Sayı 46 (2018)

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 13 / 13
  • Öğe
    Prof. Dr. Fazlur Rahman, İslam, çev. Mehmet Dağ - Mehmet Aydın, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2016 (Kitap Tanıtımı)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Kahriman, Emel
    Fikir adamı Fazlur Rahman 1919 yılında Pakistan’da dünyaya gelen, seçkin bir aydındır.1942 yılında Pencap Üniversitesini bitiren yazar, doktora çalışmasını Oxford Üniversitesinde tamamladıktan sonra Mc-Gill Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Müellif 1969 yılında Chicago Üniversitesinde “İslam Düşüncesi Profesörü” olarak göreve başlamış 26 Temmuz 1988’de ölümüne kadar bu görevini sürdürmüştür. Dr.Rahman’ın Pakistan’da görevli bulundu u sırada İslam hakkında yazmış olduğu makaleler, eserin büyük ölçüde ana malzemesini oluşturmaktadır.
  • Öğe
    Servet Bayındır, Fıkhî ve İktisadî Açıdan İslamî Finans II, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul 2015, 240 sayfa (Kitap Tanıtımı)
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Samar, Mahmut
    Tüm dünya ekonomilerini etkileyen 2008 küresel krizinden sonra dünya genelinde para ve sermaye piyasalarında alternatif çözüm arayışları başlamıştır. Bu çerçevede İslamî finans, krizden çıkış yolu olarak görülen sistemlerin başında gelmektedir. Buna paralel olarak İslam aleminde bu alanda yapılan akademik çalışmaların sayısında ciddi oranda artış görülmektedir. Bu süreçte ülkemizde de ilim dünyasına armağan edilen nitelikli çalışmalar yapılmıştır. İşte bu çalışmalardan biri tanıtımını yapacağımız bu eserdir. Kısa süre önce Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurul üyeliğine seçilen İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Servet Bayındır tarafından kaleme alınan bu kitap, dört serilik kitap dizisinin üçüncüsüdür. Fıkhî, iktisadî ve uygulama açısından para ve sermaye piyasası işlemlerini konu edinen bu kitap, bir giriş iki ana bölüm, sonuç ve kaynakça şeklinde düzenlenmiştir. İki ana başlıktan meydana gelen girişte önce İslam’daki finansal hayata ilişkin temel ilkelere yer verilmiş ve bunların çağdaş finansal işlemlerle ilişkisi kurulmuştur. Bu doğrultuda İslam’ın uygulanması zorunlu olan finansal ürünler getirme yerine genel ilkeler belirleyip, mevcut ve ileride geliştirilecek araçların bu çerçevede oluşturulması kuralını koyduğunun altı çizilerek bazı ilkelere dikkat çekilmiştir.
  • Öğe
    Tapınma: Tanrı tasvirleri put mudur?
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Rao, Dabeeru C.; Öztürk, Nermin
    Hindu kutsal metinlerinin temel öğretisi tüm âlemin saf bilinç olan Yüce Varlıktan ortaya çıktığıdır. Metinler vasıtasıyla Hindulara kendi içlerinde, tüm varlıklarda ve evrende yani her şeyde bu Yüce Varlığı görmek öğretilir. Dağlar, nehirler, ağaçlar, hayvanlar ve gezegenler bu “Tek” olanın tezahürü olarak görüldüğünden kutsal kabul edilir. Bu husus sadece bir “inanç” meselesi değildir; Hindular açısından bir yaşam şekli olmak zorundadır. Hindu kutsal metinlerinin temel öğretisi tüm âlemin saf bilinç olan Yüce Varlıktan ortaya çıktığıdır. Metinler vasıtasıyla Hindulara kendi içlerinde, tüm varlıklarda ve evrende yani her şeyde bu Yüce Varlığı görmek öğretilir. Dağlar, nehirler, ağaçlar, hayvanlar ve gezegenler bu “Tek” olanın tezahürü olarak görüldüğünden kutsal kabul edilir. Bu husus sadece bir “inanç” meselesi değildir; Hindular açısından bir yaşam şekli olmak zorundadır.
