Temel Tıp Bilimleri Bölümü Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Kronik hepatit b hastalarında serum hepatit B virüs dna düzeyi ile serumhepsidin, pentraksin-3, zonulin ve kopeptin ilişkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Ezer, Burak; Özdemir, MehmetAmaç: Kronik Hepatit B hastalarının viral yük, prognoz, tedavi takibinde kullanılan ve altın standart yöntem olan HBV DNA düzeyi moleküler bir yöntem olan PCR yöntemi kullanılarak tespit edilmektedir. Çalışmamızın amacı; moleküler yöntemlerle kantitatif olarak saptanan HBV DNA’ya göre maliyeti daha uygun, daha pratik olan ELISA yöntemi ile tespit edilebilen serum hepsidin, pentraksin-3, zonulin ve kopeptin biyomarkerlarının serum düzeylerini araştırarak Kronik Hepatit B hastalarının prognozu hakkında bilgi sahibi olabilmek ve serum HBV DNA düzeyi ile ilgili biyomarkerların ilişkisini incelemektir. Yöntem: Çalışmaya Kronik Hepatit B tanılı ve 6 aydan daha uzun süre serumunda HBsAg saptanan 105 hasta ve herhangi bir karaciğer veya kronik hastalığı olmayan 35 kontrol grubunun serum örnekleri dahil edildi. Hastaların serum HBV DNA düzeyleri Real Time PCR (Anatolia, Türkiye) yöntemiyle tespit edildi. Hastalar, HBV DNA düzeyleri 100-102 arasında olan 35 hasta , 103-105 arasında olan 35 hasta ve 106-108 arasında olan 35 hasta olacak şekilde üç farklı gruba ayrıldı. Gruplar hafif, orta ve ağır viral yüklü olarak değerlendirildi. Hastaların kalan serumlarından kantitatif olarak serum hepsidin, PTX-3, zonulin ve kopeptin düzeylerini tespit edebilmek için ELISA (Elabscience, Çin) yöntemi kullanıldı. Bulgular: Serum hepsidin düzeylerinde, kontrol grubu ve ağır viral yüke sahip hasta grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p=0,01). Kontrol grubu ile diğer üç grup arasında serum pentraksin-3 düzeylerindeki farklılık istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,001). Ağır viral yüke sahip grup ile diğer üç grup arasında kopeptin seviyeleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark belirlendi (p=0,007; p=0,013; p=0,036). Hepsidin ile yaş, viral yük, PTX-3 ve kopeptin arasında pozitif korelasyon saptandı (p<0,01). PTX-3 ile yaş arasında pozitif korelasyon, PTX-3 ile viral yük arasında pozitif korelasyon belirlendi (p<0,05; p<0,01). Zonulin ile yaş arasında negatif korelasyon saptandı (p<0,01). Kopeptin ile yaş arasında pozitif korelasyon saptanırken; kopeptin ile viral yük arasında negatif korelasyon tespit edildi (p<0,01). Sonuç: Kronik hastalıkların erken tanı, tedavi takibi, prognozu hakkında bilgi sahibi olabilmek için yeni biyomarkerlara ihtiyaç duyulmaktadır. Günümüzde HBV DNA’ya alternatif olarak Kronik Hepatit B hastalarının prognozu hakkında bilgi vermesi muhtemel biyomarkerlar hakkında çalışmalar kısıtlıdır. Çalışmamızın, HBV DNA düzeyleri hakkında ELISA yöntemi kullanılarak bilgi verebilecek olan yeni belirteçlerle ilgili çalışmalara katkı sağlayacağını öngörmekteyiz.Öğe Çeşitli klinik örneklerden izole edilen acinetobacter spp. suşlarında quorum sensing ve antibiyotik direnç genleri̇ni̇n araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Gülbay, Sait Ramazan; Doğan, MetinSon yıllarda dünya çapında giderek artan sıklıkta hastane kaynaklı salgınlarla gündeme gelen Acinetobacter spp. sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyonların önemli bir nedenidir. Özellikle çoklu ilaca dirençli (MDR) A. baumannii'nin artık büyük klinik öneme sahip olduğu kabul edilmektedir. Bununla birlikte, diğer birçok Acinetobacter türü de sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyonlara neden olabilmektedir. Literatürde Acinetobacter spp. ile ilgili daha önce karbapenem, kinolon ve tetrasiklin grubunun da dahil olduğu birçok antibiyotik grubuna direnç raporlanmıştır.Özellikle dirençli A. baumannii enfeksiyonlarının tedavisinde son çare olarak kullanılmakta olan polimiksinlere gelişen direncin de raporlanması ile birlikte, bu problem endişe verici seviyeye tırmanmıştır. Bunun yanında A. baumannii’de quorum sensing (QS) sistemlerinin biyofilm üretimi gibi çeşitli hücresel mekanizmalarda kilit rol oynadığı ve varolan antibiyotik direncinin güçlenmesine sebep olduğu gösterilmiştir. Acinetobacter spp.’de antibiyotik direncine yönelik bilgiler genellikle A. baumannii hakkındaki araştırmalardan elde edilmiştir. Non-baumannii türlerin antibiyotik direnci ile ilgili mekanizmalar henüz yeterince aydınlatılamamıştır. A. baumannii’de karbapenem direncinde AmpC, blaOXA-23, blaOXA-24, blaOXA-51 ve blaOXA-58 genlerinin yanısıra blaVIM, blaIMP, blaSPM, blaGIM ve blaSIM gibi metallo-betalaktamaz üretimini sağlayan genler sorumludur. Son çare antibiyotikler olarak kullanılmakta olan tigesiklin ve kolistin direncinden sorumlu olan genler ise sırasıyla tet ve mcr genleridir. Bakterilerdeki QS mekanizması, biyofilm üretimi vb. dirence katkı sağlayan ve virülansı arttıran bazı yetenekleri organize etmektedir ve bu mekanizmayı inhibe edebilecek “Quorum Quencher” arayışı son zamanlarda artmıştır. Bu tür bileşiklerin QS mekanizmasını inhibe etmesi ve dolayısıyla bakterilerde ilaç direnci gelişimini azaltması/engellemesi beklenmektedir. QS sistemlerine sahip Acinetobacter spp.’lerin, bu mekanizmayı regüle eden genleri abaI ve abaR genleridir. Günümüzde bakteriler tüm antibiyotiklere karşı hayatta kalmak için farklı yollarla direnç geliştirme yeteneğine sahiptirler. Bakteriler arasındaki QS mekanizmasının inhibe edilerek; bu sistemle regüle edilen virülans faktörleri, biyofilm oluşumu ve bakteriyel direnç mekanizmalarının zayıflatılma stratejisi dirençli bakteriyel enfeksiyonların önlenmesinde umut vaadetmektedir. Bu nedenle bakterilerin QS ve antibiyotik direnç mekanizmaları arasındaki ilişkinin daha da aydınlatılması gerekmektedir. Çalışmamızda çeşitli klinik örneklerden izole