Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 51
  • Öğe
    Medial açık kama yüksek tibial osteotomi prosedüründe frontal plandaki osteotomi eğiminin lateral korteks kırığı üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Kırılmaz, Alper; Türkmen, Faik
    Amaç: Medial kompartman artrozu tedavisinde özellikle orta yaş grubunda yüksek tibial osteotomi tekniğinin rolü gün geçtikçe artmaktadır. Bu teknik sayesinde diz eklemi üzerinden geçen aks düzenlenerek medial kompartman üzerindeki yükün azaltılması amaçlanmaktadır. Biz de çalışmamızda frontal plandaki osteotomi eğiminin, medial açık kama yüksek tibial osteotomi ameliyatı sırasında oluşabilen lateral korteks kırığı üzerine etkisini inceleyeceğiz. Yöntem: Çalışmamız sonlu eleman analiziyle oluşturulmuş nümerik bir çalışmadır. Çalışmamız bilgisayar üzerinden yapılmış olup Karatay Üniversitesi Makine Mühendisliği laboratuvarında tamamlandı. Bilgisayarlı tomografi üzerinden oluşturulan katı tibia modeli üzerinde bilgisayar ortamında farklı açılarda osteotomiler yapılarak (10°, 13°, 16°, 19°, 22°) 5 farklı model oluşturuldu. Modeller üzerine tibia proksimalde osteotomi hattı distaline 5 N’dan başlayarak 75 N’a kadar olmak üzere, 5 N’ luk değişimlerle kuvvet uygulandı. Uygulanan kuvvet sonucu oluşan momentin lateral menteşe üzerinde oluşturduğu kemik gerilmeleri (MPa), osteotomi hattındaki açı değişimleri (°) ve gap mesafeleri (mm) kayıt altına alındı. Bulgular: Tibia proksimalde osteotomi hattı distaline uygulanan kuvvetler sonucu düzeltme açıları elde edildi. Aynı düzeltme açısına ulaşıldığında, tüm modellerde yaklaşık olarak aynı lateral korteks kemik gerilimleri elde edildi. Ancak aynı kuvvet altındaki modeller kıyaslandığında, yüksek frontal eğim ile osteotomi yapılan modellerde daha yüksek açı değişimleri ve gap aralıklarına ulaşıldı. Örneğin 5 N kuvvet altında 10° frontal eğim ile osteotomi yapılan modelde 0,26° düzeltme açısı, 1,43 mm gap mesafesi oluşurken; 22° frontal eğim ile osteotomi yapıldığında 0,35° açısı ve 1,37 mm gap mesafesi oluştuğu gözlendi. 75 N kuvvet altında ise 10° eğim ile osteotomi yapılan modelde 10,81° düzeltme açısı, 14,02 mm gap mesafesi oluşurken; 22° eğim ile osteotomi yapıldığında 16,86° düzeltme açı ve 19,31 mm gap mesafesi oluştuğu gözlendi. Sonuç: Aynı düzeltme derecesine ulaşıldığında tüm osteotomi modellerinde aynı lateral menteşe gerilimleri elde ettik. Ancak aynı kuvvet uygulanan modellerde eklem çizgisine göre daha distalden osteotomi yapıldığında, daha yüksek düzeltme derecelerine ve gap aralıklarına ulaşılabileceğini gözlemledik. Daha yüksek miktarda düzeltme gereken olgularda osteotomi başlangıç noktasını eklem hattından daha distalde tutarak, daha hızlı şekilde sonuca ulaşılabileceğini söyleyebiliriz.
  • Öğe
    Kalkaneus kırıklarında cerrahi yöntemlerle tedavi edilen hastaların klinik, radyolojik ve fonksiyonel sonuçları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Demirel, Ahmet; Kekeç, Ahmet Fevzi
    Amaç: Kalkaneus kırıkları çalışan, aktif iş yaşantısı olan, 30-40 yaş erkeklerde daha sık görülmektedir. Tedavi edilmemiş, yeterli tedavi edilememiş ya da komplikasyon izlenmiş hastalarda ciddi iş gücü kaybıyla beraber hasta ve çevresi için sosyoekonomik problemler oluşturmaktadır. Çalışmamızın amacı farklı cerrahi tekniklerle opere edilmiş hastaların klinik, fonksiyonel ve radyolojik sonuçlarını geriye dönük ortaya koymaktır. Yöntem: Çalışmamızda Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı'nda 2010 yılı ve sonrasında kalkaneus kırığı nedeniyle opere edilmiş ve en az 6 ay düzenli takipleri olan hastalar seçilmiş ve retrospektif dosya taraması yapılmıştır. Hastalara başvuru esnasında standart ap ve yan grafi ve Bilgisayarlı Tomoğrafi çekilmiş ve değerlendirilmiştir. Sınıflama için Sanders sınıflaması kullanılmıştır. Hastaların cerrahi müdahaleye kadar geçen zaman ve yatış süresi not edilmiştir. Ameliyat öncesi, ameliyat sonrası ve takip röntgenlerinde Böhler ve Gissane açıları ölçülmüş, 3. ve 6. aylarda fonksiyonel sonuçlar AOFAS Skorlama Sistemi ile değerlendirilmiştir. Takiplerde peroperatif ve postoperatif komplikasyonlar not edilmiştir. Verilerin istatistik analizlerinde IBM SPSS Statistics Version 25.0 paket program kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmamızda 83 hastanın toplam 92 kalkaneal kırığı ameliyat edildi. 20 kadın 63 erkek hastamız mevcut olup yaş ortalaması 36.55(dağılım 16-76) olarak hesaplanmıştır. Kalkaneal kırıkların en sık etyolojisi yüksekten düşme idi. En sık görülen kırıklar Sanders tip 3AC (%22.8) ve Sanders tip 2A (%19.6) idi. 9 hastada açık kalkaneus kırığı mevcuttu. 68 hastaya kapalı redüksiyon ve perkütan tespit uygulandı. 8 hastada sinüs tarsi yaklaşım açık redüksiyon ve plak ile tespit, 16 hastada iv ekstensil lateral yaklaşım açık redüksiyon ve plak ile tespit tercih edildi. Subtalar artroz en sık görülen komplikasyondu. İkinci sıklıkta görülen komplikasyon ise yara yeri komplikasyonu (enfeksiyon, flep nekrozu) idi ve yara yeri komplikasyonu ekstensil lateral yaklaşım açık redüksiyon plak ile tespit yapılan hasta grubunda daha sık izlenmiştir. Böhler açısının düzeltme miktarı, fonksiyonel skor ile anlamlı derecede korele idi(p=0.004). Farklı cerrahi tekniklerin klinik, fonksiyonel ve radyolojik sonuçlarını karşılaştırdığımızda gruplar arasında radyolojik sonuçlar benzerdi ve anlamlı fark yoktu (p=0.10). En iyi anlamlı fonksiyonel sonuç sinüs tarsi yaklaşımı ile opere edilen ve internal fiksasyon grubu olan hastalarda elde edildi(p=0.02). Ekstensil lateral yaklaşım ile opere edilen hastalarda sekonder cerrahi ihtiyacı daha fazlaydı. Sonuç: Son yıllarda yapılan çalışmalar minimal invaziv ve kapalı cerrahi tekniklerle ameliyat edilen hastalarda invaziv tekniklere göre daha iyi klinik, fonksiyonel ve radyolojik sonuçlar olduğunu göstermekle birlikte çalışmamız literatürü özellikle fonksiyonel skorlarda desteklemektedir. Bu çalışmadaki sonuçlarımıza göre, Sanders tip 3 ve 4 dahil kalkaneal kırıklarda eksternal kılavuz destekli kapalı redüksiyon perkütan fiksasyon veya açık minimal invaziv teknikleri öneriyoruz.