  • Öğe
    Ahmed er-Rifâî’nin el-Burhânü’l-Müeyyed adlı eserinde tevhîd anlayışı
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Öztürk, Ergün
    Ahmed er-Rifâî’ye göre, tasavvufta tevhîd Allah’ın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olduğunu, O’ndan başka ilah olmadığını, O’nun ortağı, dengi veya zıddının olmadığını sûfînin idrak etmesidir. Onun el-Burhânü’l-Müeyyed adlı eserine göre sûfînin üzerine düşen vazife, yaratılmışların tamamının üzerinde ilahlık ve ibadet edilme hakkına sahip olanın yalnızca Allah olduğunu kabul ve itiraf etmek, ibadetin bütün çeşit ve şekilleri ile Allah’ı birlemek, dini sadece O’na hâlis kılmaktır. Bunun neticesinde sûfî yalnız O’na tapmalı, ibadetini ve duasını sadece O’na hasretmelidir. Sadece O’na teslim olmalı, O’nu sevmeli, vaktini, zikrini, niyetini ve amellerini O’nun rızası doğrultusunda şekillendirmelidir.
  • Öğe
    İbn Hurdâzbeh’in el-Muhtâr min Kitâbi’l-Lehv ve’l-Melâhî’si ile el-Mufaddal b. Seleme’nin el-Melâhî Esmâuhâ min Kıbeli’l-Mûsîkâ adlı eserleriyle ilgili bir analoji
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Tokay, Ayşe
    Bu makalede İbn Hurdâzbeh’in mûsikâ, mûsikâr ve müzik enstrümanları hakkındaki el-Muhtâr min Kitâbi’l-Lehvi ve’l-Melâhî adlı eseri ile el-Mufaddal b. Seleme’nin müzik enstürümanlarının özellikleri ve isimlerinden bahseden Kitâb el-Melâhî ve Esmâuhâ min Kibeli’l-Mûsîkâ ismini taşıyan eseri muhteva açısından karşılaştırılmış, örtüşen ve farlılık arz eden konularına dikkat çekilmiştir. Bu iki eseri karşılaştırmamızın birçok nedeninden bahsedilebilir. Aynı dönemde yaşayan bu iki ismin müzik ve müzik aletleriyle ilgili geniş bilgi sahibi olmaları bu nedenlerin en önemlileri arasındadır. Görüş ve düşüncelerinde kimi farklılıklar olsa da her ikisinin mûsikî anlayışının, çoğu zaman örtüşüyor olması bu tercihte etkili olmuştur. Bu sayede konunun etraflıca gözlemlenmesi ve çağın fotoğrafının daha açık seçik gözler önüne serilmesi sağlanmak istenmiştir.
  • Öğe
    Kendini bilmenin bir imkânı olarak Mesnevî’de aşk tasavvuru
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Kuşlu, Abdullah
    Aşk kavramı sȗfîlerin Allah'a olan sevgilerini ifade etmek için geçmişten bu yana kullandıkları bir kavramdır ve aşk denilince ilk planda akla gelen sȗfî Mevlânâ Celâleddin Rȗmî'dir. Onun eserlerinde bu kavram hem cüz'î hem de küllî aşk olmak üzere tasavvur edilmektedir. Bunun yanında varılması gereken menzil küllî aşktır ve küllî aşk Elest Bezmiʼnde kulun Hakkʼa verdiği söze şahitlik yapmasıdır. Bu anlamda muhakkik âşıkların her an Hakkʼın varlığını hissetmeleri, her dem Oʼna dâir ve Oʼndan konuşmak istemelerinin sebebi de Elest Bezmiʼnde kurdukları bu ezelî temastan kaynaklanmaktadır. Bu ezelî temas sebebiyle onlar bazen bilinçli bazen gayr-i ihtiyârî ama sürekli olarak küllî aşka meyletmektedirler. Bu makâle Mevlânâʼnın cüzʼî ve küllî aşk tasavvurunu ortaya koymayı, aşkın insanın kendini ve Rabbini bilmesine yol açan bir sâik olup olmadığı sorularını cevaplamayı hedeflemektedir.