edilen, identifikasyonu MS MALDI-TOF (bioMerieux, Marcy l'Etoile, France), antibiyotik duyarlılıkları BD Phoenix otomatize sistemi (Becton-Dickinson, ABD) ile tespit edilmiş 99 adet Acinetobacter spp. suşu kullanılmıştır. AmpC, blaOXA-23, blaOXA-24, blaOXA-51, blaOXA-58, blaVIM, blaIMP, blaSPM, blaGIM, blaSIM tetX, mcr-1 ve QS genleri olan abaI, abaR DNA izolasyonu ve RT-PCR ile tespit edilmiştir. QS genleri olan abaI ve abaR’nin her ikisini de taşıyan ve taşımayan izolatlar iki ayrı grup olarak değerlendirilmiş ve bu gruplar arasındaki bahsi geçen antibiyotik direnç genlerinin varlığı ve çeşitli antibiyotikler için direnç düzeyleri karşılaştırılmıştır. Çalışmamızda housekeeping gen olarak 16s rRNA kullanılmıştır. Suşlardan izole edilen DNA Titertek Berthold Colibri Microvolume Spectro Nanodrop ölçümü ve jel elektroforezi ile doğrulanmıştır. Elde ettiğimiz bulgular, QS genleri ile blaOXA-51 ve blaOXA-23 genlerinin varlığı ve amikasin, siprofloksasin, levofloksasin, imipenem ve meropenem direnci arasında ilişki olabileceğini destekler nitelikte literatüre katkı sunmaktadır. Ancak bu alanda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Acinetobacter enfeksiyonlarında antibiyotik direnci ile mücadelede umut vadeden QS inhibisyonu stratejisinin ilerleme kaydetmesi antibiyotik direnci ile mücadele alanında yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Çalışmamız bu alandaki az sayıda araştırmadan biri olma özelliğini taşımaktadır.Öğe Pandemik SARS-COV-2 enfeksiyonu geçiren hastalarda mirna araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Arslan, Gökçe Kader; Özdemir, MehmetAmaç: SARS-CoV-2’nin konak bağışık yanıtını tetiklediği ve buna bağlı olarak semptomlara neden olduğu bilinmektedir. Özellikle gen ekspresyonunu ve protein fonksiyonunu düzenlemede etkili miRNA'lar, viral hastalıklarda rol almaktadır. MiRNA (miR) ekpresyonundaki değişiklikler hedef proteinlerin yapısında ve işlevlerinde değişikliklere neden olarak hastalıkların patogenezine katkıda bulunabilmektedir. Çalışmamızın amacı, SARS-COV-2 ile enfekte hastaları sağlıklı kontrol grubuyla karşılaştırarak miR-19a-3p, miR19b-3p, miR-21, miR-26a-5p, miR-146a, miR-let-7b-3p, miR-155, miR-16, miR-590, miR-1307-3p serum düzeylerini ölçerek klinik tabloyla ilişkisini belirlemektir. Yöntem: Çalışmaya PZR yöntemi ile COVID-19 tanısı konan 70 hasta ve herhangi bir hastalığı olmayan 30 kontrol grubunun kan örnekleri dahil edildi. Hastalar hafif, orta, ağır olmak üzere üç gruba ayrıldı. MiRNA izolasyonu amacıyla SanPrep Column MicroRNA Mini-Prep kiti (Bio Basic Inc., Toronto, Kanada) kullanıldı. Daha sonra miRNA’dan cDNA elde edilmesi miRNA All-In-One cDNA Synthesis kit (Applied Biological Materials (ABM) Inc., Richmond, Kanada) ticari kiti ile gerçekleştirildi. MiRNA seviye ölçümleri ise real time PZR kiti (ABM Inc., Richmond, Kanada) ile yapıldı. Relatif ekspresyonların hesaplanmasında Livak'ın ΔΔCT metodu kullanılarak 2(–ΔΔCT) değerleri hesaplandı. Bulgular: MiR-1307-3p, miR-146, miR-26a-5p, miR-21, miR-19a-3p, miR19b-3p, miR-let-7b-3p’nin serum ekspresyon düzeyleri COVID-19 hastalarında daha yüksek tespit edildi. COVID-19 hastalarında miR-1307-3p, miR-146, miR-26a-5p, miR-21, miR19b-3p, miR-let-7b-3p istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). MiR-16’da aşağı regülasyon gözlendi. Hasta grupları arasında miR ekspresyon düzeyleri farklılık gösterdi. Sonuç: Konak-virüs etkileşimleri göz önüne alındığında, miRNA’ların COVID-19’da hem terapötik hedef olabileceğini hem de hastalığın patogenezini anlamaya yardımcı olacağını düşünüyoruz. Hastalığın patogenezinin anlaşılmasında in vivo ve in vitro deneyler ile birlikte klinik çalışmalarının yapılması önem arz etmektedir.Öğe Resveratrolün ıshikawa endometriyal kanser hücrelerindeki apoptozis ve otofaji üzerine etkileri(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Tol, Mediha Gül; Kalkan, Sabiha SerpilEndometriyum kanseri, kadınlarda jinekolojik kanserler içinde birinci sırada yer alan bir kanser tipidir. Tanı ve tedavi aşaması üzerine olan çalışmalar son zamanlarda önem kazanmıştır. Mevcut tedavi seçeneklerine ek olarak geleneksel ilaçlar geliştirilmeye çalışılmaktadır. Resveratrol, antiinflamatuvar, antikanser etki gibi birçok biyolojik etkisi olan bir fitoaleksindir. Resveratrol’ün kanserdeki terapötik etkisini hücre ölüm mekanizmaları yoluyla gösterdiği düşünülmektedir. Ancak bu etkilerinin mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır. Bu çalışmada Resveratrol’ün endometriyal kanser hücre hattı olan Ishikawa hücreleri üzerindeki doz bağımlı etkilerini araştırmak amaçlanmıştır. Resveratrol’ ün Ishikawa hücreleri üzerindeki sitotoksik etkisi MTT testi ile belirlendi. IC50 dozu ile RT-qPCR ile Apoptoz ve Otofaji İlişkili Genlerin mRNA Ekspresyon Analizi gerçekleştirildi. IC50 dozu uygulandıktan sonra immunoflorasan boyama yapıldı. Resveratrol’ün, Ishikawa hücrelerinin proliferasyonunu doza bağlı bir şekilde inhibe ettiği görüldü. IC50 doz grubu, kontrol grubu hücreleri ile mRNA ekspresyon düzeylerine göre karşılaştırıldığında Beclin-1, LC3-I, LC3-II, Casp-7, Casp-8, Casp-9, CycS ve FADD düzeylerinde anlamlı bir artış gözlendi. Çalışmamızda, Resveratrol’ün apoptozisi ve otofajiyi indüklemesi kanser tedavisinde kullanılabilecek bir ajan olabileceğini düşündürmüştür. Resveratrol’ün anti kanser özelliklerinin klinik çalışmalarla da değerlendirilmesi; yeni tedavi stratejileri geliştirmek için önem arz etmektedir.