  • Öğe
    Posterior Tibial Eğim Ve Patellar Tendon Oryantasyon İlişkisinin Ön Çapraz Bağ Rüptürü Üzerine Etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Demiryürek, Mehmet; Bilge, Onur
    GİRİŞ: Ön çapraz bağ yaralanması sıklıkla karşımıza çıkan diz ve diz çevresi bağ yaralanmalarından biridir. Bu tür yaralanmalarda yaşa ve hastanın fiziksel durumuna göre cerrahi tedavi gerekebilmektedir. Birçok çalışmada ön çapraz bağ (ÖÇB) yaralanmasının etyolojisi ve mekanizması araştırılmaktadır. Artmış posterior tibial eğim (PTE) ve ön çapraz bağ yaralanması arasında ilişki olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Ancak hem PTE hem de patellar tendon oryantasyonu (PTO) ile ÖÇB rüptürü arasındaki ilişkiyi araştıran çalışma bildiğimiz kadarıyla literatürde incelenmemiştir. Bu çalışmanın amacı PTE ve PTO’nun ön çapraz bağ rüptürü ile ilişkisinin araştırılmasıdır. YÖNTEMLER: 2015-2021 yılları arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı kliniğinde ÖÇB rüptürü nedeniyle opere edilen hastalar retrospektif olarak analiz edildi. Çalışmanın dışlama kriterleri medial ve lateral menisküs yırtığı, geçirilmiş alt ekstremite cerrahisi, nöromuskuler ve hematolojik hastalıklar, alt ekstremite dizilim bozuklukları, (bacak boy uzunluk eşitsizliği, koronal ve sagittal plan deformiteleri patellar insitabilite), dejeneratif artrit (Kellgren Lawrance evre 2-3-4), radyolojik ölçümü için uygun diz yan grafisi olmayan hastalar, 18 yaş altı ve 50 yaş üstü hastalar idi. Radyolojik ölçümler için uygun, tibia şaftını içeren standart diz yan grafileri olan, diz MRG’leri bulunan ve izole ÖÇB rüptürü olan 80 hasta ve yaş, cinsiyet açısından benzer dağılımda MRG de normal diz görüntüsü olan 80 hasta kontrol grubu olmak üzere 2 grup halinde toplam 160 kişi çalışmaya dahil edildi. Çalışmamızda PTE ölçümleri tibia şaftını içeren, femur kondilleri birbiri üzerinde ekspoze olmuş tam yan radyografilerde; medial plato üzerinden geçen çizginin tanjantı ile tibia anatomik aksı arasındaki açı ölçülerek hesaplanmıştır. Aynı zamanda tam yan grafide vi patellar tendon uzunluğu (tuberositas tibia ile patella alt polu arası mesafe) ve patellanın diagonal uzunluğu ölçüldü. Patellar tendon uzunluğu, patella uzunluğuna oranlanarak Insall-Salvati oranı hesaplandı. Ayrıca patellar tendon trasesinden (tuberositas tibia-patella inferior polü) geçen doğru ile tibia platolarına teğet geçen doğru arasındaki tibial eğim-patellar tendon açısı (TEPTA) hesaplandı. BULGULAR: ÖÇB rüptürü olan hastaların 47’si(%58,7) erkek 33’ü(%41,3) kadın, kontrol grubu hastaların 44’ü(%55) erkek 36’sı(%45) kadındı. ÖÇB rüptürü olan hastaların PTE ortalama değeri: 10.65º±1.91º, kontrol grubu hastaların PTE ortalama değeri: 9.52º±1.50º bulundu. ÖÇB rüptürü olan hastaların PTE değerleri kontrol grubuna göre anlamlı düeyde yüksek bulundu.(p=0.005) ÖÇB rüptürü olan hasta grubunun insall-salvati oranı kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde düşük bulundu.(p꞊0.043) Hastaların rekonstrüksiyon öncesi ve sonrası yapılan tibial eğim patellar tendon açısı(TEPTA) ölçümleri kıyaslandığında rekonstruksiyon sonrası TEPTA değeri rekonstruksiyon öncesi yapılan TEPTA ölçümlerine göre anlamlı düzeyde yüksek bulundu.(p<0.001) Rekonstrüksiyon yapılan hastaların TEPTA değerleri ile kontrol grubu TEPTA değerleri karşılaştırıldığında rekonstrüksiyon yapılan hastaların TEPTA değerleri anlamlı düzeyde yüksek bulundu.(p<0.001) TARTIŞMA VE SONUÇ: Bu çalışmanın en önemli bulgusu patellar tendon oryantasyonunun ÖÇB rüptürü ve Insall-Salvati oranı ile ilişkili olabileceğini göstermesidir. TEPTA ile ÖÇB rüptürü arasındaki ilişkiyi incelediğimizde ÖÇB rekonstrüksiyonu yapılan hastaların TEPTA’sı ÖÇB rüptürü olan grup ve kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksekti. Bu yönüyle çalışmamız patellar tendon oryantasyonunun ÖÇB rüptürü ile ilişkili olabileceğini göstermiştir.
  • Öğe
    Yaşlı kalça kırıklarında ameliyat öncesi el kavrama gücü ve hematolojik parametrelerin mortalite tahmini ve mobilizasyonun geri kazanımında prediktif belirteç olarak kullanılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Tatar, Hasan Güven; Çolak, Tahsin Sami
    Amaç: İleri yaş hastalarda kalça bölgesi kırıklarının sıklığı yaşam sürelerinin artması ile giderek artmaktadır. Tedavide temel amaç erken mobilizasyon ve hastayı sosyal hayata hızlıca geri kazandırmaktır.Bu çalışma ile 65 yaş üzeri düşük enerjili travma sonrası kalça kırığı olan hastalarda el kavrama gücünün ve bazı hematolojik parametrelerin mobilizasyonun geri kazanımında ve mortalite tahmininde prediktif değerinin olup olmadığının araştırılmasıdır. Yöntem: Bu çalışmada 2020 ve 2021 yılı içerisinde kliniğimizde , kalça kırığı nedeniyle opere edilen 137 hastanın ameliyat öncesi el kavrama güçleri ve klinik verileri retrosepktif olarak incelendi.Opere edildikten bir yıl sonra hasta ya da hasta yakınları ile iletişime geçilerek ölenler ve yaşayanlar belirlendi. Yaşayan hastaların mobilizasyon seviyeleri ve fonksiyonel durumları sözel olarak öğrenildi. Aranıp son durumları öğrenebildiğimiz ve ameliyat öncesi klinik bilgilerine ulaşılan hastalar çalışmaya dahil edilirken serebrovasküler hastalık ve malignite öyküsü olanlar çalışma dışı bırakıldı.Bu kriterlere uyan 130 hasta çalışmaya dahil edildi. Bulgular : Çalışmada hastaların yaş ortalaması 79.5’ti .Bunların 53’ü (%40,8) erkek cinsiyet 77’i(% 59,2) kadındı. Hastaların 34 tanesi parsiyel kalça protezi , 96 tanesi ise proksimal kalça çivisi uygulandı. Bütün hastaların bir yıl sonundaki mortalite oranı %35,3 iken sadece parsiyel kalça protezi yapılan hastaların mortalitesi %47,5 ,sadece çivi yapılan hastların ise 37,5’di .Bir yıl sonunda kalça kırığı nedeniyle opere edilen hastalarda mortalite tahmininde el kavram gücü istatistiksel olarak (p=0.01) anlamlı bulundu. Hastaların el kavrama gücünün operasyon sonrası ilk mobilizasyon tahmininde orta düzey ilişkili ve anlamlı vi bulundu. (p<0.05) Bir yıl sonunda yaşayan hastalarda fonksiyonel mobilizasyon tahmininde orta düzey ilişki ve anlamlı bulundu. (p<0,05) Ayrıca çalışmamızda preoperatif hematolojik parametreler hemoglobin , platelet , nötrofil/lenfosit oran (NLR) , platelet / lenfosit oranı (PLR) ile mortalite ya da mobilizasyon arasında anlamlı ilişki saptanamadı. Sonuç: 65 yaş üstü kalça kırığı olan hastalarda el kavrama gücü postoperatif erken dönem ve bir yıl sonundaki mobilizasyon durumunu öngörmede ve mortalite tahmininde prediktif değeri varken ameliyat öncesi hematolojik parametrelerin hastaların erken ve bir yıllık dönemdeki mobilizasyon durumu ve mortalitesi açısından prediktif değeri saptanamamıştır.