  • Öğe
    Ahmed Davudoğlu’nun (1912-1983) fıkıh literatürüne katkıları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Samar, Mahmut
    Fikirleriyle, yetiştirdiği ilim adamlarıyla ve yazmış olduğu eserlerle gerek Bulgaristan’da gerek Türkiye’de İslam kültür ve mirasına sunduğu katkılarla Cumhuriyet döneminin unutulmaz şahsiyetlerinden biri de Ahmed Davudoğlu’dur. Davudoğlu Bulgaristan’da doğmuş, ilim tahsilinin bir kısmını doğduğu yerde, bir kısmını Ezher’de tamamlamış klasik âlim modelinin yirminci yüzyıldaki önde gelen temsilcilerindendir. İlmî faaliyetlerine Bulgaristan’da başlamış, fakat siyasi sebeplerden dolayı Türkiye’ye göç etmek zorunda kalarak, hayatının geri kalan bölümünde çalışmalarına Türkiye’de devam etmiştir. Fıkıh ve hadis başta olmak üzere İslâmî ilimlerin tamamına vukûfiyeti olan Davudoğlu kaleme aldığı eserlerle ilim dünyasına büyük katkılarda bulunmuştur. Biz bu yazımızda kendisinin fıkıh alanındaki çalışmalarını ele alacağız. Nitekim kendisi bu alanda kayda değer çalışmalar ortaya koymuştur. Yaşadığı dönem itibariyle bu çalışmaları yapması genelde ilim dünyasına, özelde fıkıh ilmine büyük katkı sağlamıştır. Tespit edilebildiği kadarıyla doğrudan fıkıhla ilgili üç eseri bulunmaktadır. Bunlardan ikisi tercüme (Mültekâ ve Reddü’l-muhtâr), biri şerhtir (Selâmet Yolları). Bunun yanı sıra geleneğe sıkıca bağlı muhâfazakar bir yaklaşıma sahip olan Davudoğlu, fıkhî düşüncesiyle de zihinlerde yer etmiş bir İslam âlimidir. Bu düşüncesini yazdığı eserlere olduğu gibi ve açıkça yansıtan Davudoğlu bugün Türkiye’de aralarında akademisyenlerin, müftülerin ve uzmanların bulunduğu yüzlerce öğrenci yetiştirmiştir.
  • Öğe
    Muhammed Hasan Alvân’ın “Mevtun Sağîrun” (Küçük Bir Ölüm) adlı romanının teknik ve tematik incelemesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Eminoğlu, Ali
    Suudi Arabistanlı genç roman yazarlarından olan Muhammed Hasan Alvân, Mevtun Sagîrun (Küçük Bir Ölüm) adlı romanında büyük İslâm düşünürü ve tasavvuf âlimi İbnü’l Arabî’nin hayatını konu edinmiştir. Bu hacimli eserde yazar, İbnü’l-Arabî’nin doğum yeri Endülüs’ten ölüm yeri Şam’a kadarki yaşamını ele almakta olup onun çocukluk, gençlik ve yaşlılık dönemlerini okuyucularına kendi perspektifinden aktarmaktadır. Eser, İbnü’l Arabî’nin daha çok iç dünyasına odaklanmış; onun sevinçlerini, üzüntülerini, hayal kırıklıklarını, beklentilerini, düşüncelerinden dolayı çektiği sıkıntıları kurmaca bir şekilde dile getirmiştir. Ayrıca, romanın arka planında hayatı boyunca gezdiği bölgelerin toplumsal ve siyasal olaylarını tarih kaynaklarına uygun bir şekilde okuyuculara aktarmıştır. Roman, fasih, akıcı ve şiirsel bir dille kaleme alınmıştır. Edebî tasvirler ve teşbihlerle, mekân ve zaman unsurları romanda ustaca işlenmiştir.