Öğe COVİD-19 ve IL28B gen polimorfizmi(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Araç, Esra; Feyzioğlu, BahadırÇin’in Wuhan eyaletinde Aralık 2019’da başlayan ilk salgından bu yana, yeni koronavirüs hastalığı (COVID-19) hızla diğer bir çok bölgeye yayıldı ve küresel bir sağlık tehdidi haline geldi. Bazı ülkelerde COVID-19 prevalansı ve mortalitesinde önemli bölgesel farklılıklar bildirilmesi nedeniyle COVID-19 şiddetinin ve mortalite oranlarının bireysel farklılık göstermesinin nedenlerini araştırma ihtiyacı doğmuştur. Konuyla ilgili ACE reseptörü ve ABO polimorfizmleri ile COVID-19 prevelansı ve mortalitesi arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçlayan pek çok çalışma bulunmaktadır. İnterferonların (IFN) antiviral, antitümör ve immünmodilatör etkileri bulunmaktadır. IFN-α/β benzeri antiviral aktiviteye sahip yeni bir IFN sınıfı interferon-lambda (IFN-λ) ailesi veya tip III IFN’ler yakın zamanda keşfedilmiştir. Bu yeni tip IFN’ler tip 1IFN’lera benzer ancak, nispeten daha az etkilidirler.IFN-λ ağırlıklı olarak solunum yolu epitel hücreleri tarafından salgılanır ve solunum yollarında antiviral etkinliğin artmasına yardımcı olur. Interlökin 28B (IL28B) geni interferon lamda 3 (IFN-λ3) olarak bilinen bir proteini kodlamaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalar hepatit C ve hepatit B enfeksiyonları başta olmak üzere birçok viral enfeksiyonda viral klirens, tedaviye yanıt ve komplikasyon oranları ile IL28B gen polimorfizmi arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmıştır. Son bilgiler ışığında IL28B doğal bağışık yanıt ve antiviral etkinlik dinamikleri açısından feedback mekanizmalarının kilit oyuncusu olma adayıdır. Çalışmamıza 19-88 yaş aralığında 200 COVID-19 tanısı alan hasta ve kontrol grubu olarak 21-84 yaş aralığında 99 COVID-19 negatif hasta dahil edilmiştir. COVID-19 tanılı hastaların klinik semptom ve bulguları oluşturulan standart kriterler baz alınarak hafif, orta, şiddetli ve kritik olarak sınıflandırıldıve IL28B gen polimorfizmleri tanımlanarak birbirleri ve kontrol grubu ile kıyaslandı.Hasta ve kontrol grubundan alınan numuneler Real-time PCR yöntemi ile çalışılarak elde edilen sonuçlar istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Çalışmamızın sonuçlarında şiddetli/kritik hasta grubunda yaş ortalaması, erkek cinsiyet oranları, ek hastalık görülme sıklığı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Hasta ve kontrol grubunda cinsiyet ve yaş dağılımları arasında anlamlı farklılık bulunmadı.IL28B rs12979860 CC genotipi şiddetli/kritik hasta grubunda hafif/orta gruba göre daha yüksek oranda tespit edildi (p<0, 05). IL28B rs8099917 GT genotipi hafif/orta grupta daha yüksek görülürken, TT genotipi şiddetli/kritik hasta grubunda daha yüksek oranlarda tespit edildi (p<0, 05). IL28B rs8099917 GG genotipi kontrol grubunda tespit edilmezken hasta grubunda %8 oranında saptandı (p<0, 05). Kritik grupta; hayatta kalan ve hayatını kaybeden hastaların genotip dağılımları benzer bulundu. Şiddetli/kritik grupta daha yüksek oranlarda tespit edilen IL28B rs12979860 CC ve rs8099917 TT genotiplerinin klinik seyir açısından olumsuz genotipler olduğu ve rs8099917 GG genotipinin hastalık bulaşında kolaylaştırıcı bir rol oynadığı sonucuna varılmıştır.Öğe İmmünsupresif hastalarda cryptosporıdıum SPP. sıklığının çeşitli tanı yöntemleri ile araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Beder, Duygu; Taşbent, Fatma EsenkayaAmaç: Bu çalışmada ishal şikayeti ile başvuran immünsupresif hastalarda Cryptosporidium spp. sıklığının mikroskobik, serolojik ve moleküler yöntemlerle araştırılması ve kullanılan yöntemlerin karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: İmmünsupresif ishalli hastalardan Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Mikrobiyoloji Laboratuvarına gönderilen 90 dışkı örneği çalışmaya alınmıştır. Cryptosporidium spp. tespiti amacıyla dışkı örneklerine modifiye asit fast boyama, PZR, ELISA testi uygulanmıştır. Pozitif örneklerin de dahil olduğu 51 örnekte DFA yöntemiyle Cryptosporidium spp. araştırılmıştır. Bu yöntemlerden herhangi biriyle pozitif saptanan örneklerde ayrıca immünokromatografik kart test çalışılmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan 90 örneğin 44 (%48,8)’ü erkek, 46 (%51,2)’sı kadın hastalara aittir. Hastaların yaşları 0 ile 81 yaş aralığında olup, yaş ortalaması 37,8 (standart sapma: ±27,5) olarak bulunmuştur. Çalışmada çocuk hastalara ait 31 (%34,4) numune bulunmaktadır ve bu hastaların yaş ortalamaları 5,3 (standart sapma: ±4,34) olarak tespit edilmiştir. Kullanılan yöntemlerin hiçbirinde hastaların pozitiflik durumu ile yaş arasında ve pozitiflik durumu ile cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Çalışılan dışkı örneklerinde modifiye asit fast yöntemiyle 5 (%5,6), PZR ile 2 (%2,2), ELISA yöntemiyle 1 (%1,1) örnekte pozitiflik tespit edilmiştir. DFA yöntemi ile çalışılan örneklerin 6’sı pozitif bulunmuştur. Bu yöntemlerden herhangi biri ile pozitif bulunan 7 örnek immünokromatografik kart test ile araştırılmış ve 4 örnekte Cryptosporidium spp. pozitif saptanmıştır. Sonuç: Çalışma immünsupresif ishalli hastalarda Cryptosporidium spp.’nin önemli bir etken olduğunu ortaya koymaktadır. DFA yöntemi altın standart yöntem olarak baz alındığında modifiye asit fast yöntemi yüksek duyarlılık ve özgüllükle, rutin tanıda kullanılabilecek bir yöntem olarak öne çıkmaktadır. Ayrıca yoğun iş akışı olan laboratuvarlarda immünokromatografik tanı testlerinin, pratik kullanımı ve hızlı sonuç alınması nedeniyle faydalı olacağı düşünülmüştür.