  • Öğe
    Medial açık kama yüksek tibial osteotomide lateral menteşeye yerleştirilen k-tellerinin lateral korteks kırığı üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Erdem, Turgut Emre; Türkmen, Faik
    Yüksek tibial osteotomi (YTO); diz eklemi medial kompartmanında osteoartriti mevcut özellikle genç-orta yaş ve aktif bireylerin tedavisinde sık kullanılan bir cerrahi tekniktir. Bu teknikle, devamlı yüke maruz kalan eklem bölgesinden geçen yük hattının yönünü değiştirerek, yük dağılımını yeniden düzenlemek hedeflenmektedir. YTO esnasında oluşan lateral korteks kırığının etkileri çok defa araştırılmış ve uzun dönem sonuçları ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmada amaç, medial açık kama yüksek tibial osteotomi tekniği esnasında oluşabilen lateral korteks kırığına lateral menteşeye yerleştirdiğimiz k-tellerinin etkisini incelemektir. Yöntem: Bu çalışma sonlu eleman analiziyle oluşturulmuş biyomekanik nümerik bir çalışmadır. Çalışma bilgisayar üzerinden laboratuvar ortamında yürütülmüştür. Çalışmada veri toplama aracı olarak, bilgisayarlı tomografi sonrası elde edilmiş tibiadan katı model oluşturulmuştur. Lateral menteşeye birinci grupta k-tel yerleştirilmemiş, ikinci grupta tek k-tel, üçüncü grupta ise iki k-tel yerleştirerek üç grup oluşturulmuştur. Ardından sonlu eleman analiziyle osteotomi hattı açılarak lateral menteşeye binen gerilmeler ölçülmüş, k telinin lateral menteşe gerilmesine ve direncine etkisi karşılaştırılmıştır. Bulgular: Her üç gruba da 10 N.’ dan başlayarak 500 N.’ a kadar kuvvet uygulandı. 500 N kuvvete ulaşıldığında kontrol grubu olan (k tel bulunmayan) grupta 12,6 derece açılma ve 13,3 mm gap mesafesi ölçülürken, tek k tel bulunan grupta 10,5 derece açılma ve 11,2 mm gap mesafesi, iki k tel bulunan grupta 8,8 derece açılma ve 9,6 mm gap mesafesi ölçüldü. Bu sonuçlar bize lateral menteşeye gönderilen k tellerinin osteotomi hattında daha yavaş ve kontrollü bir açılma sağladığını gösterdi. K tel bulunmayan grupta kortikal kemik gerilmesinin k telli gruplara göre daha hızlı yükseldiğini gördük.K tel bulunmayan grupta direnci 122 N/mm, tek k tel bulunan grupta 132 N/mm, iki k tel bulunan grupta 142 N/mm şeklinde hesapladık. Lateral menteşeye gönderdiğimiz k-teller menteşede kuvvete direnç gösteren eleman görevini üstlendiğini ve lateral menteşe direncini artırdığını gözlemledik. Sonuç: Lateral kortekse eklediğimiz k-tellerinin aynı kuvvette lateral korteksteki gerilmeleri azalttığını, lateral korteksteki direnci artırdığını gösterdik. Lateral menteşeye eklenen teller sayesinde osteotomi hattında aynı yer değiştirmeyi sağlamak için daha fazla kuvvete ihtiyaç olduğu sonucuna ulaştık. Kontrolsüz uygulanabilecek kuvveti tellerin absorbe ederek daha kontrollü bir açılma sağladığını ve lateral kortekste kırık oluşumunun önüne geçebileceğini gördük.
  • Öğe
    Bisipital oluk morfolojisi veyerleşimininbiseps uzun başı patolojileriile ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Yalım, Yusuf Enes; Özer, Mustafa
    Amaç: Literatüre bakıldığında bisipital oluk morfolojisi bisipital derinlik, medial duvar açısı ve toplam açılma açısı olarak değerlendirilmiş olup[1, 2]. Bisipital oluk yerleşimini değerlendiren bir çalışma yoktur.Bu çalışmanın amacı biseps patolojileri olan hastalar ile patoloji olmayan sağlıklı hastaların bisipital oluk morfolojisi ve yerleşimi arasındaki farkı ortaya koymaktır. Yöntem: Bu çalışmada 1 Ocak 2016-1 Mart.2021 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniverstesi Meram Tıp Fakültesi ortopedi polikliniğe başvurup cerrahi gerektiren patoloji olan ve omuz artroskopisi yaptığımız 941 hasta içerisinden dışlama kriterleri kullanarak(subsukapularis yırtığı olması, ileri derece artroz olması ve omuz instabilitesi olması) rastgele seçilen 40 hasta çalışmaya dahil edildi.Çalışma grubunda ki bu hastaların 20 tanesi mr görüntüsü ile değerlendirilen biseps dislokasyonu ve 20 tanesi omuz artroskopisi uygulanıp biseps dejenerasyonu olan hasta olarak rastgele seçildi. Kontrol grubu olarak yine artroskopi yapılan bu hastalar içerisinde hem mr görüntüleme hem de artroskopik olarak biseps patolojisi olmayan 40 hasta çalışma grubuyla benzer yaş ve cinsiyet dağılımında olacak şekilde rastgele seçildi.Çalışma ve kontrol grubu hastalarının mr aksiyel kesitlerinde bisipital oluğun en derin noktası tespit edilerek daha önce tanımlanmış olan medial duvar açısı(MDA), toplam açılma açısı(TAA) ve bisipital oluk derinliği(BOD) ölçümüne ek olarak; kendi tanımladığımız merkez medial açısıMMA) ve
  • Öğe
    Elli yaş üzeri femur intertrokanterik kırıklarda parsiyel kalça artroplastisi ve intramedüler çivi sonuçlarının karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2015) Yolcu, Bayram; Türkmen, Faik
    Bu çalışmamızda, femur trokanterik kırık nedeniyle parsiyel hemiartroplasti veya intramedüler çivi yapılan toplamda 73 hastanın ameliyat sonrası fonksiyonel sonuçları ve exitus oranları değerlendirildi. Sonuç olarak hastaların fonksiyonel seviyeleri ile kullanılan implant arasında ilişki olup olmadığı araştırıldı. Elde ettiğimiz kısa dönem sonuçları yapılmış klasik ve güncel araştırmalarla karşılaştırıldı. Gereç ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalında nisan 2007 ve ağustos 2014 yılları arasında femur trokanterik kırık nedeniyle parsiyel hemiartroplasti veya intramedüler çivi ile osteosentez yapılan toplam 73 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların röntgenogramları değerlendirilerek kırık sınıflandırılması için AO-OTA sınıflaması kullanıldı. En az 12 ay takibi bulunan bu hastalarda pre-op dönemde Parker skoru, toplam hastanede yatış süresi, ameliyatın kaçıncı gün yapıldığı, post-operatif dönemde mobilizasyon şekli, Harris kalça skoru, WOMAC skoru ve VAS skoru kayıt altına alındı. Exitus olan hastaların kesin ölüm tarihleri Ulusal Ölüm Bildirim sisteminden bulunarak takip süreleri kaydedildi. Hastaların son kontrollerine göre fonksiyonel sonuçları karşılaştırılarak iki grup arasında fark olup olmadığı istatistiksel olarak araştırıldı. Bulgular: Harris Kalça skoru ve WOMAC skorlarının cerrahi prosedür tipi ile değişip değişmediğine T-testi ile bakıldığında ikisi arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı. Exitus olan hastaların, Pearson Chi-square test ile cerrahiye kadar geçen süre, pre op hastalıklar, travma mekanizması, çimento kullanımı, komplikasyonlar, pre op parker skoru ve cinsiyet ile ilişkisine bakıldığında hiçbiriyle anlamlı bir ilişkiye rastlanmamıştır. Cerrahi prosedür tipi ile exitus arasında anlamlıya yakın ilişki mevcut olup, intramedüler tespit yöntemi kullanılan hastalarda exitus oranın daha az görüldüğü söylenebilir. Artroplasti uygulanmış hastalarda çimento kullanımının post op mobilizasyon, pre-op Parker skoru, vücut kitle indeksi, post-op VAS skoru, Harris Kalça skoru ve WOMAC skoru ile ilişkisine Mann-Whitney testi ile bakıldığında hiçbirisi ile anlamlı ilişkisinin olmadığı görüldü. Sonuç: Femur trokanterik kırıkları genellikle yaşlı popülasyonda görülmekte olup bu hastaların tedavisinde hemiartroplasti veya intramedüler çiviyle osteosentez tercih edilebilecek tedavi metotlardır. Her yöntemin kendine özgü avantaj ve dezavantajları olmakla birlikte seçilecek tedavide hastanın durumu ve kırığın durumu gözetilmelidir. Tedavide tercih edilen implant tercihi ile fonksiyonel seviyenin değişmeyeceği ve hastanın önceki fonksiyonel seviyesine kavuşamayacağı bilinmelidir.