  • Öğe
    Türkçe talâk tabirleri ve fıkhî sonuçları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Düzenli, Pehlul
    İslâm aile hukukunda, evliliği sonlandırma kavramlarının başında “talâk” gelmektedir. Esasen Arapça bir kelime olan “talâk”ın Türkçe’de bilinen karşılığı “boşamak”tır. Sarîh ve kinâî şeklinde iki gruba ayrılan boşama tabirleri konusunda gerek Arapça’da ve gerekse Türkçe’de dil ve kültür farklılıklarına dayanan birçok kavram daha bulunmaktadır. Arapça fıkıh kaynaklarında yer alan boşama tabirlerinin Türkçe karşılıkları, tercüme eserlerde kısmen açıklanırken, toplumda tartışma konusu olan bazı kavramlar risâle çapında ele alınarak değerlendirilmiş, kimi Türkçe fıkıh kitaplarında Türkçe boşama tabirleri ve fıkhî sonuçları ise özel bir başlık altında ele alınarak incelenmiştir. Bu meyanda Molla Hüsrev’in (ö. 885/1480) Dürerü’l-hükkâm Şerhu Gureri’l-ahkâm’ı ile İbrahim el-Halebî’nin (ö. 956/1549) Mülteka’l-ebhur’unda 144 Arapça tabir tercüme edilirken –ki bir çok tabir öz Türkçe’ye tercüme edilmeden aynen tekrarlanmıştır-, Mehmet Zihnî Efendi’nin (ö. 1913) Nimet-i İslâm’ında 104, Ömer Nasuhi Bilmen’in (ö. 1971) Hukûk-i İslâmiye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu’nda 116 tabire yer verilmiştir. Bu çalışmada son iki eserin yanında, Şeyhülislâm İbn Kemal’den (ö.940/1534), Medenî Mehmet Nuri Efendi’ye (ö. 1927) kadar ki dönem arasında muhtelif şeyhülislâm, müftü ve fetvâ emîninin fetvalarını ihtivâ eden 16 adet Türkçe fetvâ mecmûaları taranarak 280 adet tabir tespit edilmiş, Osmanlı müftülerinin bu tabirlerle ilgili fıkhî yorumları nakledilmiş, ihtilaflara sebep olan yorumların bir değerlendirmesi ile konu sonlandırılmıştır.
  • Öğe
    Türkiye’de Arapça ilahiyat programında yürütülen Siyer ve İslâm Tarihi dersi öğretimindeki bazı problemler ve öğrenci beklentileri üzerine değerlendirmeler
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Dadan, Ali
    Türkiye’de son dört yıl içerisinde öğretim vermeye başlayan Arapça İlahiyat programında Türkçe ilahiyat programlarında olduğu gibi Siyer ve İslam Tarihi dersi bulunmaktadır. Bu dersler birinci ve ikinci sınıfta her iki dönemde de zorunlu olarak yürütülmektedir. Tebliğimizde Türkiye’de Arapça ilahiyat programında yürütülen Siyer ve İslam tarihi dersi öğretimindeki bazı problemler üzerinde durularak bu konudaki öğrenci beklentileri üzerine değerlendirmelerde bulunulacaktır. Problemlerin tespit edilmesinde ve değerlendirmeler yapılabilmesi için Necmettin Erbakan Üniversitesi Arapça ilahiyat Programında okumak da olan öğrencilere bir anket yapılarak bu programın içerinde Siyer ve İslam Tarihi dersinin mevcut durumunu betimlenmeye çalışılmıştır.