Öğe Bilgisayarlı tomografi görüntülerinde superior turbinate ve komşu etmoidal yapıların anatomik varyasyonlarının endoskopik sinus cerrahisi açısından incelenmesi(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Gökşan, Ahmet Safa; Açar, GülayAmaç: Çalışmamızda concha nasalis superior (CNS) ve concha nasalis media (CNM), fossa olfactoria (FO), sinus sphenoidalis (SS) gibi komşu yapıların morfometrik ölçümlerinin yapılması, morfolojik varyasyonlarının tespit edilmesi ve elde edilen verilerin klinikte endoskopik sinus cerrahisi açısından öneminin literatür eşliğinde belirlenmesi amaçlandı. Yöntem: Bu çalışmada 18-80 yaş aralığındaki toplam 153 hastaya ait (76 erkek, 77 kadın) bilgisayarlı tomografi (BT) görüntüleri retrospektif olarak incelendi. CNS ve komşu yapılarına ait morfometrik ölçümler BT görüntüleri üzerinde aksiyal, koronal ve sagital düzlemlerde gerçekleştirildi. Concha bullosa superior (CBS) ve sinus sphenoidalis (SS) hacim ölçümleri ise 3D-SLICER yazılımı ile ölçüldü. Bulgular: Solda CBSU ölçüm değeri kadınlarda erkeklere göre anlamlı derecede yüksek bulundu. CNSU ölçüm değeri sağ tarafta sola göre anlamlı derecede daha yüksek bulundu. Sol SSPH ölçüm değeri 1. yaş grubunda diğer iki yaşa grubuna göre anlamlı derecede daha yüksek bulundu. Sol CBSU parametresi FOP’nin 1A2B tipinde anlamlı derecede daha yüksek bulundu. Sol SSPH parametresi FOP’nin 1A2B tipinde anlamlı derecede daha düşük bulundu. Sağda SSPH parametresi, CBM’nin Bülböz tipinda anlamlı derecede yüksek bulundu. CBS pnömatizasyon tipi ile CNSU, CBSU, CBSG, CBSH, SSPH değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki tespit edildi. SS pnömatizasyonu ile FO pnömatizasyonu, septum nasi pnömatizasyonu (SNP), concha bullosa superior (CBS) arasında kuvvetli pozitif korelasyon tespit edildi. Sonuç: Mevcut çalışmamızın sunduğu verilerin özellikle endoskopik prosedürlerde radyologlara ve cerrahlara tanı ve tedavide faydalı olacağı düşüncesindeyiz.Öğe Preeklampsi tanısı alan ve almayan gebelerdepentraksin 3, plasental protein 13 düzeylerive bazı biyokimyasal parametrelerin araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Ateş, Fadime Pınar; Tiftik, Ali MuhtarGebeliğin ikinci ve üçüncü trimester döneminde olan preeklampsi tanısı almış gebeler ile normal arter kan basıncına sahip gebelerin serum pentraksin 3 ve plasental protein 13 düzeylerinin kıyaslanması ve bu verilerin albümin, laktat dehidrogenaz, ürik asit, trombosit sayısı parametreleri ile karşılaştırılarak elde edilen bulguların preeklampsi tanı ve patogenezine ne tür katkı sağlayacağının belirlenmesidir. YÖNTEM: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’ne Ocak 2020-Ocak 2021 tarihleri arasında başvuran 40’ı preeklampsi tanısı almış toplam 80 gebenin takipleri esnasında alınmış venöz kan örnekleri ile çalışıldı. 20-40 yaş aralığında ve 24. ve 40. gebelik haftaları arasında olan gebeler 32. gebelik haftası kıstas alınarak 2 alt gruba ayrıldı. Pentraksin 3 ve plasental protein 13 düzeyleri sandiviç ELISA yöntemi (Bioassay Technology, Shanghai, China) ile çalışıldı. Elde edilen veriler serum albümin, laktat dehidrogenaz, ürik asit ve tam kan trombosit sayısı düzeyleriyle kıyaslandı. BULGULAR: Normal kan basınçlı gebelerle kıyaslandığında preeklamptik gebe grubunda serum pentraksin 3 ve plasental protein 13 düzeylerinde birbirleriyle pozitif yönde korele olan azalma saptandı. Preeklampsi grubunda saptanan plasental protein 13 seviyelerinde azalma istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Preeklampsi grubundaki albümin ve trombosit düzeylerinde azalma, laktat dehidrogenaz ve ürik asit düzeylerinde artış istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Ayrıca preeklampsi grubunda saptanan laktat dehidrogenaz düzeylerindeki artış ile trombosit sayısı ve albümin düzeylerinde azalma arasında negatif yönde korelasyon saptandı. SONUÇ: Preeklampsi hastalarında saptanan plasental protein 13 düzeylerinde azalma istatistiksel olarak anlamlı bulunmuş olup; plasental protein 13’ün ikinci ve üçüncü trimester gebelerde preeklampsi değerlendirmesinde kullanılabilir olduğu kanaati oluşmuştur.Öğe Fossa pterygopalatina'nın klinikle ilgili morfometrik analizi ve komşu paranazal sinüslerle hacimsel ilişkisi: BT'ye dayalı bir çalışma(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Digilli, Betül; Çiçekcibaşı, Aynur EmineFossa Pterygopalatina'nın Klinikle İlgili Morfometrik Analizi ve Komşu Paranazal Sinüslerle Hacimsel İlişkisi: BT'ye Dayalı Bir Çalışma Dr. Betül Digilli, Uzmanlık Tezi, Konya 2022 Amaç: Çalışmamızın amacı, fossa pterygopalatina'nın (FPP) ve çevresindeki boşluklarla bağlantı kuran foramen (for.) rotundum (FR), for. sphenopalatinum (FSP), canalis pterygoideus (CP), canalis palatovaginalis (CPV), canalis palatinus major (CPM), fissura pterygomaxillaris (FP) gibi anatomik yapıların morfometrik özelliklerini belirlemekti. Ayrıca çalışmamızda septum nasi deviasyonu (SND) ve septum sinuum sphenoidalium'un deviasyon (SSSD) tipleri detaylandırılarak bu tiplerin FPP'nin hacim ve morfometrik ölçümlerine ilaveten ona komşu olan paranazal sinüslerin hacim ölçümleri ile ilişkisinin bütüncül olarak incelenmesi amaçlandı. Yöntem: Bu çalışmada 18-79 yaş aralığındaki 260 hastaya ait (130 erkek, 130 kadın) bilgisayarlı tomografi (BT) görüntüleri retrospektif olarak incelendi. FPP'ye ait morfometrik ölçümler BT görüntüleri üzerinde aksiyal, koronal ve sagital düzlemlerde gerçekleştirildi. FPP, sinus maxillaris (SM) ve sinus sphenoidalis (SS) hacim ölçümleri ise 3D-SLICER yazılımı ile ölçüldü. Bulgular: FSP-FP uzaklığı kadınlarda erkeklerden anlamlı derecede yüksek, FR-FP açısı ise erkeklerde kadınlardan anlamlı derecede yüksek bulundu. CP-SM uzaklığı ve FR-FP açısı lateralizasyona göre sağ tarafta sol tarafa göre anlamlı derecede yüksek bulundu. CP-FSP açısı ve CPM-FPP açısı ise sol tarafta sağ tarafa göre anlamlı derecede yüksek tespit edildi. Hacim ölçümlerinin hepsi erkeklerde kadınlardan anlamlı derecede yüksek tespit edildi. Sadece FPP hacim ölçümü sağ tarafta sol tarafa göre anlamlı derecede yüksek tespit edildi. SM hacmi 18-34 yaş grubunda anlamlı derecede yüksekti. Hacim ölçümlerinden sadece SS hacmi hem SSSD hem de SND tespit edilen aynı tarafta daha küçük bulundu. Sonuç: Paranazal sinüslerle FPP hacminin pozitif veya negatif korelasyon ilişkisi bulunmadı. SS ve SM hacimleri arasında ise kuvvetli bir pozitif korelasyon ilişkisi saptandı. Mevcut çalışmamızın sunduğu verilerin özellikle endoskopik prosedürlerde radyologlara ve cerrahlara tanı ve tedavide faydalı olacağı düşüncesindeyiz. Anahtar kelimeler: Bilgisayarlı tomografi, Fossa pterygopalatina, Hacim, Paranazal sinüsler, Septal deviasyon tipleri.