  • Öğe
    Total diz protezi komplikasyonları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2007) Yıldırım, Serhat; Memik, Recep
    Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı'nda Ekim 1992- Eylül 2006 tarihleri arasında 319 hastanın 376 dizine total diz artroplastisi uygulanmıştır. Total diz artroplastisi sonrası gelişen komplikasyonlar retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların 252'si kadın (%78.99), 67'si erkekti(%21.01). Hastaların yaş ortalaması 67.7 idi (35-87). Hastaların 125'inin sağ dizine, 137'sinin sol dizine, 57 hastanın ise her iki dizine de total diz protezi uygulandı. Her iki dizine de total diz protezi uygulanan hastaların 12'si aynı seansta uygulandı. Ortalama takip süresi 32.6 ay (4-92) dır. Knee Society klinik değerlendirme formuna göre ameliyat öncesi diz skoru ortalama 46.7 (35-60), ameliyat sonrası ortalama 91.3 (80-100), fonksiyon skorları ise ameliyat öncesi ortalama 39.4 (10-60), ameliyat sonrası ortalama 81.9 (40-100) olarak bulundu. Ameliyat öncesi hastaların ortalama eklem hareket açıklığı 108.3° (70-135) iken, ameliyat sonrası ortalama 113.2° (70-140) olarak bulundu. Görülen komplikasyonlar; 11 hastada (%3.4) erken enfeksiyon, 5 hastada (%1.5) yara komplikasyonu, 4 hastamızda kronik enfeksiyon (%1.2), 2 hastada (%0.6) peroneal sinir arazı, 1 hastamızda(%0.3) safen sinirin infrapatellar dalında nöroma, 5 hastada (%1.5) derin ven trombozu, 2 hastada (%0.6) ekstensör mekanizma komplikasyonu, 2 hastada (%0.6) hareket kısıtlılığı, 2 hastada (%0.6) aseptik gevşeme, 1 hastada (%0.3) periprostetik kırık, instabilite ise 1 hastamızda (%0.3) gözlendi. 3 hastamız ameliyat sonrası ex oldu. Sonuç olarak total diz artroplastisi, başarılı sonuçlarına rağmen, oluşabilecek komplikasyonlar cerrah ve hasta için üzücü problemlere neden olabilmektedir. Bu komplikasyonları en aza indirebilmek için ameliyat öncesi iyi bir hazırlık, titiz bir cerrahi uygulama ve dikkatli bir ameliyat sonrası bakım gerekmektedir. Anahtar kelimeler: Diz protezi komplikasyonları.
  • Öğe
    Medial kompartman gonartrozunda oxford faz 3 unikompartmantal protezin erken klinik ve radyolojik sonuçları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2007) Yar, Ümit; Tuncay, İbrahim
    Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji kliniğinde Ağustos2005-Şubat 2007 tarihleri arasında ameliyat edilip en az 6 aylık takipleri tamamlanan 22hastanın 24 dizine Oxford Unikompartmantal Diz Protezi uygulandı. Hastaların erkendönem klinik ve radyolojik sonuçları değerlendirildi.Hastaların 18'i(%82) kadın, 4'ü(%18) erkek idi. Hastaların ortalama yaşı 58(45-69) idi.Hastaların 12'sinin sol dizine, 8'inin sağ dizine, 2'sinin her iki dizine aynı seanstaunikompartmantal diz protezi ameliyatı uygulandı. Hastaların ortalama takip süresi 14.66ay(6-24 ay) idi.Hastalardan 23 tanesine anteromedial osteoartrit, 1 tanesine ise femur medial kondilosteonekrozu nedeniyle Oxford UDP yapıldı.Hastaların ortalama vucut kitle indeksi 27.76(21.22-39.79) olarak bulunmuştur.Hospital for Special Surgery Skoru'na göre yapılan değerlendirmede diz skoru, ameliyatöncesi dönemde ortalama 56.2(35-77) idi. Ameliyat sonrası dönemde ise ortalama 90.4(72-100) olarak bulundu. Hastaların 17'sinde(%70.8) mükemmel, 7'sinde(%29.2) ise iyi sonuçelde edildi.Oxford Diz Skoru'na göre yapılan değerlendirmede diz skoru, ameliyat öncesi dönemdeortalama 12.33(5-24) idi. Ameliyat sonrası dönemde ise ortalama 40.25(23-48) olarakbulundu.Diz Cemiyeti Skorlamasına göre yapılan değerlendirmede hastaların ameliyat öncesiortalama diz skoru 48.4(41-60) idi. Ameliyat sonrası dönemde ise ortalama 96.3(81-100)olarak bulundu. Hastaların 22'sinde(%91.66) mükemmel, 2'sinde(%8.33) iyi sonuç eldeedildi. Hastaların Diz Cemiyeti Skorlaması fonksiyonel skoru, ameliyat öncesi dönemdeortalama 42.5(0-70) idi. Ameliyat sonrası dönemde ise ortalama 81.2(45-100) olarakbulundu.Radyolojik değerlendirmede Oxford değerlendirme kriterleri kullanılmıştır. En fazlahata femoral komponentin Medial/Lateral yerleştirilmesi sırasında ortaya çıktı. Hiçbirhastada radyolojik olarak gevşeme bulgusuna rastlanmadı.Eklem hareket açıklığı ameliyat öncesi dönemde ortalama 120.5(80-140) idi.Ameliyat sonrası dönemde ise ortalama 124.5(90-140) olarak bulundu.Hastaların 4'ünde insert dislokasyonu, 2'sinde erken yüzeyel enfeksiyon ve 1'inde isesinovit ve inatçı ağrı meydana geldi. Hastalardan 4'ü total diz protezine revize edildi.Sonuç olarak, unikompartmantal diz protezi medial kompartman gonartrozunda düşükmorbidite, minimal kemik ve yumuşak doku rezeksiyonu, yüksek hasta memnuniyeti ve enazından mevcut hareket açıklığını koruyabilmesi gibi önemli avantajlara sahiptir. Fakatcerrahi teknik hassasiyetleri nedeniyle, öğrenme eğrisi döneminde insert dislokasyonu gibikomplikasyonlarla göreceli olarak sık karşılaşılabilmektedir. Tecrübe arttıkça bu tipkomplikasyonlar da minimuma inmekte ve daha iyi klinik sonuçlar elde edilmektedir.