  • Öğe
    İslâm hukukunda irade beyanı olarak mükellefin sükûtu; mâhiyeti, kısımları ve beyân olma sebepleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Önder, Muharrem
    İslam hukukunda mükellef kişinin kurduğu akitlerde ve yaptığı hukuki tasarruflarda maksadını ve rızasını ortaya koyma bakımından irade beyanı büyük önem arz etmektedir. Hukuki anlamda irade beyanının sözle olması esas olmakla birlikte yazı, işaret dili, fiil (teati) ve sükut yollarıyla da irade beyanı yapılabilmektedir. Mükellefin sükûtu genel anlamda olumsuz bir tutum olarak tezâhür edip, “İradeyi, ancak ihtiyaç halinde bir delil ile ifade eden olumsuz bir tutum” şeklinde tanımlanmakta ve irade beyânının bir türü olarak kabul edilebilmesi için de “sükût eden kişi”, “sükût hali” ve “sükût konusu” tarzında üç temel unsura dayanması gerekmektedir. Sükût, iradeyi açıklayıcı bir yöntem olarak görülmeyen “sade (mücerred) sükût” ile irade beyanı şekli olarak kabul edilen “nitelikli ve karinelerle çevrelenmiş sükût” şeklinde iki ana kısma ayrılır. Biz bu makalemizde maksadı ve iradeyi açıklayıcı bir yol olan sükutun mahiyeti, unsurları ve kısımları ile sükutun beyan olma sebeplerini ortaya koymaya çalışacağız.
  • Öğe
    Safevîlerin şiîleştirme siyasetinin mağduru olan bir aile: Haydarîler ve Irak’taki faaliyetleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Kavak, Abdulcebbar
    İran’daki Sünnî tarikatlardan biri olan Safeviyye, 16. Yüzyılın başında güçlü bir tarikatten siyasî bir otoriteye dönüşmüştür. Safeviyye tarikatı mensuplarının sahip oldukları Sünnî tasavvuf kültürünü terkedip Şiîliği benimsemeleri ve çoğunluğu Sünnî olan İran halkına devlet eliyle Şiîliğin dayatılması, toplumsal açıdan oldukça zorlu bir değişim ve dönüşüm sürecini beraberinde getirmiştir. Bazı hanedan mensupları ve halkın muhalefeti, Safevî yönetimini bu kararlı tutumundan vazgeçirmeye yetmemiştir. Bu nedenle 16. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren içinde Haydarî ailesi gibi hanedan mensuplarının da yer aldığı çok sayıda elit şahsiyet İran’ı terkedip Osmanlı topraklarına göç etmişlerdir. Haydarî ailesi, Şeyh Muhammed el-Erdebîlî’nin başkanlığında kalabalık bir aile efradıyla Irak’a göç etmişlerdir. Irak’ın kuzeyinde açtıkları Maveran Medresesi ile Bağdat’taki ilmî başarılarından dolayı Osmanlı devlet ricalinin dikkatini çekmişler ve müftülük ve kadılık görevleri ile taltif edilmişlerdir. Yine ilmiye mensubu olarak halkın saygınlığını kazanmışlardır. Irak’ta Safeviyye tarikatının Haydariyye kolunu oluşturan aile, ilim ve tasavvuf alanlarında yararlı hizmetlerde bulunmuşlardır.
  • Öğe
    Hinduizmdeki günlük ibadetlerden: Sandhyavandanam
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2018) Öztürk, Nermin
    Sandhyavandanam Hinduizm’de yüksek kastlara mensup ve iki kere doğanlar olarak adlandırılan kişilerin şafakta, günbatımında ve gün ortasında yapmak zorunda oldukları günlük ibadettir. Vakit, niyet, yön, temizlik gibi şartların yanı sıra belli beden pozisyonları ve el hareketlerinden oluşan sandhyanın en önemli özelliklerinden birisi ibadet esnasında kap kacak yardımı ile su kullanılmasıdır. Su hem yaşam verici hem de arındırıcı özelliği ile ön plandadır. Diğer önemli bir özellik idol kullanılmamasıdır. İbadetin merkezini Gayatri duasının ezberden tekrarlanarak okunduğu Gayatri-japa kısmı oluşturur. İbadetin amacı ise günahlardan arınarak Yüce Varlık ile yakınlaşabilmektir.