Öğe Hafnium Klorür'un normospermik vakaların sperm viabilite ve motilite parametreleri üzerine etkisinin araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Özden, Zülkar; Aktan, Tahir MuradHafnium alaşımları, biyo uyumlulukları ve yüksek korozyon direnci nedeniyle tıbbi uygulamalarda kullanılmaktadır. Sarkom tedavisinde kullanılmıştır. Cerrahi implantlarda osteojenik ve antimikrobiyal etkinlikleri gösterilmiştir. COVID-19'un tespiti için hafnium nanoparçacıklarına dayalı bir sensör bildirilmiştir. Kullanım alanları artmaya devam eden hafniumun literatür taramalarında hem insan hem de hayvan türleri üzerindeki sperm etkilerine dair bir çalışmaya rastlanmamıştır. Semen örnekleri DSÖ 2010 kriterlerine göre analiz edilmiştir. 20 normospermik örnek çalışmaya dahil edildi. Yıkama ve santrifüj sonrası kontrol, hafnium klorür 2 mg/ml ve 4 mg/ml olmak üzere 3 grup oluşturuldu. Tüm gruplar 20. ve 40. dakikalarda hareketlilik ve canlılık açısından değerlendirildi. Çalışma grubunda sperm canlılık değerlerinin doz ve zaman arttıkça düştüğü saptandı (p<0,001). Sperm toplam hareketlilik ve ileri hareketlilik değerlerinin de doz ve zaman arttıkça anlamlı şekilde azaldığı saptandı (p<0,001). Bu çalışmada hafnium klorürün sperm hareketliliği ve canlılığı üzerine olumsuz etkileri olduğu saptandı. Bu elementin kullanıldığı aletlerde potansiyel bir tehlike olduğu kanıtlanmıştır. Ülke düzenlemelerinin bu konuda hassasiyet göstermesi halk sağlığı açısından önemlidir.Öğe MERAM TIP FAKÜLTESİ HASTANESİNE BAŞVURAN 0-18 YAŞ ARASINDAKİ ÇOCUKLARDA FSH VE LH DEĞERİNİN REFERANS ARALIĞININ BELİRLENMESİ(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Kaba, Kadir; Gürbilek, MehmetMeram tıp fakültesine başvuran 0-18 yaş grubundaki çocukların FSH ve LH referans aralığını bulma ve puberte ve prepuberte çocuklarda LH değerleri açısından farkın var olup olmadığının tespite eldilmesidir. Materyal ve Metot: Çalışmamızda 0-18 yaş grubundaki çocukların meram tıp fakültesinde COBAS E 601 sistemleriyle çalışılmış sonuçlarını hastane bilgi sisiteminden elde edildi.0-18 yaş grubundaki çocuklar kız ve erkek ana gruba ayrıldı ve her ana grup 0-1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12- 13-14-15-16 alt yaş gruplarına bölündü.Her alt grupunmodifiye z değeri excell programıyla hesaplandı ve ± 3,5 değerinin dışında olanlar uç değer olarak veri setinden çıkartıldı. Bu işlem her alt grupta uç veri olmayıncaya kadar tekrarlandı.Uç veriler çıkartıldıktan sonra her alt grubun üst %20-alt 20 persetil kısmı veri setinden çıkartıldı. Kız ve erkek her alt gruplar SPSS 22 version programı yardımıyla Kruskal Wallis H testiyle farklı olup olmadığı tespit edildikten sonra hangi alt grupların farklı olduğu Mann Whitney U testiyle tespit edildi.Kız ve erkek alt gruplarında farklı olmayan alt gruplar birleştirildi ve her grubun referans aralığı o grubun %2,5-%97,5 persentili olarak tablo şeklinde gösterildi.Kız ve erkek puberte ve prepuberte grupların LH değerinin farklı olup olmadığı SPSS 22 verison programındaki Mann Whitney U testiyle değerlendirildi ve ROCeğrsi çıkartıldı. Bulgular: Referans aralığındaki en dikkat çekici bulgu erkek 0 yaş grubunun LHreferasn aralığı değerelerinin erkek 1-8 yaş grubunun LH referans aralığı değerlerinden farklı ve kadın 0-1 yaş grubu FSH referans aralığı değerinin 2-7 yaş grubundanfarklı olmasıdır.Kız puberte ve prepuberte gruplarının lh değeri anlamalı derecede farklı ve ROC eğrsinin AUC:0,875 (0,812- 0,939)bulundu(p <0,001). Sonuç:Çalışmamızdaki erkek ve kız referans aralığı hem indirekt hem direkt yöntemle veri toplama sistemiyle elde edilen önceki FSH ve LH referans aralğı çalışmalarından farklı bulunmuştur.Kız puberte ve prepuberte gruplarının LH Cut-Off Değeri 0,53 U/L alındığında puberte ve prepuberte%79,6 duyarlılık %80 özgüllük ilepuberte ve prepuberte grupları birbirinden ayrılır.Öğe Tip 1 diabetli çocuk ve adölesanlarda galektin 3, ileriglikasyon son ürünleri (AGE), ve ileri glikasyon son ürünlerireseptörü (RAGE) seviyelerinin araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Döner, Hulusi Cem; Kurban, SevilAmaç: Tip 1 diyabetli çocuk ve adölesanlarda galektin 3, ileri glikasyon son ürünleri (AGE) ve ileri glikasyon son ürünleri reseptörü (RAGE) seviyelerinin araştırılması ve bu moleküllerin birbiriyle ilişkisini incelemek. Materyal ve Metot: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi hastanesine başvuran 37 tip 1 diyabet tanısı alan çocuk ve adölesan (19 K, 18 E) ve 35 herhangi bir hastalığı saptanmayan çocuk ve adölesan (21 K, 14 E) dahil edildi. Galektin 3, AGE ve RAGE düzeyleri ELISA yöntemiyle ölçüldü. Sonuçların analizi için SPSS IBM istatistik programından yararlanıldı. Bulgular: Tip 1 diyabetli çocuk ve adölesanların galektin 3 [0,22 (0,18-0,41)] ve AGE [10,83 (8,64-13,15)] düzeyleri kontrol grubunun galektin 3 [0,18 (0,15-0,25)] ve AGE [8,13 (7,42-11,05)] düzeylerinden anlamlı olarak yüksekti (p<0,05). Tip 1 diyabetli çocuk ve adölesanların RAGE düzeyi (91,28±72,12) kontrol grubunun RAGE (87,04±61,58) düzeyinden yüksek olmasına rağmen bu yükseklik anlamlı değildi (p>0,05). Kontrol grubunda AGE ile galektin 3 (r=-0,343, p<0,05) arasında negatif korelasyon saptandı ve galektin 3 ve RAGE arasında anlamlı bir korelasyon saptanmadı. Hasta grubunda ise AGE ile galektin 3 (r=-0,346, p<0,05) arasında negatif korelasyon bulundu. Fakat galektin 3 ile RAGE (r=0,536, p<0,01) arasında pozitif