  • Öğe
    Diz patolojilerinde klinik muayene bulguları ile artroskopi bulgularının karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1999) Üzümcü, Ali Ulvi; Memik, Recep
    Diz eklemi vücutta en sık travmaya maruz kalan eklemdir.Diz patolojilerinin teşhisi her zaman kolay olmamaktadır. Günümüzde uygun klinik muayene yapılmadan pahalı ve yorumu tecrübe gerektiren ileri tetkikler sıkça istenmektedir. Bu yüzden diz patolojilerinde klinik muayenenin geçerliliğini tesbit için bu çalışmayı yaptık. Kliniğimizde, 666 hasta prospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların hepsine klinik muayeneyi takiben artroskopi yapılmıştır. Klinik muayenenin, diz patolojilerini teşhisteki doğruluğu, duyarlılığı, özgüllüğü, pozitif ve negatif tahmini değerlendirmeleri hesaplanmış ve sonuçlar karşılaştınlmıştır. Menisküs lezyonlannın klinik muayenesinde ; duyarlılık ; % 81.1, özgüllük ; % 75.9, doğruluk ; % 78. 9, (+) tahmini değerlendirme ; % 82.4, (-) tahmini değerlendirme ; % 74.3 olarak tesbit edildi. Ön çapraz bağ lezyonlannın klinik muayenesinde ; duyarlılık ; %64.6, özgüllük ; % 99, doğruluk ; % % 91.4, (+) tahmini değerlendirme ; % 95, (-) tahmini değerlendirme ; % 90.8 olarak bulundu. Kıkırdak lezyonlannda ; duyarlılık ; % 44.6, özgüllük ; % 92.7, doğruluk ; 84.6, (+) tahmini değerlendirme ; % 96.7, (-) tahmini değerlendirme ; % 72.5 tesbit edildi. Diğerleri başlığı altında topladımız, plika sendromlan, sinovyal lezyonlar ve serbest eklem cisimlerinin klinik teşhisinde ; duyarlılık ; % 51.9, özgüllük ; % 92.7, doğruluk ; % 84.6, (+) tahmini değerlendirme ; % 63.5, (-) tahmini değerlendirme ; % 88.7 olarak elde edildi. Bu sonuçlara baktığımızda klinik muayenenin, menisküs lezyonlan ve ön çapraz bağ lezyonlannda teşhis değerinin yüksek olduğu, kıkırdak lezyonlan, plika sendromlan, sinovyal lezyonlar, serbest eklem cisimlerinde teşhis değerinin daha düşük olduğunu ve multipl lezyonlarda teşhis değerinin çok düşük olduğunu tesbit ettik.
  • Öğe
    Polimerik biyomalzemelerin biyouyumluluğu (deneysel çalışma)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2004) Türkmen, Faik; Yensel, Uğur
    Biyomateryaller tıpta çok geniş kullanım alanı bulmuş olan malzemelerdir. Toplam dört grupta incelenen bu biyomalzemeler iskelet sisteminde, kalp-damar sisteminde, duyu organlarında, diş hekimliğinde, ekstrakorporeal sistemlerde, yardımcı sistemlerde sıkça kullamlmaktadır (3,4,8,9,10,11). Biyomateryallerin insan vücuduna uygulanmadan önce bazı mekanik ve biyolojik ön çalışmalardan geçirilmesi gerekmektedir. Biyomateryal yeterli mekanik kuvvete sahip olmalı, ağırlık ve dansitesi uygun olmalı, kolay ve iyi bir şekilde saflaştınlıp, işlenebilmeli, fabrikasyon kolaylığı göstermelidir. Biyo-uyumluluk ise biyomateryalin sahip olması gereken en önemli özelliklerdendir (12,13,14). Biyo-uyumluluk uygulama esnasmda ve uygulandıktan sonra materyalin canlı dokulara uygun cevap verebilme yeteneğidir (13). Biyo-uyumlu materyal etraf dokuların normal değişim ve canlılığına engel olmaz. Tüm biyomateryaller canlı tarafından yabancı cisim olarak değerlendirilir ve reaksiyonla karşılaşır. Biyo-uyumluluk açısından önemli olan ise bu reaksiyonun şiddetli olmaması ve reaksiyonun yan etMlerinin canlı vücudu tarafından kabul edilebilir boyutlarda olmasıdır (15). Biyomateryallerin, canlı dokuya uygulanmadan önce biyo-uyumluluk testlerinden geçirilmiş olması gerekir. Bu testler ise in vivo ve in vitro protokoller halinde uygulanır. İn vivo protokollerden biri de canlıya implantasyon tekniğidir. Kullanılacak olan biyomateryal canlıya subkutan, intraperitoneal veya intramusküler olarak implante edildikten sonra, bu bölgeden belirli zaman periyotlarında biyopsiler alınır ve histopatolojik olarak dokuda oluşan değişiklikler bazı parametreler esas alınarak değerlendirilir (17). Tıbbın diğer alanlarında ve ortopedik cerrahide sıkça kullanılan biyomateryallerden biri de polimerlerdir. Artroplastilerde, yapay tendon ve bağlarda ve diğer ortopedik cerrahi girişimlerde kullanılan polimerlerden bazıları polietilen, silikon, teflon, dekindir. Çalışmamızda bu dört polimerle beraber bir kompozit materyal olan karbon fiberin biyo- uyumluluklarmı canlıya implantasyon protokolünü kullanarak araştırdık. Çalışmamıza sterilizasyon ve zaman faktörlerinin biyolojik uyumluluk üzerine etkisini de dahil ettik. Sonuç olarak tüm materyallerin, üzerinde çalıştığımız histopatolojik parametreleri aynı oranda arttırmadığını, sterilizasyonun da bu histopatolojik parametrelerin şiddeti üzerinde etkisi olduğunu tespit ettik.
  • Öğe
    Skafoid psödoartroz tedavisinde perkütan başsız kompresyon vida uygulama sonuçları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2018) Türker, Mehmet; Kaçıra, Burkay Kutluhan
    Bu çalışmada skafoid psödoartroz tedavisinde kemik grefti uygulanmaksızın perkütan başsız kompresyon vida uygulamasının etkinliği, hastaların radyolojik ve fonksiyonel sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem. Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği'ne Ocak 2010 ile Aralık 2017 tarihleri arasında başvuran skafoid psödoartroz hastalarından kemik grefti uygulanmaksızın perkütan başsız kompresyon vidası uygulanan hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Bu hastaların radyolojik ve fonksiyonel sonuçları (VAS, Q-DASH, skafolunat açı) retrospektif olarak değerlendirilerek çalışma gerçekleştirilmiştir. Bulgular. Çalışmada 33 hasta değerlendirilmiştir.Hastaların büyük çoğunluğu (%93,9) erkek cinsiyette olup, yaş ortalamaları 27,64± 9,85 olmuştur. Meslek dağılımında en yüksek sıklıkta serbest meslek ve memurlar yer almıştır. Kişilerin kırık oluşma mekanizmasında yarısından fazlası spor yaralanması, 3'te biri düşme, az bir kısmı trafik kazası geçirmeleri nedeniyle yaralanmıştır. Ameliyat öncesi ve sonrası VAS ve Q-DASH skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmiştir (p<0,01). Kadınların erkeklere göre Q-DASH skorları ve skafolunat açıları ameliyat önce ve sonra farkları istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,01). 26 yaş ve üzeri bireylerin, 25 yaş ve altı kişilere göre Q-DASH skorları ve skafolunat açıları ameliyat önce ve sonra farkları istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur(sırasıyla; p<0,01, p=0,02). Hastaların travma şekli skorlardaki puan farkını istatistiksel olarak etkilememiştir. Mesleğe göre skorların ameliyat öncesi ve sonrası değişimleri değerlendirildiğinde en az değişim her üç skor türünde de öğrencilerde olmuştur. Sonuç. Psödoartroz ve nonunion vakalarında yapılan perkütan başsız kompresyon vida uygulaması iyileşme sıklığını artırmakta, fonksiyon kaybı ve ağrıyı en az seviyeye indirmekte, dolaylı olarak işe dönüş sürelerini azaltarak iş gücüne katkı sağlamakta, kişilerin yaşam kalitesini artırarak memnuniyet düzeylerini yükseltebilmektedir. Ayrıca kemik grefti kullanılmadığı için, hasta da ek morbiditeyi ve cerrahi süreyi azaltmaktadır. Ancak rutin cerrahi girişimin komplikasyonları artırabileceği göz önünde bulundurularak hastalar daha detaylı incelenmeli ve cerrahi prosedür uygulanmalıdır. Bu konuda daha detaylı çalışmalar yapılmalıdır. Diğer yöntemlere göre başsız kompresyon vida uygulamasının pozitif ve negatif yönlerinin saptanabileceği randomize kontrollü çalışmaların yapılması skafoid psödoartroz tedavisinde tercih edilen yöntemlerin belirlenmesinde etkili olacaktır. Anahtar Kelimeler. Ortopedi ve Travmatoloji; Skafoid Kemik; Psödoartroz; Perkütan Başsız Kompresyon Vidası.
