısı Ölçeği (SAÖ) ve Sağlıklı Beslenme Tutumu Ölçeği'ni (SBİTÖ) içeren anket formu uygulandı. Bulgular: Çalışmaya katılan 386 katılımcının yaş ortalaması 33,18±7,58 (min=19, maks=58) yıl ve %53,6'sı (n=207) erkek, %46,4'ü (n=179) kadındı. Katılımcıların %65,3'ü (n=252) evli, %24,6'sı (n=95) yüksekokul mezunu ve %41,2'si (n=159) üniversite mezunuydu. Katılanların %22,1'i (n=85) doktor, %29,8'i (n=115) yardımcı sağlık personeli, %21,2'si (n=82) idari personel ve %26,9'u (n=104) diğer personel (temizlik görevlisi, güvenlik…) olarak görev yapmaktaydı. Sağlık personelinin %43,8'i (n=169) zayıf/normal kilolu, %43,8'i (n=169) fazla kilolu ve %12,4'ü (n=48) obezdi. Pandemi sürecinde katılımcıların %22,6'sının yeme alışkanlığında değişme olduğu, %44,0'ının kilosunda artış olduğu ve %22,8'inin koronavirüsten korunmak için şifalı bitki/probiyotik tüketmeye başladığı tespit edildi. Katılımcıların SBİTÖ toplam puan ortalaması 71,94±10,98 olup sağlıklı beslenmeye ilişkin tutumları genelde yüksek bulundu. Kadın katılımcıların SBİTÖ toplam puanı ve beslenme hakkında bilgi düzeyi erkek katılımcılara göre anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0,001). Doktorların beslenme hakkında bilgi düzeyi diğer katılımcılara göre anlamlı düzeyde yüksekti (p<0,001). Düzenli egzersiz yapan katılımcıların SBİTÖ toplam puanı hiç yapmayanlara göre anlamlı düzeyde yüksekti (p=0,003). Katılımcıların eğitim seviyesi yükseldikçe sağlık algısı da artıyordu. Doktorların sağlık algısı diğer sağlık personellerine göre daha yüksek bulundu (p<0,001). Zayıf/normal kilolu katılımcıların sağlık algısı, fazla kilolu ve obez katılımcılara göre yüksek bulundu (p=0,002). Katılımcıların SAÖ toplam puanı ile SBİTÖ toplam puanı arasında pozitif yönde orta derecede anlamlı bir korelasyon bulundu. Sağlık algısı arttıkça sağlıklı beslenme tutumunun da arttığı görüldü (r=-0,251, p<0,001). Sonuç: Beslenme ve sağlık birbirinden ayrı düşünülemeyecek kavramlardır. Sağlıklı bir toplum için beslenme bilincinin yükseltilmesi gerekmektedir. Çalışmada sağlık personelinin sağlıklı beslenmeye ilişkin tutumları yüksek bulundu. Kadınların ve doktorların beslenme hakkında bilgi düzeyi daha yüksekti. Sağlık algısı yükseldikçe bireylerin sağlıklı beslenmeye ilişkin tutumları da olumlu yönde artmaktaydı. Sağlık çalışanlarının beslenme tutumunun daha da iyileştirilmesi ve sağlık algılarının yükseltilmesi toplumun geri kalanına örnek olacak ve daha sağlıklı bir topluma öncülük edecektir. Anahtar Kelimeler: COVID-19, sağlıklı beslenme, sağlık algısı
  • Öğe
    Hekim adaylarında toplumsal cinsiyet algısının değerlendirilmesi: Meram Tıp Fakültesi örneği
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Ercan, Nefise Betül; Karaoğlu, Nazan
    Günümüzde sağlık hizmeti için önemli bir hedef, toplumsal cinsiyet eşitliği ve bu konuda farkındalık içeren mesleki gelişimdir. Bu çalışmada toplumsal cinsiyet algısının bireylerin hangi sosyokültürel özelliklerinden kaynaklandığını ve tıp eğitimi sürecinden geçildiğinde değişim gösterip göstermediğini araştırmak amaçlandı. Gereç ve yöntem: Kesitsel tanımlayıcı nitelikteki bu araştırmanın evrenini Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi birinci, üçüncü ve altıncı sınıf öğrencileri oluşturdu. Katılımcı sayısı belirlenirken her bir dönemdeki öğrenci sayılarının üçte birine ulaşılması planlandı. Mayıs 2019-Haziran 2019 tarihleri arasında anket uygulaması yapıldı. Birinci sınıflardan 94 (n=280), üçüncü sınıflardan 89 (n=267), altıncı sınıflardan 90 (n=270) ve toplamda en az 273 hekim adayının çalışmaya dahil edilmesi planlandı. Dışlama kriterleri nedeniyle çalışmadan çıkarılabilecek öğrenciler olabileceği düşünülerek gönüllü olan 413 öğrencinin tümü çalışmaya dahil edildi. Çalışmada sosyodemografik bilgi formu, Nijmegen Tıpta Cinsiyet Farkındalığı Ölçeği ve Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği yer alan bir anket formu kullanıldı. Elde edilen bulgular SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 20.0 programı kullanılarak analiz edildi. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Katılımcıların %33,7 si (n=128) dönem 1, %26,6'sı (n=101) dönem 3, %39,7'si (n=151) dönem 6 öğrencisi; %56,3'ü (n=214) kadın, %43,7'si (n=166) erkekti. Yaş ortalaması 21,7±2,82 yıldı. CD puanı annenin hiç çalışmamış olduğu grupta halen çalışmakta olan gruba göre daha yüksek bulundu (p=0,006). Kırsal kesimde doğup büyümüş olanların HYCRİ puanı kentsel kesimde doğup büyüyenlere göre yüksekti (p=0,006). Annenin hiç çalışmadığı grupta HYCRİ alt boyut puanları diğer katılımcılara göre yüksek bulundu (p=0,001). Baba eğitim düzeyi yüksekokul/üniversite olanların daha düşük puanlar aldığı (p=0,032); geliri giderinden az olan ailelere mensup katılımcılarda HYCRİ puanının daha yüksek olduğu saptandı (p=0,043). TCAÖ'den dönem 1 öğrencilerinin dönem 6 öğrencilerine göre daha yüksek puan aldığı (p=0,018), kadın katılımcıların erkeklere göre daha yüksek puan aldığı (p<0,001), >23 yaş grubundaki bireylerin diğer iki gruba (18-21 ve 21-23 yaş) göre daha düşük puanlar aldığı (p=0,001), anne eğitim düzeyi yüksekokul/üniversite olanların eğitimi olmayan veya annesi ilkokul mezunu olanlara göre daha yüksek olduğu (p<0.001), annesi halen çalışmakta olan grubun annesi hiç çalışmamış olanlara göre daha yüksek puanlar aldığı (p<0.001) bulundu. "Dini inancınızı nasıl tanımlarsınız?" sorusuna; "Oldukça dindarım" cevabını verenlerin TCAÖ puanları, diğer cevapları (pek dindar sayılmam, bir inanca sahip değilim) verenlere göre kadın katılımcılarda da (p<0,001), erkek katılımcılarda da (p=0.002) düşük saptandı. "Eşinizin gelir durumu sizce nasıl olmalıdır?" sorusuna kadın katılımcılardan "Eşimin benden çok kazanmasını isterim" diyen grubun TCAÖ puanları "Bunu önemsemem" diyenlere göre düşüktü (p<0,001). Erkeklerde ise "Bunu önemsemem" diyen grubun TCAÖ puanı "Benden daha fazla kazanmasını istemem" diyen gruba göre yüksek bulundu (p=0,003). NTCFÖ alt ölçekleri ve TCAÖ korelasyon açısından karşılaştırıldığında DYCRİ ile TCAÖ arasında negatif yönde orta derecede korelasyon tespit edildi (r=-0,459, p<0,001). Sonuç: Çalışmada kadın cinsiyet, genç yaş, kent yaşamı, yüksek gelire sahip olmak, anne ve baba eğitim düzeyinin yükselmesi gibi faktörler olumlu toplumsal cinsiyet perspektifini desteklemekteydi. Tıp eğitiminin ilk yıllarında olan katılımcıların üst dönemlere göre daha olumlu toplumsal cinsiyet algısına sahip oldukları saptandı. Bu analiz tıp fakültelerinde verilmesi gereken toplumsal cinsiyet içerikli eğitimin önemine dikkat çekmektedir. Anahtar kelimeler: Toplumsal cinsiyet, Tıp, Toplumsal cinsiyet algısı, Tıp eğitimi, Hasta hekim ilişkisi
  • Öğe
    Okul öncesi dönem pediatrik hastaların ebeveynlerinin sağlık algıları ve üçüncü el sigara dumanı hakkındaki inanışlarının değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Üçüncü, Esma; Cihan, Fatma Gökşin