korelasyon saptandı. Sonuç: Çalışmamızda tip 1 diyabetli çocuk ve adölesanlarda kontrol grubundan yüksek bulduğumuz galektin 3 düzeyleri, çocuk ve adölesanlardaki tip 1 diyabet oluşumunda galektin 3’ün rolü olabileceğini düşündürmektedir. Çalışmamız tip 1 diyabetli çocuk ve adölesanlarda galektin 3 düzeyini araştıran ilk çalışmadır. Çalışmamızın bu açıdan literatüre katkı yapacağını düşünüyoruz Galektin 3 tip 1 diyabet hastalığında önemli bir belirteç olabilir ve tip 1 diyabetin patogenezinde yeni yolakların keşfedilmesinde de rol alabilir. Bunlar için tip 1 diyabet patogenezinde galektin 3’ün aldığı rol ile AGE ve RAGE arasındaki ilişkinin daha sonra yapılacak araştırmalarla desteklenerek açığa çıkarılması gerekmektedirÖğe Anaerop bakterilerin tanımlanmasında çeşitli yöntemlerin karşılaştırılması ve bazı antibiyotiklere karşı duyarlılıkların araştırılması(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Uğraklı, Selin; Doğan, MetinBu çalışmada hastanemizin değişik kliniklerinden anaerop enfeksiyon şüphesiyle laboratuvara kabul edilen klinik örneklerde anaerop bakterilerin izolasyonu, çeşitli yöntemlerle tanımlanması ve antibiyotik duyarlılık profillerinin belirlenmesi hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi, Merkez Mikrobiyoloji laboratuvarına anaerop enfeksiyon şüphesi ile kabul edilen 197 klinik örnek çalışmaya dahil edilmiştir. Numunelerin hem aerop hem de anaerop ortam şartlarında ekimi yapılmıştır. Anaerop kültür için numunelerin %5 defibrine koyun kanı ve vitamin K1 eklenmiş Scheadler besiyeri ve tiyoglikolatlı besiyerine ekimi yapılmıştır. Kan örnekleri Bactec Plus Anaerobic F şişelerine inoküle edilmiş ve otomatize sistemde inkübe edilmştir. İzole edilen anaerop bakteriler konvansiyonel yöntemler, AnIdent Discs testleri, API 20A ve VITEK 2 ANC testleri kullanılarak identifiye edilmiştir. İzolatların penisilin G, sefoksitin, klindamisin, metronidazol, piperasilin / tazobaktam, imipenem, seftolozan / tazobaktam duyarlılıkları gradient difüzyon test metodu ile belirlenmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan 197 klinik örnekten 46 anaerop bakteri izole edilmiştir. Bu çalışmada soyutlanan 46 anaerop izolatın %69.6' sını Gram pozitif anaeroplar, %30,4 ünü Gram negatif anaerop bakteriler oluşturmaktaydı. Gram negatif anaeroplardan en fazla Prevotella spp. (7) ve B. fragilis grup (5) izole edilmiştir. Gram pozitif anaeroplardan ise en sık Clostridium spp. (n=9) ve Peptostreptococcus spp. (n=8) izole edilmiştir. İzolatların 43'ünde her iki sistemden en az biri ile identifikasyon sağlanmıştır. API 20A ile VITEK 2 ANC arası cins düzeyinde uyumluluk 35/44 (%79.5) oranında saptanırken; tür düzeyinde uyum %43.2 (19/44) olarak tespit edilmiştir. En yüksek direnç penisiline (%38.6) karşı bulunurken; sefoksitin, klindamisin, metronidazol, piperasilin/ tazobaktam ve imipenem duyarlılık oranları ise sırasıyla %93.2; % 65.9; % 84.1; % 93.2 ve %100 olarak bulunmuştur. Seftolozan tazobaktamın MİK değerinin bakteri türüne göre geniş bir aralıkta (0.032-12 mg /L) değişim gösterdiği tespit edilmiştir. MİK50 değeri 2 mg / L olarak bulunmuştur. Sonuç: Bu çalışmada API 20A panel ve VITEK 2 ANC yarı otomatize ticari sistemlerinin anaerop bakteri identifikasyonu konusundaki performansları ve konvansiyonel yöntemlerle uyumunun değerlendirilmesi hedeflenmiştir. API 20A'nın Gram negatif anaerop basillerin tanımlanmasında VITEK 2 ANC karta göre konvansiyonel yöntemlerle daha fazla uyum gösterdiği tespit edilmiştir. Öte yandan Vitek 2 ANC yarı otomatize sistemi ise rutin laboratuvar iş akışı içinde uygulayabilme ve pratiklik imkanları sağlamaktadır. Çalışmamızda yüksek oranda penisilin ve klindamisin direnci görüldüğünden ampirik tedavide bu antibiyotikler tercih edilmemelidir. Sonuçlarımıza göre sefoksitin ve metranidazol ampirik tedavide tercih edilebilir ancak antibiyotik duyarlılık testlerinin yapılması daha uygun olacaktır. Bu çalışmada yeni antibiyotiklerden seftolozan tazobaktamın anaerop bakteriler üzerindeki etkinliğinin saptanması hedeflenmiştir. Seftolozan tazobaktamın MİK değerinin bakteri türlerine göre değişkenlik göstermesi sebebiyle; bu antibiyotiğin anaerop bakteriler üzerindeki etkisini belirleyebilmek için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.Öğe Obez kadın hastalarda akupunktur terapisiyle kilo kaybının fekal mikrobiyota kompozisyonu üzerine etkisi(Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Batur, Tuba; Aköz, MehmetAkupunktur terapisiyle kilo kaybının obez kadın hastalarda fekal mikrobiyom, antropometrik ölçümler ve biyokimyasal parametrelere etkisinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Çalışma 15 obez (VKİ; Vücut Kitle İndeksi ≥30) kadın birey üzerinde yapıldı. Düşük kalorili diyet (diyet grubu; n=6) ve diyetle beraber akupunktur terapisi (12 seans ve 12 hafta süreyle), (akupunktur grubu;n=9) uygulanan iki ayrı çalışma grubundan, en az 10 kg kaybeden katılımcıların çalışma başı ve bitimine ait (0. ve 12. hafta) antropometrik ölçümleri, biyokimyasal parametreleri ve fekal mikrobiyota kompozisyonları karşılaştırıldı. Mikrobiyal genomu temsil etmek üzere 16S rRNA geni hedef gen olarak kullanılarak tedavi öncesi ve sonrası değişimler incelendi. Bulgular: Diyet ve akupunktur grubunda tedaviyle antropometrik parametreler ve HOMA-IR düzeylerinde anlamlı düşüş izlendi. Akupunkturun, vücut ağırlığı ve VKİ düzeylerini düşürmede, yalnızca diyet tedavisi alan grupla kıyaslandığında daha büyük düşüşler sağladığı izlendi. Ayrıca akupunktur terapisiyle Bacteroidia, Prevotella, Butyricimonas, RF39, Coprococcus, Catenibacterium ve Tenericutes taksonlarının öne çıktığı görüldü. Sonuç: Bulgular obez bireylerde akupunktur terapisi uygulamasının vücut ağırlığı, adipöz doku, lipit metabolizması ve bağırsak mikrobiyotası üzerine etkisi olduğunu gösterdi. Bu bilgiler ışığında akupunktur uygulamasının metabolizmadaki rolünün kesin olarak gösterilebilmesi için daha kapsamlı çalışmalara gereksinim olduğu kanaatine varıldı.