  • Öğe
    Yaşlılarda femur boyun kırıklarının cerrahi tedavisi ve sonuçları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2010) Türk, Hamza Hakan; Memik, Recep
    Bu çalışmada artroplasti ile tedavi edilen femur boyun kırıklı ileri yaştaki hastaların kısa dönem fonksiyonel sonuçları değerlendirilmiştir.Gereç ve Yöntem: Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği'nde, 2004?2008 yılları arasında femur boyun kırığı nedeni ile başvuran 61 hasta değerlendirildi. Bunlardan 29'u erkek (%47.5), 32'si kadındır. (%52.5). 56 hasta artroplasti ile tedavi edildi. Ameliyat ettiğimiz andaki ortalama yaşları 74,9 olup en genç hastamız 51 en yaşlısı ise 97 idi. 36 hastada sağ (%59), 25 hastada sol (%41) tarafta femur boyun kırığı mevcuttu.Hastaların preoperatif ve postoperatif olarak fonksiyonel sonuçları; Harris'in Kalça Fonksiyonlarını Değerlendirme Skalasına göre değerlendirilip puanlandı.Bulgular: Kırıkların Garden Sınıflandırmasına göre değerlendirilmesinde 17'si (%28) Garden Tip 2, 29'u (%47) Garden Tip 3 , 15'i (%25) Garden Tip 4 idi. Kırıkların Pauwels sınıflamasına göre yapılan değerlendirmesinde 17'sinde (%28) Tip 2, 44'ünde (%72) Tip 3 idi. Hastaların 8'ine Thompson endoprotez, 41'ine bipolar endoprotez ve 7'sine de total kalça protezi yapıldı. Hastaların yaş ortalaması Thompson endoprotez yapılan grupta 83 yaş, bipolar endoprotez yapılan grupta 76 yaş ve total kalça protezi yapılan grupta 69 yaş idi. Bipolar endoprotez uygulanan hastalardan 27'sine çimentolu, 14'üne çimentosuz artroplasti, TKP uygulanan hastalardan 1'ine çimentolu, 6'sına çimentosuz artroplasti yapıldı. Hastalarımızın en kısa takip süresi 20 ay, en uzun takip süresi ise 61 ay ortalama takip süresi ise 29 aydı.Sonuç: Yeterli takibi yapılabilen toplam 50 hasta Harris kalça sayısal değerlendirme cetveline göre değerlendirildiğinde; yaş aralıkları 51-97 olan %24'ünde mükemmel, %30'unda çok iyi, %10'unda iyi ve %13'ünde orta ve % 23'inde kötü Harris kalça değeri elde edildi.Anahtar Kelime: Artroplasti, femur boyun kırığı, ilkeri yaş, kırık tipi, Harris kalça skoru.
  • Öğe
    Dejeneratif lumbar kombine spinal stenozda radikal dekompresyon, enstrümentasyon füzyonla kısa-orta dönem sonuçlarımız
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2006) Tuna, Serkan; Özdemir, Mustafa
    Bu çalışmada, dejeneratif lumbar kombine spinal stenozda radikal dekompresyon, enstrümentasyon-füzyon yapılan hastaların kısa-orta dönem sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Genel Bilgiler: Dejeneratif spinal stenoz, spinal kord veya köklerinin geçtikleri kanallarda çeşitli nedenlere bağlı daralması durumudur. Bu nedenler konjenital veya travma ile ilişkili kazanılmış sorunlar olabilir. Stenoz orta yaşm sonlarına kadar genellikle semptomatik hale gelmez. Dejeneratif lumbar spinal stenozun büyük kısmı konservativ olarak tedavi edilebilmesine rağmen, şiddetli stenozu olan veya segmental instabilitesi bulunan hastalar bu tedaviden çok fayda görmezler. Literatürde, minimal invaziv veya daha sofistike birçok cerrahi metod tanımlanmıştır. Yine literatürde gerek cerrahi tedavi, gerekse konservativ tedavinin sonuçlarında oldukça büyük farklar gözükmektedir. Spinal stenoz cerrahisinden sonraki ana problem; yetersiz veya yanlış seviye dekompresy onları, iyatrojenik instabilite ve dejeneratif yeni gelişime bağlı rekürrens oluşumudur. Materyal ve Metod: Ekim 2001 ile Mart 2004 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği'nde radikal dekompresyon, enstrümentasyon-füzyon yapılan 52 hasta değerlendirildi. Ameliyat edilen hastaların çoğu cerrahi öncesi en az 6 ay boyunca konservativ tedavi görmüşler ve şikayetleri geçmemiş hastalardı. Hastaların tüm demografik verileri, etyolojileri ve semptomları kaydedildi. Daralmanın ve instabilitenin olduğu seviyeler düz grafiler ve ileri görüntüleme yöntemleri ile değerlendirildi. Ağrının derecesi Visual Analog Scala (VAS), ağrının günlük yaşama olan etkisi ise Oswestry Disability Index (ODI) ile tanımlandı. Ayrıca ağrısız yürüme mesafesi (AYM) hesaplandı. Hastalarımız, ek hastalığın, yaşın, dekompresyon-füzyon seviye sayılarının, semptom süresinin ve sakrumun fîizyona dahil edilip edilmemesinin sonuçlar üzerine etkisi araştırıldı. Bulgular: Ortalama yaş 62,1 (33-80)di. Ortalama takip süresi ise 26 (18-40) ay idi. Ameliyat öncesi ortalama VAS, ODI ve AYM'leri sırasıyla 9.0, 39.9, 88 metre şeklindeydi. Bunlar ameliyat sonrası sırasıyla 3.0, 6.8 ve 898 metre şeklinde gelişti. Bunlar istatistiki olarak değerlendirildiğinde anlamlı bir düzelmeyi gösteriyordu (PO.05). Ek hastalığın, hastanın yaşının, dekompresyon-füzyon seviye sayısının, semptom süresinin ve sakrumun füzyonunun sonuçlar üzerinde istatistiksel bir anlamı görülmedi (P>0.05). Takiplerimizde iyi ve çok iyi hasta savımız 39 (%75)dL Sonuç: Çalışmamız, şiddetli dejenere lumbar spinal stenozu olan hastalarda radikal dekompresyon, enstrümentasyon-füzyonun oldukça etkili bir tedavi metodu olduğunu göstermektedir. Bu teknikle tüm patoloji tek bir operasyonla çözülmekte, ameliyat sonrası instabilite ve dejeneratif yeni büyüme engellenmektedir.