    Sigaranın sağlık üzerine olan olumsuz etkileri sadece kullanıcı ile sınırlı kalmayıp İkinci El Sigara Dumanı (İESD) ve Üçüncü El Sigara Dumanı (ÜESD) maruziyetine yol açarak tüm toplumu etkilemektedir. Günümüzde halen İESD'nin sağlığa olan zararlı etkileri tartışılırken ÜESD'ye yönelik çalışma sayısı oldukça azdır. Bu çalışmanın amacı; okul öncesi dönem pediatrik hasta ebeveynlerinin sağlık algıları ile üçüncü el sigara dumanına yönelik inanış ve tutumları arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır. Gereç ve yöntem: Bu çalışma, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği ile Aile Hekimliği Polikliniği'ne Ekim 2021-Ocak 2022 tarihleri arasında başvuran okul öncesi dönem pediatrik hastaların ebeveynleri ile yürütülen kesitsel ve tanımlayıcı tipte bir araştırmadır. Katılımcılara araştırmacılar tarafından oluşturulan sosyodemografik bilgi formu, Üçüncü El Sigara Dumanı Hakkındaki İnanışlar (BATHS-T) Ölçeği ve Sağlık Algısı Ölçeği'ni (SAÖ) içeren anket formu yüz yüze uygulandı. Elde edilen veriler değerlendirilirken istatistiksel analizler için SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 20.0 programı kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık p<0,05 olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışmada 500 ebeveyn değerlendirildi. Ebeveynlerin %74,6'sını anneler, %25,4'ünü babalar oluşturmaktaydı. Annelerin yaş ortalaması 30,34±5,56 yıl, babaların yaş ortalaması ise 33,35±5,87 yıl idi. Annelerin ÜESD ölçek puan ortalaması (39,20±5,79), babaların ÜESD ölçek puan ortalamasından (36,94±5,85) yüksek bulundu (p<0,001). Ebeveynlerin %20,4'ü sigara kullanıyordu. Annelerin %10,5'i, babaların ise %49,6'sı sigara kullanmaktaydı (p<0,001). ÜESD ölçeği ortalama puanı sigara kullananlarda (37,45±6,62), sigara kullanmayanlara (38,92±5,65) göre daha düşük bulundu (p=0,041). SAÖ kontrol merkezi puan ortalaması; annelerde (15,37±4,59), babalardan (16,93±3,87) düşük saptandı (p<0,001). SAÖ sağlığın önemi alt faktörü puan ortalaması; sigara kullanan katılımcılarda (11,16±2,12), sigara kullanmayanlara (11,76±1,95) kıyasla daha düşük bulundu (p=0,006). SAÖ toplam puan ortalaması; ÜESD kavramından haberdar olanlarda (52,95±7,15), ÜESD kavramını daha önce hiç duymayanlara (49,66±6,99) kıyasla daha yüksekti (p=0,001). Çalışmaya dahil edilen çocukların %17'si kapalı ortamda tütün dumanına maruz kalıyordu. Solunum yolu şikayetleri ve alerjik şikayetler nedeniyle hastaneye başvuran çocukların %19,5'i kapalı ortamda tütün dumanına maruz kalıyorken bu oran diğer sebeplerle hastaneye başvuran çocuklarda %11,2 idi ve bu fark anlamlı bulundu (p=0,022). Kapalı ortamda tütün dumanı maruziyeti olan çocukların %71,8'inin ebeveyninin lise ve altı eğitim düzeyine sahip olduğu, kapalı ortamda tütün dumanına maruz kalmayan çocukların ise %56,9'unun ebeveyninin lise ve altı eğitim düzeyine sahip olduğu görüldü (p=0,011). Sonuç: Sigara, kullanıcının yanı sıra İESD ve ÜESD maruziyeti yoluyla tüm toplumu etkilemektedir. Günümüzde yeni bir kavram olan ÜESD'ye maruziyet açısından büyük risk altında olan çocukları korumak için ebeveynlerin bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Bu hem ÜESD hakkında bilgilendirme yaparak hem de bireylerin sağlık algılarının gelişmesini sağlayıp, onları sigara içme davranışından uzaklaştırıp sağlıklı yaşam biçimi davranışlarına yönelterek mümkün olacaktır ve bu bağlamda en önemli etken eğitimdir. Anahtar kelimeler: Sigara, üçüncü el sigara dumanı, sağlık algısı, çocuk sağlığı, aile hekimliği
  • Öğe
    Tedavi arayışındaki tütün bağımlılarında COVID-19 Pandemi sürecinin etkisinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Akbulut, Ali Özmen; Cihan, Fatma Gökşin