Öğe Yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların idrarlarından izole edilen candida türlerinin moleküler epidemiyolojisi ve antifungal duyarlılıkları(2009) Yüksekkaya, Şerife; Fındık, DuyguSelçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların idrar kültürlerinden izole edilen C. albicans, C. glabrata, C.tropicalis suşlarının moleküler epidemiyolojik analizi, amfoterisin B ve flukonazole karşı antifungal duyarlılıklarının saptanması amaçlanmıştır.Gereç-yöntem: Candida izolatlarının identifikasyonu germ tüp testi, cornmeal agar besiyerindeki mikroskopik morfoloji (klamidospor, blastospor, artrospor, yalancı hif ve gerçek hif) ve karbonhidrat asimilasyon testleri (API ID 32C -BioMérieux, France) kullanılarak yapıldı. Suşların amfoterisin B ve flukonazole karşı antifungal duyarlılığı CLSI kriterlerine göre mikrodilüsyon yöntemi ile araştırıldı. Suşlar arasındaki klonal ilişkiyi araştırmak için Cnd3 primeri kullanılarak RAPD analizi uygulandı.Bulgular: Amfoterisin B için 56 Candida suşunun mikrodilüsyon yöntemi ile MİK aralıkları, MİK50 ve MİK90 değerleri sırasıyla, C. albicans'da 0.125-1µg/ml, 0.125 ve 0.5µg/ml, C.tropicalis'te 0.125-1µg/ml, 0.25 ve 1µg/ml, C.glabrata'da 0.125-1µg/ml, 0.25 ve1µg/ml olarak bulundu. Flukonazol için MİK aralıkları, MİK50 ve MİK90 değerleri sırasıyla; C.albicans'ta 0.25-4µg/ml, 0.25 ve 0.5µg/ml, C.tropicalis'te 0.25-16µg/ml, 0.5 ve 1µg/ml, C.glabrata'da 0. 5-64µg/ml, 8 ve 16µg/ml olarak saptandı. RAPD analizi sonuçlarına göre; C.albicans için iki, C.tropicalis ve C.glabrata için bir ana patern varlığı tespit edildi.Sonuç: İzolatların hiçbiri amfoterisin B için yüksek (MİK>1µg/ml) MİK değerlerine sahip değildi. Bir C.glabrata izolatı flukonazole dirençli (MİK?64µg/ml) iken bir C.tropicalis ve iki C.glabrata izolatı doz bağımlı duyarlı (MİK 16-32µg/ml) idi. RAPD analizi sonuçları C.albicans için iki klondan, C.glabrata ve C.tropicalis için ise tek bir klondan ekzojen yayılım olduğunu göstermektedir. Hastalardan alınan örneklerin ve çevresel örneklerin birlikte epidemiyolojik analizi yapılarak ekzojen odağın tespit edildiği daha ileri çalışmalar yapılmalıdır.Öğe Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde matriks metalloproteinazlar ve inhibitörleri(2009) Öncel, Müfide; Aköz, MehmetKanserler yüksek mortalite riski ve hastanın tetkik ve tedavi maliyetinin yüksekliği nedeni ile önemli bir sağlık problemidir. Akciğer kanseri ise her iki cinste de kanserden ölüm nedenleri arasında ilk sıradadır. Matriks metalloproteinazlar ve matriks metalloproteinaz doku inhibitörleri birçok kanserde olduğu gibi akciğer kanserinde de teşhis, prognoz ve tedavi açısından araştırılmıştır. Biz bu çalışmada serum MMP?2, TIMP?2, MMP?2/TIMP?2 kompleksi düzeylerini belirleyerek; akciğer kanserli hastaların teşhis ve tetkikinde serumlarından yapılabilecek bu tetkiklerin hastalara faydalı olabileceğini düşündük.Bu çalışmaya 28 küçük hücreli dışı akciğer kanserli hasta ile yaş ortalamaları hasta grubu ile benzer sağlıklı 21 kişi dahil edildi. Hasta ve kontrol grubunun serum örneklerinde MMP?2, TIMP?2 ve MMP?2/ TIMP?2 kompleks düzeyleri ELISA metodu kullanılarak ölçüldü.KHDAK hastalarında kontrol grubu karşılaştırıldığında MMP?2, TIMP?2 ve MMP?2/ TIMP?2 kompleks düzeylerinin anlamlı olarak daha yüksek olduğu bulundu (p<0.05).Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde hastaların sadece akciğer dokularında değil, hasta serumlarında da MMP?2, TIMP?2 ve MMP?2/TIMP?2 kompleks düzeyleri artmaktadır. Bunlardan bir ya da birden fazlasının serumda ölçümü bu hastalığın tanısında ve izleminde kullanılabilir kanaatindeyiz.Öğe Dispeptik hastalarda farklı yöntemlerle helıcobacter pylorı varlığının araştırılması(2008) Kalem, Fatma; Baysal, BülentH.pylori infeksiyonu; dünyada en sık görülen infeksiyonlarından bir tanesidir. H. pylori infeksiyonu; gastrit, gastrik ve peptik ülser, gastrik adenokarsinom ve MALT lenfoma için risk faktörüdür. Tanısında invaziv (endoskopi gerektiren) kültür, histoloji ve üreaz testleriyle birlikte noninvaziv (endoskopi gerektirmeyen) üre soluk testi, HpSA ve serolojik metotlar kullanılmaktadır. PZR ile farklı klinik örneklerde bakteri varlığı gösterilebilmektedir. Bu infeksiyonun tedavisi gelişen ilaç direnci sebebiyle gittikçe zorlaşmaktadır. Tedavide en çok kullanılan ilaç olan klaritromisinin diğer bazı hastalıkların tedavisinde de yaygın kullanımı ile direnç oranları artmaktadır. Çalışmada üreaz testi, gaita antijen testi, histopatolojik inceleme ve kültür yöntemleri ile H.pylori varlığı ve üreyen suşlarda klaritromisin, amoksisilin, metronidazol duyarlılığının araştırılması amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada S. Ü. Meram Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Gastroenteroloji Kliniği endoskopi ünitesine, dispeptik şikayetlerle 2005-2006 tarihleri arasında başvurarak gastroduodenoskopi yapılan 103 vakadan alınan biyopsi örneklerinde H. pylori varlığı; üreaz testi, gaita antijen testi, histopatolojik inceleme ve kültür yöntemleri ile araştırıldı. Üreyen suşlarda klaritromisin, amoksisilin, metronidazol direnci incelendi. Ayrıca bu hastalarda HpSA'nin tanı değeri diğer yöntemlerle kıyaslanarak araştırıldı.Bulgular: 103 örnekten kültür ortamında 40 örnekte H.pylori üremiştir (%38.8). Elde edilen 40 suştan 28 tanesinde antibiyotik duyarlılığı yapılabilmiştir. Bunlardan 8 tanesinde klaritromisine E-test metoduyla direnç saptanmıştır (%28.5). Bu suşların 11(%39.2) tanesinde de metronidazole direnç saptanmıştır. Suşlardan hiçbirinde amoksisiline direnç saptanmamıştır. Kullanılan testlerin sensitivite, spesifite, pozitif prediktif (PPD), negatif prediktif (NPD) değerleri sırasıyla kültür için;%76, 98, 97, 83, üreaz için; %97.9, 24.4, 56.4, 92, HpSA için; %74, 80, 76, 79, histopatoloji için; %75, 95, 93, 80 olarak bulunmuştur.Sonuç: Toplum sağlığı açısından H.pylori tanı ve tedavisi oldukça önemlidir. Tedavide başarısızlığı durumunda H.pylori suşlarının antimikrobiyal duyarlılığının araştırılması faydalı olacaktır. Ayrıca yeni ilaç kombinasyonları denenebilir.