  • Öğe
    Yeni doğan kalça ultrason taramasında gelişimsel kalça displazisi tespit edilen hastalarda konservatif ve cerrahi tedavi yöntemlerinin değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2019) Terlemez, İsmail Hakkı; Korucu, İsmail Hakkı
    Bu çalışmada yeni doğan kalça ultrasonografi taramasında gelişimsel kalça displazisi tespit edilen hastalarda konservatif ve cerrahi tedavi yöntemlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem.Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği'nde Mayıs 2013 ile Mayıs 2018 tarihleri arasında yeni doğan kalça USG taraması yapılarak Gelişimsel Kalça Displazisi tanısı ile tedavi edilen 198 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelenerek, tedavi sonuçları kaydedildi. SPSS 23.0 paket programı ile uygun analizler yapıldı, anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edildi. Bulgular. Gelişimsel Kalça Displazisi tanısı alarak kliniğimizde takip edilen 199 hastadan 1'i tedaviyi kabul etmedi, 198 hasta tedavi edilerek takipleri gerçekleştirildi. Hastaların %54'üne sadece pavlik bandaj, %10,6'sına sadece ortez, %28,3'üne redüksiyon uygulanmaksızın pavlik bandaj ile beraber ortez uygulandı. Kapalı redüksiyon hastaların %5,1'ine, açık redüksiyon %2,0'ına uygulandı. Her iki kalça Alfa açı değerlendirmesinde, sonraki her başvuruda, önceki başvurulara göre olumlu gelişmenin devam ettiği görüldü. Sharp açısı ve Asetabuler indeks değerlerinin de tedavi sonrasında öncesine göre olumlu olarak değiştiği saptandı. Cinsiyete göre incelendiğinde her iki cinsiyette de tedavi sonrası bütün ölçümlerinin tedavi öncesine göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde olumlu olarak değiştiği saptandı (p<0,01). Bilateral avasküler nekroz gelişen 4 hastaya uygulanan açık cerrahi müdahale sonrası, 2 hastanın bilateral kalçasının normale döndüğü, 1 hastanın tek taraflı kalçasının normale döndüğü, diğer hastada ise avasküler nekroz evresinin gerilediği gözlendi. Gelişimsel Kalça Displazili hastalarda uygun endikasyonlarda uygulanan açık cerrahi avasküler nekrozu geriletmekte ve tedavi etmektedir Sonuç. Kliniğimizde uygulanan bütün tedaviler sonucunda, ölçümlerde tadavi öncesine göre olumlu sonuçların geliştiği gözlendi. Daha fazla sayıda hasta ile yapılacak, daha geniş kapsamlı çalışmalar tedavilere özgü sonuçların değerlendirmesinde faydalı olacaktır. Anahtar Kelimeler. Ortopedi ve Travmatoloji; Yeni Doğan; Ultrason Taraması; Gelişimsel Kalça Displazisi.
  • Öğe
    Disloke kalçalarda pavlik bandajı kullanımının tedavideki etkinliği
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2007) Şimşek, Süleyman Sezgin; Şenaran, Hakan
    Bu çalışmanın amacı, ultrasonografik olarak tanı konulmuş Graf Tip III ve Graf Tip IV kalçaları bulunan çocuklarda, Pavlik bandajı kullanımının tedavideki etkinliğini araştırmaktır. Bu amaçla, 1997-2004 yılları arasında Graf Tip III ve Graf Tip IV kalçaları bulunan ve tanı konulduğu anda Pavlik bandajı tedavisi başlanan 6'sı erkek, 20'si kız olmak üzere toplam 26 hastanın 34 kalçası incelendi. Hastalara tedavi başlangıcından 4-6 hafta sonra USG kontrolleri yapıldı. Yapılan bu USG kontrolünde, en az bir Graf tipi düzelen kalçaların Pavlik bandajı tedavisine, kalçalar Tip I olana kadar devam edildi. Hastalarımızın en küçüğü 2 günlük, en büyüğü ise 6,5 aylıktı. Hastalar 4 ay ve 4 aydan küçük olanlar (Grup 1) ve 4 aydan büyük olanlar (Grup 2) olamak üzere 2'ye ayrıldı.. Bu çalışma grubundaki 34 kalçanın 26' sı (%76.4) Grup 1, 8 kalça (%23.6) ise Grup 2 idi. Grup 1 içindeki 26 kalçanın 18'i nin (%69.2), ilk ayda ki USG kontrolünde en az bir tip düzelme görülürken, Grup 2 içindeki 8 kalçanın ise, 5'inde (%62.7) en az bir tip düzelme olduğu görüldü. Çalışmamıza dahil edilen 20 kız hastanın, 21 kalçası (%80) sadece pavlik bandajıyla tamamen düzelirken, 6 erkek hastanın ise 2 kalçasının (%25) Pavlik bandajıyla tamamen düzeldiği görüldü. Pavlik bandajıyla tedavi edilen hastalar ortalama 3,6 yıl ( 1 yıl-10 yıl ) izlendi Sonuç olarak, özellikle yaşamın ilk 4 ayında tanı konulan ve Graf Tip III ve Graf Tip IV kalçaları bulunan kız çocuklarında, Pavlik bandajı tedavisinin ilk ayında yapılan ultrasonografik kontrolünde Graf tipinde en az bir tip düzelme oluyorsa, Pavlik bandajının uzun süre kullanımıyla kalçaların redükte ve stabil olacağına inanıyoruz. Yine bu çalışmamızın sonucunda, Graf Tip III ve Graf Tip IV kalçaları bulunan erkek çocuklarının, kız çocuklarına göre Pavlik bandajı tedavisine daha dirençli olduğu kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: Pavlik bandajı, Graf Tip III, Graf Tip IV
  • Öğe
    K-Pt-K otogrefti kullanılarak yapılan ÖÇB renkonstruksiyonunda sonuçların değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2003) Şimşek, İsmail; Memik, Recep
    Dizin stabilitesinde önemli rol oynayan oluşumlar içinde sayılan ÖÇB, diz eklemi travmalarında menisküslerle birlikte en sık yaralanan anatomik yapılardan birisidir. ÖÇB yetmezliği, diz eklemi kinematiğini bozarak, instabilite, ağrı ve dejeneratif değişikliklere zemin hazırlamaktadır. Bu çalışmada Ocak 1994- Aralık 2002 yıllan arasında S.Ü.Meram Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji kliniğinde 38 K-Pt-K oto grefti kullanılarak artrotomi ile yapılan ÖÇB rekonstrüksiyonuna ait sonuçlar sunulmuştur. Yaralanmaların çoğu sportif aktivite sırasında oluşmuş olup, düşme ve normal günlük aktivite sırasında oluşan ÖÇB rüptürü bunu izlemektedir. Hastaların tümü aktif yaşam süren erkekler olup, ortalama yaş 26.6(18-39 yaş) idi. 23 sağ, 15 sol dize rekonstrüksiyon yapıldı. Hastalarda ÖÇB rüptürü ile birlikte menisküs lezyonlan ve kondral lezyonlar mevcuttu. Bütün hastalara rekonstrüksiyon öncesi artroskopik girişim yapılarak ek patolojilerin tedavisi yapılmıştır. Kontroller sırasında 1 hastada (%2.6) yüzeyel yara enfeksiyonu, 1 hastada (%2.6) dizde boşalma hissi devam ediyordu; ki bu hasta daha sonra greft rüptürü ile baş vurdu. 9 hastada (%23.6) 1 cm ve üzerinde kuadriseps atrofîsi, 7 hastada (%18.4) günlük aktiviteler sırasında, 4 hastada (%10.5) herhangi bir aktiviteden sonra ağrı olduğu tespit edildi. Amelyat öncesi ortalama 74.7 olan Lysholm diz skoru amelyat sonrası ortalama 87.3 bulunmuştur. Yine Lysholm'un gerek fonksiyonel, gerekse de sübjektif değerlendirme kriterlerine göre 32 hastada(%84.2) iyi ve çok iyi, 4 hstada (%10.5) orta, 2 hastada (%5.2) kötü sonuç elde edilmiştir. Ortalama takip süresi 4.6 yıl (8ay- 8.5 yıl) dır. K-Pt-K grefti sıkça tercih edilen otojen doku olmakla birlikte teknik; patella kırığı, patellar tendon rüptürü, patellar tendinit, patellar subluksasyon, femoral tünelin posterior duvarının kırılması, vidanın posteriora kayması, vidaların konverjansı ve tandonun vidalar tarafından kesilmesi gibi ciddi sorunları da bünyesinde barındırmaktadır. Kurallara uygun olarak gerçekleştirilen ameliyatlar ile bu komplikasyonlarla karşılaşma olalsılığını azaltmak mümkündür. Nitekim çalışmamızda hiç bir hastada sayılan bu komplikasyonlar görülmemiştir. Bütün bunların ışığında kemik bloklu patellar tendon kullanımı, günümüzde hala altın standarttır.