    Bu çalışmadaki amacımız, sigara bırakma polikliniklerine başvuran tedavi arayışındaki tütün bağımlılarında COVID-19 pandemi sürecinin etkisini değerlendirmektir. Gereç ve yöntem: Bu kesitsel araştırmanın evrenini, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Kliniği bünyesinde hizmet vermekte olan Sigara Bırakma Polikliniği'ne 01.05.2021-31.07.2021 tarihleri arasında başvuran bireyler oluşturdu. Çalışmada sosyodemografik bilgi formu, Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Fagerström Nikotin Bağımlılık Testi (FNBT) ve Algılanan COVID-19 Risk Ölçeği'nden (ACRÖ) oluşan bir anket formu gönüllü katılımcılara uygulandı. Çalışmada elde edilen bulgular SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 20.0 programı kullanılarak analiz edildi. İstatistiksel olarak p<0,05 değeri anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya katılan 252 kişinin %77,4'ü (n=195) erkek ve %67,5'i (n=170) evliydi. Yaş ortalaması 38,13±12,10 (min:18, maks:72) yıl olup %33,7'si (n=85) üniversite mezunuydu. Medeni durum ile eğitim durumu (p=0,003) arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki mevcuttu. Salgında içtiği sigara sayısı değişmeyenler, tüm katılımcıların %71'ini (n=179) oluştururken; sigara sayısını azaltanlar %4,4'ünü (n=11), arttıranlar ise %24,6'sını (n=62) oluşturuyordu. Katılımcıların %86,9'u (n=219) kapalı alanda da sigara içtiklerini belirtti. Sigara içmenin COVID-19'a yakalanma riskini arttırdığını düşünenlerin oranı %61,5 (n=155) ve sigara içenlerin COVID-19'u ağır geçireceğini düşünenler ise katılımcıların %84,9'unu (n=214) oluşturuyordu. BDÖ ile cinsiyet (p=0,001) arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulundu. BDÖ skoru kadınlarda 15,56±10,54 puan, erkeklerde 10,88±8,96 puan olarak hesaplandı. BDÖ ve iii çalışma durumu (p=0,022) arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki vardı. Çalışan grupta BDÖ skoru 10,10±7,58 iken, çalışmayanlarda 16,35±12,01 olarak hesaplandı. Ortanca yaş değeri olan 37 yaş ve üzerindekilerin Bilişsel ACRÖ puanları (12,08±4,10), 37 yaş altındakilerinkine (10,76±3,72) göre anlamlı şekilde yüksekti (p=0,008). Kadın katılımcıların Duygusal ACRÖ puanları (16,11±4,66), erkeklerinkine (14,41±4,71) göre anlamlı şekilde yüksekti (p=0,017). COVID-19 geçirenlerin Bilişsel ACRÖ puanları (12,69±3,96), geçirmeyenlerinkine (11,21±3,94) göre anlamlı şekilde yüksekti. COVID-19 geçirenlerin toplam ACRÖ puanı 28,53±5,78 olarak, geçirmeyenlerin puanı 25,83±7,39 olarak hesaplandı. COVID-19 geçirme durumu ile toplam ACRÖ puanları arasındaki ilişki de anlamlı bulundu. Sonuç: Bu çalışmada katılımcıların yarıdan fazlası sigara içmenin COVID-19'a yakalanma riskini ve COVID-19'u ağır geçirme riskini arttırdığını belirtmişlerdi ancak yine yarıdan fazlasının salgında içtiği sigara sayısı değişmemişti. Bilişsel ACRÖ değerlendirildiğinde; yaşlı olanların ve kronik hastalığı olanların bilişsel ACRÖ puanları yüksek bulundu. Duygusal ACRÖ değerlendirildiğinde; kadınların duygusal ACRÖ puanları yüksek tespit edildi. COVID-19 geçiren katılımcıların Bilişsel ACRÖ puanları ve toplam ACRÖ puanları yüksek olarak tespit edildi. Anahtar kelimeler: Sigara, tütün bağımlılığı, COVID-19, koronavirüs, pandemi, risk algısı
  • Öğe
    Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi'nin e-öğrenmeye hazır bulunuşluk düzeyi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Yıldız, Fatih; Karaoğlu, Nazan
    Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi'nde öğrenim gören öğrencilerin ve aynı fakültede görev yapmakta olan akademisyenlerin elektronik öğrenmeye (e-öğrenmeye) hazır bulunuşluk düzeylerini ve e-öğrenmeye yönelik tutumlarını incelemektir. Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir çalışma olarak planlanan bu araştırmanın evrenini Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ) Meram Tıp Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri oluşturdu. Çalışmada hem öğrencilere hem de akademisyenlere yönelik ayrı ayrı hazırlanan sosyodemografik bilgi formu, e-öğrenmeye hazır bulunuşluk ölçeği ve e-öğrenmeye yönelik tutum ölçeğinden oluşan anket formları kullanıldı. Anket formları 10 Nisan-30 Temmuz 2021 tarihleri arasında gönüllü katılımcılara uygulandı. Çalışmada elde edilen bulgular SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 20.0 programı kullanılarak analiz edilmiştir. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin %62,8'i (n=130) kadındı ve %85'inin (n=176) kişisel bilgisayarı (masaüstü, dizüstü vb.) mevcuttu. Öğrencilerin %89,4'ünün (n=185) ikamet ettiği yerde (ev, yurt vs) internet bağlantısı mevcut olup internet erişiminde en çok kullandıkları cihaz %69,1 (n=143) ile akıllı telefondu. Öğrenciler interneti genellikle sosyal ağlarda gezinmek %62,3 (n=129) ve arama motorları aracı ile bilgi edinmek %59,9 (n=124) için kullanmaktaydı. Öğrencilerin %52,2'si bir sonraki akademik yıl için yüz yüze eğitimi tercih ederken %40,6'sı hibrid eğitimi tercih etmekteydi. E-Öğrenmede memnuniyet derecesine göre az memnun olan öğrencilerin e-öğrenmeye hazır bulunuşluk toplam puanları (155,88±29,19), orta derecede memnun olanların puanlarından (169,23±23,52) ve çok memnun olanların puanlarından (184,57±23,72) düşük olarak saptandı (sırasıyla p=0,006; p<0,001). Çalışmaya katılan akademisyenlerin %54,9'u (n=28) erkekti. Temel bilimlerde görev yapan 14 (%27,5), dahili bilimlerde görev yapan 25 (%49,0) ve cerrahi bilimlerde görev yapan 12 (%23,5) akademisyen bulunmaktaydı. Akademisyenler interneti genellikle e-postalarını kontrol etmek %84,3 (n=43), arama motorları aracı ile bilgi edinmek %74,5 (n=38), bilimsel çalışmalar yapmak %88,2 (n=45) ve ders içeriği hazırlamak %58,8 (n=30) için kullanmaktaydı. Akademisyenlerin %58,8'i (n=30) bir sonraki akademik yıl için yüz yüze eğitimi tercih etmekteydi. E-öğrenmeden çok memnun olan akademisyenlerin e-öğrenmeye hazır bulunuşluk toplam puanları (156,53±17,43), orta derece memnun (130,57±26,98) ve az memnun olanların puanlarından (129,50±20,82) yüksekti (sırasıyla p=0,002; p=0,007). Öğrenci ve akademisyenler ile e-öğrenmeden memnuniyet düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p=0,016). Öğrencilerin %49,8'i (n=103) e-öğrenmeden az memnun iken, akademisyenlerin %43,1'i (n=22) e-öğrenmeden orta düzeyde memnundu. Sonuç: Bu çalışmada öğrencilerin ve akademisyenlerin memnuniyet düzeylerinin e-öğrenmeye hazır bulunuşluk düzeyine etki eden faktörlerden biri olduğu tespit edildi. E-öğrenme sürecinde teknik, donanımsal problemlerin ve iletişim eksikliği problemlerinin en çok karşılaşılan problemler olduğu saptandı. Ayrıca yaşları daha ileri olmasına rağmen akademisyenlerin e-öğrenmeye yönelik tutumlarının öğrencilere göre daha olumlu olduğu tespit edildi. Anahtar kelimeler: E-öğrenme, uzaktan eğitim, web tabanlı eğitim, çevrimiçi eğitim, online eğitim, hazır bulunuşluk, aile hekimliği
  • Öğe
    Covıd-19 Pandemisi Sürecinde Sağlık Personelinin Stres Ve Tükenmişlik Düzeyleri İle Yaşam Doyumlarının Değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Türk, Ali Rıza; Cihan, Fatma Gökşin
    Amaç: Çalışmamızda COVID-19 pandemi sürecinde sağlık personelinin stres, tükenmişlik ve yaşam doyumu düzeyleri ve bunlara etki eden faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Bu kesitsel tipteki çalışma Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi’nde görev yapan yaklaşık 3500 sağlık çalışanı üzerinde 07.05.2021- 07.09.2021 tarihleri arasında yürütülmüştür. Hekim, yardımcı sağlık personeli, idari personel ve diğer personel(temizlik, güvenlik) olarak dört gruptaki katılımcıların eşit temsiliyetleri sağlanmak üzere rastgele örneklem yöntemi