Öğe Epsteın-barr vırüs infeksiyonunun tanısında indirekt immünoflöresan ve ELISA tanı metodlarının karsılastırılması(2008) Feyzioğlu, Bahadır; Baykan, MahmutEBV infeksiyonunun serolojik tanısı birden fazla antikor yanıtının degerlendirilipyorumlanmasıyla yapılmaktadır. Bu çalısmada VCA IgM, VCA IgG ve EBNA IgGantikorlarının IFA ve ELISA tanı metodlarıyla çalısılması ve bu metodların tanı degerlerininkarsılastırılması amaçlandı.Gereç ve yöntem: Çalısmaya Enfeksiyöz Mononükleoz süpheli 100 hastanın serum örnekleridahil edildi. IFA referans metod olarak kabul edildi ve bu dogrultuda örnekler, EBVinfeksiyonu tanı standartları göz önüne alınarak; Seronegatif, Akut infeksiyon, Yeni geçirilmisinfeksiyon ve Eski infeksiyon gruplarına ayrıstırıldı. ELISA metodu ile aynı standart kriterlerdogrultusunda olusturulan grupların bu IFA grupları ile uyumu arastırıldı. Ayrıca VCA IgM,VCA IgG ve EBNA IgG antikorları her iki test bazında ayrı ayrı degerlendirilerek ELISAmetodu için duyarlılık ve özgüllük oranları belirlendi. IFA metodu ile ayrıca VCA IgG aviditetesti çalısıldı ve enfeksiyon dönemleri ile iliskisi irdelendi.Bulgular: ELISA metodunun IFA metodu ile uyumu Seronegatiflik, Akut infeksiyon, Yenigeçirilmis infeksiyon ve Eski infeksiyon için sırasıyla %41, 100, 14,7 ve 74,5 olarak bulundu.Tek bir antikor bazında IFA referans testine göre ELISA metodu degerlendiridiginde, VCAIgM testinin duyarlılıgı %100, özgüllügü %90,8, VCA IgG'nin duyarlılıgı ve özgüllügü %61,5ve %53, EBNA IgG'nin ise %78,7 ve %81,1 seklinde bulundu. IFA metodu ile belirlelnenVCA IgG avitidesinin enfeksiyon ilerlemesiyle genel olarak arttıgı gözlemlendi.Sonuç: Her iki testin; Seronegatif, Yeni geçirilmis infeksiyon ve Eski infeksiyon belirlemeoranlarında farklılık göze çarpmaktadır. ELISA VCA IgG testi IFA referans teste göre yetersizperformans sergilemistir. Her iki testin tercih edilebilirligi; testlerin tanı güvenilirliginin yanısıra, laboratuvarların teknik ve personel donanımı ve mali olanaklar göz önüne alınarakdegisebilir.Öğe Çeşitli klinik örneklerden izole edilen anaerop bakterilerin tanımlanması ve antibiyotik duyarlılıklarının belirlenmesi(2008) Doğan, Metin; Baysal, BülentBu çalışma anaerobik infeksiyondan şüphelenilen hastaların çeşitli kliniklerden alınan materyallerinden izole edilen anaerop bakterilerin tanımlanması ve bazı antibiyotiklerin duyarlılık oranlarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.Gereç ve yöntem: 2007 yılında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi, Merkez Mikrobiyoloji Laboratuvarında, 100 klinik örnek anaerop bakteri izolasyonu için incelendi. Örnekler, %5 defibrine koyun kanı ilave edilmiş Scheadler agar, Wilkins Chalgren agar ve kıymalı buyona ekildi. Kan örnekleri Bactec Plus Anaerobic F şişelerine inoküle edildi ve firmanin otomatize sisteminde inkübe edildi.İzole edilen anaerobik bakteriler, konvansiyonel yöntemler, API 20 A paneli ve An-Ident Discs testleri kullanılarak identifiye edildi. Penicillin G, klindamisin, sefoksitin, metronidazol, piperasilin/tazobaktam ve imipenem duyarlılıkları her bir izolat için E test metodu ile belirlendi.Bulgular: 14 klinik örnekten 22 anaerop bakteri izole edilmiştir, 10 izolat Bacteroides grubundan, 7 izolat Peptostreptococcus grubundan ve beş izolat da diğer gruplardan idi. En yüksek direnç oranı penisiline karşı (%41) bulunurken, klindamisin, sefoksitin, metronidazol, piperasilin/tazobaktam ve imipenem duyarlılık oranları ise sırası ile %82, %95, %91, %100 ve %100 olarak bulunmuştur.Sonuç: Çalışmamızda yüksek oranda penisilin direnci görüldüğünden empirik tedavide penisilin tercih edilmemelidir. Metronidazol ve sefoksitin empirik tedavide tercih edilebilir, ama antibiyotik duyarlılık deneylerinin yapılması daha faydalı olacaktır. İmipenem ve piperasilin/ tazobaktama direnç gözlemlenmemiştir, bu yüzden, bu antibiyotiklerin dirençli suşlar için saklanmasında fayda vardır.Öğe Hidatidozun tanısında ticari IFA ve IHA testleri ile laboratuvarımızda hazırladığımız indirekt flöresan antikor testinin karşılaştırılması(2008) Uysal, Elif Bilge; Baykan, MahmutOperasyonla karaciğer kist hidatiği olduğu kesinleşmiş hastalardan alınan serumları laboratuvarda kendi hazırladığımız IFA testi ve ticari olarak alınmış IFA, IHA kitleri ile çalışarak sonuçlarını karşılaştırmak.Gereç ve Yöntem: Et entegre tesislerinde kesilip karaciğerinde kist hidatik saptanan koyun karaciğerlerinde bulunan kistlerin germinal membranları ayrıldı. Frozen cihazında 8µm kalınlığında kesitler alındı ve lamlara tespit edildi. Lamlar indirekt Flöresan Antikor Tekniği ile Fluorescein-işaretli IgG globulin (Biomerieux) kullanılarak boyandı. 460-490 nm dalga boyunda flöresan mikroskobunda (Euroimmun EUROStar-1, Almanya) değerlendirildi. Ticari IFA (Euroimmun, Almanya) ve IHA (Fumouze Diagnostics, Fransa) kitleri de prosedürüne uygun olarak çalışıldı.Bulgular: Çalışılan serumların %66'sı IHAT ile, %86'sı ticari IFAT, %80'ni in-house IFAT ile pozitif bulundu.Sonuç: Buna göre IHAT'nin spesifitesi %66, sensitivitesi %100, IFAT'ın spesifitesi %86, sensitivitesi %100, in-house IFAT'ın spesifitesi %80, sensitivitesi %100 olarak bulundu. Sonuçlar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunurken, ticari IFAT ve in-house IFAT sonuçları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.