  • Öğe
    Total diz protezi uygulamalarımızın orta dönem sonuçları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2000) Şarlak, Abdullah; Memik, Recep
    Diz ekleminde osteoartrit, romatoid artrit, osteonekroz, postravmatik artritlerin sonucu meydana gelen ağn, deformite ve hareket kısıtlılığı olduğunda total diz protezi yaygın kullanılan bir tedavi metodudur. Son 30 yılda diz protezlerinin biomekaniği daha iyi anlaşılmış, cerrahi teknikler geliştirilmiş, ortaya çıkan problemlere uygun çözümler getirilmiştir. Bunların sonucu diz protezleri anatomiye daha uygun ve normal diz hareketlerini taklit eder hale gelmiştir. Bu gelişmelerle yaygın olarak kullanılan diz protezlerinde çok iyi sonuçlara ulaşılmıştır. Bu çalışmada Ekim 1991 ile Kasım 1997 arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde, iki farklı tip total diz protezi uygulanan 43 hastanın 47 dizine ait sonuçlar sunulmuştur. Hastaların büyük çoğunluğunun etyolojisi osteoartrit olup, ayrıca romatoid artrit ve postravmatik artrit nedeniyle de protez uygulaması yapılmıştır. Hastaların 13'ü erkek 30'u kadın idi. Yaşlan 43 - 73 arası, ortalama 67 yaş idi. Ameliyat öncesi ortalama 53 olan diz puanı ameliyat sonrası ve takiplerinde 89'a yükselmiştir. Ortalama hareket genişliği kazancı 21° olmuştur. Ortalama takip süremiz 47 ay (24 - 86 ay) "dır. 5 hastamızda geç derin enfeksiyon, 2 hastamızda patella kırığı, 2 hastada patellafemoral ağrı tespit edildi. Çok iyi ve iyi sonuçlarımız % 87,3 bulunmuştur. îlk uygulamalarımızda görülen komplikasyonlarımızın zaman içerisinde g örülmemesi ileriye güvenle bakmamıza neden olmuştur.
  • Öğe
    İlizarov eksternal fiksatör uygulamaları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1999) Şafak, Ömer; Memik, Recep
    Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalında Şubat 1996 ile Mart 1999 tarihleri arasında Ilizarov yöntemi ile tedavi edilen 52 hastaya 61 Ilizarov uygulaması yapılmıştır. Yapılan Ilizarov ugulamalannın dağılımı: 30 kırık, 15 psödoartroz, 5 deformite, 5 yumuşak doku kontraktürü, 3 kısalık ve 3 genel amaçlı eksternal fiksasyon şeklinde idi. Çeşitli Ortopedik ve Travmatolojik nedenler ile uygulanan yöntem sonucunda 4 kırık ve 3 psödoartrozda başarısızlık oldu. Bunlarda biri tedavi sırasında ortaya çıkan komplikasyona bağlıydı. Diğer vakalarda tekniğin doğru uygulanmasına rağmen başarı sağlanamadı. Tüm uygulamalar değerlendirildiğinde komplikasyon oranı %85.2 idi. Bunların içerisinden çok az bir bölümü sonucu etkiledi. Komplikasyonlann çoğunluğu tedavi sırasında düzeltilebildi. Ilizarov metodu diğer geleneksel cerrahi tedavi metodlanna göre daha az invaziv olması, ameliyat sonrası erken hareket ve tam yük vermeye müsaade etmesi nedeniyle kırıklarda deformitelerde, ekstremite uzatmada, enfekte ya da enfekte olmayan psödoartrozlarda güvenle kullanılabilecek bir tedavi metodudur.
  • Öğe
    Amnion zarının kırık iyileşmesi üzerine etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2008) Sezgin, Serhan; Karalezli, M. Nazım
    İnsan amnion zarının kırık iyileşmesine etkilerini araştırmak için ratlar üzerinde deneysel bir çalışma yaptık. 150 adet dişi ratın 30 adeti çalışma sonunda mekanik testin kontrol grubu (grup III) olarak ayrıldı. Kalan 120 adet ratın tamamının sağ femuru açık osteotomize edildi ve K teli ile tespit edildi. Randomize edilen ratların I. grubuna ek bir müdahale yapmadan cilt kapatılması yapıldı. II. grubun kırık hattına amnion zarı sarılarak ciltleri kapatıldı. 1,5 ve 9. haftalarda her gruptan 9 adet rat yüksek doz eter ile sakrifiye edildi. Alınan femurlar radyolojik ve histolojik olarak değerlendirildi. Histolojik değerlendirmede Modifiye Lane-Sandhu kemik iyileşme skalası kullanıldı. 9. haftanın sonunda I. gruptan 31 adet rata, II. gruptan 29 adet rata ve III. gruba mekanik test uygulandı. Mekanik test ÜNE prensibine göre yapıldı. İstatistiksel değerlendirmede Mann-Whitney U testi, Wilcoxon işaretli sıra testi ve Bonferroni düzeltmeli Mann-Whitney U testi kullanıldı. P<0.05 anlamlı kabul edildi. İyileşme miktarları histolojik olarak II. grupta daha düşük olarak bulundu. Radyolojik değerlendirmenin istatistiksel analizini çalışmamıza eklemedik. Grupların kaynama oranları hakkında fikir vermesi amacıyla fotoğraflarına yer verdik. Radyolojik açıdan da incelendiğinde kemik iyileşmesinin II. grupta daha yavaş olduğunu gördük. Mekanik test sonuçları da kaynama miktarı ve kemik direncinin II. grupta daha az olduğunu gösterdi. Diğer çalışmalarda (göz, dermatoloji, üroloji vs) amnion zarının bariyer etkisi, fibrozisi ve enflamasyonu engelleyici etkisi bir avantaj oluşturmuşken bizim çalışmamızda bu faktörler kaynamayı olumsuz yönde etkilemiştir. Bariyer etkisinin kallusun oluşması ve periostal yeni damarlanmanın, kallusa invazyonunu engellemiş olabileceği düşünülmüştür. Aynı zamanda bariyer etkisi nedeniyle kırık hattının iyileşmeye olumlu etkisi olan çevre yumuşak dokuyla da bağlantısı kalmamıştır. Amnion zarının antienflamatuar etkisinin ise kırık iyileşmesinde gerekli olan enflamasyonu baskılayarak kaynamayı olumsuz etkilediği düşünülmüştür. Bu konuda yapılmış diğer çalışmalardan farklı olarak çalışmamızda femurların mekanik sağlamlığını test etmek ve gruplarla olan ilişkisini belirlemek amacı ile kontrol grubu da oluşturduk. Bu sayede her iki gruptaki iyileşme farklarını histolojik ve radyolojik olarak birbirleri ile karşılaştırmanın yanında her iki grubun mekanik özelliklerini kontrol grubu ile karşılaştırdık. Bu çalışmanın kırık iyileşmesi ve amnion zarının kullanılacağı farklı araştırmalar için yol gösterici bir çalışma olduğunu umut ediyoruz.