kullanılmıştır. Veriler sosyodemografik özellikler hakkında araştırmacılar tarafından geliştirilmiş anket, Koronavirüs Stres Ölçeği, Koronavirüs Tükenmişlik Ölçeği ve Yaşam Doyumu Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan 383 kişinin %55,6’sı (n=213) kadın ve yaş ortalaması 32,79±7,90 (min:19, maks:56 ve ortanca:35) yıl bulundu. Kişilerin %64,2’si (n=246) dahili birimlerde, %24,5’i (n=94) cerrahi birimlerde ve %11,2’si (n=43) idari birimlerde çalışmaktaydı. Bireylerin %44,6’sı (n=171) hekim, %36,8’i (n=141) yardımcı sağlık personeli, %13,8’i (n=53) idari personel ve %4,7’si (n=18) diğer personel (temizlik görevlisi, güvenlik) olarak görev yapmaktaydı. Çalışanların %59,5 (n=228)’i evliydi. Katılımcıların %18,5 (n=71)’i yalnız yaşarken, %59,5 (n=228)’i eşi ve çocuğuyla, %16,7 (n=64)’si aile büyükleriyle, %5,2 (n=20)’si diğer kişilerle birlikte yaşamaktaydı. Çalışmaya katılanların eğitim düzeyleri %3,4 (n=13)’ü ilköğretim, %12,5 (n=48)’i lise, %7 (n=27)’si yüksekokul, %54,3 (n=208)’ü üniversite, %22,7 (n=87)’si ise yüksek lisanstı. Mesleki olarak çalışma yıl aralığı 1-35 olan bu kişilerin ortalama mesleki tecrübeleri 8,75±7,67 yıldı. Çalışanların haftalık ortalama çalışma süreleri 50,46±15,76 (min=30, maks=110) saat idi. Çalışanların %64,5’i (n=247) 45 saat ve altında çalışmaktaydı. Katılımcıların gece nöbet tutma sıklığı %52,5 (n=201)’di ve nöbet sayısı ortalama 7,07±3,30 6 gün (min.: 1 maks.: 17) bulundu. Nöbete kalan kişilerin ayda tuttukları toplam nöbet süresi ortalama 115,96±54,35(min= 8, maks=204) saattir. Bireylerin %56,9 (n=218)’unun uykusu düzenliydi. Kişilerin %48,3’ünün (n=185) yaşadığı şehirden memnun, %36,8’inin (n=141) kısmen memnun olduğu ve %14,9’unun (n=57) memnun olmadığı tespit edildi. Katılımcıların seçtikleri kariyerden %33,2’sinin (n=127) memnun, %43,9’u (n=168) kısmen memnun olduğu ve %23,0’ü (n=88) memnun olmadığı görüldü. Katılımcıların %33,2 (n=127)’si COVID hastalarına doğrudan bakım hizmeti vermekte, %78,3 (n=300) kişinin COVID hastalarıyla yüz yüze teması bulunmakta, %84,0 (n=322) kişi ise kişisel koruyucu ekipman (KKD) kullanmaktaydı. Katılımcılardan %32,1 (n=123) kişi pandemi süresince en az bir kere COVID tanısı aldı. Katılımcıların %88,0’inin (n=337) yakın ailesinde pandemi süresince en az bir COVID pozitif vakaya rastlandı. Sigara kullanma sıklığı %23,5 (n=90), alkol kullanma sıklığı %9,9 (n=38)’du. Sigara kullananların paket yıl ortalaması 13,06±11,98 (min:1 maks: 62) bulundu. Algılanan iş stres düzeyleri puan ortalaması 6,37±2,47 (min:1 maks:10) olarak tespit edildi. Kadın sağlık çalışanlarının algıladıkları iş stresi, koronavirüs ilişkili stres ve tükenmişlik puanı, erkeklere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu. Yaşam doyumu puanları 40 yaş ve üzeri bireylerde diğer gruplara göre anlamlı derecede düşüktü. Korona ilişkili stres düzeyi cerrahi bilimlerde çalışanlarda dahili bilimlerde çalışanlara göre anlamlı derecede yüksekti. Yaşam doyumu düzeyi diğer personelde (temizlik personeli/güvenlik görevlisi); hekim, yardımcı sağlık personeli ve idari personele göre anlamlı derecede düşüktü. Yaşam doyumu düzeyi evlilerde anlamlı derecede daha yüksek, algılanan iş stresleri ise anlamlı olarak daha düşük tespit edildi. Yaşam doyumu düzeyi aile büyükleriyle birlikte yaşayanlarda, eşiyle/eş ve çocuğuyla yaşayanlara göre daha düşük, algılanan iş stresi düzeyleri ise anlamlı derecede yüksekti. İlköğretim mezunlarının korona ilişkili tükenmişlik düzeyleri üniversite mezunlarına ve yüksek lisans mezunlarına göre daha düşük saptandı. Algılanan iş stresi düzeyinde 51 saat ve üzeri çalışan bireylerin veya nöbet tutanların algıladıkları iş stres düzeyleri diğer gruplara göre daha yüksekti. Düzenli uykuya sahip bireylerin yaşam doyumu düzeylerinin daha yüksek olduğu; koronavirüs ilişkili stres, korona ilişkili tükenmişlik ve algıladıkları iş stresinin de daha düşük olduğu tespit edildi. Herhangi bir psikiyatrik tanısı olmayan bireylerin yaşam doyumu düzeylerinin anlamlı olarak daha yüksek olduğu, algılanan iş stresi düzeylerinin ise daha düşük olduğu tespit edildi. Yaşanılan şehirden duyulan memnuniyet arttıkça yaşam doyumu düzeyleri de anlamlı olarak artmakta, algılanılan iş stresi ise azalmaktaydı. Bireylerin kariyerleri konusundaki memnuniyetleri arttıkça yaşam doyumu düzeyleri de anlamlı olarak 7 artmakta, korona ilişkili stres puanları ve algılanılan iş stres düzeyleri ise azalmaktaydı. COVID pozitif hastalarla yüz yüze teması olanlarda koronavirüs ilişkili tükenmişlik puanı anlamlı olarak daha fazlaydı. COVID pozitif hastalarla yüz yüze teması olanlarda algılanan iş stresi düzeyi daha yüksekti. Yakınlarında COVID pozitif vakalar saptanmış kişilerde COVID ilişkili tükenmişlik puanları daha yüksek bulundu. Sigara kullanan bireylerin yaşam doyumu düzeylerinin daha düşük olduğu saptandı. Algıladıkları iş stres düzeyi 7 ve daha düşük olan kişilerin yaşam doyumları anlamlı olarak daha yüksek, koronavirüs ilişkili stres ve tükenmişlik düzeyleri ise anlamlı olarak daha düşük bulundu. Katılımcıların yaşam doyumu düzeyi ile koronavirüs ilişkili stres düzeyi ve tükenmişlik düzeyi arasında negatif yönde zayıf derecede anlamlı korelasyon tespit edildi. Sonuç: Sağlık hizmetlerinin sağlayıcısı konumunda olan sağlık çalışanları her dönemde kıymetli olmakla birlikte özellikle pandemi döneminde olduğumuz şu günlerde daha büyük önem arz etmektedir. Bu hizmet sağlayıcılarının bütüncül olarak beden ve ruh sağlığını korumak son derece önemlidir. Sağlık çalışanlarının çalışma şartları mümkün olan en uygun bir biçimde düzenlenmelidir. Nöbet usulü çalışan çalışanların nöbet ortamında dinlenebilecek ortamlarının sağlanması elzemdir. Pandeminin toplumsal etkilerinden kaçınmanın en önemli ve öncelikli yolu sağlık çalışanlarının ruh ve beden sağlığını sağlamaktan geçmektedir.
  • Öğe
    İnfertil çiftlerde evlilik uyumunun ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Salur, Sevilay; Kutlu, Ruhuşen
    İnfertilite tedavisi gören çiftlerde, evlilik uyumu ve yaşam kalitesinin tedaviden alınan sonuçları doğrudan veya dolaylı olarak etkilediği görülmüştür. Evlilik uyumu ve yaşam kalitesinin yüksek olduğu çiftlerde tedavinin daha başarılı bir şekilde gerçekleştiği gözlenmiştir. Bu çalışmanın amacı infertil çiftlerde evlilik uyumu ve yaşam kalitesini değerlendirmek ve çiftlerin hangi konularda desteğe ihtiyaç duyduklarını belirlemektir. Gereç ve yöntem: Bu araştırma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Tüp Bebek Merkezine ve İnfertilite Polikliniğine başvuran, infertilite tedavisi almakta olan veya tedavi alması planlanan en az 12 ay düzenli korunmasız ilişki sonrası gebelik elde edemeyen bireyler dahil edilerek gerçekleştirildi. Katılımcıların demografik özelliklerini belirlemeye yönelik sosyodemografik bilgi formu, yaşam kalitesini ve evlilik uyumunu değerlendirmeye yönelik ise "Doğurganlık Sorunu Yaşayan Kişiler İçin Hayat Kalitesi Ölçeği(FertiQol)" ve "Evlilikte Uyum Ölçeği" uygulandı. İstatistiksel analizler SPSS 20.0 (Statistical Package for Social Sciences) paket programı kullanılarak gerçekleştirildi. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 222 katılımcının %78,4'ü (n=174) kadın, %21,6'sı (n=48) erkek bireylerden oluşmaktadır. Kadın katılımcıların yaş ortalaması 31,22±6,02 yıl (min:20, maks:46), erkek katılımcıların yaş ortalaması 34,91±7,03 yıl (min:24, maks:53) olarak hesaplandı. Katılımcıların evlilik uyumları ile evlilik yılı (p=0,004) ve tedavi süresi (p=0,003) arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkinin olduğu saptandı, evlilik yılı ortalaması 6,6±6,1 olanlarda ve tedavi süresi ortalaması 4,3±4,7 olanlarda evlilikte uyum yüksek bulundu. Cinsiyet ile yaşam kalitesi ölçeğinin duygusal alt boyut skoru (p=0,029), zihin beden alt boyut skoru (p=0,038), tedavi tolerasyon alt boyut skoru (p=0,032) arasında anlamlı bir ilişki bulundu, erkeklerde ortalama puanlar daha yüksekti. Katılımcıların çalışma durumu ile duygusal alt boyut skoru çalışanlarda ortalama 66,23±20,46 olup anlamlı daha yüksekti (p=0,036). Ekonomik durum ile zihinsel alt boyut skoru (p=0,018), sosyal alt boyut skoru (p=0,033), tedavi çevresi alt boyut skoru (p=0,047), toplam yaşam kalitesi skoru (p=0,035) arasında anlamlı ilişki tespit edildi, geliri giderine eşit olanlarda ortalama daha yüksekti Evlilik süresi ile ilişkisel alt boyut skoru (p<0,001), tedavi tolerasyon alt boyut skoru (p=0,025), FertiQol toplam skoru (p=0,029) arasında anlamlı bir ilişki bulundu, 5 yıl altında evli olanlarda daha yüksekti. Tedavi süresi ile ilişkisel alt boyut skoru (p=0,010), tedavi tolerasyon alt boyut skoru (p=0,021), FertiQol toplam skoru (p=0,016) arasında anlamlı ilişki saptandı, tedavi süresi 3 yıl altında olanlarda ortalamalar daha yüksek bulundu. Daha önce tedavi yöntemi kullanımı olmayan hastalarda tedavi tolerasyon alt boyut skoru ortalaması 69,31±21,41 olup istatistiksel olarak anlamlı yüksekti (p=0,026). İnfertilite nedeni ile duygusal alt boyut skoru (p=0,004, p=0,010), sosyal alt boyut skoru (p=0,028, p=0,031), FertiQol toplam skoru (p=0,026, p=0,024) arasında anlamlı ilişki saptandı, açıklanamayan infertilitede ortalamalar kadın kaynaklı ve her iki cinsiyet kaynaklı infertiliteden daha yüksek bulundu. Evlilik uyumu ile duygusal alt boyut skoru (p<0,001), zihin beden alt boyut skoru (p<0,001), ilişkisel alt boyut skoru (p<0,001), sosyal alt boyut skoru (p=0,002), tedavi çevresi alt boyut skoru (p<0,001), tedavi tolerasyon alt boyut skoru (p<0,001), FertiQol toplam skoru (p<0,001) arasında anlamlı ilişki saptandı, evlilikte uyumlu olan çiftlerde yaşam kalitesi yüksekti. Katılanların toplam evlilik uyum puanı ile toplam FertiQol puanı arasındaki korelasyon incelendiğinde pozitif yönde orta derecede istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptandı (r=0,456) (p<0,001). Toplam evlilik uyumu puanı ile ilişkisel alt boyut skoru arasında diğer alt grup skorlarına göre istatistiksel olarak yüksek derecede anlamlı korelasyon bulundu (r=0,550, p<0,001). Sonuç: İnfertil çiftlerde yapılan çalışmada evlilik yılı arttıkça ve tedavi görülen süre uzadıkça evlilik uyumunun ve yaşam kalitesinin azaldığı gözlendi. Yaşam kalitesi ve evlilik uyumu arasında pozitif yönde korelasyon saptandı. Erkeklerde, çalışanlarda ve ekonomik durumu orta düzey olanlarda yaşam kalitesinin yüksek olduğu bulundu. Kadınların infertilite tedavi sürecinde daha fazla işleme maruz kalması, toplum olarak kadınların çocuksuzluk yönünde baskıya daha çok maruz kalmaları nedeniyle yaşam kalitesinin düşük olduğu düşük olduğu görüldü. Evlilik yılı ve tedavi süresi uzadıkça yaşam kalitesinin düşmesi tedavi motivasyonunun düşmesiyle açıklanabilir. Açıklanamayan infertilitede yaşam kalitesinin yüksek bulunması eşlerin birbirini suçlama ihtimalinin düşük olması ve tedaviden beklenen yararın yüksek olmasıyla ilişkili olabileceği düşünüldü. Anahtar kelimeler: İnfertilite, doğurganlık, evlilik uyumu, yaşam kalitesi